Teselsül Ve Îptalî
Teselsül : Herbirinin vücûdu daha öncekinin vücûduna tevakkuf ederek birbirine dayanan ve ezele doğru uzandığı tasavvur olunan namütenahi (sonsuz) bir silsile, demektir.
Teselsül'ün İptali işte hâdiselerin sonsuzluğa doğru bu şekilde teselsül edip gitmesi muhaldir, mümkün değildir. Çünkü : Eğer maziye doğru evveli ve başlangıcı olmayan ve birbirine tevakkuf eden ve birbirine zincirleme dayanan böyle bir hâdiseler silsilesi olsa ve meselâ bugün vücûda gelen bir hâdise, bu şekilde birbirine tevakkuf eden ve sonsuzluğa doğru uzanan namütenahi bir hadiseler silsilesinin neticesi olsa, yani böyle bir «namütenahi» hâdiseler silsilesi bulunsa.
Bir de; meselâ bundan bir ay önceki bir hâdisenin illeti'nm ete. böyle maziye doğru devam eden namütenahi hâdiseler silsilesi dl-duğunu farzetsek...
Hiç şüphe yoktur ki, var olduğunu farzettiğimiz ikinci silsile-nin halkaları, birinci silsilenin halkalarından daha azdır. Çünkü ikinci silsile, birinciden bir ay daha azdır.
Şimdi, birinci hâdiseler silsilesiyle, varlığını farzettiğimiz ikinci hâdiseler silsilesini, bugünden başhyarak, mazi cihetindeki namütenahi sonsuzluğa doğru herbirinin halkalarını, diğerinin halkalarıyla karşılaştırmak suretiyle birbiri hizasına koyarak; birbiri ile ça-kiştırsak :
Ya, bu iki silsilenin de mazi cihetindeki sonları bitmez ve sonsuzluğa doğru devam edip giderler. Bu takdirde; noksan olan ikinci silsilenin, tam ve kâmil olan birinci silsileye eşit olması gerekir. Bunun bâtıl olduğu aşikârdır.
Veya, noksan olan silsile, noksan olduğu miktar yerinde kesilerek son bulur. Gerçek ve tabiî olan bu netice, birinci silsilenin de noksan silsile gibi kesilerek son bulmasını gerektirir. Çünkü bu silsile, sona eren noksan silsileden bir ay gibi belirli bir miktar fazladır. Bu fazlalık bitince o da nihayete erer.
işte böylece, sonsuz ve namütenahi olduğu iddia edilen hâdiseler silsilesinin, mütenâhî (sonlu) olduğu, dolayısiyle yukarıda tarif edilen teselsülün bâtıl ve muhal olduğu isbat edilir. Bu delile «Bur-hân-ı Tatbik» adı verilmiştir. 177
Netice: Bu âlem, sureti ve maddesiyle hadistir. Çünkü âlemi meydana getiren cevher ve arazlar hadistir.
Her hadis var olabilmek için bir muhdise bir. mucide muhtaçtır. Bu husus, illiyet.kanunu ile sabittir. O halde, bu âlem de bir muhdise yani bir yaratıcıya muhtaçtır.
Âlemin muhdisi, yâni mucidi, Vâcibü'l - Vücut'tur. Çünkü : Bu
mûcid Câizü'l - Vücûd olsa, o da hadis olur. Hadis olan mûcid ise, âlemin mucidi, (faili) olamaz. Aksi halde, kendi nefsinin illeti olmuş olur. Bu ise muhaldir. Çünkü, bir mucide, yani bir yaratıcıya muhtaç olan şey, kendi nefsinin asla mucidi-olamaz.
Bu âlemin illeti, sonsuzluğa doğru devam eden bir hâdiseler silsilesi de olamaz. Çünkü teselsül, «Burhân-ı Tatbik» ile bâtıldır.
O faalde bu âlemin müciaJ; Vâcibü'l - Vücut'tur. O da Aiîahu TeâlâMır.
