Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz
Yıl bin dokuz yüz kırk dokuz. Artık kara renkli ekmek
yenmiyor. Girmeden girdiğimiz savaştan çıktık. Şeker
ucuzladı. Babası Selim’e yeni bir kat elbise yaptırdı. De-
mokrasi diye bir söz çıktı. Saffet tıbbiyeyi bitirdi. Zengin bir
kıza âşık oldu. Yalansız her gün mektup yazıyorlar birbirle-
rine. Ecmel Beyler taşındılar. Selim on bire geçti. Herkes,
226
bu Amerikan arabaları da daha ne kadar yenileşecek, bi-
çimde daha ne yenilikler bulacaklar diye soruyor. Selimle-
rin sokağı asfaltlandı. Kanalizasyon diye bir şey yapılıyor;
eskiden yokmuş. Selim, Gorki ile tanıştı. Bu yaz İstanbul’a
gidemeyecekler. Herkes, Amerikalılarla görüşebilmek için
İngilizce öğreniyor. Selimlerin evinin önünden gençler
omuzlarında bir adamla geçtiler. Irkçıymış. Gençlik Parkı-
na kadar arkalarından gitti. Orada itfaiye üzerlerine su sık-
tı. Sabri’nin babasıyla Selim’in babası ayrı partileri tutuyor-
lar. Güreşimiz dünya minderlerinde söz sahibi. Bazı evlere
buzdolabı alındı. Savaşta Almanları tutan yazarlar, şimdi
demokrasinin vazgeçilmezliğinden bahsediyorlar. Alt kata
bir mebus ailesi taşındı. Uzun boylu bir kızları var. Ameri-
kan yardımı heyeti Ankara’ya geldi. Bülent’le Karadeniz lo-
kantasında adamakıllı içtiler. O gece Selim Bülentlerde yat-
tı. Anadolu’da köylü jandarmayla çatıştı. Hece vezniyle alay
ediliyor. Saffet İstanbul’a gidiyor. İhtisasını orada yapacak-
mış; Nâzım Hikmet bir vatan hainidir diyor. Şiir kitaplarını
Selim’e bıraktı. Selim’in kırk beş liraya aldığı ayakkabılar
ayağını vurdu. Numan bey, tek parti devrinde kanunsuz
emirleri dinleyenlerin günahı yoktur, dedi. Saffet’in ağabeyi
Dumrul, Avrupa’dan döndü. Karikatürcüler yeni şiirle alay
ediyorlar. Dumrul bombardımanlardan çok korktuk ve yi-
yecek sıkıntısı çektik, diyor. Bazı ileri fikirli gençler büyük-
lerin yanında sigara içiyor ve onlara sen diye hitap ediyor-
lar. Müzeyyen Hanım soba derdinden usandı. Dumrul, par-
ti meselesi yüzünden babasıyla kavga etti ve evden kovul-
du. Bir hafta sonra döndü. Söylediğine göre, Amerikalılar,
otururken masaya ayaklarını dayıyorlarmış. Böylesi sağlığa
daha uygunmuş. Namık Bey damadını pek züppe buluyor.
Dumrul bir akrabasını ziyaret için gittiği hastanede hade-
melerin kötü muamelesine isyan etti ve kollarından tutula-
rak zorla dışarı çıkarıldı. Selim’in anneannesi öldü. İntihar
227
haberlerinin gazetelerde yayımlanabilmesi isteniyor. Selim’e
okulda Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları konusunda bir
tahrir vazifesi verildi. Babası Erkan’a, yeni model arabasını
kullandırıyor. Semra, Selim’e, Çehov’u okumalısın dedi.
Hayat pahalılaşıyor. Dar gelirliler deniyor. Selim, anneanne-
sinin ölümüne dair bir hikâye yazdı. Bazı derslere girmiyor-
lar, gidip kahvede oturuyorlar. Selim, sigaranın tadını be-
ğenmedi. Semra, yazdığın hikâyede Çehov etkisi var, dedi.
Yeni yıla arkadaşları Selim’in evinde girdiler. Sarhoş olup,
bir koltuğun (şimdi öyle koltuklar yok) tahtasını kırdılar.
Mısra 474:
Kirli şadırvanların çamurlu...
Ankara, hele o zamanlar, çok kirliydi. Rivayete göre, ba-
taklık bir zemin üzerine kurulan bu şehir için uygun bir
yer seçilmemişti. Bazı ihtiyarlar, Paşa’ya o zaman o kadar
söyledik, başka yere taşısın diye, derler. Anlaşılan dinlete-
memişler. Selim’in döneminde bu bataklığı yer yer binalar,
yollar ve kaldırımlarla kapamışlardı. Fakat şehrin ortasında
bulunan ve yeni yetişmekte olan memur sınıfının bitki kül-
türünü artırmak amacıyla yapılan büyük bir park her yeri
çamura buluyordu. Bu parkın ortasında, tıpkı kumsal bir
deniz kıyısı gibi sığ başlayan ve gittikçe derinleşen, beton
zeminli bir büyük havuz vardı. Selim’in deniz-havuz adını
verdiği bu su kütlesinin derinliği belki bir adam boyuna
ulaşıyordu. Pisliği nedeniyle dibi hiçbir zaman görünmedi-
ği için derinliğini tam bilmeye imkân yoktu. O sıralarda ka-
nalizasyon da bir ırmak gibi ana caddenin yanında, açıktan
akardı. Irmak-kanal, yer yer deniz-havuza çok yaklaşıyor,
çıkan kokunun hangisine ait olduğu anlaşılmıyordu.
Selim, kurbağa yavrusunun nasıl bir şey olduğunu, de-
niz-havuzun kıyısında, hareketli virgüllere benzeyen mil-
228
yonlarca kara yaratığı görerek öğrendi. Umumi helayı da ilk
defa parkın giriş kapısının yanında gördü. İlgililer, parkın
gizli köşeleri kirletilir endişesiyle giriş kapılarından dördü-
nün yanına bu tek katlı çirkin yapıları yerleştirmişlerdi. He-
laya girişin paralı oluşu yüzünden birçok serserinin bu me-
deni yapıdan yararlanamaması, parkın gizli köşelerini gene
pislik içinde bırakmalarıyla sonuçlandı. Kurbağa yavrusu
ve umumi heladan başka öğretici çok şey vardı parkta. Bü-
tün bitkilerin yanına Latince adları yazılmıştı. Ayrıca bir de
Sağlık Müzesi vardı ki Selim, frengi yüzünden erkeklik or-
ganı kopmuş alçıdan heykeli görmemek ve müzenin arka-
sından gelen pis kokuları duymamak için -bütün serseriler,
Sağlık Müzesinin arkasını, kimse gelmiyor diye, açık hava
helası yapmışlardı- oraya pek gitmezdi.
Deniz-havuzun ortasında ikisi birbirine çok yakın olan
üç ada vardı. Küçük adalar arasında demir bir köprü yapıl-
mıştı. Büyük adaya ise karadan bir beton köprüyle geçili-
yordu. Büyük adanın üzerinde yıllardır bitmeyen bir ‘Göl
Gazinosu’ yapılıyordu. Bazıları bu gazinoya Deniz-Park ga-
zinosu denmesinin daha uygun olduğunu ileri sürüyorlar-
dı. Orta sınıf halk deniz-havuzu, saati bir liraya kiralanan
kayıklarla gezebiliyordu. (Adalara çıkmak yasaktı. Düdük
çalan ve küfür eden bekçilerden geçilmiyordu.) Zenginler
ve büyük memurlar için de Büyük Adanın yanında “Yelken
Kulübü” ya da “Deniz Kulübü” gibi bir adı olan bir tesis ya-
pılmıştı. Bu vatandaşlar da “Kayıkhane”den çıkarılan kotra-
larla deniz-havuzu dolaşıyorlardı. Burada ayrıca, birtakım
aletlerle kürek çekiyormuş gibi yapan gençler vardı.
Suyun renginin denizi hatırlattığı pek söylenemezdi. Ha-
vuz boşaltıldığı zaman, Türk olmadıkları söylenen bazı er-
ler, uzun paçalı donlarla, dibindeki çamuru boş yere temiz-
lerdi. Su dolar dolmaz deniz-havuz gene eski rengini alırdı.
Parkın kaç kapısı olduğu hakkında çeşitli söylentiler var-
229
dı. Kimse çevresini tam dolaşmadığı için kesin bir sayı elde
edilememişti. Denildiğine göre bazı kapılar, kullanılmadık-
ları için kapatılmış ve zamanla yabani otlar arasında kay-
bolmuştu. Parkta çeşitli yapılar vardı. Latince bitkilerin en
sık olduğu yerde bir pisuar yapılmıştı. Üstü sundurma kap-
lı ve dört tarafı açık bir yapıydı bu. Ortasından yelpaze gibi
açılan düşey teneke levhalar -halk buraya rağbet etmediği
için- zamanla cinsel resimlerin teşhir edildiği panolar ola-
rak kullanılmaya başlanmıştı. Selim, cinsel birleşme konu-
sunda ilk ve yanlış bilgilerini buradan edindi. Cinsel ilişki
resimlerinin sınıfta yalnız mutlu bir azınlığın elinde bulun-
ması nedeniyle de uzun yıllar bu yanılmalarını düzeltmek
imkânını bulamadı. Pisuardaki paslı tenekeler üzerinde
kurşunkalemle çalışmak zorunda kalan bu ilkel sanatçıların
hayati mesele hakkındaki bilgileri de Selim’inkinden pek
fazla değildi. Resimlerin kadın ve erkek kahramanları, ara-
larında geçen olay hakkındaki duygu ve düşüncelerini,
ağızlarının yanına çizilmiş dairelere yazılan ve okunması
zor sözlerle ifade ediyorlardı. Gazetelerdeki resimli roman-
lara benzeyen teneke levhalardaki bu resimlerin, bütün il-
kelliklerine rağmen, okuyucuyu etkilemediği, onu heye-
canlandırmadığı söylenemezdi.
Parkı ilginç duruma getiren başka bir özellik de park ze-
mininin her noktada aynı seviyede olmamasıydı. Parkın
esas girişiyle deniz-havuz arasında yapılan uzun ve dar be-
ton, çağlayanlar dizisinin tabanını teşkil ediyordu. Böylece
deniz-havuza, parkın kapısından gelen coşkun sular dökü-
lüyordu. Çağlayanın çevresine çay bahçeleri yapılmıştı. Ay-
rıca bir iki gazino vardı. Yalnız, ortalıkta serserilerin dolaş-
ması nedeniyle bu gazinolara aile kadınları getirilemiyordu.
Altın dişli bazı taşra zenginleriyle, sarhoş olunca çantayla
garsonların kafasına vuran kadınlar görülüyordu buralarda.
İyi niyetle başlayan her teşebbüs gibi, parkı geliştirme işi
230
de kötüye gitmeye başladı böylece. İyi niyetli insanlar bu
duruma çok üzüldüler; parka gelmez oldular. Oysa park
onlar için yapılmıştı. Bu arada vatandaşlar da halkın parkı
daha fazla tahrip etmemesini isteyen şikâyet mektupları
yağdırmaya başladılar. Yetkili makamlardan ilgi bekliyorlar-
dı. İlgililer önce çok kızdılar. Sanki park bu duruma bir
günde mi gelmişti? Daha önce akılları neredeydi? Parklar
ve Bahçeler Müdürlüğü sorumluluğu kabul etmedi. Koru-
ma görevinin Belediyeye ait olduğunu bildirdi. Belediye de
sağlıkla ilgili tedbirlerin Sağlık Müdürlüğü’ne ait olduğuna
karar verdi. Sağlık Müdürlüğü de önce Sağlık Müzesini ka-
pattı. Sonra da deniz-havuza tonlarca ilaç boşaltıldı. Havu-
zun rengi gene değişti ve yüzeyini yağlı bir parlaklık kapla-
dı. Sandalların ve kotraların teknelerinde, suya değen kı-
sımlarında yeşil çizgiler meydana geldi. Deniz Kulübü, Yel-
ken Kulübü gibi bir adı olan yer kapandı. Yerine semaverli
çay bahçesi açıldı. Kurbağalar öldü. (Ölülerin temizlenmesi
hiçbir zaman tam bitirilemedi.) Bekçilere tabanca dağıtıldı.
(Pinus pinealis altında sevişen bir çifte ateş ettiler.) Bir ban-
ka, bankları yeniledi. Çamur... çamur öylece kaldı.
Mısra 509:
Dostları ilə paylaş: |