70. MEÂRİC SÛRESİ
Mekke döneminin başlarında, Hâkka sûresinden sonra indirilmiştir. Adını, üçüncü ayetinde geçen ve “yükselme dereceleri” anlamına gelen “el-Meâric” kelimesinden almıştır. 44 ayettir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!
Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne göderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:
1. Kendi inancından emin bir şekilde, Allah’ın ayetleriyle alay etmek isteyen zalim, kafir ve hâin bir adam Hz. Peygamber’in karşısına geçip mutlaka gerçekleşecek olan azabın bir an önce gelip çatmasını istedi! Aynı zamanda, yaşadığı çetin imtihandan bunalarak Allah’ın yardımını isteyen sabırsız bir mümin de kendisine zulmeden inkârcılara beddua ederek, mutlaka gerçekleşecek olan bu azabın bir an önce gelip çatmasını istedi!
2. Oysa bu, inkârcılar için hazırlanan bir azabı ki, yeri ve zamanı geldiğinde, hiç kimse ve hiçbir güç ona engel olamayacak, hiç kimse de onu savunamayacaktır!
3. O azap, dilediğini yücelten, dilediğini alçaltan; varlık mertebelerindeki bütün derecelerin ve olgunlaşma basamaklarının sahibi olan Allah tarafından takdir edilmiştir. Allah, kararını asla değiştirmez. Yeri ve zamanı geldiğinde, vâdlerini gerçekleştirecektir.
4. Şu evrende görevli bütün melekler ve ölü kalplere hayat bahşeden vahyin meleği Kutsal Ruh Cebrail bile, sizin hesabınıza göre tam elli bin yıl süren bir günde bütün mertebeleri aşıp O’nun huzuruna yükselirler. Oysa sen ey insan, meleklerin dahi ancak elli bin yılda ulaşabildiği olgunluk makamlarına, şu kısacık ömründe ulaşabilirsin.
5. O hâlde, ey Müslüman! Acele etme, ümit ve heyecanını yitirme, dayan, diren, bıkıp usanma Rabb’inin vâdettiği gün gelinceye kadar, geri adım atma; bu yolda başına gelebilecek belâ ve sıkıntılara karşı güzelce sabret. Sana düşeni yapmaya devam et.
6. Gerçi inkârcılar onun gerçekleşeceği vakti uzak görüyorlar.
7. Biz ise onu yakın görüyoruz.
8. O kıyamet Günü gelip çatacak ve gökyüzü parçalanıp erimiş kızıl bir madene,
9. Dağlar da darmadağın edilerek atılmış hallaç pamuğuna dönüşecek.
10. Ve herkes kendi canının derdine düşecek; öyle ki, dost dostun hâlini sormayacak.
11. Hem de birbirlerini görüp duruyorlarken, bütün insanlar yargı önüne çıkarılıp birbirleriyle yüzleştirilecekler. İşte o anda suçlu, o günün azâbından kurtulabilmek için dünyada —Allah’ın emirlerini terk etme pahasına— kazandığı her şeyini fedâ etmek isteyecek:
Örneğin, bir zamanlar üzerlerine titrediği, öpmeye bile kıyamadığı kendi öz çocuklarını,
12. Ya da, bir ömür boyu aynı yastığa baş koyduğu hayat arkadaşını ve öz kardeşini,
13. Yâhut, kendisini yetiştirip büyüten ana-babasını, ailesini, aşiretini, kavmini,
14. Ve hattâ yeryüzünde bulunan herkesi fedâ edip cehenneme yollamak isteyecek; ta ki, kendisini azaptan kurtarabilsin.
15. Hayır; onun hakkı, alev saçan bir ateştir!
16. Derileri yakıp kavuran korkunç bir ateş!
Öyle bir ateş ki;
17. Hep kendisine çağırır; Allah’ın ayetlerinden yüz çevirip uzaklaşan,
18. Ve durmadan mal ve servet toplayıp kasalarda biriktiren zâlimleri.
19. Doğrusu insanoğlu, açgözlü ve doyumsuz bir karakterde yaratılmıştır.
Ama ne var ki o, bu özelliğini kullanıp daha mükemmele ulaşmak için çaba harcaması ve böylece kendisini Allah katında yücelere, daha yücelere ulaştıracak güzel davranışlar göstermesi gerekirken;
20. Başına bir kötülük geldiği zaman, her şeyden ümidini keserek sızlanır durur.
21. Bir nîmetle karşılaşınca da, açgözlülük ederek hepsine kendisi sahiplenmek ister, başkalarını bu nîmetten engellemeye çalışır.
22. Ancak Namaz Ehli olarak bilinen samîmî ve fedâkâr müminler böyle değildir, ki!
23. Onlar, günde beş vakit ve diğer namazlarına düzenli olarak devam edenlerdir.
24, 25. Onlar mal ve servetlerinde, başkalarından yardım dilenen fakirlerin ve onurlu davranıp dilenmedikleri için zengin zannedilen ve bu yüzden yardım ve sadakadan mahrum kalanların da hakkı olduğunu asla unutmayan cömert ve fedâkâr kullardır.
26. Onlar, hem sözleri hem davranışlarıyla Hüküm Gününü tasdik ederek iman iddialarında doğru olduklarını ispatlayan müminlerdir.
27. Onlar, Rablerinin azâbından korkup kötülüklerden uzak duranlardır.
28. Çünkü bilirler ki, Rablerinin azâbına karşı hiç kimse kendisini tam olarak güvende hissedemez.
29. Onlar, iffet ve namuslarını titizlikle koruyanlardır.
30. Ancak nikah sözleşmesi yoluyla sahip oldukları hanımları ya da cariyelik sözleşmesi yoluyla sahip oldukları savaş esiri cariyeler hariç. Çünkü onlar, hanımlarıyla veya cariyeleriyle olan ilişkilerinden dolayı asla kınanmazlar. Dolayısıyla, meşrû yollarla cinsel duyguları tatmin etmek kişiyi hiçbir zaman Allah’tan uzaklaştırmaz. Zira İslâm’da ruhbanlık yoktur.
31. Ama her kim evlilik dışı yollara tevessül ederek veya sapıkça ilişkilere yönelerek Allah’ın belirlediği bu çizginin ötesine geçmeye kalkışırsa, işte onlar, sınırı aşan ve kınamayı, cezayı hak eden azgın kimselerdir! Fakat Namaz Ehli, asla bu tür yollara tevessül etmez!
32. Çünkü onlar, gerek Allah’ın, gerek Hz. Peygamber’in ve gerekse insanların kendilerine verdiği emânetleri en güzel şekilde koruyan verdikleri sözü en güzel biçimde yerine getiren dosdoğru müminlerdir.
33. Onlar, kelime-i şehâdet ile Allah’a verdikleri sözün gereğini yerine getiren hak ve adâletin gerçekleşmesi için, her türlü sıkıntı ve tehlikeyi göze alarak şâhitlik görevlerini gereği gibi yapanlardır.
34. Onlar, namazlarını “namaz” yapan bütün özellikleriyle, mekanik hareketlere dönüştürmeden, okuduklarını anlayıp özümsemeye çalışarak, vaktinde ve mümkün mertebe cemaatle birlikte kılan; beş vakit namazı hayatın merkezine yerleştirerek onu her türlü aşınmaya, pörsümeye karşı titizlikle koruyan ve böylece, Allah ile aralarındaki bağı sürekli canlı tutmaya çalışanlardır.
35. İşte onlardır, cennetlerde en güzel nîmetlerle ağırlanacak olanlar.
36. Şimdi, ey Müslüman; bu inkârcılara ne oluyor ki, ellerinde bir delil varmış gibi senin üzerine geliyor, saçma iddialar öne sürerek sana doğru heyecanla koşuşuyorlar?
37. Hem de, sağdan soldan hücum eden gruplar hâlinde üzerine üşüşüyorlar.
38. Yoksa onlar, yukarıda sayılan özelliklere sahip olmaksızın nîmetlerle dolu cennetine girebileceklerini mi sanıyorlar?
39. Hayır, asla! Doğrusu Biz onları, gâyet iyi bildikleri bir şeyden, bir damlacık sudan yarattık. Sahip olduğu güç ve servetle şımarıp kibirlenerek Rabb’ine başkaldırma cüretini gösteren insan, kendisinin bir zamanlar bir damla su olduğunu ve ancak Rabb’inin yardımı ile bunca nîmetlere kavuştuğunu hiç düşünmez mi?
40. Şu hâlde, güneş sistemleriyle ortaya koyduğu her bir gündoğumu ve günbatımı noktası ile aydınlığı karanlığa ve karanlığı aydınlığa çeviren, gönderdiği Kur’an sayesinde zulüm ve cehâlet karanlıklarını iman ve İslâm nurlarıyla aydınlatan, doğudaki ve batıdaki, geçmiş ve gelecek tüm ülkelerin gerçek Hükümdarı, bütün zamanların ve mekânların biricik Hâkimi olan Allah’a, yani doğuların ve batıların, tüm doğuş ve batışların, doğan ve batanların Rabb’ine andolsun ki, Bizim elbette gücümüz yeter:
41. Bu zâlimleri yeryüzünden silip yok ederek, onların yerine kendilerinden daha iyi bir toplum yaratmaya! Ve hiç kimse Bizi engelleyecek güce sahip değildir!
42. Öyleyse, ey Müslüman; bırak onları, kendilerine vâdedilen o dehşet verici Gün ile karşılaşıncaya dek, dünyanın aldatıcı nîmetlerine dalarak oyalanıp dursunlar.
43. Çünkü zâlimler, o Gün gelip çattığında, dünyada yaptıkları gibi dikili taşlardan putlara doğru koşarcasına mezarlarından fırlayıp Rablerinin huzuruna çıkacaklar.
44. Utanç ve pişmanlıktan gözleri yere çivilenmiş, tam bir hüsran ve zillete uğramış hâlde. İşte budur, insanlık tarihi boyunca onlara tekrar ve tekrar vâdedilmiş olan Gün!
Dostları ilə paylaş: |