الأصل المعهود: اليقين لا يزول بالشك ‘Meşhur kaide: Şek ile yakîn zâil olmaz’


İKİNCİ BÖLÜM BEDÂYİ‘DE FIKHÎ KÂİDELERİN KULLANIMI



Yüklə 3,3 Mb.
səhifə12/48
tarix22.01.2019
ölçüsü3,3 Mb.
#101643
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   48

İKİNCİ BÖLÜM

BEDÂYİ‘DE FIKHÎ KÂİDELERİN KULLANIMI

I. ESERDE GEÇEN KÂİDELERİN İFADE ŞEKİLLERİ


Bedâyi‘de geçen kâideleri tespite başlamadan önce Kâsânî'nin (v. 587/1191) kâideleri nasıl ifade ettiğini kısa bir şekilde izah etmek, daha sonra geçen bazı terimlere ışık tutacaktır. Kâsânî (v. 587/1191), eserinde kâideler arasında herhangi bir ayırım ve tasnif yapmamaktadır. Sonraki dönemlerde yapıldığı şekliyle kâide ve dâbıt arasında herhangi bir ayırım yapmadığı gibi usûl ve dil kâidelerini de el-asl ifadesi ile aktarmakta ve bunlar üzerine hüküm bina etmektedir.

Kendisinden önce yaşamış olan Hanefi fakihlerden Ebü’l-Hasan el-Kerhî’nin (v. 340/952) "Risâle fi’l-Usûl" ve Debûsî’nin (v. 430/1039) "Te’sîsü’n-Nazar" adlı eserlerinde olduğu gibi fıkhın birçok alanını kuşatan küllî kâideleri (usûl ve fürû‘) "el-asl" (الأصل) olarak ifade ettiği439 gibi daha dar kapsamlı kâideler olan dâbıtları da "el-asl" (الأصل) olarak zikretmekte440 ve aralarında herhangi bir ayırım yapmamaktadır.

Bununla beraber bazı yerlerde küllî kâideleri "el-aslu’l-ma‘hûd" (الأصل المعهود) olarak ifade etmiştir441. Toplam yirmi sekiz yerde geçmekte olan bu ifadeyi, hem usûl hem de furû‘ kâideler için kullanmakla beraber daha çok furû‘ kâidelerini aktarırken kullanmaktadır. Kanaatimizce bu şekilde vermiş olduğu kâideler, temel fıkıh kâideleri olmalarının yanı sıra başka fıkıh ekolleri tarafından da benimsenen kâideler olmaları ile diğer kâidelerden ayrı bir hususiyet arz etmektedirler. Usûl kâidesi olarak umûmun tahsisi442 ve mutlâkın takyîdi443 mevzusunda zikretmiş olduğu kâideleri "el-aslu’l-ma‘hûd" (الأصل المعهود) olarak aktarmıştır. Bir yerde İmam Şafiî'ye (v. 204/820) nisbetle verdiği bir dâbıtı da bu şekilde ifade etmiştir444.

Kâsânî (v. 587/1191), kâideleri (usûl, furû‘ ve dâbıt) "el-asl" (الأصل) dışında, "ez-zâhir" (الظاهر)445 "el-mezheb" (المذهب)446 "el-câmi‘" ve (الجامع)447 olarak da zikretmiştir.

Kâideleri aktarırken bazen de "el-kıyâs" (القياس) olarak tabirini kullanmıştır448. Fıkhî kaynaklarda kıyasın tümevarım yöntemi ile tespit edilen genel fıkıh kuralları anlamında "asıl", "kâide", "ma‘kûl", "muktezâ-yı delîl" olarak isimledirildiği449 ve "ala vefki’l-kıyâs" ve "ala hilafi’l-kıyas" gibi tabirlerin bir çok zaman bu anlamda kullanıldığı450 dikkate alınırsa, eserde bu şekilde geçen kıyâs ifadelerinin kâide anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca fıkıh usûlündeki aslî delillerden olan kıyası "şer‘î kıyas" (القياس الشرعي) olarak belirtmesi451, aralarında bir ayırıma gidildiği izlenimi vermektedir.

Dâbıtları çoğunlukla "el-asl" (الأصل) olarak aktarmakla beraber bir yerde "el-aslu'l-mahfûz" (الأصل المحفوظ)452 başka bir yerde de "el-kâide" (القاعدة) tabirlerini kullanmıştır453.

Dil kâidelerini de "el-asl" (الأصل) olarak ifade etmiştir454.

