Âlemin Muhakkak Bir Mumis'i Bulunduğuna Delil :
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Âlem'in bir muhdisi olduğuna delil, âlemin hadis olduğunu isbat etmek için beyan, ettiğimiz delillerdir. Gerçekten görünürde yani dünyada kendi kendine toplanması ve ayrılması vukubulan bir şey bulunmamaktadır. Bunun böyle olması yani, bizzat' kendisinin bir araya toplanma veya ayrı ayrı bulunmaya gücü, kuvveti yetmemesi, bu hâlinin kendisinden başkası tarafından tedvir edildiği sabit olur ki o tedvir eden de Cenab-ı Allah'dır. Tevfîk Allah'tandır.
ikinci delil olarak denir ki : Gerçekten âlem bizatihi var olmuş olsaydı kendisine vakitlerden daha lâyık'6 bir vakit bulunmazdı. Hallerden daha iyi bir halle, sıfatlardan daha lâyık bir sıfatla olmazdı. Âlem çeşitli vakitler ve türlü türlü hal ve sıfatlar üzere bulunduğu içindir ki kendi zatı ile bizzat var olmamıştır. Eğer kendi zatı ile var olmuş olsaydı hallerden en iyisini, sıfatlardan en hayırlısını kendisi için mey--dana getirmesi gerekirdi ki bu da herşeyi kendisinin yaratmasının caiz olduğu hususunu intaç ederdi. Ve böylece kendisi ile bütün serler ve çirkin, kötü olanlar yok olurdu. Bu hususlar delâlet ediyor ki âlemin var olması kendisi ile değil, kendisinin başkası tarafından var olmasına delâlet eder ki o başkası da Allah'dır. Tevfîk Allah'tandır.
Ve yine gerçekten âlem iki nevidir : Diri olan âlem, ölü olan. âlem. Her diri, kendisinin başlangıcından habersizdir. Kendisi gibisini yaratmaktan, kuvvet ve kemâle erdiği vakitte kendisinden bozulan ve fesada uğrayan hususu onarmak ve ıslâh etmekten âcizdir. Öyleyse, kendisinden başkası tarafından var edildiği sabit olmuş. olur. Ölü âlem ise, bu hususları kendisine isnad etmeğe daha lâyıktır. Yani diri olan âlemin yapamadığını ölüsü hiç yapamaz. Ve yine âlemin her biri mecburî olarak arazlardan biri ile vasıflanmaktan hâli kalmaz. Kendisine arazlardan bir sıfat bulunduğu vakitte görülür ki o sıfat ne kendi başına, bizatihi durabilir ve ne de bulunmuş olduğu âlemden bir parçasız var olabilir. Böylece araz ile cevherden her birinin, diğerinin ihtiyacı altına girmiş olduğu sabit olur. öyle ise hem bizatihi var olması ve hem de kendisiyle var olup kaim olması için başkasına muhtaç olması bâtıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.300
Yine tabiatında birbirinden uzaklaşma hâli bulunan iki zıd tabiatın kendisinde toplanmış olan her bir varlığın bizatihi bir araya toplanması caiz olmaz. Bu sebeple kendisini bir araya toplıyan bir varlığın muhakkak bulunması sabit olur. Tevfîk Allah'tandır.
Gerçekten her varlık, kendisini besliyecek, kuvvetlendirecek ve kendisine devamlı hayat verecek gıda maddelerine ve daha başkasına muhtaçtır. Kendi hayatını idame ettirecek şeyi bilmeye ulaşması veyahut onları nasıl elde edeceğini, nasıl meydana çıkaracağını bilebilmesi mümkün ve muhtemel değildir. Bunun içindir ki âlemi teşkil eden varlıkların beslenmesi, idame-i hayat etmesi kendileri ile değil, âlim ve hakîm olan Allah'ın takdiri iledir. Kurtuluş Allah'tandır. Bütün kötülüklerden koruyan da O'dur.
Yine eğer âlem kendi zatı ile olmuş olsaydı kendi zatı ile baki kalmış ve bir had üzere bulunmuş olurdu. Âlem bu duruma sahip ve mâlik olmayınca onun bu hâli kendisinin başkası tarafından yaratıldığına delâlet eder.
Yine yaradılışında birbiriyle uyumsuzluk hali bulunan, yekdiğerine tabiatlarında zıddiyet bulunan varlıkların, kendiliğinden bir araya toplanmaları mümkün değildir. Bunun için varlıkları bir araya toplayanın var olduğu sabit olur. Tevfîk Allah'tandır.
Ve yine; gıda maddeleri ve gıda maddelerinden başkaları ile beslenmek ve idame-i hayat etmek için her varlık, başkasına muhtaçtır. Aynı zamanda hayatını idame ettirecek hususları bilmekten veya onları meydana çıkarıp elde • etmekten âcizdir. Öyle ise kendisini durduran ve hayatını idame ettiren kendisi değil, âlim ve hakîm olan Allah okluğu isbat edilir. Kurtuluş ve her türlü kötülükten korunma Allah'tandır.
Eğer âlem kendi nefsiyle var olmuş olsaydı kendisi bizatihi baki kalmış olur ve bir sistem üzere bulunmuş olurdu. Bu hale mâlik ve galip olmaması kendisinin başkası ile var olduğuna delâlet eder. ,
Âlemin kendi nefsiyle bulunması, var olduktan sonra hâsıl olmasından hâli kalmaz. Bu sebepledir ki, başkası tarafından Var olduğu için bizatihi kendi nefsi ile var olması mümkün değildir. Veyahut âlemin kendi nefsi ile var olması gayrından önce var olmasından hâli kalmaz. Kendisinden önce gayrı bulunan şey301 nasıl olur da kendisini var eder? Oysa ki vücud bulmazdan önce var olmuş olsaydı, var olmaklığı zehabına varılırdı ve böylece yok olan bir fail olurdu ki bu da mümkün değildir. Bu arzettiklerimize bina, yazı ve gemi işleri" şehadet eder. Çünkü bunların ancak bir failin mevcudiyeti ile var olacağı düşünülebilir. Var olan bir fail olmadıkça bunların meydana gelmesi caiz ve mümkün değildir. İşte bizim mevzubahs ettiğinizi husus da tıpkı bunun gibidir. Tevfîk Allah'tan.
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu hususun temel esası şudur : Âlemden bir şey müşahade edilsin de kendisinde, bulunduğu hâle nasıl geldiğini ve mahiyetini idrâk etmekten302 filozofları âciz bırakacak hususlardan olan parlak bir alâmet ve İşaret, hayranlık verecek bir hâl ve hikmet bulunmasın. Filozoflar her biri kendilerinde bulunan ilim ve irfanla âlemin künhünü idrâk etmekten âciz olduğunu bilir. îşte bu zaruri hâl ve daha başkası kendisini icad eden ve yaratanın hikmetine delâlet etmektedir. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Ve yine delil olarak denir ki : Eğer âlemin kendi tarafından bir defada var olması caiz olsaydı hepsinin bir defada yok olması caiz olurdu. Böyle olmadığı ve daima çeşitli hâl üzere bulunduğu bir gerçektir. Hatta kendi durumları, diri olup ölmek, ayrı olup bir araya toplanmak, küçük olup büyümek ve pis olup temiz olmak ve devamlı olarak başkası tarafından meydana gelen değişikliklere ancak başkası ile ulaşmaktadır. Âlemin tümünün bu hâl üzere olması, kendisinden başkası ile olduğuma delâlet ettiği için, kendisinden başkası olmadan var olması ihtimal dahilinde bulunmazdı. Eğer bu zikrettiğimiz hallerin âlemde bulunması caiz olmuş oisaydi, elbisenin renklerinin boyasız olarak kendiliğinden değişmesi veya geminin bulunmuş olduğu gibi kendiliğinden olması caiz olurdu. Bunların mümkün olmaması elbetteki bîr gerçektir. Çünkü bunu yapmaya kadir olan, inşa etmesini bilen kişinin bulunması lâzımdır. Evet bizim bahsettiğimiz konu da aynı böyledir.303 Tevfîk Allah'tandır.
Ve yine âlemin kendiliğinden var olması mümkün değildir.304Çünkü bulunduğu hâl ve üzerinde câri olan kudret, bu durumuna delâlet eden bir ilimdir ve kendisi gibisinin âciz ve cahil olan ile vücud bulması mümkün değildir. Nasıl olur da fâni olan bir yokluk ile olabilir? Tevfîk Allah'tandır.
Kendisinin hadis olmasından305 başka bir şeye de delâlet etmektedir ki biz bunu açıklamış bulunuyoruz.
Allah'ı vasf ettiğim iz ve O'na isim verdiğimiz her şeyin bir nev'idir. Tevfik Allah'tandır.
Bununla beraber bizim düşüncemizin takdir etmiş olduğu benzerlik, dilimizin söylediği ve böylece takdir ettiğimiz benzerlik değildir. Bilakis bizim ifade ettiğimiz hususla iki zâtın ve iki fiilin, arasındaki benzerliği biliriz, işte bu hususa rücu olunur. Burada isim verilirken dikkat edilmesi gerekir. Bu d-a şunu açıkça beyan eder ki, eğer kendilerinde, kendisi ile bilindikleri isim ve kendisi ile vasfolundukları sıfat olmamış olsaydı bilinmezlerdi. Allah-u Teâla, bizim .vahdaniyeti hakkındaki itikadımız üzere vasfolunduğu zaman, fertlerin isimlendirilmesinde bilinenlere benzemediği itikadında bulunuruz. Bunun içindir ki bildiğimiz şeyle isim vermemizde, eğer isim olmasaydı, ona isimle benzetmek gerekmezdi demek zorunda kalmazdık. Kuvvet ancak Allah'tandır.
İsimleri ve sıfatları felsefeden nefyeden kişi, durgunluk ve düzensizliği kabul etmez. Her «ispat olunan»m mânası incelendiğinde durgunluğu, düzensizliği nefyeder. Sonra bununla birbirine benzemek gerekmez. Bunun benzeri de isimler hakkında öne sürülebilir.
Tahkik ve tedkik etmedikleri vakitte kendilerine (neye ibadet ediyorsunuz, ne için dua ediyorsunuz, hangi dine göre inanç sahibisiniz? Em-rolunduğunuz306 şeyi size emreden, nehyolunduğunuzdan sizi nehyeden kimdir? Ulvî ve Süfli âlem kendisi ile başhyan307 eşyanın başlangıcı kimle idi?) denildiğinde, ne derler ve ne cevap verirler? Muhakkakki onlar, cevaplarında, anlamaya yakın bir mânayı ifade etmeğe dönerler veyahut âlemin hadis olduğunu inkâr edenlere katılırlar.
Böylece ilki hakkındaki : «O, akıldır veyahut geçen asıldır veyahut ilk ruhanî olandır veyahut bunlara benziyenlerdir» demeleri ile, sözlerini iptal ederler. Bunda şaşkınlığı seçmek ve cehle sarılmak ve kendisi ile âlemin başkasının bilindiği şeyi reddetmek vardır. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra burada benzemekten öyle bir kısmı zikrederiz ki, o, Şeytan'm kendisine musallat olup bu tasallutu ile308 kendisini zahir ve açık olan husustan alakoymuş olan kimseye arız olur. Bu açıklık, kendisine bildirilir ki, kendisini aldatma seçeneğini vermeğe sevkeden, düşmanı olan Şeytan'm yaptığı şeyi güzel göstermesinden ibarettir. Yoksa bu Allah-u Teâla'nm kendisine delil ve burhan vermemesinden değildir. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Biz deriz ki; Şeytan, mevcudatı inkâr edene309 vesvese verip kötüleri güzel göstermek suretiyle Allah'a ibadetten, onu uzaklaştırmak için düşündüğü ve zannettiğinin dışına çıkarır. Bu kişi tabiatıyla görmeyen, gözü kör olan310? veyahut uykusunda kendisi ile kavgalaşan veyahut kendisini Allah'tan uzaklaştıran veyahut mes'eleleri kuşatma inceliğinden uzaklaştıran kimsedir. Sonra onu lezzetli şeylerden alıkoymak, nefsî, şehevî isteklerden engellemekte Şeytan'm hilesinin üzerinde bir etkisi olmaz. Bu kör olan kimseyi eza verecek şeylerden korur, nefsi, ateşlere ve denizlere atmaktan muhafaza eder. Eğer bu bilinen cehlin hakikatinden ölmüş olsaydı o, hayatını idame ettiremezdi. Çünkü böyle olan kimse. Ölüm saçan tehlikeli yerlere kendini atar ve bir takını besin maddelerini almaktan çekinirdi. Öyle ise mahlukattaki durumların birbirine uymaması ve aralarında aeık-seçik ihtilâfın bulunmasından zikrettiğimiz hususlarla beraber şehevî isteklere meyletme ve zevkli, lezzetli hususları sevme babında iddia etmiş olduğu sözler onun mahlukatı bildiğine dair kâfi derecede bir delil teşkil etmektedir. Çünkü o, zan olunandan anlattığı şeyin hilafı olarak haber vermektedir. Bize göre, gerçekten bu durum mahlukat manasınadır. Yani gözüne âfet isabet eden311 uyku halindeki durum, uzaklaşma, eşyanın hakikatine vasıl olmayan incelik, bunların kalkması anındaki ulaşma durumu"312 bunların hepsi ihtilâfın icabet-tirdikleri şeylerdir ki mevcudatın gerçeği de budur. İnsanın bunu inkâr etmesi asla caiz ve doğru değildir. Mevcudatı ispat eden, haberi inkâr edenin sözü de bunun gibidir. Çünkü bu sözü yayıldıktan sonra kendisinin yalanı açığa çıkar. Sonra bazen deniliyor ki : Haberler, lezzetli ve zevkli mevcudatlarda ve faydalanmak arzulanan maddelerde olur. Çünkü kendisinde lezzet bulunan şeyden haber verilmemiş, olsaydı akıllı olan kimse muhtemel değildir ki kendi nefsini imtihan denilen tehlikeli şeyle karşı karşıya bıraksın.
Zararlı hususlardan korunmak da böylece insanların başından bir belâ ve musibet geçmeden elde edilmez. Bu hususlara ancak aldıkları haberlerle ulaşabilirler. İnsanların bedenlerine ve dünya hayatlarına ait faydalı ve zararlı hususlar bu sistem üzeredir. Yani kazançlar gibi zararlı hususlardan korunma ve kaçınma gibi menfaatler ancak elde edilen bilgilerle husul bulduğu gibi zararlı maddelerden korunmak da alman haberler ve bilinen ilimlerle elde edilir. Şehevî isteklerden nefsin men-edilmesi ve haramların ispat edilmesi için söylenilen sözün yalanlamasına götüren bu hususun sebebinin Şeytanın vesvesesi ve iğvası olduğu sabit olmuştur. Artık bu sınıfta görülen Şeytanın vesvesesini teşkil eden se-beb, birinci sınıftaki şeytanın aldatmasına vesile teşkil eden süslemeden ibaret olan sebebin kendisidir. Bununla beraber bu bizim açıkladığımız gibi mevcudat hakkında da bulunur. Bunlar, bu sözü söylemeyi menet-mezîer. Bunun gibisinin aynı, birinci konu hakkında da caridir. Çünkü o, haber verene arız olacak âfetler sebebiyle habercilerin verdikleri haberleri yalanladığını izhar eder. Bu açıklamadan sonra haberlerin çoğunun gerçek ve doğru olduğu zahir olur. Haberlerden birinin diğerinden daha evlâ olması ancak açıkça ortaya konan delille ifade edilir. Tevfik Allah'tandır.
Bu gerçekleri inkâr eden kişiye kötü muamelede bulunulur. Kendisi, eza verecek313 şey ile dövülür, azap çektirilir. Ta ki bilinmesi ancak haberle mümkün, olan söze dönmeye, onu kabul etmeye mecbur kalsın. Kuvvet Allah'tandır.
Aynı şekilde mevcudat ilmi ile haberi kabul edip ikrar eden ve istidlal ilmini inkâr edenin üzerine de aynı şey tatbik edilir. Oysa dünyadaki çeşitli faydaları için ve ümit ettikleri şeylerin akibetleri için akliyle bilgi edinebilir. Bunun mevcudat ve haber yönünden hiç bir ilmi yoktur. Onun ilmi ancak istidlal ile hasıl olur. Bunda isabet etmek için hiç bir şek ye şüphe bulunmaz. Verilen haberin doğru veya yalan olmasının bilinmesi de böyledir. Bununla beraber kendisinde his ilmi olmayan şeyden her hangi şeyin bilinmesinde314 kendisine şöyle denir : «Bunu neyile bildin?» Eğer «Bunu haber ile bildim» derse kendisine haberin doğru olup olmadığını biliyor musun, diye sorulur. Bu, bütün kendisinden korunması icabeden zararlı ve elde edilmesi, yapılması gereken lezzetli ve faydalı şeylerin hepsine dahil olur. Bununla beraber müşahede ettiğine ve işittiğine bakması zaruri olarak kendisine lâzım gelir ki âlemin, menşei veyahut hadis olması veyahut kadîm olması bilinsin. Bundan sonra bir şey hakkında haberle delil getirmek menolunmaz. Veyahut mevcudatla delil getirmesi de menolunmaz. Bu istidlal ile hükmetmeyi menetmek gibi olur. Kuvvet ancak Allah'tandır. Çünkü insanın veya ateşin veyahut bir kere müşahede edilen şeyin bilinmesi, kişiyi ancak bilinen şeyle istidlal etmeye götürür. Eğer bununla delil getirmezse onun hiç bir kimse ile muamelede bulunmaması lâzım gelir. Sonra böylesi kimse hiç bir kimsenin talimini kabul etmez. Çünkü o kimsenin315 kim olduğu hakkında yanında delil bulunmaz. Ve onun haberi ile bulunması caiz olduğu gibi haberi olmaksızın bulunmak da caiz olur; öyle ise bunların hepsinin istidlal olduğu sabit olur ki o da lâzımdır. Kuvvet ancak Allah'tandır. 316
Dostları ilə paylaş: |