Görüldüğü üzere bu delil, dikkat isteyen, uzun, güç ve münakaşaya müsait bir delildir. Nitekim, büyük İslâm Filozofu İbni Kiişd, eserden müessire (tesir eden bir varlığa) geçiş yoluyla Allah'ı isbat yolunu benimsemekle beraber, âlemin bütün cüzlerinin hadis olduğunu isbat esasına dayanan bu delili, uzunluğu ve zorluğu sebebiyle tenkid etmiştir. Bu sebeple, hudûs esasına dayanan bu delilin, Kur'an-ı Kerîm'de birçok âyetlerle işaret olunan usûle uygun olarak takrir edilmesini ister. «Şeriat tarîki» adını verdiği bu usulle iki türlü delil zikreder : Birincisine; «İhtira», yâni «îcad etme, yaratma» delili, ikincisine de «İnayet» delili adını verir. İhtira, «îcad etme» ve «İnayet» delillerine delâlet eden müteaddit âyetler zikrederek, bu metodla Allah'ı isbat etmenin, insan tabiatına en uygun yol olduğunu, münevver, mütefekkir her çeşit halk tabakasını tatmin edeceğini söyler 178 İnayet delili ileride zikredilecektir.
b) İhtira (îcad Etme) Delili :
tbn-i Rüşd'ün bu delilini şöylece özetleyebiliriz : Gökler ve yer, nebat ve hayvan gibi gördüğümüz varlıklar, ihtira (icad) olunmuştur. Her ihtira olunana bir ihtira edici lâzımdır. O halde şu mevcudatın da bir ihtira edicisi vardır. O da Allahu Teâlâ'dır. Çünkü : Görüyoruz ki yok iken bir nebat, bir hayvan var oluyor. Bunların sonradan olduğunda ve ihtira (icad) edildiğinde şüphe yoktur. Meselâ câmid, yani cansız ve hareketsiz bir cisim görüyoruz, sonra onda hayat vücûda geliyor. Cisimlerde hayat, idrâk, akıl gibi haller ihtira (icad) olunuyor. Her şey daima yeni bir oluş ve değişmeler halindedir.
İlliyyet kanunu gereğince her ihtira olunan, yani icad olunan şeye bir ihtira eden ,icad eden lâzımdır. Çünkü hayat, idrâk ve akıl gibi haller kendiliğinden vücud bulamaz, mutlaka bir muhdise, her-şeyi yaratmağa kadir bir mucide muhtaçtır. O da, ezelî ve ebedî, âlim ve kaadir olan Hak Teâlâ'dır 179
Görüldüğü üzere bu delilde, müşahede olunan bir hâdisenin veya bir vasfın hadis olması kâfidir.
Terldb Delili :
Bu âlem mürekkeb (terkip edilmiş) bîr varlıktır. Bu husus, müşâhade ile sabittir.
Her terkip olunan şey, kendinden Önce mevcut bir mürekkibe (terkip ediciye) muhtaçtır. Terkip olunan varlık, cüzlerinden meydana gelir. Cüzler, mürekkepden (yani terkip olunandan) önce vardır ve ondan ayrı şeylerdir. O halde, terkip olunan varlık yok iken, bilâhare,- cüzlerinin birleştirilmesiyle hadis olmuştur ve her hadis gibi o da bir muhdise muhtaçtır. Bu muhdis, terkip edilen ve kendinden başkasına muhtaç olan bu âlem cinsinden olamaz. Aksi halde muhdislerin teselsülü gerekir. Teselsül 9:se bâtıldır. O halde bu muhdis, varlığında başkasına muhtaç olmayan kadîm (ezelî) bir varlıktır. O da, Vâcibu'l - Vücûd (vücudu zâtına vacip) olan Hak Teâlâ'dır.
Hudûs, yani sonradan var olma esasına dayanarak Allah'ın varlığını isbat eden başka deliller varsa da, bu kadarla yetiniyoruz.
2- imkân Esasına Dayanan Delillerle Allah'ın Varlığını tsbatt
Bu metodla Hak Teâlâ'yi isbat etmek, İslâm filozoflariyle, bazı Kelâm âlimlerinin yoludur.
Mümkin ; Mücûdu da, ademi (yokluğu) de müsavi olan, yani vücûdu kendi zâtının muktezâsı ve icabı olmayan, var olması da, yok olması da aklen caiz olan şey demektir. O halde, aslında mümkün olan bir şey bazan- vücûdu kabul ederek var olur. Bazan da yokluğu kabul edecek yok olur. Bunun içindir ki Kelâmcılar «Her mümkin hadistir.» derler. Çünkü bir şeyin mümkin olduğunu, o şeyin hadis olmasıyla biliriz. Bu bakımdan hadis, mümkinden daha açık, dolayısiyle, hudûs yoluyle Hak Teâlâ'yi isbat, imkân -yoluyle isbattan daha açık ve daha meşhurdur.
Şimdi imkân esasına dayanan delillerden bazılarım görelim :
a) Bu Alemin Mümkin Olması îielili:
Bu delil şöyle bir kıyâs yoluyla beyan edilebilir : Bu âlem bir mümkinât mecmuasıdır.
Her mümkin, var olabilmesi için, yokluğuna varlığını tercih eden bir müreccihe, müessir bir kuvvete muhtaçtır.
O halde bu âlem de, var olabilmek için böyle bir müessir kuvvete muhtaçtır. O müessir kuvvet de, bu âlem dışında, vücûdu zâtına vâcib olan bir varlıktır. O da Allaîıu Teâlâ'dır.
Evet görmekte olduğumuz bu âlem mümkindir. Çünkü; var olmakla beraber, vücûdu zarurî değildir. Zira bu âlem, var olmayabilirdi de.. Nitekim biz bu âlemin yok olmasını da tasavvur etsek, bu tasavvur aklen muhal değildir. Zira âlemin, kendi varlığı ve hakikati içinde vücûdunu zaruri, yokluğunu imkânsız kılan bir sebep yoktur. O halde biz, bu âlemin varlığını da, yokluğunu da düşünebiliriz. İşte bunun içindir ki, şu varlık âleminin vücûdu mümkindir, yani vücûdu zâtından değildir. Daima değişiklik halinde ve cüzlerine muhtaç bulunan bu âlemin bizatihi mevcut, yani vâcibu'l - vücûd ve ezelî bir varlık olması iddia edilemez. O halde bu âlem müm~ kinü'l - vücut'tur. Yani varlığı zâtından değildir. Öyle ise, bu âlem de her mümkin gibi, varlığını yokluğuna tercih eden bir müreccihe, yani müessir bir kuvvete muhtaçtır. Bu müessir de, Vâcibu'l - Vücûd olan Allahu Teâîâ'dır.
Bu müessir, vardır ve vâcibu'l - vücuttur. Çünkü :
Varlıkların mucidi, hariçte vücûdu olmayan bir şey olamaz. Zira icâd mertebesi, vücûd mertebesinden sonradır. O halde bir şey mevcut olmadan, başkasını icâd edemez.
Bu âlemin pıûcidi, mümkini'l - vücût da olamaz. Çünkü öyle olsa, bu müessir :
Ya bu âlemin kendisi olan tamamıdır;
Veya cüz'üdür;
Veya biribirine dayanarak sonsuzluğa doğru giden mümkinler silsilesidir.
Birinci ve ikinci ihtimâl bâtıldır. Zira bir şey, bizzat kendisinin müessiri olamaz. Aksi halde, bir şey hem illet, hem malul olur. İllet malûlünden önce olacağından, kendi nefsi var olmadan Önce mevcut olması gerekir ki, bunun aklen muhal olduğu aşikârdır.
Üçüncü ihtimal de bâtıldır. Zira bu ihtimâl teselsülü gerektirir. Teselsül ise bâtıldır.
Bütün bu ihtimaller bâtü olunca, bu âlemin mucidinin, bu âlem dışında ve mUmkinattan olmayan Vâcibü'l - VücÛd bisı gerekirr. tşte bu varlık da, Jizaöhi ve bizatihi bir varlık olma- mevcut olan Allahu Teâlâ Görüyoruz ki bu âlemin var olması, her bakımdan eşsiz, ezelî bir mevcudun, yani Allah'ın varlığını isbat ediyor. Esasen, vücûdu zâtının icabı ve muktezâsı olan ezelî bir mevcut olmasaydı, gördüğümüz bu âlem vücûd bulmazdı. Çünkü hiçbir şey, kendi kendine var olamaz, bu hakikat maddecilerin de kabul ettiği «illiyet Kânunu» 'nun zarurî bir neticesidir.
b) Mutlak Bir Mevcut Delili:
Hakikatta bir mevcut vardır. Bu, hiçbir kimsenin inkâr ede-miyeeeği bir gerçektir.
Varlığı inkâr edilemiyen bu mutlak mevcut :
Ya Vâcibdir. Yani vücûdu zâtının icabı ve muktezâsıdır.
Veya mümkindir. Yani vücûdu zâtının muktezâsı olmayan bir varlıktır.
Çünkü, bütün varlıklar, bu iki nevi varlıkta toplanmış ve inhisar etmiştir.
Eğer, bu mevcut olan şey vâeib ise, matlubumuz isbât edildi demektir. Yani o, varlığı vâcib olan şey, ancak Allahu Teâlâ'dır.
Eğer, bu mevcut olan şey mümkin ise, bir müessire muhtaçtır. Çünkü mümkin, varlığı zâtının icabı ve muktezâsı olmadığından, var olabilmesi için vücûdunu ademine (yokluğuna) tercih eden bir müreccihe muhtaçtır. Aksi halde miireccihsiz tereccüh (yani tercih edici olmadan tercih etmek) lâzım gelir ki, bu da muhaldir, imkânsızdır.
Bu müreccihin vâcib olması zaruridir. Çünkü o müreccih de mümkin olsa, o da başka bir müreccihe muhtaç olur. Onun nıürec-cihi de mümkin olsa ve böylece devam etse, teselsül lâzım geîir. Teselsül ise bâtıldır.
O halde, bu mutlak mevcut mümkin ise, onun mucidi mutlaka vâcibdir. O da Allahu Teâlâ'dır.
İmkân esasına dayanan daha başka deliller varsa da, burada en önemlilerini zikretmekle yetinmeyi uygun bulduk180.
3- Maddede Bulunan Hareket Vasıtasiyle Yüce Allah'ı tsbat: Bir de, «Hudûs» delilinde «hadis» olduğunu söylediğimiz «cev-her»'in, yani maddenin dâima harekette oluğundan çıkarılan delil ile Yüce Allah'ı isbat ederler ki, bu deliî de kısaca şöyle ifade olunabilir :
Şu âlemde bulunan madde ve ondaki hareket bugün ilmen sabittir. Bu madde ve bu hareketin mucidi kimdir?
Maddeciler «Madde de, ondaki hareket de ezelidir» derler. Bu fikir yanlıştır. Çünkü maddedeki bu hareket, bir evvelki hareketin, o da daha evvelkinin neticesidir. Bu hareketler silsilen, sonsuzluğa doğru devam edip gidemez. Çünkü teselsül bâtıldır. O halde bu hareket silsilesinin bir noktada durması ve ilk hareketin, vücûdu vâcib olan bir illete, bir muharrike dayanması zaruridir. O da her şeyin halikı olan Allah'dır.
Sonra, Fizik ilmi bize; maddenin genel özellikleri arasında bit de «Atâlet» Özelliği olduğunu, Mihaniki Fizik de; «harekette bulunan cisimler manzumesinin denkleşmeğe çalıştığım, bu sebeple har reket halinde bulunan her cismin az çok uzun bir zaman sonra sükûnete ermesinin zaruri» olduğunu bildirir.
Maddenin genel özelliklerinden olan «Atâlet» ve «Denkleşme* kanunları, bu âlem denen kâinattaki hareketin ezelî ve ebedî ola-mıyacağını isbat etmekte ve maddecilerin, «Madde de, ondaki hareket de ezelîdir...» iddiasını çürütmektedir. Çünkü, ilmen sabit olan «Denkleşme kanunu» gereğince, bu âlemin sükûna gelmeye çalışması zarurîdir. «Âlem, bahsettiğimiz denkleşmeye ve sükûnet haline gelmiş sonra sırf maddedeki hareket özelliğinin îcabı olarak tekrar harekete başlamıştır», şeklindeki itiraz ise, «Atâlet» kânununa aykırı olduğundan vârid değildir. O halde; madde ve ondaki hareket ezelî olmayıp, her ikisinin de bir başlangıcı vardır. Yani sonradan vücûda gelmiştir, öyle ise; bu varlığı vücûda getiren maddeyi de, onu teşkil eden atomdaki enerji kaynağı olan hareketi de yaratan, varlığı zaruri ve ezelî yüce bir varlık vardır. O da Allah (c.c.)*drr.
Evet, parçalanan atom içinde gizlenen müthiş enerji, maddecilerin, *çKuwetsiz madde maddesi» kuvvet olamaz» teorisini desteklemiştir. Ancak, bu teoriden, Allah'ı inkâr mânâsı çıkmaz. Çünkü ister, önce madde bulunsun ve bunun bir kısmı parçalanarak enerjiyi vücûda getirsin, veya bunun aksi olsun (yani enerji önce olup, bir kısmının yoğunlaşmasiyle «tekasüf etmesiyle» vücûd bulan maddeyi hareket ettirmiş olsun) yine de ilk mevcut olan hangisi ise^ onu bir yaratan olduğunu kabul etmemiz gerekir. İşte o yaratıcı, herşeyden önce var olan ve vücûdu vâcib bulunan Allahu Teâlâ'dır,
Maddenin en küçük zerresi olan atomda, bu muazzam enerjinin bulunabilmesi de, Allah'ın varlığına ayrı ve açık bir delil teşkil eder. Çünkü, küçük bir atomda gizlenen bu muazzam enerjiyi, ancak yüce bir kuvvet, yani yalnız Allah toplayabilir. Böyle müthiş bir enerji kudreti, ancak ilâhî bir varlık vasıtasiyle vücût bulabilir. İşte o ilâhî varlık da, Hak Teâlâ'dır.
Meşhur Yunan filozofu Aristotales de, «İlk muharrik» diye vasıflandırdığı Allah'ı, maddenin dâima hareket etmekte olduğu esasına dayanarak isbat etmiştir.
4- İbda ve Ulet-i Gâiye Delili ile Allah'ın Varlığını İsbat 181
İbda : Bir şeyi, benzeri veya misli ve eşi olmadan güzel ve mükemmel bir şekilde vücûda getirmektir.
Gaye ise : Bir şeyin neticesi, o şeyin varlığı üzerine terettüp eden fayda ve onun vücûdunu gerektiren hikmet demektir.
Görüp durduğumuz bu âleme dikkat edersek, onun çok güzel ve çok mükemmel olarak yaratıldığını anlarız. Dünyamız ve ondaki her varlık; gök yüzü ve onda görülen güneş, ay ve yıldızlar, hülâsa bu âlemdeki herşey, daha önce bir benzeri olmadan vücûda getirilmiş ve herbiri bir gaye için yaratılmıştır. Hiçbir şey rastgele, sebepsiz, faydasız ve maksatsız olarak yaratılmamıştır. Bu âlem bir güzellik, gaye ve vesileler mecmuasıdır.
Meselâ İnsan : O, canlı varlıkların en güzeli, en mükemmelidir. Bu mükemmel varlık, rastgele vücûda gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir. O her azâsıyla güzel, mükemmel, faydalı ve maksatlıdır. Meselâ göz; görünüşü ile güzel, bütün inceliği ile mükemmel, «görmek» de onun gayesidir. «İşitmek» kulağın, «koklamak» burnun, «tatmak» dilin gayesi ve faydası değil midir? Bunun gibi kalbin de, midenin de, beynin ve aklın da bir gayesi, mevcudiyetinin hikmet ve faydası vardır. İnsanın olduğu gibi, canlı ve cansız her mevcudun varlığının bir gayesi, faydası ve hikmeti bu-lunduğu muhakkaktır. Bunu her idrak sahibi bilir.
Evet biz, çok defa bu hikmet ve faydaları görür, aklımızla buluruz. Fakat bazan da, birçok şeylerin varlığındaki maksat ve gayeyi bilemez ve anlıyamayız. Onların varlığının nimeti, çok defa idrâkimizin ve anlayışımızın dışında kalabilir. Çünkü, gayesi idrak ve tefekkür olan aklın, anlama kudreti de her varlık gibi sınırlıdır. Ancak, bu hikmetleri anlayamamamız, o şeylerde bir gaye ve maksat bulunmamasını gerektirmez. Zira biz, buna rağmen, gözün görmek, kulağın işitmek, midenin yenileni hazmetmek, kanadın uçmak, saatin vakti bildirmek için olduğunu bilir ve kabul ederiz.
İşte bu âlemde görülen canlı ve cansız varlıklardaki ibda ve gayeler manzumesi, bütün bunları icadedip yaratan bir halikın varlığını, aynı zamanda o varlığın ilim ve kudret sahibi bir ilâh olduğunu isbat eder. Her şeyi bir maksada göre yaratan bu varlık, Vâ-cibul* - Vüeûd (Vücûdu kendi zâtından) olan Yüce AUah'dır.
Kısaca ifadeye çalıştığımız bu delil, ta Sobrates'ten bu yana, bütün ilâhiyatçı filozofların önem verdiği «lllet-i Gâiye» adıyla şöhret bulan «Nizâm-ı Alem» delilidir. Kur'an-ı Kerîm'de de âlemdeki t*u ibda ve gayeyi belirten bir çok .âyetler vardır.182
Büyük İslâm filozofu tbn-i Rüşt bu delili, KurWın delillerinden sayar ve «İnayet delili» adını verir.
tbn-i Rüşt bu delili şöyle ifade eder :
«Bu dünyada bulunan varlıkların karakter ve tabiatını tetkik «Biz yeri (rahat yaşamanız için) bir döşek (ve konak), dağlan da birer direk yapmadık mı. Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu dinlenme (zamanı) yaptık. Geceyi örtü, gündüzü maişet zamanı yaptık. Üzerinize sapasağlam yedi gök bina ettik. Orada parlak bir çırağ (güneş) yaptık. Rüzgâr ile sıkılan bulutlardan tane ve nebat çıkarma^, sarmaşmış bahçeler bitirmek için, bol bol su (yağmur) indirdik.» (Nebe, 6-16).
edince, onların, sanki insan için, insanın varlığını, devam ettirmek için yaratılmış olduğunu görürüz. Bu alâka, gaye ve dengenin gelişi güzel, rastgele bir' tesadüf neticesinde olması mümkün değildir. Belki bu denge ve uyum, insana verilen kıymet ve önemi, herşe-yin ona hizmet ve faydalı olma gayesini hedef alarak müstakil, irade ve kudret sahibi bir varlık tarafından yaratılmış olduğunu gösterir. Gece ile gündüz, ay ile güneş, zamanlar (mevsimler) ve mekânlar, göklerin yaratılışı, yağmurların yağışı, denizler ve karalar, otlar, ağaçlar, hayvanlar, toprak, su, hava, ateş, hülâsa herşey. insanın yaşamasına, rahat ve saadetine hizmet için yaratılmıştır. Bu, şüphe götürmez bir hakikattir.
Bundan başka, insan ve hayvanın bütün azaları, şahıslarını ve nev'ilerini yaşatmak ve devam ettirmek gayesine uygun bir şekii-de yaratılmışlardır.
İşte bunun içindir ki Yüce Allah'ın varlığını tam mânâsiyle anlamak ve bu hususta tam.bir bilgi sahibi olmak isteyenler için, yeryüzündeki varlıkları incelemeleri vâcibdir. insanı, Allah'ı bilmeye ve O'na inanmaya götüren en doğru yol da budur.» 183
Allah'ın ilâhî varlığım isbat eden ve dış âlemden çıkarılan tabi» delilleri buraya kadar izaha çalıştık.
Şimdi, yalnız akıl yoluyla Yüce Allah'ın varlığını isbat eden delilleri özetleyeceğiz. 184
Dostları ilə paylaş: |