II. İBÂDETLER BÖLÜMÜ

1. Kitâbu’t-Tahâre


(الأصل المعهود: اليقين لا يزول بالشك) "Bilinen kâide: Şek ile yakîn zâil olmaz". Cünüp bir kimsenin yıkandığı ve birisinin bevl ettiği kapalı bir havuzdan abdest almanın hükmü konusunda Irak Meşâyihi ile Maverâu’n-Nehr Meşâyihi arasındaki ihtilafı aktardıktan sonra Maverâu’n-Nehr Meşâyihi'nin görüşünü, "şek ile yakîn zâil olmaz" kâidesine bağlı olarak tercih etmektedir455.

(اليقين لا يبطل بالشك) "Yakîn, şek ile geçersiz olmaz". Bu kâideyi değişik ifadeler ile birçok yerde zikretmektedir. Abdest aldığından emin olmakla beraber abdestinin bozulduğu hususunda şüphe eden, abdestli kabul edilir. Buna karşılık abdestinin bozulduğundan emin olan ama daha sonra abdest alıp almadığı hususunda şüphe eden de abdestsiz kabul edilir. Çünkü "yakîn, şek ile geçersiz olmaz"456.

(أن الشك لا يرفع اليقين) "Şek, yakîni ortadan kaldırmaz". Bir kimse temiz olan elbisesine necaset bulaşıp bulaşmadığı hususunda şüpheye düşerse, bu elbise ile namaz kılması caiz olur. Bir kimse de yanında bulunan temiz suya necis bir şeyin karışmış olmasından şüphe ettiği takdirde, bu su temiz kabul edilir. Çünkü "şek, yakîni ortadan kaldırmaz"457.

(لا يترك المعلوم بالموهوم) "Malum olan bir şey mevhum ile terk edilmez". Nifâsın üst sınırı Hanefi mezhebine göre kırk gündür. Bir kadın kırk günden önce temizlenirse, gusleder ve namazlarını kılar. Bu hükmün gerekçesi, temizlenmenin apaçık bilinmesinden kaynaklanmaktadır. Nifâs kanının yeniden akması ise şüpheli olduğundan dolayı "malum olan bir şey, mevhum ile terk edilmez"458.

(العلم لا يبطل بالظن) "Kesin bilgi, zan ile ortadan kalkmaz". Yolculuğa çıkan bir kimse, suyunun bittiğini zannedip teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra suyun kaldığını görürse, icmâen namazı geçersiz kabul edilir. Çünkü "kesin bilgi, zan ile geçersiz olmaz"459.

(الثابت بيقين يبقى لوهم الفائدة في أصول الشرع) "Dînin temel meselelerinde, kesin olarak sâbit olan, fayda zannıyla olduğu hal üzere kalır".

(غير الثابت بيقين لا يثبت لوهم الفائدة) "Kesin olarak sâbit olmayan, fayda zannıyla sâbit olmaz". Teyemmüm edip sonra irtidad eden bir kimse tekrar Müslüman olsa, daha önce aldığı teyemmüm ile namaz kılabilir. Çünkü irtidad ibadetlere etki eder, teyemmüm ise Hanefi mezhebine göre ibadet değildir. Ancak mürtetken yeniden teyemmüm alsa, bu durumda abdestli kabul edilmez. Çünkü teyemmüm, ihtiyaca binaen taharet kabul edilmiştir. İrtidad eden kimsenin de bu halde namaz kılması düşünülemeyeceğinden, abdesti geçerli olmaz460.

"Şek ile yakîn zâil olmaz" kâidesinden bu bölümde çıkarılan dâbıtlara şunlar örnek verilebilir:

(لا تثبت النجاسة بالشك) "Necislik, şek ile sâbit olmaz"461.

(لا تثبت النجاسة بالشك والاحتمال) "Necislik, şek ve ihtimal ile sâbit olmaz"462.

(الطهارة الثابتة بيقين لا يحكم بزوالها بالشك) "Kesin bir şekilde sâbit olan taharetin zevâline, şek ile hükmolunmaz"463.

(ما ضاق أمره اتسع حكمه) "Sıkıntıya sebep olan bir şeyin hükmü genişler". Açık arazide bulunan kuyuların ağzında kapak veya set bulunmadığından, hayvanlar gelip bu sudan içer ve çevresine terslerler. Bu tersler kuruyunca, rüzgâr bunları alıp kuyuya atar. Eğer bunların kuyuya düşmesi ile suyun fesadına hükmedilse bu durumda buralarda yaşayan insanlar darlığa ve sıkıntıya düşer; oysa "sıkıntıya sebep olan bir şeyin hükmü genişler"464. Bu kâide Mecelle’de "bir iş dîk oldukta müttesi‘ olur"465 şeklinde geçmektedir.

