BİRİNCİ BAHİS
Anatomi ilminin faydalarını, can ve cismin geldikleri ve gidecekleri yeri,
uzuvların tabiatlarını, insan cisminin bileşim ve karışımının, doğuşunu,
açık ve gizli uzuvların özelliklerini, isimlerini ve kısımlarını üç bölüm
ile anlatır.
BİRİNCİ BÖLÜM
Anatomi ilminin faydalarını, hayvanî ruhun bedende bazı tasarruflarını,
insan bedeninin geliş ve gidiş yerini, cisim ve canın yükseliş ve inişini,
bedenin değişimini, geçici ruhun bekasını, anne gibi olan cihan terbiyesini
altı madde ile açıklar.
Birinci Madde
Anatomi ilminin faydalarını topluca bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar, bedenlerin bileşimi ilmine: Anatomi ve
hürriyet adını vermişlerdir. Bedenlerin ve ruhların sırlarına ve
tavırlarına yetmişlerdir. İmam Şafiî (Allah ondan razı olsun) hazretleri:
"İlim ikidir: Bedenler, dinler ilmi," hadisi üzere, bedenler ilminin
(anatomi) önemli ve lüzumlu ilimlerden olduğunu duyurmuştur. Şu halde
anatomi, bir aziz ve leziz ilimdir ki, hakikatin hikmetine ermişlerin
neticesi, mütehassıs tabiblerin sermayesi, yakine ulaşanların nefislerinin
gıdası, din ve dünya hasletlerinin vesilesi, Mevla'yı tanımaya vasıta ve
yardımcıdır. Zira ki, anatomi ilmini bilmeyen, tıptan, hikmetten ve kendini
tanımaktan gafil, Hak'kı tanımaya ulaşmaktan uzaktır. Halbuki insanların
çoğu onu bilmekte aldanmıştır. Eğer tahsil eden olursa da, tıpla mâhir
olmak için eğilir. Ancak Allah'ı tanımak için onu tahsil eden metanet
bulup, kendini tanımaya ve ondan Hak'kı tanımaya ulaşır. Şu halde, eğer
anatomiyi mütalaa edip, yaratıcının kudretinin şaşırtıcılığını onda
müşahede edersen, sana üç türlü faydası olur. Birinci fayda budur ki: Böyle
bir bileşim eserini seyredip, bilirsin ki, bunun gibi bütün eşyanın
benzerlerini toplayıcı olan muhtasar binayı ve süslü şekli; en mükemmel
nizam ve en güzel yaratılış ve intizam üzere yaratan Hallak-ı zü'l-Celal'de
acz ve kusur tasavvuru muhal iştir. Şu halde ondan, hakîm olan Yaratıcının
kudretini kesin ilimle bilirsin. İkinci fayda budur ki: Bunculeyin faydalı,
anlayışlı ve süslü bileşiği icat eden yorulmaz Yaratıcı'da ilmin kemali
olmamak ne ihtimaldir. Şu halde ondan yaratıcı olan Allah'ın alîm ve hakîm
olduğunu yakîn gözüyle mütalaa edersin. Üçüncü fayda budur ki: Hak
Taâlâ'nın sana ondan çeşitli lütûf ve inayetlerini, şefkat ve
merhametlerinin kemalini idrak edip, ondan Rabbinin seni, he an terbiye
kıldığını yakın bir gerçekle müşahede edersin. Zira ki Yaratıcı Taâlâ,
bedenlerin bileşiminde, hikmetlerden, faydalardan ve zinetlerden bir kusur
koymayıp, hepsini en mükemmel yapmıştır. Alemlerin Rabbinin bu lütûf ve
keremleri, sadece insana mahsus değildir. Belki onsekizbin âleme şâmildir.
Hatta atlar, kediler, canavarlar, kuşlar, sinekler, arılar, yılanlar ve
karıncaların hayat ve bekasına, ziynet ve yaşayışına gerçek sebeb olan;
durumlarında ve tavırlarında hiçbir kusur koymayıp, hepsini kemal üzere
tasvir ve tadil etmiştir. Nitekim İmam Gazali (Allah ona rahmet etsin):
"İmkanlar âleminde daha bediî durum olamaz," buyurup, bu mânâyı
duyurmuştur.
Şu halde anatomi, insan nefsini tanımanın anahtarıdır. Allah'ı tanımanın
anahtarıdır. Ama nefsi tanımak, Hak'kı tanımaya nispetle, güneşten zerre,
denizden damladır.
