* Gülçehre Kudretillakızı



Yüklə 1,35 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə2/3
tarix30.11.2022
ölçüsü1,35 Mb.
#120233
1   2   3
Gülçehre Kudretillakızı-Kalp İncisi

Ninni yavrum, ninni ya ninni, 
Allah verdiği tesellim, ninni ya ninni, 
Kaybettiğim – tılsımım, ninni ya ninni. 


104 
Avludan gelen komşu kadının sesinden Zemire Hanımın 
dalgınlığı son buldu. Aceleyle gözyaşlarını silip, çocuğun üzerini 
açarak uyuyup uyumadığına baktı. Uyumuş olduğunu görünce 
hemen kalkıp komşu kadını karşılamaya çıktı: 
– Buyurun, Sapura Hanım, iyi misiniz? – diye karşıladı.
– Yine ağladınız mı? Evet duydum, size bağırarak bağa doğru 
gittiğini fark ettim – dedi Sapura Hanım bir şey demeden öylece 
duran Zemire’ye bakıp, – Şimdiye kadar tüm çocuklarını büyüttünüz, 
şimdi torununa bakıyorsunuz. Yani Oğulay’a bedava bakıcılık 
yapıyorsunuz. Ama mualesef o bunu anlamıyor. Neyse Allah hepsini 
görüyor üzülmeyin. Size de ayarladığı iyi günler vardır mutlaka. 
Özür dilerim, bir dakikaya mayaya çıkmıştım, – dedi Sapura Hanım. 
– Yengemin kendisine sorun, – dedi Zemire Hanım.
Sapura: 
– Evet, anlıyorum, – diyerek bağa doğru giden Oğulay’ın 
ardından gitti.
*** 
Düğün bitip misafirler dağılınca gerdekte oturan Aydan – Şimdi 
ne yapacağım acaba, damadın elimi tuttuğunu düşündüğümde bile 
rahatsız oluyorum ya, – dedi yengesine. 
– Bir günde alışmak zor tabii ama “Olacak işin olması, 
evdekilerin rahatlaması daha yeğdir” derler, damat tarafın emri vacip 
yavrum, – dedi Rana Hanım.
Gelin damat ikisi başbaşa kaldı. Damat tarafından bir hanım çay, 
ekmek, meyve bulunan leğenle içeri girdi ve onları yan yana 
oturtarak dışarı çıkarken: 
– Çabuk çıkınız, çok bekleyip sıkılmayalım lütfen, damat – diye 
kapıyı dışarıdan kapattı. 
Damatla baş başa kalan Aydan çay doldurmak için bardağı alırken 
ona gizlice bakıp: “Onu Üniversitede o kadar çok görmüşsem de hiç 


105 
dikkat etmemişim. Hatta oturması da hoşuma gitmiyor. Yerinden 
kalkıp gönlümü alacak herhangi bir söz söylese olmaz mı? 
Konuşmayı bırak, önem de vermiyor bana, belki hoşlanmıyor 
benden... Yok ya, hoşlanmıyorsa evlenir miydi? Niçin böyle 
kötümserlik yapıyorsun Aydan? Olumsuz düşünmektense damatla 
konuşup ilgisini çeksene. İşte o zavallı senin bir güzel gülücüğünü 
görmemişse ondan yine ne istiyorsun?” düşüncesiyle bardağa çay 
koyup gülümseyerek uzattı. Yerinden kalkıp çayı alan damat bardağı 
sofraya koymadan hemen içerek, ekmeği koparıp iştahla şapırdatıp 
yemeye başladı.
Aydan ağzını doldurup ekmek çiğnemekte olan damada şöyle bir 
bakarak leğendeki haşlanmış yumurtanın kabuğunu temizleyip ona 
uzattı ve gülümseyerek:
– Yer misiniz, – diye sordu. 
Bunun üzerine damat da gülümseyerek: 
– Evet, yerim, sonra sizi yerim, – dedi. 
Damatın bu hareketi Aydan’ın hiç hoşuna gitmedi, ama bunu belli 
etmedi. Aydan bu defa naz yaparak: 
– Başka söyleyeceğiniz yok muydu? – dedi yumurta yemekte 
olan damata.
– Başka söyleyeceğim ne olabilir, evet size daha önce öldüm, 
yandım, sevdim diye diye saçlarım çok ağarmıştır, – dedi damat. 
Aydan şaka yapmak amacıyla şöyle dedi: 
– Benden dolayı dökülmüş zavallı saçlar.
Damat birden şok olmuş gibi bardağı yere koyarak kaşını çatıp 
nazlanarak gülümsemekte olan geline bakıp: 
– Evet, bununla ne demek istiyorsunuz? Kel olmuşsunuz demek 
mi istiyorsunuz? Doğru, ben aynı kel başımla kendim ünüversiteyi 
kazanmışımdır. Kendim bitirmişimdir, sizin gibi dönem 


106 
sınavlarından babamın parasıyla geçmemişimdir. Anlaşılan belki 
biraz sonra sen fakirsin, ben zenginim dersiniz? – dedi. 
Ne cevap vereceğini de bilmeyen Aydan bu defa biraz yüksek 
sesle: 
– Neler diyorsunuz ya? – dedi. 
Damat hemen yerinden kalkarak yeni geline el kaldırıp sanki 
yıllardır evli hanımıyla kavga yapıyor gibi: 
– Ne diyorsam da gerçeği söylüyorum, – dedi. 
Aydan: 
– Ne gerçeği? 
Damat: 
– Ne gerçeği mi? Sizin bakire olmadığınız, herkesin dilinde 
olduğunuz, – dedi. 
Bu sözü duyan Aydan’ın aniden gözünün önü karardı, dili 
dönmeden bir noktaya dikili kaldı. Gelinin durumunu anlayan damat 
onun elinden tutup:
– İyi misiniz? – diye sordu. 
Böyle bir dehşetli darbeden sonra kolay ayılamayan Aydan 
bayılmış gibi oturuyordu.
– Buna rağmen düğünü iptal etmedik, her çeşit söylentilere 
tahammül ettik. Biz fakir olsak da insanlardan endişe ederiz. Eğer siz 
böyle şeyleri anlamış biriyseniz bu söylenenlere üzülmemeniz lazım, 
– diye gelinin yanına çömelip oturdu Sıddık. – Üzülmeyin, aslında 
sizi sevdiğimden dolayı her şeye rağmen evleniverdim işte, – diyerek 
naz etmiş gibi gelinin başını okşamak ister. 
Aydan artık buna zor dayanmaktaydı. Damat yerinden kalkıp 
gerdeğe girmeye hazırlanır... Aydan damata bakarak kendince: “Şuna 
bak, seviyormuş sanki. Sevgi senin gibi birisine yazık ya. Keşke 
sevmemiş olsaydın, keşke düğünü iptal etmiş olsaydın. Bakire değil 


107 
mişim, aslında bakirelik de yazık sana. Ya Allah’ım affet beni! – diye 
yakardı Aydan. 
Damat gerdekten yarı çıplak hâlde Aydan’a doğru gelirken o iki 
eliyle yüzünü kapattı. Damat doğruca gidip yaşlı ninelerin yüksek bir 
şekilde hazırladıkları yere uzandı. Yattığı yerden gülümseyip: 
– Korkmayın, buyurun, daha sonra çok alışırsınız, – dedi. 
O sırada gelinin yengesi kapıyı yarı açarak: 
– Neler oluyor, rahat mısınız? – diye yavaşça içeri girdi. Üzerine 
bir kova su atılmış gibi oturan Aydan kendi kendine: “Evet, bu kadarı 
hepsinden daha fazla oldu, kim ne derse desin, şimdi kalkıp hemen 
eve doğru gideceğim”, diye düşündü.
Yengesi Aydan’ın yüzüne bakarak, neler olduğunu anladı. Hemen 
gelini kaldırıp üzerine örtüyü atarak, elinden tutup damada 
duyurarak: 
– Hadi, biz şöyle bir kapıya çıkalım, çabuk geliriz, – dedi. 
Kapıdan koridora çıkınca Aydan yengesine: 
– Tamam yeter. Kim ne derse desin, illa da gideceğim, – dedi 
ısrarla. 
– Ayıp olur ya, – diye şaşırır Rana Hanım. 
– Artık dayanamam. Onun söylediklerine tahammül edemem, – 
dedi Aydan. 
Rana Hanım Aydan’ı kucaklayıp: 
– Hepsini duydum. Ne yaparız, iyice düşünün. Kaçmanın hiç 
imkânı yok. Şimdiye kadar kayınvaliden üç kere geldi, onun dediğine 
göre biz bir hile hazırlamışız. 
Çok duygulanan Aydan yengesini iki elle silkeleyerek gözünün 
içine bakarak merakla:
– Nasıl hile? – diye sordu 
Rana başını sallayarak: 
– Hiç sorma, – dedi. 


108 
– Nasıl hileymiş, söylesenize, – diye ısrarla sordu Aydan. 
– Damat, “Kız bakire olmayabilir”, demiş. Annesi de oğlunun 
söylediğini söylüyor. İşte bak, hiçbir yengesi, halası hâlâ gitmemiştir, 
avluda bekçi gibi dolaşıyorlar. Zavallı Riskiye ablam da şimdi çok 
merak etmektedir herhâlde. Sen kaçarsan gerçekten de bakire 
değilmiş zanneder herkes. Zaten annen hasta, bu rezalete dayanamaz, 
– dedi Rana Hanım. 
Olduğu yerde dona kalan Aydan için ne ileriye ne de geriye yol 
vardı. Şimdi o ne yapabilir, böyle bir anda odaya girip bakire 
olduğunu ispat etmekle insan hiç mutlu olur mu acaba? Yoksa ondan 
sonra “Tamam, bana izin...”, diye gitmeli mi?
– Neyse, çok aldırış etme? – dedi Rana Hanım. – Aslında o kadar 
çok yakışıklı delikanlılara razı olmayan kız sonuçta nasıl böyle birine 
razı olmuş acaba? – diye herkes merak ediyor, – diye Aydan’ı 
kucaklayıp, – benim akıllı yavrum, artık ne yapabiliriz? Üzülme, hâlâ 
damat senin pakize kız olduğunu anlayınca seni o kadar çok sevecek 
ki, bu iftiraları hiç duymamış gibi olursun.
Bunları duyunca Aydan yine düşünceye daldı. Biraz sonra:
– Bilmiyorum, ne diyeceğimi de bilmiyorum, ya Allah’ım, sen 
bana yardım et ne olur, – diye yalvardı. 
Aydan yengesinin ısrar etmesi üzerine tekrar damadın odasına 
girmeye razı oldu. İsteksizce içeri girerken kendi ayaklarına hitaben 
şöyle dedi: “Ya, niye yürümüyorsunuz, öyle ayaklar var ki, zindana 
da koşar gider. Hadi söyleyin bakalım, şimdi ne yapmalıyım? Evde 
benden ayrılarak acı çekmekte olan annem var. Üstelik çok kimselere 
benim bakireliğimin ispatı lazımmış. Eğer Allah beni bakire olarak 
yaratmamışsa ne olacak acaba? Estağfurullah, estağfurullah”.
İçeri girince yatakta bekleyen damada bakıp: “Böyle olunca hiç 
istemeden yapılan bu şey bizim mutlu olmamıza kefalet olur mu 
acaba? – diye düşündü.


109 
– Hâlen daha da soyunmadınız mı? – dedi damat ve belinden 
aşağısını çarşafla örtüp Aydan’ın yanına geldi.
Damadı böyle kıyafette gören Aydan aynı anda onu Hint 
filmlerindeki çarşafa örtünen simsiyah hizmetçilere benzetmişti. “Ya 
Allah’ım neden bu kadar korkunç” diye gittikçe ayağına ağır bir taş 
bağlanmış gibi hissediyordu kendini. Damat gelini kucaklayınca 
Aydan onu isteksizce itti.
Damadın yere düşmesine az kalmıştı. Böyle horlanmaya 
dayanamayan damat vahşi aslan gibi gelinin yüzüne şamar attı. 
Aydan’ın kulakları zonklayıp gözlerinden kıvılcım çıkarken, acıya 
dayanamayıp ağlamaya başladı. Hemen kapı çaldı. Damat kapının 
önüne gidip yengelerine kızdı: 
– Hadi defolun hepiniz, neden hep kapıya vuruyorsunuz, olur mu 
böyle şey. Lazım olursa kendim çağıracağım, – diyerek kapıyı 
tümüyle kilitleyip anahtarı çekip aldı. Yüzünü kapatıp ağlamakta 
olan Aydan’a biraz yumuşaklıkla: 
– Bencilliğe ne gerek var. Evet, çok kızmışım, affedin, – dedi 
damat.
Aydan: 
– Ne bencilliği? – diye sordu. 
Damat çok acımış gibi işaret parmağını uzatarak:
– Niçin böye yaptınız? Ben yerin altından çıkmış mantar değilim 
ya. Fakir olsam da erkeğim. Yoksa rezil olmaktan korkup gizlice 
herhangi bir olay çıkartıp suçu benim üzerime mi atmak 
istiyorsunuz? Hayır, böyle bir şeytanlık geçmez. Neden görüşmeden 
evlenmeye razı olduğunuzu daha önce çok iyi anlamıştım. Eğer 
bakire olsaydınız benimle değil, herhangi bir şehzadeyle evlenmiş 
olurdunuz.


110 
Elleriyle yüzünü kapatan Aydan durmadan konuşan damada 
gizlice bakarak: “Deli gibi neler diyor bu adam ya?” – diye 
düşünerek, çok kızmış gibi: 
– İlk önce şunu söyleyeyim, eğer benim bin yıllık kocam olsanız 
da ancak bugün için üzerinize bir şeyler giyin lütfen, – dedi. 
Damat hemen şalvarı giyerken: 
– Tamam böyle olsun, ama bununla bir şey değişmez ki, – dedi. 
– Mademki sizin benim bakire olup olmadığımı bilmeniz 
gerekiyorsa, işte ben hazırım, – diyen Aydan hızlı adımlarla gidip 
yüksekçe hazırlanmış yatağa geçti...
İçeriden kapı kilitini şakırdatarak açan damat çoktan beri merak 
edip bekleyen Rana Hanıma: 
– Buyurun, çabuk yardımcı olun, – dedi. Aydan’ın yengesi onun 
fena durumda olduğunu anlayınca dehşete kapıldı. Gelin hızlı hızlı 
nefes almaktaydı, yani bayılmış gibiydi. 
– Bu ne böyle ya, – diye koşarak yengesi Aydan’ın başından tuttu. 
Olaydan çok şaşırmış damada kızarak: 
– Bu ne kabalık, böyle yapılır mı hiç? – diye söylenir.
Sıddık sanki dilini içine yutmuş gibi başını sallayıp onaylamış 
gibi olur ve: – Size adanmış olanı yastığın altına koydum, – dedi. 
– Kapıyı açın lütfen, hava yetişmiyor, – dedi Rana Hanım biraz 
yüksek sesle.
Damat kapıyı açtı. Gelin eliyle ağzını kapatmış bekliyordu. 
Yengesi hemen koridordaki leğeni getirdi. Aydan istifra etti. Rana 
Hanım onun omuzundan tuttu.
Aydan’ın biraz rahatladığını görünce Rana Hanım leğeni dökmek 
için dışarıya çıkınca Aydan zor bir şekilde yerinden kalktı. Artık 
elleri ayakları durmadan titriyordu. Damat ona yardımcı olmak istedi. 
Bunu anlayan gelin içindeki nefretten güç almış gibi ona “dokunma” 
der gibi baktı. Damat bunu anlayarak kenara çekildi. Aydan kapıya 


111 
fırladı. Tüm gücünü toplayıp avluya çıkarak açık duran dış kapıya 
doğru koştu. Dışarıda elinde leğen tutan yengesi: 
– Dur, nereye böyle? – derken Aydan atılarak kapıdan dışarıya 
çıktı. “Demin tüm halalar ve yengeler avluda bulunuyorlardı ya. 
Gelinin pakize olduğunu bilerek, hangi deliğe girdiler acaba? Hadi 
şimdi arkadaşı Mukaddes’i uyandıracağım” – diye avlunun açık bir 
köşesinde yatan Mukaddes’i uyandırmaya koştu.
*** 
Aydan dış kapıdan çıkınca aceleyle koşmaya başladı. Tam gece 
yarısı her yer suskundu. Ancak dolunay, uyumadan büyük caddede 
rüzgâr gibi koşmakta olan Aydan’ı izlemekteydi. O şimdi ne 
yapacağını, nereye gideceğini de bilmiyordu. Biraz ileride gürleyerek 
akan dereye bakarak Aydan ne yapması gerektiğini anladı. Hayır, 
başka şeyi düşünmeye zaman yoktu. Eğer oyalanırsa ardından 
yetişerek yakalamaları kesindi. Evet, şimdi her şeyi aynı Azim dere 
hükmüne havale etmek lazım.
Mukaddes kız arkadaşının ne yapacağını iyi biliriyordu, bu 
durumda dedesinin yanına gitmesi mümkün değildi, nitekim o 
derdini “destan” etmeyi de sevmiyordu. Aniden kafasına gelen 
düşünceden vehime kapılan Mukaddes tir tir titremekte olan Rana 
Hanıma rica etti: 
– Lütfen şimdilik kimseye söylemeyin, damatla birlikte beni 
izleyin, – diye dereye doğru koşarak değil, uçarak gitti. Geride kalan 
Rana Hanım:
– Allah korusun, bu ne iş ya, – diye hemen içeri girdi.
Mukaddes hızlı adımlarla koşarken kendi kendine: “Eğer o şimdi 
kendini yaz döneminde çocukların girdiği sığlık yere bırakırsa da 
akıntıya kapılması kesin, çünkü şimdi suyun tam “çıldırdığı” zaman”, 
– diye korkmaktaydı. Dereye yaklaştığı zaman Mukaddes yere düştü, 


112 
taşlar ayağına fena batmasına rağmen yerinden kalkıp iki elini ağzına 
götürüp bağırmaya başladı:
– Aydan, neredesin? 
Dere kenarına yaklaşan Aydan aniden yavaşladı, geriye baktı: 
“Birisi mi seslendi yoksa bana mı öye geliyor?” diye düşündü. Yine 
ses duyuldu, bu sesin tamamen Mukaddes’in olduğunu anlayınca 
şaşırdı ve koşarak kenarda bulunan büyük bir taşın üzerine çıkıp: 
– Hey büyük dere, ben zavallıyı kendi kucağına al, – dedi. Tam o 
sırada dere dalgalanarak Aydan’ın yüzüne vurarak geriye doğru 
düşürdü. Mukaddes ay ışığında arkadaşının yere düştüğünü gördü. 
Koşarak yetişti ve kaldırıp sarıldı.
– Neler yapıyorsun? – diye sordu çok yorulan Mukaddes. Aydan 
yine kenara atıldı. Derenin gürültüsünden dolayı onların birbirini 
duyması zordu. Şimdi Aydan tüm sesiyle ağlamaktaydı. 
– Arkadaş, beni rahat bırak. Senin dediğin mutlu geceden işte bu 
derenin işkencesini tercih ederim.
Mukaddes, elinden kayıp kaçan Aydan’a yetiştiği zaman bir 
sonraki dehşetli dalga kendini fazla bekletmemişti. İki arkadaş suya 
karışıp büyük bir taşa tutunmuşlardı. Ayağını taşa dayayan 
Mukaddes, arkadaşının elinden tutup dalganın suyun dibine 
çekmesinden kurtardı. Tam o sırada onlara doğru koşa koşa damat 
geliyordu... 
*** 
Aydan gözünü açtığı zaman odada yatakta yatmakta olduğunu 
anladı. Önce neler olup bittiğini anlayamadı. Niçin başka bir yerde 
yattığını, bunların hepsi gerçek miydi yoksa rüya mıydı fark edemedi. 
Oraya buraya bakındı, biraz ötede damat oturuyordu.
Acı kader onu dere koynuna almadan yine aynı damatın eline 
teslim etmişti. İnsan alın yazısından kaçıp kurtulamaz dedikleri 
gerçekmiş...Şimdi Aydan öncekinden daha sakindi. Sanki dere 


113 
kalbindeki ağır taşı – dertleri yıkayıp temizlemiş gibiydi. Ama 
bundan sonra neler olacağını düşünmeyi hiç istemiyordu. Gelinin 
uyandığını anlayan Sıddık alelacele yanında bulunan çaydanlıktan 
bardağa çay koyup Aydan’a içirdi. Onun böyle yumuşak 
davranmasına şaşıran Aydan “Biraz değişmiş galiba?”, – diye 
düşündü. Saygı gösteren damat sanki dilini ısırmış gibi suskundu. 
Gelinin gözüne bakamıyordu bile. Aydan’ın elinden bardağı alıp ona 
havluyu uzattı. Sonra üzerindeki yorganı düzeltti. Onun şefkat 
göstermesi şimdi Azimcan abisini hatırlatmıştı. Baba evindeyken 
hasta olduğu zaman abisi, üzerindeki yorganı işte böyle düzeltirdi. 
Kapıyı çalarak gelinin yengesi içeri girdi. Yerinde oturup çay 
içmekte olan Aydan’ı görünce memnun olup şöyle dedi: 
– Allah’a çok şükür, kalkmışsın. Çok uyudun ama, – diyerek 
hemen ekledi, – Kalk şimdi büyükleri selama hazırlan.
Damat dışarı çıkınca Rana Hanım onun çıkmasını beklermiş gibi, 
Aydan’a bakarak: 
– Aydan sana şunu söyleyeyim, damat fena birisi değilmiş. Seni 
dereden çıkartıp eve kadar sırtında taşıdı. Ama sen bizi çok korkuttun 
ya,- dedi.
O zaman Aydan da: 
– Yenge, çok ilginç bir rüya gördüm, – dedi. 
– Nasıl bir rüyaymış, söyle bakalım, – diye sordu Rana Hanım. 
Aydan yengesinin uzattığı zar dikişli gelin başörtüsünü giyerek:
– Sanki dereye doğru yalınayak koşa koşa gidiyormuşum. O 
zaman dere yerine büyük bir mahalle peydah olmuş. Mahallenin iki 
tarafından su akıyormuş. Su kenarında büyük söğüt ağaçları 
diziliymiş. Elimdeki baş örtüsünü başıma sarıp gök rengi bir kapıdan 
girip basamaktan aşağıya inmişim. Avluda rahmetli nineciğim 
ferişteye benzer bir kadınla oturuyormuş. Gidip görüşmek istediğim 
zaman ninemin yerine deminki hanım benimle görüşüp başımı 


114 
okşuyormuş. Ninem başındaki beyaz örtüyü uzatarak: “Gözyaşlarını 
sil, hepsi iyi olacak”, diyerek kayboldu. “Nineciğim gitme” diye 
korkarak uyandım. Bu rüyanın tabiri neymiş acaba? – diye sordu. 
– Ninen hepsi iyi olacak demiş ya, demek inşaallah mutlu 
olacaksın, – dedi yengesi.
Aydan adeta göre büyüklere tek tek eğilerek selam vermeye çıktı. 
Açık eyvanda oturan akraba, komşu kadınların hepsi gelinin 
güzelliğine baka kalmışlardı. Aydan’ı görünce mahvolan kayıvalide 
gözlerini ondan alamıyordu. Kayınbiraderleri de çok memnundu. 
Gelin yüzünü açarak kayınpederine doğru üç kere eğilerek selam 
verdi. Aydan’ın gözüne kayınpederi feyzli, efendi bir kişi gibi 
göründü. Gelin selam geleneği bitip mendiller dağıtıldıktan sonra 
Aydan tekrar odasına girdi. Biraz sonra ardından Mukaddes’le 
birlikte annesi girdi. Aydan’a sarılıp tekrar tekrar öpen annesine:
– Merak etmeyin, anneciğim hepsi iyi, – diyerek Mukaddes’e 
gizlice baktı. Onlar güzelce oturup muhabbet yaparken vedalaşmak 
için içeri giren Rana Hanım Aydan’ı kucaklayıp:
– Merak etme, damat da okumuş, efendi biriymiş. İnşaallah 
birlikte güzel hayat sürdürürsünüz, nice mutlu yıllara! – dedi.
*** 
Yeni avlu hiç babasının avlusuna benzemiyordu, odalar küçük, 
sadeydi. Aydan çay demlemek, avlu süpürmek, iki defa yemek 
pişirmek işleriyle ilgilenerek günlerin nasıl geçtiğini fark etmemişti. 
O gün akşam herkese yemek dağıtıp odasına gitmek istediği zaman 
kayınpederi: 
– Gelin, şimdi siz de ailemiz üyesisiniz, buyurun bizimle birlikte 
oturun, – dedi. 
Herkes, açık eyvanda büyük masanın etrafında sohbet ediyorlardı. 
Aydan geri dönüp onların yanına oturdu, bardağa çay koymak 
bahanesiyle herkese gizlice göz attı: “Hepsi erkek çocuk ya. Ne kadar 


115 
çok bunlar, kayınpederimin yanında oturan Sabit tam babasına 
benziyormuş, konuşmaları da yerinde, – diye düşündü. Ertesi gün 
kahvaltıdan sonra Sabit bavulunu dışarı çıkarırken abisine: 
– Sizinki nerede? – diye sordu. Abisi çabucak çayını içtikten 
sonra “dua edin” diye elini açıp, babasına baktı. Babası oğullarına 
“iyi yolculuklar” dileyip fatiha okudu. Sıddık odasına girdi. Ardından 
Aydan da girmek istedi, ama kayınpederiyle kayınvalidesinden 
utanıp, sofrayı toparlamaya çalıştı. Çaydanlık ve bardakları kaldırıp 
mutfağa doğru gitti. Kocasının gitmekte olduğundan bir yandan 
memnun oluyordu, diğer taraftan kalbinde belli bir rahatsızlık 
oluşmuştu. “Vedalaşmaya gelir herhâlde yanıma”, diye mutfaktan 
çıkmadan kendi işlerini yapmaya devam etti.
Aradan yarım saat geçince birisinin mutfağa doğru geldiği ayak 
sesleri duyuldu. Aydan “Sıddık galiba” diye dönüp baktı, en küçük 
kayınbiraderi Alibek’miş. 
– Yenge, abim gitti, siz de vedalaştınız mı? – diye sordu. 
Aydan’ın üzerine buz gibi su atılmıştı sanki aynı anda. Belli bir 
süre dona kaldı. Bunu anlayan kayınbiraderi Aydan’ın eteğini tutup: 
– Üzülmeyin, yengeciğim, nasılsa dönecek ya, siz 
gitmeyeceksiniz, öyle değil mi? – dedi çocuklara özgü saf bir tonda.
– Gitmeyeceğim, – dedi. “Aslında suç bende, onun gitmesini 
duyup çok sevinmiştim” diye biraz kendine kızdı.
Gece olunca Aydan’ın kalbindeki üzüntü dağılmış gibi oldu. 
Kayınbiraderi Alibek yengesinin odasında yatacak oldu. Aydan 
yatağa uzanırken tüm gün çalışıp yorulduğunu anladı. Kendi evinde 
hiç bu kadar iş yapmıyordu, işten döndüğü zaman annesi her şeyi 
hazırlamış olurdu. Avludaki işleri ise Aydan’ın yerine Azimcan abisi 
yapıyordu. “Azimcan abim kendi abimden de yeğmiş. Evet, düğün 
sırasında bana bir şey söyleyecekti. Herhangi bir kızı sevdiğini mi 
söyleyecekti acaba? Çoktan evlenmesi lazımdı, boşuna inat ediyor. 