Zerkeşî (v. 794/1392) ve Suyûtî (v. 911/1505), bu kâidenin İmam Şafiî’nin (v. 204/820) sözlerinden biri olduğunu ve bununla üç meseleye cevap verdiğini belirtirler466. İbn Nüceym (v. 970/1562) de Suyûtî (v. 911/1505) gibi bu kâideyi "meşakkat teysîri celbeder"467 kâidesinin altında zikrettikten sonra, bazılarının "bir iş daralınca genişler, genişleyince de daralır" dediklerini kaydeder468.

(ما عمت بليته خفت قضيته) "Sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü hafifler". İmâmeyn, yollarda çokça bulunmalarından dolayı kendilerinden kaçınmanın zorluğu ve zaruret sebebiyle hayvan terslerini necâseti hafifeden kabul etmektedirler. İnsanların ayaklarına giydikleri şeyleri bunlardan korumaları, bu yaygınlık nedeniyle zordur. İşte bu zorluktan dolayı "sıkıntı veren bir şey yaygınlaştığında hükmü hafifler"469.

(العبرة للغالب) "Baskın olan durum dikkate alınır"470. Cünüp olan kimsenin abdest organlarında yaralar bulunsa veya çiçek hastalığı olsa, eğer bunlar vücudunun az bir yerinde bulunuyorlarsa sağlam olan bölgeleri yıkar, sağlam olmayan yerleri de sargıyla sararak bunların üzerine mesheder. Vücudunun çoğunda bu yaralar bulunuyorsa, teyemmüm eder ve sağlam olan yerleri yıkamaz. Çünkü "baskın olan durum dikkate alınır"471. Bu kâide Mecelle’de "i‘tibar gâlib-i şâyiadır, nâdire değildir"472 şeklinde geçmektedir.

(العمل بغالب الرأي وأكبر الظن في الأحكام واجب) "Hükümlerde galib-i rey ve zannı galib ile amel vaciptir"473. Bu kâideyi Kerhî’ye (v. 340/952) nisbetle zikretmiştir. İçine necaset düşen durgun suyun miktarı hususunda Kerhî’ye (v. 340/952) göre asıl olan, takdir değil, taharridir. Bir kimsenin zannı galibine göre necaset, abdest aldığı yerde varsa buradan abdest alması caiz olmaz. Eğer zannı galibine göre necaset, abdest aldığı yere ulaşmamışsa abdest alması caiz olur. Çünkü " hükümlerde galib-i rey ve zannı galib ile amel vacibtir"474.

(للأكثر حكم الكل) "Çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Şafiî ve Malikî mezheplerinin, başın meshedilmesi ile ilgili yaklaşımlarını aktardıktan sonra, bu mezhepler ile aralarındaki görüş ayrılığını izah ederken bu kâideyi vermektedir. Başın meshedilmesi ile ilgili emrin yerine getirilmesi ancak bir vasıta ile mümkün olabilmektedir. Mesh vasıtası ise toplumdaki örfe göre eldir ve elin üç parmağı da parmakların çoğunluğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla "çoğunluğa da bütünün hükmü uygulanır". Bu durumda sanki "başınızı meshedin"475 ayetinde, elin üç parmağı ile mesh edileceğine işaret edilmektedir476. Burada görüldüğü üzere ayeti, kâide ile izah etmektedir.

(أقيم الأكثر مقام الجميع) "Ekser cemîin yerine ikame edilir"477. Başın ve mestlerin çoğunluğunun meshedilmesi ile ilgili bir şart bulunmazken, sargının çoğunun meshedilmesi şartı bulunmaktadır. Başın ve mestlerin meshi konusunda miktar belli olduğu için bunlara ziyade yapmak şart değildir. Ancak sargı üzerine mesh ile ilgili hükümde belirli bir miktar takdir edilmediği için bu hükmün, zorluğa sevk etmemesi durumunda sargıyı kuşatması gerekir. Çünkü "ekser cemîin yerine ikame edilir"478.