Beden bir bileşimdir ki, insan nefsi ona binmiş gibidir. Allah'ı tanımak,
asıl maksattır. Şu halde bir kimse bedeninden, nefsini idrak etmeksizin,
Alemlerin Rabbini tanıma davasını eylese, o kimse öyle bir müflise benzer
ki; kendi yiyeceği ve içeceği olmayıp, beldenin fakirlerini toptan ziyafete
davet eder. Herkese lazımdır ki, önce kendi nefsini bilmeye, sonra Rabbini
bilmeye yönele. Ta ki muhabbete nâil ve sevgiliye ulaşıcı, muradını elde
edici ola. Zira ki nefsi tanımak, Hak'kı tanımayı gerektirdiği gibi, Hak'kı
tanımak dahi sevgisini gerektirir. Mesela güzel bir yazıyı veya fasih bir
şiiri görüp okursan ve bunların yazıcısını bilip, ona sevgi duyup, onunla
karşılaşmayı gönülden arzu edersin. O dahi sana dost olup muhabbet ve
muvafakat eyler. Ey Allah'ımız, bizi kendimizi tanımayı ve kendini tanımayı
nasip et. Sevginle rızıklandır. Ya Vedut, ya Allah, ya Rahman, ya Rahim!
İkinci Madde
İnsan bedeninde olan Yaratıcı'nın garip eserlerini, Hak'kın emriyle hayvanî
nefsin bazı tasarruflarını, bedenlerin azalarının bazı özelliklerini
bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: İnsanın en büyük rüknü
kalbi, en küçük rüknü kalıbıdır ki kalbin kabuğudur. Nitekim insan bedeni,
cihanın özüdür. Bunun gibi insan kalbi, bedenlerin özüdür. Şu halde özlerin
özü olan gönül, Rahman'ın evidir. Astronominin anatomiye yardımı olduğu
gibi, anatomi dahi kalb ilmine yardımcı ve yol göstericidir. Zira ki,
bedenin yaratılışında o kadar acayip sanatlar, garip hikmetler,renkli süsler
ve çeşitli hizmetler vardır ki, sınırlanamaz ve özetlenemez ve
sayılamazdır. Açık ve gizli olan azanın her birinde nice faideler vardır
ki, halkın çoğu onlardan habersizdir. Mesela insanda nice yüz adet kemikler
ve nice yüz adet sinirler ve nice yüz adet damarlar ve nice yüz adet
ihtiyarî hareketler konulmuş ve tertip kılınmıştır. Her biri bir başka
yapıda bir başka sıfatta, bir başka hizmette ve bir başka harekette
bulunmuştur. Her biri bir başka yararlı iş için yaratılmıştır. Yakînen
anlarsın ki, hepsi topluca kaleme alınmıştır.
İnsanların çoğu, bunlardan bilgisi ve keyfiyetlerinden gafil bulunmuştur.
İnsanlar ancak bunu bilirler ki, göz bakmak ve el tutmak için
yaratılmıştır. Lakin göz ki, on tabakadır. O tabakalar nedendir ve
faydaları nelerdir bilmezler. Eğe o tabakaların birine halel gelse, göz
görmekten kalır. O halel neden gelir ve niçin göz görmez olur, bilmezler.
Elde kaç kemik, kaç sinir ve kaç damar olduğunu ve her biri ne yapıda düzen
bulduğunu ve ne tarz ile hareket ettiğini bilmezler. Bedenin içinde olan
ruh uzuvlarının şekil ve tabiatları nicedir, her birin kuvvet ve hizmeti
nedir ve nefs kuvvetlerinin san'at ve menfaati nedir bilmezler. Mesela
içeride yürek, mide, ciğer, dalak, öd kesesi gibi uzuvlar; çekme, tutma,
hazmetme, dışarı atma, şekil verme ve üreme kuvveti gibi kuvvetlerin hepsi,
bedende hizmetçi tayin olunmuştur. Her biri kendi hizmetinde kaim, her ân
müdavim bulunmuştur. Her biri kendi hizmetinde kaim, her ân müdavim
bulunmuştur. Zira ki hayat kaynağı olan yürek, dembedem bu uzuvlara çeşitli
areket ve kuvvet vermektedir. Midede olan çekme kuvveti muhtelif yemekleri
mideye çekip; tutma kuvveti koruyup ve hazmetme kuvveti pişirmektedir.
Ayırıcı kuvvet, pişmiş gıdaların kesifini latifinden ayırıp, atma kuvveti
kesif olanları mideden bağırsaklara itmektedir. Ondan midede kalan latifi,
ciğer kendine çekip, ciğerde olan şekillendirme kuvveti, onu kan renginde
boyamaktadır. Onun üzerinde ortaya çıkan siyah köpük ki, ona sevda derler,
onu dalak çekip, kendinde değişime uğratmaktadır. Onda kalan sarı köpük ki,
ona safra derer, onu safra kesesi ki, öddür, kendine çekip değiştirmektir.
Onda olan balgamı dahi akciğere çekip, nefesle gırtlak yoluna itmektedir.
Daha sonra bunlardan hâsıl olan kan, ciğer içinde suyla karışıp, kıvam
bulduğundan; ondan o suyu böbrek kendine çekip değiştirmektedir.
Böbreklerde kalan tortu sidiğe dönüşüp, mesaneye gitmektedir. Sonra ciğerde
kalıp, kıvamına gelenden saf kan, damarlar yoluyla bütün uzuvlara
ulaşmaktadır. Büyüme kuvveti, ondan uzuvlara büyüme ve gelişme verip, et ve
yağ gibi kuvvet ve kudret hâsıl olmaktadır. Sonra damarla içinde kalan
kandan, üreme kuvveti erkeklerde meni, kadınlarda yumurta ve süt meydana
getirip, her biri kendi yerlerine gelmekte ve dolmaktadır.
Eğer dalağa bir illet erişip, kandan siyah köpüğü ayırıp, devretmese; o
köpük ile karışmış kalan kan, bedenin uzuvlarına gelip, ondan humma, cüzzam
ve delilik gibi hastalıklar meydana gelir. Eğe öd kesesine bir illet
erişip, safrayı kadan ayırmasa, o kandan sarılık gibi safravî hastalıklar
peyda olur. Bunun benzerleri, bedende olan aza ve kuvvetlerin her biri
kendi hizmetinde olur. Eğer bunların biri noksan olsa ya hizmetten kalsa
çeşitli hastalıklar ortaya çıkması ile beden helak olup, insan nefsi onda
tasarruftan kalır.
Üçüncü Madde
İnsan bedeninin başlangıç ve sonunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki; filozoflar demişlerdir ki: Bedenlerin başlangıcı
ve sonu topraktır. Nitekim Hak Taâlâ Kelâm-ı Kadim'inde: "Sizi yerden
yarattık; yine ölümünüzden sonra sizi toprağa döndüreceğiz. Hem de ondan
sizi başka bir defa aha çıkaracağız." (20/55) buyurmuştur. Zira ki yukarıda
açıklandığı üzere yıldızların şualarının tesirleri ile dört unsur toplanıp,
kaynaşmaları bir miktar itidal buldukta; toprak kendi suretini terkedip,
bitki suretine gelir. O bitki ya ekmek veya hayvan yemi olur. Böylece ekmek
ve hayvan, insan gıdası olduğundan, sözü edilen kuvvetler bu minval üzere
hizmetlerinde bulunup; çekme kuvveti, ki iştihadır, gıdayı çekip, tutma
kuvveti hıfzedip, hazmetme kuvveti pişirir. Ayırt etme kuvveti kalını
inceden ayırıp, itme kuvveti kalını bağırsaklar yolundan çıkartıp gider. Bu
durumlar, kuvvet ve zayıflığa göre iki saatte veya üç saatte veya dört
saatte midede meydana gelir ki, ona ilk hazım derler. Sonra inceyi, ciğer
kendine çekip sözü edilen kuvvetler midedeki işlemleri bir daha orada
işlerler. O zaman orada kesif olan dört kısım olu ki: Bir kısmı dalağa
gidip siyah köpük olur. Bir kısmı safra kesesine gidip safra olur. Bir
kısmı böbreğe gidip sidik olarak mesaneyi bulur. Bir kısmı akciğer tarafına
gelip, göğüste balgam olur. Bu durumlar dahi kuvvet ve zayıflığa göre iki,
üç, dört saatte ciğerde meydana gelir ki, buna ikinci hazım derler. Onda
kalan latif halis kan olup, ana damarlara ve azaya akıp gider. Bu
kuvvetler, işlemlerini bir daha damarlar içinde belirli bir müddetle
tamamlarlar ki, buna üçüncü hazım derler. Bu hazmın tortusu deliklerden
çıkıp; kulak kiri, çapak, burun kiri, kıl, tırnak, ter ve uzuvların kiri
olur. Eğer bunlardan fazla o tortudan bir nesne kalırsa akıntı, nezle,
yara, cerahat gibi hastalıklar olur. Damarlar içinde kalan latif kanın her
cüz'ü bir uzva bölünüp, şekil verme kuvveti o cüzleri bulunduğu uzuvlar
rengi ile tasvir eylediği halde, o kuvvetler o işleri o müddette o damarlar
içinde bir dahi ederler ki, buna dördüncü hazım derler. Bu hazmın kalıntısı
bedenden eksilen kısımları doldurur, tamamlar. Belki fazla et ve yağ olup,
o cismi güzel ve yağlı eder. Kalan latifin özünü, üreme kuvveti erkeklerin
sulbüne çekip, onda meni eder. Kadınların göğsüne çekip, onda hem meni ve
hem süt eder. Sonra o gıda hülasası olan meni, belirli bir kuvvette
birleşme vasıtası ile kadınınki ile birleşir. Rahme düşer. Orada kırk güne
dek meni suretini terk edip, kan pıhtısı suretine gelir. Yani uyuşmuş kan
olur. Ve bir kırk gün daha geçtiğinde yani seksen gün sonra o kan pıhtısı
et parçası olur. Üçüncü kırk gün tamamında yani yüzyirmi gün sonunda o et
parçası içinde kemikler, sinirler, damarlar, uzuvlar, etler, yağlar,
saçlar, tırnaklar vücuda gelir. Dördüncü ay tamamlandığında ceninin bütün
azaları olgunlaşıp, onda hayvanî ruh tasarruf sahibi olup, göbek bağı
yolundan gıdası kan olur. Çünkü nutfe rahimde karar bulup: Evvelki ayda
zühalin terbiyesinde olur. İkinci ayda müşterinin terbiyesine gelir. Üçüncü
ayda merihin, dördüncü ayda güneşin, beşinci ayda zührenin, altıncı ayda
utaritin ve yedincide ayın terbiyesini bulur. O halde eğer yedi aylık
doğarsa o çocuk yaşar. Eğer sekiz aylık doğarsa ölür. Zira ki, sekizinci
ayda zühalin terbiyesine gelir. Zühal, soğuk ve kuru olduğunda tabiatı ölüm
olur. Eğer dokuz aylık doğarsa müşterinin terbiyesinde olduğundan ölmez,
yaşar. Zira ki müşteri rutubetli ve sıcaktır, tabiatı hayat olur. Anlatılan
başlangıç yolunu, Hak Taâlâ beyan edip buyurmuştur: "Biz insanı muhakkak ki
çamurun özünden yarattık. Sonra Adem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde)
az bir su nutfe yaptık. Sora o nutfeyi kan pıhtısı haline getirdik. Ondan
sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık; o et parçasını da kemikler haline
çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış verdik.
Bak ki şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın şani ne yücedir!" (23/12-
14)
Bu tafsilin özü böyle olmuştur ki: İnsan bedeninin madde ve aslı topraktır.
Toprak önce bitkiye gelip, ya ekmek veya hayvan yeygisi olmuştur. O ekmek
ve hayvan insan gıdası olup, ondan erkeklerde ve kadınlarda meni suretini
bulmuştur. Sonra ana rahminde nutfe, kan pıhtısı, et parçası olup; kemik,
sinir, damar, et ve yağ ile dolmuştur. Sonra ya kız veya erkek oldukta; ruh
bulup, doğup ortaya çıkmıştır. Ya yaşayıp kemalini bulmuştur. Veya akıl
baliğ olmayıp çocuk iken ölmüştür. Halbuki feleklerin hareketleri ve
yıldızların şuaları ile toprak unsurunun bin cüz'ünden ancak bir cüz'ü
bitki olur. Bitkinin bin cüz'ünden bir cüz'ü ancak ekmek ve hayvan olur.
Hayvanın binde biri ancak insan gıdası olur. Gıdanın bin cüz'ünden bir
damlası meni olur. Bin damla meniden ancak bir damlası rahme düşer.
Rahimlere düşen nutfelerden binde biri çocuk olarak doğar. Bunca doğanın
binde biri yaşar. Bunca yaşayanın binde biri akıl baliğ olur. Nice bin
akıllının ancak biri mü'min olur. Nice bin mü'minin ancak biri âlim olur.
Nice bin âlimin ancak biri hakikatı araştırır. Nice bin araştırıcının ancak
biri ârif olur. Nice bin ârifin ancak biri kemale ulaşır. Şu halde
feleklerin hareketleri ve unsurların birleşmesinde, bileşiklerin ortaya
çıkması ve bütün kâinatın yapısından murat ve maksadımız ancak kamil
insanın varlığının şerefi bulunmuştur. Kamil insanın gayrisi hep ona çocuk,
hizmetçi ve tâbi kılınmıştır. Nitekim insanoğlunun en mükemmeli Habib-i
Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin şanında: "Sen olmasaydın,
sen olmasaydın felekleri yaratmazdım," denilmiştir. Bu mânâ bu beyt ile
bilinmiştir:
BEYT
Her bin senede bir gönül burcuna gelir
Aşk göklerinden olmuş bir yıldız
İnsanın bedeninin başlangıcı, bu açıklama ile ortaya çıkmıştır. Şu halde:
"Her şey aslına döner," hükmünce, bedenlerin sonu dahi bundan ortaya çıkıp
anlaşılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |