KÎTÂB'UT - TEVHİD.
Rahnıân ve Rahim olan Allah adıyla
Hamd-ü sena, kendisinden başkasına yapılan her türlü hamd-ü senanın gerçekten kendisine râci' olduğu, kullarına bol bol ina'm ve ihsanda bulunan Allah'a mahsustur. Kendisi ile peygamberlik son bulan Mu-hammed Aleyhisselâm'a ve Peygamberlerden kardeşlerine ve bütün Allah velîlerine Selâtü Selâm etmesini Cenab-ı Hak'dan niyaz ederiz. Bütün hatalardan Allah'a sığınırız; bizi korumasını dileriz. Söz ve âmel bakımından, bize ikram buyuracağı hususlar hakkında kendisine yalvarırız. 232
Taklid'in İptali Ve Din'in Delil İle Bilinmesinin Vacip Olması:
Allâme Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Biz, insanları dinî konulardaki inançlarında muhtelif mezheplere bölünmüş ve bu bölünmelerine rağmen bir kelime üzerinde ittifak etmiş olduklarını görüyoruz. Birinin benimsediği görüş, hak ve gerçek ise, diğerininki gerçek dışı ve bâtıl olur. Bununla beraber hepsinin taklid edilen selefleri bulunduğu hususunda ittifak halinde oldukları görülmektedir. Öyle ise taklidin, sahibini kotüleyeceği şeylerden olmadığı sabit olmuştur. Çünkü; kendisi gibi mukallid olan, kendi görüşünün zıddındaki iddiasında isabetli olabilir. Ki, bunlara bakıldığında sayılarının çoğalmasından başka bir şey olmadığı görülür. Ancak ne var ki, son sözü söyleme hakkına sahip olan birisinin öne sürdüğü hükmün hak olduğunu bildirecek ve hakka isabet ettiğini vicdanlı kimseye kabullendirecek aklî bir delil bulunan müstesna. Kim ki incelenmesi gereken hususu dinî esaslara dayanarak incelerse hakka isabet etmiş olur. Bunlardan her birinin Peygamber Aley-hisselâm'm inandığı hususun hak ve gerçek olduğunu bilmesi gerekmektedir.
Hakka isabet eden kişi inancını ispat etmek için kendisini tasdik eden delilleri ve kendisine şehadet eden hakkın beraberinde olması, muhaliflerini köşeye sıkıştırıp âciz bırakmıştır.233 Zira bunlardan her birinin delillerinin bir noktada sonuçlanması mümkün değildir..234 Öyle ise delillerle zafere ulaştığında kendisine teslim olmak gerekir. Bahis konusu ettiğim kişi için gerçekten deliller açık - seçik ortaya konmuştur.235 Benzeri delillerin ortaya konması, dinî inançlar ve esaslara zıd bulunduğu için caiz değildir. Çünkü deliller birbirine uymamaktadır...236
Delileri galebe çalan kimse, başkasındaki şüphelerin sebeplerinin süslenip yaldızlamış olduğunu meydana çıkarır. «Vela Kuvvete Îİla Bil-lahil Azim.» 237
İşitme Ve Akıl Dinî Bilmenin İki Temel Esasıdır :
Evet, dinin bilinmesi için, biri işitme, diğeri akıl olmak üzere iki temel esas vardır. Zira bu insan için kendilerini korkutup238 istikamete sokmasını ve bir araya toplanmasını öğretip benimsetecek bir dinin bulunması muhakkak lâzımdır. İşitme, beşerin bir mezhep benimsemesi ve ona dayanıp başkasını çağırması için kendisini kullanmasından hâli kalmadığı bir husustur. Hatta eşyanın varlığını ve, hakikatinin incelenmesini kabul edenler şöyle dursun, şek ve şüpheye kapılan ve kendilerini cahiller derecesine indiren kimseler de bu hususda onlara iştirak etmektedir. Bu esas üzere yeryüzü hükümdarlarının her birinin işlerini yürütmeye matuf gidişatı ve milletinin sevgi ve muhabbetle kaynaşmaları için çaba harcamalarındaki siyasî tutumları bu esasa göre tesbit edilmiştir.
Allah-u Teâlâ'dan kendilerine peygamberlik verildiğini ve bir din getirdiklerini iddia. eden zatların ve çeşitli sanatları idare etmeye kalkan kimselerin durumları da böyledir. Yardım ve kurtuluş Allah'dandır.
Akıl ise bu âlemin, özellikle fâni olması için var olması, hikmet ile olmadığını ifade eder. Her akıl sahibinin, fiilinin hikmet yolundan dışarı çıkması çirkindir. Öyle ise akim da kendisinin bir parçası olan âlemin hikmetsiz olarak yaratılması veyahut da abes olarak yaratılmasına ihtimal verilmez.239 Bu hususun sabit olması, âlemin fâni olması için değil, baki olması için yaratıldığına delâlet eder.
Sonra âlem, aslî maddesi bakımından birbirine zıd olan şekiller ve muhtelif tabiatlar üzere yaratılmıştır. Özellikle dünyadaki âlemi âhiret-teki âlem ile bir araya toplayan240 ve dünyadaki kötü ve çirkin âlemin âhirette bir olması gerekmediğinden tefrik edilmesi lâzım olan iki şeyin arasını ayıran241 akıl bakımından maksud olanın kendisidir.
îgte bu feylesofların küçük âlem ismini verdikleri şeydir. Bu ise çeşitli tabiat ve muhtelif heva ve istekler üzerinde bulunur.242 Kendilerine ekseriyetle şehevî istekler yerleştirilmiştir. Eğer yaratıldıkları gibi bırakılmış olsalar, sultanlık, hükümdarlık, şeref ve izzet gibi çeşitli menfaatleri elde etmek için çarpışırlardı. Bunu da karşılıklı kin ve sonra da mukatele takip ederdi. Bu hallerde ise fesada uğrama ve fanileşme gibi haller vardır."243 Bu fanileşme Öyle bir şeydir ki eğer....244âlemin var olması işi kendisine bırakılmış olsaydı var olmasındaki hikmet yok olurdu. Beşer ve bütün hayvanlar, yaratıldıkları şekilleri ile245 devamlı yaşıyabilmeleri, ancak aldıkları besin maddeleri ve bedenlerindeki ken-lerini uzun bir zaman yaşatabilecek kuvvetleri ile mümkün olabilir. Eğer cnlarm yaratılması ile fâni olmalarından başka bir şey murad olunmamış olsaydı, idame-i hayat etmeleri için bir şey'in yaratılması ihtimal dahilinde olmazdı. Bu böyle sabit olunca, bunların arasını uzlaştıracak, kalplerini ısındırıp birbirine bağlıyacak ve kavga ve gürültüden kendilerinin fesada uğrayıp helak olmalarını engelleyen ve birbirine uyum sağlamıyan hususlardan meneden bir temel esasın bulunması mutlak lâzımdır. Öyle ise onları kendi takatlannın yettiği kadar anlıyabilmeleri ve kendilerini bir noktada toplayacak bir temel esası talep etmeleri gerekir. Bunda da en doğru olan,246 yani onları bir noktaya toplıyacak olan temel esas dindir. Bu dinle, âlim ve hâkim olan Allah'ı biliriz. Zira görülen ve müşahade edilen herkesin muhtaç olması ile biliniyor ki, on-larm hallerini ve baki kalmalarını meydana getirecek şeyi bilen ve meydana getiren bir kuvvet vardır. Ve o, kendilerini muhtaç olma. halleri üzere yaratmıştır. Onların, kendilerinin yaşamaları ve bekaları için bilmeye muhtaç oldukları hususlarla beraber cehl, heva ve isteklerinin galebe çalmaları gibi bulundukları hâl üzere terketmez. Onları yaşamaları ve hayatlarının idame edilmesi için kendilerine yol gösterecek ve bu hususları öğretecek birisini gönderir. Bu gönderilen kişiye, delil vermesi mutlak lâzımdır ki, ona verilen özellikle kendilerine önder olarak gönderildiği ve bulundukları hallerde yani helak olma, yok olma gibi hususları bilmekte kendisine muhtaç olduklarını bilsinler.247 Öyle ise248 bizim açıkladığımız husus yani son olarak söz sahibi olanın doğru olduğu ve âlemin249 birbirine zıd ve muhalif olarak yaratılmasındaki kendi sözünün doğru olduğuna delâlet eden husus, Peygamberliği ispat etmek için yeterince bir delil teşkil etmektedir. O peygamber ki, gerçekten Allah-u Teâlâ onu insanlar için başvuracak itimatlı yer kılmıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra, maslahatların, hak olanın, güzel olanların, zıddı olanlardan ayırd edip bildiren sebepler hakkında insanlar ihtilâf etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı şöyle diyor : însanlardan her birinin kalbine bir şeyin güzel olduğu yerleşirse ona yapışması ve onu benimsemesi gerekir. Bazı insanlar da derler ki : Beşer, sebebi tam manâsıyla anlayıp Öğrenmekten âcizdir. Fakat beşer, kendisine ilham olunan şeye yapışır, onu benimser. Çünkü o ilham, âlemin tedviri, kendisine ait olan Allah'dan olur.
Allâme Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu ikisi marifete sebep olmaktan çok uzaktırlar. Çünkü dinlerde birbirlerine uyumsuzluk ve tenakuzun şekilleri açık - seçik olarak zikredilmiştir. Sonra insanlardan her biri kendi görüşlerinde ve inançlarında hakka isabet ettiklerini iddia ederler. Şu husus gerçekten mümkün değildir ki, hakkın sebebi olan bu işi yapsın. Çünkü böyle hareket etmek, bâtıl olanı, hak ve doğru imiş gibi tasavvur etmek olur. Yalanı açığa çıkan kimsenin doğru bir kimse olması da mümkün değildir. Bu açığa vurulanların hepsi bir mezhebe inanan kimse doğruluğuna inandığı şeyin, zıddı olana kasıd olarak kabullendiğine ve iptal ettiğini kendisine ilham olunduğu düşüncesine250 sahip olduğu hususlarını beyan etmektedir. Bunlardan birinin diğerine söylemiş olduğu sözden başka bir delili yoktur. Bu da kendilerinde fani olma durumu bulunan uyuşmazlık ve ihtilâfı ortadan kaldırmayan bir nevi'dir. Buna göre akıl sahiplerini âciz bırakacak hususun bilinmesinin ilân edilmesi caiz olmaz. Hükümde, rızaya cebredilme esası bulunmaz. Çünkü o, ihtilaflı251 olarak çıkmıştır. Eserleri 252bilenin durum da böyledir. Bunların hakkı bilmenin sebebi olmaları caiz değildir. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır. 253
Dostları ilə paylaş: |