MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anayasa Uzlaşma Komisyonu Alt Komisyon toplantısını açıyorum.
Sayın Atalay hoş geldiniz. Gediz Üniversitesini temsilen şu anda Komisyonumuzda bulunuyorsunuz. Sizin de çok yakinen takip ettiğinizi bildiğim Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yeni dönemde sivil bir anlayışla, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu çağdaş anlamda bir anayasa yapmayı gündemine aldı ve Parlamentomuzda grubu bulunan dört siyasi partiden üçer milletvekili arkadaşımızın içinde yer aldığı bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurdu.
Bu Komisyonumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Çiçek’in başkanlığında çalışmalarını birkaç aydır yürütmektedir. Şu anda yaptığımız iş, kişi ve kurumların bu sürece katkılarını toplama, bunları elde etme, bir noktada veri toplama çalışmasıdır. Daha sonra bunlar değerlendirilecek ve biz Komisyon olarak nisan sonu itibariyle bütün bu görüşlerin ışığında, tabii ki mensubu bulunduğumuz siyasi partilerin de görüşlerini buna ekleyerek yeni anayasa yapım sürecine başlamış olacağız. Şu anda nisan sonuna kadar bu çalışmalarımız bu şekilde devam edecek.
Hemen şunu ifade edeyim ki özellikle son haftalarda Komisyonumuza toplumun her kesiminden çokça bu çalışmalara katkı amaçlı başvurular olmaktadır. Bu bizi son derece memnun etmektedir, adeta heyecanlandırmaktadır. Yüzden fazla üniversite anayasa yapım sürecine katkı sunmak için yazılı metinlerini gönderdiler. Şu anda otuz civarında da üniversitemiz bizzat Meclisimize gelerek bu görüşlerini bizimle paylaşmak istiyorlar. Biz de memnuniyetle kendilerini dinlemeye hazırız.
Şimdi de Gediz Üniversitemizden Yrd. Doç. Dr. Esra Atalay Gediz Üniversitesinin yeni anayasa bağlamında söyleyeceklerini dinlemeye Komisyonumuz hazır.
Komisyonumuzda görev yapan arkadaşlarımızdan Sayın Oktay Öztürk Erzurum Milletvekili ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına bu Komisyonda yer alıyor. Kendisi başka komisyonlarda da görevli, üç nolu komisyonda da görevli ama asıl bizim Komisyonumuzda görev yapan Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal’dır, Konya Milletvekili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ve Genel Başkan Yardımcısıdır. Bugün mazereti nedeniyle yoklar. Bizim böyle bir uygulamamız vardır, bir başka arkadaşımız yerine girip çalışmalara katılabiliyor. Barış ve Demokrasi Partisinden Sayın Altan Tan Bey gelecekti. Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan Sayın Süheyl Hocamız var. Onlar biraz sonra sanıyorum katılacaklardır.
Sayın Oktay, bu arada söyleyeceğiniz bir şey var mı?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hayır, şu aşamada yok.
BAŞKAN – Peki.
Sayın Esra Atalay, buyurun efendim.
GEDİZ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ESRA ATALAY – İyi günler. Burada bulunmaktan ötürü çok memnunum. Bütün Komisyon üyelerine tekrar günaydın diyorum. Gediz Üniversitesinin öğretim üyesi olarak hazırlamaya çalıştığım “Demokratik Bir Anayasa İçin Görüş ve Öneriler” isimli raporumu ana hatlarıyla size tanıtmak istiyorum izninizle.
Her şeyden önce yeni anayasanın temel felsefesinden biraz bahsedecek olursak. Bilindiği gibi, anayasalar, işlevsel olarak, bir ülkedeki siyasî yönetimin işleyişinin, kanunların ve diğer hukuk normlarının hangi çerçevede hazırlandıklarının ve devlet organlarının hangi esaslara dayanarak çalıştıklarının temel haritası niteliğindeki metinlerdir ve son derece büyük öneme haizdirler kuşkusuz. Ve bu bağlamda da geniş bir değerler ve hedefler listesini içerirler. Bu bağlamda anayasaların dayandıkları temel felsefenin irdelenmesi gerekir. Bu felsefenin ortaya konabilmesi için, anayasaların kimin tarafından yapıldığı sorusuna önce cevap vermek gerekir. Zira anayasalar, onları yapan güce hizmet ederler. Çağdaş demokratik devletlerin anayasaları "Toplum sözleşmesi" niteliğini kazanan anayasalardır.
