Kiralamak için bir günlüğü on kuruşa,
Samanpazarı’na, köylülerle itişe kakışa
Giderken birden sağa sapın.
Her türlü duyguları okşayan romanlarını,
Sus sinemasının
Dört basamak altında
Vaktiyle Etilerin at oynattığı
Şimdiyse sakalı uzamış bir “hemşerim”in sattığı
Kitaplardan, Pardayan, Pitigrilli, Arsen Lüpen
217
Macera romanlarını seven
(Sonrası karalanmıştır.)
...........
Günlüğü beş kuruşa heyecan çekmek için
Michel Zevaco, Maurice Leblanc ve Pitigrilli’nin
Her türlü duyguları okşayan romanlarını,
Sus sinemasındaki korku filmlerinin kahramanlarını
Teşhir eden vitrinlerin biraz ötesinde
Bulabilirsiniz. Kasketli, kirli satıcının sesinde
Kültürlü bir heyecan yoktur. Etilerin
At oynatmış olduğu yerlerde, bu gibilerin
Yeri yoktur
(Mısranın geri kalan kısmı okunmayacak biçimde
karalanmıştır.)
Sayfanın altına, iki tane pis ve sakalı uzamış erkek başı
çizilmiş. Altında şu satırlar var:
Bu tatsızlığı manzum anlatmak çok zor. Ben yazarken sı-
kılıyorum; okuyan da yazılıştaki tatsızlığa sıkılır herhalde.
Ey canını sevdiğimin lisanı
Bazen deli edersin insanı
Ya da bu pis heriften hiç söz etmesem... öyle bir mısra
yazmalı ki, okuyan anlasın herifin pisliğini ve benim çare-
sizliğimi...
Bazı anlarda öyle dertleniyorum ki
Öfkeden kuduruyorum. Bu pis satıcının ne demek oldu-
ğunu (benim için) kimse anlayamayacak. Bize ne diyecek-
ler. Daha beter olsun. Ben de olayım. Siz de olun (sonrası
karalanmıştır.)
218
Mısra 320 ve sonrası:
Siz bana iyisi mi...
Selim, sanat kültürünü bir tıp talebesinden aldı. Büyüme-
miş üniversite talebesi Saffet’le çocukluğunu yaşamamış or-
taokul öğrencisi, bir yerde birleşiyorlardı. Selim, bu birleş-
tikleri yerden çok memnundu. Saffet ise herhalde bu birleş-
meyi sonradan pek hatırlamadı. (Tanıdığı birçok insan da
Selim’i ve ortak yaşantılarını hatırlamamıştı sonradan.)
Selim, çok karışık kökleri olan kültür ağacının önemli bir
dalı sayılması gereken Saffet’i hiç unutmadı. Ona iyiyi ve
kötüyü, güzeli ve çirkini birlikte öğreten Saffet, bu sorum-
luluğunun da farkında değildi. Nâzım Hikmet’le Ercüment
Ekrem arasında bir fark yoktu onun için; Selim için de ol-
madı. “Vatan haini bu Nâzım,” dedi Saffet; Selim de yıllarca
öyle sandı. Bununla birlikte, 1940’larda, herkes yiyecek ek-
mek peşindeyken, onun Selim’e, A. J. Cronin’i ve Liszt’in
rapsodilerini tanıtmasını küçümsememek gerekir. Kitaplar
Selim’e, onları kendisine tanıtan insanlarla birlikte etki etti-
ği için, Cronin’le Saffet’i hayalinde eşdeğerli görüyordu. Se-
lim, Pembe Yıllar’ı okuyordu: Saffet de İstanbul’daki sevgili-
sine pembe kâğıda mektuplar yazıyordu. Ne yapalım? Her-
kesin hocası Platon olmaz ya!
Mısra 345:
Dut ağacına çıkıyor...
Şarkının ilk karalamalarında şu iki mısra var:
Bahçede bir dut ağacı vardı
Ben çıkamazdım, kız çıkardı.
219
Mısra 396:
Büyük bir inhiraf oldu gayede
“Gayeden” olacak.
Selim, bu mısrada, ciddiye alınmamasının nedenlerini
özetliyor.
Mısra 433 ve sonrası:
Her kılında bir mızıka bulunan Deccal’ın
Tekvin ve Vahiy’in yer yer birbirine karıştığı bu kasvet
dolu mısralarda, Selim’in kaçınılmaz ve karşı konulmaz bir
kadere isyanının gizlenemeyen belirtilerini ve milletinin
uzlaşmaya düşkün yatıştırıcı karakterinin bezgin arayıcılı-
ğını ve içinde sınıflar arası uçurumları eriterek her sınıftan
insanın ortak endişesi haline gelen dinin daha erginlik çağı-
nın başında onu nasıl yakaladığını, bir kısım cinsel sorunla-
rını başka yollara çekerek içindeki dünyevi ateşi nasıl kül-
lediğini görüyoruz.
Düzensiz bir din bilgisi, Selim için utanç kaynağıydı. Bi-
linmeyen kuvvete karşı bazı saldırılara geçmeye eğilimi ol-
makla birlikte, korkusu her zaman kesin bir vuruculuktan
onu alıkoymuştur. İşçi sınıfı için durum basittir. O her şeyi
bütünüyle kabul eder ya da karşı çıkar. Küçük burjuva
duygusallığı ve çekingenliğiyse, bu sorunu bulanık bir yere
sürükler. Büyük şehirlerimizde dine bağlılığın özellikle kü-
çük burjuva ailelerinde zayıf olması, din terbiyesinin veril-
mesinde gösterilen ihmal, çocukların, daha çok taşradan
gelen hizmetçilerin efsaneleriyle yetişmesine sebep olmuş-
tur. Şarkıda, köylü sınıfının dinî temsilcisi olarak karşımıza
çıkan Gülsüm Abla da, yalnız cezalandırıcı sert ilkeleri ve
efsanelerin masalsı heyecanını duyurabilmiştir Selim’e.
Böylece korkusu artan Selim, birşeyler yapmak ihtiyacıyla,
220
proleter aydın bir babanın dördüncü çocuğu olan Sabri’yle
ilişkilerini güçlendirmek zorunluluğunu duymuştur.
Selim, dinin cezalandırıcı yönünden kaçarak, yıldırımla-
rın yalnız sevmediklerine yağmasını dilemiş (bak: mısra
191-214), bir yandan da bu kötü dileğinin verdiği suçluluk
duygusundan kurtulamamıştır. Dini bir mevsimlik (yaz) se-
vebilmesi ve dileklerinin yerine gelmediğini görmesi onu
başka bir çıkmaza düşürmüştür. Ayrıca, Sabri’nin kolaylıkla
uyduğu cami kuralları onun için bir ıstırap kaynağı olmuş-
tur. Bütün iyi niyetine rağmen Selim, aşağı tabakayla ilişki-
lerini Marie Antoinette’in davranışından öteye götüreme-
miştir. Dine bağlılığı, günlük sorunlarına bir çözüm getir-
memiş ve çocukların mahallede ona saldırmalarını engelle-
memiş, herkes kötülüğünde ısrar etmiştir.
Selim ne yapabilirdi? İnsanlar doğru yoldan ayrılmıştı ve
“mücazat ve mükâfat”ın gene ortaya çıkması gerekiyordu.
İsa’nın ikinci gelişinin de geciktiğini görünce, birden ortaya
çıktı ve insanlara şöyle buyurdu:
Ne yazık onlara ki çıkarlarına dokunulmadıkça
doğru yola gitmezler ve Allah’ın kendilerine sunacağı
nimetleri bilmezler.
Ne yazık onlara ki kalpleri temiz olmadığı için her-
kesi kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkâra bir fark
gözetmeden kötülük ederler.
Ne yazık onlara ki duygulu çekingenliği korkaklık,
samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar.
Ne yazık onlara ki kendilerine açılan saf bir kalbi
zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir
akılsız sayarlar.
Onların, geleceği yaratan insanlar arasında yeri
yoktur.
Unutulacaklardır.
221
Bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar
yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır
ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki
utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalka-
mayacaklardır.
O zaman, akıllı ya da akılsız bütün ezilenler, yani bizim
caddedeki insanların çoğu, yani öcü geliyor diye küçükken
beni korkuttukları çolak ve topal Deli Rüstem ile ben ve
benimle birlikte bar kızı Leylâ kendisine yüz vermedi diye
intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat an-
cak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bü-
tün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda ka-
lan meyhaneci Hızır ve onunla birlikte ortaokulda kekeme-
liği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay ko-
nusu olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği için ölmüş bu-
lunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni
boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan Ercan ve
Ercan’la birlikte annesi Rus babası İtalyan olan ve sınıfta ve
bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve
paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve
gâvur diye ve kambur diye horlanan Altan ve Altan’la bir-
likte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan
ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve
dayısıyla Evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi
karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde otu-
ran ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elekt-
rikçi çıraklığına başlayan Osman ve onunla birlikte bütün
gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşa-
ğılığından ileri gelen mimar Cemil (Uluer) Turan ve Mimar
Cemil’le birlikte sakat olduğu için hiç yürümeyen ve hep
altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik anne-
si rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep ba-
ğıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni
222
büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan za-
vallı Ayhan ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve
bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı
dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan Rus madam
ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek biz-
leri ve ailesini elemlere boğan ve Albay Sait Beyin biricik
oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan al-
tı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden
son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan
kanla boğulan Ertan ve onunla birlikte basit bir kamyon şö-
för muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç
yaşında kumar denen illete tutulan ve bu uğurda servetini
ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından
terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesin-
de kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz Orhan
ve Orhan Beyle birlikte, Orhan Beyle birlikte olmaktan mu-
hakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözleri-
ni açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz
Saffetlerin üçüncü hizmetçisi Kezban yargıç kürsüsünde
bulunacağız.
Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikle-
ri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşün-
mediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağıla-
yan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden,
ıstırabı paylaşamayan, insanlar arasına duvarlar çeken, kü-
çümseyen, çaresiz bırakan, yalnız bırakan, terkeden, baskı
yapan, istismar eden, ezen, cesaret kıran, iyilik etmeyen,
değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, doğruyu yanlış gös-
teren, yanlışı doğru gösteren, samimiyetsiz, insafsız, korku-
tan, yanına yaklaştırmayan, başkasının yaşama hakkına
saygı duymayan ve kendinden memnun olabilmek için her
davranışı meşru sayan onlar, yani bizim küçük kalabalığı-
mızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran, ne-
223
fes almamızı dahi engelleyen, yani mahallemizin bütün bi-
leği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük
ortakları, yani esasında sayıca üstün olanlar, yani her zaval-
lıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar,
yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler,
yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler, yani
bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince
ezenler, yani çırağını, birşeyler öğretmesine karşılık her za-
man döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar, mu-
avininin başına vuran şöförler ve onlarla birlikte memurla-
rına dalkavukluk ettiren amirler, duygusuz amirlerle birlik-
te garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler
ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumrukla-
rını gösteren görevliler ve yetkilerini kötüye kullanan gö-
revlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve
ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek iste-
yen herkese eziyet eden öğreticiler ve onlarla birlikte bilgi-
sizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler ve ca-
hillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kala-
balık ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla
birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çı-
karanlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve
onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek
kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte
her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve
her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek as-
lan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla
aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman
haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflama-
lar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan
ayıranlar ve onları birbirlerine düşman edenler ve onlara
körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve on-
larla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arka-
224
daşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olma-
yanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sa-
katlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza
oturacaklar.
Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitapla-
rında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalak-
lar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz.
Ve çıkarınıza baktınız. Hatta gene sizlerden, sizin gibiler-
den, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuş-
turmak için yazıldıklarını ileri sürdüler. Biz zavallılar, ya bu
düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları yazanları biz-
den sanarak alkışladık. Yani uyuttular alkışladık, uyandırıl-
dık alkışladık. Her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç san-
dalyesinde oturuyorsak da gene acınacak durumda olan
bizleriz. Esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu;
sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepi-
nize hayrandık. Sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmi-
yorduk. Ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna
ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insan-
cıl duygularına bağlandığına inanmıştık. Bu çok masraflı
dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir feda-
kârlıktı. Arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter
diyordu. Onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter! Bazen
kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman
kaybediyorduk. Onlar da sizler gibi onlardı. Düzeni çok iyi
kurmuştunuz. Hep bizim adımıza, bize benzemeyen insan-
lar çıkarıyorduk aramızdan. Kimse bizim tanımımızı yap-
mıyordu ki biz kimiz bilelim. Gerçi bazı adamlar çıktı bizi
anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. Tabii
sizler de bu arada boş durmadınız. Bir takım hayır kurum-
ları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü
225
kurtarmaya çalıştınız. Sizlere ne kadar minnettardık. Buna
karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıl-
larında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara
gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtar-
mak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman,
bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler ola-
rak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için
gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim
öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu
daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula
müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın,
onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes
birşeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle,
hep sizler için birşeyler yapmaya çalıştık. Bütün bunlar
olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle
anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gitti-
ler. Böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik. Bize,
sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk de-
fa verildi; heyecanımızı mazur görün.
Aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkla-
rın kendilerini savunmalar Dostları ilə paylaş: |