(الأقل ملحق بالعدم بمقابلة الأكثر) "Çokluk karşısında az, yok hükmündedir". Nifâs ile ilgili bir meselede bu kâideyi zikretmiştir. Şöyle ki; doğumda çocuğun bir kısmı çıksa ve bu çıkan kısım da vücudunun yarıdan azı ise kadın için nifâs hükümleri cari değildir, namaz kılması gerekir. Çünkü nifâs, doğuma bağlıdır, burada da doğum tam manasıyla bulunmadığı için "çokluk karşısında az, yok hükmündedir"479.

(المغلوب ملحق بالعدم في أحكام الشرع) "Şer‘î hükümlerde az olan, yok gibi kabul edilir". Akan suyun bir tarafında bulunan ceset ile ilgili olarak, eğer suyun azı cesedin üzerinden, çoğu ise temiz yerden akıyorsa, bu durumda necasetin bulunduğu yerin alt tarafından abdest almak caizdir. Çünkü "şer‘î hükümlerde az olan yok gibi kabul edilir"480.

(التبع حكمه حكم الأصل) "Tabi olanın hükmü aslın hükmüdür". Sakalın çeneden aşağı uzamış kısımlarının yıkanması konusunda İmam Şafiî (v. 204/820) ile Hanefi mezhebi arasındaki ihtilafa değinirken; İmam Şafiî’nin (v. 204/820), sakalın uzayan kısımlarının da abdest alırken yıkanması gerektiği görüşünde olduğunu kaydeder. Bunu, uzantının, bağlı olduğu şeyin hükmüne tabi olduğunu ve dayanağının "tabi olanın hükmü aslın hükmüdür" kâidesi olduğunu belirtir. Bu kâideyi İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmiştir481.

Bu kâideye bağlı olarak şu dâbıtı zikretmiştir:

(كل ما ينقض الوضوء من الحدث الحقيقي والحكمي ينقض التيمم) "Hakikî ve hükmî hades cinsinden abdesti bozan her şey teyemmümü de bozar"482.

(ثبوت الحكم في التبع لا يقف على وجود علة على حدة أو شرط على حدة فيه بل وجود ذلك في الأصل يكفي لثبوته في التبع) "Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var olması hükmün tabide de sâbit olması için yeterlidir" 483.

(التبع لا يستتبع الأصل) "Tabi olan aslı doğurmaz". Bu iki kâideyi de İmam Şafiî’ye (v. 204/820) nisbetle zikretmektedir. İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre, bir teyemmüm ile yalnız bir farz namaz ve nafile namazlar kılınabilir, başka bir farz namaz kılınamaz. Nafilelerin kılınmasının sebebi ise bunların farzlara tabi olmalarındandır. Tabi olan bir şeyde hükmün sübûtu, şartın veya illetin tabide de ayrıca bulunmasına bağlı değildir. Bilakis bunların asılda var olması hükmün tabide de sâbit olması için yeterlidir. İşte İmam Şafiî’nin (v. 204/820) bu ilkesine göre, herhangi bir nafile için teyemmüm alan bir kimse, bununla farz namaz kılamaz. Çünkü "tabi olan aslı doğurmaz"484.

Görüldüğü üzere Kâsânî (v. 587/1191), benimsemediği görüşlere itiraz ederken kâideleri kullandığı gibi, bu görüşleri, esas aldıkları kâide ve dâbıtlar ile zikretmektedir.

(الخلف لا يخالف الأصل) "Halef, asıl olana muhalif olmaz". Kâsânî (v. 587/1191) bu kâideyi hem kendi görüşünü temellendirmek için kullanıyor hem de muhalif görüşlere değinirken zikrediyor. "Temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi toprakla meshedin"485 ayeti, teyemmümün sadece bir vuruş olduğunu iddia edenlere karşı bir cevaptır. Çünkü nassta elin toprağa birkaç kez vurulmasının tekrarlanmayacağına dair herhangi bir ifade bulunmuyor. Eğer nassta tekrarın olmayacağına dair açık bir ifade bulunmuyorsa, o zaman delâleten olmadığı anlaşılır. Çünkü teyemmüm, abdestin yerini almıştır. Abdest alırken bir su ile iki uzvun yıkanması caiz olmadığına göre, teyemmüm ederken bir toprağın iki uzuv için kullanılması da caiz değildir. Çünkü "halef, asıl olana muhalif olmaz"486.

