Yedi gezegen yıldızın ve dört keyfiyetin tesirlerinin başlangıçlarını
bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, kelamcılar demişlerdir ki: O müneccimler ve
tabiatçılar ki, Yaratıcı olan Allah'ı tanımaktan mahrum olmuşlardır. Onların
bütün işleri, yıldızlara ve tabiatlara dayanıp, dalalette kalmışlardır.
Bunların misali o iki karıncadır ki, bir kâğıt üzerinde yürürken bir nakş
ortaya çıkar. O anda karıncanın biri şâd olup, der ki: "İşlerin hakikatinin
kalemden vücuda geldiğine muttali oldum." Bu karınca, en son derecede olan
tabiatçı gibidir ki, bütün tasarrufları, sıcaklığa, soğukluğa, rutubete ve
kuruluğa havale etmiştir. Karıncanın öbürü dahi dikkatle bakıp, görür ki;
kalemin hareketi kendisinden değildir. O, parmakların iradesiyle olmuştur. O
zaman sevinip, önceki karıncaya der ki: "Sen galat etmişsin ve durumun
hakikatini idrakten ırak gitmişsin. Zira ki, işlerin oluşu kalemden
değildir. Belki bütün tasarruflar parmaklardandır. Kalem ise parmaklar
arasında mecbur ve boyun eğmiştir." Bu karınca ise, o müneccim misalidir
ki; işlerin tasarruflarının tümünü yıldızlara isnat yetmiştir. Bilmez ki,
kendi dahi bilmeyip hataya gitmiştir. Zira ki, yıldızlar meleklerin elinde
mecbur ve çaresizdir. Meleklerse, Hak Taâlâ'nın emrine itaatkâr ve boyun
eğicidir. Hepsi onun iradesiyle sâkin ve hareketlidir.
Biçare tabiatçı ki, tasarrufu tabiatlara isnat eylemiştir; o, sözü gerçek
söylemiştir. Zira ki, tabiatların tasarrufta katkısı vardır. Eğer katkısı
olmasaydı tab ilmi bâtı olup, hastalıkların ilâçları gereksiz ve âtıl
olurdu. Halbuki insan anatomisi meşrudu ki, onu öğrenmeye izinliyiz. Şu
halde o tabiatçının hatası ancak budur ki, görüşü zayıf olup, topal eşek
misali o menzilde yatmıştır da orasını bilmemiştir. Tabiatçı dahi hak
Taâlâ'nın yed-u kudretindedir ve tasarrufları onun tesiriyledir.
Biçare müneccim de demiştir ki: Güneş bir yıldızdır ki, âlemde sıcaklık
onunladır. Işık onunladır. Eğer güneş olmasa idi bitkiler ve canlılar
bulunmazdı. Gece ve gündüz fark olunmazdı. Ay bir yıldızdır ki, meyvelerin
lezzeti onunladır. Eğer güneş olmasa idi bitkiler ve canlılar bulunmazdı.
Gece ve gündüz fark olunmazdı. Ay bir yıldızdır ki, meyvelerin lezzeti
onunladır. Gecenin nuru onunladır. Eğe ay olmasa idi çiçeklerde ve
meyvelerde tabii kokular, şaşırtıcı renkler ve lezzetler bulunmazdı.
Hafta, ay ve sene fark olunmazdı. Güneş, sıcak ve kurudur; ay soğuk ve
rutubetlidir Şu halde yıldızlar bu keyfiyetleriyle (nitelik) âlemde
mutasarrıftır. Müneccim bu sözlerinde sâdıktır. ancak şunda yalancıdır ki,
işleri yıldızlara isnat etmiştir. Yıldızlar ise, Hak'kın emriyle bu
tasarruflara yetmiştir. müneccim bunu idrak etmemiştir ki, bütün eşyada
mutasarrıf ve müessir ancak Hak Taâlâ'dır.
Müneccimle tabiatçının ihtilâfları, o iki köre benzer ki; biri filin
hortumunu ve biri ayağını tutmuştur. Biri der ki: Fil, bir oluk gibi
nesnedir. Öbürü der ki: Fil, bir direk gibi nesnedir. Her biri, kendi
tuttuğu uzvun vasfında doğru söylemektedir. Lâkin filin bir uzvuna tamam
fil budur, dediklerinde hata etmişlerdir.
Yıldızların ve tabiatların tesir ve tasarrufta katkıları vardır. Lâkin
tesir ve tasarruf, onlara münhasır ve mahsus değildir, belki yıldızlar ve
tabiatlar, Yaratıcı ve Hakim olan Allah'ın, âletler misali hizmetçileridir.
Mesela bir padişah, bir büyük saray bina edip, onda kendi veziri için bir
özel örş hazırlasa ve o köşkü etrafında bir avlu peyda edip, onda oniki
hücre bina eylese ve her bir hücrede bir nâib nasb eylese; ta ki vezir-i
âzam, içeriden her ne buyurursa onun emrini taşraya tebliğ edeler. O
hücrelerin kapıları üzerinde yedi atlı nakib yani beyler tayin eylese, ta
ki hizmette hazır olalar. Padişahtan vezire ve ondan nâiblere ve onlardan
nakiblere ârit olan emir ve hükümleri taşrada icra kılalar. Taşrada da dört
yaya zâbit koysa, ta ki ellerinde kementler tutup, padişahın emriyle bazı
insanları bağlayıp, dergâha getireler. Bazısını dahi derghahdan reddedip,
süreler. İmdi, bu misalimizde padişahtan murat, âlemlerin rabbi olan
Allah'dır. Büyük saray arş-ı azamdır. Vezir-i azam ilk akıldır. Köşk
kürsüdür ki, vezir-i azamın makamıdır. Avlu sekizinci felektir ki, oniki
burcunda oniki melek vardır. Atlı nakibler yedi gezegendir ki, onlar gece-
gündüz o burçların kapılarını dolaşıp hizmet ederler Yaya zâbitler dört
unsurdur ki, kendi vatanlarından hareket etmezler. Sıcaklık, soğukluk,
rutubet, kuruluk ört kement benzeridir ki, ateş, hava, su ve toprağın
ellerindedir.
Bir kimsenin durumu değişikliğe uğrasa, üzüntü ve gam istilasıyla şaşırıp
kalsa ve dünyadan yüz çevirip, el çekmek zamanı gelse; onu hakkına tabib
der ki: Buna sevda hastalığı üstün gelmiştir, malihülya illetini bulmuştur.
Bunu etimon şerbeti ile ilaçlamak lazımdır. Tabiatçı dahi der ki: Bunun
hastalığı, tabiatına kuruluk üstün geldiğindendir ki dimağı üzere istila
etmiştir. Tabiatının kuruluğuna sebeb kış havasıdır. Bahar gelip, rutubet
havası üstün olmadıkça buna ilaç olmaz. Müneccim de der ki: Buna, sevda
ârız olmuştur. Sevda ise utarid ile merih arasında kötü bezerlik
oluşmasından meydana gelir. Utaride iki kutlunun yaklaşmasıyle üçlenme
erişmedikçe bunun hali iyiye gitmez. Halbuki bunların hepsi sözlerinde
doğrudur. Zira ki, her biri aklı erdiği kadar söylemiştir. Neylesinler ki,
cüzî akılla aslına ermemişlerdir. Ama hakikatte onun aslı budur ki: Kaçan
bir kimseye saadet ikbal edip, Hak Taâlâ ona hidayet etmek murat eylese, o
kimseye iki kuvvetli nakib havale eder ki, uturidle merihtir. Onlar dahi
unsurlarla yaya olan zâbitlerle emrederler ki: Kuruluk kemendii o kimsenin
boynuna takıp, kuruluğu başına ve dimağına havale ederle. Onu dünya
lezzetinden yü çevirtip, hüzün ve gam kamçısıyle sevk edip, irade
yularıyla Hak'ın huzuruna yedeler. Bu hakikati bu şekilde idrak, ne tıp
ilmiyle ve ne tabiî hikmetle ve ne yıldızların hükümleriyle hâsıl olur.
Belki Nübüvvet ilmiyle ortaya çıkar ki, her şeyi kuşatan ezelî ve ebedî
padişahı bilmiş ola. Zira ki, Hak Taala kendi sevdiği kullarını, kâh mihnet
ve bela ile ve kâh sevda hastalığıyle cenab-ı izzetine davet eder ki: "Ey
benim kullarım! Sizin bela ve mihnet sandığınız, benim lutuf ve sevgimin
kemendidir ki, huzurumda muhterem olan kullarımı onunla kendi rıza ve
cennetime ve huzur-u izzetime davet ve cezb ederim." Nitekim haberde:
"Muhakkak ki bela, önce peygamberlere, sonra velilere, sonra benzerlerine,
benzerlerine... vekil olur," diye vârid olmuştur.
Astronominin hikmetlerinden bu miktarca açıklamayla irfana vesile olan
fikretme ve düşünme, cihanın yaratıcısının sanatlarını öğrenme kolaylaşıp;
yüce isteğimiz olan Mevla'yı tanıma hâsıl olmuştur. Şimdi bir miktar dahi
unsurların ve bileşiklerin durumlarını açıklayıp, yapılarında oluşum ve
bozuşum olanların esrarını a açıklamak uygun görülmüştür. Ta ki mütalaa eden
akıl sahiplerine ibret verici olup, sürur ve huzur ile gönülleri dolup,
lisanlarının virdi Mevla'nın tesbihi ola. (Melekûtun ve mülkün sahibi Allah
münezzehtir. Mabutların meliki münezzehtir. Mevcutların belli ki münezzehtir.
Kuddüs, sübbuh, ölümsüz ve uykusuz olan diri melik münezzehtir. Ey
Rabbimiz, meleklerin ve ruhların rabi. Celle celalihi ve amme nevalihi!).
19-BÖLÜM:
Dostları ilə paylaş: |