MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Erdal Hocam Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisince yürütülmekte olan yeni anayasa yapım çalışmalarına katkı için buradasınız.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi biz biliyoruz ki ülkemizin köklü üniversitelerinden biridir. Hukuk Fakültesi de biliyorum aynı anlayışladır. Sizin üniversitenizin ve fakültenizin bu konuya duyarlılık göstermiş olması tabii ki bizi memnun etti. Şimdi sizi dinlemeye hazırız.
Arkadaşlarımızın sunumunuzla ilgili değerlendirmeleri olacaksa daha sonra kendilerine söz vereceğiz.
Şimdi söz sizin, buyurun.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Teşekkür ederim efendim.
Evet, Ondokuz Mayıs Üniversitesi adına ben bu raporu sunacağım. Öncelikle tabii ki üniversitemiz köklü bir üniversitedir, 1975 tarihinden beri üniversite olarak hayatına devam etmekte ve bizim hukuk fakültemiz de Ali Fuad Başgil Hukuk Fakültesi olarak -ismi bu şekilde- ilk olarak hukuk fakültesiydi daha sonra Ali Fuad Başgil olarak değiştirildi- 2008’den beri hayatta bizim hukuk fakültemiz ve şu anda 2’nci sınıf öğrencilerimiz bulunmakta ve buna ek olarak da bir de Adalet Meslek Yüksek Okulumuz var. Yeteri sayıda da öğretim üyemizle devam ediyoruz.
Şimdi, bizim bu anayasa raporumuzu biz rektörümüzün onayıyla hazırladık tabii ki, değişik fakültelerin öğretim üyelerinden ve yüksek okullarından gelen öneriler sonrasında ortak bir metin oluşturduk ve bu rapor bizim üniversitemizin raporu olarak karşınızda.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ondokuz Mayıs Üniversitesinin bu konuyla ilgili görüşleri.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Bu konuyla ilgili, yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili Komisyona sunduğu raporudur.
Şimdi tabii ki, Türkiye'de yeni bir anayasa ihtiyacı uzun bir zamandan beri tartışılmakta, bu Türkiye'nin gündeminde olan bir şey. Bunun sebebi de mevcut Anayasa çünkü mevcut Anayasa hem yapılış yöntemi bakımından eleştiriye açık, antidemokratik yönleri olduğundan dolayı eleştiriye açık. Bir de içerik olarak da demokratik ve özgürlükçü bir hüviyete sahip olmadığı için bu Anayasa ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Dolayısıyla bu Anayasa yapımından itibaren -ki çok da uzun bir süre geçmemiştir anayasal tarih açısından baktığımızda- otuz yıllık süre içerisinde yani çok ilginç bir şey on sekiz kez değişikliğe uğramıştır. Bir Amerikan Anayasası’nı düşündüğümüzde şu ana kadar 27 değişiklik yapılmış iki yüz otuz, iki yüz kırk yılda. Biz daha otuz yılda bu Anayasa’da on sekiz değişiklik yapmışız ve 177 maddelik Anayasa’nın 100 maddesinin üzerinde değişiklik yapmışız. Bu da bize şunu gösteriyor: Bu şekilde bu değişikliklere maruz bırakılmış olan bu Anayasa’daki otoriter, yasakçı, devletçi, vesayetçi ruhtan dolayı bu değişiklikler yapılmıştır ve bu değişiklikler evet olumludur, yapılan değişiklikler olumlu değişikliklerdir fakat bu Anayasa’nın üzerindeki bu biraz önce bahsettiğimiz vesayetçi ruhu ortadan kaldıramamıştır. Dolayısıyla yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır.
İşte yeni özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapılması gelişen ve değişen Türkiye için özellikle antidemokratik darbeci anayasa geleneğinin yıkılması ve demokrasinin üzerindeki vesayetin en azından anayasal düzlemde sonuçlandırılması açısından bir zorunluluktur, bizim kanaatimiz bu şekilde. Dolayısıyla biz bu raporumuzda ülkemizde toplumsal barışı temin edebilecek ve kalıcı bir yeni anayasanın yapım yöntemi ve içerik olarak hangi şartların yerine getirilmesi gerektiği konusunu ele aldık ve buna ilişkin birtakım öneriler dile getirmeye çalıştık.
Şimdi, tabii ki öncelikle anayasalarda yöntem çok önemli, yapım yöntemi önemli. Başta ifade ettiğimiz gibi, bir anayasanın tabii ki içeriği önemli ama içeriğinden de önce anayasanın nasıl yapıldığı çok önemlidir, yapım yöntemi çok önemlidir. Biz bu Anayasa’yı ondan dolayı tartışıyoruz yani antidemoktarik bir yöntemle yapıldığı için tartışıyoruz, darbeci bir gelenekten geldiği için, vesayetçi bir anlayıştan geldiği için, dolayısıyla biz bundan dolayı tartışıyoruz.
İşte demokratik bir anayasa için her şeyden önce yapılması düşünülen yeni anayasayla ilgili olarak toplumun mümkün olduğu kadar her kesiminin görüş ve önerilerinin alınarak burada büyük bir uzlaşmanın sağlanması gerekiyor ve dolayısıyla yeni bir anayasa hazırlanacaksa bu yeni anayasa Türk toplumunun tüm kesimlerinin katılım ve katkısıyla hazırlanmak zorundadır ki burada tabii şunu da hemen ifade edelim: Bu noktada büyük bir uzlaşının olduğunu nereden biliyoruz? 2011 son milletvekili genel seçimler öncesinde siyasi partilerin vaatleri vardı, burada sizler gerek iktidarın veya muhalefet partileri olarak bütün partilerin bu noktada vaatleri vardı ve bu vaatler sonrasında oluşan Meclis ve yüksek temsil niteliğine haiz bir Meclis ve dolayısıyla bu Meclis de yeni anayasa yapım konusunda bu demokratik meşruiyete sahip bir Meclis ve bu Meclisin de anayasa yapabileceği kanaatindeyiz. Dolayısıyla Türkiye’de bugün hem siyasi aktörlerde hem de sosyal aktörlerde yeni bir anayasa yapımına ilişkin mutabakatın varlığı da düşünüldüğünde şu anki Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni bir anayasa yapamayacağını söylemek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla bu Meclis yeni bir anayasa yapabilir çünkü biraz önce ifade ettiğimiz gibi yüzde 95,5 gibi yüksek bir temsil niteliğine Türk tarihinde şu ana kadar ki en yüksek temsil niteliğine sahip bir Meclistir ve bu Meclisin üzerine düşen bir sorumluluk olarak görüyoruz biz bunu. Bu bağlamda anayasa yapım süreci devam ederken katkıda bulunacak aktörlerin özgür bir platformda serbestçe görüşlerini dile getirebilmeleri için tabii ki değişik, çeşitli mevzuatlarda yer alan düşünceyi açıklama hürriyetinin önündeki engeller de kaldırılmalıdır çünkü herkes düşüncelerini özgürce dile getirmelidir.
İşte, anayasa yapım sürecinde uzlaşma için azami gayret gösterilmelidir. Hâlen Mecliste devam eden anayasa yapım sürecini yürüten partiler arasında uzlaşma sağlanamaması halinde ise anayasa çalışmaları durdurulmamalı ve yeni yöntemler geliştirmek suretiyle bu süreç devam ettirilmelidir. Dolayısıyla bu Meclisin üzerinde büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz.
Bu süreç sonrasında ortaya çıkacak metin her halükârda halkın oyuna sunulmalıdır. Ayrıca anayasa yazımında sade bir dil kullanılmalıdır, gerekirse bu konuda uzman eleman istihdam edilmesi gerekir diye düşünüyoruz çünkü şu andaki mevcut Anayasa’nın en çok eleştirilen noktalarından biri de üzerinde yorum yapılan noktalar kullanılan dilden kaynaklanmaktadır, bu da çok önemli bir husus.
Peki, başlangıç hükmü ve değiştirilemez maddeler: Tabii anayasalarda başlangıç metinleri mutlaka olması gereken bir kısım mıdır? sorusuna baktığımızda, hayır, mutlaka olması gereken kısımlar değildir. Ancak baktığımızda demokratik pek çok ülkenin anayasasında bunu görüyoruz, olmayanlar da var, mesela İtalya’da, Belçika’da, Hollanda’da, Danimarka anayasalarında başlangıç kısmı yoktur fakat pek çok ülkede vardır. Dolayısıyla hazırlanacak yeni anayasada hukukun üstünlüğü, özgürlükler, insan onuru, demokrasi, çoğulculuk gibi evrensel birtakım ilkeleri esas alacak tarzda bir başlangıç kısmının olmasında da beis yoktur ama bir zorunluluk değildir. Fakat burada şunu eklemek lazım: Başlangıç kısımları anayasa metnine dâhil olmamalıdır.
Peki, değiştirilemez maddelerle ilgili: Yine, öte yandan yeni anayasada değişmez nitelikteki maddelerin bulunmamasının daha uygun olacağı kanaatindeyiz çünkü bir dönemin kurucu iktidarının, geleceğin kurucu iktidarından daha üstün olduğu şeklinde bir genel kabul yaratan anayasalardaki değişmez maddelerin konuluş amacı esasında anayasa yapıcıların kafasındaki belirli bir toplum tipini yaratma düşüncesinin ürünüdür. Dolayısıyla değişmez maddeler zorunlu değildir. Ha evrensel anlamda baktığımızda dünyadaki anayasalarda değişmez maddeler var mıdır? Vardır, fakat bir zorunluluk değildir. Bizim 1924 Anayasası’nda da sadece “cumhuriyet” vardır, ki kalacaksa bile sadece “cumhuriyet” ibaresi 24 Anayasası’ndaki gibi yeterlidir diye düşünüyoruz.
Yine, bu yüzden anayasaların bir toplum sözleşmesi olduğu da düşünüldüğünde bu sözleşmenin taraflarının istedikleri zaman ve istedikleri şekilde sözleşmeyi değiştirebilmeleri gerekir.
Yine, temel hak ve hürriyetler noktasındaki bakışımızı ifade edecek olursak: Özelikle günümüz anayasacılığının en temel işlevi hak ve hürriyetleri güvence altına almak ve devlet iktidarını sınırlandırmaktır. Dolayısıyla yeni anayasa öncelikle insan haklarını teminat altına almalıdır. Bu bağlamda devletin varlık nedeninin ve asıl görevinin bireylerin temel hak hürriyetlerini kullanabilecekleri ortamı sağlamak olduğu yönündeki bir hüküm anayasada mutlaka yer almalıdır.
Yine, yeni anayasayla bireylerin devlet otoritesi karşısında korunmasına özel bir önem verilmeli ve temel haklar özgürlükçü bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
Yine, Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümüne, özgürlüğün asıl, sınırlandırmanın istisna olduğunu vurgulayan bir hüküm özellikle konulmalıdır diye düşünüyoruz.
Anayasa’nın temel hak ve hürriyetleri düzenleyen bölümünün başlığında “hak ve ödev” ifadelerinin birlikte kullanılmaması gerekiyor çünkü mevcut Anayasa’mızda 12’nci maddede böyle bir düzenleme var. Bu uygun değil dolayısıyla benzer bir yöntemin yeni yapılacak anayasada da takip edilmemesi gerekir diye düşünüyoruz.
Temel hak ve hürriyetlere ilişkin kısıtlamalar net tanımlamalarla yapılmalı gerek sınırlandırıcı hükümlerde gerekse sınırlandırmanın sınırını oluşturan hükümlerde muğlak kavramlara yer verilmemelidir diyoruz.
Yine, her bir temel hak ve hürriyetle ilgili özel sınırlama sebepleri yeniden ele alınarak, özellikle ifade hürriyeti ve türevi olan hürriyetlerin önündeki aşırı sınırlama sebepleri kaldırılmalıdır. Bu çok önemlidir.
Yine, mevcut Anayasa’da 14’üncü maddede bulunan ve militan demokrasi anlayışının bir tezahürü olan temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması başlıklı bir düzenlemeye yeni anayasada yer verilmemesi gerekiyor özgürlükçü bir anayasa olma adına. Zira, baktığımızda 1961 Anayasası döneminden bu yana gerek Anayasa Mahkemesinin kararlarında gerekse her türlü vesayet makamının uygulamalarında bu maddelerin arka planda yer aldığını görüyoruz.
Yine, anayasada yer almaması gereken birtakım hükümler var, bunların da anayasada yer almamasını istiyoruz: Mesela, kıyıların korunması ve sporun geliştirilmesi gibi bir anayasada düzenlenmesine gerek olmayan konular temel hak ve hürriyetler katalogunun dışında bırakılmalı, özellikle mevcut anayasadaki "gençliğin korunması" gibi hükümlerin anayasada yer almasına gerek yok. Bunların yasal çerçevede belirtilmesi, kanunla düzenlenmesi dolayısıyla yeterli olacaktır. Anayasayı şişirmenin de bir anlamı yoktur.
Yine, din ve vicdan hürriyeti noktasından baktığımızda: İbadet etme ve dinî inançlarını yayma hürriyetini de kapsayacak şekilde teminat altına alınması gerekiyordu ibadet hürriyetinin. Din eğitim ve öğretimi kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanuni temsilcisinin talebine bağlı kılınmalıdır.
Yine, laikliğin din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınması aracı olarak yorumlanması ve tanımlanması da gerekmektedir. Bu da yine bir diğer önem arz eden husus.
Şimdi, tabii ki yeni anayasada -tartışmalı noktalardan biri olacak belki bu ama- ana dil eğitimi ile ilgili kısıtlayıcı hükümlerin kaldırılması gerekiyor. Ana dil eğitiminin bir insan hakkı olduğu göz önüne alınarak devletin, vatandaşların bu hakkı kullanabilmesi için gerekli tedbirleri alması sağlanmalıdır. En azından seçimlik ders mahiyetinde de olsa bu hükümlerle ana dil eğitimleriyle ilgili düzenlemeler yapması gerekir diye düşünüyoruz.
Yine, anayasanın etnik kimliklerinden arındırılması, devletin tüm siyasal görüşlere, etnisitelere, inançlara eşit mesafede durması gerekmektedir.
Vatandaşlık konusu herhangi bir etnik vurgu yapmadan “Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” şeklinde düzenlenebilir. Yani eğer bu büyük bir tartışma yaratacaksa tabii bu noktada. Böyle bir düzenlemeyle bu sorunun aşılabileceğini düşünüyoruz.
Yine bir diğer husus siyasi partiler: Siyasi partilere ilişkin düzenlemelere baktığımızda, siyasi partilere üye olma hakkına sahip olanların kapsamı genişletilmelidir. Bu da yine önemli husus.
Yeni anayasada parti kapatma nedenlerinin sınırlı olarak sayılması ile birlikte parti kapatma zorlaştırılmalı ve son çare olarak düşünülmelidir. Parti kapatma çünkü Türkiye’de çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Siyasi partilerin kapatılması, partilerin ancak anayasayla güvence altına alınan hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak şekilde şiddet kullanılmasını savunmaları veya bir siyasî araç olarak şiddeti kullanmaları durumunda mümkün olmalıdır.
Yine, bunun yanı sıra siyasi partilerin, karar organlarınca desteklenmediği sürece üyelerinin bireysel davranışları nedeniyle sorumlu tutulmamaları gerekir.
Peki, siyasi partilere devlet yardımıyla ilgili: Siyasi partilere devlet yardımı yapılmasına devam edilmesi kanaatindeyiz. Siyasi partilerin devlet yardımı alabilmeleri için öngörülen yüzde 7'lik baraj kaldırılarak son genel seçimlerde elde ettikleri oy ile orantılı olarak bu yardımdan yararlanmalarına yönelik bir düzenleme yapılabilir diye düşünüyoruz.
Yine, anayasada siyasi partilerin mali denetimiyle ilgili hükmün de Anayasa Mahkemesinden alınarak Sayıştaya tamamen bırakılması gerektiğini düşünüyoruz Anayasa Mahkemesinin yükünü hafifletmek adına.
Yeni anayasada yasama kısmına baktığımızda: 1982 Anayasası’nın benimsemiş olduğu tek Meclis sistemi sürdürülmelidir. Türk seçim sisteminde temsilde adaleti sağlamanın önündeki en büyük engel ülke barajıdır. Bu baraj en fazla yüzde 5 olmalıdır diye düşünüyoruz. Tabii ki getirilen bu barajın da -biliyorsunuz balık sırtıdır bu- yani yönetimde istikrarı sağlamak adına böyle bir şey söz konusu. Getirilen bu barajın da temsil adaleti açısından yaratabileceği olumsuz etkileri gidermek amacıyla da "Türkiye milletvekilliği" getirilebilir. Gerçi bu tartışmada Anayasa Mahkemesinin iptali söz konusu ama neticede bu da bir düşüncedir, olabilir yeni anayasada. Buna göre 100 milletvekili herhangi bir baraj aranmaksızın ülke seçim çevresinden seçilebilir. Milletvekili seçilme yeterliliği yeniden düzenlenmelidir. Anayasada sadece yaş ve vatandaşlık şartı aranmalı, seçilme yeterliliğine ilişkin diğer hususlar kanunla düzenlenmelidir diye düşünüyoruz.
Yine, tartışmalı konulardan biri olan dokunulmazlıkla ilgili düşüncelerimize baktığımızda: Dokunulmazlık zırhının daraltılması gerektiği kanaatindeyiz çünkü tartışma konularının başında bu geliyor. Dokunulmazlığın milletvekillerinin şahısları için sınırsız bir imtiyaz olmaması ve bütün suçlarda ve bütün hâllerde milletvekillerine ayrıcalık olarak tanınmaması gerekiyor. Bu bağlamda, milletvekilleri hakkında tutuklanma ve tutulamama dışında, diğer işlemler yapılabilmelidir ki, son mesela bir milletvekilinin evinin aranması örneğinde olduğu gibi yine tartışma yaşanmıştı yani milletvekillerine bir ayrıcalık sadece tutuklanma ve tutulamama dışında herhangi bir ayrıcalık tanınmamalıdır diye düşünüyoruz.
Mevcut Anayasa’da yer alan soruşturmasına seçimden önce başlanmak koşuluyla, Anayasanın 14’üncü maddesindeki fiiller için öngörülen istisna hükmü, yeni anayasada düşünülmemelidir çünkü bu da yine tartışma konusu. Şu anda bu noktadan baktığımızda birtakım milletvekilleri içeride olduğu halde milletvekili görevini yerine getiremiyorlar, bu da bu 14’üncü maddeden kaynaklanmakta.
Yürütme ile ilgili görüşlerimize baktığımızda: Hükümet sistemi tartışmalarına bakacak olursa öncelikle burada yeni anayasanın çözmesi gereken temel sorunların gölgede kalmasına ve ertelenmesine sebep olunmamalıdır. Yani bu noktada bizim şu andaki Türkiye'nin temel sorunu işte bir başkanlık sistemi veya parlamenter sistem tartışmasından ziyade şu anda yeni bir anayasa sorunudur. Burada bu tartışmadan öte mevcut sistemin korunması, parlamenter sistemin, gerçek bir parlamenter sistemin gereklerine uygun olacak biçimde cumhurbaşkanının yetkilerinin temsili ve sembolik yetkilerle sınırlandırılması gerekiyor mevcut düzenlemenin korunması kaydıyla.
Yeni anayasada cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konusu da yine açıklığa kavuşturulmalı ve cumhurbaşkanına 1924 Anayasası’nda olduğu gibi kişisel suçlarından dolayı milletvekilleri gibi yasama dokunulmazlığına tabi olacağına ilişkin bir hüküm getirilmelidir diye düşünüyoruz.
Yine, Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı, bunun düzenlemesi de kanunla yapılmalıdır. Görev olarak sadece ülkenin dış savunmasıyla ilgili konularda siyasi iktidarların danışma birimi olarak yararlanabileceği bir hüviyete büründürülmelidir.
Yine, tartışmalı konulardan biri: Yüksek Öğretim Kurulu yani YÖK üniversiteler üzerinde bir güç olmaktan çıkarılarak, bir planlama ve eşgüdüm organı haline getirilmelidir ki bu Türkiye’de şu anda çoğu kuruluşun da, kişilerin de, üniversitelerin de çoğunun üzerinde uzlaştığı bir konu diye düşünüyorum.
YÖK üyelerinin ve rektörlerinin seçilmelerine veya atamalarına ait anayasada bir hüküm bulunmamalıdır. Bu kapsamda yeni çağdaş bir yükseköğretim kanunu çıkarılarak Yüksek Öğretim Kurumu, yüksek öğretimin yönetim şekli, üst kuruluşları ve rektör seçimi ve bunlarla ilgili yapının teşekkül şekli anayasayla değil Yükseköğretim Kanunu’yla belirlenmelidir ki ben baktım demokratik ülkelerin anayasalarında böyle bir şey yok yani bu şekilde YÖK benzeri bir yapılanma yok.
Askerî yargı organlarının yargı düzenindeki ayrı konumundan dolayı ortaya çıkan çift başlı yargı sistemine de son verilmelidir, bu da yine çok tartışılan bir konu.
Cumhurbaşkanının yine Anayasa Mahkemesi haricindeki yüksek yargı yerlerine üye atama yetkisine de son verilmeli ve bu yetki Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bırakılmalıdır diyoruz.
Yargıyla ilgili yine Anayasa Mahkemesinin demokratik meşruiyetini güçlendirmek için Mahkemeye Cumhurbaşkanının ve Yüksek Yargının seçeceği üye sayısı Türkiye Büyük Millet Meclisine göre daha az sayıda olmalıdır diye düşünüyoruz. Meclisin yetkilerinin bu noktada artırılmasını düşünüyoruz. TBMM'nin seçeceği üyeler için nitelikli çoğunluk aranmalıdır, tabii bunu yaparken de nitelikli çoğunluk önemlidir tabii, uzlaşma sağlanmalıdır diye düşünüyoruz. Yüce Divanda yargılanacak kişiler tekrardan düzenlenerek bu kişiler sadece Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Bakanlar ve Anayasa Mahkemesi üyeleri ile sınırlı tutulmalıdır diye düşünüyoruz.
Yine, Türkiye'de son yıllarda en çok gerilim yaratan konulardan biri olan anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi konusunda Anayasa Mahkemesine esas denetim yetkisi verilmemeli, şekli denetim yetkisini kullanabileceği durumlar ise hiçbir yorum ve tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenerek Yüksek Mahkemenin her ne adla olursa olsun esasa girecek bir denetim yapmasına mahal verecek kapılar tamamen kapatılmalıdır. Gerçi bu 1961’de de yapılmıştı, 82’de yapıldı ama buna rağmen yine Anayasa Mahkemesinin esasa girip denetim yaptığını da biliyoruz, tekrar etmekte fayda var herhâlde.
Yargı yine HSYK'nın oluşumu ile ilgili mevcut durum korunmakla birlikte, Kurulun bağımsızlığının sağlanabilmesi için Adalet Bakanı üyelikten çıkarılmalı, Adalet Bakanı müsteşarı ise bakanlık ile Kurul arasındaki koordinasyonu sağlamak adına Kurulda üye olarak kalmalıdır diye düşünüyoruz.
Teşekkür ederim.
Çok hızlı geçtim soru olur diye, süremi de aşmamak istedim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Erdal Hocam gayet özet, son derece anlaşılır bir sunum yaptınız o bakımdan tebrik ediyorum.
Kendinize göre bir anayasa yapım sürecinde karşılaşılabilecek sorunlarla ilgili çok açık ve net şekilde düşüncelerinizi ortaya koydunuz, o bakımdan teşekkür ederiz.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Ben teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tabii ki Komisyon olarak inşallah mayıs ayının başında başlamayı planladığımız yeni anayasa yazım ve yapım sürecinde sizin bu değerli görüşlerinizden de yararlanacağız.
Faruk Bey, Erdal Hoca’ya söylemek istediğiniz var mı?
Buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Hocam teşekkür ederiz, dinledik Ondokuz Mayıs Üniversitesinin resm3i raporunu. Zatıalinizi anayasa hukukçusu olarak da tanıyorum.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Evet.
FARUK BAL (Konya) – Şimdi, benim açıklığa kavuşturulması gereken iki tane terminolojik sorun hakkında bilginize ihtiyacım var; birincisi dikkatle dinledim “ana dil eğitimi” dediniz.
Şimdi, terminolojinin çok önemli bir yeri vardır ve yalan yanlış yerde kullanıldığı zaman da tekrar edile edile bunlar doğruymuş gibi kabul ediliyor. Şimdiye kadar ana dille eğitim vardı, ana dil öğrenimi vardı, şimdi bir de siz “ana dil eğitimi” dediniz. Bundan kastettiğiniz ana dili öğrenme hakkı mıdır?
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Şimdi, burada şu bir gerçek, Türkiye’de şimdi ana dilini konuşma önünde birtakım engeller vardı bunlar kaldırıldı zaten biliyoruz. Kanunda birtakım engeller vardı bunlar kalktı ama neticede şimdi seçimlik birtakım dersler konulabilir. Kişilerin sadece bu belli bir dil için düşünmüyorum ben yani Türkiye’de çünkü mesela ben bulunduğum Samsun için diyorum Samsun’da mesela üniversitemizde Çerkezce bölümünün açılması düşünülüyor, Çerkez vatandaşlar çok olduğu için sadece bir toplumda sadece Kürtler için gibi algılanıyor ama neticede etnisite olarak baktığımızda sadece Kürtler yok yani burada farklı düşünebileceğimiz Çerkezler, Gürcüler vesair de var ama burada bu kişilerin, mesela isteyenlerin seçimlik ders olarak kendi ana diliyle ders almalarında bir sakınca olmadığını düşünüyoruz yani ana dilini de çok rahat bir şekilde konuşabilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını düşünüyoruz, kastımız bu.
FARUK BAL (Konya) – Ben tabii terminolojide tam oturması için söylüyorum. Ana dilini öğrenmeyi tanımlıyoruz.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Evet ana dilini öğrenme. Yoksa şunu kastetmiyoruz, bakın biz üniversitelerde ana diliyle eğitim yapması yani devlet kurumlarında ana dille eğitim yapması gibi bir zorunluluğu kastetmiyoruz onunla. Seçimlik bir ders olarak konulabilir, bunun önünde engeller varsa kaldırılabilir yani bunu YÖK’ün adımları var. Burada herhangi bir sakınca görmüyoruz biz.
FARUK BAL (Konya) – Anladım Hocam, teşekkür ederim, ben yeteri kadar yararlandım.
Bir soru da çok kısa yani tartışma anlamında söylemiyorum sadece “vatandaşlıkla ilgili maddede etnik vurgunun kaldırılması lazım.” dediniz. Siz anayasa hukukçususunuz, 66’ncı maddeydi değil mi?
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Evet evet.
FARUK BAL (Konya) – Oradaki Türk ibaresi hukuki bir bağ mıdır, yoksa etnik bir vurgu mudur? Eğer etnik vurguysa ve Türk de etnikse bu ülkede yaşayan çoğunluğun adı ne?
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Şimdi biz bunu çok tartıştık, biz anayasa hukuku derslerinde de bunu öğrencilerimize anlatıyoruz, buradaki Türk ibaresinin bir milliyetçilik anlamında olmadığını, etnisite anlamında olmadığını vurguluyoruz fakat burada ciddi bir tartışma konusu görüyoruz Türkiye’de. Yani biz böyle diyoruz ama yani toplumun…
FARUK BAL (Konya) – Doğrusu ne?
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Doğrusunu söylüyorum. Toplumu tatmin edemiyoruz yani.
Şimdi, mesela birisi bana sormuştu bir öğrencim derste. Burada paylaşabilir miyim bilmiyorum?
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tabii tabii.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Mesela, şimdi biz -siz de hukukçusunuz- Türk soylu olanlar mesela Türk vatandaşlığına alınıyordu. Mesela diyor ki: “Ben Kürt soyluyum, Irak’ta yaşayan Kürt vatandaşı akrabam da Türk vatandaşı olabilir mi bundan dolayı Kürt soylu diye?”
Şimdi buna baktığımızda yani ben bu soruya cevap verememiştim yani işin açıkçası. Şimdi tabii ki burada hiç anayasada yer almasa ne olur? Kanunla düzenlenebilir veya “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla -bizim getirdiğimiz öneride- bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır.” dememizde ne sakınca var? Yani etnisite anlamında biz…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Kütahya) – Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı…
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır tabii onu diyorum yani vatandaşlık bizi devlete bağlayan bağ vatandaşlıktır Türk’ü de, Kürt’ü de, Çerkez’i de neyse hepimizi…
FARUK BAL (Konya) – İade etmek bir vurgu değil…
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Tabii ki şu bir gerçek, tabii ki, Türk hâkim unsurdur orada bir sorun yok ama neticede bizi vatana bağlayan bağımız Türk vatandaşlığıdır, bizi vatandaş olmamız bağlıyor. Yoksa burada kastımız o değil. Biz de derslerde anlatıyoruz ama burada hâlâ sorun olduğunu görüyoruz en azından bir çözüm olması adına böyle bir teklif getiriyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Peki, teşekkür ederim, sağ olun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Kütahya) – Ayla Hanım…
AYLA AKAT ATA (Batman) – Hocam teşekkür ediyorum, ilgiyle dinledik.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Ben teşekkür ediyorum.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Esasında sizin burada belirttiğiniz konu başlıkları hemen hemen her gelen bizim dinlemekte olduğumuz kurum ya da kişilerin üzerine eğildikleri, bizi de aydınlattıkları konu başlıkları. Tabii ki sizin de belirttiğiniz gibi çok daha geniş bir çerçeveleyebilmek lazım, çok geniş bir çerçevede tartıştırabilmek lazım, o yüzden sizin öğrenciniz nezdinde verdiğiniz örnek de çok önemliydi, bunu da belirtmek istedim.
Teşekkür ediyorum, sağ olun sunumunuz için.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Ben teşekkür ederim.
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ERDAL ABDULHAKİMOĞULLARI – Teşekkür ederim, saygılar sunuyorum.
Ben burada başta söylemeyi unuttum Rektörümüzün çok selam ve saygıları vardı.
Teşekkür ederim, saygılar sunuyorum.
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.08
----- 0 -----
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Başkanı Profesör Doktor Ömer Adil Atasoy.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Evet efendim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, hoş geldiniz Hocam.
Siz de yakinen takip ediyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dört ay kadar önce yeni bir anayasa yapım süreci başladı ve bu konuyla ilgili bir komisyon oluşturuldu, grubu bulunan siyasi partilerimizin üyelerinin içerisinde yer aldığı bir komisyon.
Aynı zamanda komisyonumuz alt komisyonlar da kurdu. Şu anda, biz, burada bulunan milletvekili arkadaşlarımız 1 No’lu Alt Komisyonda görev yapıyoruz, siyasi partilerin ve anayasal kuruluşların bu konudaki önerilerini dinlemek için.
Şimdi de eksik olmayın siz Eskişehir’den kalktınız geldiniz, Osmangazi Üniversitesinin yeni anayasa yapım sürecine katkılarını bize ifade edeceksiniz.
Şimdi sözü size veriyorum.
Buyurun.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Efendim, ben, tabii, uzunca bir yoldan geldim, onun için eğer Sayın Büyük Millet Meclisimiz uygun görürse bir çayı memnuniyetle alırım.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Gayet tabii, gelecek efendim biraz sonra, o bizim geleneğimizdir.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Efendim, tabii, benim burada açıklayacağım veyahut da sizin sorularınıza karşılık vereceğim görüşler ve düşünceler kişisel görüşlerim. Yani ben bir kurum adına her ne kadar görevlendirilmiş isem de kurumumu bağlayıcı veyahut da kurumumun görüşü mahiyetinde…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğünün, bizim üniversite olarak yeni anayasa yapım süreciyle ilgili önerilerimiz şunlardır diye bir çalışma yapmadığı anlaşılıyor.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Efendim, şöyle…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama sizi görevlendirerek, sizin görüşlerinizi üniversitenin görüşü olarak kabul edemez miyiz?
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Efendim, tabii, bu tam olmaması gerekir.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, buyurun.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Ben kısaca, burada…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama üniversite sizi görevlendirdi bu konuyla ilgili.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Şöyle, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığımızın üniversitelerimize yazdığı bir yazı var, bu konudaki görüş ve düşüncelerin Sayın Komisyona, Uzlaşma Komisyonuna ulaştırılması yönünde.
Ben, şahsen, kişisel olarak, Profesör Doktor Ömer Adil Atasoy olarak, Komisyonunuza hitaben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımızın ismiyle, kendi kişisel görüşlerimi ifade eden bir rapor sundum, bir yazı sundum. Bu yazı muhtemelen Komisyonun dikkatine sunulmuştur veya intikal etmiştir diye düşünüyorum, ama bir suretini de ben yanımda getirdim, onu size takdim edebilirim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Fazlaysa alalım.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Bu rapor kişisel bir rapor. Bir öğretim üyesi olarak, özellikle de hukukçu olarak duyarlılığımı yansıtmak bakımından, Sayın Komisyonumuza ulaştırdığım bir rapor.
Tabii, öncelikle raporumun başlangıcında, böyle bir çalışmanın Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yapılıyor olmasının ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisini anayasa yapma konusunda haklı ve yetkili meşru bir organ olarak görmesini özellikle desteklediğimi, bunun Türkiye'nin gelecekteki yapılanması ve alacağı demokratik yapılanma ve açılım açısından çok önemli bir başlangıç ve görev ve sorumluluk olduğunu, bu sorumluluğun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ve özellikle onun bir parçası niteliğindeki Uzlaşma Komisyonu tarafından çok dikkatle, hassasiyetle yürütülmesi gerektiğini, öncelikle ve özellikle beklentimizin bu çalışmaların sonuçlanması, olumlu bir biçimde sonuçlanması ve Türkiye’mizin bu çalışmalar sonucunda bir yeni anayasaya kavuşması yönünde olması yönündeki temennilerim ve dileklerim var.
Tabii, bu temenni ve dileklerimi üniversitemdeki bütün arkadaşlarım da paylaşıyorlar, yani o konuda herhangi bir farklı görüş söz konusu değil, bir nevi kamuoyunun ve üniversite kesiminin, genel bir görüşü olarak da üniversitem açısından özellikle bunu söyleyebilirim.
Tabii, bunun dışında, her konuda değil ama, bazı konularda özel mahiyetteki görüş ve düşüncelerimi yansıtmıştım bu yazıda, kısaca isterseniz onları şöyle bir özetleme yapabilirim.
Bir kere çok güzel ve karşılıklı demokratik ilişkilerin uzlaşma atmosferinin kabul edildiği, benimsendiği bir ortamda anayasa hareketleri ve anayasanın şekillenmesi konusundaki çalışmalar başlatılıyor ve bu, şu andaki durum itibarıyla da bir hayli mesafe kat etmiş durumda, bunun bu şekilde devam etmesini arzu ederiz, şahsen de bunu arzu ediyorum.
Tabii, görüş ve düşünceler olarak farklı görüş ve düşüncelerin yansıtılması mümkün, bu konuda da gerçekçi olmak lazım, ama Komisyonumuz özellikle oy birliğiyle, gönül istiyor ki belirli konularda uzlaşsın, bir araya gelsin ve ortak uzlaşmanın sonucunda yeni anayasanın şekillenmesi mümkün olsun.
İşte, bu gelinen noktada ortaya çıkan anlayışın, Türkiye'nin geleceği bakımından ortaya çıkan demokratik ve çoğulcu yapılanmanın ve karşılıklı halktan gelen, tabandan gelen seslere de kulak vererek bir yeni anayasanın hazırlanması gerekliliği ve ihtiyacının ortaya çıkardığı bu çalışmalar, Anayasa’mızın dibacesinde, başlangıç kısmında da mümkün olduğu kadar ifade edilsin ve özetlensin. Yani bu yönde, başlangıç kısmı itibarıyla Anayasa’mızın, anayasanın yapılma ilkeleri, getirdiği ufuk, vizyon vesaire gibi konularda bir bakış açısını ifade etmesi mutlaka yararlı ve gerekli olacaktır, çünkü ben bilemiyorum, siz hangi üniversiteden mezunsunuz, hukukçu olduğunuzu biliyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – İstanbul Hukuk Fakültesi.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Ben 1964-1965 girişliyim. Ben fakülteye öğrenci olarak girdiğimde, 1960 İhtilali ve onun sonucunda yapılmış olan 61 Anayasası’nın hâlâ etkin olarak havası esiyordu ve o 61 Anayasası’nı hazırlayan ünlü hocaların birçoğundan ders aldım. Onlar diyorlardı ki: “61 Anayasası’nı biz yaptık, sizler de koruyacaksınız.”
Şimdi, tabii, 61 Anayasası’nın üzerinden 1982 Anayasası da geçti. Fanilerin yaptıkları işlerin kendi zamanları ve kendi görüşleri açısından gerçekleşmekte olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bizler o nasihatlere muhatap olan sadık öğrenciler, geçen zaman içerisinde hiç de durumun böyle olmadığını, kurumsal ihtiyaçların gerektirdiği ölçüde, bu ihtiyaçlara cevap verecek şekilde, toplumun yeniden, bir bakıma hukuki anlamda düzene sokulmasının, kurumsallaşmanın temeli olan anayasanın şekillenmesinin ve ondan sonra da belki ortaya çıkacak hukuk devletinin gerektirdiği diğer kurumsal düzenlemelerin, Anayasa’da ortaya çıkan o şablona uygun olarak yeniden bir dizayn ve düzenlemeye tabi tutulacağının bilgisi ve bilinci içinde olmamız gerekiyor.
Şu anda, tabii, anayasal sorunlar olarak teknik manada birçok konunun tartışıldığı malumdur. Mesela, ben, sadece bu konulardan birkaç tanesine değinme fırsatı bulmuştum raporumda, bunun ayrıntısı raporda var ama kısaca özetleyeyim.
Mesela, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin dokunulmazlıkları meselesi tartışılan bir konu. Bunun, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisini de aşarak başka konulara da nasıl intikal ettiğini bugünkü yaşadığımız ortamda görüyoruz ve hissediyoruz.
Tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin görev ve sorumluluklarını yaparken yerine getirmekte oldukları görevin hassasiyeti dolayısıyla, kürsü dokunulmazlığı konusunda herhâlde bir konsensüs var, ama onun dışındaki suçlar bakımından, işte, bu konu herhâlde uzlaşmayı gerektirecek ve tabii ki sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, değerli milletvekillerinin dokunulmazlığı açısından değil, işte, devlet memurlarının, kamu çalışanlarının dokunulmazlığı açısından da meseleye biraz daha bakmak gerektiği, bu konuda farklılaştırmaları, farklılıkları, istisnai kurumlar dışında, işte, bugün Millî İstihbarat Teşkilatımız ve ordumuzla ilgili ortaya çıkan özel durumların nasıl hayatımızda etkin bir sorumluluk veya durum ortaya çıkardığı meydanda.
Burada, herhâlde genel bir bakış açısı ve bu yönüyle kamu çalışanlarını da büyük ölçüde içine alacak şekilde dokunulmazlıklar alanının daha mümkün olduğu kadar eşitlikçi ve farklılıklara yol açmayacak şekilde düzenlenmesi.
Orada, mesela ben şöyle bir öneride bulunmuştum. Tabii, bunu, rutin, devlet ve kamu sorumlulukları ve çalışanları açısından söylemek mümkün. İstisnai görevler ve sorumluluklar bakımından, mutlaka vazifelerin ve sorumlulukların gerektirdiği ölçüde istisnalar getirilmesi gerekir, devletin kurumları arasındaki iş birliğini sağlamak ve koordine etmek kaydıyla.
Mesela, hâkimlerimiz açısından, savcılarımız açısından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu var. Oradaki memuriyet hayatının gerektirdiği özelliklere uygun disiplin ve devlet memuriyeti ve hâkimlik mesleğiyle ilgili durumları düzenliyor belirli ölçüde. Belki kamu çalışanları açısından da kamu çalışanları kurumu diye bir kurum oluşturulup, devlete memuriyet bağıyla veya kamu görevi bağıyla bağlı olanlar açısından da böyle bir genel düzenleme ve kurumsal açıdan, gerek memuriyet göreviyle ilgili, gerekse diğer…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Devlet Personel Başkanlığı, bu görevi biraz daha mı değiştirelim?
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Yani onu biraz daha genişletmek suretiyle…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Devlet Personel Başkanlığı sizin söylediğinizi bir noktada karşılamak için…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Yapıyor ama, onu biraz daha genişletmek suretiyle, biraz daha bugünün imkânlarına ve ihtiyaçlarına uygun hâle getirmek suretiyle, Devlet Personel Başkanlığının görevlerini belki biraz daha açarak, bu fonksiyon ve görevleri de üstlenecek şekilde bir çözümlemeye gidilebilir. Bu, benim, işte, bazı kurumların çalışma esaslarından esinlenerek edindiğim ve ortaya koymaya çalıştığım bir görüş, takdiri tabii ki yüce Meclise ve bu çalışmaları yapacak, teknik düzeydeki çalışmaları yapacak olan arkadaşlara ait.
Tabii, özellikle benim şu andaki uygulamalar bakımından değindiğim bir psikolojik metot, özellik var. Mesela bir kısım insan hak ve hürriyetlerinin korunması ve bunlara ilişkin uygulamaların -Sayın Üyemiz de burada, İnsan Hakları Evrensel Mahkemesi üyesi ve temsilcisi ülkemiz adına- evrensel kuralların… Mesela Anayasa’mızda, özellikle Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş uluslararası anlaşmalar iç hukuk kuralı hâline getirilmiş olmasına rağmen, yani bizim eğitimimizden gelen, hukuk mantalitemizden gelen, öncelikle kendimize ait yazılı kanunlara itibar etmekten gelen bir çekingenlik var, sanki psikolojik bir engel var, o tür uluslararası yasalara uymak veyahut da onlara itibar etmek gerektiğinde “Acaba ben kendime ait olan kanunlara aykırı, ihanet teşkil edecek bir davranışta mı bulunuyorum?” gibi bir çekingenlik var.
Bu çekingenlik, biraz evvel sayın üyemiz başlangıç cümlemi ifade ederken yoktu, tekrar edeyim, işte, anayasalar ve hukuk sistemi, hukuk eğitimi çerçevesinde hukuk eğitimi görenlere emanet ve tevdi ediliyor, “Aman bu çizgiden dışarıya çıkmayın.” deniliyor ve onun içindir ki maalesef, bizim özellikle içtihat mahkemesi niteliğinde görüşler ortaya koyacak, toplumun nabzını tutarak, ihtiyaçları değerlendirerek, bu ihtiyaçlara normal ve evrensel çapta çözümler getirecek olan yorum mahkemelerimiz, içtihat mahkemelerimiz de katı katıya pozitif hukukun çemberi içerisine giriyorlar ve diğer hususlara kulaklarını tıkıyorlar.
Böyle olunca, kendi hukuk sistemimiz kendi elimizi kolumuzu bağlayan bir engel ve pranga hâline geliyor. Yani bunları yirmi yıllardan beri yaşıyoruz ve bunların bütün tecrübesini, siz çok tecrübeli milletvekillerimiz ve belki diğer teknik kadrodaki arkadaşlarımız biliyorlar, takip ediyorlar. Yani bu yönden de hukuk öğreniminin, hukuk fakültelerinden başlayarak ve hukuk öğreniminden sonra da hukuku uygulayan yasa görevlileri açısından, yeni bir mantık ve anlayışın hakim kılınacağı bir düzeye gelmesi, işte, bu anlayışın temelini de oluşturacak olan anayasamız teşkil edecek.
Orada, özellikle benim düşüncem, biraz daha temel hak ve hürriyetlerle ilgili alanda, bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili alanda, bizim kendi Anayasa’mızda hüküm bulunacak şekilde somut hükme yer vermenin yararlı olacağına inanıyorum, çünkü bu anayasa yapılsa bile, bu anayasayı uygulayacak olan hukukçular geçmiş hukuksal anlayışın yetiştirdiği hukukçular olacak. Onların eline somut ve herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde hüküm koymamız lazım.
Mesela, kamuoyunda da bazı görüşler duyuyorum, yani anayasa çok kısa olsun, çok özet hak ve özgürlükler alanı düzenlensin, hatta atıf yapılsın tarzında düşünceler de var, ama ben bu düşüncelerin hukuk psikolojisi ve uygulayıcılarımız bakımından ellerinde somut bir metin olması itibarıyla biraz daha özlü…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Siz biraz daha teferruatlı olsun…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY – Teferruatlı olmasın ama, en azından hak ve özgürlükler alanını tereddütsüz karşılayabilecek bir metin olsun ve de tabii ki bu anlamda, işte, o başlangıç kısmında veyahut da hak ve özgürlükler alanına ilişkin hükümler bakımından, her ne kadar şu andaki Anayasa’mızda da var ama, çok sağlam ve iyi yorum kuralları getirmek lazım.
Mesela, işte, anayasa hükümleri hepsi eşittir ve birbirine üstünlüğü yoktur, ama geçmişte bir kısım değerlerin çok daha üstün olduğu, öncelikli olduğu ve onların öne çıkarılması gerektiği yönünde uygulamalar gerçekleşti.
Ve bir de tabii, ben özellikle Anayasa’mızın 2’nci maddesini değerlendirirken ikili bir ayrım yapıyorum. 2’nci maddede, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerine ilişkin hükümler var, bir de Türkiye Cumhuriyeti devletinin niteliklerine ilişkin hükümler var. Nasıl hukuk bir değerler sisteminin üzerine oturmak ve günlük olaylarla ilişkileri o değerler bağlamında çözmek durumundaysa, Anayasa’mızın da 2’nci maddesinin başlığı -raporumda da var- Türkiye Cumhuriyeti devletinin değerleri ve nitelikleri şeklinde olmalı. Değerler sistemimiz ortaya konmalı ve bu değerler sistemine bağlı olarak bu nitelikler nasıl uygulanacak, açıklanmalı. Mesela, bizim şimdiki 2’nci maddemizde ne var? Halkın huzuru var, millî dayanışma var, adalet anlayışı var, insan haklarına dayalılık var.
Peki, bazı hükümler ve içtihat mahkemelerimiz karar alırken, toplum huzurunu, millî dayanışmayı, insan haklarını dikkate alarak bu nitelikleri yorumladılar ve buna etkisini veya ne yönde etkisiz olarak, olumsuz olarak etki edeceğini düşündüler mi? Yani birinci derecede belki de önemli olan değerler sistemimize bağlı olarak niteliklerin ve anayasada yer alacak özgürlükler alanının yorumlanması ve uygulanması olmalıdır diye düşünüyorum.
Tabii, problematik alanlardan bir tanesi de benim daha önceki hukuk derslerim… Her ne kadar ben ticaret hukukçusuysam da çeşitli üniversitelerde hem anayasa hukuku hem kamu yönetimi hukuku gibi hukuk derslerini de verdim. Özellikle dikkatimi çeken hususlardan bir tanesi, yürütme organının 1982 Anayasası’nda şekillendirilmesi bakımından ortaya çıkan çift başlılık idi. Bu konudaki görüşlerimi ve düşüncelerimi, çok öncesinden gene üniversitemizin ilgili organlarına yazdığım bir raporla beyan etmiştim, 1994’te. O zaman Sayın Demirel Cumhurbaşkanı idi ve bir beyaz kitap hazırlamak veya yayınlamak yönünde bir çalışması olduğu bildirildi ve Devlet Denetleme Kurulu aracılığıyla “İşler bir demokrasi nasıl olmalıdır?” sorusunu üniversitelere yöneltti.
Bu soruyu cevaplandırırken, ben özellikle Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık arasındaki, Bakanlar Kurulu arasındaki çelişkiye değinerek, bu konudaki sistemin mutlaka ya klasik parlamenter sistemin özüne uygun olarak düzenlenmesi gerektiğini veyahut da işte, zaman içerisinde eğer toplumsal duyarlılıklar müsaade eder de topluma iyi anlatılabilirse,
topluma iyi anlatılabilirse bu konudaki çift başlılığın önüne geçebilmek bakımından başkanlık sistemine geçilmesinin uygun olacağını tavsiye etmiştim fakat başkanlık sistemi her ne kadar tartışıldı ise de toplum kesiminde ve belirli hassasiyetler dolayısıyla bir kısım siyasi partilerimiz açısından bazı endişelere sebebiyet verebileceği düşüncesiyle ihtiyatla karşılandı, karşılanmaya da belki devam ediyor.
Onun için, belki Uzlaşma Komisyonunun da üzerinde mutabık kalacağı herhangi bir görüş ayrılığına sebebiyet vermeden bu konudaki yeni düzenlemeyi yapabileceği şık, klasik parlamenter sistemin özelliklerine uygun olarak Cumhurbaşkanlığı makamının daha sembolik, sorumsuzluğuna uygun birtakım görev ve sorumluluklar üstlenecek şekilde -zaten bunlar geçmişteki Cumhurbaşkanlarımız tarafından da birçok defa dile getirildi- düzene kavuşturulması ve idari anlamdaki yürütme konusundaki konularda da özellikle şu andaki Anayasa’mızda olduğu gibi Cumhurbaşkanına idari anlamda verilen birtakım yetki ve sorumlulukların makul ölçülerde tabii ki iyileştirilmesi veyahut da izale edilmesi yoluna gidilmesi. Cumhurbaşkanlarımızın da şikâyetleri çerçevesinde bu konudaki artık yakınmalardan kurtulmaları.
Onun için, şu anda zaten yerleşik olan ve bir nevi teamül hâline gelmiş bulunan ve üzerinde konsensüs sağlandığı düşünülen sistem, bana göre parlamenter sistemin klasik özelliklerine uygun olarak işte bu çift başlılığı da önleyecek şekilde ortadan kaldırılmasını sağlamak.
Tabii ben raporumda sadece yürütme erki bakımından çift başlılığın şeysi üzerinde durmuştum. İşte, yürütme, yargı ve yasama konusuyla ilgili konuların da belki yeniden bu anlamda bir daha tezekkür edilmesi, yeniden değerlendirilmesi ihtiyacı doğabilir. Mesela işte yasama ile yargı, yargı ile yürütme arasındaki hususlarda da birtakım yeni ihtiyaçların ortaya çıktığı anlaşılıyor. Bunlara da bir daha dikkatlice bakmak, bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekir düşüncesindeyim.
Tabii bir başka konu da özellikle yerel yönetimler ve merkezî idari yapılanma konusunda Türkiye'nin alacağı şekil. Bu konuda konsensüs şu andaki yerinden yönetim ilkesinin uygulanmasına devam edilmesi ve bunun mevcut eksikliklerinin tamamlanması suretiyle de yenilenmesi tarzında bir veçhe kazanıyor benim nazarımda. Yani şu anda Sayın Hanımefendi’nin de temsilcisi olduğu siyasi parti, Türkiye'nin sınırları içerisinde tek bir bayrağa bağlı, tek bir egemenlik hakkına sahip üniter bir devlet yapısını benimsediklerini ve buna saygılı oldukları düşüncesini ifade ediyor.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Ülke bütünlüğü içerisinde…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Ülke bütünlüğü, işte tek egemenlik altında yapılanan bir üniter devlet yapısını, benim açıklananlardan hissettiğim şey bunu ifade ediyor ve bu çok bence de olumlu bir yaklaşım. Bu olumlu yaklaşımın sürdürülmesi gerekir.
Zaten Anayasa’mızda idarenin yapılanması bakımından siyasi yerinden yönetim ilkesi değil, idari yerinden yönetim ilkesi benimsenmiş durumda. İdare, merkezî idare organlarından ve yerel yönetim organlarından meydana gelir. İşte, merkezî yönetim organlarıyla yerinden yönetim organlarının görev, sorumluluk alanlarının yeniden tanımlanması mümkün. Bu konuda yerel yönetimlere, özellikle Avrupa şartında olduğu gibi, işte yerinden yönetim ilkesinin dayandığı temel esas, kamu hizmetlerinin bu kamu hizmetlerinden yararlanacak vatandaşlara en yakın kurum veya birim tarafından yerine getirilmesi ilkesi.
Sayın Hâkimim, doğru değil mi? Evet, bu konudaki…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Onaylamam mı bekleniyor? Biz onaylamıyoruz efendim hiçbir şeyi; ne onaylıyoruz ne karşı çıkıyoruz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Adil Hocam, tabii son derece tecrübeli, geniş bir bilgi birikimine sahip, onların içerisinde. Konuyu çok güzel özetliyor, anlatıyor. O bakımdan, teşekkür ederim.
Devam edebilirsiniz.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Estağfurullah.
Burada, işte yerinden yönetim ilkesinin uygulanabilirliği zaten Anayasa’mız bakımından kabul edilmiş ve bu konuda da herhangi bir tartışma olacağını zannetmiyorum. Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığının bütünüyle kabul edilmiş olması, buna itiraz edilmemesi, yani Anayasa’mızın zaten siyasi yerinden yönetim ilkesine kapalı olması dolayısıyladır ki yerinden yönetim ilkesinin gerektirdiği uyarlamalar, düzenlemeler, hem de biraz daha ileri gidelim, bazı bölgelerimiz açısından pozitif ayrımcılığa yer verebilecek şekilde şekillendirilebilir ihtiyaçlar doğrultusunda. Sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki bazı bölgelerimiz değil, Anadolu’nun içindeki nice yerlerimiz ve bölgelerimiz bu tür pozitif birtakım korumacılığa layık ve hak kazanmış durumdalar. Yani Anadolu, bir kısım bir yerler boşalıyor, âdeta kıraç ve kimsesiz topraklar hâline dönüşüyor, bir kısım yerlerde ise işte, sanayileşmenin getirdiği birtakım kıpırdanmalar ve yoğunlaşmalar ortaya çıkıyor. Bu yönüyle tabii merkezî idari yapılanma bakımından bakanlıkların, özellikle tabii ki klasik devletin görev ve fonksiyonlarını yerine getiren işte temel bakanlıklar -ki neler olduğu hep malum- dışında koordinatör bakanlıklar şekline dönüştürülmesi, planlama ve koordinasyon, denetimle ilgili, aktif ve etkin denetimle ilgili kamu hizmetlerinin sunulması, yerine getirilmesi ve kalitesinin artırılması bakımından çünkü vatandaşlarımız hizmetin en iyisine layık. Bunu şimdiden kafamıza koymamız lazım. Ülkemizin hiçbir yeri, bölgesi ayrım yapılmaksızın bu hizmetlerden en iyi şekilde yararlanabilmeli. Artık zamanımızın gerektirdiği ölçü bu. Bu ölçünün altına inersek zaten kendi varlık sebebimizi inkâr etmiş oluruz. Bu yönüyle de işte belki yerel yönetim idarelerine biraz daha özerklik tanınması. Mesela Anayasa’mızda yerel yönetim idareleri, “Karar organları, seçimle iş başına gelen idareler.” olarak tanımlanır. Yürütme organları, bir tek istisnası il özel idaresi. İl özel idaresiyle ilgili uygulamayı da seçimle yerine getirebilmek ne gibi bir sakınca doğurur ki? Bütün, her alanda demokratikleşmeye doğru bir gidiş ve halkın doğrundan temsiline ilişkin birtakım amaçları taşıdığımıza göre, o hâlde belki de Anayasa’da yer alacak değişikliklerden bir tanesi “Yerel yönetimler yürütme ve karar organları seçimle iş başına getirilen idarelerdir.” tarzında bir tanımlama cümlesinden ibaret olacaktır.
Gene merkezî idarenin şeysi bulunsun, vilayette, ilde vali olarak görevini sürdürsün ama valinin de çift başlılığını ortadan kaldırmak lazım. Yani o da merkezî idareyle ilgili hizmetleri ve diğer yerel yönetimlerle ilgili hizmetleri koordine eden bir üst yetkili durumuna geçmeli ve bu konuda da İl Özel İdaresi Kanunu’nda, belediye kanunlarımızda değişiklikler yapıldı, bunlar uygulamaya da girdi ama bunların da biraz daha ileri düzeyde ve şimdiki ortaya çıkan ihtiyaçları da karşılayacak şekilde olmasının yararlı olacağını düşünüyorum.
Evet, bir de üniversitemizle ilgili temennimiz ve düşüncemiz var, müsaade ederseniz, vaktimiz varsa.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tabii buyurun Hocam, on üç dakikamız var.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Peki.
Şimdi, üniversitelerin yönetimi ve temsili ve üniversitelerin özellikle ülkemiz hayatındaki önemi.
Şimdi, üniversiteler artık iş ve aşın başı hâline geldi yani mesleki eğitim de dâhil iş ve beceri kazanmak yolu üniversiteden geçiyor. Bu iki yıllık yüksekokul, dört yıllık yüksekokul, lisans düzeyi ve lisansüstü düzey.
Şimdi, özellikle biz insanımızı kalite ve iş yapabilirlik bakımından üniversiteyle sınır koymaksızın arasına buluşturmamız lazım çünkü işin ve aşın kaynağı orası, becerinin, bilginin kaynağı orası ve üniversiteden korkmamamız lazım. Yani ben artık şu ana geldiğimiz noktada ideolojik birtakım farklılıkların tümüyle eridiğini, ortadan kalktığını ve bu bakımdan belirli bir çekinceyle ve belirli bir fren mesafesi koyarak yaklaşmanın doğru olmadığına inanıyorum. Görünen köy kılavuz istemiyor. Türkiye'nin ekonomik kalkınması bakımından iyi yetişmiş, kaliteli insan gücüne ihtiyaç var ve bu ihtiyaç bizim en üstün ve başkaca da ikamesi mümkün olmayan değerimiz.
Bunun için, özellikle Üniversiteler Kanunu’nda değişiklik yapılması, sadece devlet tarafından değil, sadece vakıflar tarafından değil, hatta özel kişiler tarafından kâr amaçlı üniversitelerin kurulabilmesinin ve mesleki anlamdaki eğitimin gerçekleşebilmesi bakımından da sivil toplum örgütlerine görev verilmesi gerektiğine inanıyorum. Odalar, birlikler, işçi sendikaları, bunlar da kendi sendikal ilgi alanlarına giren mesleklerle ilgili meslek kuruluşları, kendi alanlarındaki konularda mesleki iş gücünü sağlayacak şekilde mutlaka meslek yüksekokulları veya yüksekokullar açmalıdırlar.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – TOBB Üniversitesi bunun bir örneği midir?
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Bu örneğidir ama dolaşılarak yapılmış bir şeydir.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anladım, vakıf üniversitesi…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Önce vakıf hâline geldi, sonra da bunu uygulamaya başladı. Mesela ben Kayseri’de görev yaptığım için üniversiter hayatımın belirli bir dönemi orada geçti. Mesela, konfeksiyon ve tekstil sanayinin duayenlerinden birisi var Kayserili. Bir röportajında soru şu: “Siz fabrikalarınıza, iş yerlerinize nasıl eleman temin ediyorsunuz?” Cevap şu: “Biz eleman çalıştıran diğer fabrikaların ve iş yerlerinin elemanlarını ayartıyoruz, onlardan yetişmiş eleman alıyoruz.”
Peki, sen Halit Narin, en üst düzeyde bir sendikanın, işveren sendikasının temsilcisisin. Elinde de bu kadar kaynak var. Niye peki, kendi tekstil iş dalında veya konfeksiyon dalında kaliteli eleman yetiştirecek bir okulun açılması veya faaliyete geçmesi konusunda ön ayak olmuyorsun?
Yani bu konuda sendikalarımız ve sivil toplum örgütlerimizin önemli bir potansiyele sahip olduklarını düşünüyorum. Üniversiter sistemin içerisine girecek şekilde sendikalarımızın, sivil toplum örgütlerimizin ve elinde fon toplanan, kaynak toplanan, bu kaynakları başka türlü kullanmasınlar, işte, lüks, gezme, eğlenme, tatil imkânları yaratacak şekilde kullanmasınlar, kendi meslek alanlarında eleman yetiştirmek üzere kullansınlar, okul açsınlar. Yani birkaç örnek var çeşitli lise, teknik lise düzeyinde eğitim yapmak üzere çeşitli zenginlerimizin veya sanayicilerimizin yaptıkları ama bunlar tek tük şeyler. Bunu kurumsal hâle ve belirli şartları ve özellikleri taşıyan kişilere hiç gocunmadan ve “Şöyle mi olurmuş, böyle mi olurmuş, şöyle mi yaparlarmış, böyle mi yaparlarmış?” demeden, belirli bir tabii ki çerçeve çizerek, belirli şartlar ve unsurları da koymak kaydıyla, nasıl olsa nasıl şimdi vakıf üniversiteleri Üniversiteler Kanunu’na tabi olarak faaliyet gösteriyorlarsa ve bu konuda bir konsensüs ve ortak bir kurala uygun hareket ediyorlarsa bu yönde de bir hareket sağlanabilir. Üniversiter düzeyimiz, bütün, herkese değilse bile üniversiter eğitimini çeşitli düzeylerde yapmak arzusunu taşıyan bütün çocuklarımıza kapılarını açacak şekilde imkânlara kavuşturulmalıdır. Yani bence eğer cumhuriyetin 100’üncü yılında, 2023’te bir hedef koyacaksak… Yani okuryazar sayımızı yüzde 100’e çıkartmak çok önemli bir hedef. Bu mutlaka takip edilmeli ama bence hedefimiz ve belki de sloganımız şu olmalı: “Üniversiter eğitim yapmayı arzu eden her öğrencinin 2023 yılına kadar üniversiteye girebilmesi imkânını sağlamak, üniversiteli olabilmek imkânını getirmek önemli bir hedef, toplumsal amaç olmalıdır.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Niye 2023?
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Yani. 100’üncü yıla denk geldiği için.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – 100’üncü yılda anlamlı olur diye söylüyor.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Evet, anlamlı olması. Hedef şimdiden konulacak ama daha erken de olabilir.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Daha erken de olsa olabilir.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Daha erken de olsa olabilir bu tabii ki.
Evet, yani üniversite eğitimini özellikle, bu konuda çok önemli bir herhâlde bu şey olacaktır çünkü insan sermayemiz ve zenginliğimiz başkaca hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar önemli ve üstünlüğümüzün de bu olduğu anlaşılıyor. Yani üniversite kapılarını imtihansız ve de herhangi bir engele kalmadan, çocuklarımızı böyle yarış atına çevirmeden, rahatlıkla kendilerinin yapabilecekleri, beğenebilecekleri veya kendilerinin gerçekleştirebilecekleri alanlarda üniversiter eğitim yapmaya yönlendirmek zorundayız.
Bir de seçimle ilgili, üniversiter düzeyde rektörlerin seçimiyle ilgili bir konuya değineyim.
Şimdi, bu konuda tartışılan veya ortaya çıkan bir husus, özellikle mütevelli heyeti tarzında üniversite dışında oluşmuş birtakım heyetlere, sivil toplum örgütlerine veya yerel yönetimlerden oluşan üyelerden meydana gelmiş meclislere rektör seçtirmek tarzında bir görüş, düşünce var. Bu düşüncenin üniversite bakımından, hele hele devlet üniversiteleri bakımından çok sevimli olmadığına inanıyoruz, birçok arkadaşımızın da görüşlerinin bu yönde olduğu ifade ediliyor çünkü “üniversite öğretim üyesi” demek veya “elemanı” demek, ülkemizin en seçkin, bilgi ve kültür bakımından en üst düzeye ulaştığı farz edilen, kabul edilen kesimi demektir. Bu kesimden siz temsilî demokrasinin gerektirdiği oy verme iradesini kullanma hakkını alırsanız bu insanlar nasıl hisseder kendisini?
Onun içindir ki üniversitede mikro bölünmeyi de önleyecek şekilde bir seçim sistemine gitmemiz lazım. Bu icat edilmiş bir şey, uygulanmakta olan bir şey, çift turlu seçim sistemi. Daha önceki Cumhurbaşkanımızın seçimine ilişkin esasları rektör için rahatlıkla getirip koyabiliriz. Birden fazla aday ortaya çıkar, ilk turda en çok oy alan iki aday kalır, ikinci haftada veyahut belirli bir süre sonra da o en çok oy alan iki aday tekrar seçime girmek suretiyle belki o üniversitedeki kayıtlı öğretim üyelerinin yarısından fazlasının veya seçime katılanların yarısından fazlasının oyunu alan ne olabilir? Rektör seçilmiş olabilir. Doğrudan, bakın, seçim sistemi getiriliyor böylece. Üniversite öğretim üyelerine “Siz seçme hakkına sahip, kendinizi yönetebilecek idrak kabiliyetinde insanlarsınız.” deniliyor ve Sayın Cumhurbaşkanı da gerekli olan atama işlemini tamamlar.
Tabii -burada bir ihtimal belki- ikinci tura rağmen yüzde 50’yi veyahut da işte, getirilen sayı barajını iki aday da sağlayamazsa ne olur? O zaman da Cumhurbaşkanına yetki veremlim, o iki adaydan bir tanesini atasın.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sağlayamama durumu olmaz ki Hocam.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Ya, olmaz ama velev ki yani böyle bir şeyin varlığını…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Mutlaka biri diğerinden daha fazla oy alacak.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Alacaktır, evet. Velev ki alamazsa hani çok…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Eşit çıkarsa kura çekilir.
FARUK BAL (Konya) – Katılım az olursa diye söylüyor.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Az olursa diye…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Yani o takdirde de gene Cumhurbaşkanı takdir yetkisini kullansın.
Ben kısaca, raporumda belirttiğim hususları şöyle sizlere…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hocam, çok teşekkür ederiz. Önünüzde notunuz olmadığı hâlde, buraya yazdığınız metni çok güzel özetlediniz yani şu anda önünüzde olmadığı hâlde. Demek ki çok içselleştirmişsiniz, o bakımdan teşekkür ediyorum.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Ben de teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Öncelikle şahsım olarak, inanıyorum ki arkadaşlarım da katılacaktır, sizinle tanıştığımız için son derece memnunuz. Derin bir tecrübeye sahip olduğunuz izlenimi verdiniz bize. Bu tecrübeniz ışığında özel olarak da ilgi duyduğunuz bu alanla ilgili düşüncelerinizi bizimle paylaştınız. Görüşleriniz bizim için son derece değerlidir. Şu anda -yakinen takip ettiğinizi biliyorum- Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak veri toplama aşamasındayız. Üniversitelerimizin, siyasi partilerin, meslek odalarının, vakıfların, derneklerin, hatta vatandaşlarımızın bu konuyla ilgili önerilerini tespit ediyoruz. Bütün bu önerilerin ışığında inşallah mayıs ayından itibaren de yeni anayasayı uzlaşmayla yapmaya, yazmaya başlayacağız.
Arkadaşlarımın belki soruları olabilir. Faruk Bey, Hocama söyleyeceğiniz bir şey var mı?
FARUK BAL (Konya) – Hocam, çok teşekkür ediyoruz. Çok sempatik ve akademik sorumluluğun gereğini yerine getirdiğiniz için zatıalinizi tebrik ediyorum.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Teşekkür ederim.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– İnşallah, bizim de amacımız, bu çalışmaların -mesai sarf ediliyor, çok değerli katılımcılar bakın burada muhataplarını dinliyorlar- mutlaka iyi bir sonuca ulaşmasını biz de temenni ediyoruz bekliyoruz sade vatandaşlar olarak.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Rıza Bey, buyurun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, çok teşekkür ederim, ben de çok yararlandım görüşlerinizden.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Estağfurullah…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ufak bir şey sormak isterdim. Bu yerel yönetimlerle ilgili olarak, biliyorsunuz, Anayasa’mızda bir hüküm var, merkezî yönetimin yerel yönetim üzerinde idari vesayeti mevcuttur. Bu idari vesayetin önümüzdeki yapılacak Anayasa’da da muhafaza edilmesi görüşünde misiniz, ne düşünüyorsunuz acaba?
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Orada, idari vesayet, işte Avrupa Şartı’nda ve Avrupa Birliği düzenlemelerinde bir nevi ön kesmekten, işi çıkmaza veya yokuşa sürmekten ziyade yol göstericilik, danışma görevi ve sorumluluğu şekline dönüşürse tarafların karşılıklı anlayışı -tabii burada subjektif uygulamalar; maalesef onu hissediyoruz da seyrediyoruz da- siyasi üstünlük kazanma konusundaki birtakım tarafgirlikler şeklinde ortaya çıkıyor.
Yani görünen köy ve yapılması gerekenler, doğrular artık yavaş yavaş ortaya çıktığına göre, bu konuda da siyasi anlamda çok fazla rekabete düşmeden, karşılıklı amacı hedef alarak, kamu hizmetlerinin etkinliğini, verimliliğini ve güvenilirliğini hedef alarak ve bu konuda gerekli insani ve idari olgunluğa da uygun şekilde hareket etmenin doğru olacağına inanıyoruz çünkü bakın, ben bir iktisadi idari bilimler fakültesi hocasıyım ve 1975’te göreve başladım, o zamandan beri de talebe yetiştiriyorum; yetiştirdiğimiz talebeler binleri buldu. Artık ülkemizin yetişmiş bir insan gücü var. Yerel yönetimlerde de sivil toplum örgütlerinde de devletin merkezî yönetiminde de bu yetişmiş, kaliteli insan gücü görev almaya başladı. Bunu çok memnuniyetle görüyoruz. İşte, arkadaşlarımız da bunların şu andaki temsilcileri veya örnekleri. Bu bakımdan, Türkiye'nin geleceğine ve insan yapısına güvenmemiz lazım. Doğru bildiğimiz şeylerde de işi kösteklemek yerine desteklemek tarzında bir anlayışı, kamu yönetimi anlayışını ortaya koymamız gerekiyor. Bunun kötü örnekleri örnek olmamalı, iyi örnekleri ortaya koymalıyız ve bununla ilgili işte yerel yönetimlerle ilgili gerek Büyükşehir Belediyeleri Kanunu’nda, Belediye Kanunu’nda birtakım hükümler var, kolaylaştırıcı, komisyonlar şeklinde çalışmayı ama siyasi anlamda rekabet ve birtakım üstünlükler kazanma veyahut da “Benim dediğim olsun.” anlayışı ön tarafa çıkınca işin tadı kaçıyor, birbirimize destek olmak yerine arabanın önüne takoz koyan durumuna geçiyoruz ve bundan vatandaş zarar görüyor, kamu hizmeti zarar görüyor ve istediğimiz amaçlara, o düzenlemenin getirdiği amaçlara ulaşamıyoruz. Bu yönde de çok dikkati olmak gerekiyor. Siyasi partilerin bu ülkenin bize ait olduğunun bilinci içerisinde, sadece bir plan, program ve hizmet anlayışı bakımından yarışan gruplar olarak değerlendirilmesini ve tanımlanmasını arzu ediyoruz. O bakımdan da vatandaşın beğenisine sunuluyorlar zaten. O beğeni de şu veya bu şekilde, işte millî iradenin tecellisi şeklinde ortaya çıkabiliyor. Yani beğenme yarışı, kendini çeşitli, değişik projelerle, bu toprağın insanına katacağınız ek değerle ortaya çıkmalı, yoksa yapılan hizmetleri kösteklemek ve engellemek tarzında davranışlarla ortaya çıkmamalı.
Uzlaşma Komisyonunun da Millet Meclisindeki çalışmalarının da, özellikle Anayasa’yla ilgili çalışmalarında bu yönde ortaya çıkmasını çok arzu ediyorum. Mesela geçtiğimiz hafta özellikle Meclis İçtüzüğü konusunda ortaya çıkan Meclisimizdeki tablo, şahsen beni ve birçok kamuoyunu da yaralamış durumda. Yani eğer maksat, Meclisin daha verimli çalışmasını sağlamak… İşte birtakım tecrübelerimizden hareket ederek o devasa kanunların nasıl çıktığını biliyoruz, hazırlıklarının nasıl olduğunu biliyoruz, onların ihtiyaçlara binaen daha süratli olarak çıkarılmasının gerekliliğine de inanıyoruz. Bunun yolu yöntemi neyse bunda uzlaşmamız lazım. Yani bu yönde de takılmamak gerekiyor.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, Hocam, çok teşekkür ederiz.
Ayla Hanım…
AYLA AKAT ATA (Batman) – Ben de teşekkür ediyorum, değerli düşüncelerinizi dinledik, teşekkür ederim, çok sağ olun.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Estağfurullah. Teşekkür ederim ben de, sağ olunuz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ayaklarınıza sağlık, Eskişehir’den geldiniz…
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Estağfurullah efendim, ben sizlere başarılar diliyorum, inşallah, üniversitemiz…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tabii, başta Üniversite Rektörümüz olmak üzere bütün hocalarımıza selamlarımızı iletin.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İŞLETME BÖLÜM BAŞKANI PROF. DR. ÖMER ADİL ATASOY– Memnuniyetle selamlarınızı ileteceğim.
Hoşça kalın, iyi çalışmalar.
Kapanma Saati: 14.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.02
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Komisyonumuzun bu oturumunda Koç Üniversitesi adına Prof. Dr. Bertil Emrah Oder Hocam, Prof. Dr. Nur Centel ve Yrd. Doç. Dr. Zeynep Oya Usal Hocamızı dinleyeceğiz. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz tekrar.
Kısaca Komisyonumuzun hangi amaçla kurulduğunu ve şu anda ne çalışması yaptığımızı birkaç cümleyle ifade etmek istiyorum.
12 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan dört siyasi partimizden oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Sayın Meclis Başkanımızın başkanlığında bu Komisyon sivil bir katılımla, mümkün olduğunca geniş bir mutabakat zemini yakalayarak çağdaş bir anayasa yapmayı hedefledi. Bununla ilgili olarak dört aylık bir zaman dilimi içerisinde Komisyonumuz üç alt komisyon marifetiyle veri toplama çalışmalarını yürütmekte. Başta üniversitelerimiz, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, odalarımız, vakıflar, dernekler ve tabii ki vatandaşlarımızın da katılımıyla, onların da önerilerini alarak bir anayasa yapmayı ve yazmayı planlıyoruz. Koç Üniversitesinin de bu konuya ilgi göstermesi, duyarlılık göstermesi bizleri oldukça memnun etti.
Şimdi sözü size vereceğim. Sanıyorum Hocam siz sunumu yapacaksınız.
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bertil Emrah Oder Hanımefendi şimdi Koç Üniversitesi adına sunumunu yapacak.
Buyurun, söz sizin efendim.
KOÇ ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Değerli üyeler, değerli uzmanlar; öncelikle nazik davetiniz için fakültemiz ve üniversitemiz adına içtenlikle teşekkür etmek isterim.
Biz aslında sunumları planlarken kendi aramızda da bir iş birliği ve iş bölümü yaparak buraya geldik ve bu çerçevede ben anayasa hukukçusu sıfatıyla özellikle kendi üzerime düşen görevi uzmanlık bilgim doğrultusunda sizlerle tabii özet ve kısa bir teknik bilgi niteliğinde paylaşmayı planlıyorum. Bu doğrultuda benim üzerinde duracağım veya yoğunlaşacağım iki tane ana eksen olacak. Bunlardan bir tanesi aslında anayasacılığın öz amacını oluşturan temel hak ve özgürlükler kataloguna ilişkin bazı somut ve teknik düzenlemeler. Bir ikincisi de, yine anayasacılığın öz amacı, hatta kendisi olan sınırlı siyasal iktidar düşüncesini pekiştirecek biçimde demokratik kurumların işlevleri ve özellikle yargı alanı ama “Anayasa yargısını vurgulamak üzere neler olabilir?” sorusunu yanıtlamak olacak.
Bu çerçevede temel hak ve özgürlükler rejiminden başlamayı daha uygun görüyorum. Temel hak ve özgürlükler rejimi bakımından da bu sınırlı süre içinde benim temel vurgum aslında iki yönde olabilir. Bunlardan birincisi temel hak ve özgürlükler rejiminin genel rejimi. Dolayısıyla Anayasa’nın 13’üncü maddesi, 14 ve 15’inci maddelerine ilişkin bazı somut öneriler. Bir de temel hak ve özgürlükler rejiminin özgül rejimi veya özel rejimi diye sınıflandırdığımız özgül anayasa normları bakımından ne gibi düzenlemeler öncelik değerini taşıyabilir, bunları sizinle paylaşmak isterim.
Öncelikle genel sınırlama nedenleri bakımından, bildiğiniz gibi, 2001 Anayasa değişiklikleri gayet isabetli olarak aslında kümülatif veya yığılmacı sınırlama tekniğinden Türkiye'nin kopmasını sağladı. Bu tekniğin korunmasında büyük bir yarar olduğunu düşünüyorum. Yani eski yığılmacı veya kümülatif teknik zaten Türkiye'nin anayasal geçmişiyle, özellikle 1961 Anayasası geleneğiyle, hatta 1924 Anayasası’yla dahi bağdaşmıyordu. Dolayısıyla 13’üncü maddedeki genel sınırlama nedenlerinin Anayasa’dan ayıklanmış olması son derece isabetli bir çözümdü.
Bunun dışında genel sınırlama rejimindeki bu olumlu değişikliğin bir de olumsuz yanı oldu. O da 2001 Anayasa değişikliklerinde, evet, genel sınırlama nedenleri Anayasa’dan kalktı ama özel sınırlama nedenleri her bir hak ve özgürlüğün doğasına uygun olarak yeniden tartışılmadı. Dolayısıyla, başta düşünceyi açıklama özgürlüğü olmak üzere, toplantı-gösteri yürüyüşleri olmak üzere, dernek özgürlüğü olmak üzere çok farklı alanlarda her bir özgül temel hak ve özgürlüğün kendi doğasına uygun sınırlama nedenlerini yeniden saptamak, bu sınırlama nedenlerini yeniden gözden geçirmekte büyük bir yarar olabilir. Özellikle bazı özgürlükler için, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, dernek bunların en fazla öne çıkanı, özel yaşamın gizliliği de bunlara katılabilir, başkalarının hak ve özgürlükleri veya demokratik toplum düzeninin gerekleri vurgusu yapılabilir.
Yine sınırlama nedenleri bakımından dikkat çekilebilecek bir başka temel sorun şu olabilir: Bazı temel hak ve özgürlükler bakımından kamu düzeni uluslararası insan hakları belgelerinde de karşımıza çıkan bir ölçüt olduğu için korunabilir. Ancak, Türkiye’de hem yasa düzeyinde hem de yargı kararları düzeyinde kamu düzeninin nasıl algılandığı sorusu aslında temel bir sorunsal olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, belki hem Anayasa Mahkemesi içtihatları hem de uluslararası insan hakları komite ve mahkemelerinin içtihatları, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları doğrultusunda kamu düzeni bakımından bir somutlaştırma Anayasa’ya girebilir. Bununla şunu kastediyorum: Kamu düzeninin kaçınılmaz olarak bir sınırlama nedeni olarak saptandığı hak ve özgürlüklerde kamu düzeninin yer, kişi ve zaman bakımından somutlaştırılacak şekilde yorumlanmasına ilişkin bir yorum esası getirilebilir. Bu özellikle yargı düzeyinde bazı sorunları çözmemize yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Benzer bir şekilde aslında Türkiye’de kronikleşmiş bir sorun olan, aslında Tanzimat’tan bugüne bütün bir basın özgürlüğü geçmişimize baktığımızda kronik bir sorun olarak karşımıza çıkan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırları noktasında bir vurgu yapılabilir. Belki özellikle basın özgürlüğü açısından mevcut ve açık tehlike ölçütünün Anayasa’ya girmesi olabilir. Bildiğiniz gibi, bu ölçüt hem Yargıtayın hem de özellikle Anayasa Mahkemesinin, HAK-PAR, bir siyasi parti kapatma davası olsa bile, başvurduğu bir ölçüt, Amerikan kökenli bir ölçüt. Ama özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlarının belirlenmesinde etkili bir ölçüt olarak Anayasa’ya girmesi özellikle yargıçlara yol gösterici olabilir diye düşünüyorum.
Şimdi bunların dışında neler söylenebilir? Birkaç vurgu yapmak belki yerinde olabilir. Temel hak ve özgürlüklerin düzenleme teknikleri açısından anayasalarda aslında temel olarak üç farklı tekniğin gözetildiğini görüyoruz. Bunlardan bir tanesi biraz önce değindiğimiz ve bizim anayasa hukukunda “nitelikli yasa kaydı” diye adlandırdığımız özel sınırlama nedenlerinin bulunması; basın, dernek, toplantı, gösteri yürüyüşleri. İkinci teknik, bizim Anayasa’da daha çok düzenleme kaydı olarak karşımıza çıkan, kanuna gönderme yapan, yani bir alanın kanunla düzenlenmesi konusunda bir referans içeren ama özgül sınırlama nedeni içermeyen düzenleme tekniği. Çalışma ve sözleşme özgürlüğü böyledir söz gelimi. 48/2’de bunu görebiliriz. Bir başka teknik, hiçbir şekilde sınırlama nedeni içermemesi bu özgürlüğün. Örneğin hak arama özgürlüğü. Anayasa’da 36’ncı madde bu şekilde düzenlenmiştir. Şimdi bunların her birinin özellikle yargıç açısından özgül birtakım sonuçları var. Özel sınırlama nedeni varsa o özgürlükte yargıcın ve yasa koyucunun hareket alanı biraz daha geniş aslında ve biraz daha kolay. Eğer düzenleme kaydı dediğimiz özel sınırlama nedeni yoksa, daha genel