Türkiye'nin doksan yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihinde bilindiği gibi üç tane anayasa yapılmıştır. 24, 61 ve 82 anayasaları olmak üzere ancak bilindiği gibi bu anayasalar pek de demokratik olmayan ortamlarda yapılmışlar ve bir toplum çalışması niteliğini kazanamamışlardır. Bunun yanı sıra, 1961 Anayasası’nda özellikle 1971 ve 1973 yıllarında yapılan değişiklikler, 1982 Anayasası ile siyasî sistemi vesayet altına alan çeşitli kurumların ihdas edilmesi, devletin niteliğine ilişkin ideolojik referansların yapılması ve niteliği itibarıyla çoğulcu heterojen olan bir toplumda homojen bir millet anlayışının dayatılması, sonuç itibarıyla insan haklarının etkin bir şekilde korunmasını ve demokratik hukuk devletinin gereği gibi tesis edilebilmesini engellemiştir. Demokrasinin minimum şartlarını 2’nci Dünya Savaşı’ndan beri kesintisiz olarak taşıyabilen yaklaşık 21 ülke tespit edilmiştir ve maalesef ülkemiz bu ülkeler arasında yer almamaktadır. Türkiye bir yarı demokrasi olarak nitelendirilmektedir bütün uluslararası araştırma kuruluşları tarafından. Yarı demokrasi ne demek? Yine genel oya dayanan, seçimlere dayanan bir sistemin olduğu ama seçilenlerin çeşitli vesait makamları tarafından denetim altında tutulduğu, özellikle hakların ve siyasal hakların sınırlama altına alındığı, çoğulculuğa sınırlı ölçüde yer veren rejimleri anlatmak üzere kullanılan bir kavram yarı demokrasiler. Bu bağlamda, ülkemizde de henüz anayasal demokrasiye tam anlamıyla ulaşılamadığını söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Nitekim ülkemizde demokrasi açığı bulunduğundan hareketle, yeni bir anayasa yapılması konusunda toplumda geniş bir mutabakat vardır. Kuşkusuz anayasalar toplumların tüm sorunlarını bir anda giderecek mucizevî formüller içeren metinler değildirler. Ancak demokrasisini güçlendirmek, bir diğer ifadeyle tam demokrasiyi tesis etmek isteyen ülkeler önce bunun anayasal alt yapısını oluşturmak durumundadırlar.
İçinde bulunduğumuz şu günlerde ülkemizde gerçek anlamda bir toplum sözleşmesi niteliğini kazanacak yani herkesin anayasası diyebileceğimiz herkesin belli ölçülerde kendisini içinde bulabileceği bir anayasa yapma konusunda gerçekten toplumun her kesiminde büyük bir heves olduğu, bir coşku olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Bu çerçevede hazırlanacak Türkiye'nin yeni anayasasında devlet demokratik ve çoğulcu bir anlayışla yeniden yapılandırılmalıdır. Bu bağlamda, insan onurunun vazgeçilmezliği ve insan haklarının etkin bir biçimde korunması, tam demokrasi ve hukukun üstünlüğünün tesisi, eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesi ile çeşitlilik ve çoğulculuğun esas alınması, yeni anayasanın temel felsefesini oluşturan değerler olarak kabul edilmelidir,
Yeni anayasanın yapım yönteminde çeşitli yöntemler söz konusu olabilir ama şu anda başlamış bir süreç var. Bu sürece ilişkin olarak ben görüşümüzü söylemek istiyorum. Yeni anayasanın mevcut Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılması yöntemi benimsenebilir, diğer yöntemlerle ilgili bilgiyi atlıyorum, gerek görmüyorum bu anlamda ifade etmeye. Ancak ifade edilen bir görüş var, ona kısaca değineyim.
Mevcut Anayasa kurallarını dikkate alarak ileri sürülen bir görüşe göre Türkiye’nin hâlâ bir anayasa düzeni var ve 175’inci maddeye göre ve yine Anayasa’nın 4’üncü maddesini de -ilk 3 madde değiştirilemeyeceğinden- göz önünde bulundurarak ancak bu çerçevede anayasada bir değişiklik yapılması söz konusu olabilir diyenler var. Ancak bu hâlde bu görüş kabul edilecek olursa, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir anayasa yapma yetkisini kullanacak, aslî kurucu iptal yetkisine sahip bir organ olarak kabul edilemez bu görüşe göre. Ancak kanaatimizce bu hukuku dar pozitivizmin de ötesinde bir teknik düzeye indirgemektedir. Yine buna karşılık teknik düzeyde bir cevap verilebilir. Tali kurucu iktidar Anayasanın 178’inci maddesini değiştirebilir ve sonra ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceğini öngören 4’üncü maddesini değiştirebilir ve yine istediği şekilde bir anayasa yapabilir eğer teknik olarak bir cevap vermek istiyorsak.
Anayasada değişiklikler yapmaya yetkili bir organı yeni bir anayasa yapma konusunda da yetkili olduğu hususunda herhangi bir kuşku yoktur. Bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi bir kurucu meclis olarak seçilmemiştir ancak yeni bir anayasa yapmaya yetkili bir asli kurucu organ yetkisini kullanabilir. Aksi takdirde anayasa yapma yetkisi sadece kurucu meclislere ya da ihtilal sonrasının olağanüstü iktidarlarına tanınmış olur ki bu da tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz hem de şiddet yolunun önerilmesi anlamına dahi gelebilir. Bilindiği üzere, pek çok ülkede yeni anayasalar normal zamanlarda ve olağan yasama meclisleri tarafından yapılmışlardır ve yürürlüğe konmuşlardır. Burada, anayasa teorisinde de tartışılan ve kurucu iktidar kavramıyla ilgili olan paradoksal bir durum söz konusudur ve bunun pozitif hukukun dar kalıpları içinde çözülmesi mümkün değildir. Bu ancak siyaset düzeyinde çözümlenebilecek bir sorundur. Yüksek katılımlı, bilebildiğim kadarıyla katılımlı yüzde 83 gibi bir katılım olmuştu son seçimlerde ve nispeten yüksek bir temsil kabiliyetine haiz olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni anayasayı yapabilir. Bunun için önünde herhangi bir engel yoktur. Sadece bu konuda siyasi mutabakatın sağlanmış olması gerekir. Siyasî partiler yeni bir anayasa ihtiyacı konusunda bugüne kadar görülmemiş ölçüde bir mutabakat sağlamışlardır ve bu husus, Meclisin yeni anayasayı yapma yetkisinin demokratik meşruluğunu arttırmaktadır.
Ancak Mecliste yeni anayasa hazırlamak üzere oluşturulan bu komisyonun çalışma usulleri konusunda birtakım sıkıntılar söz konusu. Örneğin 13’üncü maddeye göre komisyon tarafından kabul edilen bir maddenin Meclis Anayasa Komisyonu veya Meclis Genel Kurulu tarafından değiştirilebileceği öngörülmemiş. Oysa anayasa konusunda esas karar organı kuşkusuz Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu olmak gerekir. Ayrıca, 15’inci maddede, Komisyonu oluşturan partilerden herhangi birinin çalışmalardan çekilmesi veya üç toplantıya katılmaması halinde, uzlaşma komisyonunun dağılmış kabul edileceği öngörülmüştür. Bu şekilde, karar için oy birliği şartının aranması yeni anayasanın yapımını âdeta imkânsız kılmakta. Bu nedenle, uzlaşma olmadığı takdirde oy çokluğu ile karar alınabilmesi ilkesi benimsenmesi daha yerinde olacaktır diye düşünüyoruz. Ayrıca çalışma usullerine ilişkin 13’ncü maddede Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunun, farklı alanlardan uzmanların ve Mecliste temsil edilemeyen siyasî eğilimlerin ve sivil toplum örgütlerinin katılımı için uygun yöntemler geliştirmesi. Bunun yanı sıra komisyondaki görüşmelerin canlı yayını gibi kamuoyu gözetimini arttırıcı yöntemler kullanılması isabetli olacaktır. Zira uzun ömürlü olabilecek ve herkesin anayasası niteliğini kazanabilecek bir metnin hazırlanabilmesi ancak halktan başlayan ve en geniş toplum kesimlerini içine alan bir müzakere süreci ile mümkündür. Kuşkusuz müzakere sürecinin bir pazarlık süreci olmayıp, demokratik bilinçlenme ve eğitim süreci olduğu unutulmamalıdır. Müzakerelerin hedefi, mümkün olan en geniş toplumsal uzlaşmayı sağlayabilmek olmalıdır. Ancak mutlak bir uzlaşma mümkün olamayacağından, müzakere sürecinde, Mecliste kabul edilebilecek bir uzlaşı metnine ulaşmak yeterli görülmelidir. Ve nihaî olarak Meclisten geçen metin, meşruluk zemininin artırılabilmesi için mutlaka referanduma sunulmalıdır.
Anayasanın başlangıç bölümüne gelecek olursak:
Günümüz anayasalarının büyük bir kısmında bir başlangıç bölümü vardır. Başlangıç bölümüne yer vermeyen anayasalar da vardır. Bu bölümde bilindiği gibi anayasaların dayandığı temel felsefe ve ilkeler yer alır. 1982 Anayasası'nın oldukça uzun bir başlangıç bölümü vardır ve burada devlet ve devlet aygıtları kutsallaştırmış ve yüceltilmiştir. Yeni anayasanın başlangıç bölümünde tam tersi bir tutum benimsenmeli, başlangıç metni kısa ve yalın olmalı. İdeolojik anlamlar içeren ifadelere yer verilmemeli. Toplumun herhangi bir kesimini dışlayıcı ifadelerden kaçınılmalı, toplumsal bölünme algısına yol açabilecek bir dil benimsenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda, anayasanın insan onuru ve bireyin özerkliği anlayışı içinde, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk devleti ve çoğulculuğun korunmasını hedefleyen bir esasa dayandığı vurgulanmalıdır.
Değiştirilemez madde hükümlerine gelecek olursak: Bu da oldukça önemli bir konu. Bazı partilerin kırmızı çizgilerini oluşturuyor. Demokratik ülke anayasalarında değiştirilemez maddeler konusunda farklı uygulamalar bulunmakta ancak özellikle belirtmek gerekir ki mutlak değişmezlik kuralı genel kural olmayıp, istisna niteliğindedir. Fransa ve İtalya gibi ülkelerde değişmezlik kuralı sadece devlet şeklinin cumhuriyet oluşuyla sınırlıdır. Çek Cumhuriyeti gibi bazı devletlerin anayasalarında, demokrasinin özünü veya temel değerlerini koruyan hükümlere değişmezlik niteliği tanınmıştır. Yine bu doğrultuda Federal Alman Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin düzenlendiği ilk yirmi maddeyi değişmezlik kapsamına almıştır ki söz konusu bu maddeler insan onurunun dokunulmazlığı, insan haklarının dokunulmazlığı ve vazgeçilmezliği, zulme karşı direnme hakkı, tüm kamusal iktidarların halktan kaynaklandığı gibi, demokrasinin özünü oluşturan temel değerlere atıfta bulunmaktadır.
1982 Anayasası'nın 1’inci maddesi, Türkiye Devletinin bir Cumhuriyet olduğunu belirtmekte ve bu maddeyi değiştirilmez kılmakta bilindiği gibi. Yine cumhuriyetin niteliklerini belirten 2’nci maddede "toplumun huzuru ve millî dayanışma" gibi oldukça soyut, belirsiz ve "birey zararına anlamlar taşıyabilme" potansiyeline sahip ibareler yer almakta. Aynı maddede "Atatürk milliyetçiliğine bağlılık" gibi ideolojik bir kavram yer almakta. Bu maddenin atıfta bulunduğu başlangıç bölümünde ise "Türk millî menfaatleri", "Türk millî varlığı", "Türklüğün tarihî ve manevî değerleri" ve "Atatürk medeniyetçiliği" gibi daha da belirsiz ve esnek deyimler bulunmaktadır. Yine Anayasa'nın, devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti ile ilgili hususları düzenleyen 3’üncü madde hükmünün de değiştirilmez kılınması gereksizdir. Söz konusu ikinci ve üçüncü maddelerde yer alan bu hususlara değişmezlik izafe eden başka bir demokratik anayasa yoktur.
Bunun yanı sıra, anayasalarda alternatifi de meşru olabilecek ideolojilere atıfta bulunulmaması gerekir. Demokratik anayasalar ancak alternatifi meşru olamayacak, insan hakları gibi ideolojilere atıfta bulunabilirler. Bu nedenle yeni anayasada en ideali, insan onurunun ve insan haklarının dokunulmazlığı ve vazgeçilmezliği ilkesine mutlak dokunulmazlık sağlanması olacaktır. İnsan onuru ve insan haklarının korunması, evrensel ahlâkın bir ilkesi olarak kabul edilmekte ve bu konuda tartışmasız bir biçimde evrensel mutabakat bulunmaktadır. Bu anlayış doğrultusunda yeni anayasada “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı değiştirilemez nitelikte tek bir maddeye yer verilmeli ve "Türkiye Devleti, insan onurunun saygınlığını ve dokunulmazlığını esas alan ve insan haklarına dayanan bir cumhuriyettir." şeklinde bir hüküm konmalıdır.
Eşitlik İlkesi ve Ayrımcılık Yasağı:
Yine eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı uluslararası insan hakları düzenlemeleri ile uyumlu hâle getirilmeli ve başta cinsiyet gelmek üzere tüm ayrımcılık temelleri açıkça belirtilmelidir. Bunun yanı sıra, pozitif ayrımcılık anlayışını güçlendirecek düzenlemelere yer verilerek, çocuklar, engelliler ve yoksulların kişisel güvenliklerini sağlayacak tedbirler alınmalı. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve buna benzer yaklaşımların hiçbir şekilde koruma görmeyeceği vurgulanmalı. Ülkelerinde zulüm gördükleri gerekçesiyle Türkiye'ye sığınan yabancılar mülteci olarak kabul edilip, onların güvenliğini sağlayacak tedbirlerin alınabilmesine imkân sağlanmalıdır.
Temel hak ve hürriyetlere gelecek olursak:
Önce genel olarak neler söyleyebiliriz? Her şeyden önce bilindiği gibi İnsan hakları dinamik bir kavramdır, özünde dinamik bir kavramdır ve sürekli gelişen bir kavramdır, statik bir kavram değildir. Bu nedenle yeni anayasada da insan haklarının eksiksiz bir biçimde düzenlenmesi, kavramın söz konusu niteliği nedeniyle mümkün değildir. Bu nedenle, insan haklarının hukukunun en temel ilkesi olan "Özgürlük asıl, sınırlama istisnadır" ilkesinin içselleştirilmesi son derece önem taşır. Bu prensip göz önünde tutulmakla birlikte, yeni anayasada çevre hakkı, günümüzün ifade ve iletişim imkânları çerçevesinde bir düşünceyi ifade özgürlüğü, bilgi edinme hakkı, çocuk hakları, azınlık hakları ve kültürel haklar mutlaka yer almalıdır. Buna karşın yeni anayasada tarım ve hayvancılığın korunması, esnaf ve sanatkârların korunması, gençliğin korunması gibi koruma hükümlerine yer verilmemeli çünkü bunlar daha çok kişi haklarına karşısında devlet otoritesinin gücünü çağrıştıran maddeler. Bunların yerine söz konusu maddelerde yer alan özgürlüklerin içi doldurulmalı.
Yeni anayasa temel hak ve özgürlükleri evrensel bir anlayışla düzenlemeli ve koruma altına almalı. Anayasa sistematiğinde, anayasanın devlet karşısında önceliği bireye verdiğini belirtir tarzda bir yaklaşım benimsenerek, insan haklarının imtiyazlı konumunu sağlayacak bir düzenleme biçimi ve sıralama esas alınmalıdır.
Mevcut Anayasanın "Devletin Temel Amaç ve Görevleri" başlıklı 5’inci maddesinde, devletin temel amaç ve görevlerinde ilk sırada devletin korunması ile ilgili hususlar yer almaktadır. Oysa insan haklarının niteliğinin düzenlendiği maddenin, önerdiğimiz üzere anayasanın değiştirilemeyecek maddesi olması gerektiği düşüncesinden hareketle, yeni anayasada devletin ilk sırada insan hakları ile ilgili hususları koruması gerektiği hükme bağlanmalı. Bu maddeyi takiben, somut olarak insan haklarının düzenlendiği maddelere ve sınırlandırıldığı ve olağanüstü dönemlerde tabi olacağı rejimle ilgili hususlara yer verilmelidir.
Bu konuda yani insan haklarının düzenlendiği, temel hak ve hürriyetlerin düzenlendiği maddelerden özellikle Türkiye’de tartışma konusu oluşturan maddelerin birkaç tanesine izninizle değinmek istiyorum, hepsine değil.
İlk bağlamda ifade hürriyetine değinebiliriz. Yeni anayasada ifade hürriyetinin, şiddete çağrı, ırkçı, kin ve nefret söylemi, hakaret, özel yaşamı ihlâl sebepleri ile sınırlandırılabilmesi kabul edilmeli, bunun dışında özgürlük etkin bir şekilde koruma altına alınmalıdır. Mevcut Anayasa’da oldukça uzun bir şekilde düzenlenen basın özgürlüğü, kısa ve özlü bir düzenlemeye kavuşturulmalı, özgürlüğe getirilecek sınırlamalar uluslararası insan hakları hukukunun standartları ile uyumlu hale getirilmelidir.
Keza mevcut Anayasa'da bilim ve sanat özgürlüğüne ilişkin olarak, bilim ve sanatı yayma hakkının anayasanın ilk üç maddesini değiştirmek amacıyla kullanılamaması gibi, demokratik ve çoğulcu bir düzende kabul edilmesi mümkün olmayan sınırlamalara yer verilmemelidir.
Din ve vicdan hürriyeti:
1982 Anayasası'nın “Din ve Vicdan Hürriyeti” başlıklı 24’üncü maddesinin ilk fıkrasında herkesin vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu hükme bağlanmıştır. Yeni anayasada vicdan hürriyeti dinî inanç ve kanaat hürriyetiyle birlikte aynı maddede düzenlenebilir ancak söz konusu hürriyet yani vicdan hürriyeti mutlaka ayrı bir fıkrada ele alınmalıdır. Zira ülkemizde gerek Anayasa'nın 24’ncü maddesindeki düzenleniş biçimi, gerekse doktrinde yeterli ölçüde üzerinde durulmaması gibi nedenlerle olsa gerek, dinî inanç ve kanaat hürriyeti ile vicdan hürriyeti arasında her hangi bir ayrım yapılmamakta ve söz konusu kavramlar adeta eş anlamlı kavramlar gibi kullanılmaktadır. Oysa hem iç âleme ilişkin olan serbest vicdanî karar oluşumunu garanti eden, hem de vicdanî karara göre davranma özgürlüğünü de içeren vicdan hürriyeti, din ve dünya görüşüne dayanan kanaat hürriyetinden bağımsızdır. Bu nedenle, birlikte düzenlenen temel haklardan din ve kanaat özgürlüklerine iç âleme ilişkin oluşum süreci konusundaki garanti yanında, ifade ve davranış garantisi sağlanıp, vicdan hürriyetine ise sadece iç âleme ilişkin vicdanî karar oluşumu sürecinde garanti tanınması, ancak vicdanî kanaatine uygun davranma garantisinden yoksun bırakılması düşünülemez. Bu nedenle yeni anayasada vicdan hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti başlıklı bir madde de ancak ayrı bir fıkrada düzenlenmelidir. Mevcut Anayasa’da yer almayan "vicdanî ret hakkına yeni anayasada mutlaka yer verilmelidir. Vicdanî kanaate uygun olarak davranma hürriyetinin özel sınırlama nedenleri, diğer bireylerin insan onuru, yaşam hakkı, vücut dokunulmazlığı ve davranış özgürlüğüne müdahale oluşturan eylemler olarak kabul edilmelidir.
Resmî din veya lâiklik ilkesine yer vermeyen ve bunların yerine din ve ibadet hürriyetini tanıyan ve devletin vatandaşları arasında dinleri itibarıyla ayrımcılık yapmasını yasaklayan dünya anayasalarının çoğunluğundan farklı olarak, 1982 Anayasası lâiklik ilkesini benimsemekte ancak bu ilkeye aykırı düşen kimi hususları da paradoksal bir biçimde anayasal hükümler olarak düzenlemektedir. Şöyle ki, lâiklik ilkesinin temel unsurlarından birisi, devletin resmî bir dininin olmamasıdır. Kuşkusuz burada kastedilen, devletin belli bir dine üstünlük tanımamasıdır. Ayrıca bu ilkeyi benimseyen bir devlette din kurumlarıyla devlet kurumlarının ayrılmış olması gerekir. Oysa Anayasa'nın 136’ncı maddesinde düzenlenen Diyanet İşleri Başkanlığı devlet teşkilâtı içinde yer almakta ve Sünnî Müslümanlara hizmet etmektedir. Bu iki husus da lâiklik ilkesiyle bariz bir biçimde çelişmektedir. Ayrıca söz konusu ilke, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanı sıra, din hürriyetini de içerir. Din hürriyetinin ise inanç hürriyeti ve ibadet hürriyeti olmak üzere iki boyutu vardır.
Sorun oluşturan bir diğer önemli nokta, Türkiye'de Anayasa Mahkemesinin de çeşitli kararlarına yansımış bulunan ve evrensel lâiklik anlayışıyla bağdaşmayan yani hiçbir çağdaş Batı demokrasisinde örneği görülmeyen lâiklik anlayışıdır. Lâiklik kavramı, kelimenin ifade ettiği anlam çerçevesinde kullanılmamakta ve otoriter bir lâiklik anlayışı doğrultusunda, din ve vicdan hürriyeti sınırlandırılmaktadır.
Yeni anayasada devlet yönetimine ilişkin siyasî bir ilke olarak lâiklik ilkesi yer almalıdır ancak bu ilkenin belirttiğimiz evrensel anlamı çerçevesinde kullanılmasının bir zorunluluk teşkil ettiği aşikârdır. Bu bağlamda, ilkenin içeriği insan haklarıyla çelişmeyecek bir biçimde tanımlanmalı ve kuşkusuz devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığını güvence altına almalıdır.
Din ve vicdan hürriyetinin düzenlenmesinde de uluslararası standartlar temel alınmalı, laikliğin evrensel anlamına ters düşecek veya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9’uncu maddesinde tanınan din ve vicdan hürriyetinin özünü zedeleyecek sınırlama hükümlerine yer verilmemelidir. Bu çerçevede, din ve vicdan hürriyetine ilişkin olarak oldukça kısıtlayıcı uygulamalara dayanak niteliğindeki mevcut Anayasanın 24’üncü maddesinin son fıkrası kaldırılmalıdır. Bu bağlamda, herkes dinî inancını açıklama, başkasına tebliğ etme hakkına sahip olmalıdır, inancını açıklamak istemeyenlere ise saygı gösterilmelidir. Herkes dini inancına göre yaşama hak ve özgürlüğüne sahip olmalı, devletin müdahalesi ancak başkalarının dinine müdahale veya baskı uygulanması durumunda söz konusu olmalıdır. Herkes ve her topluluk dinî inancına göre örgütlenme ve faaliyet gösterme hak ve özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bu konuda getirilebilecek sınırlamalar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9’uncu maddesinde yer alan kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlâkın ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunmasının zorunlu kıldığı sınırlamalar olmalıdır.
Zorunlu din dersi uygulaması sona erdirilmeli, bu konuda uluslararası insan hakları metinlerine ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak, bireye dinini öğrenme ve öğretme hakkı tanınmalıdır. Bu çerçevede, ilk ve ortaöğretimde din kültürü ve ahlâk bilgisi dersi zorunlu olmalı ve bu dersin içeriği, toplumdaki farklı inançlar doğrultusunda hazırlanmalıdır. Bunun dışındaki uygulamalı din eğitim ve öğretimi öğrenci velilerinin isteğine bırakılmalıdır.
Sosyal haklara geçecek olursak:
Yeni anayasada üzerinde titizlikle durulması gereken konulardan birisi ekonomidir. Çağdaş demokratik hukuk devletlerinin en önemli görevlerinden bir tanesi de sosyal adaletin sağlanmaktır. Zira temel bir hukukî ahlâki ilke olan adalet, mülkün temelini oluşturur. Adaletin gerçekleştirileceği en önemli alanlardan bir tanesi de kuşkusuz ekonomidir. Ekonomi politikaları, zorunlu teknik bir süreç olmayıp siyasi bir tercihe dayanır. Bu bağlamda anayasalarda anayasa koyucunun tercih ettiği doğrultuda, belli bir ekonomik model tanımı yapılmasının yerinde olmayacağı ağırlıklı olarak ifade edilen yerinde bir görüştür. Özellikle gelir adaletsizliğinin, gelir dağılımının oldukça yani bu konuda adaletsizliğin yüksek olduğu ülkemizde, adalet ve refahın toplumun yoksul kesimine de yayılmasının sağlanmasının, devletin temel görevlerinden birisi olduğu anlayışı çerçevesinde yeni anayasada sosyal devlet ilkesine ve insan haklarının ayrılmaz bir kısmını oluşturan sosyal haklara yer verilmesi gerektiği konusunda hiçbir şüphe yoktur. Ancak bu hususların kabulü kadar somut olarak realitede nasıl gerçekleştirebilecek hususu da son derece önem taşır. Bu nedenle yeni anayasada özellikle yoksullar ve orta sınıflar lehine olmak üzere sosyal devletin ne anlama geldiğine ilişkin somut ifadelere yer verilmelidir.