116 
Köye gidersem mutlaka bu konuda konuşacağım”, – diye uyuya 
kaldı.
Günler geçiyordu. Aydan kocası olup olmadığını unutmuştu artık. 
Bir yandan ev işleri o kadar çoktu ki hayvanları beslemek, ekin hem 
de bağ işlerine bakmak lazımdı. Tek bir küçüğü hariç dört 
kayınbiraderi okula gidiyordu. Kayınvalide ve kayınpederiyle 
birlikte sekiz kişinin çamaşırlarını yıkamak, yemeğini pişirmek kolay 
değildi. Bir gün çamaşır yıkıyorlarsa, ertesi gün fırında ekmek 
pişiriyorlardı. Akşam olunca mahalle başındaki pınardan su taşımak 
lazımdı. Yine de kayınbiraderleri çok iyiydi, yengelerine yardımcı 
oluyorlardı.
Kayınvalide Çamanay Hanım ev işlerini tümüyle gelinine teslim 
etmişti, ancak ekmek pişirdiği zaman kocasının ısrar etmesi üzerine 
gelinine yardımcı oluyordu. O zaman da: “Şimdiye kadar tüm işleri 
kendim yapıyorsam, çocukları niçin doğurdum”, – diye çok 
kızıyordu.
Ben gelene kadar kayınvalidemin kızması da biter herhâlde diye 
düşünerek, Aydan su getirmek üzere dışarıya doğru yol almıştı. Dış 
kapıya vardığı zaman kayınpederine rastladı. Aydan ona öğle yemeği 
hazırlamak için geri dönmek isterken kayınpederi: 
– Gidebilirsin kızım, geri dönme, hâlâ zaman var, – dedi. Aydan 
kayınbiraderiyle birlikte kovalara su doldurup hemen geri döndü. 
Kovayı yere koyup biraz dinleneyim derken, o sırada kayınpederinin 
sesi duyuldu. 
– Geldiğine iki hafta olmasına rağmen böyle demeye utanmıyor 
musun? Tüm işleri teslim etmektense, yardımcı olsan olmaz mı? – 
diyordu. 
– Gelin baştan iyice eğitilmezse, sonradan başa çıkacaktır, 
anladın mı? – diye daha yüksekten konuştu kayınvalide. 


117 
– Çok konuşmadan diline sahip olursan daha iyi olur. Aslında 
Sabit’e isteyip, görücüye çıkmadığından istifade edip Sıddık’la 
evlendirdin. Nikah gecesi gördün ya kendini öldürmesine az kaldı. 
Beni bilmiyor zannederek çok yanılıyorsun. Sen adeta yamukluk 
yapıp sonra suç yapmamış gibi davranan birisin. Aslında Sabit’e 
uygunmuş, oğluna gönlü olmadığı belliydi, – dedi kayınpederi. 
– Sıddıkcan’ı ben ardımdan getirmedim, o senin de çocuğun. İkisi 
de can çocuğumuz, – diye karşılık verdi kayınvalide. 
– Dokuz ay farkını mı söylüyorsun? İkisi de aynı sınıfta okumuş 
zaten, gerçi herkes Sabit’i büyük diye düşünür. Sıddık ben 
evlenmeyeceğim, Sabit evlensin, diye söylemişti, – dedi kayınpederi. 
– Nişanlandıktan sonra Sıddık Sabit’le çok kavga yaptı. “Şehirde 
okuduğum zaman o kızla buluşuyordum”, diye rahat bırakmadı. 
Böyle deyince ben ne yapabilirdim ki? – dedi Çemen Hanım.
Kayınpederi daha kızarak:
– Tüm suç benim, düğünü iptal etmem lazımdı, aslında hepsini 
tek tek anlatmam gerekti, o zaman Reisin karşısında utanmazdım. 
Şimdi Reis’e nasıl bakacağım diye hep mahcup olmaktayım. İşte o 
beni çoktan beri biliyor, tatil zamanı Sabit bana yardımcı olurken 
Reis onunla tanışıp beğenmişti.
Aydan onların tek çocuğu sayılır, herkesten utandıkları için bir 
şey demiyorlar. Gelin de anlayışlı, sabırlı kızmış, o yüzden alışana 
kadar ona iyi davran. Çocuğuna da söyle, gönlünü almaya çalışsın, – 
dedi kayınpederi. 
– Kadının gönlünü almasını söylemenin hiç lüzumu yok, elinden 
geleni yapıyor zaten, daha fazla ne yapsın çocuk? – dedi kayınvalide 
sesini yükselterek.
– Sesini kes, oğlun da tam sana benziyor, şeytana ders veriyor, – 
diye bağırdı çok kızgın bir hâlde.


118 
Bu sözleri duyan Aydan sanki şimşek vurmuş gibi donarak, iki 
eliyle başını tutup oturup kaldı. “Evet, şimdi anladım, demek o 
yüzden kayınbiraderim Sabit niçin bana bakamıyormuş anlaşılan. 
Sıddık hiç olmazsa vedalaşıp gitse olurdu ya, diye kızıyorum bir de”, 
diye düşündü.
Yanında duran Alibek hiçbir şeyi bilmiyorsa da yengesinin 
üzüldüğünü anlayıp, onun başını sıkarak: 
– Nasıl, şimdi iyileşti mi? Ben sizi herkesten daha çok seviyorum, 
– dedi. 
Bu sözü duyunca birden kendine gelen Aydan da ona:
– Ben de seni çok seviyorum, – dedi. 
*** 
Aydan’ın en küçük kayınbiraderi Alibek’e olan sevgisi gittikçe 
artıyordu. Otursa da, kalksa da hep birlikteydi. Aydan Alibek’i 
yıkıyor, saçlarını tarıyor, boş olduğu zaman hemen bağ ortasındaki 
ceviz ağacına sarılı salıncakta uçuruyor, bazen onunla saklambaç da 
oynuyordu. Gece yarısı ona masal anlatmazsa o hiç uyumuyordu. 
Yemek yerken babası şakalaşarak:
– Daha önce Alibek hep sokakta oynuyordu, eve hiç gelmiyordu. 
Arkadaşlarıyla kavga mı yaptı acaba şimdi hiç sokağa çıkmıyor, – 
dedi. Alibek hemen babasının sözünü keserek: 
– Hayır, öyle değil, – diyerek yengesine baktı. Bu söylenenden 
istifade eden abileri kardeşiyle alay etmek için:
– Korkuyor ya o çok korkaktır, – diyorlardı. Alibek:
– Hiç de öyle değil, eğer yengeme ben bakmazsam, o zaman bizi 
bırakıp gider, – dedi. 
Herkes gülerken, Aydan biraz düşünceye dalarak: “Gerçekten de 
işte bu çocuk olmasaydı aynı evde kalmak çok zor olacaktı”, diye 
düşündü.


119 
Bu defa Sıddık nedense her sefer geldiğinden erken geldi. Buna 
Aydan ne üzüldü ne de memnun oldu. Ancak bu defa hiç olmazsa 
tatlı bir şey söyler mi acaba diye istekle kocasının ağzına bakıyordu. 
Sıddık iyi konuşmamaya yemin etmiş gibi sanki “içimdekini bul” 
diyordu.
Sıddık bu defa da Aydan inek sağarken vedalaşmadan şehre gitti. 
Kocasının bu hareketi onu çok üzmüştü. Odaya girip aynaya bakarak: 
“Kimseye bir şey demeden kendi evime gitsem mi acaba, değer 
vermeyen kocayla ne kadar yaşamak mümkün? Gidersem babama ne 
derim, “Kocam bana değer vermiyor, vedalaşmadan gitti” mi 
diyeceğim? diye düşündü. Koşarak odaya giren Alibek onun 
boynuna sarılıp olumsuz düşüncelerine son verdi: 
– Nerelerdesiniz ya yengeciğim, çok korktum, – dedi. 
Aydan: 
– Niye korkuyorsun, yavrucuğum? – diye sordu. 
Alibek:
– Beni bırakıp gittiniz zannettim, – dedi. 
Aydan, Alibek’i kucağından yere indirip güldü ve:
– Ben nereye gidebilirim, şimdiye kadar hiçbir yere 
gidememişken bundan sonra da seni bırakıp gitmem, – dedi. 
– Annem yarın ikimiz sizin baba evinize gideceğimizi söyledi. 
Beni bırakıp gittiniz zannedip her yeri aradım. Sonra ağlarken babam 
“yengen odasında”, – deyince koşa koşa geldim.
Bunları duyan Aydan: “Gerçekten yarın mı gidecekmişiz?” diye 
düşünüp biraz rahatlamış gibi oldu.
Kayıvalidemle birlikte gittiğimiz zaman yanından bir adım bile 
uzaklaştırmıyordu ya, nasıl şimdi tek başıma annemlere gönderiyor”, 
diye kahvaltı hazırlamaya başladı.
Sofra başında gelinin çay içip içmediğine hiç önem vermeyen 
kayınvalide bugün nedense ayrıca saygı göstermekteydi. “Hadi 


120 
buyur, otur bakalım”, diye Aydan’a iltifat göstermekteydi. Aydan 
şimdi neler oluyor acaba der gibi kayınpederine yavaş göz attı. 
Hanımının gelinine yaptığı sahte iltifat onun hiç hoşuna gitmiyordu, 
ama nasıl olsa da dişini dişine koyup acısını çay içip yatıştırıyordu. 
Rahat kahvaltı yapmaya sabredemedi galiba hanımına tuhafca baktı 
ve dua edip sofradan kalkıp işe acele ediyor gibi çıktı gitti.
Kayınvalide kocasının ardından mırıldanıp beddua etti ve hemen 
değişip Aydan’a bakıp gülmseyerek şöyle dedi: 
– Şimdi gidip anne babanızı ziyaret edebilirsiniz. Evet, hep benim 
de gitmem şart değil. Diğer taraftan artık yeni gelin değilsiniz. 
Alibek’le birlikte gidebilirsiniz.
Aydan Alibek’le tam yola çıkarken Çemen Hanım: 
– Yavrum, şunu da söyleyeyim, kocanız sizin için şehirden ev 
almak istiyor, biraz parası yetmiyor. Anne babanız biraz borç para 
verebilirlerse iyi olur. Sıddıkcan yıl sonuna kadar geri veririm, diyor. 
Hadi siz onlara bir sorun yavrum, ne derler acaba? – dedi çok nazik 
bir şekilde.
Yola koyulan Aydan: “Evet, şimdi anladım neden eve 
kayınvalidemsiz gidişimi. Şuna bakar mısınız, aslında üç odalı eve 
yetecek para istiyor ya”, – diye söylendi. Bu söylenenler Aydan’ı o 
kadar ilgilendirmiyordu, eve gitmekte olduğu için şimdi ondan daha 
mutlusu yoktu. Doya doya nefes alarak kuş gibi uçup gidiyordu. Bir 
yandan onun eve gitmesi anne babası için çok pahalıya mal oluyorsa 
da “hayır gitmeyeceğim” diyemiyordu. Çünkü kalbindeki özlem onu 
çoktan beri rahat bırakmıyordu. Her defa kayınvalidesiyle birlikte 
gelince ancak iki saat kalıyorlardı. Böyle olunca Aydan, annesiyle 
hiç rahat konuşamıyordu.
Aydan, Alibek’le çok yürüyüp doğup büyüdüğü “Gülşen” köyüne 
gelmişti. Evine yaklaşırken yüreği gittikçe daha hızlı çarpmaya 
başlamıştı. “Daha önce şehirde sonra enstitüde okumuşsam da hiç 
böyle heyecan duymamıştım. Niçin şimdi böyle oluyor acaba? 


121 
Üstelik annemleri son defa ziyaret ettiğime çok olmadı ya”, – diye 
düşünceye daldı. Dış kapıdan içeri giren Aydan, bağ içinde elma 
toplayan annesiyle Azimcan’ı görünce Alibek’i unutup hemen oraya 
koştu:
– Anneciğim, – diye koşarken annesi tanıdık sesi duyup geriye 
bakarak hemen o da kızına doğru koştu. Anne ve çocuk bağ ortasında 
birbirine sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Aydan aynı anda 
her şeyi unutmuştu... Kızını bırakmadan saçlarını okşarken: 
– İyi misin... beni affet kızım, –dedi. 
Bu söylenenlerden dolayı ağlamaları daha hızlandı. Aydan, 
kendini toparlamaya çalışıp annesine: “Hayır, öyle değil anneciğim, 
ben mutluyum. Kocam beni o kadar çok seviyor ki yere, göğe 
sığdıramıyor”, demek istiyordu ama gözyaşları bunların yalan 
olduğunu belli ediyordu. Onun tek söyleyebildiği şey: «Hayır, öyle 
değil». Dolu gibi akan gözyaşı artık konuşmaya izin vermiyordu. 
Olaydan çok etkilenen Azimcan cebinden mendil çıkartıp kendi 
gözyaşlarını sildi. Sonra ablasıyla görüşüp odaya doğru gitmeye 
başladı. Ağlaya ağlaya biraz rahatlayan ablası iki üç adım attıktan 
sonra annesine sordu:
– Babam şimdi işte mi? 
Annesi bir daha gözyaşlarını silip: 
– Baban biraz hasta, odada yatıyor, – dedi.
O sırada babası eyvanda sanki büyük suç işleyen biri gibi sütuna 
yaslanıp duruyordu. Onu böyle görünce Aydan: «Allah’ım söyle, bu 
nasıl bir sınav acaba? Niye geldim, babamı yandırmaya mı? Demin 
annemin yarasını yeniledim. Böyle yapmaktansa, kayınvalidemle 
gelseydim daha iyi olmaz mıydı?”, – diye düşündü.
Babasına acı çektiğini belli etmemesi gerektiğini anladı. Ama 
şimdi boğazına takılan ağlama Piskam deresinin dalgasına 
benziyordu, yani herhangi bir engel dalgayı durduramazdı. O 


122 
babasının kucağına atılırken Reis bir eliyle sütunu tutup, ikinci eliyle 
kızını bağrına basarak alnından öptü. O anda ne diyeceğini de 
bilmiyordu, ancak gözünden damlalar akıyordu. 
Bu durumdan çabuk kurtulmak için babası kızını masaya davet 
etti. Herkes masanın etrafında suskunken, Alibek neler olduğunu 
anlamıyorsa da gözyaşlarını dökmekte olan yengesine acıyarak, 
cebinden yengesinin dokumuş olduğu mendili çıkartıp ara sıra onun 
gözyaşlarını siliyordu. Hem de Aydan’a sarılıp merakla oraya buraya 
bakınıyordu. Alibek’in bu çesit hareketleri Reis’in dikkatını çekti. 
Biraz oyalanıp, kendini rahat hissedince dua etmeye başladı. 
Dolayısıyla Alibek şaşkın bir hâlde iki elini genişçe açıp, yengesini 
dürterek:
– Hadi, çabuk âmin deyin, yoksa kötü olacak.
Bu sözü duyan herkesin yüzünde gülümseme oluştu. Çocuğun, 
Aydan’ı o kadar çok sevdiğini anlayan Reis biraz rahatlamış gibi oldu 
ve suskunluğu bozmak için Alibek’i kastederek: 
– Bu çocuk kimmiş acaba? Benimle görüşmedi bile, hiç selam 
sabah yok– dedi. 
Alibek bu sözü duyunca utandığından dolayı yengesine daha 
sarıldı, yüzünü kapatmak istedi. 
Alibek bu ne iş, akıllı bir çocuk hiç böyle yapar mı? Yoksa 
küserim, – dedi Aydan. 
Alibek derhâl başını kaldırıp: 
– Hayır, hayır, küsmeyin, – dedi. 
– O zaman çabuk görüş, işte o benim babam, – dedi Aydan. 
Yerinden kalkan Alibek Aydan’a sordu: 
– Ya, sizin iki babanız mı var?
– Evet, – dedi Aydan. 
– Birisi benim babam değil mi? O zaman babanız benim de babam 
mı? –dedi parmaklarını sayarak. 


123 
– Hayır, sen dede diyeceksin, – dedi Aydan. 
– Tamam, – dedi Alibek. 
Oturanlar Alibek’in ilginç sorularına gülüyorlardı. Alibek hemen 
yerinden kalkıp Reis’in yanına geldi. Ona biraz baktıktan sonra tekrar 
geri dönüp yengesinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Alibek bu defa 
durduğu yerden Reise doğru hızla koşup onun boynuna sarıldı. 
Herkes olaya şaşırdığından dolayı yüksek sesle gülüverdi. Bunu hiç 
beklemeyen Reis de şaşırdı. O da Alibek’i kucaklayıp dizine 
oturtarak Riskiye’ye: 
– Alibek’e çikolata getir bakalım, – diye seslendi. 
Çikolata kelimesini duyunca o da “Yaşasın. Yengeciğim yarısını 
size vereceğim” dedi.
Reis’in evine biraz olsa da sevinç bereket girer gibi olmuştu. 
Ortada çocuk bahanesiyle şurdan burdan konuşuyorlardı. Riskiye 
ocağa odun atmak için mutfağa gitti. Yardımcı olmak bahanesiyle 
Aydan da çaydanlık ve bardakları alıp annesinin ardından gitti. 
Riskiye: 
– Sen otur yavrum, yoldan yorgun geldin. Sana nohutlu pilav 
pişireceğim, -- dedi. 
Aydan annesini kucaklayıp:
– Ya anneciğim, niçin şimdi boş oturacakmışım, zaten kocamın 
evinde çok boş oturuyorum. 
Bunları duyan Riskiye kızına dönüp: 
– Kocanın ailesinde o kadar çok oğlan varken bir dakika bile 
dinlenemiyorsun herhâlde. Üstelik kayınvaliden de aptal değilmiş, 
görücü olarak eve geldiği zaman “oğlum ve kızınız ikisi birbirine çok 
uygun, sanki yüzüğe göz koymuş gibi” dеmişti. Adamın şu yaptığına 
bak. Sabit oğluna isteyip, Sıddık’la evlendirdi. Benim gördüğüm 
çocuk o değil diye zavallı baban da çok sıkılıyor. Hadi randevuya çık, 


124 
damatla görüş diye kaç defa söyledim sana, ama dinlemedin kızım, – 
dedi.
– Buna üzülecek ne var? Üstelik Sıddık da yüksek eğitim görmüş, 
ticaretçi delikanlı sayılır, kısa zaman sonra onu fabrika müdürü 
olarak tayin edecekler. Kayınvalidemin biraz sıkıcı biri olduğu hariç 
hayatımdan memnunum. Kayınpederim güler yüzlü, saygıdeğer biri, 
Kayınbiraderlerim de çok terbiyeli, bana hep yardımcı oluyorlar.
Kızımın söyledikleri doğru mu acaba yoksa yalan mı söylüyor 
diye merakla bakan annesine Aydan: 
– Niye böyle bakıyorsun anne? Gerçekten de öyle, ancak tek bir 
eksikliğim – sizleri çok özlüyorum. İşte Alibek’in beni çok sevdiğini 
gördünüz değil mi? – dedi. 
Bu defa kızının söylediklerine inanmış gibi:
– Evet, görüp çok şaşırdım, – dedi annesi. 
Aydan kayınbiraderini merak edip: 
– Bir dakika anneciğim, şöyle Alibek’e bir bakayım, şimdi ne 
yapıyor acaba – diye bağa doğru gitti. Alibek Reis’le birlikte bir 
şeyler konuşup bağa doğru gidiyorlardı. Onların ardından baka kalan 
Aydan kendi kendine: “Babam da bu çocuğu çok sevdi, gerçekten o 
çok tatlı bir çocuk”, – diye annesinin yanına döndü. Annesi ona: 
– Baban, kim ne derse desin, tek bir kızımı asla horlatmam, öyle 
olmaktansa evde yanımda otursun diye seninle ciddi konuşmak 
istiyor, – dedi. 
– Babamı çok iyi biliyorsun anneciğim, ben boşanırsam çok 
üzülecektir. Sonuçta bu olay onun sağlığına çok fena etki yapacaktır. 
Hepsi iyiymiş diye anlat ona, üstelik hamileyim, – dedi kızı. Bu 
kelimenin ağzından nasıl çıktığını Aydan kendisi de fark etmemişti. 
Annesi ise olduğu yerde dona kalmıştı ve sevineyim mi, üzüleyim mi 
bilmeden kızını kucaklayıp öptü ve:


125 
– Bana nasip eder mi acaba Alibek’e benzer çocuğun işte bu evde 
koşa koşa oynadığını görmek, – diye ağlamaklı, – illa da çok çok 
çocuğun olsun kızım. Hiç de annene benzeme, hep mutlu ol! – diye 
dua etti. Bakalım baban ne diyecek, – dedi heyecanlanarak.
– Anneciğim, nineciğim hep adamın dış görüntüsü değil, kalbi 
güzel olmalı diyordu. Sıddık çocukluğunda çiçek hastalığına 
yakalanmış. O yüzden yüzü çirkin gözüküyor. Neyse ben alıştım 
artık. Evet anneciğim, sana söyleyeceğim iyi bir müjde var. 
Kayınvalidemin söylediğine göre biz kısa zaman sonra şehirde 
yaşayacakmışız, o yüzden ev almamız lazımmış. Anneciğim sormak 
zor ama yine de soruyorum, biraz para borç verebilir misiniz? Kocam 
daha sonra geri veririz diyor. – Riskiye beklenmedik böyle bir şeye 
şaşırmıştı. O yüzden biraz dalmıştı: – Kocamı rehberliğe tayin 
ediyorlar. Şehirde yaşarsak, ben de hastanede çalışıp, ilmi 
çalışmalarımı bitirirdim, – dedi Aydan.
– Şimdiye kadar seni kâğıdın içindeki şeker gibi koruyup 
doktorluk okuttuk. Allah’a çok şükür, ardından hiçbir fena söz 
duymadık, zannederim bundan sonra da böyle olacaktır, tamam olur, 
ben babanla konuşacağım, – dedi. 
Pilav hazır olunca Reis ile Alibek eyvana hazırlanmış sofraya 
geçmişlerdi. Annesi kızına:
– Sen bağa bak bakalım, eğer Azimcan dışarı çıkmamışsa, onu 
da çağır gelsin, – diye kendisi yemek taşımaya başladı.
Bu sözü duyan Alibek hemen kalkıp Aydan’ın peşinden koştu. 
Ona Riskiye:
– Ya sen nereye böyle, hadi otur, şimdi gelecek yengen, –dedi. 
– Hayır, gidip yengeme yardımcı olurum, – dedi Alibek. 
Riskiye gülümseyip:
– Öyle mi, o zaman koş hadi, – dedi. Alibek’in oradan 
ayrıldığından yararlanarak Reis sessizce hanımına: 


126 
–Şimdi Aydan gelsin konuşurum, artık gitmeyecektir. Tek bir 
kızım var, benden sonra aynı evde oturacaktır, gerisini Allah bilir, – 
dedi kesin bir ifadeyle.
– Yavaş konuş, kızımız duymasın, – dedi Riskiye. 
– Niye yavaş konuşayım, şimdi kendisine söyleyeceğim bunları.
Riskiye yavaşça mutfağa doğru bakıp, kocasına daha yaklaşarak: 
– Aydan’la konuştum, onun söylediğine göre her şey 
yerindeymiş, iyiymiş. Boşanmayacağım, kocam bana saygı 
gösteriyor, diyor. Bence ailesindekiler fena insanlar değil. Alibek’i 
görmemiş olsaydım ben buna inanmazdım. Şimdi bunları bırak, hadi 
mülde ver, kızın hamileymiş, – dedi sevinerek. Bunları duyan Adil, 
hanımına bakıp kaldı:
– Ben araştırdım, damatın işini bilmiyorum, ama karakteri iyi 
değilmiş, böyle olunca kızımıza çok acı verecektir, – dedi. 
–Daha damatla konuşmadan, bilmeden niye böyle diyorsun? – 
dedi Riskiye. 
– Adamı bir defa görmekle de bilmek mümkündür... Neyse kızın 
küçük çocuk değil, artık kendisi bilir, – dedi babası.
Çok geçmeden elinde pilavla Aydan gelip oturdu. Herkes 
Alibek’in konuşmalarına şaşırarak pilav yemeye başladı. Reis ara sıra 
kızına gizlice göz atıyordu. Aydan anne babasının moralinin 
iyileştiğini görüp biraz rahatladı. Yemek yendikten sonra sofra duası 
okundu ve Aydan Alibek’le eve dönmeye hazırlanırken, Reis kızına: 
– Bir gün kalsaydınız iyi olurdu, – dedi.
– Babacığım, bir sonraki defa mutlaka kalmaya geleceğim. 
Bu kez kalacağımı söylememiştim, merak edecekler, – dedi. 
Anlaşılan o koca evine ipsiz bağlanmıştı. Tekrar içeriye girdi. Ona 
göre evin dört köşesi “Hadi gitme Aydan” diye bakıyorlardı. 
“Hayır, çabuk gitmeliyim, kocamdan rahat olmadığımı anlarlarsa, 
anne babama yalan söyleyip onları yatıştırdığım boşuna olacaktır, -- 


127 
diye düşündü. Kızını uğurlarken eline büyük bir bohça tutturan 
annesine: 
– Evde her şey var, anneciğim, – dedi. 
– Sen artık iki kişi için yemelisin, – dedi Riskiye. 
– Bu kadar çok şeyi nasıl götürürüm ya, – diye almak istemedi 
Aydan. 
– Azimcan’a söylerim, sana yardımcı olacak, – diyerek kapıya 
doğru yürümeye başladı Riskiye.
Hanımı, Azimcan’ı aramaya gidince babası: 
– Kızım, iyice düşün, ben senin zorluk çekmeni istemiyorum. 
Hâlâ geç değil, – dedi. 
– Babacığım anneme de söyledim, şimdi hepsi iyi, merak etme, 
– diye sokağa doğru ilerledi.
– Ben sana güvenirim yavrum. Sen hep akıllıca iş yapıyorsun, – 
dedi iç çekerek Reis. 
O sırada Azimcan gelerek torbayı kaldırıp üç dört adım öteye 
geçip Aydan’ı beklemeye başladı. Aydan anne babasıyla vedalaşarak 
yola koyuldu. Riskiye belli bir yere kadar onları takip etti. Aydan zor 
bir şekilde annesine dönüp el salladı, ama akan gözyaşlarını belli 
etmemek için Azimcan’a bakarak hadi çabuk gidelim diye işaret etti.
Aydan artık gözünün yaşını Azimcan’dan gizlemiyordu. Azimcan 
gittikçe daha çok ağlayan Aydan’ı patika yola doğru götürüyordu. 
Onlar tek bir bakışla birbirini iyi anlıyorlardı. Şimdi Aydan köyüne 
bakarak tüm sesiyle doya doya ağlıyordu. Buna Azimcan’ın da 
morali bozulmaktaydı, dolayısıyla ablasını dere kenarındaki taş 
üzerine oturtup:
– Ağlama, tamam mı, yoksa gözlerin şişecek, –dedi biraz ötede 
çekirge yakalamakta olan Alibek’e bakarak. – Boşansana, bu kadar 
zorluk çekmenin ne gerek var? – dedi. 
Aydan ağlaya ağlaya biraz rahatlamış gibi: 


128 
– Tamam, şimdi ağlamayacağım abi. – Aydan başındaki örtüyü 
düzelterek yerinden kalkıp– Artık hepsini kaderime bırakacağım, 
ancak bana Allah’tan sabır dile, – dedi. 
Onlar yine yola koyulup dereden geçince Aydan: 
– Abi, sana çok teşekkür ederim, artık kendimiz gideceğiz. Evet, 
daha önce sana bir şey söyleyeceğim demiştin, hadi söyle bakalım ne 
diyecektin? – diye sordu. 
– Unuttum, neyse hatırladığım zaman söylerim, – dedi. Uzun 
uzun el sallayarak vedalaştılar. Aydan «Niçin o kadar zor ya bu 
vedalaşmalar”, diye düşünerek bir eliyle Alibek’in elinden tutuyor, 
diğer eliyle büyük bir torbayı götürüyordu. Ne kadar çabuk ileriye 
adım atıyorsa da geri gitmiş gibi, hatta hafif sonbahar rüzgârı da onu 
göğsünden itiyor gibi geliyordu. Gittikçe yürümesi ağırlaşarak 
yorulan Aydan torbayı yere koydu. 
Yengesine baka kalan Alibek: 
– Hadi, artık ben taşıyayım şu torbayı, siz çok yoruldunuz, – diye 
torbayı sürüklemek ister. Aydan Alibek’in başını okşayarak: 
– Hayır, tatlım, en iyisi, – yol kenarında bir dalı kırılmış büyük 
çınar ağacını göstererek, – biraz oturup dinleniriz, diyerek gidip 
kırılmış dalın üzerine oturdu. Alibek biraz ötede uçan çeşitli renkteki 
kelebekleri kovalamaya başladı. Aydan annesini hatırlayıp “Çok 
zayıflamış zavallı annem. Aslında anneme hiç kolay olmamıştır. Beş 
çocuğunu mezara koymuştur. Tüm ömür Allah’tan çocuk isteyip 
sonunda bana ermiştir. Anneciğim ben yalancı kızını affet. Seni 
teskin etmek için hamileyim diye sana yalan söyledim. Bu sözü nasıl 
söylediğimi bilmiyorum, ama senin yanan gözlerine tanık oldum. 
Eğer gerçeği bilmek istersen, ben kocamdan hamile olmayı hiç 
istemem. İşte düğünden bugüne kadar bir sene geçmişse de hamile 
olmayı hiç düşünmüyorum. Şimdi yine gerçeğe benzer bir yalan 
bulmalıyım. Çocuk düştü demeli miyim acaba? Hayır, hayır asla 
böyle dememeliyim, yoksa bana benzemişsin, diye korkacaktır. Ne 


129 
demeliyim o zaman?» diye yüksek dağlara ulaşmış ağaçlara bakıp 
gözü kırıştı.
Birbirine dayanarak büyüyen ağaçlar sanki mutlu aile bireyleri 
gibi kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Aydan onlara hevesle bakıp: 
«Allah’ım onları ne kadar mutlu yaratmışsın», dedi. «Hayır, 
yanılıyorsun, iyice bak bakalım, aranızda herkes mutlu mu acaba? 
Senden daha mutsuzlar da var», – demiş gibiydi aynı anda başı 
üzerine gölge yapan çınar. Aydan oturduğu çınar dalından yavaşça 
kalktı. Bir yanı kırılıp düşmüşse de diğer yandan yeni dal çıkartıp 
sonbaharın hafif rüzgârında hayatından memnun olarak sallandığını 
gördü ve: «Evet, doğru, senin gibi şükrederek yaşamam lazım», – 
dedi. 
Aydan’la Alibek gün batarken mahalleye varmışlardı. Yol 
kenarında yalınayak futbol oynamakta olan çocuklar Alibek’i 
çağırdılar. Futbol denilince her an hazır kayınbiraderi yengesine 
“biraz oynayayım” diye rica etti. Aydan izin verdi. Dış kapıdan giren 
Aydan torbayı yere koyup içeriye baktı. Kayınvalide başını bağlayıp 
yenlerini çevirip, avludaki ırmakta bir şeyleri söyleyip kâseleri 
yıkamaktaydı. Kayınpederi ise açık eyvanın köşesindeki eski bir 
masada gözlük takıp hesap yapmakla meşguldü. O adete böyle 
zamanlarda 
hanımının 
söylediklerine 
önem 
vermiyordu. 
Kayınpederinin hemen yanında kırmızı kadife yorgan üzerinde yeni 
yastığa yaslanarak Sıddık oturuyordu. 
Bunu gören Aydan: “Bir şey var galiba, yoksa şehirden bu kadar 
erken dönmezdi hiç”, diye düşünerek, elindeki torbayı kapı girişinde 
bırakıp önce kayınvalidesine, sonra kayınpederine ve kocasına selam 
verdi. Gelinin elleri boş olduğunu gören Çemen Hanımın morali daha 
bozularak çok öten kuşa benzeyip durmadan şikâyet ediyordu. Laf 
arasında “Gelin alıp, rahat edeceğim diyenlerin evi ateş alsın”, 
diyordu. Sıddık da annesini desteklemiş gibi Aydan’a ters ters 


130 
bakarak selamına almadı. Kayınpederi derhâl aleykum selam dedi ve 
hemen ekledi: 
– Evet, kızım hoş geldin. Reis abim iyi mi? Çoktan beri idarede 
gözükmüyor, – dedi. 
– Biraz hasta, size selamları var, – dedi Aydan. 
Kayınvalide hâlâ daha şikâyete devam ediyordu:
– Ya, Allahım, yandım bittim. Çok yoruldum, kafam patlayacak 
şimdi, – demekteydi. Durumu anlayan kayınpeder hanımına: 
– Tamam, yeter, niçin bu kadar ötüyorsun, hastaysan hadi git 
dinlen, – dedi. Bu sözü duyup daha kızan kayınvalide: 
– İmdat, – diye az kalsın düşecekti. Aydan’la Sıddık koşarak 
elinden tuttular ve onu eyvana götürüp yatırdılar. Şimdi ağlayacak 
gibi: 
– Ben aptal ne yapmışım ya, oğlumu doğurmayacak gelinle 
evlendirmişim, – dedi 
Aydan bunları duyunca başına topuzla vurulmuş gibi gözünün 
önü simsiyah olup titremeye başladı. Kayınpederi gelinine baktı ve 
başını sallayarak hanımıyla konuşmanın faydası olmadığını bilerek 
bir şey demedi. Aynı anda Aydan’ın içini sivri hançer acımadan 
kesmiş gibiyken, kocasının tekmelercesine kızarak: 
– Hadi anneme yeşil çay hazırla, – dedi. 
Aydan mutfağa doğru gitti, boğazına bir şey tıkanmış gibi 
ağlamak istiyordu. Ama «Hayır, ağlamayacağım, onun şu 
söylediklerine bakın, hâla senin oğlunla ben yaşayacak mıyım 
bakalım, bana kastederek böyle şeyler söylüyorsun» –diye düşünüp 
kendini toparladı.
Alibek dış kapının önünde kalan torbayı zor bir şekilde 
sürüklerken:


131 
– Anneciğim, Reis dedem size pek çok şeyler gönderdi, – dedi. 
Ona ortanca kayınbiraderi yardımcı oldu ve birlikte eyvana 
götürdüler. Kayınvalide: 
– Neymiş o? – diye yattığı yerden başını kaldırdı. Topbayı 
görünce hemen hastalığı unuttu. Çay getiren Aydan parayı bir an 
önce vermesi gerektiğini anladı. «Ne kadar safım ya, geldiğim zaman 
hemen parayı verseydim, böyle oyunlar olmazdı» diye düşünüp 
çantasındaki kâğıda sarılı parayı kayınvalidesine uzattı. Parayı eline 
alan kayınvalide sapa sağlam oldu kaldı:
– Gözünü seveyim, para mı getirmiştin, – diyerek kâğıdı açıp 
paraları saymaya başladı. Sonra torbanın içindekileri tek tek inceledi. 
Tüm kayınbiraderleri onun etrafında toplanmışlardı. Kayınvalide 
herkese şeker tuttu ve torba içinden Hint çayını çıkartıp: 
– Ya, Allah, dünürler benim nasıl bir çay içtiğimi çok iyi 
biliyorlarmış, maşallah. Aslında zengin diye böylelerine denir.
Aydan siyah Hint çayından getirdi ve güneş gibi parıldayan 
kayınvalidesine uzattı. Çay içerken: 
– Hadi gel sen de otur, dünürlerimiz nasıl, iyi mi? – diye sordu. 
Aydan, kayınvalidesinin tavrını değiştirmesine şaşırıp yere 
bakarak: 
– Teşekkürler, anneciğim size çok selamları var, – dedi. 
Biraz ötede hesap yapan kayınpederi gözlüğünü çıkartıp başını 
sallayarak «Senin bu hilen sütle girmiştir, artık canla çıkar», der gibi 
hanımına bakıyordu.
Aydan üzerini değiştirmek için odasına girdi. Yatağın üzerinde 
duran paketi görünce kocasının bu defa bir şeyler getirdiğini anladı. 
Biraz sonra paketi açtı. İçindeki güzel gömlek ve ayakkabıyı görüp 
kendi kendine «Allah’ım cebri cefa gönderip, ardından himmet de 
gösterirsin, çok şükür», dedi. 


132 
Annesinin oynadığı tiyatro bitince sokağa çıkan Sıddık eve çok 
geç döndü. Saçlarını yaymış, güzel geceliğini giymiş Aydan, kocası 
içeri girdiği zaman kendini sanki uyuyor gibi yapmıştı. Ama onun 
beklediği güzel kelimeler kocası tarafından söylenmedi.
Sabah olunca Aydan yine her günki işlerle meşgul oldu.
Kahvaltıdan sonra kocasıyla kayınvalidesi paraları alıp şehre 
gittiler. Aydan çok şaşırmıştı, kocası niye geldi de niye gitti. 
«Annesini hastaneye yatıracakmış, neyse buna da şükür, hiç olmazsa 
annesini seviyormuş ya”, – diye düşündü.
Onları yolcu edip odasına döndü. Kendini çok yorgun hissettiği 
için dinlenmek istiyordu. Şimdi onu teftiş edecek kimse yoktu, 
kayınbiraderleri onun her isteğini yarışıyorcasına koşa koşa 
yapıyorlardı. Hatta bir defa odasında uzun zaman uyuya kalmışken, 
ancak Alibek içeri girince uyanmıştı. Dışarı çıktığı zaman avluda çay 
içen kayınpederi, kayınbiraderleri herkesin karşısında utancından 
kıpkırmızı kesilmişti. O zaman kayınpederi:
– Önemli değil kızım, hadi akşama güzel bir yemek yap, – 
demişti.
Gidiş o gidişti, ne kayınvalideden, ne de kocasından haber yoktu. 
Neredeyse kocasıyla görüşmeyeli bir aydan fazla zaman geçmişti. 
Aydan artık buna alışmıştı bile, ama anne babasını çok özlemişti. 
Geçenlerde annesi postacı amcayla bir torba yiyecek göndermişti. 
Gerçi bu ona biraz tuhaf gelmişti. 
– Kızım bugün Alibek’le birlikte gidip annenizi ziyaret edin. 
Yarın geri dönersiniz. Merak etmeyin, buradaki işleri nasılsa 
kendimiz ayarlarız.
Aydan buna çok sevinmişti. Alibek de “Yaşa s ı n” diye hemen 
yerinden kalktı. Aydan kayınpederine:
– Babacığım, hafta sonu gidelim, o zaman herkes evde olacak, 
size yardımcı olacaklar, – dedi. 


133 
– Tamam kızım, siz bilirsiniz, – dedi kayınpederi Sefer Bey.
İyi ki o gün Aydan baba evine gitmemişti, kayınvalidesi şehirden 
dönmüştü. Kayınvalide’yle kayınpeder odaya girip gizlice bir şeyler 
hakkında konuşup tartışırken Alibek onları öyle yemeğine çağırsa da 
çıkmamışlardı. Ciddi bir şeyler var galiba, hatta kayınvalide gelininin 
işlerine önem vermiyordu. Bilakis tırnak içinden kir arayıp, bir şeyi 
bahane ederek bağırıp çağırması kesindi.
Kayınvalide yine sabah erken kalkıp çantasını alarak şehre doğru 
yola koyuldu. Aydan hiçbir şey anlamadı, niçin geldi, niçin gitti, 
bilmek de istemiyordu zaten. O gün sabah kendini rahatsız 
hissetmişti. Kayınvalidesini uğurlayıp geldikten sonra yine odasına 
girip yatağa uzanmıştı. Öğleye doğru kalkıp acele öğle yemeğini 
hazırlamıştı. Çocuklar ve kayınpederi gelene kadar yemek 
hazırlamaya zor yetişmişti. İyi ki bu kez uyuya kalıp, herkesin 
önünde mahcup olmamıştı.
Bugün Aydan’ın sevinci sınır tanımıyordu, yarın baba köyüne 
gidecek. Anne babasını ziyaret edecekti. Bunun nasıl bir duygu 
olduğunu bilmiyordu. İnanın, şimdi bir mucize gerçekleşip: “Paris’i 
mi dolaşacaksın, yoksa köyünü mü, seç” – derse, Aydan kuşkusuz 
kendi köyünü, anne babasını seçmiş olurdu.
Böylece hayale dalarak gece olduğunu da fark etmemişti. Alibek’i 
bağrına basarak uyuya kalmıştı. Sabah erken kalkınca kendini o 
kadar çok rahatsız hissetti ki sanki damağına bir şey takılmış gibi 
dayanamıyordu. Soğuk olmasına rağmen geceliğiyle sokağa atıldı. 
Sonbahar olduğundan dolayı galiba sabahları serin olmaktaydı. “Tam 
da bugün hasta olunur mu hiç? Anneme gitmem gerekiyor ya”, 
düşüncesiyle zor bir şekilde ayakkabısız avlunun bir köşesine 
yetişemeden istifra etti. O sırada kayınpederinin penceresi açılıp 
kapanmış gibi oldu, ama dönüp bakamadı. Yerinden kalktı, sanki 
hiçbir şey olmamış gibi rahat bir şekilde tekrar odasına girdi. Odanın 
havası hoşuna gitmedi, olduğu yerde dondu kaldı: “Neler oluyor 


134 
acaba, yoksa... olamaz, hayır, hayır istemiyorum, hiç lazım değil”, – 
diye düşündü Aydan. 
*** 
Aydan annesinin evinde akşama kadar tembelce uyudu. Annesi 
ise mutluluğundan dolayı koşa koşa ona güzel yemekler hazırlamakla 
meşgul oldu. Aydan aynı anda “Evlendiğimize bir sene olmuşsa da 
damat olarak ne Ramazan veya Kurban Bayramı’nda ne de diğer 
bayramlarda bir kez olsun ziyaret etmemişse de zavallı annem hâlâ 
doğmamış torununun hizmetindedir”, -- diye düşündü. Evet sanki 
hepsi dün olmuş gibi bunları iyi hatırlıyordu: gelin olduğuna üç ay 
olmuştu. Kocası, kayınbiraderi Sabit iki arkadaşıyla dağa dinlenmek 
için gelmişlerdi. Sabah kahvaltı anında ilk olarak sofraya kocası 
geldi. Aydan çay getirdi. Kayınvalide oğlu Sıddık’a:
– Yavrum, bugün hanımınla birlikte kayınpederini ziyaret et, – 
demişti. Bu sözü duyunca kocası çok kızarak elindeki bardağı avluya 
attı. Aydan’a bakarak sanki bu sözü annesine o öğretmiş gibi dişlerini 
gıcırtarak:
– Kayınpederime ne olmuş, yatağa mı çivilenmiş yoksa parası mı 
çoğalmış? Bir tek damadım gelsin alsın mı demiş? -- diye nefesini 
içine çekerek devam etti: -- Bana ne yapmışlar, köşk mü yaptırmışlar 
ki ben gidip onları ziyaret edeyim, – demişti.
Aydan bunları duyup çok şaşırmıştı, kocasının bu sözleri onu 
ancak kendinden değil, hatta yaşamaktan da bıktırmıştı. İçeriden 
çıkıp gelen Sabit abisine bakarak: 
– Ne oldu acaba? Sabahtan beri bağırıp çağırıyorsun abi, evde 
misafir var olduğunu biliyorsun ya, – dedi. 
– Ya ne dediklerini duymuyor musun, – diye cevap verdi Sıddık. 
– Abi, yengem senin boynuna ip bağlayıp götürmüyor ki. Ne 
dediğine biraz dikkat etsene, kayınpederin niye sana köşk yaptırmalı? 
–diye çıkıştı Sabit. 


135 
Kardeşine çok kızan Sıddık:
– Hadi sen arkadaşlarının yanına git, bizim işimize karışma, – 
dedi. 
– Şunu da bilmelisin ki, kayınpederin sana vereceğini çoktan 
vermiştir, -- dedi Sabit. 
– Yarın evlenirsen, böyle yaparsan hanımın burnundan ip 
geçirecek, – dedi abisi.
Sabit hiç aldırmadan bağ arasından geçen ırmakta yıkanmakta 
olan iki misafir arkadaşının yanına gitti.
Aydan, Sabit’in söylediklerinden biraz teselli olmuş gibi, 
çaydanlığı alıp mutfağa doğru gitti. Sabit’in arkadaşları için eyvana 
çay ve yemek götürdü. Misafirler gelince kayınvalide “Hadi yeni 
giysilerini giy de kayınbiraderinin arkadaşlarına selam ver”, – dedi. 
O zaman kocası kıskandığından dolayı olmalı ki: “Yeter artık, 
selam vere vere belin kırıldı”, – dedi. Yakışıklı, uzun boylu genç 
Aydan’a sanki acır gibi bakar.
Ertesi gün her zamankinden daha erken kalkıp avluda temizlik 
yapmak istedi. Çünkü tüm gün oradan oraya koşarak ıvır zıvır işlerle 
meşgul olup temizlik yapmaya zaman ayıramıyordu. Henüz yeni 
gelin olduğundan dolayı alışmak biraz zor oluyordu. Bağ kenarındaki 
ırmağın suyu çok azalmıştı. Kayınpederi yaptığı eski oluktan ufak 
havuz içine her zamankinden daha az su akıyordu. Onu görünce: 
“Çok zamanımı alacak oldu ya. Kahvaltı hazırlamaya yetişemezsem 
kayınvalideme de, kocama da beni kötülemek için iyice bahane olur”, 
diye düşündü. Biraz durup etrafı gözetledi. Her taraf suskundu. Şimdi 
ancak bağın köşesindeki öten horozla ikisi uyanıktı, diğer herkes 
mışıl mışıl uykusundaydı.
Serin yel eserken etrafa hoş bir koku dağılıyordu. O zaman 
kafasında “İnşaallah, bunların hepsi geçer, iyi günler de elbette 


136 
gelecektir”, fikri uyanmıştı. Kovayı doldurup dönerken yakın bir 
yerde duran misafir genci görüp biraz şaşırdı. Bunu anlayan genç: 
– Affedersiniz, sizi bu kadar korkutacağımı hiç düşünememiştim, 
– dedi. 
Aydan sözü kısa tutup:
– Önemli değil, – diyerek hemen gitmek istedi. Delikanlı 
Aydan’ın cevabına bakmadan elindeki suyu alıp avluya serpmeye 
başladı. Aydan ise korkudan tir tir titremeye başladı. Nedense 
delikanlı rahat bırakmak istemiyor gibiydi. Hemen ters bakıp 
bahçeye doğru gitti. Konuk misafir Aydan’ın üzüldüğü için mi veya 
onun durumunu anladığı için mi kovayı yere bırakıp: 
– İşte alın, – dedi.
Aydan artık işi çabuk bitirmek için iki kovayla su serpmeye 
başladı. İlk kovayı suyun dibine koyarken, geri dönene kadar ikincisi 
dolup devriliyordu, tekrar doldurmak zorunda kalıyordu. Onun 
yaptıklarını öteye geçip gözetmekte olan delikanlı boynuna havluyu 
atıp ırmağın iki tarafına ayağını koyup, sanki şimdi yüzünü 
yıkayacak gibi durur. Aydan ilk kovasını serpip gelene kadar misafir 
delikanlı ikincisini doldurup biraz öteye geçip duruyordu. Aydan 
buna bir şey demedi. Böylesi ona daha kolay olmuştu. Eğer 
kayınvalidesi uyanıp dışarı çıkacak olursa delikanlı sanki şimdi 
kalkmış yüzünü yıkıyor gibi pozisyonda duruyordu. Aydan bir şey 
demeden suyu serpmeye devam ediyordu.
Delikanlı onun her hareketini izliyordu. Yakına geldiği zaman 
hatta kaç defa gözünü kapatıp açtığını da biliyordu. Aydan’a bu ilgi 
hoşuna gittiğinden dolayı galiba kendini kuş gibi hissediyordu. Her 
defa suyu götürüp serptiğinde hâlâ kimsenin uyanıp uyanmadığına 
dikkat ediyordu. Beş altı kovayı serptikten sonra ortadaki suskunluğu 
bozarak Aydan’ın kendisi söz açmıştı:
– Size zahmet oldu.


137 
– Sabah erken kalkıp tan güzelliğinden, her tarafa dağılan hoş 
kokudan zevk almayı çok seviyorum. Şehirde bunun imkânı yok, ama 
köyler gerçekten cennet gibi dedi delikanlı. 
– Evet, benim de hoşuma gidiyor, – dedi Aydan.
– Bir şey sorabilir miyim? – dedi delikanlı utanmış gibi olup.
– Evet, – diye sordu Aydan.
– Eğer sorum yerinde değilse affedersiniz? – dedi delikanlı.
– Peki, sorun bakalım, – dedi Aydan. 
– Sizi zorla evlendirmişler galiba değil mi? – dedi delikanlı. 
– Niçin öyle diyorsunuz? – diye sordu Aydan sıradaki kovayı ona 
uzatırken.
– Sizleri gören herkes böyle düşünür, – dedi delikanlı. 
– Ne olmuş kocama, kör mü veya kel mi? – dedi Aydan biraz 
dikkatlı olmaya çalışarak. 
– Mutlaka kel veya kör olması gerekmiyor, – dedi delikanlı ciddi 
bir tonda.
– Size göre adamın nasıl olduğu boyuyla mı ölçülür? –dedi 
Aydan kocasını savunarak.
– Tabii ki hayır, ama aranızda sevgi bulunmadığı tam belli.
Su serpmek de bitmek üzereydi, her yer yağmur yağmış gibi ıslak 
olmuştu. Delikanlı işin bitmekte olduğunu anlayıp Aydan’ı izlerken: 
“Avlu çok küçükmüş”, – dedi gülümseyip. Bu sözü duyan Aydan 
şaşırarak önce avluya, sonra delikanlıya baktı. Delikanlının şaka 
yaptığını anlayıp güldü.
Delikanlı ırmağın öte tarafına geçmek isterken kayıp suya düştü. 
Ona bakarak gülmek isteyen Aydan, “aman” diye şaşırarak, ağzını 
eliyle kapatıp kayınvalidesinin uyanmasından endişe ederek o tarafa 
baktı.
-- Köydekiler aynı ırmaktan su içiyorlar mı? – diye sordu.


138 
-- Hayır, ırmaktan ancak ekinleri sularlar, su serperler, içecek 
suyu pınardan alırlar –dedi Aydan.
Aydan, ineği sağıp, avluları süpürüp, çayları hazırlamışsa da hâlâ 
kimse yerinden kalkmamıştı. “Hadi pınardan su getireyim”, diye 
düşünerek gitmeye hazırlanırken kayınvalidesinin dışarı çıktığını 
gördü. O her yerin temizliğine, avluya su serpildiğine dikkat ederken:
– Her yeri temiz yapmışsınız aferim gelin, – dedi. 
Kayınvalidesinin övmesinden dolayı Aydan’ın morali daha iyi oldu. 
Kayınvalidenin memnun olduğu mu veya erken kalkıp işlerini 
bitirdiği mi yoksa konuk delikanlının ona gösterdiği iltifat mı nasılsa 
o aynı anda kendini severek evlenmiş mutlu gelin gibi hissediyordu. 
Evet, bundan başka düşünmek yersizdi. Zaten onun kocası vardı. 
İnşaallah ileride her şey yerinde olacaktı. O zaman kocası öyle bir 
sevgi gösterecekti ki, diğerleri onun yanında çok “önemsiz” olacaktı. 
İşte o zaman herkes onlara imrenerek bakacaktı...
*** 
Çay getiren annesi Aydan’ın düşüncelerini böldü.
– Dün Azimcan abinin dereden tuttuğu balığı kavurdum. Hadi 
kalk az da olsa yemelisin.
– Canım istemiyor, – dedi Aydan yüzünü öteye çevirip.
– Öyle deme, sana hamile olduğum zaman ben de istemiyordum. 
Ninem rahmetli zorla yediriyordu. İnşaallah pehlivan bir oğlan 
doğuracaksın. 
– Belki kızdır, –dedi Aydan gülerek.
– O zaman kendine benzeyen güzel kız olacaktır.
Annesinin bu söylediklerinden memnun olan Aydan sofraya 
oturup balık yemeye girişti...
Böylece hamileliğin ilk aşaması kolay geçti. Çünkü kayınvalidesi 
çok zamanını şehirde yeni alınan evde geçiriyordu. Aydan ise 
kayınpederi ve kayınbiraderleriyle birlikte aynı evde. Zaman bulup 


139 
biraz uyursa da bazen geç kalkarsa da kimse ona bir şey demiyordu. 
Kayınpederi anlamış olmalı ki oğullarına: 
– Yengenize yardımcı olun, – diyordu. 
Göz açıp kapayıncaya kış gelmişti. Herkes tek aile olup sobalı 
odalara geçmişlerdi. Gerçi aynı iki oda yedi kişi için küçük 
sayılıyorsa da önemli olanı kendi aralarında saygı ve rahatlık hüküm 
sürmesiydi.
Herkes kendi işine bakıyordu. Birisi hayvanlara bakıyorsa, diğeri 
odun kesiyor, sobayı yakıyordu. Bir diğeri kar kürüyor, pınardan su 
getiriyordu.
Alibek ise her zamanki gibi Aydan’ın peşinden koşuyordu. 
Akşam yemeğinden sonra kayınbiraderlerinin hepsi masanın 
etrafında oturup ders yapıyorlardı. Aydan ilmi çalışmalarına ait 
kitapları okamakla birlikte Alibek’e de zaman ayırıp, kitap okuması 
ve yazmasına yardımcı oluyordu. Masanın etrafındaki hiç kimsenin 
sesi çıkmıyor, ancak bazen kayınpederinin saatinin zincirini 
şakırdatıp vurduğu duyuluyordu, o kadar.
Kayınpederi Aydan’dan memnundu, bazen hayale dalıp dua 
ediyordu. Bazen ise Aydan’ın içindeki derdi bilmiş gibi: 
– İleride hepsi iyi olacak, kızım, merak etme, – diye öğüt 
veriyordu. Aydan da kayınpederine karşı öyle saygı duyuyordu ki, 
onu kendi babasından hiç eksik bulmuyordu. Kayınvalidesi şehirden 
geldiği zaman kayınpederi: 
– Sen artık evde kalsan da olur, gelin kocasının yanına gitsin, – 
diye kızıyordu. Bu söz kayınvalidenin hoşuna gitmiyordu, tersine 
çeşitli bahaneler buluyordu. Bir defa “Hastayım, doktora uğruyorum 
diyorsa, bir sonraki kez “Sabit’e şehirden gelin arıyorum”, diye 
bahane bulup tekrar dönüyordu.
Zaten Aydan için vurdumduymaz, kaba kocasıyla birlikte 
yaşamaktansa aynı evde rahat yaşamak daha iyiydi. Üstelik 


140 
kayınpederinin aşağı yukarı hafta sonları anne babasını ziyaret 
etmeye göndermesinden çok memnundu.
Aydan şimdi kendi kendisiyle oyalanıp, hamile olduğu iyice belli 
olmuştu. Annesi son zamanlarda kızının karnına bakıp, 
sevindiğinden dolayı damadın ne zaman şehirden döneceğini 
soruyordu. Aydan ise kocasının çalışmaları gayet yoğun olduğunu, 
yeni yapılmakta olan fabrikaya müdür yardımcısı olarak tayin 
edildiğini söylüyordu. O 8 Mart günü kocasının ona getirdiği gömlek 
ve ayakkabıyı kendisi giymişti, ama annesine kendisi aldığı baş 
örtüyü “Kocam sana almıştı”, diye hediye vermişti.
Böylece karlar eriyip, serçeler ötüşürken Aydan’ın doğuracak 
günü de yaklaşmıştı. Zavallı annesi gittikçe çok merak ediyordu.
Aydan, kayınpederinin yüzünde de belli bir korku hissediyordu. 
O, hanımının şehirden çabuk dönmesini istiyordu. Kayınvalide ile 
kocası tüm kış boyunca iki defa gelmişlerdi. O zaman Aydan’ın karnı 
o kadar belli değildi. Şimdi o, “Kocam görünce memnun olacaktır ve 
bana karşı saygı ve sevgi duyup: “Güzelim, niçin bana söylemedin?”, 
diyecektir. Sonra ikimiz el ele tutuşup şehre gideceğiz ve orada 
doğururum”, düşüncesine dalmıştı.
Aydan aynı günlerde kocasının yanında olmayı istiyordu. 
Yürümeleri gittikçe daha ağırlaşırken, kocasının ona yardımcı 
olmasını, böylece sevgiye doya doya çifti helalının omuzuna 
sarılmak istiyordu.
İlk bahar başlayınca kayınvalide oğluyla eve gelmişlerdi. Aydan 
onları neşeyle karşılamıştı. Ama ne yazık ki kocası tarafından çok 
istediği sevgiyi görmemişti. Ancak kocası bu defa daha önceki gibi 
hanımına karşı “zehrini” sokmamıştı. Ayrıca, çocuğu ne zaman 
doğuracağını bile sormamıştı.
Yatağa girdiklerinde Aydan’ın kendisi söz açmıştı: 


141 
– Kendi hesabıma göre bu ayın sonunda doğururum galiba”, – 
dedi. Sıddık bir şey demeden masanın üzerindeki radyoyu çalıştırdı. 
Dağılmakta olan hüzünlü müzikten dolayı Aydan’ın gözyaşları 
dökülmeye başladı, ama bunu kocasına belli etmedi. Eğer belli ederse 
var ya, kocası sanki yabani horoz gibi kavga edecekti... “Hayır, hayır, 
asla kavga lazım değil”, diye düşündü.
Tan ağarmıştı. Aydan erken kalkıp avluya çıktı. Yüreğinde belli 
bir boşluk oluşmuş gibiydi. Belki kocası Sıddık’a üzüldüğünden 
dolayı yüreği çok ezilmekteydi. “Tüm ömür boyu böyle mi olacak”, 
diye düşünerek kayınpederiyle kayınvalidesinin yattığı odanın 
yanından geçerken aniden içeriden kayınpederinin sesini duydu:
– Sen aptal, bir gün beni mezara gönderip kurtulmak mı 
istiyorsun. Onlar karı koca birlikte yaşamak yerine seninle veya 
benimle mi yaşamalı? Şimdi günü de yaklaşmıştır, sancısı tutarsa ben 
ne yapabilirim? Hemen bugün kocasıyla birlikte şehre gönder, 
vesselam! 
– Gidecekse hadi gitsin, iyi yolculuklar, – dedi Aydan’ın 
gitmesini istemiyormuş gibi.
– Sen iyiliğe karşı kötülük yapan birisin. Ana babasına ikisi 
birlikte şehirde yaşayacaktır diye borç istemiştin, öyle değil mi? 
Şimdi ise şimdi dolandırıcılık yapıyorsun, – diye çok kızıyordu 
kayınpederi. 
– İşte aynı dolandırıcı sayesinde rahat rahat geziyorsun ya. 
Kimsin, Mirzatilla ticaretcinin kızıyım... evleneli saçım süpürge, 
elim ölçer olup evini ev, yerini yer yaptım. Birileri tırnağa muhtaç, 
ben ise sana yedi erkek çocuk doğurdum. Yine ne istiyorsun?
– Babanın yanında dili kısıtlı değilim. Bugünden başlayarak başın 
açık, dört tarafın kıble, gidebilirsin, – dedi kayınpederi.
Kocasının aşırı derecede kızdığını anlayan Çemen Hanım biraz 
uslanmış gibi oldu.


142 
Aynı gün kayınpederi ısrar ettiğinden dolayı Aydan kocasıyla 
birlikte şehre doğru yollanmışlardı. Vedalaşırken Aydan’ın boynuna 
sarılan Alibek’i Sıddık elinden çekip itmişti. Aydan ardından çok 
ağlayan Alibek’i tüm yol boyunca düşünüp üzülmekteydi.
Onlar çok katlı binanın üç odalı dairesinde oturuyorlardı. Aydan 
başta çok zorluk çekti. Az hareket ettiği için yürümesi de gittikçe 
ağırlaşıyordu. Üstelik canı sıkılarak köye gitmek istiyordu. Çünkü bu 
evde onu hiçbir şey ilgilendirmiyordu, kendisini sanki gereksiz biri 
gibi hissediyordu.
Buraya geldiğinden beri kocasının moralinin iyi olduğunu hiç 
görmemişti, tersine dilinden zehir damlıyordu. Yemeği zamanında 
yapıyorsa da mutlaka bir kusur bulup bağırmaktaydı. Eğer evde 
kardeşi bulunuyorsa iyi, yoksa Aydan’ı rahat bırakmıyordu. 
Annesine benzeyip azarlamayı seviyordu. Bazen “Yemek pişirmeyi 
bile beceremiyorsun” – diye alay ediyordu. Sabit ise yengesiyle 
selam kelamdan öteye geçmiyordu. Çoğu zaman kocası eve 
gelmiyordu. Böyle zamanlarda Sabit de abisini bekleye bekleye 
yengesiyle yalnız kalmaktan utanarak, arkadaşlarının birine 
gidiyordu.
Zamanla Aydan her çeşit zorluğa alışmıştı. Bugün de Sıddık 
akşam eve gelmedi. Tüm gece Aydan’ın beli ağrımıştı. Sabaha karşı 
kayınbiraderi gelince belinde duyduğu ağrıları kayınbiraderine 
söylememenin hiç imkânı yoktu. Sabit yengesinin durumunu anlayıp 
sokağa atıldı, belli bir zaman sonra abisiyle birlikte gelmişlerdi. Acil 
araba çağırıp Aydan’ı doğumevine götürmüşlerdi. İyi ki acil arabası 
zamanında yetişmişti. Doğumevine gelince çok geçmeden o sağ 
salim bir erkek çocuk doğurmuştu. Yanındaki kadınlar zor kalkıyor, 
hatta yürümeye bile güclük çekiyorlardı. Aydan ise onlara göre 
kendini biraz rahat hissediyordu.
Ertesi gün kocası iki poşet yiyecek getirmişti. Doktorlarla 
konuşup içeri girip bebeği de gördü. 


143 
– Niçin dün gelmedin? – diye sorunca:
– Zamanım olmadı, – demişti hiç utanmadan. Aynı anda Aydan 
ne diyeceğini de bilmiyordu. Söylerse de hiçbir şey değişmeyecekti, 
aksine kavga çıkacaktı, o kadar. “O bana çiçek getirmesin tamam, 
ama hiç olmazsa şimdi durumun nasıl? diye sorabilirdi. Ama 
mualesef böyle yapmadı. Memnun olduğunu da anlamadım”, diye 
düşünmekteydi. Allah beni hep böyle cezalandıracak mı acaba? 
Hayır, hayır, böyle olamaz. Ayın on beşi karanlık, on beşi aydın, 
diyorlar ya. İşte o aydın günleri bekleyip yaşayacağım”, diye kendini 
avutuyordu.
Doğumevine geldiğinin üçüncü günü kadın koğuş doktoru uzun 
boylu, yakışıklı, hoş konuşan, 30 yaşlarında bir erkekle birlikte odaya 
girdi. Onlar kadın hastaları tek tek muayene ediyorlardı. Sonra kadın 
doktor hanımlara yanındaki kişiyi tanıtırken “Bundan sonra size 
Timur Kayumoviç bakacak. Kimin şikâyeti varsa şimdi çekinmeden 
başvurabilir”, demişti.
Bebekleri getirmişlerdi. Aydan “Yavrum benim”, diye kucağına 
alıp sallamaya başladı. Aynı anda “Annem duyarsa sevindiğinden 
dolayı hemen koşar gelir”, diye düşünmekteydi.
Ertesi gün Timur Kayumoviç tek başına içeri girdi ve Aydan'ı 
muayene etti. Sonra sağlığının yerinde olduğunu, eğer çocuğun 
durumu da böyle iyi olursa, kısa zamanda eve izin vereceklerini 
söyledi. Doktorluk mesleği açısından o Timur Kayumoviç’e karşı 
saygı duymaktaydı. “Herhangi bir memur kendisini işte böye 
tutmalı”, diye ona örnek olarak değer vermekteydi.
Dördüncü günü Aydan’ı bebek bölümüne çağırıp çocuğu biraz 
rahatsız olduğunu söylemişlerdi. Bebek gerçekten arada bir 
öksürüyordu. Çocuk doktoru bebeğin üzerini açarak, nefes yollarını 
kontrol etti, gözlüğü üzerinden Aydan' a bakarak: “Bu ne böyle 
annecik”, ağzınızda neden maskeniz yok? Çocuğu gribe 
yakalatmışsınız, bir de çok merak ediyorsunuz, böyle yaparsanız 


144 
sütünüz kesilecektir- dedi. Üç hemşire ve Aydan duvar gibi dona 
kalmışlardı. O sırada Timur Kayumoviç içeri girdi. Kadın doktora 
bakarak yavaşça:
– Ne oldu? – diye sordu. Hâlâ kızgın bir hâlde bulunan doktor 
ona: 
– işte görmüyor musunuz, bir günde çocuğu üşütmüşler. 
Hemşireler çabuk dilekçe yazsınlar. Hiçbiri sorumluluğu 
hissetmiyor. Anneciğin şu hâline bakın, ağzında maskesi de yok, – 
dedi.
Hemşire çocuğu kucağına alıp muayene odasına götürdü. 
Sinirlenen Aydan onun peşinden gitmek istedi, ama Timur 
Kayumoviç onu durdurdu. 
– Affedersiniz, hadi gelin, size sinirlenmek iyi değil, diye Aydan’ı 
koğuşuna kadar uğurladı.
Akşama doğru Sabit yemek getirdi. Aydan olayı ona anlattı. 
Ertesi gün Sıddık doktorlarla görüşünce Aydan' ı tek başına ayrı bir 
odaya aldılar ve çocuğunu sık sık getirmeye başladılar. Timur 
Kayumoviç de her gün iki veya üç defa Aydan’ın yanına geliyor, hâl 
hatır sorarak saygı gösteriyordu. Aydan, yeterince kendine bakacak 
duruma gelmişti. Artık çocuğunu eline vermişlerdi.
Bebeği kucağına alıp koridorda dolaşırken Timur Kayumoviç 
onun önünden çıkıp elinden bebeği alarak “Hadi bana verin bakalım” 
– diyerek odaya götürdü. Aydan’la konuşurken arada bir “Size 
benzeyen güzel, hoş endamlı, güleryüzlü kadınlar az bulunur” diye 
iltifat etti. Böyle bir iltifat Aydan’ın hoşuna gidiyorsa da bunu belli 
etmemeye çalışıyordu. Timur Kayumoviç bir günde iki üç defa odaya 
geliyordu, bazen kısa süreliğine içeri girip Aydan’ı kendi iltifatlarıyla 
hoşnut ediyordu. Dolayısıyla Aydan artık kendine süs veriyor, 
saçlarını türlü türlü topuz yapıyordu.


145 
Timur Kayumoviç ondaki her değişmeye önem verip hemen 
değerlendiriyordu. Böyle iltifatlardan dolayı Aydan’ın yüreği ister 
istemez çok hızlı çarpmaya başlamıştı. Bir de içinde “Kadın kısmı 
niye bu kadar tatlı söze, iltifata düşkün olur ya” diye kendini 
kınıyordu.
Aydan, sabah erken kalkınca saçlarını topuz yapıp beklemeye 
başladı. Çok geçmeden bebeği getirmişlerdi, o doya doya emip 
uykuya dalarken hemşire alır götürdü.
Öğle zamanı olmasına rağmen Aydan’ın beklediği kimse 
gelmemişti. Odasından çıkıp dışarıya baktı. Öylesine dolaşıyor gibi 
yapıp Timur Kayumoviç’in kapısını çaldı. Kapalıydı. O gün de geçti. 
Ertesi gün sabah en yakın birisini kaybetmiş gibi odasında otururken 
kapı çalarak Timur Kayumoviç içeri girdi. 
– Ne oldu size, – diye Timur Kayumoviç Aydan’ı yerinden 
kaldırıp kendine çekmek istedi. Aydan çok şaşırmıştı. Kendine sahip 
çıkarak tüm gücüyle onu geri itti. Timur Kayumoviç bunu hiç 
beklemediğinden olduğu yerde dondu kaldı.
– Beni ne zannediyorsunuz? Hemen yarın eve izin vermezseniz, 
amirinize şikâyet edeceğim, – dedi Aydan. 
Timur Kayumoviç “Affedin”, derken o sırada kapı açılıp odaya 
hemşire girdi. Mahcup olmuş Timur Kayumoviç hemen çıkıp gitti. 
Hemşire Aydan’a bir şey demek istedi ama söyleyemedi. O gün 
Timur Kayumoviç bir daha odaya girmedi. Aydan, gece yarısı 
uykusu kaçıp yerinden kalktı. İyice yıkanıp başına örtüsünü sarıp, 
rahmetli ninesinin öğrettiği duaları okudu. Pencereye yaklaşarak 
göğü izledi. Gök berraktı, yıldızlar parıldıyordu. O dayanamadı, 
pencereden atlayıp bağa geçip yeşil otlar arasındaki uzun patika 
yoldan yavaş yavaş yürümeye başladı. Dışarıda esmekte olan serin 
ilkbahar rüzgârı onun yanmış bağrını yavaşça okşamaktaydı. Böyle 
güzel manzarayı tarif etmeye dil acizdi. Her taraf yemyeşil, tuğla 
yerleştirilen patika yol ay ışığında çeşitli renklerde parıldıyordu. Ama 


146 
Aydan çok üzgündü. O yüzden ağaçlar arasından onu takip etmekte 
olan aya bakarak doya doya ağlamak istiyordu. Nitekim “Ya, 
Allah’ım, beni böyle dertten sen kurtar, bana böyle sevginin asla 
gereği yok! Kocama, aileme ihanet etmek istemiyorum. Eğer 
kaderime yazdığın kocamsa, beni ona alıştır”, diye yalvarıyordu.
Gözyaşları yağmur gibi akmakta olan Aydan taşa çarpıp yere 
düştü. Düştüğü yerde durmadan yukarıdaki sözleri tekrarladı. Her ne 
kadar çığ olsa da yerinden kalkmak istemiyordu. Yüksek ağaçlar 
arasından onu durmadan takip etmekte olan aya bakıyordu. Etraftan 
çekirgelerin sürekli cırıldamaları duyuluyordu.
O zaman yakın bir yerden ses duyuldu, yavaşça yerinden kalkıp 
sesin geldiği tarafa baktı. Ay ışığında hastanenin arka duvarı altında 
bir kadınla bir erkek kucaklaşıp duruyorlardı. Önce neler olmakta 
olduğunu anlayamadı, sonra gözyaşlarını silip iyice baktı. Onlar 
Timur Kayumoviç ile hemşireydi. Aradan biraz zaman geçince o 
odasına döndü.
Yüreği bomboş olmuş Aydan artık hiç kimseyi düşünmüyordu. 
Sadece çabuk eve dönmek istiyordu.
Ertesi gün Aydan izin istemek için büyük adımlarla Timur 
Kayumoviç’ın odasına girdi.
Onun yanında gece yarısı birlikte olduğu kadın – hemşire 
oturuyordu. Aydan, selam verdikten sonra eve gitmek için izin istedi. 
Timur Kayumoviç’in gözüne bakarken artık sıcak hiçbir şey 
hissetmiyordu. Hayatı büyük bir boşluktan oluştuğunu, aynı boşluğu 
onun kendisi doldurması gerektiğini anlıyordu, ama nasıl, sorusuna 
şimdilik cevap bulamıyordu.
Timur Kayumoviç yerinden kalkıp Aydan’a iltifat etmeye 
başladı.
– Buyurun oturun, Aydan Hanım, – dedi. 


147 
– Önemli değil, ayakta durabilirim, – dedi. Aydan’ın içinden “Ya 
Rabbim, bu dünyanın işleri ne kadar tuhafmış”, düşüncesi 
geçmekteydi. Şimdi o, doktorun yanında oturan hemşireden de daha 
mutlu olduğunu anlamaktaydı. Herhâlde onun gibi birilerinin elinde 
oyuncak olup, kocasına ihanet etmek Aydan için en rezil bir iş 
sayılırdı.
Aydan evine döndü. O gün kayınvalidesi de gelmişti ve onları 
köye götürmüştü. Olaydan en çok sevinen Alibek’ti. Beşiğin 
yanından hiç ayrılmıyordu. Ara sıra yengesine: “Artık 
gitmeyeceksiniz değil mi?” diye sormaktaydı.
Eve döndüklerinin üçüncü günü annesi beşik ve diğer ufak tefek 
şeyler getirmişti. Annesi çok sevindiği için ağlıyordu bile. Aydan 
“Zavallı anneciğim, böyle bir günü çoktan beri bekliyormuş demek”, 
diye düşündü. Aynı anda torununu eline alıp çok sevinen annesini 
izleyen Aydan’dan daha mutlusu yoktu sanki.
Kayınvalide ertesi gün sabah erken kalkıp “Beşiğin tatlılarına 
oğlumun da ağzı değsin” diye şehre doğru gitmek istedi. Kayınpeder 
“Evet, sen iyi bir bahane arıyordun, buldun işte” – diye güldü.
Böylece yaz başlamıştı. İkinci kayınbiraderi okulu bitirip 
üniversite sınavlarına hazırlanacaktı. Artık kayınvalidenin şehirde 
kalması için iyi bir neden bulunmuştu, yani çocuklarına yemek 
hazırlayacaktı. Aslında Aydan için böyle olması daha iyiydi. Torunu 
üç aylık oluncaya kadar Riskiye sık sık geliyor, onlardan haber 
alıyordu.
***
Okullar başlayıp ilk dönem sınavları bitince kayınpederini okula 
çağırıp Alibek’e Takdirname vermişlerdi.
Onlar okuldan döndüğü zaman Aydan eyvanda beşik sallıyordu. 
Alibek dış kapıdan içeri girince hemen yengesinin yanına doğru 


148 
koştu ve elindeki Takdirnameyi uzattı. Kayınpederi Aydan’a 
bakarak:
– Kızım, öğretmenler bana da övgüler yağdırdılar, aslında ben 
değil, sen buna layıksın, öyle değil mi Alibek, – dedi. 
– Evet, – dedi o. 
– Alibek büyüdüğü zaman okulları bitirip İnşaallah size şehirden 
ev satın alacak, – dedi kayınpederi. Aydan gülerek Alibek’e baktı.
– Evet, İnşaallah, – dedi Alibek kendinden emin...
O gün onlar için daha bir “bayram” oldu. Aydan Alibek ve yedi 
aylık İslambek’le baba evine gittiler. Kayınpederi Aydan’ı memnun 
etmek için iki gün izin verdi. 
*** 
İslambek üç yaşında olunca Aydan tekrar hamile olduğunu 
anlamıştı. İşte dört senedir kocasıyla konuşacak bir şey de yok. 
İlişkileri o kadar soğuk sayılırdı ki gönlünün bir köşesinde kürtaj 
yaptırmak isteği vardı. Bunu annesine danıştığı zaman:
– İlmi çalışmaların da, diğeri de bekler, ama çocuk beklemez. 
Allah’ın verdiği nimeti horlama yavrum, – diye çocuğun kalmasına 
ikna etti.
Aydan, kocasına hamile olduğunu söyledi, o, bir şey demeden 
ancak başını salladı. Aydan kocasıyla uzun süre yaşamışsa da onu hiç 
anlayamamıştı. Ama onun bir huyu tam annesine benziyordu. Olur 
olmaz yere kavga çıkartmayı seviyordu.
Bu defa kayınvalide şehirden geldiği zaman kayınpederi gelini 
övdü.
– Şuna bak. Sen olmazsan da gelin oğullarına bakmayı başararak, 
her yeri tertemiz tutuyor, – deyince belaya yakalandı.
– Ben de şehirde oynamıyorum, oğullarına bakmaktayım, – dedi 
Çemen Hanım kızarak.


149 
– Üstelik Alibek’in derslerine yengesi yardımcı oldığu için 
Takdirname kâğıdı da aldı, bereket versin, – dedi kocası. Koşarak not 
defterini getiren Alibek’e annesi: 
– Okuyup alim olamazsın ya, onun yerine Mirzatilla dedene 
benzeyip para bulmayı öğren, – dedi annesi. 
Bu sözü duyan kayınpederi fena kızdı. İkisi de iki gün 
konuşmadan birbirine “taş” atmaya başlamışlardı. Artık kayınvalide 
Aydan’dan öç alacak gibi hep oradan oraya koşturuyordu. Bir gün 
sabah erken kayınpederi kahvaltı yapmadan evden çıkarken Aydan’a 
bakarak:
– Kızım, çay içmeyeceğim, bugün seçim, ondan dolayı erken 
gitmeliyim, – diye işe gitti. Böylece kayınpederi karanlık çöktüğü 
zaman ayyaş bir hâlde eve gelerek Aydan’a: 
– Kızım işte bu odaya, – diye köşedeki odayı gösterip – döşeğimi 
yere sar, başım ağrıyor, – dedi hanımına küsmüş gibi. Buna karşı 
kayınvalide durmadan söylenmeye başladı. Kayınpederi hanımı ne 
derse desin, bir şey demeden sanki duymamış gibi ayrı bir odaya 
geçip yattı. İşte o zaman kayınvalidesi fena hiddetlendi.
Aydan:
– Neyse anneciğim, üzülmeyin, - diye sakinleştirmek istedi. 
Kayınvalide hemen sözünü kesip daha da bağırmaya başladı. O 
sırada bağırtı çağırtıya tahammül edemeyen kayınbiraderi Hurşit 
yattığı yerden kalkıp külotlu bir hâlde oraya gelerek annesine 
hitaben: 
–Şimdi sen niye geldin? Ne zaman gelsen kavgadan başkasını 
bilmiyorsun, bağırmalarından dolayı şimdi uyuyamıyorum, – dedi. 
Annesi hemen yerinden kalkıp ayakkabısını eline alarak oğlunun 
peşinden koştu... 
*** 


150 
Ertesi gün karı koca Aydan’dan gizleyerek çok tartışmışlardı. 
Aydan yaklaşırken susuyorlardı, olayın ne olduğunu bilmeden kafası 
karışmıştı gelincağızın. Üçüncü gün sabah erken kahvaltı sırasında 
kayınpederi:
– Hadi söyleyin bakalım, seçim günü cebimdeki parayı kim aldı? 
– diye sordu. 
Herkes şaşırarak birbirine baka kaldı. Çocuklar sırayla: 
– Biz almadık, görmedik bile, – diyorlardı. 
Aydan ise ne diyeceğini bilemeden isteksizce kayınpederine 
bakarak:
– Babacığım, belki o gün bir yerde düşürmüşsünüzdür, isterseniz 
şimdi şöyle bir arayalım, – diye yerinden kalktı.
Kayınpederi de Aydan’ın ardından o gün yattığı odaya geçti, her 
yeri tek tek inceledi. Hatta çok sayıda istifleme yorganları indirip 
bulamayınca tekrar yerine koyuyorlardı. Ama bulunmuyordu. 
Aydan’ın mahcup olduğunu fark eden kayınpederi:
– Neyse kızım mahcup olma, çocuklar almıştır, – dedi. Aydan 
hemen:
– Sanmıyorum, çocukların alması mümkün değil, ne kadar 
paraydı acaba? – diye sordu Aydan.
– Maaş almıştım, – dedi Sefer Bey. Aydan biraz şaşırdı:
– Ya, çok paraymış, şimdi ne yapacağız? – dedi Aydan. 
Onlar avluya çıkmışlardı. İslambek’ı kucağında tutan kayınvalide 
onlara dönüp: 
– Evet, bulundu mu? – diye sordu.
Kayınpederi hiç düşünmeden:
– Bulduk, sen yarın alıp şehre gideceksin, – dedi. Bunun alay 
olduğunu anlayınca kayınvalide çok sinirlendi. 
*** 


151 
Gece çökünce Aydan, İslambek, Alibek’le yatmak üzere 
odalarına girdiler. Aydan’ın gözüne uyku girmiyordu. “Şimdi ne 
yapayım, bu da mı başıma gelecekti. Allah’ım iftira belasından sen 
koru”, diye yerinden kalkıp, yavaşça kapıya çıktı. İlkbahar havası 
biraz serindi. Gök top top yıldızlarla doluydu. Bu sene kış sert 
geçtiğinden dolayı görünmekte olan büyük dağlarda, hatta bağların 
kenarında kar, serilmiş bembeyaz yorgan gibi duruyordu. Biraz 
üşüyerek çamaşır ipine asılı duran kayınvalidesinin ceketini üzerine 
giyip bağa doğru yürüdü. “Çocukların hırsızlık yapması mümkün 
değil, bu olay kayınvalidemin sıradaki hilesi mi yoksa?” diye 
düşünmekteydi aynı anda. Hava soğuk olduğu için dişleri 
tıkırdamaya başlayınca eve döndü. Kayınvalide ile kayınpederinin 
yatakhanesi koridora yakın olduğu için kayınvalidenin sesi net 
duyuluyordu. Biraz dikkatle dinleyince Aydan yine para muhabbeti 
yapılmakta olduğunu anladı.
– Peki, o zaman kim almış olabilir? – dedi kayınvalide masumane.
– Ben buna inanmıyorum, gelin hiçbir zaman böyle yapmaz, – 
dedi kayınpederi. 
– Hatırlıyor musun bana bir şifon kumaş getirmiştin çok zaman 
önce. İşte onu geçen sene benim sandığımdan çalıp annesine 
götürmüştü, – dedi. 
– Bu sözü nereden çıkardın, aptal, eğer böyle olsaydı sen tüm 
aleme ilan etmiş olurdun. Ben senin ne demek istediğini çok iyi 
biliyorum, – dedi kayınpederi. 
– Lütfen sen benim söylediğimi yap. O zaman paraları kendisi 
eline çıkartıp verir, – dedi kayınvalide. 
– Tamam, çok konuşma, ben uyumak istiyorum, – dedi 
kayınpederi. Ses kesilince Aydan yavaşça odasına girdi. 
“Söyledikleri neymiş, neyi çıkartıp verecekmişim, estağfurullah. 
Bari o para çabuk bulunsa da herkes rahatlasa”, diye düşündü.


152 
Kayınvalide rahat bırakmayınca ertesi gün kahvaltı yaparlarken 
kayınpederi:
– Ben bugün iş arkadaşlarıma da söyleyeceğim, kim cüzdanımı 
bulursa, mujde olarak paranın yarısını bulana vereceğim, – dedi. 
O zaman Alibek:
– Yengeciğim, hadi ikimiz arayıp bulalım, o zaman babam 
paranın yarısını bize verir, – dedi. Herkes birbirine bakıp susuyordu.
*** 
İşte o gün de kayınpederi işten geç dönmüştü. Akşama doğru 
Aydan yemek yedikten sonra İslam’la Alibek’i uyutup, yine avluya 
çıktı. Kayınvalide çay içip kocasını bekliyordu. Aydan çok 
yorulmuşsa da yatmayı uygun bulmadan girişteki ayakabıları 
yerleştirdi sonra diğer ıvır zıvır işlerle uğraştı.
İçinden: “Kayınpederim geç kaldı, paraları bulmuşsa, belki 
“kutlamaktadır”, diye ümit etti. Aradan biraz zaman geçince dış kapı 
açılarak kayınpederi içeri girdi ve doğruca hayvanların bulunduğu 
ağıla doğru yürüdü. Masanın etrafında istifini bozmadan oturan 
kayınvalide gelinine sessizce:
– Hadi babana köşedeki odada yer hazırla, yine ayyaş gelmiş 
galiba, rakı kokusunu hiç sevmem, – dedi. Aydan kayınpederine 
dikkatle bakınca “Hayır anneciğim, babam ayyaş gözükmüyor”, – 
dedi. Kayınvalidenin hemen morali bozuldu:
– Ya benim söylediğimi yapsana, onu ben mi iyi biliyorum yoksa 
sen mi? Parasını söyleyip başımı ağrıtır. Kim alır onun parasını? 
Kendisi herhangi bir yere koymuştur, işte görürsün bulunur, – diye 
sonunda biraz yumuşamış gibi oldu.
Kayınpederi ellerini yıkarken, Aydan köşedeki odaya girdi. Dikey 
sıralanan yorganlardan ikisini çekip yere sararken aniden “tak” edip 
yere siyah cüzdan düştü. Yüreği çok hızlı vuran Aydan cüzdanı alıp 
hemen sokağa doğru koştu: 


153 
– Babacığım işte buldum, – diye memnun olup kayınpederinin 
yanına gitti.
Ayakkabısını çıkartan kayınpederi Aydan’a bakarak şaşırıp kaldı.
– Nereden çıktı? – dedi şaşırarak. 
– Yorganların arasından, – diye cevap verdi Aydan hemen. 
Kayınpederi cüzdanı eline alırken: 
– Daha once aynı odadaki her şeye tek tek bakmıştık, öğle değil 
mi? – diye sordu. 
Aydan’ı elektrik çarpmış gibi olup:
– Evet, doğru, – dedi. 
– Böyle olmaktansa cüzdanın bulunmaması daha iyiydi kızım, – 
dedi kayınpederi.
“İşte nasılmış gövendiğin gelin”, der gibi kayınvalide bardakdaki 
çayı hızlı hızlı içmekteydi. Nitekim alaysı alaysı arada bir 
gülümsüyordu:
– Bulana paranın yarısını versene, şimdi? – dedi. Kayınpederi ya 
havle çekip, odasına geçti.
Aydan’ın kafası çok karışmıştı. Aslında o, parayı bulduğuna 
herkes sevinecek ve onu övecekler diye düşünmüştü. Böyle 
olmayınca üzgün bir hâlde yavaşça odasına geçti. Aynı anda ne 
yapacağını da bilmiyordu. Çok sıkılınca bebeği aşağı inip, beli 
ağrımaya başladı. Ağlayayım derse de hiç ağlayamaz. Ayağa kalkıp 
oradan oraya yürümeye başladı. Sonunda uyku hapı bulup içti. Rahat 
olamazsa bebeğine zarar olacağı kesindi. Böylece uyuya kaldı. Belli 
bir süre sonra bastırarak uyandı. Giysilerini, iki yastığı başının altına 
koyup uyuya kalmıştı. Acele pencereyi açıp dışarıya baktı. Tan 
ağarmıştı. Kapının önüne yaklaştığı zaman, kayınvalidesinin sesini 
duydu. “Çok mu uyudum?” diye duvardaki saate baktı. 
“Kayınvalidem niçin erken kalkmış acaba”, diye düşünerek avluya 
çıktı. Daha dikkat edince kayınpederinin de sesini duydu. 


154 
Kayınvalide Aydan’ın yattığı odaya doğru baktı. Bunu fark eden 
Aydan hemen öteye geçip gizlendi. Gelininin uyanmadığına kesin 
inanarak tekrar koridora geçti. Kayınpederi: 
– Evet, doğru, inanmıyorum – dedi.
– Öyleyse paranı kim çalmış, ben mi? – dedi. Kayınpeder bir şey 
demedi. Kayınvalide tekrar: 
– Gelinin kocasının yanına gitmek istemediğinin nedenini şimdi 
iyi anladım. Üstelik parayı kendi eliyle çıkartıp veriyorsa da 
inanmıyorum diyorsun ya. 
– Sesini kes, pis, – deyince kayınvalide yere yığılmış gibi oldu.
– Evet, eli kırılası, niçin inkâr ediyorsun? Onun karnındaki 
çocuğa da benim değil demezsin herhâlde. Benim oğlum senede bir 
ya geliyor ya gelmiyor, Allah bilir...” derken hemen bağır çağır 
başladı. Aydan atılarak odaya girdi. O taraftan kayınbiraderi çıkıp 
geldi. Kayınpederi kayınvalidenin sert boğazını sıkmıştı, araya giren 
oğlu onları zor ayırdı.
Kayınpederinin rengi başı atmıştı. Buna tanık olan Aydan 
korktuğundan dolayı çabuk hap getirdi. Ama koridorun kapısının 
önüne yaklaşınca kayınvalidenin söylediklerini hatırlayıp hemen 
durup kaldı. Biraz sonra hapı kayınbiraderi Dilşat’ın eline tutuşturup 
babasına götürmesini söyledi.
Sabah olunca kimse kahvaltı yapmadı. Çocuklar bir şey yemeden 
tek tek okula gitmişlerdi. Kayınvalide odada yatarken, kayınpederi 
kızgın bir hâlde dışarı çıkmıştı. Mutfakta bulunan Aydan o sırada bağ 
tarafına geçen kayınpederine merakla bakmaktaydı. Kayınpederi 
elma ağacının altında oturup kusmaya başladı. Tansiyonu arttığı 
kesindi. Aydan acele odasına gidip tansiyonu aletini ve hapları 
hazırlayıp kayınpederinin gelmesini bekledi. Ama kayınpederi geri 
dönüp ellerini yıkayarak çamaşır ipinde asılı duran havluyu alıp 
ellerini sildi. Oraya buraya bakınıp durdu. Aydan utandığından 


155 
dolayı kayınpederinin yanına giremedi. Kayınpederi tahtadan 
hazırlanmış eski sandalyeye oturup gözlerini mendille silerek:
– Gelin, nerdesin ya, – diye çağırınca Aydan elindekilerle hemen 
oraya geldi. O, kayınpederini böyle bir durumda ilk defa 
görmekteydi.
– Buyurun babacığım, – diye elindeki hapı uzatıp, tansiyonunu 
ölçmek istedi.
Kayınpederi Aydan’ın sunduğu hapı yere atarak küsmüş gibi:
– Bana hiçbir hapın gereği yok. Zaten hap içmış gibi oldum... 
Şimdi hemen ufak tefek eşyalarını toparlayıp çocuğunu al da kocanın 
yanına git. Ben seni artık bu evde görmeyeyim, duydun mu? – dedi 
ve yerinden kalktı. – Çabuk ilk otobüse yetişmeye çalışın, çocuklar 
uğurlayacaktır”, – diye zor bir şekilde ayaklarını sürükleyip odasına 
geçti. Aydan çabucak eşyalarını toparladı. Kayınbiraderleri 
uğurlarken, Alibek ağlaya ağlaya el salladı.
*** 
Aydan, şehirdeki evinde kocası, kayınbiraderleri, oğlu ve yeni 
doğan kız bebeğiyle birlikte yaşamaya başladı. 
İnsanoğlu her şeye alışırmış, o şehrin sıcak günlerine, dar 
evlerine, en önemlisi kocasının zehir gibi sözlerine de alışmaktaydı. 
İslambek’i kreşe verdi. Kocası bazen eve gelmiyordu. Aydan 
kocasının niçin eve gelmediğini sormaya cüret edemiyordu. O, 
hanımının her işinde kusur bulup kavga çıkartmaya çalışıyordu.
Aydan, annesi geldigi günler Allah’a yalvararak: “Allah vere de 
Sıddık annemin yanında kötü şeyler söylemesin”, – diye kendisini 
iğnenin üstünde oturmus gibi hissediyordu.
Sıddık işten geldigi zaman kayınvalidesine duyulur duyulmaz 
selam veriyordu. Bazen ona “Kolay gelsin oğlum”, – dediği zaman o 
ancak başını sallıyordu. “Neyse, kocan yorulmuştur, yemeğini ver”, 


156 
– diye kendisi torununu kucağına alıp başka odaya geçiyordu. Aydan 
annesi üzülmemesi için:
– Annecigim, şimdi kocamın iş yerine müfettiş gelmiş, çok 
kontrol ediyorlar, – diye yalan söylemek zorunda kalıyordu. Annesi 
onu iyice dinledikten sonra: 
– Tamam kızım rahatınıza bakın, – diyordu.
Sabah olunca Sıddık ile Sabit işe, öbür kayınbiraderi Hurşit okula, 
İslambek ise kreşe gidiyordu. Evde ancak Aydan, annesi ve Azimcan 
kalıyorlardı. Kahvaltı yaptıktan sonra annesi torununu sokağa 
götürüyordu. Aydan’la Azimcan ev temizliği yapıp yemek 
pişiriyorlardı. Aydan bazen Azimcan abisine dertlerini söyleyip biraz 
rahatlıyordu. Böyle günlerin birinde Aydan Azimcan`ın bir ara “Sana 
söyleyeceğim bir sırrım var”, dediğini hatırlayıp ona ne demek 
istediğini sordu. 
Azimcan şimdi yeri olmadığı için konuyu değiştirdi. Yani daha 
önce kardeşi öldükten sonra babası rakı tiryakısı olduğunu, her defa 
eve ayyaş geldiği zaman: “Artık beni hiçbir şey hayata bağlayamaz, 
kendimi dereye atacağım”, dediğini anlatmak istediğini söyledi. 
Annesi köye gittikten sonra Aydan’ın içi tekrar bomboş olmuştu. 
Kayınvalidesi de artık çok gelemiyordu. Ev işleri, küçük çocuklarına 
bakmak, hayvan besleme derken, şehre gelmeye zaman bulamıyordu.
Beklenmedik bir gün kayınvalide elinde yazılı ilaçlar reçetesiyle 
gelmişti. Aydan okuyup anladı ki, kayınpederi kalp krizi geçirmiş. 
Kayınvalide kocasının hasta olduğunu söyleyip hep ağlıyordu. Ertesi 
gün Sıddık, Aydan’a para verip gereken ilaçları almasını söyledi. 
Kayınvalide köye giderken kocasına acıyarak yine hüngür hündür 
ağladı. 
*** 


157 
Aydan, kızı üç yaşına geldiği zaman kreşe verip, çocuk 
kardiyolojisi hastanesine işe girdi. Ne kadar zor olsa da çoktan beri 
durdurduğu ilmi çalışmalarına devam etmeye başladı.
Kızı dört yaşına geldiği zaman kayınbiraderlerinin düğünü 
nedeniyle köye gidecek oldu. Aydan buna çok sevinmişti. Köyünü 
çok özlemişti zaten.
Aydan, kocası ve iki çocuğuyla kayınpederinin evine gelmişti. Bu 
defa herkesten çok kayınvalide memnundu. Aydan kayınpederine 
selam vermekle yetindi. Kayınpederi daha önceki gibi hareketli 
değildi, yaşlanarak hastalanmıştı. Aydan’la kayınpederinin 
arasındaki soğuk ilgiye neden olduğu için kayınvalide artık acı 
çekmekteydi.
Kayınvalide: “Babana çay hazırla, babanın tansiyonunu kontrol 
et, ilaçları götürüp ver”, gibi sözlerle onların arasını iyileştirmeye 
çalışıyordu. Aydan, kayınvalideye acıyarak onu anlamaya 
çalışıyordu. “Saf köy kadını, çalışkan. Üstelik o kadar çocuğu 
büyütmek, kaç sene beşik sallamak, ev işleri, hayvan beslemek kolay 
bir şey değil. Ayrıca yaşlandıkça sinirleri yıpranıp böyle bir azap 
çekmek çok zor olmalı. Evet daha önce iftirada bulunup, şimdi çok 
pişman olmuştur. Söyledikleri öylesine kıskançlıktan dolayı 
söylenmiş olsaydı, affetmek mümkündü belki. Zaten boş yere 
üzülerek hasta olmak erkek adamın işi değil. Kocası iftiraya 
dayanamadığı için böyle bir hastalığa yakalanmış olmalı”, diye 
düşünüyordu.
Kayınbiraderinin düğününden sonra Aydan babasını ziyaret 
etmek istedi. Kocasına “birlikte gidelim” demek isterdi ama boşuna 
olduğunu anlayınca hiçbir şey demeden çocuklarla birlikte iki 
günlüğüne babasını ziyarete gitti.
Babası, kızı ve torunlarını görünce çok sevindi. Aydan’ın kızı o 
kadar çok konuşkandı ki, babası daha çok onunla ilgilenmek zorunda 
kalmıştı. Onlar geri dönerken, babası torunlarından hiç ayrılmak 


158 
istemiyordu. O zaman Aydan anladı ki babası yalnızlıktan çok 
sıkılmaktadır. Keşke Aydan hep babasının yanında olsaydı. Aslında 
babasını bırakıp gitmek istemiyordu, ama gitmek zorundaydı. Şehre 
dönerken hep babasını düşünüyordu. Ama belli bir zaman sonra oğlu 
hiç beklenmedik bir anda: 
– Anneciğim, babam niçin seni o kadar sevmiyor? – diye sordu. 
Aydan beklenmedik bu soruya çok şaşırmıştı. 
– Sana bu sözü kim söyledi? Seviyor, – dedi.
– O zaman neden hep seninle kavga ediyor? – dedi İslam.
– Yanlış düşünüyorsun, baban seni, Gümüş’ü, beni, hepimizi çok 
seviyor. Ancak çok çalıştığı için yoruluyor. Sonuçta yorulan adam 
çabuk kızıyor, – dedi.
Ertesi gün onlar yeni gelin damatla birlikte şehre döndüler.
Aydan’ın yeni gelinle ilişkisi iyiydi. Sabit de evlendikten sonra 
Aydan’la artık rahat konuşuyordu.
Sabit, hanımına çok iyi davranıyordu, o yüzden Aydan onlara 
hevesle bakıyordu. Yeni gelin kocası ona inandığı ve sevdiği için hep 
güzel elbiseler giymeye, yüzüne çeşitli kozmetikler sürmeye 
çalışıyordu. Bir taraftan onu anlamak mümkündü. Sonuçta kocası 
yakışıklı, akıllı, hoşgörülü, önemli bir işte çalışıyordu.
Aydan da, yeni gelin de gündüz işte oluyorlardı. O yüzden ancak 
tatil günleri lezzetli yemek pişirip, güzel masa hazırlıyorlardı. 
Böylece iyi geçinen iki aile olarak hep birlikte aynı masa etrafında 
oturup yemek yiyor, güzel sohbetler yapıyorlardı. Böyle anlarda 
lezzetli yemeklere Sıddık’tan daha çok Sabit değer veriyor ve 
pişirenlerin eline sağlık diliyordu. Zaten Aydan’ın kocası çoğu 
zaman eve gelmiyordu.
8 Mart' a yakın kocasının iş yerinde bayram olacaktı. Bunu ona 
Sabit ve hanımı söylemişti. Aydan, Sıddık bizzat söylemediği için 
gitmek istemiyordu, ama yeni gelin ısrar edince razı olmuştu.


159 
Onlar toplanılan yere geldiklerinde bayram eğlencesi çoktan 
başlamış, erkek kadın herkes masa etrafında oturuyorlardı. Aydan 
içeri girince herkes ona hayranlıkla baka kalmıştı. Bunu anlayan yeni 
gelin: 
– Yengeciğim, herkes size bakıyor, hatta kocanız da çok şaşırdı, 
– dedi gülümseyerek. Sıddık hanımının gelmesini hiç beklememişti. 
O yüzden hep onu takip ediyordu.
Aydan yeni gelinle birlikte hanımların bulunduğu masaya, Sabit 
ise erkeklerin sırasına geçti. Aydan daha önce kocasının böyle rahat, 
güleryüzlü olarak oturduğunu hiç görmemişti, onun için ara sıra ona 
merakla bakıyordu. Sıddık baş köşedeki masada, yanındakilerle 
birlikte iyice eğleniyordu. Ona herkes iltifat gösteriyor, o da yerine 
göre onlara aynı şekilde karşılık gösteriyordu. Birbirinden lezzetli 
yemekler konmuştu masaya. O sırada müzik başlarken eğlence 
yöneticisi Aydan’ı saygıyla oyuna davet etti. Yeni gelin ile 
oynamakta olan Aydan gizli bir şekilde kocasına göz atarken onun 
tuhaf tuhaf bakmakta olduğunu fark edince yavaşça yerine geçip 
oturdu ve “Bu kıskançlık mı yoksa bundan sonra bana iyi 
davranacağının belirtisi mi acaba?”, diye düşündü. İnşaallah öyledir. 
Zaten kocası epeydir Aydan’ı böyle güzel bir kıyafette görmemişti... 
*** 
O gece Sıddık herkesten daha çok geç dönmüştü. İçeri girince 
ayyaş bir hâlde sallanırken Aydan yattığı yerden kalkıp kocasının 
soyunmasına yardımcı olmak istedi. Ama kocası onu elinden tutup 
iterek ışığı yaktı. Aydan çok rahatsız olmasından dolayı:
– Çocuklar uyanır, – diye gidip ışığı söndürdü. Aslında dışarıdaki 
lambanın ışığı odayı aydınlatmaktaydı.
– Ben sana gösteririm, erkeklerin arasında oynamayı, – diye 
hanımının yüzüne bir tokat attı. Aydan dayanamayarak bağırdı. Oğlu 
uyanıp yerinden kalkınca Aydan’ı daha bir korku sardı. Oğlu 


160 
“Anneciğim, ağlama”, – dedi. Yarı çıplak Sıddık, uyanan çocuğunu 
iterek “hadi geç yerine” diye kovdu.
Sonra yatağa bıraktığı pantalonunu hanımının boynuna sarıp, 
pencereye doğru sürüklemeye başladı. Aydan için bağırmamanın 
imkânı yoktu. “Bırak beni” diye yalvarıyordu. Gümüş de hıçkırarak 
ağlamaya başladı. Oğlu yerinden kalkıp, Sabit amcasını çağırdı. 
Sıddık, Aydan’ı boğup pencere rafına kaldırmaya çalışırken o anda 
içeri giren kayınbiraderi Aydan’ı tuttup geri çekti.
Eğer aynı gece kayınbiraderi olmasaydı ayyaş kocası Aydan’ı 
balkon penceresinden dışarıya atması kesindi. Sabit abisinden nefret 
ederek abisinin pantalonunu yüzüne doğru atıverdi.
– Lütfen yavaş ol, herkes uyuyor. Tamam mı! – diye oda kapısını 
sert bir şekilde kapatıp kendi odasına geçti.
Bu olaylardan çok geçmeden Sabit abisine küserek, yeni bir eve 
taşındı. Onlar göç edince ev daha genişlemişse de olanlardan dolayı 
Aydan hiç rahat değildi. Yeni gelin ara sıra onları ziyarete geliyorsa 
da kayınbiraderi artık gelmiyordu.
*** 
Bir gün köydeki kayınbiraderi gelip, babası rahatsızlanıp 
hastaneye kaldırıldığını ve Aydan’ı çağırmakta olduğunu söyledi.
Herkes acele köye gitti. Hastaneye kapıdan içeri girerlerken 
Aydan da görevlilerin sunduğu özel beyaz gömleği giyinip 
kayınpederinin yanına girdi. Koğuşta kayınvalide günahkâr biri gibi 
boynu eğik oturuyordu. Aydan’ı görünce hemen yerinden kalkıp 
ağlamaya başladı. Aydan kayınvalidesini yatıştırmak amacıyla onu 
bağrına basıp görüşerek yatakta yatan kayınpederine doğru yaklaştı.
Kayınpederi yorgun gözlerini açıp Aydan’a baktı.Kızım diyerek 
derin bir iç çekti. Ağlamamak için biraz suskun kaldı. Sonra kendini 
toparlayıp Aydan’a baktı. Aydan, kayınpederine yaklaşıp onun zayıf, 


161 
damarları şişmiş ellerini sevgiyle okşadı. Kayınvalide ise durmadan 
gözyaşlarını siliyordu. Kayınpederi Aydan’a:
– Kızım, ben nasıl diyeceğimi bilmiyorum, ama sen benim gerçek 
kızım gibisin. Sen hiçbir zaman diğerinin emanetine ihanet etmiş 
değilsin, ben buna inanıyorum. Eğer seni üzmüşsem beni affet! – 
derken gözyaşları solgun yüzünü yıkadı.
Ne yazık ki aradan üç gün geçince kayınpederi vefat etti. Bir hafta 
geçince Sabit okuldan yeni mezun olan kardeşiyle birlikte üniversite 
sınavlarına hazırlanmak için şehre döndü. Sıddık’ın da izni bitip, 
gitmeye hazırlanırken, hanımına: 
– Çocuklarla birlikte burada kalacaksınız, annem yalnız kalmasın, 
– diyerek şehre döndü. Aydan köyden ayrılmak istemiyordu zaten. 
Çocuklar da tatilde, dolaysıyla anne babası da onlara doyacaklardı.
Gece olunca herkes yemeğe otururken kayınpederinin yerinin 
bomboş olduğunu fark eden Aydan gizlice ağlamak istiyordu. Herkes 
susuyordu, ancak küçük gelinin çocuğu “yemek yemeyeceğim”, diye 
yaramazlık yapıyordu. Annesi zorla yemek yediriyordu. 
Diğerlerinden ses bile çıkmıyordu. Ara sıra kaşığın kâseye 
dokunduğu duyuluyordu, ancak. Civarda çekirgeler durmadan 
uçuşmaktaydı. O zaman hiç beklenmedik bir anda büyük bir kelebek, 
kayınpederinin sürekli yaslandığı yastığa konuverdi. Herkes 
şaşırarak kelebeğe baka kaldı. Kayınvalide hemen:
– Babanızın ruhu – dedi. Alibek’le Aydan birbirine baka kaldı. 
Alibek mahzun bir hâlde yerinden kalkıp boğazına dayanan 
ağlamasını göstermemek için diğer odaya geçti. Annesi dua ederek 
ağladı. Aydan da ağlamamak için sofrayı yavaş yavaş toparlamaya 
başladı.
Aydan, odasına geçip uzun zaman hayale daldı. Zaten çok 
yorulmuştu. O sırada pencereden hafif rüzgâr esiyordu. Tekrar 
avluya çıktı. Kayınpederinin hep dayanıp oturduğu yastığa yaklaştı. 
Kelebek hâlen daha konduğu yerde duruyordu. Sonra bağa doğru 


162 
yürüdü eski sandalyeyi buldu. Yeni gelinken, oturduğu yerine gidip 
oturdu. Kayınpederinin söylediklerini tek tek hatırlayıp doya doya 
ağladı. 
*** 
Kayınpederinin vefat ettiğinden itibaren bir yıl geçince geleneğe 
göre yakınlara ve komşulara pilav ihsan edildi. Sonra yine iki 
kayınbiraderini komşu mahallede oturan Fatma ve Zuhra’yla 
evlendirmişlerdi. Düğünden sonra kayınvalide sık sık Aydan’lara 
ziyarete geliyordu.
Aydan, kayınvalide’ye de alıştı. O, işten gelene kadar çocuklarını 
okula gönderiyor ve geri döndükleri zaman karşılıyor hem de yemek 
yediriyordu. Aydan gelene kadar akşam yemeğini pişirmek için de 
her şeyi hazırlamış oluyordu. Pedagoji enstitüsünde ders veren Hurşit 
kayınbiraderi misafirliğe gelip, annesini zorla kendi evine götürdü. 
Aradan bir hafta geçince Aydan kayınvalidesini özlemeye başlamıştı. 
Onsuz sanki bir şey eksik gibi geliyordu artık ona. Geçenlerde 
Sıddık’ın iş yerinden eve telefon açmışlardı. Aydan, yeni gelinin 
telefonundan komşusuna telefon açıp kayınvalidesini telefona 
çağırmalarını rica etti. Biraz sonra kayınvalidesinin sesini duyunca 
çok sevindi. 
Selamin aleyküm anneciğim iyi misiniz? – dedi.
– Ya gözünü seveyim kızım, sizleri çok özledim, – diyen 
kayınvalide susunca, Aydan kayınvalidesinin ağladığını fark eder ve 
hemen: 
– Şimdi gelip sizi eve getireceğim, anneciğim, – diyerek ahizeyi 
yerine koydu. İşte telefonda konuşulanlar Aydan ve kayınvalidenin 
içten söyledikleriydi.
Aydan yeni gelinin evine nasıl “uçup” geldiğini kendisi de fark 
etmemişti. Kapı zilini çalınca kayınvalide içeriden “kim o” diye 
sordu.


163 
– Ben, Aydan’ım,– dedi. Kayınvalide acele kapıyı açtı. Onlar 
gerçek anne çocuk gibi sevgiyle kucaklaşmışlardı. Kayınvalidenin 
memnun olduğundan gülücük karışık gözyaşları akıyordu. Mutfağa 
geçmişlerdi, kimse yoktu. Mutfak biraz karanlıktı, Aydan ışığı 
yakarken kayınvalide rahatsız olarak: 
– Dur, söndür, söndür, – dedi.
Aydan şaşırarak ışığı söndürürken:
– Evet, ne oldu anneciğim?– diye sordu.
– Bunlarda her şey için para yazıyormuş. Bir gün ışığı yakmadan 
tuvalete girmiştim. Kapı kapandı kaldı. Torunum gelene kadar içerde 
kaldım, – dedi kayınvalide yavaşça, – Bunları ancak sana 
söylüyorum, kimseye söyleme. Gelinin kendisi geçenlerde bana 
kızdı. Yürürken de otururken de ışığı söndürün, – diye tembih etti. O 
zamandan beri ışığı da televizyonu da açmadan oturuyorum.
Böylece onlar anne çocuk olup eve dönmüşlerdi. Kayınvalide çok 
memnun olmuştu. Evdeki torunları da çok neşeli olmuşlardı onu 
yanlarında görünce.
Onlar yine birlikte yaşamaya başlamışlardı. Alibek üniversite 
sınavını kazanınca büyük bir ev satın alıp taşınmışlardı. Evin öbür 
tarafına da yeni odalar yapmışlardı. Kayınvalideyle Alibek sol 
taraftaki evde, sağ tarafta ise Aydan kocası, iki çocuğuyla 
oturuyordu. O sıralarda Aydan da ilmi çalışmalarını bitirip, tezini de 
yaptı.
İslam’a resim yapmak yeteneği annesinden geçmişti. O iki yıldır 
resim yapmakla ilgili özel derse gidip yarışmalarda birinci oluyordu. 
Gerçi babası onun özel derslerine para veriyorsa da o yarışmalardan 
döndüğü zaman onunla ilgilenmiyordu. Annesi ise çocuğunun tüm 
söylediklerini detaylı olarak can kulağıyla dinliyordu. Oğlu ders 
hocasının çok iyi bir insan olduğunu söyleyip hep övüyordu, arada 
bir acımış gibi oluyordu: 


164 
– Onun işi kolay değil.
– Nasıl kolay değil? – diye sordu annesi.
– Hanımı biraz sinir hastası, – dedi İslam. – Bir gün kendi kızına 
saldırdığını görünce çok şaşırdım. Hocamla ikimiz Melike’yi zor 
kurtardık, – dedi İslam.
– Allah ona sabır versin, – dedi Aydan. 
*** 
Aydan kocasıyla her zamanki gibi, yani öylesine yaşıyordu. 
Bazen tüm hafta karı koca hiç konuşmuyorlardı. O buna alışmıştı 
bile. Artık o hep çocuklarının geleceği hakkında düşünüyordu. Kendi 
işini çok iyi bildiği için onu bölüm müdürü olarak tayin etmişlerdi.
Kar yağdığı günler hava çok soğumuştu. Gece yarısı Aydan erken 
uyanmıştı. Kızının odasına girip üzerini iyice örttü. Sonra oğlunun 
yatak odasına girdi. İslam, üzerine yorgan almışsa da uyumuyordu.
– Yavrum ne oldu sana, neyin var hasta mısın? – diyerek yanına 
geçti. Aydan yorganı çekince onun ağlaya ağlaya gözleri şişmiş 
olduğunu anladı ve çok şaşırdı. Oğlu yattığı yerden hemen kalkıp 
annesinin boynuna sarılıp: 
– Anneciğim, babamın seni niçin sevmediğini biliyorum. Çünkü 
babamın başka bir hanımı var. Okulda da herkes biliyor, – dedi İslam. 
Aydan onun bu söylediklerine şaşırarak:
– Hayır, kim söyledi sana bunları. Kim ne derse desin, sen bunlara 
inanma. Baban beni seviyor. Kavga ettiğimizi hiç gördün mü? – diye 
sordu.
Oğlu başını eğerek:
– O zaman babam niçin çoğu zaman eve gelmiyor. Geldiği zaman 
da sana iyi davranmıyor, hep kızıyor, – dedi.
– Baban büyük bir fabrikanın müdürüdür. Çalışmaları da çok 
yoğun, o yüzden eve gelemiyor. – dedi Aydan.
– Ben artık çocuk değilim, hepsini biliyorum, – dedi İslam.


165 
İşte o günden sonra kocası geldiği zaman Aydan hep ona sık sık 
gülümseyip iyi konuşmaya başladı...
*** 
Yaz tatili başlayınca kayınvalide torunlarıyla birlikte köye gitti. 
Aydan tatile çıkınca kendisi de geleceğini söyledi. Alibek gündüz 
okumasını dışarıdan okuma bölümüne aktarıp çalışmaya başladı. O 
sıralarda kocası yine iki gün gelmeden üçüncü gün sabah erken eve 
geldi. Yıkanıp giysilerini değiştirerek konuk odasına geçip uzandı. 
Ona bir bardak çay götüren Aydan evde kimse olmadığından istifade 
ederek açık konuşmaya başladı:
– Bir şey söylemek istiyorum, –
Morali bozulan Sıddık:
– Hadi söyle, – dedi.
– Sana rica ediyorum, hiç olmazsa, çocukların yanında 
birbirimizle iyi konuşalım. Onlar iyice büyüdüler artık, çok şeyleri 
anlıyorlar, – dedi.
– Ne demek istiyorsun? – diye daha sesini yükselterek, – 
Çocukların da kendin gibi “akıllı” sanki. Kimi söylüyorsun, oğlunu 
mu? 
– O sadece benim oğlum değil. Ne zamana kadar hiçbir şeyi 
bilmiyor gibi yapacaksın? Dayanamıyorum artık, hadi söyle yine ne 
kadar tahammül edeyim? – diye ağlamaya başladı Aydan. 
– Sen hanım efendiye bu da az. Eğer hoşuna gitmiyorsa, işte 
babanın evine gidebilirsin, – dedi. Abisinin sesini duyan Alibek içeri 
girdi. Sıddık kardeşinin selamına karşılık bile vermeden avluya 
çıkarak:
– Alibek, hadi arabayı çalıştır, – diye bağırdı. Arabayı çalıştırınca 
Alibek abisine:
– Abi sana söyleyeceğim var, ne zaman geleceksin? – dedi sakin 
bir şekilde. Çenesi düşük Sıddık arabaya oturuken: 


166 
– İşte o alçak ne zaman evden defolursa, o zaman geleceğim, 
anladın mı? – diyerek arabasını sürüp gitti.
Alibek, Aydan'la avluda yalnız kalmışlardı. Aydan göğe bakarak 
bağırmak istedi. “Allah’ım niçin beni bu kadar mutsuz yarattın? 
Böyle yapmaktansa canımı al. Çocuklarıma ne diyeceğim şimdi?” 
diye düşünerek avlu ortasında ağlamaya başladı. Alibek yengesini 
yatıştırmaya çalıştı. Ama o hep kendini kınıyordu: 
– Evet, ben iyi bir kadın olamadım.
– Öyle demeyin, yengeciğim, hiç de öyle değil. Ben suç kimin 
olduğunu iyi biliyorum, – diye moral vermeye çalıştı.
Aydan, o gece hiç uyuyamadı, ancak sabaha yakın uyudu. 
Kalktığı zaman saat sekizi geçmişti. Derhâl iş yerine telefon açıp, 
biraz geç kalacağını söyledi. Aynaya bakınca gözlerinin şişmiş 
olduğunu gördü. İçi de rahat değildi. “Kocam umarım çocuklar 
dönene kadar eve gelsin. Yoksa babasının bırakıp gitmesi oğlumu 
çok fena etkiler”, diye düşünmekteydi...
Aydan, tatile çıkıp iki gün kocasını bekledi, ama o gelmedi. 
Alibek yengesinin durumuna bakıp köye gitmesini, o zamana kadar 
Sıddık abisi de eve döneceğini söyleyip, Aydan’ı uğurladı.
Köye gittiğinde de rahat olamadı, ama çocukları güzelce 
dinlenmişlerdi. Tatil bitip yine eve döndüler. Aydan çok merak 
ediyordu. “Sıddık dönmemişse ne olacak”, düşüncesi onu hiç rahat 
bırakmıyordu. Eve gelip biraz dinlenmiş oldu. Akşam olunca 
Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Sofraya yemek 
getireyim derken, dış kapı önünde araba durdu. Sıddık’la Alibek 
gelmişti. Çocuklar sevinerek selamlaştılar. Sıddık Aydan’a bakmadı 
bile. Aydan ise buna hiç aldırış etmedi.
Aydan, daha önce kocasıyla komşular gibi selamlaşmaktan öteye 
geçmemişse de şimdi kendini yabancı gibi hissediyordu. Oğlu onları 
takip etmekten hiç yorulmuyordu.


167 
Aydan, sabah işe geldiği zaman kapı önünde çok hasta olduğunu 
fark etti. İki çocuk taburcu oldu. İş zamanı bitince otobüs durağına 
kadar gelirken düşünceye daldı. Hayatı o kadar sıkıntılıydıki yüreği 
tam patlar gibiydi. Otobüs yoktu. Durağa geldiğinde sonbahar 
olduğundan dolayı erken karanlık inmişti. Aniden yan tarafa baktı. 
Orada bir kız delikanlı birisiyle konuşuyordu. Onlara bakmamanın 
imkânı yoktu. Aralarında güzel bir sevgi bulunduğu belliydi.
Delikanlı çok yakışıklıydı, kız da güzeldi. Gençliğini hatırlayan 
Aydan ister istemez derin bir iç çekti.
Durak sırasına oturup yine düşünceye daldı. Geçen ömrüne acıdı. 
Aydan da böyle bir öğrenci olmuştu ya. O zaman ne kadar çok 
delikanlı ona yalvarmıştı. Hiç olmazsa onların birisiyle dostlaşırsa 
olurdu aslında. Hayır, o zaman dostlaşmak değil hatta delikanlılara 
bakmak bile Aydan için yasak gibi geliyordu. Bari şimdiki hayatı 
hayat olsaydı...
O sırada onun yanına oturan karı koca hayalini bozmuştu. Koca, 
hanımına “Yorulmadın mı hanım”, dedi. Bu söz Aydan’ın kulağına 
o kadar hoş geldi ki yanındaki hanım bu sözün ne kadar değerli 
olduğunu biliyor muydu acaba? Onlar nihayet durakta duraklayan 
otobüse binmişlerdi. Evet, tüm günah onun kendisinde. Aydan, 
Mukaddes’le ressamların sergisine gittiklerinde bir delikanlıyıyla 
karşılaştığını hatırladı. Aydan, delikanlıyı görünce hemen hoşuna 
gitmişti, ama onu da Allah reva görmemişti. Sır arkadaşı Mukaddes’e 
olayı anlatmalıydı. Ama mualesef gururu buna izin vermemişti. 
Şimdi bunları hatırlayıp daha da sıkılmaktaydı.
Durağa gelip duran otobüse boynundan bağlanmış gibi isteksizce 
çıktı. Yolcu o kadar çok değildi. Aydan boş bir yere oturdu. Onun 
yanındaki yerde 35 yaşlarında zarif giyinmiş, bıyıkları çok yakışmış 
bir erkek oturuyordu. O, Aydan’ı baştan ayağa kadar izledi. Otobüs 
sallanırken o adam da sallanarak arkaya öne gidip geliyordu. Her 
sallandığında Aydan’a bakıp “affedersiniz”, diye tekrarlıyordu. 


168 
Aydan önce “bir şey değil” demiş gibi başını salladı. Sonra o 
kimsenin ayyaş olduğunu anlayınca “tamam, tamam affettim”, dedi. 
O kimse: “boşuna, nedenini biliyor musunuz kız kardeşim? Beni 
asla affetmeyin. Nedeni bugün ben zehirli su içmiştim, o yüzden 
arabamı bırakıp şimdi otobüsle gidiyorum. Beni böyle görünce hiçbir 
taksi durmadı. Onun için beni affetmeyin”, dedi. O zaman Aydan 
“Zehirli sudan içmişseniz çabuk doktora gitmeniz lazımdı”, dedi yarı 
gerçek, yarı şakayla karışık. O kimse biraz gülümseyip “Evet, doğru 
söylüyorsunuz, ama otobüse binmemiş olsaydım sizin gibi güzel 
kadını görmemiş olurdum ya. Kardeşim bana üzülmeyin, bunları 
içten söylüyorum”, dedi af dilemiş gibi. Aydan’ın içi biraz ferahlamış 
gibi oldu. “Cazip kadınlığım kalmış mı”, diye düşündü. O adam 
Aydan’a biraz bakarak kaldıktan sonra “Bence siz doktor veya 
öğretmen olmalısınız, değil mi?”, diye sordu. O zaman Aydan biraz 
gülümseyerek “Fal açma yeteneğiniz var galiba?”, dedi. 
“Hayır, ama bunu size bakan herkes anlar. Mesela, ben bembeyaz 
ellerinizden bildim bunu”, dedi. Aydan “O zaman siz çok sayıda 
kadının ellerini görmüşsünüz demek”, derken ikisi de aynı anda 
gülüverdi. Sonra o adam “Evet doğru, ancak görmüşümdür, görmek 
günah değil ki”, dedi. Aydan “Tabii her çeşit görmek var”. Otobüs 
durdu. O adam oraya buraya bakındı sonra: “Bir sonrakinde 
inecekmişim”, diye sözüne devam etti. “İsminizi söylemeyeceksiniz 
doğru mu? Siz ancak dilber değil, çok iyi bir kadınmışsınız, hoşça 
kalın”, – diye vedalaşarak otobüsten indi.
Böyle bir iltifattan dolayı Aydan’ın morali daha iyi olmuştu. 
Otobüsten inince kendini çok iyi hissediyordu. Aynı anda “İyi ki 
insanlar birbirlerine iltifat gösteriyorlar, yoksa hayat daha sıkıcı 
olacaktı. Diğer kadınları bilmiyorum ama benim için ilgi göstermek 
çok önemli”, diye düşünmekteydi.
Eve geldiği zaman oğlu resim hocasının hanımı vefat ettiğini ve 
birlikte baş sağlığı dilemeye gitmelerini rica etti. Aydan: 


169 
– Benim tanımadığım kimselerin evine nasıl giderim? – derken, 
oğlu: 
– Aslında babamın gitmesi lazım, biliyorum babam hiçbir zaman 
gitmez. O yüzden seninle gidelim, anneciğim, – diye diye rahat 
bırakmıyordu. 
– Sonuçta insanlık yüzünden adam bazen tanımadığı kimseye de 
başsağlığı diler, üstelik o adam benim hocam. Beş arkadaşımın 
babası gitti oraya. Ancak benim hiç kimsem gitmedi hâlâ, – dedi 
İslam.
Aydan bu teklifi kayınvalidesine söylerken, o, köye gitmekte 
olduğunu bahane ederek: 
– Kendin gitsen de olur, – dedi. 
Aydan bir haftadır gitmek istiyor, ama hiç gidemiyordu. İslam her 
gün ısrar ediyordu. Hafta sonu ikisi yola koyuldu. Yolda giderken 
Aydan oğluna:
– Yavrum, herkesin babası gitmiş. Sen babanla iyice konuşsaydın 
o da giderdi, – dedi. 
– Anne, babaların hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyip moralinı 
bozmak da iyi sayılmıyor.
– İleride alim olacaksın galiba, kim söyledi sana bunu? – dedi 
Aydan. 
– Kim olacak, işte aynı hocam söyledi, şimdi onu görürsün. O hep 
bana “senin üniversite sınavını kazanacağına inanıyorum”, diyor, – 
diyerek otobüsten inip hocasının sokağına doğru yola koyuldular.
Aydan biraz dalmış gibiydi, artık çocuğunun söylediklerini 
duymuyordu sanki. Geniş sokağın iki tarafından küçük ırmak 
geçiyordu, kenarında ise uzun söğüt ağaçları dikilmişti. “Buralar 
bana tanıdık gözüküyor. Sanki daha önce gelmiş gibiyim”, – dedi 
Aydan.
Bunu çok merak eden İslam: 


170 
– Nasıl yani? – diye sorunca Aydan hemen: 
– Buralara gelmiş gibiyim, ama gerçekten mi yoksa rüyamda mı 
bilmiyorum, – dedi yanına yöresine tekrar tekrar bakarak. 
– Anne, belki daha önce gelmişsindir, ama sonradan unutmuş 
olabilirsin, – dedi. Onlar biraz yürüdükten sonra Aydan aniden 
duraklayıp: 
– Bana bak, şimdi sana hocanın evini tarif edeyim mi? – dedi.
Oğlu gülerek:
– Hadi tarif et bakalım, – dedi İslam. 
– Daha ileride yokuşun sağ tarafındaki iki katlı ev, – deyince:
– Evet, doğru söylüyorsun anne. Ama buralardaki evlerin çoğu iki 
katlı sayılır, – dedi şakayla İslam. 
Aydan buna aldırış etmeden:
– Hocanın kapısı gök rengi. Ortasında yıldız resmi çizilmiştir. 
Kapıdan içeri girince geçitin bitişinde iki üç basamak aşağıya 
ineceksin. Karşıda birkaç geniş oda... – dedi. 
– Doğru söylüyorsun anne, falcı gibisin ya, – dedi İslam. Aydan 
başka bir şey söylemiyor, hayret ettiğinden dolayı dili de 
dönmüyordu artık.
Onlar ilerleyip Aydan’ın söylediği kapıya doğru döndüler. Kapı 
açık duruyordu. Kapı gerçekten de gök rengindeydi. Aydan 
gerçekten kapı üzerinde yıldız çizilmiş mi acaba, diye merakla 
bakmaktaydı. O sırada içeriden birisi çıkıp “Buyurun”, diye onları 
içeriye aldı. Anne ve çocuk yavaş adım atarken basamaktan aşağı inip 
düz sıralanmış odalara doğru yürüdüler.
İçeriden genç bir gelin çıkıp buyurun etti. Odada 60 yaşı geçen, 
yüzünden nur akmakta olan yaşlı bir kadın oturuyordu. O, şimdi 
kendini oğlunun dediği gibi gerçekten falcı mıyım acaba, diye 
düşünüyordu. Biraz düşündükten sonra her şeyi tek tek hatırladı. O 


171 
bu rüyayı nikâh gecesinde görmüştü. Aynı anda Aydan’ı heyacan 
kapmış, dili kelimeye gelmiyordu. İslam’ı görünce o yaşlı kadın: 
– Ya, iyi misin yavrum, gözükmüyorsun, – diyerek iyice görüşüp 
oturmaya teklif etti. Yaşlı kadın iki gözünü Aydan’dan alamıyordu. 
Dua edildikten sonra yaşlı kadın Aydan’la tekrar görüşüp hâl hatır 
sormuş gibi oldu ve İslam’ı kastederek: 
– Bu aslında bizim oğlumuz gibidir, – dedi. Aydan bu sözü 
duyduktan sonra biraz rahatlamış gibi oldu. Rüyasının tabirini 
gelecekte İslam’ın aynı eve damat olabileceğine yorumladı. Yaşlı 
kadın onlar gelmeden biraz önce oğlunun, kızı Azize’yi uğurlamaya 
hava alanına gittiğini söyledi.
Eve döndükten sonra Aydan üç dört gün kendini tuhaf hissetti, 
olanları ve gördüğü rüyayı tekrar tekrar yorumladı.
Yağmurlu günler başlayıp kış da yaklaşmıştı. Böyle günlerin 
birinde iki gün yağmur yağıp, üçüncü gün güneş berrak ışıklarını 
saçıp gönüllere zevk bağışladı. Ertesi gün tatil olduğu için Aydan 
erken kalkıp avluları süpürmeye başladı. O sırada kocası dışarı 
çıkarken: 
– Çay hazır, – dedi.
Sıddık hanımına somurtarak bakarak çekti gitti. Bunu pencereden 
gören annesi gelinine: 
– Acelesi mi varmış ? – diye sordu. 
– Bilmem anneciğim, – diye düşündü kaldı.
Akşam olunca Aydan, kızı Gümüş’le akşam yemeğini hazırlayıp 
kocasını beklemeye başladılar. O sırada dış kapı sertçe açılarak 
içeriye iki büyük çanta tasıyan kısa boylu, saçları da kısa kesilmiş bir 
kadın iki erkek çocukla içeri girdi. Aydan olayın ne olduğunu 
anlamadığından şaşırdı. Hemen kayınvalidesi odadan çıkıp gelinine 
“bu kim?” – işaretini yaptı. Aydan “Sıddık’ın hanımı bence” demek 


172 
isterdi ama yanılmayayım diye “bilmem” anlamında kafasını salladı. 
Kayınvalide o kaba, inatçı kadına bakarak:
– Evet, ne var? – diye ona doğru yaklaştı, – Bana bak, birisinin 
evine bastırıp girmeye ne hakkın var? 
Kadın hiç istifini bozmadan elindeki çantayla Aydan’ların 
oturduğu odaya girdi. Bu kadın Sıddık’ın oynaşı olduğuna artık 
kimsenin kuşkusu kalmamıştı. Durduğu yerde dona kalmış Aydan 
aniden ayılmış gibi hemen gidip kadının saçından tutup köşeye 
çekmeye başladı. Kadın buna dayanamayarak masanın üzerindeki 
saati alıp Aydan’ın yüzüne vurdu. Aydan onun saçını bırakıp acıdan 
dolayı iki eliyle yüzünü kapatıp sokağa fırladı.
Buna tanık olan kızı evin arkasına geçip sopa bularak kadına 
doğru koştu. Kadın kaçmaya çalışırken, Gümüş’ün fırlattığı sopanın 
yarısı sırtına değmişti. Kadın dönüp sopayı alarak tüm gücüyle yakın 
bir yerde duran Aydan’ın başına vurdu. Aydan’ın yüzünden kan sızıp 
akmaya başladı. Olayın çok büyüdüğünü anlayan kayınvalide 
Sıddık’a telefon açmak için koşa koşa odaya girdi. O sırada kapıdan 
içeri giren İslam annesinin durumunu görüp çok şaşırdı. Hemen 
elindeki çantayı bırakıp, kadına doğru koştu. İslam onu dövmek 
isterken Aydan engel olup oğlunu köşeye çekerek elinden tutup 
yalvardı:
– Yavrum, hiç olmazsa sen akıllı davran, – dedi. İslam hâlâ kızgın 
bir hâlde:
– Ben artık bunları rahat bırakmam, – dedi ve koridora doğru 
koşup telefona sarıldı. Buna tanık olan kadın hemen ona yetişti ve 
ahizeye basarak: 
– Mademki sen polise telefon açmak istiyorsun, önce beni iyi 
dinle, sonra nereye telefon açarsan aç, – dedi.
İslam telefon ahizesini yerine koyup kadına baktı. 


173 
– Ben yaklaşık on senedir Sıddık Saparoviç’le birlikte yaşıyorum. 
O benim kanuni kocam ondan iki çocuğum var. O hep hanımımla 
boşanırım, sonra birlikte evde otururuz, diye kandırıyor. Ben artık 
tahammül edemem. Ya ben burada yaşarım veya bana da böyle bir 
ev satın alsın. Eğer polise telefon açarsan babanı şikâyet ederim, onu 
hemen işten atarlar, – dedi kadın.
İslam bunları duyunca: 
– Atarlarsa atsınlar, benim anneme vurmaya sizin ne hakkınız 
var, – diye bağırdı. 
– Önce kendisi bana saldırdı, – diye belini tutup öteye geçti. 
İslam yine ahizeyi kaldırınca, bunu gören ninesi: 
– Bırak yavrum, – diye telefonu aldı. İslam daha da kızarak:
– Nineciğim, siz de bunları savunuyor musunuz? Artık bana fark 
etmez, ne olursa olsun, polise giderim, – diyerek hızlı adımlarla 
kapıya doğru yürüdü. 
Tam o zaman Sıddık geldi. 
-- Bu ne kavgası? – deyince: 
-- Oğluna bak, seni kendi eliyle polise teslim etmek istiyor, – diye 
şikâyet etti kadın. Sıddık, İslambек’i kapıdan çevirdi. Oğlu babasına 
bakıp: 
-- Hiç kimsenin tanımadığı birisi anneme vursa da susmam mı 
lazım? – dedi çok kızgın bir hâlde.
-- Sen niye bana ters ters konuşuyorsun? – diyerek Sıddık oğlunun 
yüzüne tokat attı. İslambek ağlayarak kadının dokuz yaşlarındaki 
oğluna tekme attı. Buna tanık olan kadın İslambek’i dövmeye 
başladı. Sıddık koşup kadını itti. Oğlunu çekerek:
– Hadi odaya gir köpekten türeyen, – dedi. O zaman deminki 
kadın Sıddık’a bakarak:


174 
– Ya sen pis, çakal, – diye hiddetle bağırmaya başladı. – Benimle 
şaka yapma. Elin çok mu uzadı? Nereye ihbar edeceğimi iyi bilirim, 
– diye Sıddık’a bağırıyordu, herkes onu susarak dinliyordu.
Attan inse de eğerden inmeyen Sıddık bu defa o kadar uslu oldu 
ki, kadına bakarak: 
– Peki, affet Zülya, – dedi. Aydan' ın o anda tüyleri diken diken 
oldu. Bu söylenenleri duyan Aydan hayatında ilk defa kocasıyla 
birlikte geçirdiği ömrüne pişman oldu. 
Sıddık, Zülya’nın ağlamakta olan iki çocuğunun elinden tutup 
içeri girdi. Kadın da onların peşinden gitti. Aydan çocuklarıyla 
dışarıda kaldı. Gümüş içeriden tentürdiyot, ispirto, sargı bezi getirip 
annesinin başını sardı.
Beklenmeyen konuklar ev giysilerini giyip dışarı çıktılar. Sıddık 
doğruca Aydan’ın yanına giderek sakin kedi gibi: 
– Hadi kalk hanım, yemek hazırla, karnım acıktı, hepimiz yemek 
yeriz, – dedi. Ömründe ilk defa böyle yumuşak tonda konuşmakta 
olan kocasına Aydan şaşırarak baktı.
Aydan, birisi içine bir soba küreği kor atmış gibi yanıyordu. O 
sırada Zülya da üzerinde spor giyimiyle çıkmıştı odadan. İki 
çocuğunu elinden tutup sanki kendi evi gibi mutfağa girdi. Aydan 
hâlâ iki çocuğuyla avluda duruyordu. Gümüş, durmadan ağlıyordu. 
Kayınvalide de bir şey diyemiyordu. Sıddık bu defa Aydan’a bıraz 
kızmış gibi: – Ben sana yemek hazırla diyorum, kulağın duymaz mı 
oldu? – dedi. 
Bu sözleri duyan Aydan, ömründe ilk defa kocasının gözüne dik 
dik bakarak “Ben yemek hazırlamayacağım, işte şu hanımın 
hazırlasın”, dedi. Sıddık’ın gözleri daha da ela oldu. O buna 
dayanamayıp Aydan’ı dövmeye başladı. Oğluyla kızı koşarak 
yetiştiler ve onları sakinleştirmeye çalıştılar. Daha da kızan Sıddık 
çocuklarını itiverdi.


175 
– Hadi defol, üç talak sana, şimdi burada görmeyeyim sizleri! – 
diye Aydan’ın uzun saçlarından çekip sokağa sürükledi. Aydan dış 
kapının önünde baygın bir hâlde oturdu kaldı. Aydan yavaşça 
saçlarını toparlayıp yerinden kalktı. İslam’la Gümüş yatak odasında 
acele bir şeyler yapıyorlardı. Mutfakta ise sanki mutlu bir aile yemek 
hazırlamaktaydı. Onun içindeki kor şimdi alev alev yanıyordu. 
Aydan şimdi şunu fark etmişti: kocası ona hiçbir zaman iyi 
konuşmamış olsa da “Koca vermek – can vermek” dedikleri 
gerçekmiş. Çocukları her şeyi çantalara yerleştirip gitmeye hazır olup 
annelerinin yanına geldiler.
– Bırakın şunları, şimdi böyle bir karanlıkta nereye gidebiliriz? – 
dedi Aydan oğlunu sakinleştirmek için.
– Tamam, yeter artık! Daha ne zamana kadar sabredeceksin?
Hadi, gidelim, – diye kardeşler çantaları alıp kapıdan dışarı 
çıktılar. Aydan da isteksizce onları takip etti.
Onlar nereye gitmekte olduklarını bilmiyorlarsa da büyük 
adımlarla hızlı hızlı yürümekteydiler. Aydan biraz ayılmış gibiydi, 
telefon kulübesine yaklaşıp çantaları yere koydular, İslam hocasına 
telefon açmak istedi. O, aynı anda ailenin büyüğü, dayanılanı olarak 
hissediyordu kendini. Oğlunun söylediği yere Aydan hiç de gitmek 
istemiyordu.
– Dur bakalım, şimdi böyle perperişan bir hâlde hocana nasıl 
gözükürüz? Önce ben kendi hemşireme telefon açayım, ancak bir 
gece kalırız, sonrasını yarın hallederiz, – dedi Aydan. Oğlu itiraz 
etmedi. Aydan Ziba’ya telefon açtı. O gece Ziba’nın evinde kaldılar. 
Ertesi gün Aydan, Ziba ve diğer hemşirelerin yardımıyla kiralık ev 
aradı.
Üç gün sonra bir ev bulundu, orada tek bir kadın yaşıyormuş. Kira 
şartına göre paranın yarısını ödeyip, akşam yemeğini hazırlamaları 
lazımmış. Aydan razı oldu, üstelik kirasını da biraz ucuz bulmuştu.


176 
Anlaşılan yaşlı kadın çok sakin biriymiş, onlar dönene kadar her 
yeri temizliyordu. Aydan eve gelince yemeğe başlarken Hasiyet 
teyze hemen yardımcı olmaya çalışıyordu. Aydan kızını yakın bir 
yerde bulunan okula yerleştirmişti.
Aydan da ilkbahara doğru yeni açılan çocuk hastanesine işe girdi. 
Yaz tatilinde Gümüş’e dedesi ve ninesine evden çıktıklarını asla 
söylememesini tekrar tekrar tembih edip köye gönderdi. O sene oğlu 
Tiyatro ve Ressamlık Sanatı Enstitüsünü kazandı.
Aydan nasılsa kocam yaptıklarından pişman olup zamanı gelince 
bizi götürür, diye ümit ediyordu, çocuklarına da babaları hakkında 
kötü şey söylemeye hiç izin vermiyordu.
İslam, birinci sınıfı başarıyla bitirince pratik yapmak üzere 
molbertini (resim yapma kutusu) alarak kız kardeşiyle birlikte 
Burçmulla köyüne, ninesinin evine gitti.
Aydan Hasiyet Hanımla yalnız kalmıştı. Hasiyet Hanımın derdi 
de onunkinden az değildi.
İki oğlu da Rus okulunda okumuşlardı. Birisi Rus, öbürü Kore 
kızıyla evlenerek Moskova’ya gittiklerini söyleyip hep ağlıyordu. 
Taşkent’te de yeğenleri varmış ama onlar hiç teyzelerinden haber 
alamıyorlarmış. 
Aydan, Hasiyet teyzeyle akşamları sokağa çıkıp temiz havada 
biraz dolaşıyorlardı.
Bugün de akşam yemeğinden sonra Aydan, Hasiyet teyzeyle 
sokağa çıkmışlardı. Dolaşarak yol kenarındaki masaya oturdular.
– Şimdi çocukları getirseniz de olur, onları çok özledik, – dedi 
Hasiyet teyze.
– Ben de çok özledim, iş yerinden bir haftaya izin alıp, getiririm. 
Zaten anne babamı da çok özledim, – dedi Aydan.
O sırada onlara 35–40 yaşlarındaki orta boylu, kaş gözleri 
simsiyah, zarif giyinmiş birisi yaklaşıp Hasiyet teyzeyle görüştü. 


177 
Aydan’dan gözünü alamadan onunla da yüz senelik tanışlar gibi 
görüştü. Anlaşılan o Hasiyet teyzenin yeğeniymiş. Hep birlikte eve 
döndüler. Aydan, onlara çay hazırlayıp, kendi odasına gitti. Hasiyet 
teyze yeğenini uğurladıktan sonra yazı işleriyle meşgul olan 
Aydan’ın odasına girdi. 
– Bu hangi yeğeniniz, teyze, – diye sordu Aydan. 
– Kız kardeşimin oğlu Halmat, iki defa evlenip boşanmıştır. – 
Size ben bakacağım evinizi bana kayıt yaptırın, – diyor. Ne 
diyeceğimi de bilmiyorum, dedi Hasiyet teyze. Aydan bu 
söylenenleri duyunca endişeyle düşünceye daldı.
*** 
Aradan üç gün geçer geçmez Halmat elinde büyük poşetle içeri 
girdi. Aydan onun garip bakışlarından çok kaygılanıyordu. Ziba’nın 
evine gideyim derse çok geç olmuştu. Halmat’ın göstermekte olduğu 
iltifat gittikçe onu sinirlendiriyordu. Teyzesi ve Aydan’a rahat sohbet 
etmelerini söyleyip Halmat’ın kendisi masa hazırladı. Bir bardak çay 
içtikten sonra Aydan kendi odasına gitmek isterken, Halmat 
bırakmadı. 
– Teşekkür ederim size, teyzeme kızı gibi davranıyorsunuz, 
bundan dolayı biz de çok rahatız, – dedi. 
– Eğer tüm yeğenler size benziyorsa, vay o teyzelerin haline – 
dedi hayretle.
Halmat’ın rengi değişti. Yaşlı kadın mahçup olduğundan dolayı 
ne yapacağını şaşırmıştı. Biraz sonra Aydan yine şunları ekledi:
– Size benzer yeğenler bir yıldır haber almaya almaya nedense 
sonradan aniden hatırlayıp ziyarete geliyorlarmış, değil mi? – dedi 
Aydan.
Bunları duyunca Halmat sustu kaldı. O, artık ne diyeceğini de, ne 
yapacağını da bilmiyordu. Aydan, onu gizlice izlemeye başladı. 
Halmat, zevkle giyinmiş, sanki damatlar gibi süslenmişti. Ve nihayet: 


178 
– Hayır, ben çalışmalarımla ilgili geziye çıkmıştım, – dedi kendini 
mazur göstermek için.
Aydan bastırmaya devam etti: 
– Bir senelik mi geziye çıktınız?
Halmat’tan ses çıkmayınca Aydan:
– Teyze çay içer misiniz?” –diye suskunluğu bozdu. Hasiyet 
teyze:
– Hayır, şimdi ben namaza kalkayım, – diye yavaşça kendi 
odasına gitti. İçindeki endişe Aydan’ı rahat bırakmıyordu. O yüzden 
oradan kalkıp gitmek istiyordu. Halmat da kolay pes edecek biri 
değildi. O, çok görmüş geçirmiş kurt, hedefe nasıl ermesi gerektiğini 
çok iyi biliyordu. 
– Zannediyorum ki, siz bana kızmayacaksınız. Anlaşılan siz 
yüksek eğitim görmüş, kültürlü birisiniz. Bence önemli bir yerde 
çalışıyorsunuz. Şimdi belli bir görüşmeniz veya eğlenceniz var 
galiba, – diyerek onun elbiselerini işaret etti Aydan ve hemen, – 
Benim kocam da telefon açıp akşam üzere işten çıkıp gelecekmiş, 
görüşelim diyor, – dedi.
– Barışacak mısınız? – diye sordu Halmat. Aydan “Şimdi evet 
desem de inanmaz”, diye düşünerek:
– Hayır, artık barışmak istemiyorum, – dedi Aydan 
gülümseyerek. Gelsin bakalım ne diyecekmiş, – diyerek sofrayı 
toparlamaya başladı. Şu anda onun kafasını “Teyzesi ona benimle 
ilgili çok şeyleri söylemiş galiba. Yoksa daha önce geldiğinde poşet 
değil, elinde iki tane ekmek bile yoktu” düşüncesi meşgul etmişti.
Halmat da yerinden kalkıp ona yardımcı olmaya çalışırken Aydan 
ne kadar “Hayır, kendim toparlarım” dese de o yine de ısrar ediyordu. 
Onun böyle davranmasından çok korkuyordu, üstelik bakışları da çok 
tuhaftı. Halmat, Aydan’a dokunarak geçince tüm söylediklerinin 
boşuna olduğunu anladı. Eğer şimdi o gideceğim derse, engel olacağı 


179 
belliydi. Başka bir hile bulmak lazımdı, buzdolabının kapısını açıp 
içindeki Halmat' ın getirdiği şeyleri masanın üzerine koymaya 
başladı. Omuzuna havluyu atıp yıkanmış tabak, bardakları silmekte 
olan Halmat dönüp bakarken memnun olup: 
– Aydan’ hanım hadi biraz rakı içelim, – dedi. Bu sözü duyar 
duymaz Aydan’ın boğazına bir şey tıkanmış gibi oldu. O, hemen 
“Sakin ol Aydan, yoksa tüm planı bozacaksın”, diye toparlanmaya 
çalışarak: 
– Sizinle başka bir zaman oturup dertleşmek lazımmış. Şimdi 
kocam gelirse zor yaşamaktaymışsın diye söylemesin. Sizin 
sayenizde kendimi zengin biri olarak göstermek istiyorum, – dedi. 
– Geç oldu ya, şimdi gelmez herhâlde, – dedi Halmat.
– Hayır, o mutlaka gelecek, ben biliyorum ya onun nasıl biri 
olduğunu, – diye saate baktı. – İşte şimdi o işten çıkmıştır, geldikten 
sonra kapıyı her türlü açıp içeri girecek, – dedi Aydan telaşla. 
Halmat, bunlara inanmış gibiydi.
– Evet sizin gibi hanımı olduktan sonra girecek tabii, – dedi elini 
birbirine sürterek. – O zaman ben biraz sokağa çıkıp oturacağım, – 
dedi Halmat. 
– Daha iyisi yarın gelin de güzel bir pilav hazırlayın, ben de erken 
geleceğim güzelce eğleniriz, – dedi Aydan. 
Sonuçta başka imkân bulamayan Halmat zor bir şekilde yerinden 
kalkıp teyzesinin kapısına vurarak gidip ayakabısını giydi. Yaşlı 
kadın derhâl dışarı çıktı: 
– Evet yavrum gidiyor musun? – dedi. 
– Evet teyze, her şey yolunda. Yarın görüşürüz, – diyen Halmat 
önce teysesine sonra Aydan’a, bakıp gülümsedi.
– Tamam, yavrum yarın görüşmek üzere, – diyerek odasına girdi. 
Halmat kapıdan çıkarken:
– Yine kocanızın sözlerine kanmayın, – dedi. 


180 
Aydan o zaman “Keşke kocam hadi gidelim demeye gelseydi, 
memnuniyetle giderdim” diye düşündü.
O, sokağa çıkınca hemen kapıyı kapattı ve anahtarı eline alıp, 
omuzundan dağ kalkmış gibi kapıya dayanıp kaldı. Aniden gözlerine 
yaş geldi. Yaşlı kadın odasından çıkıp Aydan’ı böyle fena bir 
durumda olduğunu anlayınca: 
– Evet, ne oldu kızım? – diye sordu. Aydan: “Dert oldu, bela 
oldu. Yeğeninle birlikte mahvol”, demek isterdi, ama onun çok yaşlı 
olduğundan dolayı bir şey demeden elinde anahtarıyla kendi odasına 
geçti. Yavaş yavaş eşyalarını toparlamaya başladı. Çocuklarının 
eşyalarını da çantalarına yerleştirip, yatağa uzandı, ama hiç 
uyuyamadı. Aydan, sabah erken yaşlı kadın namaza kalkmadan önce 
uyandı. Çay da içmek istemedi, tek amacı – hemen buradan 
ayrılmaktı. 
Dışarı karanlıktı. İçindeki korku onu rahat bırakmıyordu. Halmat 
her an gelebilir diye çok merak ediyordu. Biraz sonra Hasiyet teyze 
dışarı çıkarken kapı önündeki çantaları görüp çok şaşırdı.
– Beni bırakıp gitmek mi istiyorsun? Hani bana söz vermiştin hep 
yanınızda olacağım diye, – dedi ağlayacak gibi olup. Aydan, yaşlı 
kadının yanına yaklaşıp şöyle dedi: 
– Teyzeciğim, sözü ben değil, siz bozdunuz. Ben size koca 
sormamıştım. Ama siz yeğeninizi çağırıp beni rahatsız ettiniz 
anlaşılan. 
– Gözünü seveyim yavrum, öyle değil. Onun kendisi beni rahat 
bırakmadı, – dedi yaşlı kadın. 
– Şimdi gitmeliyim, başka çarem yok, – dedi ağlayıp yalvaran 
yaşlı kadına bakmadan çantalarını sürükleyip sokağa çıktı. Dışarı 
karanlık olduğu için araba bulmak kolay olmadı. Yirmi dakika sonra 
bir araba durdu. Şoför götüreceğini söyleyip eşyaları kendisi arabaya 
attı. Araba belli bir zaman sonra Ziba’nın kapısının önünde durdu...


181 
O, Ziba’ya olayı tek tek anlattı. Kiraya ev bulana kadar onda 
kalacağını söyledi. İki gün sonra ev bulundu. Biraz eski olsa da kimse 
oturmuyormuş, bu, Aydan için daha uygundu. Yaklaşık kırk 
yaşlarında bulunan ev sahibi her ayın sonunda kira parasını alacağını 
söyledi. Aydan hemen o eve taşındı. 
“İki kişinin bildiği sır, sır değildir.”, dedikleri gibi iş yerinde 
kocasıyla yaşamadığını yavaş yavaş herkes öğrenir.
Yaz sonunda Aydan köye gidip anne babasını ziyaret etti. Kızının 
moralinin yerinde olmadığını anlayan Riskiye Hanım sofra başında 
yavaşça sordu.
– Yavrum, neler oluyor? Söylentiler doğru mu acaba?
– Ne söylentisi anne? – dedi Aydan annesine bakarak. 
– Annenden gizleme kızım. Gerçeği söyle, – dedi Riskiye. 
– Ne olduysa oldu anne. Kocamla biraz kavga yaptık. İnşaallah 
ileride hepsi iyi olacak, şimdilik babama söyleme bunları lütfen, – 
dedi Aydan.
Aydan yaklaşık on gün kadar köyde anne babasının bağrında 
bulunup, çocuklarıyla birlikte dağ kenarlarındaki yaylalara çıkıp 
dinlendi. Oğlunun yaptığı resimlere bakıp oyalandı.
Tatil bitince Aydan çocuklarıyla tekrar şehre döndü. Taksi, yeni 
kiralanan evin önünde durdu. Buna şaşıran Azimcan annesine niçin 
başka bir eve taşındıklarını sordu. Aydan, oğlunu sakinleştirmek için 
o eve Hasiyet teyzenin çocuklarının geldiğini, sonuçta oradan 
taşınmak zorunda kaldıklarını söyledi.
*** 
Aydan, iş yerinde sabah toplantısından sonra kendi odasına doğru 
yol aldı. Koridorda gözlük takmış tanış birisine rastlayıp hemen 
kenara çekildi ve ona belli etmeden ardından izlemeye başladı. O, 
acele reanimasyon bölümüne doğru yürümekteydi. O adam Hasiyet 
teyzenin yeğeni Halmat’dı. O, hemşire Ziba’ya Halmat’ın ardından 


182 
gidip kime geldiğini öğrenmesini, eğer Aydan’ı sorarsa kocasıyla 
barışıp birlikte yaşıyorlar diye söylemesini tembih etti.
*** 
Aydan’lara yan komşu olarak yaşlı Rus karı koca oturuyordu. 
Aydan, bazen kendisi, bazen çocuklarıyla yemek gönderiyordu. Oğlu 
çoğu zaman geri dönüp, “Kapıyı kimse açmadı”, diye balkon 
tarafından demir ızgaraya vurduğu zaman duyup hemen açıyorlardı. 
Pazar günleri iki komşu kadın balkonda uzun uzun sohbet edip hâl 
hatır sordukları da oluyordu.
Dün gece yarısı yaşlı hanım rahatsız olup, balkondan Aydan’ların 
ızgarasına vurdu. O, uyanıp, derhâl onlara gitti. Hasta kocasına ilaç 
verdi, iğne yaptı. Eve dönünce hiç uyuyamadı. Zavallı yaşlı karı 
kocanın iki oğlu ve bir kızı vardı, ama onların anne babasını ziyarete 
geldiğini hiç görmemişti.
Gümüş, bu sene Taşkent Devlet Tıp Enstitüsü sınavlarına 
hazırlanmak üzere gereken kitapları toplayıp abisiyle birlikte köye 
gitti.
Yalnız kalan Aydan, olup bitenleri tek tek tahlil yapıyordu. Evden 
çıktıklarına iki sene geçmişse de hâlâ kocasından haber yoktu. Ne 
yapsın kendisi mi geri dönsün? Bir ara kayınbiraderi Sabit geri 
dönmelerini isteyip yalvarmışsa da hayır demişti? Şimdi nasıl 
dönecek, gururu buna izin verir mi? Hayır.
Aydan sabah kira parasını yaşlı komşu adama bırakıp, ev sahibi 
gelirse, vermesini söyleyip işe gitti. Aydan sokağa çıkarken ev 
sahibiyle karşılaştı ve onunla görüştükten sonra parayı şimdi 
komşuya bıraktığını söyledi. Delikanlı da Aydan’a merak 
etmemesini, komşudan şimdi kendisi alacağını söyleyip vedalaştı.
Aydan ertesi gün hastanede ona rastlamıştı, o yedi yaşındaki 
çocuğunu muayeneye getirmişti. Aydan onlara tüm muayene ve 
gereken tahlil işlemlerine yardımcı oldu.


183 
– Kardeşim, komşudan paranızı aldınız mı? – diye sorarken:
– Hayır abla, bu ay vermeseniz de olur, – dedi Cihangir. Aydan 
merakla:
– Niye? – diye sorar.
– Muayene ve diğer prosüdür işlemlerine çok yardımcı oldunuz, 
– diye cevap verdi.
– Bu benim doktorluk görevim, bunun için devlet bana para 
ödüyor, – dedi Aydan resmi bir üslupla.
– Peki, o zaman çocuklarınıza bırakırsanız bir ara alırım, – dedi 
delikanlı.
– Çocuklarım şimdi köydeler, evde benden başka kimse yok, – 
dedi Aydan. Cihangir boş zamanı olunca gidip alacağını söyleyip, 
vedalaştı.
O gün hemşire kızın doğum günüydü. Aydan’ı da işten sonra 
lokantaya davet etmişlerdi. Orada meslek arkadaşları doğum günü 
sahibini kutlarlarken ister istemez ona da şampanya şarabı sundular. 
O daha önce bu şeyi hiç denemediği için galiba kafası biraz dönmüş 
gibi oldu.
Aydan eve gelince soyunmadan hemen yatağa uzanıp uyudu 
kaldı. Çok geçmeden rüyasında mı veya gerçekten mi fark edemediği 
bir hâlde yüzüne vurulan sıcak nefesten uyandı. Şöyle bir bakınca 
yanında birisinin yattığını görerek bağırdı. Koridordaki ışığın 
güçsüzlüğünden dolayı onun kim olduğunu anlayamadı. Yataktan 
fırlayıp tüm gücüyle koridora doğru koştu. Kapıyı açıp sokağa 
çıkmak istedi, ama kapı kapalıydı. Sonra balkona doğru koştu, 
mutfağa vardığında, ardından gelen delikanlı onu kucaklamak istedi. 
Aydan onun elinden çıkıp, mutfak ışığını yaktı. O, ev sahibi 
Cihangir’di. Aydan, içinde “Ya Rabbim, sana ne gibi fenalık 
yapmıştım acaba?”, – diye çok kızmış hâlde Cihangir’e baktı ve: 
– Evet, bu ne iş Cihangir? – dedi. 


184 
Delikanlı acele etmeden masaya geçti:
– Ne iş olduğunu anladınız ya, niye bir daha soruyorsunuz? – dedi. 
– Sence ben öyle bir orospuya benziyor muyum? – dedi Aydan. 
Cihangir biraz sakin olup:
– Siz ne derseniz deyin, ama ben gerçekten size âşık oldum. İşte 
bu evi sizin adınıza kayıt yaptırırız, – dedi.
Aydan buna çok şaşırarak:
– Sonra ne olacak?, – diye sordu.
– Sonra mı, ben sizi nikâhıma alacağım, – diye cevap verdi 
delikanlı. Aydan, konuşmanın boşuna olduğunu anlar: delikanlı 
utanmadan her şeyi söylemekteydi. 
– Tamam, bunun için bana zaman lazım, şöyle bir düşüneyim, –
dedi Aydan. Delikanlı başını sallayarak güldü. Aydan onun bu 
hareketinden biraz işkillendi. “Mutlaka yaşlı komşu adamı 
uyandırmam lazım”, diye düşündü.
– Niyetin ciddiyse, hadi gel rahat konuşalım, – diye delikanlıyı 
konuk odasına davet etti Aydan. Cihangir içeriye girip oturunca 
Aydan, şimdi çay hazırlayacağını söyleyip, mutfağa geçti. 
Çaydanlığı bırakıp hemen balkona çıkarak, orada bulunan çubukla 
komşunun ızgarasına vurmaya başladı. Ona duyan yaşlı adam 
uyanmış gibi oldu. Takırdayan sesi duyan Cihangir hemen mutfağa 
koştu. Aydan’a “Ne oldu?” dedi. Aydan, tir tir titriyordu. Delikanlı 
onu elinden tutup kendine çekti. Aydan engel olmak istedi, ama bu 
genç bileklere onun gücünün yetmesi çok zordu.
– Bırak, annen yaşında kadınım, namert, – diyerek tüm sesiyle – 
İmdat! – diye bağırdı. Cihangir çok kızdı, Aydan’ın saçından çekip 
bağırıp çağırmasına rağmen odaya sürükledi.
Kapı çaldı. Aydan yine bağırdı, delikanlı biraz şaşırmış gibi 
olunca tekme atıp kaçtı ve kapının ardındaki komşu adama “Polisi 
çağırın lütfen”, diye bağırdı. Cihangir, Aydan’a yetişip elinden tuttu. 


185 
Tam o sırada komşu adam kapıyı baltayla kırarak açtı. Ümidini kesen 
Cihangir Aydan’ı bırakıp üstüne başına çeki düzen verip sokağa 
doğru koştu. Yaşlı komşu bastonuyla ona bir iki sert vurmayı başardı.
Yaşlı komşular Aydan’ı kendi evlerine götürdüler. O, ağlayarak: 
“Ya Allah’ım, böyle olmaktansa, benim gibi mutsuz birini dünyaya 
getirmemiş olsaydın daha iyi değil miydi? Ya rabbim, böyle rezil 
olmaktansa, benim canımı al, razıyım” diye yalvardı.
Aydan’ın söylediklerini duyan yaşlı kadın “Üzülme, işte sen 
güzelsin, o yüzden adamlar seni rahat bırakmıyorlar. Böyle tek 
yaşamaktansa, birisini bulup evlen kızım. Sen hâla gençsin”, – diye 
nasihat etti. Bu söylenenlere karşı o şimdi «Başıma ne gelirse artık 
alın yazımdan bilirim”, diye ertesi gün hemen kendi evine, kocasının 
yanına dönmek istedi.
*** 
Aydan sabah erken kalkıp, iş yerine telefon açarak rahatsız 
olduğunu, işe gelemeyeceğini söyledi. Tüm eşyalarını toplayıp dört 
çantaya yerleştirdi ve taksi çağırarak, hiç düşünmeden doğru kendi 
evine gitti.
Evine ulaşan Aydan kapı zilini çaldı. İçeriden güzelce giyinmiş 
bir erkek çıkıp, bu evi altı ay önce satın aldıklarını söyledi. Aydan 
kocasının adresini sordu, erkek bilemeyeceğini söyleyip tekrar içeri 
girdi. Çaresiz kalan Aydan, komşusu Şerafet Hanımın kapısını çaldı. 
Aydan’ı gören hanım evden hemen çıkıp onunla akrabalar gibi 
kucaklaşıp görüştü. Eve davet edip çocuklarını, akrabalarının 
durumunu tek tek sordu. Hanımın söylediğine göre Aydan gittikten 
sonra kayınvalide hastalanıp yatağa çivilenir. Sonra köydeki oğlu 
kendi evine götürünce Sıddık’ın hanımı hiç rahat bırakmadan evi 
sattırmış, yerine büyük bir siyah araba satın alarak başka bir yere göç 
etmişler. Çaresiz kalan Aydan, eşyalarını yine Ziba’nın evine 
bırakarak izin için dilekçe yazıp, köyüne gitti.


186 
*** 
– Babasının evine gelen Aydan’ın morali hiç iyi değildi. 
Annesiyle görüşürken hemen gözleri yaşlanmıştı. İyi ki babası evde 
yokmuş, İslam’la ava çıkmışlar. Gümüş, annesine koyu çay hazırladı. 
Ardından bir leğende kokusu her yeri kaplayan yeni yapılmış ekmek, 
kaymak, bahçede pişmiş üzüm kesip getirdi. Onlar yemeye başlarken 
hemen o sırada kapıdan İslam’ın sesi duyuldu. Annesini görünce çok 
sevinen oğlu koşarak annesine sarıldı.
Öğle yemeğini yedikten sonra Reis: 
– Çok zayıflamışsın yavrum, bir şey mi oldu? – dedi.
– Hayır, iyiyim baba, – dedi Aydan.
– Durumu halletiniz mi? Ne zamana kadar kirada oturacaksın? – 
dedi babası kızarak.
– Bilmiyorum baba, – dedi Aydan başını eğerek.
Bunu duyunca dayanamayan Riskiye yerinden kalkıp:
– Sen nasıl bir insansın, bu kadar da saf olur mu insan? Sana 
bakan kimse çok kültürlü, yüksek eğitim görmüş biri zanneder. 
Aslında ev senin, kirada sen değil o yaşaması lazım ya. Boşuna 
atalarımız “Âlim olmak kolay, adam olmak zor” dememişler. Baban 
gibi kendi hakkını talep edemiyorsun ya, – dedi Riskiye çok 
sıkıldığından dolayı oradan oraya yürüyerek.
– Anneciğim, ben ne yapabilirim ki, sorduğum zaman evi satmış 
olduklarını, ama bize de iyi bir ev satın alacaklarını söylediler. 
Çocuklara da giyecekler bırakıp gittiler. Bu kadar sinirlenmeye ne 
lüzum var, – dedi Aydan anne babasını yatıştırmak için.
– O zaman çok fazla üzerine gitme! Size ev alırız diyorlarsa 
tamam. Çocuklarına yardımcı oluyorsa kavga yapmaya lüzum yok, – 
dedi Reis sofra başında dua edip kalkarken.
*** 


187 
Aydan gece yatmadan önce annesine erken kalkıp pınar başına 
ziyarete gideceğini, eğer uyuya kalırsa kaldırmasını söyledi. Ama 
uzun zamana kadar düşünceye dalıp uyuyamadı. Gerçi şimdi yaz olsa 
da köyde geceleri hava serin olur, üzerine bir şey almazsa insan 
üşürdü. Aydan erken kalkıp ekmek pişirmekte olan annesine: 
– Bana ninemin ibriğini ver, su da getiririm, – dedi. 
O zaman annesi: 
– Evliya dedeye gittiğin zaman Allah’tan hayatının iyi olmasını 
iste, ben de her defa ziyaret edince çok hafiflerim, – dedi. Ben de 
gitmek isterdim ama babanı işe uğurlamam lazım, – dedi annesi.
Aydan, sabah erken pınara gelirken rahmetli ninesini hatırlamıştı. 
Pınara dertlerini söyleyip ağladı ve böylece hafifleyerek vefat 
edenlerin ruhuna Kuran tilavet etti. Temiz hava, hafif esen rüzgâr 
insana rahatlık veriyordu. Aydan, pınarın etrafını temizlemek 
istiyordu, ama birisinin ondan daha erken gelip süpürmüş, su serpmiş 
olduğunu fark etti. “Şehirden gelen herhangi bir hanım çocuk 
dileğinde bulunmuştur herhâlde”, diye düşündü. 
İbriğe su alarak etrafı gözetleyip, yavaşça yola çıktı. Irmağa 
yaklaştı. Kulağına hoş bir ses duyuldu. Yerinde durup ırmağın 
fokurdayan sesine eşlik eden ninninin büyüsüne mest olup dinlemeye 
başladı. İçi biraz rahatlamış gibi çok zaman önce ninesinin söylediği 
ninniyi hatırlayıp ırmağa doğru yol aldı. Irmak kenarındaki ağaçlar 
arasında bir kadın ninni söyleyip odun topluyordu. Aydan, ona yine 
de yaklaşarak biraz izlemeye başladı. Onun, Zemire hala olduğunu 
anlayınca selam verdi. Zemire hala başını kaldırıp onu görünce 
hemen elindeki odunları bırakıp sanki çok yakın birisini görmüş gibi 
ona doğru koştu. Aydan, “Zavallı hanım gerçekten kafayı üşütmüş, 
beni birisine benzetti”, diye düşündü. Zemire hala “yavrum”, diye 
onun yanaklarından öptü. Sonra onlar hemen yanlarında bulunan 
kütük üzerine oturdular. Zemire halanın morali daha da iyi oldu.


188 
Selam kelamdan sonra Zemire hala baş örtüsünün ucuyla 
yanaklarını silerken: “biliyordum aslında” dedi. Aydan, onun niye 
böyle dediğini anlamayarak şaşırdı. Zemire Hanım Aydan’dan 
gözünü alamadı. O zaman Aydan çok önceden yengesinin 
söylediklerini hatırladı.
– Hala beni hatırladınız mı? – diye sordu Aydan.
– Yavrum seni köyde tanımayan kimse var mı? Reisimizin 
kızısın, – dedi.
Aydan “Ya Rabbim, demin yanılarak kadıncağızı deliye 
çıkartmama az kalmıştı”, diye düşündü.
– Niye bu kadar erken geldiniz? Pınar civarlarını siz mi 
süpürdünüz? – diye sordu Aydan.
– Evet yavrum. Ben her gün Evliya Dede civarlarını süpürüp 
Allah’tan af dilerim, – dedi hanım.
Aydan, “Allah’a şükür, sapa sağlammış”, diye düşünerek:
– Hala Evliya Dedeyi ziyaret ederken Allah’tan af dilemek mi 
lazım? – diye sorunca:
– Yavrum, sen niye af dileyecekmişsin, ben kendim için 
söylüyorum, – dedi hanım.
– Halacığım, ya siz niçin af dileyeceksiniz? – diye sordu merak 
ederek Aydan. Hanım yine baş örtüsüyle gözyaşlarını silerek:
– Dert defterimi açarsam, senin çok zamanını alırım. Ben 
yanılmış bir kulum, – dedi Zemire hala. Aydan hemen: 
– Yanılmayan insan var mı acaba bu dünyada. Halacığım, hadi 
söyleyin, zamanım çok, – dedi Aydan. 
– Bu olay çok zaman önce, yani ben gençken olmuştu. Komşu 
köyde annemin büyük ablası – halam yalnız yaşıyordu. Ben onu sık 
sık ziyaret ediyordum. Bazen onun evinde birkaç gün kalıyordum. 
Halamın evinden iki ev ötede oturan köy camisi hocasının tek oğlu 
bana âşık olmuştu. Yadgar’ın annesi gençken vefat etmişti. Biz hiç 


189 
ayrılmamaya söz vermiştik. Artık birbirimizi görmezsek 
duramıyorduk. Yaşım on altıya ulaştığında Yadgar’ı aniden askere 
çağırmışlardı.
O gece ben halamın uyuduğundan istifade ederek Yadgar’la 
vedalaşmaya çıkmıştım. Biz bağ arasından geçerken dereye 
yaklaştığımızı da fark etmemiştik.
O sene çok yağmur yağıp, dere kudurmuştu. Dere sanki adamı 
yutacak gibi şiddetle akıyordu. O zaman hava bozulup yağmur 
damlamaya başladı. Biz hemen geri döndük. Yadgar’ın evine 
vardığımızda üzerimiz çok ıslak olmuşsa da, birbirimizden ayrılmak 
istemiyorduk. O zaman Yadgar, babasının komşu köye gittiğini ve 
aynı gece eve gelmeyeceğini söyleyip, beni eve davet etti. Ben hayır 
diyemedim. Yadgar ayrı bir odadan giysilerini değiştirip çıktıktan 
sonra dolaptan çarşaf bulup bana uzattı ve: 
– Rahmetli annemin hiçbir gömleği kalmamış. Böylece üşürsün. 
Giysilerin kuruyana kadar biraz örtün, – diye çamaşırı bana uzatıp 
kendisi dışarı çıktı. Ben de giysilerimi çıkartıp çarşafla örtündüm. 
Ama yine de üşüdüğümden dolayı tir tir titriyordum. Biraz sonra 
Yadgar içeri girdi. Benim titremekte olduğumu görüp üzerime 
yorgan attı ve kendisi uzun süre baka kaldı... Sonra neler olduğunu 
hatırlamıyorum.
Kapı açıldığı zaman biz ikimiz aniden uyanmıştık. Karşımızda 
Yadgar’ın babası duruyordu. Biz yorganın altında yatıyorduk. Berat 
hoca “Evet, namahremler”, diye çok kızarak kapıyı hızla kapatıp çıktı 
gitti. Ne yapacağını bilmeyen Yadgar çabuk giysilerini giyip 
babasının ardından dışarı çıktı. Biraz sonra tekrar içeri girdi ve babası 
ikimizi nikâhlayacağını söyledi. Ben şaşırmıştım, sonra biraz 
düşünüp başka yapacağım şey olmadığını anlayıp razı oldum.
Biz ikimiz babasının huzuruna çıktık. Hâlâ daha kızgın bir hâlde 
bulunan babası bize bakıp:


190 
– Hiç olmazsa Allah’ın yanında yüzüm kara çıkmasın, – diye bize 
nikâh kıydı. Yadgar, askere gitmeden önce görücü göndereceğini 
söyledi. Böylece ben kendi evime döndüm. 
Yadgar’ların köyü yassı bir bölgede yerleşmişti. Aradan üç gün 
geçince durmadan yağan yağmur dolayısıyla çok kocaman dağdan 
gelen dolu köyün tam yarısını götürdüğü hakkında haberler gelmeye 
başladı. Bunları duyunca cansız bedene dönüşmüştüm.
İnsan, hayatında her şeye alışırmış. Günler geçtikçe karnım 
şişmeye başladığını fark etmiştim. Böyle olacağını asla 
beklememiştim. Artık ne yapacağımı da bilmiyordum. Annem her 
gün “Niye bu kadar dolgunlaşıyorsun?”, – diye benimle hep kavga 
yapıyordu. “Adamlar ne diyecek şimdi”, – diye ardımdan 
kovalıyordu. Damdan da atladım, kendimi asmak da istedim. 
Sonunda annemin bir köşesi yanan büyük baş örtüsüyle karnımı çok 
sert sarıp bağladım. Böylece karnımın şiştiği o kadar belli 
olmuyordu. Ben çocuk düşer herhâlde diye düşünüp biraz rahatlamış 
gibi olmuştum. Evdekiler artık bana her çeşit lakap koymaya 
başlamışlardı. Ben hepsine sabrediyordum. 
Böyle günlerin birinde karnım sabahtan akşama kadar ağrımıştı. 
Düşük mü olacaktı yoksa çocuğun doğumu mu yaklaşmıştı, hiç 
anlamıyordum. Çocuk doğurmayı hiç düşünmüyordum. Ancak 
ailemizin şerefi ne olacak, köy ehli ne diyecek diye merak 
ediyordum. Gece olunca daha güçlü ağrı hissetmeye başlamıştım. 
Eve geldim ve kovayı bırakıp, ağrının gittikçe arttığından dolayı 
avlumuzdaki bağın içine doğru koştum. 
Sonuçta bağın kenarındaki elma ağacının altına karnımdaki baş 
örtüyü çıkartıp yere sardım. Aklımda hep kimse görmesin düşüncesi 
vardı. Karnım boşalınca aceleyle yerimden kalktım. Baş örtüsüne 
çocuğu sarıp dalların arasından geçtim ve pınarbaşına geldim. 
Çocuğu oraya bırakmak istiyordum, ama biraz düşündükten sonra bir 
kenara koyup üzerini dallarla örttüm. Böylece acelece eve döndüm.


191 
Ertesi sabah göğsüme süt gelince ırmak kenarına doğru koştum, 
ama çocuk yerinde yoktu. Her yeri tek tek aradım, bulamadım – diye 
hüngür hüngür ağladı. O zamandan beri her sabah Evliya dedeyi 
ziyaret edip Allah’tan af dileyip, her yeri süpürüp temizlerim, – diye 
ağladı.
Zemire halanın söylediklerine Aydan’ın bedeni titremişti, şimdi o 
bir yönden Zemire halaya acıyorsa, diğer taraftan kaybolan bebeğe 
acı duyuyordu. Bu olay çok zaman önce ninesinin söylediği 
masallara benziyordu. Onlar eve kadar birlikte konuşarak gitmişlerdi. 
Aydan, halanın topladığı odunları götürmesine yardımcı olmuştu. 
Dış kapıdan içeri girerken Oğulay yengenin sesi duyuldu:
– Geldin mi asalak, seni o çocuğun götürmezse, tüm ömür benim 
başıma bitmiş bela olacaksın, – dedi ah ederek. Bu sözleri duyunca 
mahçup olan Zemire hala Aydan’la acele vedalaşıp dış kapıyı kapattı. 
İçerdeki o ses daha yükseliyordu. Aydan’ın yüreği daha çok 
sıkılmaya başladı. “Niçin hayat bu kadar zormuş ya?”, diye 
düşünerek, su dolu ibrikle eve geldiği zaman, oğlu babasıyla ata binip 
tarlaya gitmekteydiler.
Ata binen İslam annesini görünce atın dizginini tutup: 
– İşte o yüksek dağı görüyor musun? Oraya tırmanıp mumya 
getireceğim, – dedi.
– Afferim yavrum, ama dikkatlı ol, – dedi annesi memnun olup.
Torununun, yanında gezdiğine en çok sevinen dedesiydi. 
Torununu o kadar çok seviyordu ki her gün nereye giderse onu da 
kendisiyle birlikte götürüyordu.
Onları uğurlayarak Aydan eve girdi. Annesiyle kızı da Aydan’ı 
bekliyorlarmış. Üçü de oturup sohbet ederek çay içti. Ertesi gün 
Gümüş’ün sınavı için, anne ve çocukları şehre gitmeye hazırlandılar.
*** 


192 
Onlar, doğrudan Ziba’nın evine döndüler. Aydan, yol boyunca 
oğluna söylemek istiyordu ama uygun fırsat olmayınca ancak oraya 
geldikten sonra “Cihangir evi tamir ettirecekmiş”, dedi. İslam bu defa 
horlanmış gibi üzülerek: 
– Dedeme doğrusunu söylemek lazımdı, ne zamana kadar böyle 
oradan buraya taşınacağız? Aslında ninem doğru söylüyor, o ev 
bizim olmalıdır. 
– Ne yapalım, kendisinin vicdanı olmayınca gidip kavga mı 
yapmalıyım veya mahkemeye vermeliyim? – dedi Aydan. 
– Çoktan Mahkemeye vermek gerekti. Yardımcı oluyor diye iki 
senedir dedeme yalan söylüyorsun, – dedi İslam.
– Evet doğru yalancıyım, çünkü anne babamı kendi zahmetlerime 
ortak etmek istemiyorum. Bir gün olsa da daha fazla yaşamalarını 
istiyorum. İşte görürsün baban pişman olup bize döner, çünkü biz 
hâlâ daha kanuni karı kocayız, – dedi Aydan. 
– İki seneden beri haber alınamayan babamın nasıl bir adam 
olduğu belli, ne ninem, ne de bir amcam yardımcı oldu bize. Yine ne 
kadar bekleyeceğiz söyle anne, – dedi gözyaşlarını silerek İslam. 
– Ninen enfarktüs olup yerinden kalkamadan yatıyormuş, – dedi 
Aydan.
– Yeter anne, bıktım artık, hiçbir yere gitmeyeceğiz. Şimdi hemen 
hocamın evine gidip anahtarı getiririm ve doğruca oraya gideriz, – 
diye koşup gitti İslam.
*** 
Aynı ev Aydan’ın iş yerine biraz uzak olsa da, kolay imkânlara 
sahip güzel bir evdi. Sonbahar geçip kış adım atmıştı. Şimdiye kadar 
ev sahibi bir defa olsun gelmemişti. O yüzden Aydan çok merak 
ediyordu.
Yeni yıl bayramı arefesinde ağır ameliyattan başarılı çıkan 
çocuğun babası tüm personele teşekkür etti, bayram bayram gibi 


193 
geçti. Yeni yıl bayramı Aydan için çıft kıvanç getirmişti. O “Sağlam 
Evlat İçin” ödülüyle takdir edilmişti.
*** 
Bayramdan sonra Aydan Semerkant’ta yapılacak uluslararası 
konferansa gitti. Orada konuşma yapıp, inceleme ve görüşlerini 
slaytlardaki resimler sayesinde daha net anlatıyordu. Salonda oturan 
üç yüze yakın uzmanın arasında kız arkadaşı Mukaddes de onu 
dikkatle dinliyordu. Konuşma bitince sorular “yağmaya” başladı. Her 
soruya Aydan güvenle cevap veriyordu. Arkadaşının güzel sunum 
yapmasına çok sevinen Mukaddes, o yerine geçince yanına gelip 
kutladı. Mukaddes arkadaşının kulağına yavaşça:
– Konferanstan sonra bize gideriz, – dedi ve dönüp kendi yerine 
oturdu.
*** 
Mukaddes’lerin evine gelen Aydan’ın bu beklenmeyen 
görüşmeden sevinci sınırsızdı. Arkadaşının evi çok rahattı, 
kayınvalide ve kayınpederiyle birlikte yaşıyormuş. Kayınpederi 
bahçıvanmış, evin bahçesinde çok sayıda meyve ve üzüm 
yetiştiriyormuş. Mukaddes’in üç erkek çocuğu varmış, büyüğü koleji 
bitirmiş. Kocasını iş yerinden bir sene önce Taşkent’e göndermişler.
– Kirada oturdukları evde tek başına çok zorluk çekiyordu. O 
yüzden Taşkent’ten vadeli bir ev satın aldık. Şimdi oraya göç etmeye 
hazırlanıyoruz, işimi de aktaracağım, – dedi Mukaddes.
– Böyle cennet gibi güzel avluyu bırakıp gidecek misiniz? – dedi 
Aydan. 
– Kayınvalidem ve kayınpederim buradan ayrılmak istemiyorlar. 
İki küçük oğlum da onlarla birlikte kalacak, – dedi Mukaddes. 
Arkadaşının bu sözü ilgisini çeken Aydan: 
– İki yıldan beri kirada oturup, vadeli ev almayı hiç 
düşünmemiştim, – dedi. 


194 
İki arkadaş uyumadan sabaha kadar sohbet etmişlerdi. Aydan 
kimseye söyleyemediği dert ve sırlarını arkadaşına anlatıp rahatlamış 
gibi oldu.
*** 
Taşkent’e dönen Aydan vadeli ev almak konusunu oğluna 
söyledi. Bu teklif oğlunun da hoşuna gitti ve o okulunu dıştan 
okumaya aktarıp, artık çalışıp para kazanacağını belirtti. Böylece 
onlar vadeli ev almak için lazım olan tüm belgeleri hazırlayıp yetkili 
idareye teslim etmeye gittiler. Belgeleri kabul eden kâtibe:
– Şimdi müdürümüze hitaben bir dilekçe yazacaksınız, – diye 
kağıt verdi. Aydan, kâtibin uzattığı kâğıdı alıp dilekçe yazmaya 
hazırlanırken aniden oğlu “ya şuna bak anne”, diye masa üzerinde 
bulunan dilekçe örneğini uzattı. Aydan, başta hiçbir şeyi anlamaz. 
Dilekçede belirtilen “Alibek Halmatov dikkatine” yazısını okuyunca 
önce buna inanamadı, sonra hayırlısı olsun bakalım diyerek, dilekçe 
yazıp bizzat müdüre girmek istedi. Kâtibe, içeri girmeye izin 
vermedi. O zaman onlar, Alibek’in çıkmasını beklediler. Müdür uzun 
zaman çıkmayınca kâtibe: 
– Kabul etmeyecekler, boşuna beklemeyin, söyleyecekleriniz 
varsa bana söyleyin, – dedi. 
Aydan, kâtibeye bir şey demedi ve “Alibek bize yardımcı olamaz 
belki”, diye kuşkuya da düştü.
Alibek, odasından çıktığı zaman saat sekizi geçmişti. Çıkmasıyla 
bekleyenler hemen etrafını sarmışlardı. Aydan’la İslambek de ister 
istemez yerlerinden kalkıp ona yaklaşmışlardı. İslam “Merhaba abi”, 
dedi yüksek sesle. Alibek onu görünce şaşırarak yanında bulunan 
yengesine selam verip yaklaştı. Alibek, çok büyümüş, değişmişti. 
İslam’la kucaklaştı. Buna dayanamayan Aydan’ın gözleri yaşardı. 


195 
– Yengeciğim iyi misiniz? – dedi heyecanlanan Alibek. Aydan 
boğazına bir şey tıkanmış gibi konuşamıyordu, ancak başını salladı. 
Alibek onları odasına götürüp, kâtibeye çay getirmesini söyledi.
– Sizleri çok aradım, çalıştığınız hastaneye de gittim, başka iş 
yerine aktarma yaptığınızı söylediler. Gümüş’ü de okulundan 
arattırıp bulamadım. 
Gözyaşlarını silip kendini toparlayan Aydan:
– Evdekiler, kayınvalidem iyi mi? Sıddık abiniz de iyi mi? – diye 
sordu. 
Alibek, pencereye doğru bakıp biraz düşündükten sonra derin bir 
nefes alarak şöyle dedi: 
– Yengeciğim, ne diyeceğimi de bilmiyorum? Abimin aptallığı 
dolayısıyla herkes acı çekti. Annem hastalanıp yatağa yattı kaldı. 
Hanımı kavga yapa yapa evi sattırdı. Kendi adına üç odalı ev, araba 
aldırıp göçtü gitti. 
Bunları duyup tahammül edemeyen İslam: 
– Abi, bunların hepsinde babamın kendisi suçlu. Sadece anneme 
değil, biz çocuklarına da iyi davranmıyordu, – diye kızgın bir hâlde 
pencere tarafına yürüdü. 
Uzun zaman konuşup hasret giderdikten sonra Alibek onlara 
verilecek evin parasını kendisinin ödeyeceğini söyledi. Aydan 
“Hayır” demesine rağmen, “Yenge, babamın çok zaman önce 
söylediğini hatırlıyor musunuz? Ben aslında size ev borçluyum. Bana 
yaptığınız iyilikleri, derslerime yardımcı olduklarınızı asla 
unutmam”, dedi Alibek. Ana oğul memnun olup eve döndüklerinde 
çoktan karanlık çökmüştü. Aydan, yatağa uzanırken uzun zaman 
kadar Alibek’in gençliği film şeridi gibi gözünün önünden tek tek 
geçmeye devam etti.

Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin