Mes'ele (Kâbi'nin1 Zatî Ve Fiili Sıfatlar Hakkındaki Görüşleri Ve Bu Görüşlerin Reddedilmesi.)
Kâ'binin, Allah'ı bilmekte ulaştığı mevkii bilmemiz için, ileri sürdüğü fikir ve görüşlerinin bazısını zikredeceğiz.387 Bununla mutezile mezhebinde ulaştığı makamı iyice anlaşılmış olur. Çünkü o, mutezileler nez-dinde yeryüzü halkının imamı olarak kabul edilmiştir.
Kâ'bi diyor ki : Hâl ve şahsın ihtilâfına ihtimali bulunan şey, fiilin sıfatıdır. «Felân'a rızık verir», «ve şu halde merhamet eder, bu halde de merhamet etmez» sözü gibi. Kelâm hakkındaki söz de böyledir. Şahıslar hakkında öne sürülecek fikir de aynı bunun gibidir. Kudret, ilim ve hayat sıfatları hakkında bu gibi sözlerin söylenmesi imkân ve ihtimal dahilinde olmaz. Çünkü bunlardan herbiri zâtın sıfatıdır.
Ve yine Kâ'bi der ki : Üzerine kudretin vaki olduğu her şey, fiilin sıfatıdır. Rahmet ve kelâm gibi. Üzerine kudret vaki olmıyan ise, zâtın sıfatıdır. Meselâ «bilmeye veya bilmemeye kadir olur mu?» denilmediği gibi. Sonra zâtın sıfatından sorulur : Allah'ın niçin zıddı ile vasfolunması vacip olmuyor? Bu soruya cevaben diyor ki : Çünkü o, zâtına rücu' eder. Zâtı ise muhtelif değildir. Zıttı ile vasfetmek ise ihtilâfı icabettirir. Sonra diyor ki : Allah'ın zâtı, muhtelif olmayınca nefsinin baki kalmış olduğu şeyin muhtelif olması caiz olmaz. Tıpkı illetin devam etmesiyle kendisinin de devam etmesi ület için vacip olan şey gibi.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Kâ'bî'nin sözlerinden bazısı da şöyledir : Allah-u Teâlâ'nın hakikatte sıfatı yoktur. Allah'ın sıfatı, ancak vasfedenin kendisini vasfetmesi veyahut isim verenin isim vermesinden ibarettir. Bu ikisi birden vasfedenlerin vasfında, ne zaman Allah'ı ilim, kudret, ve fiil sıfatları ile vasfederlerse, vasıf bakımından hiç bir ihtilâf olmaksızın vasfedenlerin vasfında bulunur. Sonra Allah, hakikatte Âlim, Kadir ve Hâlık isimleri ile isimlenmiş bulunuyor. Artık Allah'ın vasfedilmesi bakımından bülnmesinin bir veçhi yoktur. Çünkü bu her ikisinin, yani vasıfla ismin her ikisi kendisinde muvafakat bulunan şeye rücu' eder.
Sonra bazen denir ki : Allah, felânın duasını işitti, filânın duasını da işitmedi. Ve adamın biri, kalkıp söyle diyor : Allah, bunu benden bilmedi. Diğer biri de Allah bunu benden şu vakitte bildi, bu vakitte ise bilmedi, der. Sonra bununla işitme ve bilme sıfatlarının zâtın sıfatından olmamaları vacip olmaz. Kelâm ve rahmet hakkında bu şekildeki ifadeyi hiç bir şey menetmez.
Eğer «bununla bilinen ve işitileni nefyetmeği nrarad ediyor» derse kendisine şöyle cevap verilir : Birincisinde yani hâl ve şahsın ihtilâfı ihtimali olan şeyin fiilin sıfatı olduğundaki ileri sürülen fikrin kelâm hakkında aynı olduğu da böyledir.388 Yani kelâmı nefyetmeği zikretmekle Fir'avuna ikram ve ihsanını esirgediğini murad ediyor ki; bu da Allah'ın ihsanını murad eden şeyin kendisidir. Bu hususta kelâm ile müminleri müjdeleyen ve kâfirleri meyus bırakan şey olarak bilinmektedir. Bu husus, bizim katımızda böyle telâkki edilmektedir.
Bundan sonra gerçekten mesele kıymetini kaybetmiştir. Çünkü o, hükmü sözün caiz olmasına bağlamıştır. Biz meseleyi beyan ettik4. Biz, geçen ifadelerle Allah-u Teâlâ'nm hadis olma .sıfatıyla mevsuf olmasının caiz olmadığını anlamış bulunuyoruz. Çünkü eğer bununla vasfolunması caiz olsaydı Allah, muslihtir, mufsittir, hayırlıdır, şerlidir diye vasfediî-mesî caiz olurdu ki bu asla doğru değil, batıldır. Böylece mesele onun zannettiği ve düşündüğü gibi değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Yine gerçekten her sessiz olan, işittirmek için konuşmaz. O'nun ilimle konuşması caizdir. Sonra her ikisinin arasının ispat harfindeki ihtilâf ile tefrik edilmesi vacip olmaz. Ve Allah'ın Zâtında da ihtilâfı icabettir-mez. İşte böylece nefyi hakkında nıeneden bir şey yoktur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Gerçekten Allah-u Teâlâ'yı adaleti kendisinden nefyetmek suretiyle vasfetmek caiz olmaz. Sonra onun, yani adaletin kendileri indinde zâtın sıfatı olduğunu söylemez. Bunun içindir ki onun takdirinin fasid ve batıl olduğu sabit olur.389
Sonra kendisine denir ki : Sen fiil sıfatiyle fiilin bizzat kendisini kas-dediyorsun ki, o da yaratma fiilidir. O senin katında390 fiil midir, yoksa fiilden başka bir şey midir? Eğer yaratmak fiildir, derse kendisine : Niçin yaratma fiildir dedin? denir. O, kimin sıfatıdır? Çünkü sıfat ancak mevsuf için bulunur. Eğer o, Allah'ın sıfatıdır derse; yaratmayı Allah'a sıfat kılmayı ifade ederse, bu ne büyük bir sözdür. Çünkü yaratmak fiilinden meydana gelen, fesada uğrayan, çirkin olan, mecburi ve zaruri olan, aciz olan.necisler olan ve pislik olan vardır. Bunların hepsini kendi sıfatı ile mevsufdur. Bu sıfatlar öyle bir sıfatlardır ki her akıllı olan kimse bunlarla mevsuf olmaktan çekinir. Nasıl oluyor da bu sıfatlarla 391Allah vasf olunuyor?
Eğer yaratma değildir derse, gerçekten kastedilen Allah'ın sıfatı, fiilin kendisidir demesi lâzım gelir. Biz bu hususu açıklamıştık. Allah-u Teâlâ yarattığı ile vasıflanmaktan yücedir, beridir. Böylece sabit olur ki fiilden7 ibaret olan Allah'ın sıfatı kendi zâtının sıfatıdır.
Böylece Allah, Haliktır; Rahmandır; Rahimdir denir. Bu isimlerle ancak Allah'ın Zâtına isim verilir. Fiilin sıfatı da bunun gibidir, yani fiilin kendisi. Onunla Allah'ın Zâtı vasfolunur. Bu, tıpkı «hikmetli kelâmdır, doğru kelâmdır, yalan sözdür» denildiği gibi. Gerçekten bu böyledir. Aynı zamanda sahibinin sıfatıdır. Bunun gibisinin aynı Allah'a izafe olunur.
Sonra, kendisine denir ki : Rahmet ve mağfiret fiilin sıfatıdır diyorsun. Lanet, ve küfretmek de sence fiilin sıfatıdır. Rahmet ve lanetle kendisine isim verilen fiil nedir ki; Allah onunla vasfolunsun?
Eğer o, Cennettir-Cehennemdir, kabul; reddetme ve benzeridir derse; daha doğrudur, adaletlidir, zulümkârdır deyimleri hakkında zikredilen meselelerdeki sözü batıl olur. Gerçekten Allah-u Teâlâ Rahimdir; bunu kullarına karsı işlemez. Halbuki bunların hepsi kullarına yaptığı şeylerdendir. Eğer bunun gayrı bir manâ ispat ederse o takdirde Allah'ın yarattığının gayri olurlar ve onlarla vasfolunur. Oysaki onun «küfreden»8 sözü kötü ve çirkin bir sözdür. Allah-u Teâlâ asla onunla vasfolunmaz.392
Sonra kendisine denir ki : niçin bu zat ve fiilin sıfatı hakkında zikrettiklerini nazarı itibara aldın? Hakikaten ispat etme yönünden, kullanmada zâtın sıfatlarının muhtelif olduğunu görüyorsun. Meselâ; eşya hakkında ilim ile ifade edilmek istendiğinde, eşya kudret ile vasfoîunmaz. Ve eşya üzerine kudretin hükmü caridir, dendiği zaman, egya ilimle vasfolunmaz. Keza egya görülme ile vasf olunduğunda, kerem ile vasfolunmaz. Cûd ve hikmet ile vasfolunduğu zaman da eşya işitme sıfatı ile vasfolunmaz. Kendisi ile ihtilâfın caiz olduğu şey de bunlar gibidir. Bununla her hangi bir farkın bulunması gerekmez. Bilâkis, Allah ezelde bu sıfatlarla mevsuftur.
Sen niçin Allah'ın kendisiyle vasfohınan şeyin hepsinde böyle demi-yorsun. Zira Allah, değişikliğe uğramadan ve fesad bulmadan beri ve münezzehtir. Bunların her ikisi de hadis olmanın alâmetleri ve yok iken sonradan var olmanın işaretleridir.
Yine kendisine şöyle denir : Sen yaratmanın bir çok kısma ayrıldığını görüyorsun. Sence bunların bir kısmı ile Allah'a isim verilir. Bir kısmı ile verilmez. Sonra sıfat hakkında bir ihtilâfa da delâlet etmez. Öyle ise bu sıfatların ifade edilmesini meneden nedir? Tevfik Allah'tandır.
Fakîh Ebu Mansur diyor ki : Sonra onun «üzerine kudret sıfatının cari olanla vasfolunan şey, zâtın sıfatlarından değildir» sözüne göre hasmı ve muhalifi nezdinde Allah, sıfatlarından bir şey üzerine kudretle vasfolunmaz. Ancak, bunda yapılan şeyin murad edilmesi ile mecaz olarak vasfolunur. Tıpkı yarattığı şeyi itibar ederek onunla kendisine isim verilmesi gibi.393
Ve sonra biz, gerçekten onların zâtm sıfatları olduğu hakkında ittifak olduğu halde eşyada genişlik ve darlık bakımından sıfatların durum ve envalinin muhtelif olduğunu beyan etmiştik. Bu zikrolunan şeylerde de aynısını ifade ediyoruz.
Sonra şu görüş de Kâ'bî'nin mezhebinin görüşüdür. Gerçekten Allah ne yaratıcı idi ve ne de Rahman. O, kendi zâtını, yaratıcı ve merhamet edici yapmıştır. Öyle ise bizim bu manâdaki yaratıcı (halik) ve merhamet edici (Rahman) ye ibadet etmemiz caiz olur. Böylece onun sözüne göre : «Şu, yaratma fiili için bir mabud takdir etti»; ifadesi ortaya çıkmış olur. Halbuki üzerine kudretin vaki olduğu isimdir. Bu durumda, Al-lah'dan başkasına ibadet etmiş olur. O, yine üzerine kudretin vaki oîdu-ğu şey olması bakımından bu isimler muvacehesinde sonradan var olmuştur.
Sonra kendisine şöyle de denir : Allah, mahlûkatı yaratmamağa kadir olur mu?
Eğer bu sorumuza; hayır derse : Allah'ı zaruri olarak ve yahut bizatihi yaratıcı yapmış olur ve ileri atmış olduğu fikir ve sözü batıl olur.
Eğer Allah mahlûkatı yaratmamağa kadirdir, derse o zaman kudretin üzerine vaki olmasiyle yaratılmamış olanın yaratılmış olduğunu söylemek zorunda kalır. Bunda ise fiilin ve yaratılanın kadim olduğunun ispat edildiği görülür. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Kâ'bi, kelâmın hadis olması hakkında, gelmek ve getirmeği zikrederek delil getirmeğe çalışıyor, bu bakımdan kelâm, sonradan var olmadır, diyor. Biz geçen bahislerde açıklamıştık. Hakikaten Allah, kelâm sıfatıyla vasfolununca kelâmın, fiilin ve diğer adı geçen sıfatların tümü hakkında söylenecek şey aynıdır. Çünkü Allah-u Teâlâ değişme ve zeval bulma ihtimalinden beri ve münezzehtir. Ne var ki gerçekten Allah, gelmeyi kendisine izafe etmiştir. Sonra gelmenin hadis olması gerekmez. Bilâkis o, Allah'a lâyık olan yöne394 sarfedümiştir. îlki de yani getirme de bunun gibi olup Allah'a lâyık olan yöne tevcih edilmesi vaciptir395. Yoksa bozulma, değişme ve zeval bulma gibi kendisi ile mahlûkatin bilindiği cihete yöneltilmez. İbrahim Aleyhisselâm'm kelâm ve fiil hakkındaki Kur'-an'ı Kerim'de zikredilen «Ben öyle batanları sevmem..»396 sözü de bunun gibidir. Kim ki bir hal ve vaziyette olup da sonra başka bir hal ve vaziyete girerse o, gerçekten batanlardandır. Allahu a'lem.
Kâ'bi, korunan şey ile de delil getiriyor : Gerçekten AUah korur,397 bu, Allah'ın kendi hududunu yani buyruklarını koruması üzere olur. Ke-lâm'ın manâsının kapsamına giren398 ve mahlûkat arasındaki kelâmdan Allah'a izafe edilen şey, Allah'ın sıfatı olan kelânı'm kendisi ile bilinen şeye muvafakati olduğundan mecazdır. Bu, aynı bizim gelme ve gayrini zikrettiğimiz gibidir. Allah'ın ahdi, yardımı399ve benzerleri, Allah'ın Zâtı ad, bu manâyı, gerçekleştirmiyen şeydendir. Kur'an-ı Kerîm de bunun gibidir.
Yine bir çok nevilerle delil getirdi ki bu yönden Kur'an'ın hadis ve mahlûk olduğunu öne sürdü ve delillerinden olmak üzere nesih, sûreler, âyetler ve benzerlerini öne sürdü. Ve bu bakımdan Allah bu sıfatla mev-suf olmaz iddiasında bulundu.
Sonra kendisine «kelâm, ilim gibi zâtın sıfatıdır» denildiğinde dönüp hakikatte Allah'ın İlmi vardır, demediğini iddia ediyor.
Pakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Kâ'bî'nin sözü batıldır. Çünkü o, kendi ifadesi olan, zâtın sıfatıdır sözü ile karşılaştırıldı. Bu hususta da âlim hakkında söylediğim gibi hiç bir hakikate dayanimyarak söylesin. İşitme400, ve benzeri de böyledir. Biz, Allah'a hamd olsun ki buna yakın olarak, akıl sahibine kifayet edecek şey'i beyan ettik.
Sonra Kâ'bi, kelâmı fiille karşılaştırdı. Halbuki hasmının nezdinde fiille kelâmın arasında hiç bir fark yoktur. Yine sonra görünen âlemde hali kalmıyan bir şeyle karşılaştırdı : Kendisinden kelâmın sadır olması caiz olan kimse, aynı zamanda kendisinden401 sükût etmek veyahut dilsiz olmak da caizdir, diye bir konu ortaya attı. Halbuki bu konuda hata yaptı ve o, ancak acizlikten ve sükût etmekten ileri geliyor dedi. Fiille de karşı karşıya getirdi. Haîbu ise hasmının indinde fiil de böyledir. Çünkü o, fiil ve terki kendisinde zikretti. Oysaki terketme, fiilden başka bir şey değildir.402 Fakat adı geçen hususu ancak şaşkın olan kimse yapar. Sonra sabi ile işi karşılaştırıp sabinin dilsiz olmadığını öne sürer. Biz, sabinin kelâmdan aciz olduğunu beyan ettik. Bununla beraber kendisinin cismen büyük olmasına rağmen kendi nefsi için Allah'ı bilmeğe vesile olacak çocuklar ve delillerden başkasını bulamamıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Kâ'bî, karşılaştığı bu hususlara; fiilin vukuunda kudretin meydana gelmesi halindeki Allah'ın fiil ve kelâmı icra etme kudreti ile mevsuf clduğu için kadir sıfatının hali kalmadığı noktayı nazarı ile cevap vermeye yöneldi. Bu husus mu'tezilece bilinmiyen rnu'tezilerün cehaletini ortaya koyan bir husustur ki bu delilini kabullenerek tevhid akidesi içinde bulunduğu için kendisi tebrik olundu.
Ebu Mansur (r.h.) şöyle diyor : Bu mevzuda asıl olan şudur ki, gerçekten AI!ah-u Teâlâ'yı kelâm, ilim, fiil sıfatları ile vasfetmek ve kendisine hamdü senada bulunmak, Ailah-u Teâîâ'nm eksikliklerden yüce vg beri, âfetlerden de münezzeh olmakla vasfetmektir. Allah, ezelde de böyledir. Bununla beraber eğer Allah, kendisinden başkası ile, Halik Rahman ve Mutekellim olmuş olsaydı böyle olmaması yani yukarıda arzodilen sıfatlarla muttasıf olmaması caiz olurdu.
«Ey, Rahman olmıyan, Rahim ve Halik olmıyan»18 diye söylemek zem ve mahlukatdan başkasına katmak olduğu içindir ki, Allah-u Teâlâ, bizatihi Rahman, Rahim ve Hâlık403 olduğu sabit olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Eğer Allah-u Teâlâ'nın kendisinden başkasına verilmesi caiz olan bir şeyle isim verilmesi doğru olsaydı gayrinde bulunan her şey ile kendisine isim verilmesi vacip olurdu. Bununla beraber eğer Allah hakkında bu husus caiz olsaydı görünen âlemde birisinin kendisi gibi isimlenmesi caiz olurdu. Değişiklik ihtimali kendisinde bulunduğu için bu hususun gerçekleşmesi mümkün değildir. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ'yı adı geçen sıfatla vasfetmek, Allah'ın yüceliğini ve benzerinden münezzeh olduğunu ispat etmek demektir. Tevfik Allah'tandır.
Sonra diyor ki : O, sıfatlarla, Allah'ın gayri hiç bir sıfat sabit olmadığını mıırad ediyor. Fakat sıfatlar Allah'ın zâtının aynı olduğunu da kasdetmiyor. Bilâkis kadîm için olsun, hadis için olsun her sıfat Allah'ın gayridir diyor.
O sıfatlar söz olur veyahut kitap olur. Allah'ın sıfatları bizim kendisini vasfettiğimiz sözlerimizdir, veyahut Allah'ın sözü ve kitabıdır. Bunların her ikisi de hadistir.
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Kâ'bî'nin Allah ve onun sıfatları hakkındaki ilminin ne derece olduğunu bilmeniz için onun meselelerinin bitim ve sonucunu teşkil eden görüşlerinin cümlesini zikrettim. Kâ'bî, bazan : «Allah'ın gayri olarak sıfat sabit olmaz ve Allah'ın sıfatlan,404 Allah'ın Zâtı'nın aynıdır diye nıurad etmediğini» söyler. Eğer Kâ'bî, Allah'ın sıfatlarının ne Allah'ın Zâtı'dır ve ne de gayrıdır, demek murad ediyorsa; o, bilmiyor mu ki bu görüş Allah'ın sıfatlarım ispat eden kimselerin sözü ve görüşüdür. Sonra kalkmış bu söz, bizim sözümüzdür diyor. Biz diyoruz ki : sıfatlar,405 Allah'ın gayrı değildir ki,406 Allah'ın gayrında bir sıfat yoktur, diyelim. Sonra, gerçekten Allah'ın sıfatlarının zikrolunan hususlar olduğuna işaret edildi. Kâ'bî, sıfatların tümü Allah'ın Zâtının sıfatlarıdır, dedi. Öyle ise zikrolunan sıfatların hepsi Allah'ın Zâtı'nın sıfatlarıdır. Allah, bu sıfatlarla devamlı olarak mevsuf-tur. Bu sıfatlar Allah'ın gayrıdır, diyor. Batıl ve sapık kimselerin vas-fettiği hususlardan Rabbimiz berî ve münezzehtir.
Sonra şöyle diyor : Biri çıkar da derse ki; siz, Rahim demeksizin hakikatte «Rahmet»i niçin sıfat yapmadınız? Böyle iddia ederek rahmet bulunmaksızın «Rahim»in sıfat olduğunu öne sürdü. Zira her kim ki bir şeyin sıfatını yaparsa onunla vasfolunur. Tıpkı başkasına söven veyahut onu karalayan kimseye o, ona küfretti ve onu karaladı dendiği gibi. İşte «rahmet»in yaratılması da böyledir. Rahmeti yarattığı için onunla, vasfoluhması caiz değildir. Tâ ki gerçekten ben, «Rahîm»im, deyinceye dek. İşte bununla anlıyoruz ki gerçekten sıfat, Allah-u Teâlâ'-nın «ben Rahîmim» sözüdür.
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu abtal ve şaşkın kimseye sıfatları bildiren şey nedir ki? Allah'ın sıfatlarını tefsir etmeye girişiyor. Allah-u Teâlâ, bu gibi şaşkın,407 ve hayalperestlerin408 görüşlerinden beridir, yüce ve münezzehtir. Hakikatte sıfat, eğer vasfedenin sıfatı olsaydı mahlu-katm cevher ve sıfatlarının yaratık olduklarını söylemesi batıl olurdu. Ve onun, tariflerini yapmak için mahlukatın hâli kalmadığı, sükûnet, hareket, tefrika ve içtima hakkındaki sözü de batıl olurdu. Çünkü mah-1 hık at, kendisini vasfedenin vasfından hâlidir. Öyle ise bunların zikro-lunduğu şeye değil, mahlukata lâzım olan sıfatlar olduğu sabit olmuş olur.
Sonra, kardeşlerimden meydana gelen topluluk size diyorum; Allah-u Teâlâ'nın kendisini bilmeniz babında size olan ikramından dolayı Allah-a Hamd-ü Senada bulunmanız ve Allah-u Teâlâ'nın dinde kılmış olduğu yararlardan kendi katındaki nimetlerin hepsini elde ettiğini iddia eden kimseye karşı Allah'ın gadap (öfke) ve azabının büyüklüğünü bilmeniz için bu adamın abdallığmdan olan şu konuyu409 tamamlamak istiyoruz. O adam o kadar Üeri gidiyor ki, hatta eğer Allah ona ihsan etmiş olduğu nimetleri daha fazla olması için bir şey ziyade etse, artık onu hazmetmeğe gücü yetmez. O, yararlı hususu taşımaya da kadir olmaz.410 Bilâkis onunla her şeyi fesada uğratır. Şu hususu açık seçik olarak bilesiniz ki o, düşmüş olduğu kötü düşüncelerden meydana gelen zararları ve zillet ve hüsranını dinde yararlı bir şey olarak ortaya attığı gibi saçmış olduğu sapıklığı yüce olan Allah'ın nimetinden bir nimet olduğunu öne sürüyor.
Kâ'bî diyor ki : Biz, gerçekten Allah-u Teâlâ, elbisede kırmızılık yarattığı vakitte onu elbiseye sıfat kıldı demiyoruz. Eğer kırmızılık, elbiseye sıfat olsaydı Allah-u Teâlâ'nın kırmızılığı yaratmasında onunla elbiseyi vasfetti denmesi caiz olurdu. Hareket ve sükûnet hakkındaki görüş de aynı böyledir ve birine mektup yazıp uzunluğu vasfeden411 kimse hakkında «o, bize kitabında uzunluğu vasfetti» denmesi caiz olur ve bu sözlerin çok açık olduğunu iddia etti.
Sonra diyor ki : Biz kırmızılığın, kırmızı olan adama sıfat olduğunun, rahmetinde fülin sıfatı olduğunun söylenmesinin caiz olduğunu inkâr etmiyoruz. Fakat bu sözün mecaz olduğunu, hakikat ise bizim aikretiğimiz husus olduğunu söylüyoruz.
Sonra şöyle bir tezatla karşılaşıyor : Bu dediğiniz gerçek olsaydı sıfatın sıfat olmasının caiz olduğunu söylemek gerekirdi.
Buna şöyle cevap veriyor Kâ'bî : Evet, sıfatın sıfatı bulunması dernek, sıfat vasfolunur412 manasına gelir demektir. Lâkin, vasfedenin bu vasfı söylediği müddetçe bulunur. Söylemediği vakitte ise bulunmaz.
Fakîh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Siz, mu'tezilenin sıfat, mevsuf, mecaz ve hakikat hakkındaki ilmî derecesinin bu şekilde tezahür eden kişi Allah-u Teâlâ'yı birleyen, ehli tevhidin en cahili ile mükârene edildiğinde mu'tezilenin tutunmuş olduğu büyük tavrı düşününüz ki onlar, bunu daha büyük görürler. Sonra gidişatının vasfı bu olan kimse kıyamet gününde kavminin önüne geçerek onları ateşe, Cehenneme götürecektir. Allah'tan, bizi bu gibi kimse ve onun gidişatından korumasını dileriz.413
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Gerçek ve asıl olan şudur ki, Allah-u Teâlâ'nm kelâm sıfatıyla mevsuf olduğu aklî ve nakil delille sabit olmuştur. Aklî delil Cenab-ı Hakk'ın : «... ve Allah, Musa'ya (vasıtasız) hitap etti.»414 Kavl-i Celîlidir. Allah-u Teâlâ; halk arasında Allah'ın kelâmı ve temanu olmamakla beraber mastar olarak zikredilmiştir. Allah'ın Kelâmı hakkında her nekadar görüş ihtilâfı var ise de hakikatte Allah'ın Kelâm sıfatıyla mevsuf olduğu ve kendisinin Mutekellim olduğu hakkında ittifak bulunmaktadır.
Allah-u Teâlâ, müşriklerden «... Allah, bize senin hak Peygamber olduğunu söyleyeydi...»415 demelerini red ve inkâr buyurmadî. Ancak, onların kendilerini büyüttüklerinden ve cehalete düşmelerinden meydana gelen sıfatı red ve inkâr etti. Allah-u Teâlâ'nm «... halbuki onlardan bir zümre vardı ki, Allah'ın Kelâmını (Tevrat'ı) dinlerler ve duyarlardı da, ...»416 Kavl-i Celîli de böyledir.
Allah-u Teâlâ'nm Kelâm sıfatıyla mevsuf olduğuna dair aklî delil : Gerçekten her âlim ve kadir olan bir musibetten dolayı konuşmazsa onun aciz kaldığından veyahut konuşmaktan men edildiğinden Ötürü konuşmadığı anlaşılır. Allah-u Teâlâ, bundan berî ve münezzeh olduğu içindir ki Allah'ın Mutekellim olduğu sabit olmuştur. Görünen âlemde konuşmayan kimse ancak işitmez, görmez mânâsına gelen âfetten dolayı konuşmaz. Allah-u Teâlâ, sağır olma, kör olmayı iktiza eden mânâdan berî ve münezzehtir. Böylece Allah-u Teâlâ'nın dilsizliği iktiza edecek mânâdan berî ve münezzeh olması daha evlâdır. Çünkü, dünyada kendisi ile hamcî olunan şeyin en yücesi ve âlâsı olan kelâmdır. Bunun la, beşer diğer hayvanlardan ayırdedilmiştir. Bununla beraber her kelâm sahibi olan, ya acizlikten veyahut da sükût etmekten dolayı konuşmaz.
Sonra başkasının kelâmının takdir edilmiş olmasından hâli kalmaz. Böyle olunca da kelâmda benzeme husule gelmiş olur. Halbuki Allah-u Teâlâ'nm : «O'nun (benzeri olmak şöyle dursıınn) benzeri gibisi (dahi) yoktur.»417 Kavl-i Celîii, Zâtında olsun, sıfatında olsun kendisine benzemeyi nefyettiğine delâlet etmektedir. Bunu Allah-u Zülcelâl'in : «... yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine benler mi göründü?»418 mealindeki âyeti ce» lile teyid ediyor. Fiilin benzemesi, birbirine benzemeye delâlet eder. Halbuki eğer ins ve cin bir araya gelmiş olsa, Allah'ın Kelâmının benzerini419 getiremez, ifade edemezler, sözü varid olmuştur. İşte bu benzemeyi nefyetmiştir. Çünkü benzemekte karşılıklı birbirine benzeme vardır. Böylece, Cenab-ı Hakk'm Zâtında sabit olanla, kendi kelâmının bütün mahlûkatm kelâmına muhalif olduğu, onların hiç birine benzemediği sabit olur. Bununla beraber, kelâmın mânâlarının son haddine kadar idrâk edilmesi için mahlûkatm kelâmının hepsini imtihana koymamıştır. Allah-u Teâlâ, karmca'nm,420 hüd'ün,421kelâmını ve dağların teşbihini422 ve bunlardan başka harflerle anlaşılmıyan ve beşerin kelâmından dahi anlaşılmıyan şeyi zikretmiştir.
Gerçekten, kelâmdan bazısından beşerin takatinin ulaşamadığı ve aklın idrâk edemediği kelâmın, olduğu sabit olunca, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kelâmını anlamağa heveslenen kimse aptalın tâ kendisidir. Yüce olan Allah'ın fiili de böyledir. Yani mahlûkatm vasfının haricindedir. Allah'ın kelâmının bütün yönleriyle kullarm kelâmma benzemediği sabit olması da, o'nun hadis olmasını nefyetmektedir. Çünkü hadis olmakla aralarında eşitlik vaki olur. Ve ayni zamanda, Allah'ın kelâmında, araz, tefrika, içtima, had-hudud, gaye, fazlalık ve noksanlık gibi mânâların bulunması da giderilmiş olur. Çünkü bu adı geçen sıfatlar beşer kelâmının sıfatıdır. Tevfik Allah'tandır.
Sonra kelâmın, Allah'ın zatının gayrisi olması veyahut zâtının gayrisi olmamasından hâli kalmaz. Zâtının gayrisi olduğunda zikrettiğimiz âfet ve gayrîsi ile kendisinden zail olur ki bu da hadis ve muhtaç o'imamtı alamet ve işaretidir. Eğer zatının gayrisi olmazsa o zaman kendi nefsi ile mutekellim, âlim ve kadir olur. İste Cenab-ı Allah'ın sıfatı olan kelâm sıfatı ve ne Allah'ın gayrı ve ne de zatının aynıdır. Tevfik Allah'tandır.
Allah-u Teâlâ'nın kelâmının, beşerden igitilenle muvafık olduğunu söylemek caizdir. Tıpkı risaleler, kasideler ve makalelerde olduğu gibi. Böyle demenin caiz olmasının delili ise, o kelâmm mahlûkattan bir mahlûk olmasıdır. Fakat, aynı kelâma bakarak Allah-u Teâlâ'nın bizatihi mu-tekellim olması mümkün değildir. Çünkü böyle olunca işitilen kelâmın araz olmasından hâli kalmaması icap eder. Allah'ın kelâmının iki yerde olması müstahildir. Allah'ın kelâmının cisim olması veyahut, araz ve cisim423 olmaması da böyledir. Bunun içindir ki, Allah'ın kelâmının bir yerde olması ve bir yerden işitilmesi mümkün değildir. Öyle ise, mahlûkat arasındaki kelâmdan Allah'a izafe edileni, Allah'ın sıfatı olan kelâmın kendisi ile bilinene muvafakat ettiği için mecaz olarak ifade edildiği sabit olur. Bununla beraber Allah-u Teâlâ'nın bize kelâmını, kendi kelâmı olmayanla işittirmesi caiz olur. Tıpkı bizden her birimizin diğerine424 kelâmını işittirdiği gibi. Her nekadar o, işittirdiği kelâmın aynı kendi kelâmı olmasa da. Ve tıpkı Allah-u Teâlâ'nın bize, mahlûkatm aynı olmadığı halde, kudretini, ilmini ve rububiyetini mahlükatı ile bildirdiği gibi.
Biri sorar ve derse ki : Allah-u Teâlâ Musa Aleyhisselâm'a kelâmını işittirdi mi? Çünkü Allah «..-. ve Allah, Musa'ya (vasıtasız) hitap etti.»425 buyurmuştur. Bu soruya şöyle cevap verildi : Allah-u Teâlâ, Musa Aleyhisselâm'a kendi kelâmını Musa'nın lisanı ile ve yaratmış olduğu harfler, meydana getirmiş olduğu sesle işittirdi. Evet Allah-u Teâlâ, Musa Aleyhisselâm'a mahlûk olmayan bir şeyle kelâmını işittirdi.
Bu mevzuda bir şey söylemeyip durmak gerektir, demek, iki yönden caiz olabilir. Birincisi; şöyle denir : Kelâm sıfatı ne Allah'ın Zâtı'nın aynıdır ve ne de gayridir. Böylece bu hususta her hangi bir şeyi 'bilmediğini ifade etmiş olur. Bu husus, ilim ve kudret sıfatları hakkında sabit olan şeyde ifade etmek hak ve gerçek olur. İkincisi; Kelâm sıfatını Allah mı yarattı426 veyahut Allah'ın gayri mi yarattığını bilmemesi ile hasıl olur. Bu çok uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu durum taklid mezhebine gitmekten hâli kalmaz. İnsanların çoğu nefyeder. Hatta insanların çoğu, kelâmın mahlûk olup olmamasının bilinmesi gerektiği hususunda görüş birliğine varmışlardır.
Sonra, Allah-u Teâlâ'nın bizatihi mutekellim olmasının veyahut bizatihi mutekellim olmamasının bulunmasından öte bir düşünce bulunmaz. Eğer Allah, bizatihi mutekellimdir, diye bilinirse bu husus, bizim zikrettiğimiz manâya göre olur. (Yani Mûsâ Aleyhisselâm hakkındaki sorulan soruya verilen cevaptaki manâya göre olur.) Eğer Allah, bizatihi mutekellim değildir, diye ilim hasıl olursa, o zaman Allah'ın kelâmı kendisinin gayri olur. Allah için gayrî olanların hepsi ise mahlûktur. Bu husus, rivayet edilen naklî delille bilinsin veyahut naklî delilsiz bilinsin. Allah'ın gayridir, denmesi sabit olunca bu söz, hadis olmaya icabettirir. Bu hadis olma, mahlûk olma, Alllah'dan olduğu bilinsin veya bilinmesin. Ve Allah-u Teâlâ*nın bizatihi mutekellim olduğu bilinsin veyahut bilinmesin. Bu noktada durmak cehaleti yani bilmemeyi ifade eder. Bunun gibisinin hakkı ise öğrenmektir. Çünkü onu bu noktaya iletip bu. mevzu hakkında konuşması için cehlinden başka hiç bir sebeb yoktur. O, bu mevzudaki görüşünü ancak bilmediğinden ötürü ortaya atabiliyor. Veyahut duraklamanın Allah'ın kelâmı hakkında soran kimsenin muradının bilinmemesinden o kimse Alalh'm kelâmı ile ve Kur'an'ı ile neyi kastettiği bilinmemek suretiyle olur : Allah'ın Kelâmı olan Kur'an-ı Kerîm bu, parça parça, cüz cüz, âyet âyet, kelime kelime olanı mıdır? Yoksa bunlardan bir şeyle vas-folunmayan mıdır? Bu husus, bizim açıkladığımız vasfa göre olur ki o da kendisine yönelen kelâm hakkında soru sorana kelâm ile neyi murad ettiğini bilinceye kadar cevap vermemesinde haklı olmasıdır. 427
Dostları ilə paylaş: |