13. RA’D SÛRESİ
Mekke döneminin sonlarına doğru indirilmiştir. Adını, on üçüncü ayette geçen gök gürültüsü anlamına gelen “ra’d” kelimesinden almıştır. 43 ayettir.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!
Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:
1. Elif, Lâm, Mîm, Râ. Dinle, ey insanoğlu! Elif, Lâm, Mim, Râ gibi, senin çok iyi tanıdığın ve sürekli kullandığın harflerden oluşan, fakat bir benzerini yapmakta bütün beşerin acze düştüğü bu ayetlere kulak ver:
Bunlar, insanlığı aydınlatmak üzere gönderilen son ilâhî Kitabın ayetleridir.
Ve ey Muhammed! Hiç kuşkun olmasın, sana Rabb’inin katından gönderilen bu ayetler, gerçeğin ta kendisidir; ne var ki, insanların çoğu bu apaçık hakîkate iman etmiyor. Oysa ki:
2. Ey insanlar! Şu bakıp durduğunuz Gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükselten, mükemmel bir sistem hâlinde boşlukta ve dengede tutan Allah’tır. Bunu her an görüyor ve biliyorsunuz.
Ayrıca, kâinâtın mutlak hâkimi olarak Arş’ta bulunan ve her biri, belirli bir vakte kadar yörüngelerinde akıp gitmekte olan Güneş’i ve Ay’ı insanlığın faydası için, koyduğu kanunlara boyun eğdiren, yine O’dur.
Ve gerek tabîat kanunları, gerekse inanç ve ahlâk kurallarıyla ilgili bütün işleri yönetip yönlendiren de O’dur.
İşte Allah, hiçbir şüpheye, kapalılığa meydan vermeyecek biçimde ayetlerini böyle açık ve net olarak ortaya koyuyor ki, bütün bunları yapan ve yaratan Rabb’inizin, ölümünüzden sonra sizi yeniden diriltmeye kadir olduğunu bilesiniz de, günün birinde hesap vermek üzere Rabb’inizin huzuruna çıkacağınıza yürekten inanasınız!
O Allah ki:
3. Yeryüzünü, hayata elverişli bir şekilde yayıp döşeyen, oraya, başı bulutlara değen sarsılmaz dağlar yerleştiren; yemyeşil vadilerde dereler, çaylar ve ırmaklar akıtan; orada, her renk ve her çeşit bitkiden erkekli dişili birer çift yaratan ve geceyi siyah bir tül gibi gündüzün üzerine örten, O’dur.
İşte bütün bu anlatılanlarda, hakîkati anlamak amacıyla inceden inceye düşünen insanlar için Allah’ın Rab ve ilâh olarak varlığını ve birliğini gözler önüne seren nice deliller, ibretler ve dersler vardır. Öyle ki:
4. Yeryüzünde, birbirine komşu oldukları hâlde; bitki örtüsü, doğal güzellikleri ve maden kaynakları bakımından farklı özellikler taşıyan toprak parçaları; bu topraklarda yetişen üzüm bağları, ekin tarlaları, bir kökten birkaç gövde halinde sürgün veren çatallı ve tek gövdeden oluşan çatalsız hurma bahçeleri var ki, bunların hepsi aynı topraktan, aynı havadan ve aynı sudan beslendiği hâlde, bir kısmının meyvelerini diğerlerinden daha lezzetli, daha üstün kılıyoruz.
Evet, işte bunlarda da aklını kullanan bir toplum için kâinattaki hayranlık verici güzellikleri ortaya koyan nice ibret verici mûcizeler, nice deliller vardır.
5. Nasıl, bu muhteşem güzellikler karşısında hayrete düştün, değil mi? Fakat bunlar ne kadar hayranlık vericiyse, inkârcıların, “Ne yani, mezarlarda çürüyüp toprak olduktan sonra, biz yeniden mi diriltilecekmişiz? Hiç öyle şey olur mu?” şeklindeki iddiaları da en az bunun kadar hayret ve dehşet vericidir.
İşte bu iddiada bulunanlardır, sonsuz ilim, hikmet, adâlet ve kudret sahibi olan Rab’lerini inkâr edenler; işte bunlardır, boyunlarına kibir, cehâlet, ihtirâs, inat ve önyargı kelepçeleri vurulmuş olanlar ve işte bunlardır, günahlarının cezasını çekmek üzere ebediyen cehennemde kalacak olanlar!