(الخلف لا يخالف الأصل في الشروط) "Halef, şartlarda asıl olana muhalif olmaz". Yukarıdaki kâidenin şartlar ile ilgili hususlarda da geçerli olduğunu, İmam Züfer’in (v. 158/775) teyemmümde niyetin şart olmadığına dair görüşünü zikrederken veriyor. Hanefi mezhebinin diğer üç imamına göre teyemmüm için niyet şart iken İmam Züfer’e (v. 158/775) göre şart değildir. Çünkü teyemmüm bir aslın yerini almıştır, "halef, şartlarda asıl olana muhalif olmaz". Abdest niyetsiz nasıl sahih oluyorsa teyemmüm de olur487. Kâsânî (v. 587/1191) bu konuda diğer imamların görüşünü tercih etmesine rağmen İmam Züfer’in (v. 158/775) görüşünü, dayanmış olduğu asıl ile birlikte vermiştir. İmam Züfer’in (v. 158/775) kâidenin yorumu ile ilgili yaklaşımını eleştirmektedir. Şöyle ki; teyemmüm hakiki taharet değildir, ihtiyaca binaen taharet olarak takdir edilmiştir. Abdest hakiki taharet olduğu için niyet şartı aranmazken, teyemmümde ihtiyacın varlığı ancak niyet ile bilinebilir. Abdestin taharet olması için ihtiyaç şartı aranmadığı gibi niyet şartı da aranmaz. Ayrıca her iki terimin lafzî manalarından hareketle de İmam Züfer’in (v. 158/775) görüşünü eleştirmektedir. Teyemmüm, anlam itibariyle bir şeye yönelmeği ifade etmesi sebebiyle niyetsiz olamaz. Buna karşılık abdest saflıktan, arılıktan gelmekte olup bunun olması için niyet gerekmez488.

(لا يبقى الخلف مع وجود الأصل) "Halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar". Teyemmüm ile abdest alan bir kimse, yanlarında su bulunmayan fakat su ile abdest alan bir cemaate imamlık yapsa, cemaatten birisi de namazdayken su görse, imamın ve geriye kalan cemaatin de bundan haberleri olmasa, suyu gören kimsenin namazı fâsit olur. Abdestte, suyu kullanabilme imkânı asıl olduğu için imamın abdesti, o kimse hakkında yok hükmünde olur. Çünkü "halef, aslın varlığı ile ortadan kalkar". Bu şahıs suyu görmekle, imamın namazının fâsit olduğuna inanmış olur; muktedi imamın namazının fasit olduğuna inanırsa, kendi namazı fâsit olur489.

(لا يجوز المصير إلى الخلف مع وجود الأصل) "Asıl var olduğunda halefe gitmek caiz değildir". Su bulunduğu zaman teyemmüm bozulur. Çünkü teyemmüm, suyun yerini almaktadır. "Asıl var olduğunda halefe gitmek caiz değildir"490.

(البدل لا يخالف المبدل) "Bir şeye bedel kılınan, bedel kılındığı asla muhalif olmaz". İmam Malik (v. 179/796) ve İmam Şafiî’ye (v. 204/820) göre teyemmüm yapılırken bir vuruş yüz için, bir vuruş ise bileklere kadar eller içindir. Kâsânî (v. 587/1191) onların bu görüşlerine "temiz toprakla teyemmüm edin, yüzünüzü ve dirseklere kadar ellerinizi toprakla meshedin"491 ayeti ile itiraz etmektedir. Ayette, Allah-u Teâlâ ellerin meshedilmesini emrediyor, delil olmadığı sürece bunun bilekler ile takyîd edilmesi caiz değildir. Buna karşılık meshin dirsekler ile takyîd edileceğine dair delil bulunmaktadır. O da dirseklerin abdesti emreden ayette yıkamanın sınırı olarak tespit edilmesidir. Teyemmüm de abdeste bedel olduğuna göre "bir şeye bedel kılınan, bedel kılındığı asla muhalif olmaz"492.

(إذا لم يظهر العارض يجب بناء الحكم على الأصل) "Arızî olan durum ortaya çıkmadıkça, hükmün, aslın üzerine bina edilmesi gerekir". Kadınların temizlik müddetinin üst sınırı yoktur. Bir kadın yıllarca hayız olmasa da onun, temiz kadınların yaptıkları her şeyi yapabileceği hususunda imamlar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Çünkü "kadınlar için aslolan taharettir, hayız ise arızîdir. Arızî olan durum ortaya çıkmadıkça, süresi uzasa da hükmün aslın üzerine bina edilmesi gerekir"493.

(وجود الأصل يمنع المصير إلى البدل) "Aslın varlığı, bedele gidilmesini engeller". Hz. Peygamber (s.a.v) suyun bulunmadığı veya hades olduğu durumlarda toprağı müslümanın temizlenme aracı olarak tayin ederek onu suya bedel kılmştır. Eğer su bulunuyorsa toprak temizlenme aracı olarak kullanılmaz çünkü "aslın varlığı, bedele gidilmesini engeller"494.

(إذا قدر على الأصل بطل البدل) "Asıl olana güç yetirildiğinde bedel geçersiz olur"495. İmam Malik’e (v. 179/796) nispetle zikrettiği bir kâidedir. Bir sonraki kâide ile birlikte izah edilecektir.

(القدرة على الأصل بعد حصول المقصود بالبدل لا تبطل حكم البدل) "Bedel ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal etmez". Bu kâideyi İmam Malik’in (v. 179/796), teyemmüm ile namaz kılan bir kimsenin namaz vakti çıkmadan su bulması durumu ile ilgili görüşünü tenkit ederken vermiştir. İmam Malik’e (v. 179/796) göre vakit, namazın eda edilme makamı kılınmıştır. Dolayısıyla suyun vakit içinde bulunması, namaz eda edilirken bulunması gibidir. Teyemmüm abdestin bedeli olduğu için "asıl olana güç yetirilirse bedel geçersiz olur"496. Kâsânî (v. 587/1191), bu kâideyi kabul etmekle beraber onun yorumu ve alanının belirlenmesi hususunda "bedel ile maksadın gerçekleşmesinden sonra aslı yapabilme imkânı, bedelin hükmünü iptal etmez" kâidesini esas alarak, İmam Malik’i (v. 179/796) eleştirmektedir497.

(الحكم الموقت إلى غاية ينتهي عند وجود الغاية) "Bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer". Meshin müddeti mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Bu müddet tamamlanınca meshin süresi de biter. Çünkü "bir gaye için konulmuş muvakkat hüküm, o gayenin varlığı ile sona erer"498.

(الممدود إلى غاية ينتهي عند وجود الغاية) "Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin varlığı ile sona erer". Bir kimse abdest almak için su bulamamışsa teyemmüm eder. Allah-u Teâlâ Kur’ân’da "eğer su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin"499 buyurarak, suyun bulunamamasını teyemmümün cevaz sebebi kılıyor. Hz. Peygamber (s.a.v) da teyemmümü su buluncaya kadar müslümanın abdesti olarak tayin etmektedir. "Bir gaye için uzatılmış olan, gayenin varlığı ile sona erer". Bir şeyin varlığı, başka bir şeyin var olmasıyla birlikte son buluyorsa, o başka şeyin ortaya çıkmasıyla artık o şeyin varlığından söz edilemez500.

(الأخذ بالإحتياط عند الإشتباه واجب) "Şüphe durumunda ihtiyat ile hareket etmek vaciptir". Bir kimse tükürdüğünde tükürüğü ile birlikte kan çıkarsa bakılır; eğer kan fazla ise abdest bozulur, tükürük fazla ise abdest bozulmaz. Kan ve tükürük eşit ise genel kurala göre bu kan hades değildir dolayısıyla abdest bozulmaz. Çünkü kanın kendiliğinden veya tükürüğün şiddetinden dolayı çıkmış olma ihtimali vardır. Burada da şüphe bulunması sebebiyle çıkan kan, bu şüpheye binaen hades kabul edilmez. Ancak istihsanen bu kanın hades olduğu kabul edilir ve abdest de bozulur. Hades kabul edilmesinin iki gerekçesi bulunmaktadır. Birincisi; kan ve tükürük eşit oldukları takdirde tearuz ederler ve birinin diğerine tabi kılınması mümkün olmadığı için de her birine kendi hükmü verilir. İkincisi ise; "Şüphe durumunda ihtiyat ile hareket etmek vaciptir"501.

(للربع حكم الكل في أحكام الشرع في موضع الإحتياط) "İhtiyat durumunda dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir"502. Bir elbiseye bulaşan necasetin azlık ve çokluk miktarı ile ilgili mezhep içinde farklı yorumlar bulunmaktadır. Tarafeyn’den gelen bir rivayete göre bu ölçü dörtte birdir. Kâsânî (v. 587/1191) bu ölçünün, yapılan yorumlar içerisinde en sahih görüş olduğunu kaydettikten sonra, çünkü "ihtiyat sebebiyle dörtte bir, şer‘î ahkamda bütün hükmündedir" demektedir503.

(إذا احتمل الوجوب والعدم فالقول بالوجوب أولى إحتياطا) "Vücûb ve yokluk ihtimali bulunduğunda, ihtiyaten vücûba hükmetmek evlâdır". Bir kimseden meni şehvet ile infisal etse fakat şehvetsiz bir şekilde çıksa Tarafeyn’e göre gusletmesi gerekir. Çünkü bu tür durumlarda ihtiyatla hareket etmek gerektiği için "vücûb ve yokluk ihtimali bulunduğunda, ihtiyaten vvücûba hükmetmek evlâdır"504.

(السبب إنما يقام مقام المسبب) "Sebep, sonucun yerine ikame edilir". Bu kâide, fıkhın diğer alanlarına da hakim olmakla beraber, daha çok ibadetler, aile hukuku, helaller ve haramlar ile ilgili meselelerde ihtiyat sebebiyle çokça zikredilen bir kâidedir. Nitekim Kâsânî (v. 587/1191) de özellikle ihtiyatlı olunması gereken durumlarda, sebebin sonucun yerine ikame edilmesinin şerîatta meşhur bir yol olduğunu belirtir. Örneğin, hürmet-i musaherenin sübûtu hususunda, dokunmak cinsel ilişki yerine; uzanarak uyumak da hades yerine geçer505. Ayrıca bu kâideyi zikrederken, bir çok yerde ihtiyat ve zaruret kaydını da eklemiştir506.

(الأصل أن ما جاور النجس نجس بالشرع) "Kâide: Necis bir şeye bulaşan şer’an necistir". Fare vb. bir hayvan kuyuya düşüp ölse, bu türden hayvanların akıcı kanı bulunduğu için bunlar kuyunun suyunu necis kılarlar. Çünkü "necis bir şeye bulaşan şer‘an necistir"507.

(الظاهر ملحق بالمتيقن في الأحكام) "Hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak edilir". Bir kimse eğer bir yerleşim birimine yakın ise teyemmüm etmeden önce su olup olmadığını araştırması gerekir. Suyun varlığını araştırmadan teyemmüm eder ve namaz kılar da suyun bulunduğu ortaya çıkarsa, namazı geçerli olmaz. Çünkü yerleşim merkezlerinde galiben ve zâhiren suyun bulunma ihtimali yüksektir. İşte bu durumda "hükümlerde, zâhir olan, yakîne ilhak edilir"508.

(المتعنت لا قول له) "İnatçı, söz söylememiş kabul edilir". Bulunduğu yerde suyun varlığı hususunda bilgisi olmayan kimse, sorabileceği birisi yakınında varsa ona sormalıdır. Sorduğu kimse kişi inat edip cevap vermezse ve soruyu soran kimse de bunun üzerine teyemmüm alıp namaz kılsa, daha sonra soru sorduğu şahıs, suyun yakınlarında bulunduğunu kendisine haber verse, namazını iade etmesine gerek kalmaz. Çünkü "inatçı, söz söylememiş kabul edilir"509.

(المستحق كالمصروف) "İstihkak, harcama hükmündedir". Bir kimsenin yanında su bulunduğu halde bu suyu harcadığında susuz kalma riski varsa, onunla abdest almayıp teyemmüm eder. Çünkü bu su, susuzluk durumunda harcanmak için ayrılmıştır; "istihkak, harcama hükmündedir". Böyle bir durumda bu kimse manen su bulamayan hükmündedir510.

(حرمة مال المسلم كحرمة دمه) "Müslümanın malının dokunulmazlığı kanının dokunulmazlığı gibidir". Bir kimsenin yanında abdest alacak suyu bulunmaz ve başka birisi de yanında bulunan suyu ona gabn-ı fahiş ile satmak isterse, bu durumda âlimlerin çoğuna göre suyu alması gerekmez ve teyemmüm eder. Çünkü istenen fiatın, suyun reel değerini aşan kısmının bir karşılığı yoktur. Oysa "müslümanın malının dokunulmazlığı kanının dokunulmazlığı gibidir"511. Bu aynı zamanda Resulullah (s.a.v)’dan rivayet edilen bir hadistir.

(الكامل لا يتأدى بالناقص) "Tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bir kimse sabah namazını kaza ederken güneş zevâle ererse bu durumda kıldığı namaz nafile namaza dönüşür. Çünkü bu vakitte namaz kılınması nehyedilmiştir. Kaza namazı onun zimmetinde tam olarak bulunmakla beraber, bu vakitte namaz kılmanın nehyi sebebiyle kaza etmesi nâkıstır. Çünkü "tam olan, nakıs ile yerine getirilmez". Bundan dolayı kıldığı namaz kaza değil de nafile namaz olmuştur512.

(الأصل المعهود: أن ما لا يعقل من الأحكام يقتصر على المنصوص عليه ولا يتعدى إلى غيره) "Bilinen kâide: Akıl ile bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez". İmam Züfer’e (v. 158/775) göre hükmî necasetin atığı olan musta‘mel su, eğer abdest alan kimse abdestli ise hem temiz hem de temizleyicidir. Eğer bu kimse abdestli değilse bu durumda su, temiz fakat temizleyici değildir. İmam Muhammed (v. 189/805) ve Irak Meşâyih’ine göre de hüküm böyledir513. İmam Züfer’e (v. 158/775) göre abdest alan kimseyi namaz kılmaktan alıkoyan durum hadestir. Hadesin giderilmesinde kullanılan su mutsa‘mel olur ve bu durumda hades, bedenden suya geçer. Hades ve hubus her ne kadar vasıf olsalar ve vasıflar intikal etme özelliğine sahip olmasalar da bunlar hükmen abdest alınan mahalde var olan necasete ilhak edilirler. Hakiki necaset intikal özelliğine sahip olması sebebiyle, buna ilhak edilen şey de şer‘an onun hükmünde olur. İşte musta‘mel su, bu iki durumdan birine girmesi sebebiyle mutlak su olmaktan çıkar. Bu durumda "akıl ile bilinemeyen hükümler, nassta belirlenen ile sınırlandırılır, başka şeylere geçirilmez" bilinen kâidesine bağlı olarak hüküm belirlenen ile sınırlandırılır514.

(الإجتهاد لا يعارض النص) "İctihad nassa muarız olamaz". Kerhî (v. 340/952), Ebu Hanife’nin (v. 150/767) ğalîz ve hafif necaseti şöyle tanımladığını zikreder: Ğalîz necaset; necisliği hususunda nass varid olan ve temizliği hususunda başka bir nass bulunmayan necasettir. Hafif necaset; necisliği ve tahareti hususunda iki nassın tearuz ettiği necasettir. Bu tanım esas alındığı takdirde hayvan terslerinin hepsi Ebu Hanife’ye (v. 150/767) göre necaseti ğalîzedir. Çünkü bu konuda nass varid olmuştur. Bu da şu hadisedir: Rasulullah (s.a.v) istinca etmek için İbn-i Mesud’tan (v. 32/652) taş istemiş, O da iki taş ve bir hayvan tersi getirmiştir. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) iki taşı almış, hayvan tersini ise atarak onun necis olduğunu söylemiştir. Bu nassa muarız olarak hayvan tersinin temiz olduğuna dair başka bir nass ise bulunmamaktadır. Her ne kadar bazı alimler re’y ve ictihad ile bunun temiz olduğunu söyleseler de "ictihad nassa muarız olamaz". Bu durumda hayvan tersi ğalîz necasetten kabul edilir515.

(ما يعرف بالإجتهاد يرجع فيه إلى أهل الإجتهاد) "İctihad ile bilinen bir konuda ictihad ehline müracaat edilir". Kuyular temizlenirken bunlardan çıkarılacak suyun kaç kova olacağı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Belh fakihlerinden olan Ebû Nasr Muhammed b. Sellâm’a aittir. O, bir kuyudan ne kadar su çıkarılacağını tespit etmek için sular hususunda bilgili olan iki zat getirir ve bunların kaç kova su çıkarılacağına dair verdikleri ölçüyü esas alırdı. Çünkü "ictihad ile bilinen bir konuda ictihad ehline müracaat edilir"516. Lafzen böyle tercüme edilebilecek olan bu kaide ile "bilirkişinin takdirine muhtaç konularda o konunun uzmanına başvurulur" manasının kastedildiği anlaşılmaktadır.

(لا يجوز تنجيس الطاهر من غير ضرورة) "Zaruret olmadığı sürece temiz bir şeyi pisletmek caiz değildir". İstinca konusundaki bir görüş ayrılığının izahı sırasında Kâsânî’nin (v. 587/1191) dolaylı bir delil olarak yararlandığı bu kâide, temiz nesneleri boş yere kirletmenin dinen tasvip edilmediğini göstermektedir517. Daha sonra aynı kâideyi istincanın keyfiyeti hususunda da zikretmektedir518.


Yüklə 3,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin