3 — Pozitif İlimden «Gerçek Hakk»'A Varan Fikir İncileri 227
Son asırlarda hızla ilerleyen ve hâlâ da amansız bir hızla gelişmekte olan müsbet ilimler, gerçekten iyi incelenirse; onun verilerinde insanı hayrette bırakan bir mutlak şuurun var olduğu daima sezilecektir. Bazılarının zannettikleri gibi, pozitif ilimler «Allah» inancını tamamen sarsacak neticeler vermemektedir. Nasıl verebilirler ki; onların, konu olarak ele aldıkları eşyalar, yalnız onun eseridirler. Hiç eser, sahibini inkâr ettirir mi? Yeter ki eseri İncelerken aklı selim sahibi, basireti açık, kimseler bulunmuş olsun.
îşte bu gerçeği büyük ingiliz bilgini BACON (1560 -1626) şöyle ifade eder : «Az ilim bizi Allah'tan uzaklaştırır. Çok ilim ise Allah'a yaklaştırır. Felsefî bir mevzu olarak Allah'a inanmakla iktifa etmeli, Allah'ın ne olduğunun takdirini de ilahiyata terketmelidir. İnsan, hayvanlıktan uzaklaşmak için, manevî bir dayanağa muhtaçtır. Köpek nasıl insanla münasebeti dolayısıyla yükselirse, insan da ulûhiyetle münasebet kurarsa yükselir ve asalet kazanır.»
Şimdi Müsbet ilim Yolu ile Allah'a Giden Fildişi Yoldan Örnekler Verelim :
a) Fizik Yolu ile Allah'ın Varlığına Gidiş :
Yukarıda bahsettiğimiz (Manyetik), aynen atomda da mevcuttur. Bu suretle hem yukarıdaki bahsi daha iyi açıklamış olmak ve
maddedeki aşkı fennen beyan etmiş bulunmak için, fizikteki örneği atomdan alıyorum. Evvelâ atom hakkında biraz malûmat vereyim : Misâl olarak (Karbon = Kömür «c») atomunu alıyorum. Prensip itibariyle, her atomda olduğu gibi, merkezinde müsbet yüklü bir çekirdek vardır. Bu çekirdek de (stabil) elektriksiz (nötron) ile (dinamik) elektrikli olan (pozitron)'dan ibarettir. Bu merkez etrafında, karbonda 12 menfi yüklü (elektron) mevhum mahreklerde hareket halindedir. Bu elektronlar çekirdekten 2000 defa daha küçüktür. Atomun küçüklüğünü ifade edecek sayının beyanı oldukça müşküldür. Bir Fransız fizikçisinin söylediği gibi; bir toplu iğne başındaki atomları cımbızla çekmek kabil olsa, 200.000 nüfuslu bir şehrin bütün fertleri ellerine birer cımbız alarak saniyede ikişer tane atmak şartıyla iğnenin başındaki atomları ayıklamaya çalışsalar, iki ay sonunda bu işi başarabilirler. Bu rakamlar neyi ifade ediyor? Yukarıda zikrettiğimiz gibi toplu iğne başı kadar bir kömür parçasında bu kadar korkunç sayıda atom var. Bu atomların her biri de, oniki seyyareli bir âlem vasfı taşıyor. İşte bu elektronlardan birindeki kudret ölçüsü kâinat manzumesi içinde arzm rolünü ifade eder. Boş yere kâinatta canlı varlık olacağını tahmin eden astronomlar, acaba sonsuz kudretin bir elektronda dahi milyarlarca enerji sembolü olabilecek varlıkları düşündüler mi? Atomların taşıdığı enerji arzm yaratıldığı günden beri güneşten aldığı enerjinin bir kaç mislidir. Bu küçük cirme rağmen atomların üzerinde mevcut elektronlar kâinatın evvelinden sonuna kadar dönecek kudreti depo halinde bulunduruyorlar. Allah'ın ol emriyle yaratıldığı saniyede, peşinen aldığı, bu enerji, yok ol emrine kadar devam edecektir. Elektronların yorulmaz bir düzenle atom çekirdekleri etrafında hâlik'ım zikrettiklerini çok açık bir şekilde tasdik etmemiz gerekiyor.
Bütün bu hakikatlerden sonra Allah'ın varlığını açıklayan atomdaki sırra, bir de şu noktadan nüfuz edelim :
Çok mâruf bir tabiat kanunu şu şekilde ifade olunabilir : Na-turel hâdiseler meydana gelirken, daima en kısa ve çabuk yolu tercih ederler: Oluş, bu mânânın taşıdığı ve bizim mantığımızdaki kolaylık hududu dahilinde cereyan ediyor. Meselâ, bir menekşe yap-rağındaki endigo maisi terkibindeki maddeyi yaparken, sekiz on tane kimyevi usulden en kolay ve en serisini tercih eder. Nitekim biz laboratuarlarda bu maddeyi çok defa karışık usullerle yapabil liriz. însan hayatiyeti için en önemli hâdise olan teneffüs etme keyfiyeti dahi böyle basit ve kısa yoldan cereyan eder. Biz teneffüsü
(nefesi) alırken, husûsî bir mekanizma ile alırız. Fakat verirken, otomatik olarak alışın bir neticesi halinde nefes veririz, yâni nefes vermek için vücutta ayrı bir mekanizma cereyan etmez. Bu misâlleri anlatmaktan gayemiz şudur : Acaba atom muvazenesini temin eden elektrikî müsavat daha basit bir usulle düzenlenemez miydi? Nitekim Fiziko - Kimya ve Bio - Kimyada bir takım elektronik muvazene usulleri böyle bir hâdisenin mümkün olabileceğini gösteriyor. Eğer kâinat kör bir tesadüfün eseri olsaydı atomda da böyle daha basit bir elektrik müsavatı sistemine rastlayacaktık. Onun maddede mantık ufukları Ötesindeki ufaklığı ve bu ufaklık içerisinde namütenahi kudret sim bir tek mânâ taşır.
Sahibi Tarafından, Zikrini Terennüm Etmek Gayesiyle Bu Kadar Muhteşem Yaratıldı. 228
b) Naturel Bilgiler Metodu ile Allah'ın Varlığına Gidiş :
Kuru madde kanunlarının dışında her hâdisede şiddetle kendini hissettiren büyük bir kanunun hâkimiyetini belirterek bu hakikati açıklayacağız.
Bu kanunu Aynştayn (Einstein), son yıllarda garip bir şekilde ifade etti : «Kâinatta her hâdise cazibe kanunlarının teshindedir.» Bunu isbatla : «Kâinatın kör bir kuvvet tarafından idare edildiği» iddiasında bulunan zavallılara, hiç bir mantık ve ilim payı bırakmıyoruz. Zira bu iddiada bulunanlara göre «Tabiatın yaptığından haberi yokmuş!»
Sözlerime, son senelerde vukubulan bir keşifle başlayacağım : 50.000 defa büyütülerek görülen toz zerrelerinin kozmik şua ve güneş ışığı altında ihtizaz ettikleri tesbit edilmiştir. Büyük kitleler arasındaki mâruf cazibe kanununun tamamen dışında olan bu hâl bize gösteriyor ki, birbirine tamamen zıt iki unsur olan madde ve enerji arasında dahi gizli, binlerce defa gördüğümüz bu prensip, muhtelif hâdiselerde çeşitli isimlerle az çok tanıtılmıştır. Yıldızlardan tutunuz da atoma varıncaya kadar mevcut, bu alâkayı cazibeye bağlıyoruz.
Peki, cazibe nedir?
İşte bunun cevabı çok zor. Her ne kadar cazibe riyazi bir ifade taşırsa da; enerji ve madde .tezahürleri gibi bir vasıftadır diyemeyiz. Cazibe, enerjinin gizli bîr Özelliği ise, yalnız benzer enerji sistemleri arasında olması icabederdi. Yeni keşif ve tecrübe, -işte bu son ciheti yalanladığı için çok mühimdir. Pek yakın yılların fizik kanaatları madde ve enerjiyi birbirinden tamamen ayırmıştır. Hattâ bu ekole göre, bu enerji ve madde müşterek bir cazibeden intikalle hâsıl olur. Bu kanaate göre, cazibeye madde ötesi bir mânâ veriyoruz. Ben, cazibeyi şöyle tarif ediyorum :
«Cazibe maddeden eski, çünkü enerji maddeden yaşlıdır ve onda mevcut bir mânâ cevheridir.» Cazibenin muhtelif şekilde tezahürleri de bu tarifi isbat eder. Affinite şimik (kimyevî alâka) manyetik (mıknatısı) sahalar, adeziyon hattâ enerji ve maddedeki atalet hep cazibe diye vasfettiğimiz Allah'ın kudretinden, (bu kudretin eserinden) başka bir şey değildir. 229
c) Kimya Yolu ile Allah'ın Mevcudiyetine Varış :
Kimyanın her zerresi bir hakikat taşırken, misâlimizi, en basit kimya maddesi olan «su»'dan alacağız.
Suya ait iki mühim vasıf vardır İd, kâinatın kör bir şuur tarafından yaratılması ile izah edilemez. Suyun bu özelliklerinden birincisi : Hacim ve kesafetinin hararetle değişme vaziyetine aittir. Biliyoruz ki, her madde ve cisim kesafet bakımından hararetle düz orantılı bir değişiklik yapar. Yâni hararet yükseldikçe cismin kesafeti nisbet dahilinde azalarak hacmi büyür ve aksine hararet düştükçe de bir cismin kesafeti çoğalarak hacmi de küçülür. Suda ise, hararet yükseldikçe hacmi küçülür, kesafeti artar Ve hararet düş-dükçe de hacmi büyür. Bu hâdise yalnız bir istisna teşkil etmekle de kalmaz, ayrıca aynı mevzuda ikinci bir mucize taşır. + 4 derecedeki su, kendinden sıcak veya kendinden daha soğuk sulardan daha ağırdır. Eğer yukarıda zikrettiğimiz istisnaî ve mucizevî özellikleri su taşımasaydı, kışın denizler buzla dolar ve bu denizlerin dibinde nebat ve hayvan hayatı olmazdı.
(D. ÖRZ) taraftarlarının saçmaladıkları gibi kâinat ne yaptığım bilmeyen bir kuvvetler topluluğu olsaydı, denizdeki nebatları da düşünmez, hayatı karada olduğu ile iktifa ederdi.
Halbuki Cenab-ı Hak, zevk-i ilâhisi için donattığı bu âlemde o nebatların da bulunmasını arzu etmiş ve suya bu mucizeyi bahşetmistir. Suya ait ikinci mühim özellik : Suyun (iyonize) vasfıdır, lyonizasyon hakkındaki fennî mütalâaları şöyle hülâsa edebiliriz : Normal ahvaldeki bileşik cisimler iki atomun birleşerek meydana getirdikleri (Moleküllerinde) elektrik bakımından mutlak bir sükûnet (Nötral durum) arzederler. tşte biz bu cisimlere biokimya tabiriyle (câmid cisimler) diyoruz. Halbuki canlı cisimlerin kimyaları bize göstermiştir ki, bir uzvun hayatta olabilmesi için elektrik bakımından seyyal manzara arzeden (moleküller) ihtiva etmesi lâzımdır. Tabiatta bu hâdise şöyle olur : Su içinde, yukarıda zikrettiğimiz câmid cisimler molekülleri arasında muvakkat bir çözülme göstererek, elektrik bakımından canlı hale inkılâp ederler. Meselâ tuz molekülü sodyum ve klor atomlarının meydana getirdiği câmid bîr madde iken, suya atıldığı zaman bu atomlar yeniden bir gevşeme ve elektrikiyet manzarası arzeder. Ve o zaman canlı olabilir. îyon mes'elesine ait araştırmalar göstermiştir ki, bu cansız molekülleri canlı ve aktif bir şekle sokan madde «su»dur. Halbuki, su, kimyevî olarak tam bir câmiddir. Çünkü hidrojen ve oksijen gibi birbirlerine çok muhteris atomların doymuş halinde birleşmesinden husule gelmiş, kimyevî tâbirle bir nevi doymuş birleşik bir cisimdir. Normal ahvâlde suyun oksijeninin aktif bir hâle konulabilmesi fevkalâde zor olduğu halde, nasıl oluyor da diğer cisimleri elektrik bakımından aktif hale sevkedebiliyor ? Neden her cisim suda iyonize olduğu halde, su iyonize olamıyor? İşte bu sual kimyanın normal prensipleri ile cevaplandınlamaz. Eğer tabiatı meydana getiren kudret şuursuz olsaydı, suya bu iki mühim hassayı şüphesiz ki bu özellikle vermiyecekti. O zaman dünya, yıldız ışıklarının banyosuna mahsus yüzme havuzundan başka bir şey olmayacaktı.
Suyun mucizesine ait şu üçüncü vakıayı da zikretmek isterim :
Bugün arzın (Atmosfer havayı nesimisi)'nden daha dışarda hidrojen ve arza hemen yakın bölgede oksijen vardır. Bütün garp ilim adamlarının kabul ettiği dünyanın yaradılış nazariyesine göre mezkûı iki gazda, arzda enerjinin birikimi anında Mendelyef in sırasınca teşekkül etmiştir. Oksijen ile hidrojenin birbirlerine fevkalâde muhteris oldukları malûmken, nasıl olur da hidrojen bu oksijen tabakasını rahat rahat geçer ve onun üzerinde sakin olarak arzı, semavî tehlikelere karşı korumak üzere toplanır. Oksijen nasıl olur da arzın o patlama zamanında bu en samimî arkadaşından, binlerce sene sonra yer üzerinde meydana gelecek canlılara hayat vermek gayesiyle Vazgeçebilir?
Eğer Yine Kâinatı Meydana Getiren Kudret İstikbale Göre Onlara Nizam Vermemiş Olsaydı, Ta Arzın O İlk Ana Baba Gününde Hepsinden Suyu Meydana Getirmiş Olsaydı, Oksijen Ve Hidrojen Kalmazdı Ve Arz Semada Deli Taş Gibi Döner Dururdu.230
Bütün bu hâdiseler karşısında Rabbülâlemin olan Allah'ın adını zikirden başka söylenecek söz yoktur.
Patoloji İlmi ile Allah'ın Varlığını tsbat :
Madde ilimlerinin en müşahhası olan patolojik (Teşrih-i Marazı)'nin baş dümencilerinden Şivartz, Allah hakkında kendisine sorulan bir suali şöyle açıkladı : «Ben maddeci hocalar yanında çalıştığım günden beri uzun müddet Allah fikrinden kaçtım. Fakat o beni bırakmadı. Yine yakaladı, kanser hakkındaki koordinasyon hâdisesi, bana ikrar zevkini verdi.»
Kanser hücresinin normal hücreden farklı, diğer hücrelerle olan müşterek yaşama hassasını kaybetmesidir. Buna tıp lisanında, koordinasyon bozukluğu denir. Normal ahvalde hücreler birlikte yaşamak mecburiyetini hissettikleri nesiçlerde, madde ile tarif edilemeyen, bir ahenk bütünlüğü arzederler. Şöyle ki : Kan damarlarından gıda sel gibi aksa da, damar iç cidar hücreleri kendi paylarına tesbit edilen gıdadan fazlasını emme selâhiyetini hâiz değildirler. Bizatihi kan içinde yaşayan hücreler dahi evvelce tesbit edilen gıdadan fazlasını alamazlar. Eğer böyle olsaydı, ayak parmağındaki hücre, gıdasızlıktan hayatiyetini kaybederdi. Bu ahenk o kadar muntazam-dır ki, kansız bir insanla bütün hücreler aynı gıda fakirliğine kanaat mecburiyetindedirler. Bu ahlâk bütünlüğü ifade eden, ayarlamanın hormonların tesiri ile yapıldığı iddia ediliyorsa da, hayatiyetin ana maddesi olan bu girift ahengin sebebini Biokimya usullerle çözmeye imkân yoktur. Koordinasyon bütünlüğü deyip geçiyoruz. İşte hücreler bu koordinasyon bütünlüğüne itaat etmez ve kendisine hasredilenden fazlasını isterse, o zaman kanser hücresi meydana gelmiş oluyor. Tıbbın en korkunç hastalığı olan kanser hücresinin normal hücrelerden farkı, verilenle değil de isteyiş şekliyle gıda-lanmasından ibarettir. Modern nazariyelere nazaran, bu kabil ahenk bozucu hücreler vücutta husule gelir gelmez, vücut bilmediğimiz bit metodla bu hücreleri derhal öldürür. Yani hepimiz bilmeden bir çok defa böyle kanser tehlikeleri" atlatmışızdır. Şivartz'm tâbirince bu müşterek yaşama ahengi bütün canlılar hattâ cansızlar âleminin en temel kanunudur. Bu ahenk hücrede, nebatta, insanlar arasında, atomlar arasında, hep mevcuttur. Ve doğrudan doğruya Allah'ın bir tecellisidir. Allah'a has bir vasıftır. Yâni, eğer kâinatı Cenab-ı Hak yaratmamış olsaydı* hücre teşekkülüne kadar hâdiseler kendi başına olsa bile, bu andan itibaren insan ve uzuv teşekkülü bahis mevzuu olmayacak ve bu hücreler kanser urları halinde, üremeyen kesik varlıklar meydana getirecekti. Bu dejenere vaziyet bulunmadığı ve çok şükür olmayacağı tahakkuk ettiğinden, bu tatlı ahenk mevcut olduğuna göre, kâinatın yaratıcısı her şeyi mutlak bilen, herşeye kaadir olan, bütün canlıların rızıklarını veren ALLAH-U TEÂLÂ'dır. 231
e- Anatomi timi ile Allah'ın Varlığı Mes'elesi
Tıbbın temel mütefekkirlerinden büyük âlim Clod Bernar, kalb üzerinde ilk laboratuar tecrübelerini yaptığı zaman, taşıdığı cins kafanın hassasiyetine uygun olarak demiştir ki : «Kalb hakkında bildiğimiz çok noksan ve kabadır. Halbuki onun bünyesinde en ince his ve idrâk melekelerimize mahfazaîık ettiğini gösterecek kadar ince ve girift bir mimarî vardır.»
Tıp âleminde yepyeni bir ufuk açan bu ilim adamından önce tababet; senelerce kalbi, basit bir et yığınından ve maddî fonksiyona memur mekanizmadan ibaret sandı. Bugün ise ilim, kalbin bir kelebek kanadı üzerine nakşedilmiş sırlarını ruhî hâdiselere merkez telâkki edecek derecede, ileriye gitmiş bulunuyor. Tıp bu gidişi ile kalbin mahrem iklimlerine doğru daima yeni bir adım atmaktadır 232 İşte bu mahremiyetlerden biri de, kalbin maddesinde; yaratıcısının imzasını taşıyan riyazî bir hakikatin mevcudiyetini izah ve isbat edeceğiz. Şematik şekilde göreceğiniz gibi, insan kalbinin sol avrukula ismi verilen sol yukarı ucunda Kuran harfleri ile aynen ve çizgisi çizgisine "Allah" ism-i celâlini gösteren açık bir yazı; vardır. Avuç içindeki sabit ve ana çizgilere benzeyen bu teşekkül Mü'min - kâfir, her insanın kalbinde mevcut, ağız, burun gibi kat'î bir vakıadır. Her hangi bir ölünün kalbi açılıp da, kalbe bu noktasından normal gerginliği verildiği takdirde, fotoğrafla tesbit edilecek şekilde bu anatomik vakıayı görmemiz mümkündür. Bu çizgi taazzuvunun açık şekilde Allah yazısı, Almanca Zobota Atlası'nda, kalb bahsinde aynen görülmesi mümkündür. Teknik imkânlar bulamadığımız için bu bahse ait güzel fotoğraflar sunamamış bulunuyoruz. Evvelce bir makale halinde neşrettiğimiz bir mecmuada böy-. le bir fotoğraf vermiştik. Kitap baskısında yanlış tefsirlere yol açacak bir fotoğraf vermektense, okuyucuların arzu ettikleri takdirde şematik resmimizdeki resmi Zoboto Atlasının ikinci cildinde riyazi bir Alman realizmasıyla rötuşsuz olarak insan kalbi ifadesinin en açık anatomik resminde bu hakikati te'kit etmelerini daha uygun bulduk. Bütün renkli anatomi atlaslarının kalbin bu yüzüne ait fotoğrafları tetkik edilirse, hepsinde de aynı teşrihi çizgileri görmek mümkündür.
Koskoca kâinat muammasını, her türlü tesir edici ve son illet (sebsp) ihtiyacından uzak bir tesadüf (kendi kendine) oluş ile izaha çalışan maddecinin teşhisimize dudak bükerek alayını seziyoruz. Onlara, kendileri de dahil her ölünün kalbini göstermekten başka yapacağımız mukabele yoktur. Bu tesbitimizi müsbet ilimlerin, apaçık uzviyet ifadesine bağlı, sırrî bir tecellî olarak kabul ediyoruz. Şüphesiz ki herkesin inanması veya inanmamasıyla değerini kaybetmez. 233
f) Fizyopatoloji timi Yolile Allah'ın Varlığını tsbat :
Bu branşta da vücudun anormal şartlar altında hayatım korumak için aldığı ince sanat dolu tedbirleri inceleyelim Bu mevzu-daki ince oluş mimarisi bize, daha ötelerden Allah'ın hücreye nakşettiği ALÎM şuuru ikrar ettirecektir. Evvelâ, bir mikropla vücut arasındaki mücadeleyi takip edelim. Bir mikrop, meselâ elimizin açık yarasından (Porte-antre) vücuda girerse; evvelâ o mıntıkadan neşrettiği kimyevî maddelerden haber alma kaabiliyetinde olan beyaz kan hücrelerinin taarruzuna uğrar. Bu ilk muharebe cereyan ederken, elin birinci derecede karakol merkezi olan koltuk altında ihtiyatî tedbirler alınır : Vücudun bütün askerleri muharebe düzenine sokulur, ilk çarpışmanın neticesi %90'a yakın vücut lehine cereyan eder. İlk çarpışma, mikrobun lehine dönerse, o zaman mikrop saatte 17 milyon gibi korkunç bir rakam halinde çoğalarak kana geçer, Hk karakol veya koltuk altı tehlikeyi önleyemezse, o zaman vücut umumî seferberlik ilân eder. Şimdi bu büyük kurmayca tab-yeyi takip edelim. Misâl olarak hummadaki vücut-mikrop savaşını anlatalım : Humma âmili vücuda girdikten sonra vücut seferberliğini tamamlar ve onun işaretçisi ateş yükselir. Vücutta müdafaa, maddelerinin yapılması cihetinden enteresan vakıa da bazı kerre bir insanın evvelce hiç karşılaşmamış olduğu mikroplara karşı müdafaa maddelerinin bulunuşu keyfiyeti olur. Bu olay kısmen irsen ve çocukların ana rahminde iken kan yoluyla bu kimyevî maddeleri almaları şeklinde izah edilmiş ise de, bazı vakalarda bu izaha sığmayan durumlar görülmüştür. Bizzat maddeciler bile bu harikayı (neslin idamesi yolunda iç müdafaalar)'la izah etmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Tabiatta onların kabul ettikleri kör kuvvet, meydana gelen nesli, on sene sonra karşılaşacağı mikroba karşı müdafaa maddeleri ile mücehhez yaratmış öyle mi? İnsan hakka teslim olmayınca işte böyle saçmalar.
Yarattığı namütenahi küçükler âleminin askerleri ile en ideal varlık olan insanı, Allah tam bir yaratıcılık adaleti içinde zekâ ve beşerin ulaşamıyacağı kimya formüllerine karşı mücadele ettirirken bizlere de şu açık ilânı irad etmiyor mu? SİK insanlar hayatınızın devamı süresince zekânızın hiç bir zaman erişemiyeceği geniş (Biyokimya) metod ve kanunları ile sağlığınız konmuyor. Her dâvayı halletmeye kalkışan kafanız, dünyanın en muhteşem laboratuarı olan karaciğerimizin yaptığı işleri tam manâsıyla kavrayamaz-ken ve muazzam laboratuarlarımız da onun yaptıklarından bir tanesini olsun, bir saniye bile idamede âcizken, nasıl olur da beni d-râk edemez ve bulamayınca da inkâra kalkışırsınız?
Ey Allah'a inanmayan adam!... Sen imansızlığına zırh tuttuğun bir avuç bilgi ile şuurlusun da, idrâkinde âciz olduğun mucizeler taşıyan karaciğerin yapıcısı mı şuursuz?234
Bir Türk Tıp uzmanı ve Müsbet ilim bilgininin bu dikkate değer ilmî makalesinden sonra; John Clover MONSMA'mn yukarda adı geçen kitabının türkçe tercemesinden seçtiğimiz iki ilmî makaleyi iktibas ederek ve Amerika'nın 3. Feza adamı John GLEEN'in tarihî sözlerini naklederek bu bölüme son vereceğiz.235
Dostları ilə paylaş: |