* Gülçehre Kudretillakızı



Yüklə 1,35 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə3/3
tarix30.11.2022
ölçüsü1,35 Mb.
#120233
1   2   3
Gülçehre Kudretillakızı-Kalp İncisi

*** 


 
 


197 
 
AŞK EBEDİDİR 
ydan sabah çocuklarını okula gönderdikten sonra şimdi 
dışarı çıkacağım derken, aniden telefon çaldı. O, ahizeyi 
alıp yabancı erkeğin sesinden biraz ürkmüş gibi oldu. 
Çünkü şimdiye kadar aynı telefona çocuklarından başka kimse 
telefon açmıyordu. Ev sahibiymiş.
Selamlaşmadan sonra “Eğer herhangi biri ev belgelerini sorarsa, 
işte bu telefon numarasını verin”, dedi. Aydan rakamı kaydetip 
vedalaştı. Ahizeyi koyup, biraz nefes aldı. Böylece Alibek dört ay 
sonra onlara üç odalı değil, dört odalı ev ayarladı.
Aydan çocuklarıyla birlikte yeni eve taşındı. Onun neşesine 
diyecek yoktu. O sene tatilde köye gitmedi. Topladığı paralarına 
evine yeni mobilya satın aldı. İslam ise köye gidip ninesiyle dedesini 
yeni aldıkları eve getirdi. Onlar da evi görüp çok sevindiler.
Aydan, anne babasının çok memnun olduklarını görüp, kendini 
gayet mutlu hissetti. Akşam yemeği anında Adil reis Sıddık hakkında 
sordu. Bu soruyu bekleyen Aydan kocasını fazla kötülemek istemedi, 
ama hanımı ve iki çocuğunu olduğunu söyledi. Aydan artık onunla 
asla yaşamak istemediğini belli etti. Çocuklarına ne olursa olsun 
babalarını kötülememelerini söyleyip bu konuya kesin nokta koydu.
Riskiye, kızına acıyarak biraz bakınıp durduktan sonra: 
– Sen hâla gençsin kızım, yalnız yaşamamalısın, – dedi.
Hanımının bu sözüne şaşıran reis ona biraz tuhaf baktı. 
– Anneciğim, orası alın yazım artık, benim için sizlerin sağ salim 
olmanız ve çocuklarımın kendi yolunu bulmasıdır. Başka bir şey 
istemem? –dedi Aydan. 
Aydan, günlerin nasıl çabuk geçtiğini anlamamıştı. Anne babası 
artık köye dönmek istiyorlardı. Aydan, büyüklerinin daha 



198 
kalmalarını istiyordu, ama babası şimdi havanın sıcak olduğunu, 
günler soğuk olunca tekrar geleceklerini söyledi. Böylece Aydan 
büyüklerini köye uğurladı.
Aydan’ın işi bitmek bilmiyordu, evin eksiklerini bitirmek için 
pazara, oradan işe koşturmaktan kendini alamıyordu. İş yerindekiler 
hep “Ne zaman bizi yeni evde konuk edeceksiniz?” diye şaka bile 
yapıyorlardı.
Sonbahar geldiğinde İslam’a askere çağrı kâğıdı geldi. Aydan 
bunu beklemiyordu o yüzden çok tedirgindi. Tam o günlerde anne 
babası gelmişti. Oğlu askeri bölüme gidip adete göre saçları tümüyle 
kesilmiş kel hâlde döndü. Aydan işten döndüğü zaman, İslam yatakta 
düşünceye dalmış bir hâlde yatıyordu. Oğlunu sonradan özleyeceğini 
düşünüp ağlamaya başladı. O zaman oğlu: 
– Anne, niçin ağlıyorsun, ben de arkadaşlarım gibi vatanî 
görevimi yapmam lazım. Zaman çok çabuk geçer. Gelecek hafta 
göndereceklermiş, – diyerek teselli etti.
Aydan, anne babası eve geldikleri için çok rahatlamıştı. Babasıyla 
konuşup, tatil günü hayır yapmak istedi. Böylece iş arkadaşlarını da 
eve davet etti. Ziba sabah erkenden gelip yardımcı oldu. İslam da 
arkadaşlarını eve çağırdı. Sonra annesine şöyle dedi:
– Anneciğim, hocamı da davet ettim, “zaman bulup mutlaka 
gelirim” dedi.
Aydan bunları duyunca “Hocasını ne kadar çok seviyor ya” diye 
şaşırdı. Tam o sırada Ziba:
– Aydan abla, erkekler için hangi odayı ayarlarız? – diye sordu.
– Konuk odasını ayarlarız, – dedi Aydan. Gümüş’le Ziba koştura 
koştura yardımcı oluyorlardı.
Akşam konukları uğurladıktan sonra iki komşu kadın geldi 
onlara. Aydan onları içeriye alıp sohbet ederken dışarıdan İslam’la 


199 
birisi içeri girdi. Mutfaktan çay taşıyan Gümüş ona selam verdi. 
Dedesi çıkıp konuğu karşıladı.
– Anne, anneciğim, – diye seslendi İslam.
Aydan yerinden kalkıp dışarı çıktı.
O, konuğu görünce hayretten dili tutulmuştu. Sanki kan basıncı 
artmış gibi kızarmıştı yüzü. O, işte öğrencilik döneminde ressamların 
sergisinde karşılaştığı uzun boylu delikanlıydı. İster istemez “Ya 
Allah”, dediğini kendisi de fark etmedi. O zaman oğlu annesine 
şaşkın vaziyette bakarak: 
– Tanışın, benim hocam Kabil abi, – dedi gülümseyerek. 
Aydan’ı görünce o da şaşırmıştı, kulaklarına kadar kızarmıştı ve 
hemen: 
– İyi misiniz? – diye sordu.
Aydan zar zor kendini toparlayıp:
– Teşekkür ederim, iyiyim, siz nasılsınız? – diye cevap verdi.
Aydan yavaşça yatak odasına girdi ve sağa sola baktı. Durmadan 
oradan oraya yürüdü. O aynı anda ne yapacağını da bilmiyordu. O 
sırada odaya giren İslam: 
– Anne, sen de gelsene, dedi.
– Tamam, tamam gelirim, çok ısrar etme, zaten ninen var orada, 
– dedi Aydan. 
Bunun üzerine oğlu bir şey demeden odadan çıktı. “Evet, oraya 
gelmezsem saygısızlık olur”, diye düşündü Aydan. Oğlu herkesle iyi 
ilişkide bulunmaya çalışan, konuksever Adil dedesine çok 
benziyordu. Aydan odadan çıkınca misafir odasından çıkan oğluna 
rastladı. O, elinde çaydanlıkla mutfağa doğru gidiyordu. Yavaşça 
onun elinden çaydanlığı aldı ve: 
– Hadi çaydanlığı bana ver, ben götüreyim, – dedi. Oğlu memnun 
olup:


200 
– Buyur anneciğim, – diye çaydanlığı vererek, doğru kendi 
odasına gitti. Aydan, babası ve misafirin oturduğu odaya girdi.
Babası zevkle konuğa bir şeyleri anlatmaktaydı. Gözler buluşunca 
Aydan yine ateş içinde yanmakta olduğunu anladı. Babası onları 
tanıştırmak için: 
– Alnımıza yazılan işte bu tek kızımız, – dedi.
Kabil, “Öyle mi?” der gibi başını sallayıp, Aydan’a baktı. O 
sırada İslam elinde iki üç tane resimle içeri girdi. Hocasına yakın 
oturup:
– Bu ziyaret edilen kutsal pınarın resmi. Şu dedemle birlikte atla 
dağın tepesine çıktığımız resim. İşte bu da ninemle annemin 
elmazarda bulunduğu manzarayı yansıtıyor, – diye açıklama yaptı. 
Aydan biraz utanmış gibi oldu. Kabil bey:
– Evet, tanıdım, – dedi. İslam şaşırarak: 
– Annemi tanıyor musunuz? – diye sorunca hocası: 
– Evet, tanıyorum, – dedi.
Aydan’ın içi daha yanmaya başladı. Oğlu hemen: 
– Ya sen?” diye sordu. 
Aydan, ne diye cevap vereceğini de bilmiyordu. Kabil bey:
– Annenizi bilmiyorum ama ben onu iyi hatırlıyorum, – dedi. 
Aydan artık bitmişti, içinde şimdiye kadar hapsedilmiş duyguları 
feryat etmekteydi. Hepsini hatırlıyormuş. Yavaşça yerinden kalkıp, 
çay bahanesiyle koridora çıktı.
Odasına girdi ama sakin olamıyordu. İçin için ağlamak istiyordu. 
Tam o sırada oğlu içeri girince: 
– Beni rahat bırak, – dedi Aydan. Böylece oğlunun sorularından 
biraz kurtulmuş oldu. Nitekim Aydan, konuğu uğurlamaya da 
çıkmadı, daha doğrusu utandığından dolayı ona gözükmemeye 
çalıştı.


201 
Sabah olunca Aydan işe acele etti. Çay bile içmeden evden çıkıp 
gitti. Artık o dünkü Aydan değildi. Yürümeleri başkaca, genç kızlar 
gibi yürüyordu. Baktığı her yer ona çok güzel gözüküyordu. Şimdi 
karşımdan Kabil Bey çıkacak, diye etrafa bakınıp duruyordu. İş 
yerinde de herkesle iyi konuştu. Daha doğrusu dünkü eğlenceden 
sonra herkes ona iyi davranıyordu. Akşam olunca tekrar eve döndü.
Evde annesi yalnızmış, babasıyla oğlu bir yerlere gitmiş. Aydan 
artık sıkılmaktaydı. Ondan bir haber yoktu. Geri dönüp telefona 
baktı. O da susuyordu. Çay hazırlayıp mutfağa geçti. Annesiyle biraz 
sohbet etti.
– İslambek’in hocası çok hoş bir delikanlıymış, – dedi Riskiye 
hanım.
– Nasıl delikanlı, yaşlanmış biri ya, – dedi şakalaşır gibi Aydan. 
Annesi kızına ilginç göz atarak: 
– Bu ne demek, şimdi kırk yaşındaymış. Onu överek babanın da 
ağzı yoruldu, – dedi. O sırada Gümüş girdi içeri. Yemek yedikten 
sonra ninesine sarılıp:
– Eline sağlık nineciğim, pişirdiğin yemek çok lezzetli olmuş, – 
diyerek kendi odasına geçti.
Aydan konuyu değiştirmek amacıyla: 
– Köyü özlüyor musun anneciğim? – diye sordu. Annesi şöyle 
bir ah çekti ve sonra: 
– Özlemeden olur mu yavrum. Evet şunu da söylemeyi 
unutmuşum, geçenlerde Azimcan hanımıyla gelmişti. Komşularla 
görüşüp Aydan’a söyleyeceklerim var demiş. 
– Ya, anneciğim, niçin daha önce söylemedin bunu? – dedi 
Aydan. 
– Unutmuşum, – dedi annesi. 
– Nasıl iyimiymişler acaba? Tatile çıktığım zaman mutlaka 
Fergane’ye gidip ziyaret edeceğim onları, – dedi Aydan. 