6. Ey Peygamber! Senden, iyilikten önce çarçabuk kötülük getirmeni istiyorlar. İnkârcılar, senin onlara teklif ettiğin güzellikleri, iyilikleri arzu edecekleri yerde, sana karşı küstahça meydan okuyarak, bir an önce başlarına azabı getirmeni istiyorlar. Oysa, kendilerinden önce buna benzer nice ibret verici örnekler gelip geçtimiş. Onlardan ibret alsınlar da, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip tövbe etsinler. İşte o zaman, o ana kadar işlemiş oldukları bütün günahları bağışlanacaktır. Çünkü senin Rabb’in, bunca zulümlerine rağmen, insanlara karşı çok merhametli, çok bağışlayıcıdır. Bununla birlikte, O’nun azabı da çok şiddetlidir!
İşte, bunca apaçık mûcizeler gözler önünde dururken:
7. İnkârcılar, “Madem ki Muhammed, Peygamber olduğunu iddia ediyor, o hâlde ona Rabb’inden bizim istediğimiz türden bir mûcize indirilseydi ya!” diyerek, senden olağanüstü şeyler yapmanı bekliyorlar. Oysa sen yalnızca bir uyarıcısın; nitekim insanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş her toplumun bir uyarıcı rehberi vardır. Eğer gerçekten mûcize istiyorlarsa, işte baksınlar:
8. Allah, her dişi varlığın karnında neler taşıdığını ve rahimlerin neyi eksiltip neyi artırdığını, ne zaman ve nasıl doğum yapacağını bilir. Bütün bu hârika işleri yaratan ve yöneten sadece O’dur. Çünkü Allah katında her şey, belli bir amaç ve ölçüye göre takdir edilmiştir. Öyle ki:
9. O, yaratılmışların algılama sınırları ötesindeki âlem olan gayb’ı da, duyularla kavranabilen şehâdet âlemini de bilir. Gerçek anlamda büyüklük ve yücelik, yalnızca O’na aittir ve O, beşeri ölçülerle tanımlanabilecek her şeyin üzerinde ve ötesindedir.
10. Allah’ın ilmine göre, içinizden birinin niyet ve sözlerini gizlemesiyle onu açığa vurması aynıdır; yine sizden birinin, gecenin karanlıklarında saklanmasıyla güpegündüz ortalıkta gezip dolaşması arasında da hiçbir fark yoktur. O, tüm varlıkları tam olarak görür ve onların her hallerini en mükemmel şekilde bilir.
11. İnsanoğlunun önünde ve arkasında, etrafını çepeçevre kuşatan ve her attığı adımda onu bir gölge gibi takip eden görevli melekler vardır ki, Allah’ın emriyle onu koruyup gözetir ve iyi-kötü bütün davranışlarını bir bir kaydeder, muhafaza ederler.
Yoksa insan, geçmişi ve geleceği ile önünden, arkasından kendisini çepeçevre kuşatmış ve Allah’ın azabından koruyacak ve kendisini kurtaracak güç ve imkânlara sahib olduğunu mu zannediyor?
Bütün bunlar, ilâhî yasalar çerçevesinde cereyan eder. İnsanın toplumsal ve bireysel hayatına yön veren bu yasalara göre: Bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu —ister iyilik, ister kötülük yönünde olsun— değiştirmez. O hâlde kötülüğü tercih edenler, tercih ettikleri yönde değişime uğramaya mahkûmdurlar. Zira Allah, kendi yaptıkları şeyler nedeniyle bir toplumu cezalandırmaya karar verdi mi, hiçbir şey bunun önüne geçemez ve hiç kimse onları Allah’a karşı koruyamaz!
12. Hem korku, hem de bereketli yağmurları müjdeleyen bir ümit kaynağı olarak, size şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren O’dur.
13. Gök gürültüsü, evrendeki tüm varlıklar gibi, Allah’ı O’nun hamdine lâyık bir şekilde övgüyle tesbih etmekte ve yürekleri hoplatan korkunç gürlemesiyle, Allah’ın yüceliğini, kudret ve azametini tüm evrene ilan etmekte; O’nun hiçbir bakımdan noksanı ve hiçbir şekilde ortağı bulunmadığını haykırmaktadır. Müşriklerin ilâh diye tapındığı melekler de, Allah’ın heybetinden ürpererek, O’nun uluhiyetinin şânını tesbih ve tenzih etmektedirler. Ve Allah, gökten yıldırımlar göndermekte ve onlarla dilediğini çarpmaktadır. İşte bütün bunlar olup biterken, onlar hâlâ Allah’ın yüceliği, kudret ve azameti hakkında tartışıp duruyorlar; oysa Allah, zâlimlerin hilelerini başlarına geçirip onları cezalandırmada müthiş bir kudrete sahiptir!
14. Kabul edilip karşılık görecek olan gerçek duâ, ancak Allah’a yapılan duâ ve yakarışlardır ve huzurunda el açıp kendisine yalvarılmaya lâyık olan kudret, yalnızca O’dur. İnkârcıların, Allah’ın yanı sıra kendilerine yakardıkları sözde tanrılar ve yüceltip ilâhlaştırdıkları varlıklar ise, onların duâ ve yakarışlarına hiçbir şekilde karşılık veremezler; Allah’tan başkasına yalvaranların durumu, tıpkı sular gelip ağzına dökülsün diye avuçlarını açıp suya doğru uzatan susamış bir kimsenin hâline benzer ki, zavallı adam bu durumda ne kadar beklerse beklesin, suyu avuçlayıp ağzına götürmedikçe, su kendiliğinden gelip onun ağzına asla girmeyecektir. İşte kâfirlerin duâsı da, aynen böyle hedef ve amacını şaşırarak boşa gitmeye mahkûmdur. Hâlbuki:
15. Göklerde ve yerde bulunan melek, insan, cin, hayvan ve benzeri bütün varlıklar, ya müminlerde ve meleklerde olduğu gibi isteyerek, yâhut bağlı oldukları fiziksel ve toplumsal ilkelere farkında olmadan uymak zorunda olan kâfirler, hayvanlar ve diğer varlıklarda olduğu gibi mecburen Allah’a boyun eğmektedirler ve sadece kendileri değil, onların gölgeleri de, sabah akşam uzayıp kısalmak sûretiyle, Allah’ın evrene yerleştirdiği fiziksel yasalara harfiyen boyun eğmektedirler.
16. Bütün bunlara rağmen, Allah’ın ayetlerine boyun eğmemekte ısrar eden zâlimlere de ki: “Söyleyin, göklerin ve yerin sahibi, efendisi, Rabb’i kimdir?” Cevabı bizzat kendin vererek, “Allah’tır!” de. Yine de ki: “Öyle iken, siz O’nu bırakıp da, O izin vermedikçe kendilerine bile herhangi bir fayda veya zarar veremeyen birtakım sözde ilâhları ve tanrılaştırılmış varlıkları sizin adınıza karar verecek dostlar mı edindiniz?” De ki: “Gönlü ve vicdanı kör olan kimseyle, aklını kullanarak hakîkati gören kimse bir olur mu hiç? Yahut inkâr ve cehâletin yol açtığı karanlıklarla, iman ve İslâm’ın doğurduğu aydınlık eşit olur mu?”
Bu ne gaflet, bu ne aldanmışlıktır? Yoksa onlar Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratabilen birtakım ortaklar buldular da, bu yaratma kendilerince birbirine benzer mi göründü? Allah’ın yaratışı ile bu sözde ilâhların yaratışını birbirine karıştırdılar da, bu yüzden şüpheye mi düştüler? Onlara de ki: “Allah’tır her şeyi yaratan. O, eşi benzeri olmayan bir tek ilâh, bir tek Rab’dir, mutlak kudret ve egemenlik sahibidir.”
17. O Allah ki, gökten sağanak sağanak su indirir de, yağmura susamış nehir yataklarından her biri, kendi ölçüsünce çağlayıp akar. Bu sayede, kurumuş toprak suya kanar. Susuzluktan kavrulan varlıklar yeniden hayata kavuşur. Ve coşup dalgalanan sular, yüzeye çıkan köpükleri ve istenmeyen çerçöpü silip süpürür ve geriye tertemiz, berrak su kalır. İşte Kur’an, böyle gökten inen yağmura benzer ki, her mümin kendi ölçüsünde ondan feyiz alır ve ölü kalpler, inkâr ve cehâlet kirlerinden temizlenerek hayata kavuşur.
Süs eşyası veya alet yapmak amacıyla ateşte eritilen altın, gümüş, bakır ve benzeri madenlerin üzerinde de buna benzer bir tortu meydana gelir. Saf ve kaliteli maden elde etmek için onları tortularından arındırmak gerekmekte, bunun için de madenler yüksek ateşte eritilerek ayrıştırılmaktadır.
İşte Allah, hak ile bâtılı böyle ibret verici örneklerle gözler önüne seriyor: Her iki örnekte sözü edilen köpük, çabucak yok olup gider ki bâtıl böyledir. İnsanlara fayda veren şeylere gelince, o da sapasağlam yerinde kalır.
Allah, ayetlerini anlayasınız diye, size böyle açık ve anlaşılır misaller verir. Böylece, birçok hakîkatleri ortaya koyan canlı örneklerle sizleri güzele ve doğruya dâvet eder:
18. Rab’lerinin çağrısına koşanlara, en güzel ödül olan cennet verilecektir. Bu çağrıdan yüz çevirenlere gelince, onlar da öyle dehşet verici bir azapla yüz yüze gelecekler ki, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların elinde olsaydı, bu azaptan kurtulmak için hepsini fedâ etmek isteyeceklerdi. İşte onları, çetin bir hesaplaşma bekliyor. Varacakları yer ise cehennemdir, ne kötü bir yatak, ne kötü bir barınaktır o!
19. Öyle ya, sana Rabb’inden indirilen bu muhteşem ayetlerin hak olduğunu bilen kimse, aklı ve sağduyusu kör olan kimse gibi olur mu? Elbette olmaz! Fakat bunu, ancak akıl sahipleri düşünüp anlayabilir.
20. Onlar, Allah’a verdikleri söze bağlı kalan ve insanlarla yaptıkları antlaşmaları bozmayan kimselerdir.
21. Onlar, akraba, komşu, yoksul, yetim ve yardıma muhtaç kimselere gereken ilgi ve yakınlığı göstererek Allah’ın kurulup geliştirilmesini emrettiği ilişkileri geliştirip canlandıran, Rab’lerine karşı yürekleri saygıyla titreyen ve mahşer gününde kötü bir şekilde hesaba çekilmekten korkarak, o gün gelip çatmadan önce kendilerini hesaba çeken kimselerdir.
22. Yine onlar, arzu ve şehvetlerini gerektiğinde dizginlemesini bilen, Rab’lerinin hoşnutluğunu kazanmak için verdikleri mücâdelede, başlarına gelebilecek belâ ve musîbetler karşısında sabreden, dayanıp direnen, kulluğa devam eden, Müslümanlığın vazgeçilmez şartı olan namazı gereği gibi dosdoğru ve aksatmadan kılan, kendilerine bahşettiğimiz güzel nîmetlerden bir kısmını, çoğu zaman gizlice ve bazen de, başkalarını buna teşvik etmek için açık olarak Allah yolunda harcayan ve kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, aksine, kötülüğü iyilikle gideren kimselerdir. İşte âhiret yurdunun mutlu sonu onların olacaktır!
23. O yurt, sonsuz mutluluk diyarı olan Adn cennetleridir ki, hem kendileri girecek oraya, hem de kendileri gibi dürüst ve erdemlice yaşamış olan ataları, eşleri, çocukları ve diğer bütün sevdikleri. Ve cennetin her kapısından, akın akın melekler yanlarına gelecek ve onları şu tebriklerle karşılayacaklar:
24. “Dünyada gösterdiğiniz sabrın karşılığı olarak, ebedî huzur, esenlik ve selâm size olsun! Bakın, ne güzelmiş âhiret yurdunun mutlu sonu!”
25. Öte yandan, Allah’a elçileri aracılığıyla vermiş oldukları sözü, hem de onu yeminleriyle pekiştirdikleri hâlde ihânet edip bozan, insanın gerek Rabb’iyle, gerek içinde yaşadığı toplumla ve gerekse diğer varlıklarla kurması gereken sevgi ve şefkate dayalı ilişkileri baltalamak sûretiyle, Allah’ın kurulup geliştirilmesini emrettiği ilişkileri kesip atan ve yeryüzünde fesada, yozlaşmaya yol açarak bozgunculuk yapanlara gelince, onlara dünyada da, âhirette de lânet vardır ve yurdun kötüsü olan cehennem, onların sonu olacaktır! Onlar, dünyada sahip oldukları güç ve servetle şımarıp aldanmışlardı. Oysa ki:
26. Dilediğine bolca rızık bahşeden ve dilediğine de rızkı sınırlı ölçüde veren, Allah’tır. Dolayısıyla, sahip olduğu nîmetlerden dolayı hiç kimsenin bir başkasına üstünlük taslamaya hakkı yoktur. Ama inkârcılar, bu tür nîmetlere sahip olmayı üstünlük ölçüsü gördüler ve dünya hayatının gelip geçici zenginlik ve refahıyla şımarıp, huzur ve mutluluğu onda aradılar. Oysa dünya hayatı, âhiretin sonsuz nîmetlerine nazaran birkaç lokmalık bir yol azığından başka bir şey değildir.
27. Ey Muhammed! Kur’an gibi apaçık mûcize ortada dururken, yine de kalkmışlar, “Ona Rabb’inden bizim istediğimiz türden bir mûcize gönderilmeli değil miydi?” diyorlar. Onlara de ki: “Siz kibir ve inadı terk edip samimi olarak hakikate yönelmediğiniz sürece, göreceğiniz hiçbir mucize sizi imana sevk etmeyecektir. Şüphesiz Allah, sapıklığa düşmek isteyenleri saptırır ve ancak doğruya, gerçeğe ulaşmak amacıyla kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir.
28. Onlar, Rab’lerine yürekten iman eden ve Allah’ın öğüt ve uyarılarla dolu Zikri ve en büyük mûcizesi olan Kur’an sayesinde akılları ve kalpleri doyuma ulaşan, huzura kavuşan kimselerdir. Onlar, Kur’an’dan daha açık, daha ikna edici bir mûcize olamayacağını bilen ve kalpleri ancak onunla tatmin bulup sükûnete kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki, kalpler ancak Allah’ın Zikri ve en büyük mûcizesi olan bu Kur’an sayesinde şüphelerden arınır; inkâr ve nifak hastalılarından, ruhsal çalkantılardan kurtulur ve gerçek anlamda mutluluk ve huzura kavuşabilir! Allah’ı zikreden, O’nu duyumsayan gönüller, varlık âleminde yalnız olmadıklarını bilir, dâimâ O’nun yakınında ve himayesinde, güvence içinde olduklarını hissederler. Allah’ın zikriyle, O’nun gönderdiği Kur’an mûcizesiyle doyuma ulaşmayan kalplerin, başka bir şeyle huzur ve itmînân bulmasına imkân yoktur! Öyleyse:
29. Ne mutlu, Kur’an’ın rehberliğinde iman edip doğru ve yararlı işler yapanlara! Çünkü sonsuz bir mutluluk ve muhteşem nîmetlerle bezenmiş hârika bir yurt onları bekliyor!
30. İşte böylece ey Muhammed, seni, kendilerinden önce nice medeniyetler, nice toplumlar gelip geçmiş olan inkârcı bir topluma elçi olarak gönderdik ki, sana gönderdiğimiz bu Kur’an ayetlerini onlara okuyup kendilerini doğru yola çağırasın. Ama onlar, bu çağrıya kulak verecekleri yerde, gönderdiği mesajı reddederek Rahman’ı inkâr ediyorlar. Onlara de ki: “O, benim hayatımı düzenleme yetkisine sahip yegâne Sahibim, Efendim ve Rabb’imdir. O’ndan başka hükmüne boyun eğilecek bir otorite, bir ilâh yoktur. Ben yalnızca O’na güvenir, tüm ruhum ve tüm benliğimle, yalnızca O’na yönelirim.”
Madem inkârcılar mûcize istiyorlar, işte en büyük mûcize, Kur’an... Hem öyle büyük bir mûcize ki:
31. Eğer kendisiyle dağların yerlerinden koparılıp yürütüldüğü veya yeryüzünün paramparça edildiği; yâhut ölülerin diriltilip konuşturulduğu bir kitap olsaydı, işte o, ancak bu Kur’an olurdu. Evet, her konuda olduğu gibi, mûcize gönderme konusunda da emretme ve karar verme yetkisi, yalnızca Allah’a aittir. O, gönlünü hidâyete kapamış olanların, dağların yürütülmesi, yerin parçalanması, ölülerin diriltilmesi gibi gözlere ve duyulara hitap eden mûcizeler görmekle iman etmeyeceklerini, etseler bile böyle bir imandan hayır gelmeyeceğini elbette biliyor. Bu yüzden de, Kur’an’ın ortaya koyduğu hakîkatleri kavramak sûretiyle, bilerek iman etmelerini istiyor. İşte bunu yaptıkları takdirde, o bekledikleri mûcizelerin, Kur’an mûcizesi yanında ne kadar basit, ne kadar sönük kaldığını görecekler ve o zaman kalpler, Allah’ın zikri olan Kur’an sayesinde sarsılmaz bir imana kavuşarak, gerçek anlamda huzur ve mutluluğu tadacaktır. O hâlde, müminlerin yapması gereken, Kur’an’ı okumak, öğrenmek, hayata yansıtmak ve tüm insanlığa duyurmak olmalıdır. Yine de inkârda diretenler olursa, onları inandırmak için mûcizeler peşinde koşmaya ne gerek var?
İman edenler hâlâ şu gerçeği anlamadılar mı ki, eğer Allah herkesin zoraki iman etmesini isteseydi, bütün insanlığı derhal doğru yola iletirdi? İletmediğine göre, demek ki onların, irâdelerini özgürce kullanarak, bilerek ve isteyerek iman etmelerini istiyor. Fakat eğer iman etmezlerse, Kur’an’ı inkâr etmekte direten bu zâlimlerin başına, yaptıkları kötülükler yüzünden toplumsal ve ruhsal bunalımlar, siyâsî ve ekonomik çalkantılar, büyük savaşlar ve benzeri felâketler... gibi büyük belâlar yağmaya, ya da kendi yurtlarına olmasa bile, yurtlarının hemen yakınlarına konmaya, Allah’ın vaadi olan ölüm veya kıyâmet vakti gelip çatıncaya kadar devam edecektir. Hiç kuşkusuz Allah, verdiği sözden asla caymaz.
32. Ey Peygamber! Senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti ve ben de inkâr edenlere birazcık mühlet tanımış, sonra da hepsini azâbımla kıskıvrak yakalayıvermiştim! İşte o zaman gördüler, benim cezalandırmam nasılmış!
33. Öyle ya, her bir canlının yapıp ettiğini görüp gözetleyen Allah, hiçbir şeye güç yetiremeyen yaratılmışlarla bir tutulabilir mi? Elbette tutulamaz! Fakat bazı câhiller, Allah’ın yarattığı varlıkları mutlak itaat makâmına yücelterek Allah’a ortaklar koşuyorlar. Onlara de ki: “Eğer Allah birtakım varlıkları kendisine ortak edindiyse, onların isimlerini ve özelliklerini bize söyleyin de bunları biz de tanıyalım. Mesela onların arasında, her benlik sahibinin yapıp ettiklerini kontrol eden bir yaratıcı var mı? Böyle birileri var da, Allah’ın bundan haberi mi yok? Yoksa siz, göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz; ya da öylesine lâf olsun diye mi bu iddiaları ortaya atıyorsunuz?” Hayır, işin aslı şu ki, şirk düzeninin önderleri, halk üzerinde güçlü bir etki uyandırmak için birtakım sahte ilâhlar, kurtarıcılar icat ettiler. Böylece halkın sırtından büyük bir nüfuz, güç ve servet elde eden küfrün elebaşları, uydurdukları ilâhların adını da kullanarak, bilinçli ve plânlı bir şekilde insanları saptırmaya, Allah’ın mutlak egemenliğine dayalı bir toplum düzeninin kurulmasını engellemek için mücadeleye giriştiler. Bunun sonucunda, Allah’ın koyduğu yaratılış kanunları devreye girdi: Bu kâfirlerin kurdukları sinsi plânları ve hileleri, zamanla kendilerine çekici göründü ve dünyanın cazibesine kapılarak bile bile kötülüğü tercih eden bu insanlar, ilâhî yasalar uyarınca doğru yoldan alıkonuldular. Fakat tövbe etmek için hâlâ fırsatları var. Bunun için tek yapmaları gereken, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip samîmî olarak Allah’a yönelmektir. Zira unutmayın ki, Allah kimi sapıklık içinde bırakırsa, O’ndan başka hiç kimse onu doğru yola iletemez! Ve eğer tövbe etmeyecek olurlarsa:
34. Onlara daha bu dünya hayatında, ruhsal doyumsuzluktan kaynaklanan bir huzursuzluk, güvensizlik, bireysel ve toplumsal bunalımlar, çalkantılar... şeklinde ortaya çıkacak bir azap vardır, âhiret azâbı ise, çok daha şiddetlidir. Onların, kendilerini Allah’ın azâbına karşı koruyacak hiçbir yardımcıları da olmayacaktır! İman edenlere gelince:
35. Dürüst ve erdemlice bir hayatı tercih ederek kötülüğün her çeşidinden titizlikle sakınan kimselere söz verilen cennetin misali şöyledir: Öyle hârika bir bahçe ki, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldamaktadır. Bu bahçenin meyveleri, dünya meyveleri gibi belli bir mevsime mahsus ve gelip geçici değil, ebedîdir, gölgelikleri de dâimâ huzur ve mutluluk verici bir serinliktedir. İşte bu, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek, çirkin davranışlardan uzak durmaya çalışan takvâ sahiplerinin mutlu sonudur; hakîkati inkâr eden nankörlerin sonu ise, derileri yakıp kavuran bir ateştir!
36. Sizden önce, kendilerine Tevrat, Zebur ve İncil adındaki kutsal kitapları emânet ettiğimiz kimselerden insaf ve adâlet sahibi olanlar, sana gönderilen Kur’an ayetlerini işittikleri zaman, önceki kitaplarla aynı kaynaktan gelen bu ayetlerden dolayı büyük bir sevinç ve coşku duyarlar. Allah’ın ayetlerine ve son Peygambere yürekten iman eden bu insanlar, elbette sizin din kardeşlerinizdir. Fakat hak dini reddederek çeşitli mezheplere, farklı görüşlere ve ideolojilere ayrılmış olan gruplar içerisinden, Kur’an’dan, bâtıl düşüncelerini destekleyecek biçimde yorumladıkları ayetleri kabul edip de, onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. Ey Müslüman, cehennemi hak eden bu nankörlere de ki: “Ben, yalnızca Allah’a kulluk etmekle ve hiç kimseyi ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamakla emrolundum. İşte ben, hepinizi O’na kul olmaya çağırıyor ve ancak O’na yöneliyorum!”
37. Ey Muhammed! İşte böylece biz, Kur’an’ı önce kendi kavmine, sonra onlar aracılığıyla tüm insanlığa tebliğ edebilmen için onu Arapça bir hüküm ve hikmet kitabı olarak indirdik. Sana Rabb’inden ilim geldikten sonra, eğer o zâlim insanların şeytânî arzu ve isteklerine uyarak Kur’an’dan sapacak olursan, yemin olsun ki, o zaman seni Allah’ın gazâbından kurtarabilecek ne bir dostun olur, ne de bir koruyucun!
Eğer inkârcılar, tabîatüstü güçleri olmayan ölümlü bir insan olduğun için seni reddediyorlarsa, şunu iyi bilsinler:
38. Gerçek şu ki, senden önce de nice elçiler göndermiş ve onlara da peygamberler ve çocuklar vermiştik. Dolayısıyla, bütün Peygamberler sizin gibi ölümlü birer beşerdir ve hiçbiri, insanüstü niteliklerle donatılmış değildir. Öyle ki, Allah izin vermedikçe, hiçbir Peygamberin kendiliğinden mûcize gösterme gücü ve yetkisi yoktur. Mûcizeler, ancak ilâhî hikmet uyarınca, ezelî takdir çerçevesinde gerçekleşir. Çünkü her ecelin bir yazgısı vardır. Allah tarafından haber verilen tehdit ve müjdelerin her birinin ezelden belirlenmiş bir vakti, bir saati vardır. Bu süre içinde kurtuluş yollarını araştırmaları ve kendilerini düzeltmeleri için insanlara bir mühlet tanınmış, birtakım imkânlar sunulmuştur.
39. Allah, insanların iyilik ve kötülük yönündeki tercihlerine göre, başlarına gelecek iyi ve kötü olaylardan dilediğini iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Çünkü varlık âleminin kaderinin kaydedildiği Ana Kitap, O’nun katındadır. O, dilediği hükmü, dilediği vakit, dilediği şekilde verir. Öyleyse, sen üzerine düşeni yap, inkârcılara karşı verdiğin mücâdelende Rabb’inin hükmüne teslim ol:
40. Onları tehdit ettiğimiz azap ve felâketlerin bir kısmını daha dünyadayken gerçekleştirerek, özlemini çektiğin mutlu ve aydınlık günleri sana hemen göstersek de; çetin bir mücâdelenin ardından seni vefât ettirerek mükâfâtını âhirete ertelesek de, her iki durumda da senin görevin, yalnızca hakîkati tebliğ etmektir; hesabı görmek ise Bize aittir. O hâlde, ey Müslüman! Emek ve gayretlerinin semeresini görüp görmeyeceğini hesaba katmadan Kur’an’ı duyurmaya, anlatmaya devam et; bu uğurda can vermek gerekse bile, Allah yolunda mücâdeleden vazgeçme! O zaman göreceksin ki, İslâm hızla yayılacak ve küfür cephesi günbegün eriyip yok olacaktır:
41. Peki, inkârcılar görmüyorlar mı, Biz hüküm ve kudretimizle yeryüzüne gelip onu her yanından nasıl eksiltiyoruz? Yeryüzünü, sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak, azap verici darbelerimizle nasıl sarstığımızı görmüyorlar mı? Bu dünyada başarı ve yükselmeden sonra çöküşün, hayattan sonra ölümün, gurur ve ihtişamdan sonra alçalmanın, kemalden sonra zevâlin insanı beklediğini bilmiyorlar mı? Hal böyleyken, hakkı inkâr edenler, Allah’ın kendilerini alçaltmayacağından, hâkim konumdan mahkûm konumuna düşürmeyeceğinden nasıl emin olabiliyorlar? Geçmişte büyük imparatorluklar kurmuş nice toplumların, azgınlıklarından dolayı yok edildiğini bilmiyorlar mı? Depremlerle, savaşlarla, toplumsal ve ekonomik krizlerle üzerlerindeki ablukayı her geçen gün nasıl daralttığımızı görmüyorlar mı? Servetine, gücüne, makâmına, şöhretine aldanarak gurura kapılan nice zengin ve güçlü insanların, bugün toprak altında çürümeye terk edildiğini bilmiyorlar mı? Çevrelerinden, dost ve akrabalarından birer ikişer mezara yolladıkları insanların hâlini düşünüp ibret almıyorlar mı? Bütün bunlar, kendilerine yaklaşan felâketin yeteri kadar habercisi değil mi?
İyi bilin ki, her konuda son sözü söyleyen ve nihâî hükmü veren Allah’tır ve hiçbir güç, O’nun hükmünün önüne geçemez ve şunu da iyi bilin ki, Allah, yeri ve zamanı geldiğinde hesap görmede çok hızlıdır! İstese, günah işledikleri anda zâlimleri derhal yok edebilir fakat sonsuz merhameti sayesinde, tövbe etsinler diye onlara mühlet veriyor, bunun için de, insanlık tarihinden ibret alarak düşünmelerini öneriyor:
42. Kendilerinden önceki çağlarda hüküm süren kâfirler de inananlara karşı türlü komplolar kurmuş, Allah’ın nurunu söndürmek için nice hileler düzenlemişlerdi fakat Allah, hiç ummadıkları bir anda tuzaklarını başlarına geçirerek hepsini helâk etmişti. O hâlde, inananları oyuna getirdiklerini zanneden bu zavallılar, aslında kendi kuyularını kazmak sûretiyle ne büyük bir oyuna geldiklerini düşünmeli; müminleri aldatsalar bile Allah’ı asla aldatamayacaklarını anlamalıdırlar. Çünkü yaptıkları bütün hileler, Allah’ın kontrol ve gözetimi altındadır ve her şey O’nun bilgisi ve kudreti çerçevesinde cereyan etmektedir. Çünkü O, her kesin neler yaptığını, neler kazandığını çok iyi bilmektedir. Evet, inananlara her türlü zulmü reva gören bugünkü kâfirler de, âhiret yurdunun mutlu sonu kimlerin olacakmış, yakında görecekler! Fakat şimdi, bakın neler söylüyorlar:
43. Ey Peygamber! Hakikati inkâr edenler, “Sen Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber değilsin!” diyorlar. Onlara de ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter; bir de Kitap hakkında bilgi sahibi olanlar! Allah, bana indirdiği Kur’an gibi apaçık bir mûcizeyle, benim Peygamber olduğuma şâhitlik etmektedir. Dolayısıyla, Kur’an’ı inceleyip gereği gibi anlayanlar, kaçınılmaz olarak onun Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olduğuna şâhitlik edeceklerdir. Nitekim, Tevrat ve İncil’de de Hz. Muhammed’in Peygamberliğini müjdeleyen ayetler vardır. Bunları hakkıyla bilen Yahudi ve Hıristiyanlar da bu hakîkati kabul ve itiraf etmektedirler.”
Dostları ilə paylaş: |