202 
Tam o zaman telefon çaldı, Aydan, mutfaktan nasıl acele koşarak 
geldiğini anlayamamıştı. Telefonun yanına gidip biraz derin nefes 
alıp, kendince “işte bu o” diye düşünerek sanki hiçbir şey olmamış 
gibi ahizeyi kaldırdı. Oğluymuş: 
– Anneciğim, biz ninemle biraz sonra geliriz, merak etmeyiniz, – 
der.
– Şimdi nerdesiniz? – diye sordu Aydan.
– Misafirlikteyiz, anneciğim, – diye çok konuşmadan ahizeyi 
yerine koydu. Riskiye şaşırarak kızına:
– Ne oldu acaba, niye bu kadar acele ettin, çok korkuttun ya, – 
dedi. Aydan söz bulamadan gülümsedi sadece.
Karanlık çökünce babasıyla oğlu memnun olarak eve 
dönmüşlerdi. İslam, hocasının onları misafir ettiğini, eve şimdi 
arabasıyla getirdiğini söyledi. Aydan kendi kendine “Mademki seni 
görmek istememiş, yine ne istiyorsun?” diye kalbinde ateş alan kora 
su attı.
Askere gideceği gün gittikçe yaklaşırken Aydan’a göre oğlu çok 
üzgün gözükmekteydi. Aydan yatakta düşünceye dalan oğlunun 
yanına gidip:
– Ne oldu sana yavrum, askere gitmek istemiyor musunuz yoksa? 
– diye sordu. 
– Niçin öyle diyorsun anne, merak etme, her şey iyi, – diyerek 
uzandığı yerde ters döndü.
Oğlunu uğurladıkları gün nedense hocası gözükmedi. İslam da 
hocası hakkında hiç konuşmadı. Dedesi İslam’a hocası hakkında 
sorduğu zaman her defa zevkle konuşuyordu, ama bu kez ancak 
“evet, hayır” demekle yetindi. Terminale geldikleri zaman da oğlu 
annesinin gözüne hiç bakmıyordu, dedesinin söylediklerine kulak 
asmıyordu. Son dakikalarda annesi ağlarken, ancak o zaman boynuna 
sarılıp vedalaşarak gözünün yaşını belli etmemek için geriye 


203 
bakmadan içeri girdi. Aydan, durmadan ağlarken, “Belki şimdi 
yanında babası bulunmadığı için üzülmüştür, aslında böyle 
zamanlarda herkes yanında babasının olmasını ister, zavallı çocuk”, 
diye düşünmekteydi. Nihayet zor bir şekilde oğlunu uğrladıktan 
sonra hep birlikte eve dönmüşlerdi.
Ev İslam’sız sanki öksüz kalmıştı, özellikle akşam yemeği 
zamanında onun yeri net belli oluyordu. Gece yarısına kadar 
uyuyamayan Aydan düşünceye dalmıştı. “O kadar çok övdüğü hocası 
da hiç aramadı. İşte böyle Aydan, sen kendince göklerde uçmaktasın. 
Şunu iyi anla, herkese aynı şekilde iyi gözükeceğim dersen yanılırsın. 
Kaç gün oldu, niçin yoluna çıkmadı veya iş yerine gitmedi. Hiç 
olmazsa telefon açabilirdi ya, bunun imkânı vardı”, diye aynı duygu 
ve düşünceleri kafasından silip atmaya karar verdi.
Artık onun kafası hep oğluyla meşguldü, her gün ondan mektup 
bekliyordu. Aradan bir ay geçmişse de oğlundan haber yoktu. O çok 
merak ettiğinden dolayı harp komutanlığına gidip durumu 
öğreneceğim dediği günlerin birinde işten eve dönerken oğlundan iki 
mektup geldiğini öğrendi. Aydan mektubu eline aldı ve üzerindeki 
yazıya göz attı. “Anneme yazdığım işte bu mektubu kimse 
okumasın”, diye yazmıştı. Gözlerini kapatıp kokladı ve odasına geçti.
“Nukus şehrinden oğlun İslam’dan çok çok selamlar. Sevgili 
anneciğim, ben sağ salim ulaştım. Taşkentli bir arkadaşla birlikte 
askerliğe başladık. İnanki kardeşler de bizim gibi olamaz. Her şey 
yolunda, sen nasılsın anneciğim? 
... Anneciğim, uzun zaman seninle açık konuşmak istemiştim, 
ama hiç cüret edememiştim. Herkes toplandığı o gün niçin ağladığını 
hocamdan öğrenmiştim.
O, gençliğinde sana rastlayıp âşık olduğunu, sonra arayıp 
bulamadığını söylemişti. Ancak ben razı olursam ortaya görücü 
koyacağını söylemişti. Ben hayır dersem, bana hiç kızmayacağını ve 
biz her zamanki gibi usta ve çırak olarak kalacağımızı anlatıp, 


204 
“Cevabini bekleyeceğim” demişti. Anne önce buna kızmıştım, ama 
daha sonra çok düşündüm, o yüzden biraz geç mektup yazmaktayım. 
O beni kaç seneden beri tanıyorsa da sen benim annem olduğunu 
bilmiyordu. Bu gerçek. Bir gün çocuklarla aşk konusunda soru 
sorduğumuzda ben bir kızı bir defa görüp sonra bulamadım demişti.
Anneciğim, kendi babamızla birlikte yaşamamız daha iyi olurdu 
tabii. Ama babama gidip söylememe rağmen beni uğurlamaya bile 
çıkmadı. Hatırladığım kadarıyla çocukluğumdan beri babam sana 
karşı hiç saygı göstermemiştir. Hatta o sıralarda seni balkondan 
aşağıya doğru atmasına da az kalmıştı. O zaman ben çok küçüktüm. 
Babam beni elinden çekip yatağa attığı zaman çok korktuğumdan 
dolayı Sefer dedem rahmetlinin bana öğrettiği: “Kulhuv Allah’u 
ahad”ı okuyup, babama insaf vermesini isteyip “Allah’umma salli ala 
Muhammed’en ve ala ali Muhammed” diye selavet söyleye söyleye 
çok terlemiştim. Diğerlerini söylemesem de kendin çok iyi 
biliyorsun. Hocama da mektup yazdım. Bununla senin isteğin bana 
bağlı demek istemiyorum, kendin bilirsin. İşte geçenlerde ninem 
“Hâla gençsin, yalnız yaşamamalısın”, demişti. Belki bu Allah’ın 
iradesidir anneciğim. Bizim için önemli olanı senin sağ salim olman. 
Ancak şunu da söyleyeyim, hocam çok iyi bir insan. Sevgi ve 
saygılarla oğlun İslambek”.
Aydan mektubu okuyup oğlu hayatın iniş çıkışlarını daha iyi 
anlamaya başladığına, annesinin kaderine büyük adam gibi ilgi 
gösterdiğine şaşırmıştı. Ama “Bana şimdi kocanın ne lüzumu var, 
benim için sizlerin sağ salim olmanız yeter” diye kendi kendine 
konuştu.
*** 
Ertesi gün Aydan işten dönerken annesinin sofra hazırlamakta 
olduğunu fark etti. – Hayrola, anne, bir şey mi var, – diye sordu. 
– Evde konuk var, – dedi Riskiye.
– Kimmiş? – diye sordu Aydan yavaşça.


205 
–Şimdi içeri girince anlarsın, – diyerek annesi salona çay götürdü.
Aydan kendi odasına geçmek istedi. Ama karşısındaki açık 
bulunan salon kapısından içeride kadınların bulunduğunu anlayıp 
yavaşça içeri girdi. Oradaki iki hanıma bakıp biraz şaşırmış gibi oldu. 
Onların biri Kabil’in annesiydi. Artık geri dönmenin imkânı yoktu, 
gidip görüştü... Misafirler giderken yaşlı kadının çok memnun 
olduğu belliydi.
Görücüler gitmişse de Aydan rahat değildi. Niçin üzgün olduğunu 
kendisi de bilmiyordu. Annesine bakmadan başını eğdiği hâlde 
yemek yiyordu. Annesi “sana ne oldu yavrum” diye sorunca:
– Anneciğim, ben evlenmeyeceğim, çocuklarımın yanında rezil 
etme, lütfen. Hayır deyin onlara, o kadar, – dedi. 
– Gençliğinde de böyleydin ya. Görmeden, tanımadan hep hayır 
diyordun, – dedi Riskiye Hanım. O hiç beklenmedik bir anda sessiz 
sessiz ağlamaya başladığını görünce Aydan: 
– Anne tek bir kızını kaç defa evlendireceksin? – diye sorarken:
– Mutlu olana kadar! – diye cevap verdi annesi. Tam o sırada kızı 
içeri girdi. O zaman Aydan kızına bakarak:
– Kızım, beni ninen evlendirmek istiyor, – dedi . 
Gümüş, ninesine göz atıp: 
– Nineciğim her zaman doğru iş yapıyor, bunu bana kendin 
söylemiştin zaten! – diyerek kendi odasına geçti.
Aydan, söylediklerini kızını etkilemediğine şaşırmıştı. O zaman 
anladı ki, ninesi ona daha önce iyice anlatmış...
Belli bir zaman sonra iki hanım yine gelmişti. Aydan “hayır” 
demekten öteye geçmedi. Annesi ise hep üzülerek ağlıyordu. Günler 
soğumaya başlamıştı, üstelik kış yaklaşmıştı.
Aydan, sabah erken kalkıp dışarıya çıktığı zaman her yeri kar 
sarmıştı. Kızıyla her zamanki gibi kahvaltı yaptıktan sonra durağa 
doğru yol aldı. Durakta yolcular çoktu, ama ne yazık ki aksine otobüs 


206 
azdı. Bembeyaz karda gezmek ne kadar zevkliyse de tek bir yerde 
oturup otobüs beklemek zordu, ayakları çok üşüyordu. Onlar hep 
yola bakıyorlardı. Ne kızının ne de kendisinin otobüsü 
gözükmüyordu. Ayakları çok donunca Aydan yeri tekmelemeye 
başlamıştı. Tam o sırada kızı durağa yakın bir yerde duran arabayı 
görüp oraya koştu. Aydan, kızını izliyordu. O sürücüyle sanki yakın 
bir tanıdığıyla görüşmüş gibi konuştuktan sonra: 
– Anneciğim, anneciğim hadi gel, – diye çağırdı. Aydan arabaya 
doğru yürüdü. Araba sürücüsü oğlunun hocası Kabildi. Aydan artık 
“Hayır” diyemedi.
Aydan selam vererek arka koltuğa yerleşti. Kızıysa burnu havada 
öndeki koltuğa oturup, durmadan konuşmaktaydı.
– İyi misiniz amcacığım, sizi bize Allah gönderdi işte. Bu tarafta 
bir işiniz mi vardı? – diye sordu Gümüş. 
– Hayır, sizleri götüreyim diye geldim, – dedi Kabil. 
– Öyle mi? Ne kadar güzel, demek bundan sonra kar yağdığı 
günler sizi bekleyeceğiz, – dedi Gümüş gülerek.
Kızının bu hareketleri onu çok kızdırıyordu. O arka koltuğa 
oturup pencereden hep dışarıya bakıyordu. Kabil’e doğru 
bakmıyordu. 
– Önce annemi mi iş yerine götüreceksiniz? – diye sorunca: 
– Evet, – dedi Kabil. 
– Neden? – diye sordu Gümüş. 
– Annenizin yüreği çok sıkılmakta o yüzden, – dedi Kabil. 
– Öyle mi anneciğim? – diye geri dönüp baktı. Aydan ne 
diyeceğini de bilmiyordu. Dışarıdan gözünü alamayan Aydan’ın 
duygularını kızının bir sonraki sorusu böldü: 
– Evet, anneciğim, niçin moralin bozuk? 
Aydan çok tuhaf bir durumda kalmıştı, zor bir şekilde 
gülümsemeye mecbur oldu ve:


207 
– Moralim iyi, – dedi. 
Geveze kızı annesinin ona biraz kızdığını anlamış olacak ki başka 
bir şey demedi. Onlar Aydan’ı iş yerine bırakıp gittiler.
Hastanede bugün aksine her zamankinden de fazla hasta vardı. O 
yüzden Aydan dinlenmeye hiç imkân bulamadı. İşi bitince kızının 
sabahki hareketlerini hatırladı. “Onunla belli bir terbiye saati yapsam 
mı acaba”, diye düşünerek eve döndü. Gümüş onu evde karşıladı. O 
kızını yanına oturtup: 
– Sabah neden bu kadar çok gevezelik yaptın? – dedi.
– Hoşuna gitmeyen bir şey mi dedim acaba anneciğim? – diye 
sordu kızı. 
– Yabancı bir erkeğin yanında oturup neden çok konuşuyorsun 
ya? – dedi Aydan. 
– Anne, o adam bize yabancı değil, üstelik onu abimle ben çoktan 
beri tanıyoruz. Ayrıca onun kızı Azize ablayı da çok iyi tanıyorum, – 
diyerek annesini biraz yatıştırır gibi oldu.
*** 
Ertesi gün Aydan, sabah kızıyla durağa geldiğinde Gümüş’ün 
otobüsü duruyordu. Aydan “Hadi çabuk bin” dese de kızı “Hayır, işte 
arabamız geliyor” diyerek dünkü beyaz arabayı gösterdi.
Aydan bu defa gerçekten çok kızmıştı ona.
– Eğer, palton olmasaydı, şimdi yice çimdikleyecektim, – dedi. 
Kızı bu sözü duyunca gülümseyerek:
– Buyur anneciğim, paltomu çıkartabilirim, – dedi. Bu sözü 
üzerine annesinin daha da kızdığını anlayınca, – niçin kızıyorsun ya, 
yoksa seni birisi mecbur mu ediyor? Şimdi hangi zamanda 
yaşıyorsun anneciğim? – deyip koşarak arabanın ön koltuğuna 
oturdu.


208 
Arka koltuğa oturmaktan başka çare bulamayan Aydan, Kabil’le 
selamlaştı. Aydan suskunken, kızı hep soru sormak ve cevap 
vermekten yorulmuyordu.
– Amca, sorum uygun değilse affedersiniz, hanımınız nasıl vefat 
etmişti? – dedi Gümüş. 
– Psikoloji hastalığına yakalanmıştı, – dedi üzgün bir hâlde.
– Nasıl oldu bu olay? Daha önce ilişkileriniz iyi miydi? – diye 
sordu Gümüş. 
Kabil biraz düşündükten sonra şöyle konuşmaya başladı: 
– Evet, aramızda ufak tefek anlaşmazlıklar olmuyordu diyemem. 
Ama olsa da herhangi bir sorunu kendi aramızda anlaşıp çözüyorduk. 
Düğünden sonra biz hizmet seferiyle yabancı ülkeye gittik. Mimar 
olduğum için binaların sismodayanıklığı üzerinde çalışmalar 
yapıyordum. Kuala Lumpur’da oturuyorduk. Oralar ne kadar güzel 
ve temiz olsa da ben doğup büyüdüğüm Taşkent’i çok özlüyordum. 
Aradan üç sene geçtikten sonra hamile hanımımın çocuk doğurma 
zamanı yaklaşınca, Taşkent’e döndük. Kız çocuklu olduk. Akşam iş 
arkadaşlarıma ikramda bulunup ertesi gün erken kalkıp annemin 
pişirdiği lapayı alıp doktora koştum. Kabulhaneye gittiğim zaman 
hemşire bana: “Hanımınızı başka odaya aldılar, doktora 
uğrayacakmışsınız”, – dedi. 
Acele doktorun odasına girdim, o bana hanımımın daha önce ne 
gibi hastalıklara yakalandığını sorup kaydetmeye başladı. Sonra 
doktorla hanımım kaldığı odaya girdik. Hafize yatağa yapışıp 
yatıyordu, onu tanıyamadım. Bu dehşetti. İlk önce anlamadım, onun 
ellerini bağlamışlardı. Yerimde dondum kaldım. Nutkum tutulmuştu. 
Ardımdan kayınpederim yorgun bir hâlde acele içeri girdi.
Artık hanımıma değil, daha çok kayınpederime acımaktaydım. O: 
“Nasıl böyle oldu?” diye durmadan ağlıyordu. Üstelik bana da destek 


209 
olmak için: “Neyse, ileride hepsi iyi olacak. Böyle olayları hiç 
görmemiş gibi olacaksınız” demeleri benim yüreğimi eziyordu.
Aradan bir hafta geçince bebeği anneme bırakıp hanımımı 
tımarhaneye götürdüm. Orada üç ay yatılı olarak tedavi gördü. 
Hanımımın ruhi durumu daha iyi olunca hastaneden eve getirmek 
istediğimde annem: 
– Hanımını kendi evine götür yavrum. Böyle hastalığın tam 
iyileşmesi zor. Sen hala gençsin, – dedi.
– Anneciğim ne de olsa benim elimde böyle oldu. Kayınvalidem 
onu bana sağ salim teslim etmişti, – dedim.
– Doğru söylüyorsun oğlum, aksi hâlde Allah’ın önünde ne gibi 
bir insan oluruz, neyse eve getir, – demişti annem. 
Biz birlikte yaşamaya başladık. Kızım üç yaşına gelinceye kadar 
pek çok doktora gösterdim. Sonunda kızımı anne babama bırakıp 
yabancı ülkeye tedavi ettirmeye götürdüm. Tam iyileşeceğine onlar 
da garanti veremiyorlardı, ama durumu daha iyileşerek eve 
dönmüştük.
O zaman Gümüş yine:
– Yabancı ülkede de garanti vermemişlerse daha sonra neden 
başkasıyla evlenmediniz? – diye sordu. 
– Evlenmem mi lazımdı? – dedi Kabil gülümseyerek.
– Evet, insan hayatının yarısını bile yaşamadan ruh hastası olursa, 
eşinin onun ardından hayatını mahvetmesi doğru mu sizce? – dedi 
Gümüş. 
– Sizce bir bahtı karayı annesine bırakmam veya tımarhaneye 
teslim etmem mi lazımdı. Onu unutup, evlenerek çoluk çocuk yapıp 
mutlu olacağıma kim garanti verebilirdi. Kızım benim tüm 
varlığımdı, ayrıca ne de olsa o, çocuğumun annesiydi.


210 
Kızım büyüyünce annesinin hastalığı hakkında komşuların 
söylediklerini duyup boynuma sıkıca sarılıp: “Babacığım, annemi 
hastaneye bırakma, ben kendim ona bakacağım”, diyordu. 
– Eğer o zaman sevdiğiniz kıza, yani anneme rastlamış olsaydınız 
ne yapardınız? – dedi Gümüş. Kabil araba aynasından Aydan’a 
bakarak başını salladı. 
– Özür dilerim, yersiz soru sordum galiba? – diye Gümüş 
annesine dönüp baktı.
– Bilakis doğru soru sordunuz. Şimdi anlaşılan annenizle aramız 
bir adımdı, ama şimdiye kadar birbirimize rastlamamışız. Allah’ım 
her şeyi kendi zamanıyla veriyormuş. O yüzden insanoğlu sabrederek 
yaşamalı, – diye cevap verdi Kabil. 
– Afferim, harika cevap, – diye alkışladı Gümüş. 
Kabil’in cevapları arka koltukta oturan Aydan’ı çok daldırmıştı.
*** 
O sıralarda Riskiye Hanımın kan basıncı yükselip, sık sık hasta 
olmaktaydı. Aydan işten erken dönerken, evinin önünde tanıdığı 
araba duruyordu. Bunu gören Aydan, “Anne babam onu sanki kendi 
çocuğu gibi biliyorlar ya”, diye düşünerek içeri girdi. Başı sarılan 
annesi onu karşılayarak: 
– Niçin erken geldin? – diye sordu.
– Hastaneye seninle birlikte gitmek istiyorum,– dеdi Aydan. 
– Ya, zahmet olmuş sana. Kabilcan babanla birlikte götürecekti, 
– dedi. Aydan kaşını çatarak:
– Ya bana ne olmuş, ben varken niye böyle yapıyorsunuz? – dedi.
– Niçin kızıyorsun. Aslında ona kızın rica etmiş, – dedi annesi.
– İşte o kızı bir gün çok fena yapacağım, – dedi Aydan. 
Riskiye Hanım:
– Senin bu hareketin on sekiz yaşındaki kızların hareketinden de 
aşırı. Adamı bıktırırsın. Kan basıncım o yüzden yükselmiştir, anladın 


211 
mı? Evet, kendini vefalı yar olarak göstermekle ne yapmak istiyorsun 
hiç anlamıyorum, – diyerek dışarı çıktı. 
O zaman birisi Aydan’ın başına baltayla vurmuş gibi oturdu kaldı. 
Gerçekten de annemin kan basıncı bu yüzden mi yükseldi acaba? 
Nasıl bir anlaşılmaz yaratıkmışım ki neyin doğru, neyin yanlış 
olduğunu bilmeden bocalıyorum”, – diye düşünmeye başladı.
Annesini Kabil’in arabasıyla hastaneye götürdüler. Dönüşte 
Aydan kendisini kız arkadaşı Mukaddes’inkine götürmesini rica etti. 
Kapıdan içeri giren arkadaşının renginin çok tuhaf olduğunu gören 
Mukaddes: 
– Hayrola, bir şey mi oldu? – diye karşıladı.
– Çok şeyler oldu, ben söyleyeyim de sen işit, – dedi. Nasılsa 
evinde başka kimse yoktur herhâlde, – dedi Aydan görüşürken.
– Rahat ol, kocam geç gelir, oğlum antrenmana gitti, – diye 
arkadaşını konuk odasına aldı Mukaddes.
Mukaddes sofra hazırladı. Aydan, çantasından oğlunun yazdığı 
mektubu çıkartıp arkadaşına uzatarak: 
– İşte bu mektubu oku, ne yapacağımı bilmediğimden dolayı 
kafam çok karışmaktadır.
Mektubu okuyunca Mukaddes: 
– Çok iyi olmuş ya, oğlunun da kafası yerinde, niçin sen buna 
şaşırıyorsun? – dedi. 
– Oğlum damat, kızım gelin olacak bir yaştayken benim 
evlenmem aptallık değil mi? – dedi Aydan.
– Öyle deme, “Oğlun evlenirse kaldırıma gider, kızın ise kıra 
gider”, der atalarımız. Anne babanı da bağlayıp vermemişler, daha 
sonra tek başına kalırsın yoksa, – dedi Mukaddes acır gibi.
– Sen de annemin söylediklerini söylüyorsun ya, – dedi Aydan. 
– Evet, gerçekten öyle, aslında o kadar delikanlının arasından 
hoşuna gideni de Kabil’di.


212 
– Eğer koca dedikleri Sıddık gibi olacaksa, tek yaşamam daha iyi, 
– dedi Aydan. 
– Bu defa Allah isterse, hepsi iyi olacaktır. İstersen yarın kendim 
onunla konuşurum, – dedi Mukaddes.
– Bilmiyorum, bu başıma yine nasıl sevdalar varmış, bilmiyorum, 
– dedi Aydan mahzun bir hâlde. 
İki arkadaş o gün uzun uzun sohbet ettiler.
*** 
İki gün sonra Kabil Aydan’a telefon açıp, Riskiye Hanımı ziyarete 
gitmekte olduğunu, eğer isterse onu da götüreceğini söyler. 
Aydan hayır diyemedi. Bir saat sonra araba geldi. Riskiye Hanım 
onları birlikte görünce çok sevindi. Annesiyle epey sohbet ettikten 
sonra Aydan doktorun huzuruna girip tedavi işlemlerinin iyi sonuçlar 
vermekte olduğunu öğrenince çok rahatladı. Dönüşte Aydan uzun 
zaman konuşmadan daldı. O zaman Kabil aradaki suskunluğu bozup 
aynadan arka koltuğa oturan Aydan’a bakıp: 
– Bir şey söyleyebilir miyim?
Aydan “söyleyin” der gibi ona dikkatle baktı.
– İslambek’in bir iki çalışmaları sergide kalmıştı. Götürüp 
vermeye hiç zamanım olmadı. Onları sergiden alsak da eve 
götürseniz, olur mu? – diye sordu.
– Tamam, – diye Aydan başını salladı.
Araya yine suskunluk indi. Kabil ancak arada bir önündeki 
aynadan arka koltuğa bakıyordu.
Onlar söyledikleri yere geldiklerinde Kabil, Aydan’a arabanın 
kapısını açıp:
– Girecek miyiz? – dedi.
Aydan arabadan indi.
Burası işte o gençlikte buluştukları yerdi, tabii ki biraz tamir 
yapılmış, ama aynı el işi süslemeli kapı, nakışlı taçkapı. Sergide insan 


213 
çoktu. Onlar içeri girdiler. Yabancı konuklar da bulunduğu için 
dışarıya göre içerisi daha kalabalıktı. Onlar yan yana yürüyorlardı. 
Aralarından insanlar geçtiği için birbirlerini kaybediyorlardı. 
Sonunda Kabil, Aydan’ın elinden tutup hızlı hızlı yürümeye başladı. 
Aydan, bunu hiç beklememişti, önce tuhaf geldi bu olay. Sonra buna 
engel olmanın imkânı olmadı. Sanki Kabil’in elinden belli bir 
sıcaklık çıkıp, Aydan’ın tüm vücuduna dağılmaktaydı.
Onlar sergideki tüm resimleri seyrettiler. Aydan’ın bir zamanlar 
filizlenip daha sonra sönmüş aşk tohumları yeniden canlanmaya 
başlamış gibiydi.
İslam’ın resimleri bulunan çantayı Kabil’in odasından alıp 
arabaya götürdüler. Gerçi onlar az konuşuyorlarsa da artık gözler, 
bakışlar birbirine doymuyordu.
Ertesi gün onlar bugün için hiçbir şeyi planlamamışlarsa da 
Aydan sabahtan telefonun sesini beklemekteydi. O yüzden uzun 
zamandan beri telefonda konuşmakta olan kızına: 
– Konuşmanı kes, – dediğini kendisi de anlayamadı.
Ahizeyi yerine koyan kızı: 
– Hayırdır anne, birisi telefon mu açacak? – diye sordu.
Aydan olayı belli etmemek için şakayla karışık:
– Evet telefon açacak, işte siz beni evlendirmek istiyorsunuz ya, 
– dedi.
Kızı hemen annesine sarılırken:
– Gözünü seviyim anneciğim, işte ninem senin mutlu olmanı 
istiyor, – dedi. 
Riskiye Hanım hastanede yirmi gün kaldı. Kabil her gün sabah 
Aydan’ı iş yerine bırakıp, akşam olunca tekrar birlikte annesini 
ziyarete gidiyorlardı. Onların ilişkileri gün geçtikçe daha 
derinleşmekteydi.


214 
*** 
Riskiye Hanım hastaneden çıktığı gün Kabil’in anne babası onlara 
görücü olarak gelmişlerdi. Annesi kızına danışınca: 
– Anneciğim bu kadar acele etmesene, oğlum askerlikten dönsün, 
sonra bir şey olur,– dedi. 
– Oğlun gelince ne yapacak, çocukların annesinin düğününü 
görmesi şart değil, – diye annesi konukların yanında oturan babasına 
işare edip yanına çağırdı. Babası kızını köşedeki odaya çağırırken: 
– Kızım, bunları söylemek ne kadar zor olsa da söylemeye 
mecburum. Aslında her şeye aklın iyi eriyor, ama hayati tecrübeme 
göre şunu söylüyorum, biz bu defa yanılmıyoruz. Babasıyla 
görüştüm, namuslu, vicdanlı adamlarmış. Razı olursan biz de 
rahatlarız, – dedi.
Aydan bunları duyunca razı olmuş gibi sustu. O zaman babası 
gelen görücülere pek fazla masraf yapılmamasını tavsiye etti. Kabil, 
evlendikleri gün Aydan’ın gelinlerin giydiği uzun, beyaz gelinlik 
giymesini istedi. Ama Aydan bunu uygun görmedi. Belirlenen gün 
görücüler hocayla birlikte Aydan’lara gelmişlerdi, nihayet nikâh 
kıyılmıştı. Sonra dört beş komşu hanım, Mukaddes, anne babası 
birlikte damadın evine gitmişlerdi.
Aydan, Kabil' in hediye ettiği uzun pembe renk gömleği giymişti. 
Damat ve arkadaşları elinde çiçekle dış kapının önünde gelini 
bekliyorlardı. Aynı anda Aydan’ın bedeni titremekteydi. Hatırına ilk 
düğün günü canlanmıştı. O gün arabadan inmeden komşu hanımlar 
şakalaşarak damada “kapıyı açmayacağız”, diye şaka bile 
yapmışlardı.
Herkes memnundu. Kabil arabanın kapısını yavaşça açarken 
Aydan gizlice ona göz attı. O siyah takım elbise giymiş ve kravat 
takmıştı. Damat gelinin kulağına yavaşça “bir eksiklik varsa, özür 


215 
dilerim” dedi. Aydan dolup taşmakta olan kalbine “sırlarımı teşhir 
etmeden biraz beni rahat bırakın” demekteydi.
Onlar birlikte kapıdan içeri girmişlerdi. Gerçi damat tarafı küçük 
bir yer hazırlarız demişlerse de avluya büyük düğün için yer 
ayarlamışlardı. Konuklar yerlerinden kalkıp onları karşılamışlardı. 
Aydan, Kabil ile rüyasında gördüğü işte o basamaklardan aşağıya 
indi. Avlunun ortasında ise ninesine benzeyen Kabil’in annesi 
duruyordu. Aydan ona selam verdi. Kayınvalide acele yaklaşarak: 
“Allah mutluluk versin yavrum” diye Aydan’ın alnından öptü.
Aydan yirmi sene önce gördüğü rüyanın tabirini şimdi anlamıştı. 
Onlar kendileri için ayrılmış masaya oturdular. Şarkıcılar şarkı 
söylerken, kimisi oynamaya başlamıştı. Konuklar, Kabil’in 
arkadaşları onların yanına gelip kutluyorlardı.
Biraz sonra “Tenaver” müziği çalındı. Aydan’ın babasıyla 
Kabil’in babası “Tenaver”in ahengine kapılıp oynamaktaydı. Böyle 
bir olaya tanık olan Aydan çok memnun olduğundan dolayı ister 
istemez gözlerinden yaş damlamaya başlamıştı. Kabil derhâl 
cebinden mendil çıkartıp Aydan’a uzattı. Artık Aydan’ın kulağı 
duymuyordu. O sadece “Ben mutlu babayım”, der gibi oynamakta 
olan babasına gizli gizli bakıyordu. Birazdan sonra anneleri de ortaya 
davet etmişlerdi... Riskiye Hanım da oyuna katıldı. Aynı anda 
Aydan’ın neşeli kalbinde bir fikir doğmuştu: karanlık geceden sonra 
mutlaka aydın bir gündüz olacak, soğuk kıştan sonra hürrem bahara 
ulaşılacak, kötü günlerden sonra elbette iyi günlere kavuşulacaktır... 
*** 
Aydan o günden sonra Kabil’in evinde kayınpederi ve 
kayınvalidesiyle birlikte yaşamaya başladı. Kızı anne babasıyla 
kaldı. Aşağı yukarı babasıyla kayınpederi her gün camiye 
gidiyorlardı. Aydan’ın babası artık şehirde sıkılmıyordu.
Belli bir zaman geçtikten sonra Kabil, kayınvalide ve kayınpederi 
daha yakın bir yerde oturmalarını isteyip öteki mahalledeki 


216 
kendilerine ait eve taşınmalarını söyledi. Aydan başta buna razı 
olmadı. Sonra Kabil, İslambek'in de onun oğlu olduğunu ve zamanla 
onu aynı odada evlendireceklerini belirtip hanımını razı etti. Böylece 
Aydan’ın anne babası bir mahalle ötedeki eve taşındılar.
Aydan, Kabil’le saygı ve sevgiye doya doya yaşıyorlardı. Böyle 
günlerin birinde Aydan iş yerine gelince biraz rahatsız hisseder 
kendini ve kusar. Kendi kendine “rezil oldum artık”, diye düşünüp 
zor bir halde eve döner.
Eve gelince kayınvalide hemen: 
– Ya, ne oldu acaba? – diye sordu.
– Anneciğim, biraz rahatsızım, – diye odasına girip yatağa uzandı. 
Kocası gelince biraz şaşırmış gibi uyanan Aydan hemen saate baktı. 
Saat on olmuştu.
– Biz şimdi babamla birlikte geldik. Gümüş’ü ziyarete gitmiştim, 
babam da oradaymış. Birlikte pilav yedik, o güzel kızımla sohbet 
ettik ve onun yol parasını verdim, – dedi Kabil. 
Aydan ertesi gün de atılarak yerinden fırlayıp dışarıya doğru 
koşarak kustu. Ardından Kabil de yetişti. İlk önce Kabil anlamadan:
– Dün beğenmediğin bir şey mi yedin acaba? – diye sordu. Aydan 
elini yüzünü yıkayıp, ardında duran kocasına: 
– Hayır, öyle değil, Kabil ben doktorla görüşmüştüm, bugün 
imkân varsa beni ona götür, – dedi Aydan. 
– Tamam, ben iş yerine gidip hemen gelirim. Nasıl bir doktora 
götüreyim? – diye sorunca: 
–Ben hamileyim, – dedi Aydan. Bunu duyan Kabil yüksek sesle:
– Ne? – diye heyecanını gizleyemedi.
Aydan biraz rahatsız olmuş gibi: 
– Lütfen yavaş, – dedi. Kabil bağırarak “Yaşasın” diye bağırdı. 
Aydan’ın tepki göstermesine rağmen onu kaldırıp fır döndü. Aydan 
utanıp kayınvalidesinin kapısına doğru baktı. 


217 
Aydan, önceden hissettiği gibi kapı açılıp içeriden kayınvalidesi 
avluya çıktı. 
– Bir şey mi var, Kabilcan? – diye sordu annesi. Oğlu ise: 
– İyilik, sağlık anneciğim, – dedi. Aydan, kayınvalideye selam 
verip odasına girdi.
Aydan, tüm gün yatıp, “Çocuğu ne yapsam acaba?” – diye 
düşünerek işe de gidemez. Çocuk kalsın derse, oğlu ve kızının 
önünde utanacak, aldırayım derse Kabil çok üzülecektir. Ancak 
kocası değil, içeriye çay getiren kayınvalidesi de sevindiğinden 
dolayı ağlamış gibi: 
– Allah’a çok şükür, çocuk verdiği için. Zavallı yavrum şimdiye 
kadar hiç rahat değildi. Onun memnun olduğunu görürsem sevinirim. 
Allah senden razı olsun kızım, çocuğuma tekrar ümit verdin. Aslında 
onun da mutlu olmak hakkıdır, – dedi. 
Aydan iki ateş arasında kalmıştı. Sonunda annesiyle danıştıktan 
sonra doğuracağına karar verdi.
Çok geçmeden Aydan, Fatma ve Hüseyin adlı ikiz çocuk 
doğurdu. Kabil buna çok sevindi. Böyle bir mutluluktan hem 
kayınvalide, kayınpeder, anne baba hem de akrabaların hepsi çok 
memnun olurlar. Gümüş de okuldan doğru doğum evine yol almıştı.
Kayınvalidesi çok yardımsever biriydi, Aydan’a sanki rahmetli 
Selamet Hanımı andırıyordu. O sırada İslam da askerlik görevini 
bitirip sağ salim eve dönmüştü. 
Riskiye sık sık rahatsız oluyordu. O yüzden onun isteğine göre 
torunu İslambek’i erken evlendirmeye karar vermişlerdi. Hanımı çok 
çalışkan hem de güzel yemek pişiren biriydi. Adil beyle Riskiye 
Hanım yeni gelini hep övüyorlardı.
Aydan’lar o sene Amerika’ya, yani Kabil’in kızı Azize’yi ziyarete 
gitmişlerdi. Sonbahara doğru Riskiye Hanımın şeker hastalığı daha 
da artmıştı, hatta bazen yerinden bile kalkamıyordu. Aydan her gün 


218 
işten dönerken önce anne babasını zıyaret ediyor sonra eve 
dönüyordu.
O sırada Gümüş’e görücü geldi. Sonunda delikanlıyla ikisi 
birbirini beğenip düğün hazırlıkları başladı. Aydan, kızına babası 
Sıddık’ı da düğüne davet ederken ninesini de unutmamasını belirtti. 
Düğüne Alibek hariç kimse gelmedi.
Düğün bitince Aydan’ın kayınvalidesi “rahatsızım” diye yatağa 
“çivilendi”. İki gün sonra kan basıncı yükselerek aniden vefat etti. 
Kayınvalidesi gerçekten de Cennetay Hanım gibi çok hoş bir kadındı. 
Böyle bir beklenmedik ayrılıktan dolayı kayınpederi de rahatsızlandı. 
Hastanede tedavi görüp biraz iyileşmiş gibi oldu. Ama yine de rahat 
değildi. Ayrılığa dayanamayan kayınpederi hanımının vefatından üç 
ay geçince kendisi de o dünyaya göç etti.
Artık Aydan’ın babasına da zor olmuştu, tek başına yıpranmış 
gibi hissediyordu kendini. Çok geçmeden torunu Azize de 
Amerika’dan geldi. Kayınpederinin ayin töreni geçince o 
Amerika’da evlenmek istediğini Aydan’a söyledi. Aydan bunu 
Kabil’e anlattı. O önce şaşırarak razı olmadı. Kızını yanına çağırıp:
– Boşuna “Kendi yurdum, ölen döşeğim”, demiyorlar. Elinde 
böyle iyi bir diploman, ilmin varken kendi memleketinde çalışırsan 
daha iyi. Ben seni yabancı yurtta evlendirmek için okutmadım, – dedi 
babası kızarak. Azize babasının hiddetinden dolayı düşünüp kaldı, 
sonra biraz oyalanmak için erkek ve kız kardeşlerini Miili Bağ’a 
götürdü.
Azize, şirketle anlaşma süresi bittikten sonra mutlaka Taşkent’e 
döneceğini söyleyip Amerika’ya gitti. 
Yazın Azize’ye görücüler geldi. Onlar Azize’yle birlikte okuyan 
delikanlının anne babasıydı. Kabil önce buna hiç razı olmadı. Onlar 
tekrar tekrar gelerek ısrar edince razı oldu. Belli bir zaman sonra 
Aydan, kocası Kabil ve iki çocuğuyla Amerika’ya kızının düğününe 
gitti. Onları hava alanında karşılayan Azize’nin kardeşi Hüseyin’e 


219 
sevgisi bir başkaydı, onu kucağına alıp hiç bırakmıyordu. Günaşırı 
ikisini şehre götürüp gezdiriyor ve onlara hediyeler alıyordu. İkizler 
de ablalarını çok seviyor, işten çabuk dönmesini bekliyorlardı. 
Aydan’lar düğünden sonra eylüle yakın Taşkent’e dönmüşlerdi.
*** 
Aydan dönünce hemen annesine gitti. Annesi sokaktaki masada 
torun oğlunu çocuk arabasında oynatıyordu. Akşama doğru Kabil de 
geldi.
– Köyü özledim, ondan önce şöyle bir ziyarete gitmek istiyorum, 
– dedi Riskiye Hanım. 
– Anneciğim, önce tedavi gör, sonra elbette birlikte gideriz, – dedi 
Aydan. 
Böylece annesini yatılı olarak tedavi ettirdiler.
*** 
Aydan artık her gün işten sonra önce hastaneye gidip annesini 
ziyaret ediyor, sonra eve dönüyordu. Annesi orayı çok beğenmişti. 
Aydan oraya geldiği zaman annesi çoğu zaman bahçede hanımlarla 
sohbet ediyordu. Sağlığı da iyice düzelmişti.
Cumartesi olduğu için Aydan biraz erken işten çıkıp önce 
annesini ziyaret etmek, sonra kızına uğramak istiyordu. Gümüş’ün iş 
yeri odası önünde bir asker kıyafetli delikanlı duruyordu. O Aydan’ı 
görünce hemen selam verdi. Kızı içeride birisini kabul ediyordu. 
Aydan odaya bakıp, kızına “Ben geldim” dedi ve mutfağa girip kızını 
bekledi.
Gümüş odasından çıkıp kapı önünde bekleyen delikanlıya:
– Şimdi kızlar gelip kan alacaklar, sonra kontrol edeceğim, – diye 
mutfağa doğru annesinın yanına gitti. Onlar çay içmeye başlarken 
hemen hemşire içeri girerek: 
– Tamam abla, teşhis hazır, – dedi. Gümüş hemen yerinden kalktı.
– İş zamanı bitmedi mi? – diye sorunca Aydan. 


220 
– Anneciğim, bizim hastane özel, o yüzden uzaktan gelenleri 
durmadan kabul ederiz. Üstelik bu amca her sene tedavi alıyor. Beni 
iyi tanıyor, – dedi.
– O zaman ben gidiyorum, –dedi annesi.
– Tamam, anneciğim. Yarın kendim sizleri ziyarete geleceğim, – 
diye hasta odasına girdi.
Aydan çay içtikleri bardakları yıkayıp, masanın üzerine koydu, 
sonra acele etmeden koridora çıktı. Odaların kapısının önünde 
insanlar sıra bekliyorlardı. Aydan çıkış kapısına doğru adım atarken 
aniden kızının: 
– Anne, anneciğim, dur! – dediği sesi duydu.
Aydan dönüp kızının kendisine doğru koştuğunu gördü. 
Yaklaştıktan sonra Gümüş annesinin elinden tutup gömleğinin 
yenlerini çevirip “göster bakalım” dedi. Aydan hiçbir şey anlamadan:
– Neyi? – diye sordu. Gümüş, annesinin koynuna yakın bir yerde 
bulunan bene göz atıp şaşırdığından dolayı annesine tuhaf bakarak 
bir şey demeden geri döndü. Aydan’ın yüreği artık hızlı çarpmaya 
başlar ve kızının ardından geldi. Kızının odasından sanki ağlıyor gibi 
birisinin kekelediği sesi duydu. Aydan hiçbir şey anlamadığı için çok 
şaşırmıştı, ayakları da ona uymuyordu. O sırada odadan Gümüş, harp 
kıyafetli delikanlı ve Azimcan çıkınca Aydan “abiciğim” diye 
çantasını yere bırakıp Azimcan’a sarıldı. Uzun zaman bırakmadan 
ağlarken tam o sırada Kabil de geldi oraya. Olayı anlayınca kocası 
onu sakinleştirmeye çalıştı. Sonra hep birlikte Aydan’ın annesini 
ziyarete gittiler. Annesi çok yaşlandığı için başta Azimcan’ı 
tanımadı. Azimcan anlattıktan sonra tanıdı ve tekrar görüşüp, 
“Yavrum, şimdiye kadar nerelerdeydin?” diye doya doya ağladı.
Oradan çıktıktan sonra doğruca Aydan’lara gittiler. Kardeşler 
sabaha kadar konuk odasında sohbet ettiler. Azimcan’ın söylediğine 
göre dayısı onları anne yurdu Fergane şehrine götürdükten sonra önce 


221 
fabrikada çalışmış. Cennetay Hanım hastalanınca uzun zaman 
yerinden kalkamamış, sonra vefat etmiş. İki oğlan, bir kızı varmış. 
İlk çocuğu polis akademisini başarılı bitirip orada çalışıyormuş. 
İkinci oğlan Fergane’de kendileriyle birlikte oturuyormuş, kızı 
evlendirmişler.
Azimcan Aydan’ı çok aradığını, hatta Kadircan’la köye gidip 
Sıddık’ın evinden Taşkent’teki adresi aldıklarını, adresi bulup 
geldiklerinde Sıddık kapıdan kovduğunu ve artık bulmaktan ümit 
keserek bir sene sonra yine köye gidip rica etmeyi amaçladığına 
kadar her şeyi tek tek anlattı.
Kadircan iki senedir babasını burada tedavi ettirdiğini söyledi. 
Gümüş ona yakın gözüktüğü, geçen sene de onunla çok 
sohbetleşerek, kız kardeşlerini kaybettiklerini söylemiş.
Aydan da aynı anda olanları detaylı olarak anlatırken, ikisinin de 
gözü tekrar tekrar yaşarmıştı.
Azimcan, Kabil onun çok hoşuna gittiğini söyleyerek:
– Benimle birlikte köye gitmen lazım. Çok önceden 
söyleyemediğim ve sana verecek bir emanetim var, – dedi. Aydan:
– O kadar özel mi, hadi söyle bakalım neymiş o? – diye ısrar etti. 
– Köye gittiğimiz zaman söylerim, – diye Azimcan şimdi 
söylemeyi uygun bulmaz.
*** 
Aydan işten döndüğü zaman Kabil Azimcan’la birlikte sofrayı 
hazırlamışlardı. Aydan “Böyle bir kocaya can kurban olmaya değer”, 
diye düşünerek içinden memnun olur. Beline beyaz önlük sarıp acı 
soğan doğradığından dolayı gözünden yaş akmakta olan kocasına 
bakıp, çantasından mendil çıkartarak gözyaşlarını sildi.
Akşama doğru Kabil’in abisi hanımıyla, İslambek de ailesiyle, 
Gümüş ve kocası Azimcan’ın oğlu Kadircan’la birlikte misafirliğe 


222 
geldiler. İslam Azimcan’la görüştüğü zaman çok özlediğinden dolayı 
hemen ağlamıştı.
Herkes masa etrafında toplandıkları zaman geveze Gümüş 
Azimcan’a:
– Dayı, seni bulan ben isem de, benden başka herkesle görüşüp 
ağladın, ya benimle görüşmeyecek misin?, – diye herkesi güldürdü.
Sofranın etrafında oturdukları zaman Riskiye Hanımla herkes 
birlikte köye gideceklerini söylediler. Onlar uzun zamana kadar güzel 
muhabbet yapmışlardı. Kadir çok uslu ve kültürlü delikanlı olmuştu. 
Pazara gittikleri zaman Kabil bir şeyler alarak Aydan’ın doğup 
büyüdüğü köye doğru yola çıktılar. Aydan yol boyunca hayale dalıp 
Azimcan’ın söylediklerini hatırladı. “Neymiş, Zemire Hanımın 
çocuğu bulunmamış. Birisi almış büyütmüş. Bu şeye kimse inanmaz. 
Yoksa bunu mutlaka herkes bilecekti. Küçük bir köyde bunu 
gizlemenin hiç imkânı yoktur. Ama bulan kimse şehre götürmüş 
deseler buna insan inanabilir”. 
Aydan “Tamam” diyerek tartışmaya lüzum görmez. “İnşaallah o 
zavallı kadınla görüşünce ona bir şeyler hediye edeceğim”, diye niyet 
etti.
Aydan anne babasını şehre götürdükten sonra ninesinin ışığını 
söndürmemek için o evi Nadirbek’in ailesine teslim etmişti. Onlar 
köye gelince kapıyı Sapura Hanımın büyük oğlu Nadirbek açmıştı. 
İçeride mısır temizlemekte olan Rana Hanım da hemen onlarla 
kucaklaşıp görüştü. Konukları uzun eyvanda oturmaya davet ettiler. 
Riskiye Hanımın da geldiğini duyunca çok geçmeden üzerine siyah 
kadifeli eski kolsuz ceket giymiş, daha yaşlanmış Sapura Hanım 
geldi.
Aydan, Sapura Hanımla görüşürken sanki ninesini görmüş gibi 
sarılarak üzerindeki siyah kadifeli kolsuz ceketi durmadan kokladı. 


223 
Riskiye Hanım da çok saygı duyduğu komşusuyla gözleri yaşlanarak 
görüşür.
Onlar uzun zamana kadar muhabbet yaparken arada vefat edenleri 
de hatırlayıp onların hakkına dua ediyorlardı. Konuklara Sapura 
Hanımın evindekiler koşa koşa hizmet ediyorlardı. Aydan, aynı anda 
onlara bakarak ne kadar da sahi, konuksever işte bu köy insanları, 
diye düşünmekteydi.
Biraz sonra Azimcan ile Aydan anahtarı bulup daha önce 
kendileri oturdukları eve geçtiler. Onların peşinden İslam ve Gümüş 
geldi. Onlar Aydan’ların evinden çıkıp, Azimcan’larınkine geçtiler. 
Evleri bakımsız kaldığı için pek çok duvarlar bozulup yıpranmıştı. 
Ancak iki oda kapısına kilit vurulmuştu. Azimcan anahtarı bulup, 
kiliti açmak istedi. Aydan:
– Abi, kapıyı açmaya lüzum yok, bağı dolaşalım yeter, – dedi.
– Neler diyorsun, sana vereceğim, işte orada, – dedi. Aydan 
susarak Azimcan’a baka kaldı.
Azimcan kilit paslanmış olduğu için uzun zaman kapıyı açamadı. 
Sonra İslam denedi. Sonunda kapı açılınca İslam şaka yaparak:
– Dayı, eğer bunun içinde anneme vereceğiniz altın süs eşyaları 
saklamışsanız, o çoktan yerini bulmuştur. Pencereleri kırılmış ya, – 
dedi İslam. Aydan bu söylenenlerden etkilenerek: 
– Yanılıyorsun, köyde hiçbir zaman kimse pencereyi kırıp, 
diğerinin evine girmez. Bu aynalar rüzgârdan veya kalın kardan 
kırılmıştır, – dedi. İslam anladım der gibi: 
– Öyle mi, özür dilerim anne, – dedi. 
Onlar içeriye girdikleri zaman Cennetay Hanımın kaldığı odada 
5-6 tane yorganın üzerine çarşaf atıldığına, onun üzerinde ise 
Cennetay Hanımın gömleği tozlanmış durduğuna rastlarlar. 
Heyecanlanan Azimcan onun tozunu sile sile bağrına basarken 
gözleri ıslanır. Aydan “Ya, şu vefasız dünya. Aslında tek bir 


224 
gömlekten de kısaymış ömrümüz. Yoksa aynı gömleği Cennetay 
Hanım kaç sene önce giymiştir”, diye düşünür.
Azimcan içeri odaya girerek köşedeki çukura inip bir şeyleri 
aramaya başladı. Sonunda Aydan:
– Karanlıkta ne arıyorsun? – diye sordu.
– Şimdi, buradan alacağım bir şey var. İslam, kibrit yak bakalım, 
– dedi Azimcan. Kibrit yakılınca Azimcan çukurun içinden torba 
buldu. Torbanın içinden küçücük kutuyu çıkartıp nefes alırken: 
– Allah’a çok şükür, – dedi. İşte bu Selamet Hanımın kadın süsü 
eşyaları sakladığı kutuydu.
– Ya, bu ninemindi, size mi vermişti saklamaya? – diye sordu 
Aydan.
– Evet, – diye kutuyu kucaklayınca avluya doğru yürüdü abisi. 
Diğerleri onun peşinden gitti. 
– Bu sırlı sandıkcağızı dayım bana verecek öyle değil mi, – diye 
şakalaşır Gümüş. 
Azimcan önce Zemire teyzesine, ondan sonra mezarı ziyaret 
etmeyi teklif edince herkes dışarı çıktı. Aydan abisinin koynundaki 
küçüçük kutuya bakıp: 
– Abi hadi aç bakalım, ne varmış orada acaba? – diye sordu. 
Azimcan biraz sustuktan sonra: 
– Şimdi görürsün, – dedi.
Sonra aniden abisinin Zemire Hanımın çocuğu bulunmuş dediğini 
hatırlayıp: 
– O zaman şimdi Zemire Hanımın oğlunu da görürmüşüz, – dedi 
Aydan.
– Oğlan değil kızı görürsün, – dedi Azimcan.
Aydan “Allah’ım ya rabbim, abim her türlü söylentilere inanmaya 
başlamış. Daha önce hiç böyle değildi. İkimizin fikri de dünya görüşü 


225 
de aynıydı”, diye düşünür Aydan. Böylece onlar Zemire Hanımın 
evine varmışlardı.
Dış kapı açıkmış, içeriye ilk adım atan Riskiye Hanım: 
– Kim var? – diye seslendi.
– Teyze, – diye seslendi Azimcan. Zemire Hanım eyvanda 
seccade üzerinde elinde tesbihle gözünü yarı açık hâlde ses çıkartarak 
selavet okuyordu. Konukları gören 7–8 yaşlarındaki kızcağız:
– Selamin aleyküm, şimdi ninem namaz kılıyor, sonra çıkacak, az 
kaldı, – dedi.
Konuklar evdekileri rahatsız etmemek için avludaki eski masaya 
oturdular. O sırada içeriden Zemire Hanım çıkıp geldi ve Azimcan’ı 
kucaklayıp “Gözünü seviyim” diye yüzlerinden öptü. İçeriden yeni 
yorgan çıkarttı ve konukların itirazına rağmen avlunun üzerine sardı. 
Konukların sesini duyup Azimcan’ın üvey annesi Oğulay bağ 
tarafından geldi ve onlarla tek tek görüştü. Azimcan teyzesine ve 
üvey annesine elindeki hediyeleri verince Oğulay’ın yüzünde 
gülümseme oluştu. 
Aynı anda Aydan’ın kafasında hep Zemire halayla ilgili hatıralar 
canlanıyordu. “Zavallı kadın Oğulay abladan tüm ömür laf duyuyor”, 
diye düşündü.
– Sizleri sağ salim gördüğümüze memnunuz. Mezara geçmek 
istiyorduk, – diye Riskiye Hanım duaya el kaldırdı. Dua ettikten 
sonra Azimcan: 
– Fazla acele etmeyin, ben şimdi emaneti sahibine teslim edeyim 
de üzerimdeki borcumdan kurtulayım, – diye küçücük kutuyu ortaya 
koydu. Herkes merakla bakıyordu. O zaman dış kapı açılarak Oğulay 
ablanın komşusu Nezire Hanım içeri girer ve: 
– Ya, tüm cemaat burdaymış, ne kadar iyi. Azimcan gelmiş 
demek, – dedi. O herkesle görüştükten sonra Azimcan:


226 
– Buyurun oturun, siz de tanık olacaksınız – dedi komşu kadına. 
Nezire Hanım Zemire’nin yanına oturdu. 
– İşte bu Selamet ninemin kutusu, – dedi Azimcan ortada bulunan 
şeyi göstererek. Köşesindeki anahtarı alıp birkaç defa çevirdi. 
Paslandığı için çabuk açılmadı. Aydan “İşte bu basit hediyeyi 
herkesin önünde vermek şart mıydı acaba?” diye düşünerek kafası 
çok karışır. Sonunda sandıkcağız açılıverdi.
Kutudan herhangi bir değerli kadın süsü eşya çıkmamıştı. 
Azimcan kadın baş örtüsü ve onun içinden dört bükülmüş kağıt aldı. 
Zemire Hanım acele baş örtüyü alarak açtı. İşte bu bir köşesi yanmış 
annesinin yünlü baş örtüsüydü. Aydan abisinin yazısını tanımıştı.
– Abi senin yazınmış ya, – dedi Aydan.
– Evet, benim yazım, Selamet ninem söylerken ben yazmıştım – 
diye elindeki mektubu Gümüş’e uzattı. – Sesli oku bakalım, herkes 
duysun, – dedi. Gümüş mektubu okumaya başladı: 
“Kızım Aydan’a. Ben Selamet ninenim. Sen benim yavrum, 
apağım, yapayalnızımsın. İnsanoğlu bu dünyadan göç ederken acı 
olsa da tüm gerçeği söylemek ister. Allah’ın önünde temiz bulunmak 
için sana bu hakikati söylemek istiyorum”. Aydan şok olmuş gibi 
oldu, Gümüş, annesine şöyle bir bakarak mektubu okumaya devam 
etti. “Kızım sen bu mektubu aldığın zaman aklnı başın yerinde, her 
şeyi anlayacak yaşta olacaksın. Hatırlarsan ben sana hep Aymama 
hakkında masal anlatıyordum. Masalların içinde en çok sevdiğin işte 
buydu. Evet, ben seni Evliyapınarı’ndan bulmuştum.” Herkes suskun 
hâlde Gümüş’ün ağzına takılı kaldı. Aydan, aniden “Hayır, hayır” 
derken, Kabil hemen yerinden kalkıp onun elinden tuttu. Onun tüm 
bedeni tir tir titriyordu. Sonra Aydan kızına “devam et” diye işaret 
etti. “Riskiye Hanımın akşama doğru biraz sancısı vardı. Oğlum işte, 
öteki köye gitmişti. Evde ben Riskiye, Azimcan’dan başka kimse 
yoktu. Ben karanlık olmasına rağmen pınar başına gidip Evliya dede 
saygısı üzere Allah’tan çocuğun diri doğmasını isteyip, iki rekat 


227 
hacet namazı kılıp, suyundan getirmek için ibriği alıp yola 
koyulmuştum. Azimcan’a Riskiye’ye çok dikkat etmesini 
söylemiştim.
Aydan, gece, her yer ay ışığından dolayı çok ışıklıydı. Ben hızlı 
adım atmaktaydım. Biraz sonra belli bir gölgeyi hissettim. Merakla 
geriye baktım. Köpeğimiz Aslan’mış. Onu kovmak istedim, ama 
sonra “Neyse, yoldaş olur” diye bir şey demedim.
Evliyapınarı’na yetişince iki rekat namaz kılıp Allah’a çocuğun 
sağ salim doğması için dua ettim. Sonra geri dönmek için köpeği 
çağırdım. Ama o durmadan orada bulunan ırmağa bakıp havlıyordu. 
“Neyse ben gidiyorum” dedim. Ama o peşimden koşup daha hızlı 
havlamaya başladı. Ona bağırıp yoluma devam ettim. Köpek yine de 
sesli havlamaya başladı, ben önem vermiyordum. O peşimden yetişip 
eteğimi ısırıp çekmeye başlayınca “ne varmış orada acaba?” diye 
aşağı indim”.
O sirada Aydan ağlamaya başlar. Gümüş annesine bakıp: 
– Tamam, anne, rahat ol, yoksa okumayacağım, – dedi. Aydan 
elleriyle ağzını kapatınca kızı okumaya devam etti: “Irmağın 
kenarından bebeğin sesi geliyordu”. O zaman Zemire Hanım 
oturduğu yerde “ya, yavrum”, diye hemen bayıldı. Azimcan onun 
başının altına yastık koydu. Yüzüne su serpildikten sonra Zemire 
Hanım biraz ayılır gibi oldu. Gümüş devam etti.
“Köpeğin ardından koşmaya başladım. Köpek çalılık arasından 
kadın baş örtüsüne sarılı bebeği ağzında ısırıp çıkınca şaşırarak 
hemen bebeği ele aldım. Onu iyice bağrıma basıp bağa doğru koştum. 
O zaman anladım ki Allah’ım kendi nimetini nasıl vereceğini kendisi 
iyi biliyormuş. Eve yetiştim. Bebeği diğer odaya koyup Riskiye’nin 
yanına girdim. Gelinim çok acı bir durumda yatıyordu. Uzun zamana 
kadar doğuramıyordu. Sonunda doğururken aniden bayılıverdi. Bu 
defa da ne yazık ki, çocuk ölü doğmuştu”. 


228 
Zemire Hanım titreyerek, kendi kendine bir şeyler söyleyip 
fısıldıyordu. İslambek yerinden kalkıp ona soğumuş çay içirdi. O 
anda iki gözü çok yaşlanmış Gümüş yine okumaya devam etti. 
“Gelinim sabaha doğru ayıldı. Ben o zamana kadar işi bitirmiştim... 
Yavrum Aydan’ım. Ben seni Aydan gecede bulduğum için ismini 
Aydan koymuştum. Şunu kesin biliyorum ki, senin üzerindeki baş 
örtüsü komşumuz Feride’nin baş örtüsüydü. 
Aydan’ım, seni bana gerçekten Allah’ımın kendisi verdi. Eğer 
Allah’tan içten, saf niyetle istersen, her isteğini verir. Ama onu nasıl 
verecek, Yaradan’ın kendisi bilir. Bizim evimize ne kadar neşe, 
mutluluk getirdiğini bir bilseydin. Riskiye sana ak süt verip büyüttü. 
Sana öğütüm şu: eğer zamanı gelince kendi anneni bulursan, onu 
affet, ona küsme. Aydan’ım benim, bu bir eksik dünya olduğunu asla 
unutmamalısın. Senin için hep duada bulunan Selamet ninen”. 
Artık herkes, hatta komşu Nezire Hanım da ağlıyordu. Zemire 
Hanım bir köşesi yanmış baş örtüyü elinde tutup bağırarak ağlıyordu. 
Aydan’ın başı dönüp, hemen dışarıya attı kendini...
O şimdi deliye benziyordu, odasına kapanıp yatağa uzanmıştı. 
Peşinden gelen Kabil de içeri girdi. Aradan biraz zaman geçince 
Riskiye Hanımı torunları İslam ile Gümüş elinden tutup eyvana 
yatırdılar. Annesinin durumunu anlayan Aydan ne kadar zorluk çekse 
de kendini toparlamaya çalıştı. Annesini kucaklayarak şöyle dedi: 
– Sen, ancak sen benim gerçek annemsin! Bana başka bir anne 
lazım değil, – diye ağlamaya başladı. – Ya babamı da asla 
değiştirmeyeceğim. 
Riskiye Hanım hâlsiz elleriyle Aydan’ın başını okşayıp: 
– Yavrum, öyle deme, o da Allah’ın bir kuludur. İyi ki benim 
şansıma işte Zemire varmış, ondan dolayı ben seni buldum yavrum. 
Onun hürmetine olumsuz şeyleri söylemek Allah’ın hoşuna gitmez, 
– dedi. 
Aydan bunları duyunca hüngür hündür ağlamaya başladı. 
*** 


229 
Riskiye Hanım sabah namazını bitirince oraya gelen Aydan’a: 
– İyi misin yavrum? – dedi.
Aydan bir “ah” çekerek: 
– Teşekkür ederim anneciğim, – dedi.
– Şimdi seni uyandırmak istiyordum, iyi ki kendin geldin. Ziyaret 
yaptıktan sonra dönüşte Zemire’den haber almak lazım, yavrum, – 
dedi Riskiye Hanım. 
Bu sözleri duyan Aydan’ın gözleri daha da büyük açılır ve 
annesine bakarak: 
– Anneciğim neler diyorsun, ben buna kendimi zorlayamam. 
Masalların gerçeğe dönüşmesine hiç inanmıyordum. Beni rahat bırak 
anneciğim. Buna zaman lazım, – diye bağa doğru yürüdü.
Lam mim diyemeyen Riskiye Hanım tek başına Evliyapınar’a 
ziyarete giderek dönüşte Zemire’ye uğradı. Avluda üzüm 
koparmakta olan Oğulay Riskiye Hanımı görünce onu karşılamak 
için yanına geldi. Riskiye etrafa şöyle bir göz atıp Zemire Hanımı 
sordu. Oğulay Hanım: 
– Odasında yatıyor, iki gündür dışarı çıkmıyor, – dedi. Bu sözü 
duyan Riskiye Hanımın bedeninde titreme oluştu.
– Bir şey mi oldu? – diye acele içeriye, Zemire' nin kaldığı odaya 
girdi. Riskiye Hanım yanına gidip oturduktan sonra ancak o dönüp 
baktı. Zemire Hanım sanki cansız ceset gibi tavana bakıp yatıyordu. 
Riskiye Hanımı gören Zemire Hanım: 
– Ablacığım özür dilerim siz olduğunuzu fark etmemişim, – diye 
ona el uzattı. Riskiye Hanım onu kucakladı. İki kadın birbirini 
bağrına basarak sessizce ağlamaya başladı.
– Ağlamayın, hasta olacaksınız, Allah’a çok şükür, işte 
çocuğunuz bulundu, – dedi Riskiye Hanım. 
– Hayır, hayır hiç öyle demeyin, o – sizin çocuğunuz. 
– Aslında onu siz dünyaya getirdiniz, – dedi Riskiye Hanım.


230 
– Önemli olan dünyaya getirmek değil, onu büyütüp adam 
yapmaktır. Ama onun bulunması benim için büyük mutluluktur. Eğer 
köpek ısırmış veya kurt yemiş olsaydı bunun vebalı da büyük olacaktı 
– dedi Zemire Hanım. 
– Kader icabı siz onu oraya bırakıp gitmemiş olsaydınız ben böyle 
mutlu günleri görmemiş olurdum. Tüm iyi günlerim sizinle ilgili, 
gözünüzü seveyim, Allah şifa versin. Aydan biraz rahatlayınca 
mutlaka ziyarete gelecek, – diye yerinden kalkıp vedalaştı.
O gün öğleden sonra konuklar şehre dönmüşlerdi.
*** 
Köyden dönen Aydan belli bir zamana kadar kendini 
toparlayamadı. Bu arada kar yağıp, yeni yıl bayramı yaklaşmıştı. 
Fatma ve Hüseyin’in okulunda Alfabe bayramı dolayısıyla veliler 
toplantısı yapıldı.
Toplantıdan çıkan Aydan iki çocuğuyla yolu geçerken aniden 
“Neksiya” arabası çok sert fren yaptı. Çok korkan Aydan 
çocuklarının elinden tutup, yolun öteki tarafına geçti. Ardından birisi 
“Aydan” diye çağırdığını duyunca, geri dönüp baktı. Onun Sıddık 
olduğunu anlayınca çok şaşırdı. O, yol ortasında duran arabasını açık 
bırakıp, acele Aydan’ın yanına geldi.
– İyi misin? – der. Aydan da kısaca:
– Teşekkür ederim iyiyim, – dedi. Sıddık çocuklara göz atıp: 
– Beni affet, sana çok acı verdim, – dedi başını eğerek. Aydan bu 
sözü duyunca daha güç almış gibi ilk kocasına baştan ayağa göz 
atarak: 
– Önemli değil, iyi ki acı çekmişim, yoksa bugünkü gibi 
mutluluğa kavuşamazdım, – dedi. Tam o sırada Kabil’in arabası 
durağın önünde durdu. Onlar arabaya binip giderken Sıddık onların 
ardından baka kaldı.


231 
*** 
Kış çilesi geçip, ilkbahar yaklaşınca Riskiye Hanımın durumu 
daha fenalaşır. Şeker hastalığı onu çok hâlsizlendirmişti. Aydan ne 
kadar yardımcı olmaya çalıştıysa da hepsi boşunaydı. Böyle günlerin 
birinde Riskiye kızını yanına çağırıp:
– Benim akıllı yavrum, gözümün ak ve karası. Eğer ban bir şey 
olursa, çok dert yanma, çünkü anne babanın vefat etmesi aslında bu 
da bir miras sayılır. Sana söyleyeceğim şu, babana teselli ol. Mutlaka 
Zemire Hanımı eve getir ve ona iyi bak, onun da sende hakkı var. 
Babanın her şeyden haberi var”, dedi. İlkbahara yetişmeden Riskiye 
Hanım bu dünyadan göç etti. 
Aydan yalnız kalan babasının acılı kalbine teselli arıyordu. Kabil 
aşağı yukarı her akşam kayınpederiyle sohbet ediyor, onun yalnız 
kaldığını hissettirmemeye çalışıyordu.
İslambek ninesinin resmini yapıp, büyük odanın baş köşesine astı. 
Resim çok ustalıkla yapılmıştı, sanki ninesi onları izlemekte gibiydi. 
Dedesi resmi görünce hem ağlıyor hem memnun olup torununa dua 
ediyordu.
*** 
Okulda dersler bitip yaz tatili başlayınca Aydan babasının ısrarı 
üzerine ikizleri köye götürdü. Çocuklarını evde bırakıp kendisi 
Zemire Hanımın evine gitti. Açık kapıdan avluya giren Aydan, 
bağırma sesi duyarak önce şaşırdı. Sonra pencereyi çaldı. İçeriden bir 
şeyleri mırldayarak Oğulay Hanım, ardından Zemire Hanım çıka 
geldi. Zemire Hanım mahzun gözleriyle Aydan’a baktı. İkisi de ister 
istemez birbirini kucaklayıp sessiz sessiz ağlamaya başladılar. Aydan 
kendini toparlayıp: 
– Hadi anneciğim, hemen gidelim, – dedi. 
Zemire Hanım Aydan’ın “anneciğim” dediği söze biraz şaşırarak: 


232 
– Hayır, hayır, buna benim hakkım yok, – dedi. Aydan onun 
böyle garip hâline dayanamadan, – Giysileri nerede? – diye Oğulay 
Hanıma sordu. O, evin bir köşesinden eski baş örtüsüne sardığı küçük 
bir bohçayı gösterdi. Aydan gidip bohçayı açtı. Orada tek bir rengi 
silinmiş gömleği görüp durmadan kendini “suçlu” sanan annesine: 
– Tamam, şimdiye kadar ağladığın yeter artık. Eğer insanoğlu suç 
yapmasaydı, insan değil, melek olacaktı”, – diyen Aydan annesinin 
çok eski gömleğini çıkartmasına yardımcı oldu. Zemire Hanımın 
elinde de sanki kendisininki gibi ben var olduğunu fark etti. Aydan 
kendi kendine “Ya Rabbim, bu ne acaba? Benim net inanmam için 
Tanrı’mın kendisi yaptığı işaret mi yoksa?”, diye düşündü.
“Kızı gelmiş, Zemire’yi şimdi kendi evine götürecekmiş”, sözü 
hemen hemen tüm köye ulaşmıştı, dolayısıyla komşular Zemire 
Hanımı uğurlamaya geliyorlardı. O zavallı hanım memnun 
olduğundan dolayı kâh gülüp, kâh ağlamaktaydı. 
*** 
Zemire Hanım Aydan’lara ilk geldiği günler her şeye karşı çok 
merak ettiğinden dolayı hiç alışamadı. Herkese karşı korku 
hissediyordu. Bu olay Oğulay Hanımın etkisi olduğunu Aydan iyi 
biliyordu. O yüzden kendini rahat etmesi için ona iyi davranıyordu.
Zemire Hanım çalışkan biri olduğu için Aydan’ın engel olmasına 
rağmen durmadan ev işlerine bakıyordu. Aydan’ın çocuklarına 
bakıyor, okuldan dönmelerine kadar çeşitli yemekler hazırlıyordu. 
Fatma ve Hüseyin’ler de ninelerine alışmışlar, tek bir dakika bile 
onsuz duramıyorlardı. Bazen Zemire Hanım mahalle hanımlarıyla 
sohbet etmek için dışarı çıktığı zaman torunu Fatma da ninesini 
arayıp sokağa çıkıyordu.
*** 
Hayit bayramı yaklaşınca Aydan giyecek şeyler almak için 
annesiyle pazara gitti. Aydan her defa pazara gittiği zaman sadaka 


233 
isteyen sakat bir çocuğa rastlıyordu. Bu defa da çantasından para 
çıkartıp uzatırken Zemire Hanım sakat çocuğu görünce “Ferhat, 
Ferhat mısın?” diye sordu. Sakat arabasında oturan çocuk da Zemire 
Hanımı görüp şaşırdı. Duraklaya duraklaya “ha-la, ha-la”, dedi.
Aydan merakla annesine bakarken Zemire Hanım “Şimdi 
söyleyeceğim” der gibi kızına işaret yapıp, elinden sıkı sıkı tutan 
Ferhat’ı sakinleştirmeye çalıştı. O “Gi-de-ce ğim”, diye takip etti. 
Zemire Hanım zavallı çocuğun eline dondurma tutturup, zor bir halde 
vedalaştı. Aydan biraz ötede olayı izlerken annesinin hareketlerine 
baka kalmıştı. Kızına yaklaşınca: 
– Bu çocuğun kaderini hiç sorma. Belki duymuşsundur, köyde 
Zakir kumarcı diye birisi vardı. Onun Rabiye adında tek bir kızı var, 
belki tanıyorsundur, – dedi Zemire Hanım.
Aydan afallamış gibi oldu. Annesinin elinden tutup, adamların 
arasından bir köşeye çekti.
– Neler diyorsun anneciğim? Rabiye’nin çocuğu mu o acaba? Hiç 
de inanamıyorum, – dedi Aydan. 
– Evet, gerçek yavrum. Zavallı kızın kaderi böyleymiş, – dedi 
annesi. 
Aydan’ın kafası çalışmıyordu artık, onun gözünün önünde sadece 
Rabiye canlanmıştı. Pazardan dönüp hemen yatağa attı kendini. Biraz 
uyumak istiyordu ama gözüne uyku gelmiyordu. Tekrar hayale 
daldığı bir anda kızı Fatma, ninesinin çayı hazırladığını söyledi.
Çay içerken Aydan kendisini hâla rahat bırakmayan olaya dönüp 
annesine: 
– Rabiye kiminle evlenmişti anne? – diye sordu. 
– Şehirden bir delikanlıyı bulup eve getirmişti. Rahmetli annesi 
vefat ettikten sonra o delikanlıyla bence dört sene birlikte yaşayıp işte 
bu sakat çocuğu doğurmuştu. Kocası her gün ayyaş dönüp Rabiye’yi 
dövüyordu. Kaç defa mahalledekiler, komşular araya girmişlerse de 


234 
ama yine de olmadı. O delikanlı tüm mal varlığını, evini kumarda 
kaybetti. Rabiye’yi ise avlunun bir köşesinde dedesinden kalmış eski 
hücreye kovup çıkarttı. Arada kocası dört beş sene hapsedildi. Rabiye 
ise işte bu sakat çocuğuyla birlikte nasılsa komşuların yardımıyla zor 
bir hayat sürdürüyordu. O delikanlı hapisten dönünce tekrar 
Rabiye’yle birlikte yaşamaya başladı. Aradan çok geçmeden bir gün 
gece yarısı kocası ayyaş bir hâlde eve dönerken Rabiye'nin uyuduğu 
odayı yakıp kaçmıştı. Yangını fark eden komşular Rabiye ve 
çocuğunu zor bir şekilde kurtarmışlardı. Böylece Rabiye’nin bir 
yüzünde yara izi kalmıştı.
Benzi atmış Aydan, annesinin söylediklerini dikkatle dinliyordu. 
Aniden susan annesine: 
– Ya, sonra ne oldu acaba? – diye sordu. 
– Ya, ne yapacaksın böyle fena şeyleri dinleyip. Bak rengin de 
soldu, – dedi Zemire Hanım.
– Rabiye benim sınıf arkadaşımdı, hadi anlat anneciğim, – dedi 
Aydan.
– Öyle mi? Üstelik, üç ay sonra Rabiye yine hasta kız doğurdu. 
Artık Rabiye iki sakat çocukla dışarıda kalmıştı. Sonunda olayı 
öğrenen amcası Rabiye’yi iki çocuğuyla şehre götürdü. 
Söylediklerine göre o kimsesiz bir yaşlı kadını bulup oraya götürmüş. 
Rabiye işte o yaşlı kadına bakıcı olmak üzere iki çocuğuyla birlikte 
onun evinde oturuyormuş. Her gün sabah sakat çocuğunu pazara 
götürüp aynı dilencilikle bulunan paralarla yaşamını sağlıyormuş 
zavallı kadıncağız, – dedi annesi acıyarak. 
Söylenenleri duyarken biraz sinirlenen Aydan: 
– Niçin hep “zavallı kız” diyorsunuz o edepsiz şerefsize. O 
“zavallı” değil, o – yol kesen, hırsız, bozguncu, –derken gözlerinden 
çok eskiden gördüğü eziyetin yaşları damlamaya başladı. Aydan 
damağına bir şey takılmış gibi yutkunamadı.


235 
Aydan “Rabiye’nin başına ne kadar çok bela gelmiş ya”, diye 
düşünmekteydi.
– Ağlama, yavrum, ne olmuştu acaba? – diye sordu annesi. Anne 
ve kız o gün uzun zamana kadar sohbet etmişlerdi. Aydan çocukken 
Rabiye'nin ona yaptığı zulüm hakkında annesine tek tek anlatmıştı. 
*** 
Hayıt günü Aydan köyünü özleyen annesi ve çocuklarıyla birlikte 
Burçmulla’ya gitti. Köydeki tanıkların hepsi Zemire Hanımı ziyarete 
gelmişlerdi. O gelenlerin hepsine hayıt bayramına diye getirdiği 
hediyeleri dağıttı. Aydan’ın annesi o kadar mutluydu ki, bir konuşup 
on gülüyordu. Hatta Oğulay yengesi de onun etrafında fır dönüyordu. 
Annesini gözeten Aydan: “Ya benim zavallı annem, adam bu kadar 
çekingen olur mu hiç? Sınırsız acılara rağmen kendini ateşe atmadı, 
intihar etmedi, sabır ve inançla yaşadı”, diye düşünüyordu.
Ama Rabiye olayını Aydan hâla unutamamıştı. Ertesi gün 
mezarlıktan dönüşte Rabiye’nin yanarak kül olan evini gördü. Onlar 
köyde iki gün kalıp sonra şehre dönmüşlerdi. Ertesi gün Aydan erken 
kalkıp işe gitti.
*** 
Zemire Hanım kızının işten yorgun bir hâlde döndüğünü görünce:
– Çok mu yoruldun yavrum? – diye sordu. 
– Anneciğim biliyor musun, bugün yanıma kim geldi?
– Hayır, kimmiş o? – diye tekrar sordu. 
– Rabiye geldi, – diyerek kendi odasına geçti.
Zemire kızının ardından çay getirdi ve döşeğe uzanarak yatan 
Aydan’ı sakinleştirerek saçlarını okşadı.
– Rabiye işte o hasta kızını getirdi yanıma. Hadi söyle anne ne 
yapayım? Günahsız çocuğu benden gözünü alamıyor, ama o aptala 
hiç yardım etmek istemiyorum, – dedi Aydan. 


236 
– Yavrum, “Babanı öldürene anneni ver”, demişler. Allah ona 
cezasını vermiştir, elinden gelen yardımı çocuktan esirgeme, ta ki 
vicdanın önünde sonradan pişman olmayasın, – dedi annesi.
*** 
Yine bir nurlu tan atmıştı. Rabiye’nin kızı cerrahlık ameliyatından 
çıkıp, durumu iyileşince, geceye doğru servise alındı. Aydan’ın 
bugün de ameliyatı var. O yüzden onu tekrar muayene etmek için 
erken işe geldi.
Aydan uzun koridor boyunca yürürken, odanın kapısı açılarak 
Rabiye’nin kızı Enare gülerek çıkıp geldi, Aydan’ı görünce memnun 
olup:
– Ablacığım, ben şimdi çok iyiyim, – diye onu kucakladı.
Aydan Enare’yle odaya girdi. Onu iyice muayene ederken 
kızcağızın durumu beklediğinden daha iyi olduğunu öğrendi.
– Kızım, dikişler bitmiş, bir hafta sonra taburcu olabilirsin. 
Bundan sonra hiç hasta olma, kendine iyi bak, tamam mı? – dedi 
Aydan ve memnun olarak bakmakta olan Enare’nin alnından öpüp 
dışarı çıktı.
Yaradan’ın kendisi Rabiye’nin kaderini Aydan’ın isteğine 
bırakacağını o hiç düşünmemişti. “Ya, Allah’ım, kendin bizi hak 
yolundan saptırma”, diye sıradaki ameliyata hazırlanmak için 
cerrahlık odasına geçti.

Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin