1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə3/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   39

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Hocam, herhâlde bu sorunun cevabını bir özel hukuk hocası, hocaların hocası olarak özel hukuka ait bu temel prensibin Anayasa’ya da aktarılmasının sebebiyle ilgili bazı cümleleri Hocam söyleyecek.

  • PROF. DR. EROL CANSEL – “İyi niyet” yeni bir kavram değil, bu Medeni Kanun’un da temelini oluşturan bir kavramdır. Nitekim kişiler haklarını kullanmada ve borçlarını ifada iyi niyet kurallarına uymak zorundadır kabilinden temel kural orada yer alıyor ve yeni bir şey de değil, seksen küsur senelik Medeni Kanun’da bu kural yerinde kalmıştır ve çok güzel de uygulanmıştır. Şimdi, bu Anayasa’ya aktarılarak bu görevin devlete yükletilmesi yeni diyelim. Yani bunu Anayasa’da görmemiz yeni ama bence doğru, çünkü devlet kişilere iyi niyet esasına göre davranmakla yükümlü tutuluyor. Esas iyi niyeti o gösterecektir yani iyi niyet davranışlarını devlette… Ama şimdiye kadar kötü niyetle mi davrandı devlet? Eskiden bu kural olsaydı acaba devletten şikâyetler daha mı az olacaktı? Belki de bu davranışın, vatandaşa karşı olan davranışın iyi niyetle sınırlandırılması bir bakıma Medeni Kanun’a da paralellik arz ediyor. Çünkü iyi niyet olmazsa zaten haklar da kullanılmaz veya kötüye kullanılır, bunun karşıtı hakların kötüye kullanılmasıdır. Bu kavramı geliştirmesi, Anayasa’da yer alması da bir manada bu kavramı güçlendiriyor ve devlete iyi niyetle davranma görevi veriyor. Ama bu demek değildir ki – tekrar ediyorum- devlet hep kötü niyetle davranmıştır. Bununla beraber kötü niyetle davranma tezahürleri de zaman zaman olmuştur. Mesela benim gençliğimde bu bir Aşkale olayı vardı. Vergisini ödemeyen vatandaşlar Aşkale’ye sürülüyordu. Devletin böyle bir davranışta bulunması şimdi kabul edilemez. Yani nihayet vergi bir borçtur, bundan dolayı ağır bir ceza müeyyidesi uygulanması o zaman bile kabul edilemiyordu. Bu bizim kafamızda gençliğimizden beri kalmış bir yanlış uygulamadır. Şimdi, burada işte biz bunu sınırlamış oluyoruz. Devlet iyi niyetle davranacaktır, bunun örneğini devlet verecektir. Ben bunu doğru buluyorum ama denebilir ki: “Kamu hukukunda böyle bir deyime ihtiyaç var mı?” Çünkü kamu hukuku bizatihi devletin ağırlıklı olduğu bir alandır, devlet de vatandaşlarına kötü davranamaz, bunu kabul edemeyiz ama bir kuralı getirmesi bir açıklık sağlıyor. Bence yeni bir deyim değil, çünkü dediğim gibi temeli bunun Medeni Kanun’da var ama Anayasa’ya da girmiş olması bir paralellik arz ediyor, bütün toplumu ve kurumları bu kural bağlamış oluyor. Benin söyleyeceğim bunlar.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bir şey söyleyebilir miyim? Ben de yani tartışmak için değil, şunu merak ediyorum: Mesela “kamu yararı” kavramı bile Türkiye’de çok tartışıldı. Şimdi, “iyi niyet” kavramını getirdiğimiz zaman kamulaştırmada, belirli cezaların tayininde, bir sürü alanda yargıyı içinden çıkılmaz acaba tartışmalara sürükleyebilir mi, sürüklemez mi? Çünkü “kamu yararı” gibi bir kavramda bile çok tartıştık. Özellikle yargının “kamu yararı” kavramını kullanması konusu çok Türkiye’de tartışıldı. “İyi niyet” kavramı da özel hukuk ilişkilerinde son derece makul yani kişilerin hak ve özgürlüklerini kullanması babında da ama devletin iyi niyetle davranması acaba yani yargısal özellikle, yargı alanının belirlenmesinde, kamulaştırmada, bir şeyde çok içinden çıkılmaz sonuçlara yol açar mı, açmaz mı? “Açmaz.” diyorsunuz.

  • PROF. DR. EROL CANSEL – Tabii, bu bir içtihadın oluşmasına de vesile olacaktır. Bununla beraber hani “ceberut devlet” deyimi kullanılmıştır, devletten kendi devletimiz olmasına rağmen çok şikâyetler olmuştur zaman zaman, şimdi bile bu şikâyetler devam ediyor. Şimdi, bunlara acaba iyi niyet bir yumuşaklık, bir fren yani bu bir manada devlet gücünün frenlenmesi anlamına da geliyor yani devlet iyi niyetle davranacaktır. Bunu sınırsız hâle getirirseniz yani devletimizin hiçbir zaman da sınırsız olarak kötülük ettiği farzı için hareket edemeyiz. Yani bir hukuk devletidir ama bununla beraber bu bir sınırlamadır bence, ümit ederim ki kabul edilir.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Hasan Tahsin Bey, bir belki açıklama daha getirecek, sonra Ahmet Bey bir açıklama yapacak.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Ben saygılar sunuyorum.

  • Burada, tabii, dediğiniz gibi “kamu yararı” kavramı da var, doğru, onun yerine farklı bir kavram geliyor aslında, iyi niyet esası geliyor, özel hukuktan gelen bir kavram. Fakat bunun gelmesinde fayda görülebilir, şunun için: Şimdi, devlet bir tüzel kişidir, devlet de bir kişi, insan da bir kişi, fakat devlet tüzel kişiliğinin yetkilerini kullananlar yine insanlar, memurlar ki “idarenin ajanı” diyoruz ama neticede insanlar bunu kullanıyorlar. Şimdi, bu devleti daha çok sınırlıyor, doğru, şu andaki yapıya göre daha fazla sınırlayan bir kavram. Çünkü iyi niyet subjektif iyi niyet var, objektif iyi niyet var ve çok kapsamlı bir olay gerçekten ve yani kamu yararına göre daha da fazla devleti sınırlıyor. Fakat devletin biraz sınırlanılması isteniliyor zaten burada. Yani “devletin sınırlandırılması” denilirken devlet tüzel kişiliğinin değil de devlet iradesini kullanan bireylerin daha dikkatli hareket etmelerini, işte bir polisten tutun yani diğer insan haklarını kullanan kişilerin daha dikkatli olmalarını gerektiriyor, bütün kamu ajanlarının, memurlarının. Tabii, Hocamın da, Sacit Hocamın da başta “hadim devlet” kavramı dedi yani insanlara, kendi insanına hizmet eden bir devlet, onunla bağlantılı biraz da bu. Dolayısıyla biraz daha sınırlı bir devlet ama iyi gibi düşünüyoruz. Kaypak bir kavram olduğu doğru, kamu yararı da öyle aslında ama içtihatlarla oluşacak, zaman içerisinde oluşacak, üzerinde somutlaştırılması gereken bir nokta gibi de duruyor tabii ki.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Ahmet Battal Bey, bir ilavede bulunacak.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ahmet Bey, siz benim aynı zamanda öğrencimmişsiniz.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Sınıf arkadaşı da sayılırız yani 83 mezunuyum.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – 83 mezunu, tamam o zaman.

  • Aynı zamanda bugün bütçe görüşülmesinde ilk konuşma benim, hemen gidiyorum, konuşmamı yapıyorum, nasıl olsa bu daha uzar, hemen dönüyorum, çok özür dileyerek. İlk konuşma benim, yapıyım, geliyorum, oldu mu. Kusura bakmayın.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Efendim, bu maddede iyi niyet esasını buraya yazmamızın sebeplerinden birisi basitçe şu: Medeni Kanun’un 2’nci maddesindeki “iyi niyet” prensibi malumunuz özel hukuk kurallarının tümü içerisinde somut kuralın adaletsizliğe yol açtığı durumda hâkimin eline adaleti sağlamak üzere somut kuraldan ayrılma yetkisi veren özel bir prensiptir. Bu prensibi Anayasa’ya taşımak suretiyle kamu hukukunda da hâkime benzer yetkiyi vermiş oluyoruz aslında, bu da amaçlarımızdan birisiydi, bunu özellikle belirtmek istedim.

  • Müsaade ederseniz, 5’inci…

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Sizden evvel bu konuda Ömer Lütfi Peker Bey de bir ilave yapacak.

  • YRD. DOÇ. DR. ÖMER LÜTFİ PEKER – Çok kısa efendim.

  • Aslında dürüstlük kuralı hukukun çok temel kavramlarından bir tanesi. Medeni hukuk alanında çok yaygın kullanılıyor, bu doğrudur, fakat bunun kullanıldığı yerler giderek kamu hukuku alanları, idare hukuku, usul hukuku, yarı özel hukuk, kamu hukuku arasında görülmekte birlikte kamu hukuku yönü ağır basan bir hukuk alanıdır, usul hukuku. Burada da aynı şekilde dürüstlük kuralı hâkimin birçok yargılama sürecinde uygulamak zorunda olduğu bir kural olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla giderek dürüstlük kuralının alanı genişliyor. Kamu hukukunda da çok temel bir kural hâline geliyor, böylece kötüye kullanmalar zaten maddede de “keyfî muameleden kaçınma” diye arkası getirilmiş. Devlet adına “kamu yararı” gibi soyut kurallar, kavramlar kullanılırken suistimallerin önlenmesi için -Hocamın ifade buyurduğu gibi- daha dikkatli davranılması, devletin kendi kendisiyle ters düşecek şekilde birtakım tasarruflarda bulunmasının önüne geçilmesine zemin hazırlayan temel bir madde olduğunu düşünüyoruz.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Anayasa Mahkemesi de zaten son on yıldan beri “kamu yararı” kavramını kullanmamaya, onun üzerine bir şey bina etmemeye çalışıyor, muğlak bir kavram. Bir güç olan devlet bu kavramın sınırını kendi belirliyor ve bu belirleme hak ve hürriyetleri de zedeleyebiliyor. Onun için daha ölçülebilir olan, özel hukuk içtihatlarıyla her şeyde, doktrinde filan daha belirgin hâle gelmiş olan özel hukuk kavramı olarak bunun burada sizin buyurduğunuz kavram yerine kullanılmasını daha makul gördük.

  • FARUK BAL (Konya) – “Kamu yararı” yerine “iyi niyet”…

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Evet.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Müsaadenizle 5’inci maddeye geçiyorum.

  • Madde 5 “Devletin Sosyal Hizmet Yükümlülüğü” başlığını taşıyor.

  • “(1) Devlet, kişilerin ekonomik ve sosyal yönden insanca bir hayat sürdürebilmesi için gerekli tedbirleri almakla ve genel sağlık sigortası sistemi kurup işletmekle yükümlüdür.” şeklinde. Bu maddenin kısmen ayrıntıları sayılabilecek bazı hususlar ise temel ilkelerle ilgili 21, 22’nci maddeler içerisinde, 21’nci maddenin içerisinde yer alacak, oraya bırakmak üzere müsaadenizle geçeyim efendim.

  • YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN YILDIZ – Hocam, izin verirseniz…

  • İlk beş madde başlangıçla birlikte bizim Anayasa taslağının sistematiğini aslında dile getirmektedir. Gerekçede Anayasa’nın, bizim Anayasa taslağımızın genel felsefesini dile getirdik, ondan sonra insan onuru geliyor. İnsan onuru, tabiri yerindeyse diğer temel hak ve özgürlülerin dibacesini teşkil eder. Yani Anayasa Mahkemesi yarın bir gün bu bizim taslağa göre kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetlediğinde bunu, insan onurunu baz alarak diğer temel hak ve özgürlüleri yorumlayacaktır. Dolayısıyla temel hak ve özgürlükler kişinin onurunun bir yansıması olacak. Temel hak ve özgürlüklere girdiğimizde, 2’nci maddede önce onur, sonra kişinin hürriyeti, 3’üncü maddede eşitlik ilkesinin üzerinde duruyoruz, dolayısıyla onur, hürriyet, eşitlik. Ondan sonra hukuk devletini perçinlemek için yani devletin hukuku değil de hukuk devleti olabilmesi için, hukukun devletin iktidarını etkin bir şekilde sınırlandırabilmesi için tekrar devlete gözlerimizi çeviriyoruz. İlk iki maddede bunun önlemini alıyoruz. Önlemi aldıktan sonra tekrar 6’ncı maddede din ve vicdan hürriyetiyle devam ediyoruz.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Böylece hürriyetlerle ilgili temel maddelere başlıyoruz.

  • 6’ncı madde “Din, Vicdan ve İbadet Hürriyeti” başlıklı. Bizce oldukça özgün bir madde bu. 1’inci fıkraya göre: ”Herkes, dinî inancında ve ibadetinde, vicdanında ve kanaatlerinde, bir dünya görüşüne sahip olmakta ve bunları şahsen veya toplu olarak yaşamakta hürdür.”

  • 2’nci fıkra: “Laiklik bu hürriyetlerin teminatı olup meşruiyetini insan haklarından alır.” şeklinde.

  • 3’üncü fıkra: “Devletin laik olması, kişilerin inanç, ibadet ve dinî telkin hürriyetini sınırlandırma hakkı vermez, öte yandan dinî inançlar ve tercihler karşısında tarafsız kalınması ve eşit şekilde hizmet sunulmasını da kapsar.” hükmünü içeriyor.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) - Laikliğin tarifi de yapılıyor.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Evet efendim. Laikliği bu şekilde, din ve vicdan ve ibadet hürriyeti kapsamında tarif edip sınırlandırmış oluyoruz.

  • FARUK BAL (Konya) – Pardon Hocam. Yani zihnime takıldığı için, tekrar lütfen yanlış değerlendirilmesin. Laiklik, meşruiyetini insan haklarından alır. Yani laikliğin meşruiyeti tabii ki bir kötü uygulama olmuştur, dinsizlik şeklinde algılanmıştır filan, onları kastetmiyorum, kastettiğim laiklik meşruiyetini insan haklarından alacak ise bunun, insan haklarının kapsamını da o zaman tartışma mevzu yapar mıyız acaba laikliği tartışırken?

  • PROF. DR ALİ ŞAFAK – 1’inci fıkradaki geçen iki kavrama öncelikle değinmek istiyorum. “…şahsen veya toplu olarak yaşamakta hürdür.” şu yukarıda sayılanlar. Bilindiği gibi bir kısım inanç ve akide sistemlerinde mensekler yani ibadetler, dinî törenler bireysel olarak yapıldığı gibi toplu olarak da yapılır. Dolayısıyla her iki hâlde de kişileri ön yargılarla itham etmemek lazımdır. Adam camide diyelim ki kendi toplu olarak namaz kıldığı gibi evde de kılabilir, evde yapıldığı vakit de bir zamanlar malumlarınız toplu hâlde gizli faaliyetler, karanlık faaliyetler gibi ithamlar…

  • FARUK BAL (Konya) – Bunu insan haklarıyla…

  • PROF. DR ALİ ŞAFAK – Bağdaştırıyoruz tabii. Şahsen ve toplu olaraktan maksat bir kısım… Mesela demin arz ettiğim bazı Batı hareket, dinî hareketlerde son zamanlarda toplumsal bir festival falan yapıyorlar, bunlar dinî nitelik taşıyordu. Amerikan toplumunda falan bir istigrâbla karşılanmıyor yani tuhaf karşılanmıyor. İnsan haklarından alır, temel insan hakları yani insanoğlu yaratılış itibarıyla hani gerek Durkheim’in gerek Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam Dinî kitabında falan da… Din fıtri bir telakki tarzdadır, dinî duygular insanda doğuştan gelmektedir.” Der. Jean Jacques Rousseau ve benzerleri de aynı şeyi savunur. Dolayısıyla hani bizim eskiden o hukukta okuduğumuz tabii hukuk ilkeleri var ya Saint Thomas d'Aquin ve benzerlerinin, tabii hukuk ilkleri doğrultusunda laiklik şekillenmelidir. İnsan haklarına rağmen olduğu takdirde su tersine akıtılmaya kalkışılıyor ve ondan sonra da bir kısım doğuştan gelen inançlar, ibadetler bu ilkeye aykırı gibi telakki ediliyor ve malumunuz İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de bu konular tabii hukukun ilkeleri içerisinde şekillenmektedir. O bakımdan biz böyle dedik.

  • YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN YILDIZ – Hocam izin verirseniz bu konuyla ilgili bir açıklama yapmak istiyorum.

  • Şimdi, bizim Anayasa taslağımızın omurgasını insan hakları, insan onuru ve hukuk devleti ilkesi teşkil etmektedir. Bu şu demektir: Haklar devlet öncesidir. Yani hakları devlet vermez, daha önceden vardır. Dolayısıyla bizim taslağımıza göre piramidin tepesinde insanlar hakları, insan onuru yer almakta, ondan sonra gelen bütün kurumlar meşruiyetini bunlardan almaktadırlar. Eğer laiklikse laiklik de meşruiyetini ondan almakta. Çünkü netice itibarıyla laikliğin gayesi bireylerin temel hak ve özgürlüklerini korumak olmalıdır. O hâlde bizim taslağımıza göre laiklik amaç değildir, bir araçtır. Laiklik olmadan da temel hak ve özgürlükler korunabilir mi ? Korunabilir, en basit örneği Almanya. Almanya’nın temel düzenine baktığımızda, Anayasası’na göre Almanya laik değildir ama buna rağmen temel hak ve özgürlükleri yeterince korunmakta. Böylece laikliğin hukuki bir çerçeveye çekilmesi ve ideolojik bir anlama yüklenmesini önlemiş oluyoruz, bu da ülkedeki hukukun ideolojik olarak kirlenmesinin önüne geçecektir. Bizim temel gayemiz hukuk devleti içerisinde hukukun ilişemediği, giremediği hiçbir özerk alan kalmamalı, her alana insan hakları, insan onuru girmeli, dolayısıyla burada da kırmızı çizgi, artık tabiri yerindeyse laiklik değil, temel hak ve özgürlükler ve bilhassa insan onuru olacaktır, bu onun bir yansımasıdır.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Tahsin Bey, buyurun.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Burada efendim arz etmek isteğimiz nokta şu: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Hocamızın da bir kitabı vardır bu konuda, “Üç tür devlet var.” diyor. Birincisi devlete bağlı olan din, diğeri dine bağlı olan devlet, bir de laiklik. Bizim anayasal kabulümüz de laikliktir, fakat Türkiye’deki şu ana kadarki uygulamaları devlete bağlı bir din şeklinde, oysa dinler evrenseldir ve farklı bir olaydır. Dolayısıyla devlete bağlı bir din olarak değil de Batı’nın da anladığı gibi bir özgürlük, bir insan haklarından doğan bir olay olduğunu burada söylemeye çalışıyoruz. Dolayısıyla yani devlete bağlı bir din değil ama dinler, hangi din olursa olsun, işte yani insanlar bunlara bağlı kalabilir ve konuda bir baskı bir ceberutluk olmasın. Laikliğin iki yönü var zaten, biri din özgürlüğü, bir de devletin tarafsızlığı. Burada laikliği tanımlarken özgürlük açısından tanım getirmeye çalışıyoruz, bir de devletin tarafsız olması gerektiğini söylüyoruz.

  • Teşekkür ederim.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Buyurun.

  • YRD. DOÇ. DR. ÖMER LÜTFİ PEKER – Şimdi, burada laiklik kavramı da muğlak bir kavram. Bugüne kadarki uygulamalarda sınırı çok iyi tayin edilemediği için temel hak ve özgürlüklerin, insan haklarının ihlaline de yol açan durumlar uygulamada çıkıyor. Burada laikliği bu muğlaklıktan biraz sınırlandırarak insan haklarını ihlal etmemek gibi çok önemli bir kayıt koymuş oluyor, böylece laiklik adına insan hak ihlallerinin de önüne geçilmiş oluyor.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Sorunuz yoksa müsaadenizle devam etmek istiyorum.

  • 7’inci madde “İfade, Bilim ve Sanat Hürriyeti” başlığını taşıyor.

  • 1’inci fıkraya göre: “Herkes düşünce ve kanaatlerini dilediği yolla ifade etme ve kamuya açık olan kaynaklardan haber alma hakkına sahiptir.” Bu “kamuya açık olan kaynaklardan” ibaresini özellikle dikkatinizi sunmak isterim.

  • 2’nci fıkra: “Basın ve yayın hürdür. Bu hürriyet özel hayatın gizliliğini ihlal edecek biçimde kullanılamaz.” Basın hürriyetiyle özel hayatın gizliliği arasındaki dengeyi kurmak üzere bir tarafa tercih verdik, “Bu hürriyet özel hayatın gizliliğini ihlal edecek biçimde kullanılamaz.” şeklinde.

  • 3’üncü fıkraya göre: “Bilim, araştırma ve sanat faaliyetleri serbesttir. Devlet bunları teşvik eder. “

  • Soru yoksa müsaadenizle geçeyim efendim.

  • 8’inci madde “Özel Hayatın Gizliliği ve Kişisel Verilerin Korunması” başlıklıdır. 1’inci fıkraya göre: “Kişilerin aile ve özel hayatı, konutu ve haberleşmesi gizli ve dokunulmazdır.”

  • 2’nci fıkraya göre: “Herkes kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını ve rızası dışında kullanılmasının engellenmesini talep etme hakkına sahiptir.”

  • 9’uncu madde “Aile ve Neslin Korunması” başlığını taşıyor yine yeni sayılabilecek bir düzenlemedir.

  • 1’inci fıkraya göre: “Aile ve evlilik kurumu ile annelik ve babalık hakları devletin özel ihtimamı ve himayesi altındadır.”

  • 2’inci fıkraya göre: “Devlet, insan neslinin sağlıklı devamı, çocukların ve gençlerin dengeli gelişimi ve maddi ve manevi varlıklarının korunması için gerekli tedbirleri alır.”

  • 3’üncü fıkra yeni ve orijinal bir hükümdür: “Her çocuğun anne ve babasını bilme ve ebeveynin de çocuklarla ilişkisini sürdürme hakkı vardır.”

  • 4’üncü fıkraya göre: “Küçüklerin bakım ve eğitimi anne ve babanın hakkı ve ödevidir. Devlet bu hak ve ödevin gereği gibi yerine getirilip getirilmediğini denetlemekle görevlidir.” Buna dair müesseseler zaten var olan müesseseler devam edecek.

  • 10’uncu madde: “Eğitim ve Öğretim Hakkı” oldukça tartışmalı bazı konuları çözüme kavuşturan bir madde.

  • 1’inci fıkrasında: “Eğitim ve öğretimin hedefi, bilgi ve beceriyle donanmış; sevgi, saygı, güven ve hoşgörü gibi değerlere sahip; şeref, haysiyet ve hürriyetine düşkün; şehir kültürüne, sosyal çevreye ve tabiata karşı duyarlı, geçmişle gelecek arasında köprü olduğunun şuurunda nesiller yetiştirmektir.” Eğitim ve öğretimin, böylece, hedeflerini belirlemiş ve sınırlandırmış oluyoruz.

  • 2’nci fıkraya göre, “Her tür ve düzeydeki eğitim, öğretim ve araştırma faaliyeti serbesttir. İlköğretim zorunludur ve devlet okullarında parasızdır.” Burada “ilköğretim” ifadesiyle, anlaşılan anlamıyla sekiz yılı kastediyoruz. “Devlet eğitim ve öğretimde uyumu sağlamakla görevlidir.” Devlet, eğitim ve öğretimde uyumu sağlamakla görevlidir, başka bir görevi yoktur anlamında. Bilhassa endoktrine etmek anlamında bir yükümlülüğü ya da hakkı olmadığını vurgulamak üzere.

  • 3’üncü fıkraya göre,”İlk ve orta öğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi hâlinde Türkçe yanında diğer bir dilin de eğitim dili olarak kullanılması –çift dilli eğitim- ve ayrıca anadillerin öğretilmesi için gereken düzenlemeler yapılır.” Burada tercihimiz, eğitim dili olarak çift dilin kullanılabilmesi ama anadil öğretilmesi için de devletin isteği karşılamak için tedbir alması biçiminde.

  • Metni müsaade ederseniz yeniden okuyayım efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Yeterli sayıda velinin talebi hâlinde…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Evet. “İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi hâlinde Türkçe yanında diğer bir dilin de eğitim dili olarak kullanılması ve -yine yeterli sayıda velinin talebi hâlinde elbette- ayrıca anadillerin öğretilmesi için gereken düzenlemeler yapılır.”

  • 4’üncü fıkraya göre…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – O dilin ne olacağını kim tespit edecek?

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Velinin isteği…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Öyle mi?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Burada devlete, iyi niyet esasıyla davranmak görevi düşüyor. O iyi niyet esasını yazmamızın sebebi işte bu.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Yani herhangi bir dilin eğitim dili olmasını önerebilirler mi?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Evet…

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Efendim, Fransa’da, izin verirseniz…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Tamam, peki. Sadece, anlaşılsın diye soruyorum.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Fransa’da bir uygulama var efendim. Bir iki bölgede, 30 kadar veli eğer isterse, o zaman, Fransızca dışında bir dil de öğretiliyor devlet okulları.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Ama, o 30 tane velinin çocuklarının okuduğu okulla bağlı kalmak kaydıyla…

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Evet efendim, tamamıyla öyle.

  • FARUK BAL (Konya) – Pardon, konu açılmışken iki sorum var. Şimdi, Anayasa’ya -acaba bir şey midir diye öğrenmek için soruyorum- “kültür” isminin başına “şehir kültürü” diye bir tabir geliyor, şehir kültürü. Şimdi, bu kadar alt kategorize ederek, madem, kültür girecekse, millî kültürün girmesi lazım. Onun yerine, onun altının, altının, altının… Şehir kültüründen ne kastedildi, onu öğrenmek istiyorum.

  • İki: Bu tartışma için değil, “belirli bir oranda” deniliyor. Bu oranı tabii ki anayasaya yazmayabilirsiniz ama bir işaret olabilir. Ne kadar bir oran olması lazım? Farklı eğitim, ikinci dil eğitimi yapılacaksa ya da bu ikinci değil de çoklu artık, belki otuz altıya çıkacak bu eğitim dili; çıktı, burada da anayasa var, bu anayasaya göre bunların sosyal ve kamu hayatına entegrasyonunda -çünkü adam “Anadilimi biliyorum, ben başka dil bilmiyorum, Türkçe bilmiyorum, bu da anayasal benim hakkım”- ben nasıl sosyal entegrasyonu sağlayacağım? Nasıl, kamuyla ilişkiyi kuracağım? Burada böyle bir düzenleme var mı?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Efendim, öncelikle şu hususu belirteyim: 3’üncü fıkrayla ilgili bir noktaya dikkatimizi çekmeli tekrar. İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi hâlinde, ikinci dil olarak, çift dille eğitim amacıyla, bugün, nasıl, birçok üniversitede hem Türkçe hem İngilizce olduğu gibi…

  • FARUK BAL (Konya) – Ama, o anlaşılmıyor.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Hayır efendim, açıkça… İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi hâlinde Türkçe yanında, Türkçe yanında…

  • FARUK BAL (Konya) – Öğretim hocam, öğretim. İkinci dil öğretmek…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Hayır, hayır… Özür dilerim efendim, tekrar okuyorum metni, lütfen… “İlk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim dili Türkçe olup yeterli sayıda velinin talebi hâlinde Türkçe yanında diğer bir dilin de eğitim dili olarak kullanılması…” Çift dilli eğitimi kastediyoruz burada, gerekçede zaten ayrıntılı olarak var. Bir okulda…

  • FARUK BAL (Konya) – Hocam, ben sorumu tekrar ediyorum.

  • YRD. DOÇ. DR. ÖMER LÜTFİ PEKER – Her hâlükârda Türkçe oluyor yani…

  • FARUK BAL (Konya) - Şimdi, eğitim dili, çok önemli…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Çift dilli eğitimi kastediyoruz efendim. Şu anlamda…

  • FARUK BAL (Konya) – Eğitim dili, bir devletin kendi diliyle yapmış olduğu eğitimdir, hangi devletse. Bunun yanında ikinci bir eğitim dili olursa, bu, anadilde eğitimdir ve birinciyi reddetmesi lazım yani birinci olmadan, kendisini, kendi başına, Türkçesini, matematiğini, İngilizcesini, Fransızcasını o dilde, anadiliyle öğrenmesi demek. Şimdi, hem bununla hem bununla olunca zaten bu bir anlam ifade etmez. Yani, sizin buradaki yazdığınıza göre, iki dilli bir eğitim zaten olmaz. Bir anda bir kişinin iki ayrı sınıfta olması demektir. Bir tarafta Türkçe eğitimde olacak, bir tarafta da farklı bir eğitimde olacak. Bu mümkün değil. Yani, bir kişi ancak bir yerde olabilir, bir mekânda olabilir.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Müsaade ederseniz Faruk Bey, bu konu, tabiatıyla tartışmalı, en ince mevzulardan biri. Burada, sizin dediğiniz de anlaşılabilir, bütün müfredat, ikinci bir, seçtikleri ikinci bir dilde de yapılabilir ama bizim buradaki düşüncemiz tartışma, kanunlara öyle geçmesi daha uygun olur düşüncesindeyiz. Bazı belli dersler ikinci bir dilde yürütülebilir. Temel dersler mesela…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Üniversitelerde olduğu gibi değil mi?

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Evet, üniversitelerde olduğu gibi.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Şu anda, üniversitelerde çift dilli eğitim yapılıyor.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Matematik, Türkçe benzeri…

  • FARUK BAL (Konya) – O, “Bilingual” dediğimiz olay değil hocam bu.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Evet, bu, hakikaten çözümü zor bir mevzu. Burada ne desek, mutlaka bir karşı fikir doğacak.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Zannediyorum bütün bunları gerekçenizde izah ediyorsunuz.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Evet efendim.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Var.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Faruk Bey, bu konuları…

  • FARUK BAL (Konya) – Yok, yok, ben tartışmak için değil, ben konuyu anlamak için…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Biz, kendi aramızda şekillendirirken gerekçelerine de bakarız ve hatta gerekirse, diyelim ki bu çalışmaları yoğunlaştırdığımızda, ilave bilgiler de almamız, öneri sahiplerinden, mümkündür.

  • YRD. DOÇ. DR. ÖMER LÜTFİ PEKER – Hocam çok kısa bir cümle söyleyebilir miyim?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Buyur.

  • YRD. DOÇ. DR. ÖMER LÜTFİ PEKER – Şimdi, bu, hakikaten, yeni anayasanın çok düğüm noktalarından bir tanesi. Toplumsal uzlaşma adına, en azından şimdiki bir, tabiri caizse “yangını söndürmek” diye bir tabir var, onun gibi, bir şeyin ucunu biraz açıyorsunuz ama bir şeyden de vazgeçmiyorsunuz yani hafif bir ucunu açıyorsunuz, vazgeçmiyorsunuz. Nasıl bir şey? Yani, ikinci bir dilde eğitim, bu, büyük bir ülke… İnsanların, şimdi, anadilde öğrenme, eğitim hakları var. Bu, inkâr edilemez bir gerçek ama bir tarafta da dediğiniz zorunlu gerçekler var ilişkilerde. Dolayısıyla “Bu ikisine birden nasıl cevap veririz”in bir formülü aramaya çalıştık biz. Belki tam bulamamış olabiliriz ama sorun bu.

  • FARUK BAL (Konya) – Hayır, eğitim ve öğretim arasındaki farka bakarsak sorun çözülür gibi düşünüyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Peki, devam edelim.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Müsaadenizle, 4’üncü fıkrada, din eğitimi konusunda teklifimizi okumak istiyorum: “İlk ve orta öğretimde çocuklara hangi dinin ve kültürünün öğretileceği ve uygulamak din derslerine katılıp katılmayacakları velilerinin vereceği karara bağlıdır. Uygulamalı din dersine katılmayan çocuklar din ve ahlak bilgisi dersi alırlar. Bu derslerin içeriği toplumdaki farklı inançlar dikkate alınarak devletin koordinasyonuyla hazırlanır.” Devletin de yine burada görevi sadece bir koordinasyondan ibaret.

  • Müsaadenizle geçelim efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Tabii, geçelim, yeteri kadar açık.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 11’inci madde:

  • “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı

  • Herkes önceden izin almaksızın ve şiddete başvurmaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Bu hak fertlerin güvenlik talebi ve hakları çerçevesinde düzenlenir ve kullanılır.” Bu hak, fertlerin güvenlik talebi ve hakları çerçevesinde düzenlenir ve kullanılır.

  • Müsaadenizle 12’nci maddeye geçiyorum:

  • “Sivil Örgütlenme Hakkı”

  • 1’inci fıkraya göre, “Herkes önceden izin almaksızın dernek, vakıf, sendika ve benzeri örgütleri kurma, bunlara üye olma veya üyelikten çıkma hakkına sahiptir.” ve 2’nci fıkraya göre, “Demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı davranan sivil toplum örgütü yöneticilerinin yetkilerinin sınırlandırılmasına veya tüzel kişiliğinin sona erdirilmesine ancak mahkemece karar verilebilir.”

  • 13’üncü madde: “Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti

  • Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

  • Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti ancak suç soruşturması ve kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.”

  • 14’üncü madde: 1’inci fıkrası, bildiğimiz bir hüküm: “Herkes, sağlıklı, güvenli ve onuruna yakışır şartlar içerisinde dilediği alanda çalışma ve serbestçe sözleşme yapma hürriyetine sahiptir.” ve 2’nci fıkra, özgün, yeni bir hüküm. Memur hukukuna ilişkin ve toplu sözleşmelere ilişkin birçok problemi çözecek bir hüküm olarak tasarlandı, şöyle: “Devletin asli, sürekli ve devredilemez nitelikteki hizmetlerini ifa edenler haricindeki kamu görevlileri ve işçiler, işverenleriyle, ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptir. Bu sözleşmenin yapılması sırasında çıkacak uyuşmazlıklarda, çalışan ve çalıştıranlar grev ve lokavt haklarını kullanabilirler.” Burada, devletin asli ve sürekli hizmetleri yanına, devredilemez nitelikteki hizmetlerini gören, temsil makamındaki bürokratlar, askerler, hâkim, savcılar ve suçluyu kovalayan polisler gibi, toplu sözleşme hakkı asla bulunmaması gereken, maaş alan, ücret değil, maaş alan kişilerin toplu sözleşme hakkı yerine, ayrı bir statüye tabi olması gerektiğini belirtiyoruz. Ayrıntılar gerekçesinde var efendim. Bu, yeni ve özgün bir hüküm.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Onlar ne yapacaklar?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Bunlar için böyle bir hak söz konusu olmayacak efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Yani, onlar, bu tür hakları…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Bir subayın, astsubayın, özür dilerim…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Onlar, bu tür haklarla ilgili taleplerini nasıl dile getirecekler?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Olağan siyasi kanalların yeterli olacağı kanaatindeyiz. Olağan siyasi kanalların yeterli olacağı kanaatindeyiz.

  • PROF. DR. ALİ ŞAFAK – Şimdi, Sayın Başkanım, burada, kamu hizmeti iki grupta mütalaa ediliyor.

  • Bir, hiçbir zaman ifası göz ardı edilemez, vazgeçilmez… Bu, belki şöyle olabilir, düzenlenecek kanunlarda, grev yasağı kapsamına giren veya toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında bırakılan, istisnai iş kolları olarak düşünülebilir ama öbürleri, gerek memur olsun gerek işçi olsun, Avrupa normlarında, ILO standartlarında da diğerleri için, mesela, hatta bir kısım Avrupa ülkelerinde polisler için dernekler, sendikalar kurma hakkı falan da verilmiş durumda. O nedenle, ama, bir kısım, askerlik gibi, işte, yargı gibi veya polisiye hizmetlerin mutlaka devlet tarafından yürütülmesi, grev yasağı kapsamı dışında tutulması.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Yeteri kadar açıklandı, tamam.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 15’inci madde, Anayasa’da yer alıp yer almaması konusunda da tartışmaların sürdüğü vatandaşlık konusunu çözüme kavuşturuyor.

  • “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” başlıklı 15’inci maddenin, 1’inci fıkrasına göre, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, ortak tarihi, coğrafyayı ve medeniyeti -ortak tarihi, ortak coğrafyayı ve ortak medeniyeti anlamında- sahiplenen kişilerle devlet arasında eşitlik temeli üzerinde şekillenen hukuki bağı ifade eder.” ve 2’nci fıkra, “Hiçbir vatandaş, rızası olmadıkça bu haktan mahrum edilemez.” şeklindedir.

  • FARUK BAL (Konya) – Hocam, bir sorum olacak benim. Şimdi, gerekçesine baktığımızda “Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Ermeni, Yahudi” diye etnisiteler sayılıyor. Buradaki “Türk” dediğimiz kavram bu etnisitelerden birisi olarak mı algılandı bu yazılırken? Yani, “Türk” kavramı bir etnisite midir sizin bakış açınıza göre? Eğer bu doğruysa, başlangıçta bir yerde “millet” ifadesi kullanılıyor, o millet hangi millettir? Teşekkür ederim.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Faruk Bey, burada bir kategorizasyon var, sadece sayma var. Bir altlık, üstünlük değil, altlık, üstlük sıralaması değil…

  • FARUK BAL (Konya) – Onu sormuyorum? Etnisite mi, millet mi? Onu soruyorum sadece.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Bunların toplamı millet. Buradaki ifade edilen, daha sayılmayanlar da, Çingeneler de, bilmem kimler de varsa, herkes bu milletin birer kesimi, kısmı. Millet, bütün bunlardan teşekkül ediyor. Biz, çoğunluğa, azınlığa bakmıyoruz, bakmamak istiyoruz. Hatta -arkadaşlarımı belki bağlamaz, benim şahsi görüşüm, sizden de özür diliyorum çünkü ütopik bile olabilir bu sözüm- “azınlık” kavramının hiçbir anayasada hiç olmayacak, kanunlarda bile olmaması, hatta Lozan Anlaşması’nın, o devre mahsus olan “azınlık” kavramı kullanılmış olan Lozan Anlaşması’nın, karşı devletleri bir görüşmeye çağırarak bu sözün, kavramın kaldırılması hususunun görüşülmesini bile ben şahsen arzu ediyorum. Bu takdirde…

  • FARUK BAL (Konya) - Azınlık filan değil, sadece “etnisite”, “millet” kavramını, şu tasarıya göre zihnime yerleştirebilmek için sordum.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Hepsi millet.

  • FARUK BAL (Konya) – Anladım, tamam…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Evet, bunlar tutanaklara geçiyor. Biz bunları değerlendirirken buralardan yararlanacağız.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Peki…

  • PROF. DR. ALİ ŞAFAK – Ben kısa bir…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Buyurun.

  • PROF. DR. ALİ ŞAFAK – Bu Güney Amerika’yla ilgili son günlerde bazı haberler vardı. Şimdi, Osmanlı pasaportunu taşıyan gayrimüslimler de “İsevi milletinden”, “Musevi milletinden” ve “İslam milletinden” kavramları, üst kimlik kullanılıyordu, daha alt kimliklere yer vermiyordu. “Laz, Çerkez, Arnavut” gibi kavramlar pasaportlara yazılmıyordu. Dolayısıyla, bu üst kavramlar daha bir kucaklayıcı olmaktadır. Tıpkı, “Amerika Amerikalılarındır” sözü gibi, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”, böyle bir terim tercih edilmiştir.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Peki, teşekkürler.

  • PROF. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – İzin verirseniz bir cümlelik bir yan detay vermek istiyorum efendim. Şimdi, “Türk” kavramı benim anlayışıma göre, her iki manada kullanılıyor efendim. Hem “etnisite” anlamında bazen kullanılıyor, bazen de “millet” manasında kullanılıyor. Mesela, Bernard Lewis’in “Modern Türkiye'nin Doğuşu” diye, yani çok hacimli bir kitabı var. Orada, diyelim Fas’ta bir insan Müslüman olmuşsa, “O Türk oldu.” diye geçiyor oralarda. Yani, dolayısıyla, her iki manasının da olduğunu görüyoruz. Tabii, kelimelere yüklenen mana hangisidir? Genelde, milletin kabulüdür. Her iki mana da var. Günümüz, 1982 Anayasası’nda da benzeri şeylerin olduğunu görüyoruz. Yani, “İkisinin de kullanımı var.” demek istiyorum.

  • FARUK BAL (Konya) – Evet, ben, bir cümle ifade edeceğim ama bunu ileride, zabıtları tekrar ederken zihinde kalsın diye soruyorum: Türk kültürü, Türk medeniyeti dediğimiz kavramlar, bu farklılıkların da içinde barındığı bir muhteşem terkiptir. Bu terkibin içerisinde Türk’ü, etnik veya ırki özelliklerini alıp dışarı çıkarmak, o kültür değerlerini ve medeniyetlerini ret ve inkâr anlamına gelir.

  • Teşekkür ederim.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Efendim, bu konu hakikaten en çok tartışılan mevzulardan biri. Biz, bu maddeyi hazırlarken bir ön araştırma yaptık. “Böyle bir formülasyon kullanılırsa, siz -kim olursanız olun, Alevi, Sünni, Arap, ne olursanız olun- kendinizi buluyor musunuz burada?” dedik. Baktı, baktı “Evet, ben varım.” dedi. Herkesin var olduğuna inandığımız bir formülasyon. Kimseyi dışlamayan, hariçte tutmayan bir formülasyon ve arzumuz da böyleydi.

  • FARUK BAL (Konya) – Evet…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Tabii, biz, Turgut Özal Üniversitesince hazırlanmış olan anayasa taslağını şu anda değerlendiriyoruz. Siz, böyle bir öneriyle bizim önümüze geldiniz. Biz Komisyon olarak, bütün bunları, çalışmalarımızda göz önünde bulundurarak en isabetli sonuca varmaya gayret edeceğiz.

  • Çok teşekkür ederiz.

  • Devam edelim, buyurun.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 16’ncı madde, yeni, orijinal bir hükümdür. “İltica Hakkı” başlığını taşımaktadır. “ Ülkesinde milletlerarası antlaşmaların öngördüğü insan hakları güvencesine sahip olmayan ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri sebebiyle zulme uğrayacağından korkan kişiler Türkiye Cumhuriyeti devletine iltica için başvurabilirler.” Büyük devlet olmanın gereğini anayasaya yazmak gerektiğini düşünüyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Bir daha okuyayım. Başka bir ülkede ama değil mi?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Tabii, elbette.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Kötüye kullanılmasın.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Efendim, biz, herkesi besleyebileceğimiz kanaatindeyiz.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Şimdi, efendim, elbette, bu kötüye kullanılabilir. Genelde Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye gibi kenardaki ülkeleri bir baraj gibi görüyorlar ve mülteciler buralara geliyorlar ve buradan Avrupa Birliğine sıçramak için Türkiye gibi ülkeleri baraj olarak kullanıyorlar. Tabii, yani, kötüye kullanım hakkı, gerçekten bu var. Tabii ki bu konuda Dışişleri Bakanlığında büyük çalışmalar var mülteci hakları konusunda, Başbakanlığın da bir çalışması var bildiğim kadarıyla. Henüz, tabii, tam netliğe kavuşmadı Türkiye'nin mültecilerle ilgili yapacağı şeyler konusunda ama Türkiye, Avrupa Birliğiyle bu konuda görüşmelerini sürdürüyor. Bir de Avrupa Birliği ne kadar iyi niyetli? Yani, genelde buraları havuz gibi kullanıyor, mülteciler buraya geliyor. Türkiye, mülteciler konusunda da çok büyük çalışmalar yapıyor. Benim bildiğim, on beş vilayetimizde, bu konuda, mültecilerin yaşadığı yerler var ve Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün merhametini gösteriyor şu anda, mülteciler konusunda ve onlar için, insan haklarına uygun nelerin yapılması gerekiyorsa, devlet, mevzuatın da ötesinde yani merhamet duygularını kullanıyor.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Bu madde, bizi tenkit eden, Türkiye’yi tenkit edenlerin nezdinde var olan, Türkiye’de insan hakları ihlalleri fikrinin, bilakis, tam tersine, bütün, her yönüyle insan haklarının dünya çapında korunduğu bir ülke olduğu imajının da verilmesi ve büyük devlet anlayışına kavuşması için de konuldu.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – O anlayışla devam edeceğiz.

  • Buyurun, devam edin.

  • YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN YILDIZ – Çok kısa bir açıklama yapabilir miyim? Almanya’dan yola çıkarak bir hususu belirtmek istiyorum. Orada da bu şekilde, iltica hakkı anayasada mevcut fakat orada da suistimal söz konusu olduğu zaman devlet gereken tedbirleri alıyor yani bu ona engel değil.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Peki…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 17’nci madde, mülkiyet ve miras hakkıyla ilgilidir.

  • 1’inci fıkraya göre, “Herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir.” 2’nci fıkraya göre, “Devlet ve kamu tüzelkişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, rayiç bedelini peşin ödemek şartıyla kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir. Bu yetkinin kullanılması kamu yararının gerektirdiği amacı aşamaz.” Özel bir sınırlama sebebi buraya koyduk.

  • Müsaade ederseniz geçeyim efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Tabii, buyurun.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 18’inci madde, bilgi edinme hakkı ve bilgelik kurumu hakkındadır.

  • 1’inci fıkraya göre, “Herkes kendisiyle veya kamuyla ilgili dileklerini bildirmek ve bilgi edinmek için yetkili makamlara başvurma hakkına sahiptir. Sonuç, başvuranlara gecikmeksizin bildirilir.” ve 2’nci fıkraya göre, “İdarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri incelemek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak Bilgelik Kurumu kurulur.” Var olan kurumun adını “Bilgelik Kurumu” olarak değiştirmeyi teklif ediyoruz.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Ombudsmanlık…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Evet, “Kamu Denetçiliği” yerine “Bilgelik Kurumu” denmiş.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Çünkü “bilge” sözü Anadolu’da, hakikaten sözü dinlenen, ağırbaşlı, olgun insanlara verilen sıfattır. Böyle bir insan olması da arzu edildiği için…

  • FARUK BAL (Konya) – Güzel bir kelime kazandırılmış.

  • PROF. DR. SACİT ADALI - …biz “Kamu Hakemliği Denetçisi” lafının da pek uymadığı kanaatindeyiz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Peki, teşekkür ederiz.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – 19’uncu madde, “Çevre, Sağlık, Gen Teknolojisi” başlıklı yeni bir hükümdür.

  • 1’inci fıkraya göre, “Devlet, çevrenin yaşanabilir ve sürdürülebilir olmasını sağlamak amacıyla doğal varlıkları ve kaynakları koruyucu her türlü tedbiri alır.”

  • 2’nci fıkraya göre, “Devlet, organik tarım üretimini teşvik eder. Gen teknolojisinin insan sağlığına ve varlıkların fıtri yapısına zarar verecek şekilde kullanılmasını engeller.” ve 3’üncü fıkraya göre, “Gen yapısına, üreme hücrelerine ve cenine yapılacak müdahaleler ile bilimsel çalışmalar insan onuruna ve aile kurumuna zarar vermeyecek şekilde yürütülür.” Biz insanlığın sonunu gen teknolojisindeki değişmelerin getireceği kanaatinde olduğumuz için, bu hükmü anayasaya derhâl yazmak gerektiği kanaatindeyiz.

  • 20’nci maddeye göre, bütün bu hak ve hürriyetlerle ilgili olarak, bir temel sınırlandırma sebebi, genel sebep öngörülüyor.

  • 1’inci fıkrada, “Temel hak ve hürriyetlerin sağlanması asıl, kısıtlanması istisnadır.” prensibi getiriliyor. Temel hak ve hürriyetlerin sağlanması asıl, kısıtlanması istisnadır ve “Tereddüt halinde temel hak ve hürriyetler lehine yorum esastır.” Lehe yorum esası prensibi getiriliyor.

  • 2’nci fıkrada da, “Temel hak ve hürriyetler, ölçülülük ilkesi ve demokratik toplum düzeninin gerekleri doğrultusunda, Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nde ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde belirtilen sebeplere dayanılarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir.” deniyor. Sınırlandırma sebeplerini böylece sınırlandırmış oluyoruz.

  • YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN YILDIZ – Hocam izin verirseniz, burada, 1’inci fıkra nedeniyle küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Maalesef, bizim Anayasa Mahkemesi geleneğimizde, kamu hukukunda yerleşmiş olan bir ilke, “İn dubio pro libertate” ilkesini şimdiye kadar uygulayamadı. Yani, kuşku hâlinde temel hak ve özgürlükler lehine yorum yapılması gerekir. Bu Batı’da, kamu hukuku doktrininde yerleşmiş olan bu ilkeyi biz, bu şekilde, pozitif hukuka çevirdik.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Peki…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Efendim, 21’inci madde devletin yapısıyla ilgili ilk hüküm. “Temel İlkeler ve Devletin Yapısı” başlıklı 21’inci maddenin 1’inci fıkrasına göre, “Türkiye Cumhuriyeti insan onuruna ve hukukun üstünlüğüne dayanan, temel hak ve hürriyetlerin korunmasını ve geliştirilmesini amaç edinen, demokratik, laik ve sosyal bir devlettir.” Hukuk devleti ilkesi, aşağıda, 2’nci fıkrada açıklanıyor.

  • 2’nci fıkraya göre, “Hâkimiyet hukuk devleti ilkesi çerçevesinde millete ait olup bu yetki seçilmiş temsilcilerden oluşan yasama organı eliyle veya halkoylamasıyla kullanılır. Yürütme ve yargı organları kanunlara, anayasaya ve hukukun evrensel ilkelerine bağlı kalmak zorundadır.” şeklinde.

  • PROF. DR. HASAN TAHSİN FENDOĞLU – Efendim, Anayasa Mahkememizin içtihatları üzerinde durulduğunda, özellikle yargı organları, bazen, yani vesayet organı gibi davranabiliyorlar. Böyle davranmasınlar diye, özgürlükçü yorumun esas olmasını belirten her iki fıkramız bunlar. Yani amaç, özgürlükçü yorumun daha da yaygınlaşmasını temenni etmek.

  • YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN YILDIZ – İzin verirseniz küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Belki de burada yanlış anlaşılmalara yol açabilir. 2’nci fıkranın ikinci cümlesinde “yürütme ve yargı organları” diyoruz, yasamayı saymıyoruz. Yukarıda zaten saydık…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Sanıyorum 1921 Anayasası’nı esas aldınız.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Özel bir tercihimiz olmadı efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Yani, orada da öyle…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Hepsinden esinlendik ama özel bir tercihimiz olmadı.

  • Müsaade ederseniz 22’nci maddeye geçeyim. “Bayrak, Dil, Millî Marş, Başkent” başlıklı 22’nci maddeye göre, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı şekli kanunla belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır, resmî dili Türkçedir, millî marşı istiklal Marşıdır, başkenti Ankara’dır.”

  • 23’üncü madde -yazdığımız son konu- siyasi partilerle ilgilidir. Önemsediğimiz için madde hâline getirdik. 1’inci fıkraya göre, “Partiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır ve serbestçe kurulurlar.”

  • 2’nci fıkraya göre, “Partilerin iç düzenlemeleri ve faaliyetleri parti içi demokrasi ilkelerine uygun olarak yürütülür.”

  • 3’üncü fıkraya göre, “Partilerin mal edinmeleriyle gelir ve giderleri hakkındaki ön inceleme Sayıştay'ca, inceleme raporlarının değerlendirilmesi ise Anayasa Mahkemesi'nce yapılır.” ve 4’üncü fıkraya göre, “Bir siyasi parti anayasanın öngördüğü hürriyetçi demokratik düzeni temelinden yıkmaya yönelik şiddet eylemlerine başvurmadığı sürece kapatılamaz.” şeklindedir.

  • Böylece maddelerin yazımı ile ilgili çalışmamız sona ermiş oluyor.

  • Buradan sonra, tasarıda maddeleştirilmemiş hususlara ilişkin genel ilkeler niteliğinde, üç sayfalık, küçük spotlar var. Müsaade ederseniz okuyayım mı efendim, yoksa sizin göz atmanız açısından…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Okuyun.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Peki, efendim.

  • “Anayasa neleri içermeli, içermemeli?” sorusuna cevap olarak, anayasanın kazuistik bir metotla hazırlanmaması gerektiğini düşünüyoruz. Mesela yürütme organının ayrıntılarının anayasada yer almaması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Anayasanın değiştirilmesi ve bağlayıcılığı konusunda şu prensipleri ortaya koyuyoruz: Anayasaya herhangi bir hükmünün değiştirilemeyeceği yolunda kural konulmamalıdır. Zira, anayasayı yeniden yazabilen bir Meclis kendisinden sonra gelecek Meclisin elinden bu yetkiyi alamaz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (KARABÜK) – Gerekçeniz bu, evet…

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Değiştirme yöntemiyle ilgili olarak, “Anayasa hükümleri vasıflı çoğunluk tarafından değiştirilebilmeli ve bugünkü anayasada yer alan kural devam ettirilmelidir.” ve “Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini içerik yönünden denetleyemeyeceği kuralı pekiştirilerek -yani yeniden pekiştirilerek- yeni anayasaya da konulmalıdır. Ayrıca, Anayasa Mahkemesinin kanun değişiklikleri üzerinde âdeta kendisi yasama organı yerine geçerek kural koyarcasına yerindelik denetimi yapması yasaklanmalıdır.”

  • Devletin yapısıyla ilgili olarak efendim, temel prensiplerimiz şunlar: “Devletin federal değil üniter olduğu açıkça vurgulanmalı, ancak, idare ülkenin siyasi bütünlüğüne zarar vermeyecek şekilde yerellik ilkesine göre yapılandırılmalıdır.” Parantez içerisinde örnekler var, geçiyorum müsaadenizle.

  • “Siyasi irade ile doğrudan ilişkili bürokratik görevlerde çalışanların (vali, müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür seviyesindekilerin) hükümetle gelip gitmelerini sağlayacak bir idari yapı anayasa ile kurulmalıdır.

  • Mahallî idarelerin görev, yetki ve sorumluluklarıyla mali güçleri çağdaş uygulamalara paralel olarak geliştirilmeli ve bu yolla örnek bir mahallî idareler reformunun yolu açılmalıdır. Katılımcı demokrasinin gereği de zaten budur ve merkezî idarenin mahallî idareler üzerindeki vesayet yetkisi mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır.”

  • Diyanet İşleri Başkanlığının yapısıyla ilgili olarak tekliflerimiz şöyle: “Diyanet İşleri Başkanlığı özerk ve bilhassa mezhepler ve geniş dinî ekoller bazında katılımcı bir yapıda olmalıdır.”

  • Bu konuda teklifimiz şu: “Diyanet, özerkliğini sağlamak amacıyla kamu yararına vakıf şeklinde kanunla kurulabilir ve taşrada da aynı şekilde örgütlenebilir ve azınlıklara uluslararası sözleşmelerle verilen dinî haklar anayasayla genişletilmelidir.” Yani, Lozan’daki hakların genişletilmesi gerektiğini teklif ediyoruz.

  • YÖK’le ilgili olarak temel prensiplerimiz şöyle efendim: “Yükseköğretim Kurulu, üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliklerine müdahale etmeyen, hiyerarşik olarak üstte olmayan, ancak onları koordine eden özerk bir kuruma dönüştürülmelidir.

  • Vakıf üniversiteleri örtülü kaynak aktarımı gibi mali hususları da kapsayacak şekilde Sayıştay'ca denetlenmeli ve bunlara devlet desteği devam ettirilmelidir.

  • Yükseköğretim sistemine, devlet ve vakıf üniversitelerinin yanında kişilerce veya ticaret şirketlerince kurulabilecek özel üniversiteler de dâhil edilmelidir.

  • Seçimlerle ilgili prensiplerimiz: Dar bölge sistemi ile seçim çevresi esasına dayalı nispi temsil sisteminin karma olarak uygulandığı yeni bir nispi temsil sistemi anayasada öngörülmelidir. Kapalı listeli ferdileştirilmiş sistem eğer kabul edilmeyecekse, toplam milletvekili sayısının beşte 1’i oranında Türkiye milletvekili statüsü öngörülmelidir. Ama birincisi asıl teklifimizdir.

  • Siyasi sistemin yozlaşmasını önlemek, kuralların ve kurumların güçlenmesini sağlamak, genç kuşakların yönetime katılmasına fırsat tanımak üzere -amacımız özellikle bunlardır- bir kişinin, bir partide hayatı boyunca üst üste iki ve en çok üç seçim dönemi toplamı kadar genel başkan olabileceği düzenlenmelidir. Yani dört yılsa seçim dönemi, dört yılda bir seçim yenileniyorsa bunun anlamı üç seçim dönemi.

  • Seçim ittifakı, ittifaka giren partilerden herhangi birinin çatısı altında olabileceği gibi, ittifak partilerinin oylarının toplanması yoluyla da gerçekleştirilebilmelidir.

  • Hükûmet sistemiyle ilgili olarak, mevcut parlamenter sistemin aksayan yönleri ıslah edilerek devam ettirilmelidir görüşü ağırlık kazanmıştır.

  • Seçilmişlerle atanmışlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar konusunda iki prensibimiz var: Meşruiyetini demokratik seçimlerden alan merkezî ve mahallî siyasi iktidarların halka verdiği taahhütleri yerine getirmesine mani olacak bürokratik engeller kaldırılmalı, bürokratlar değil seçilmişler politika üreten konumunda bulunmalıdır.

  • Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalı, Millî Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır.

  • Anayasal organlarla ilgili olarak, hükûmetten bağımsız yürütme yetkisi kullanan üst kurullar ve özerk kurullar ile akademik kurulların sadece bu niteliği anayasada belirtilmeli, ayrıntılar kanuna bırakılmalıdır.

  • Yargı organları hakkındaki prensiplerimiz şöyle: Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesi sağlanmalı, bireysel başvuru devam ettirilmeli ve böylece bu mahkemenin verdiği kararlarla, yargı dâhil bütün kurumları bağlayıcılığı dolayısıyla diğer yüksek yargı organlarından farkı netleştirilmelidir.

  • Yargı birliğini temin etmek üzere, disiplin mahkemeleri dışında askerî yargı uygulamasından vazgeçilmelidir.

  • Ceza yargılamasında demokratik yargı anlayışına uygun jüri ya da müşahitlik gibi bir sisteme geçilmelidir.

  • Avrupa Birliği müktesebatı ve sürecinin gerekleri saklı kalmak kaydıyla idam cezasının yeniden yürürlüğe girebilmesi için referandum yoluna gidilmelidir.

  • FARUK BAL (Konya) – Yani yeniden gelsin anlamında mı?

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Gelip gelmeyeceği referandumla belirlenmeli.

  • Yargı organının sadece hukuka uygunluk denetimi yapması sağlanmalı, yerindelik denetimi yapmasının önüne geçecek tedbirler anayasayla alınmalıdır.

  • Son konu, anayasal ödevler konusu: Vicdani sebeplerle askerlik hizmeti yapmak istemeyenler, bunun karşılığında bir sosyal yardım kuruluşunda görevlendirilmeli. Zaten anayasada var olan hüküm kanunla teyit edilmelidir.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Efendim, bizi dinlediğiniz için özellikle teşekkür ediyoruz. Sizler bizlerin, bütün vatandaşların temsilcisisiniz, sizlere güveniyoruz. Böyle bir anayasanın, yepyeni, taptaze, dipten gelen, dibin, en dibin sesini duyuran bir anayasanın inşallah tehire uğratılmayacağını ümit etmek istiyoruz.

  • Özellikle bizim tasarımızda, insanın, nitelikleri belirtilen olgun insanın başa alındığı, devletin onun hizmetkârı olduğu ve özellikle hak ve hürriyetlerin mümkün olduğu kadar genişletilerek anayasaca bir sınırlamaya gidilmemesi gerektiğini ifade ediyoruz. 20’nci madde özellikle bunu söylüyor. “Temel hak ve hürriyetler, ölçülülük ilkesi ve demokratik toplum düzeninin gerekleri doğrultusunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtilen sebeplere dayanılarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir.” Biz, çok özel olarak bunu yazdık. Kanunla istediğiniz kadar değiştirin ama hiçbir onurlu insanın kişiliğine halel gelmeyecek şekilde sınırlandırın. Ama esas olarak anayasada bunu yapamazsınız. Bugün sınırlandırdığınızı yarın kolaylıkla genişletir, bugün genişlettiğinizi yarın sınırlandırabilirsiniz ama bunu anayasa konusu yapmayalım istedik.

  • Böyle kısa, öz, fazla yoruma götürtmeyecek bir metnin sizlerin tarafından dikkatle takip edileceğini, inceleneceğini biliyoruz ve sizlere, bütün arkadaşlarımıza, hepinize çok teşekkür ediyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de sizlere çok teşekkür ederim

  • Turgut Özal Üniversitesi, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yeni bir anayasa için oluşturulmuş bulunan Anayasa Uzlaşma Komisyonuna 5 profesör, 2 yardımcı doçent, 1 araştırma görevlisi ve aynı zamanda hukukçu arkadaşlarıyla birlikte katılarak, gerçekten bu işe ne kadar önem verdiğini bizzat göstermiştir. Ben, siz saygıdeğer hocalarıma bu ilginiz, gayretleriniz, yapmış olduğunuz özgün çalışma nedeniyle gerçekten teşekkür ediyorum. Çalışmalarımızda yapmış olduğunuz bu değerli taslak mutlaka en iyi şekilde göz önünde bulundurulmaya çalışılacak ve değerlendirmeye alınacaktır.

  • Biz, alt komisyon olarak birkaç haftadır bu çalışmaları yapıyoruz, siyasi partilerimizin önerilerini aldık. İlk kez bir üniversitemiz böylesine ciddi bir hazırlıkla önümüze geldi. Bu bakımdan da ayrıca şükranlarımızı sunuyoruz ve üniversite olarak bu alanda olduğu gibi, diğer alanlarda da Türk eğitimine ve öğretimine katkılarınızın giderek artacağına inanıyoruz.

  • Çok teşekkür ederiz.

  • Buyurun Faruk Bey.

  • FARUK BAL (Konya) – Ben de hakikaten son derece mutlu oldum, iki nedenden dolayı: Birinci olarak, Turgut Özal Üniversitesinin çok güçlü bir ekiple özgün olarak üretmiş olduğu anayasa çalışmasını sunma gayreti bizi son derece de mutlu etmiştir. Çok değerli bilim adamlarının burada mevcudiyeti, ayrıca bize memnuniyet verici bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.

  • Ben hepinize çok teşekkür ediyorum.

  • Hasan Tahsin Hocamı, Erol Hocamı yıllar sonra, Sacit Hocamı önceden tanıdığım için, tekrar gördüğüm için çok mutluluk duydum, çok teşekkür ediyorum.

  • Diğer hocalarımızın da elbette ki hepsi bizim açımızdan eşdeğer ama özel olarak tanıdığım 3 şahsiyetin ismini ifade etme ihtiyacı hissettim.

  • Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Efendim, ikinci bir kitabımız var, ondan hiç bahsetmedik. Çok daha geniş bir hukukçu arkadaş grubuyla, onu mart ayından ağustos ayına kadar, o anda mevcut olan elde 12 tasarıyı mukayese ettik, şimdi 23’e çıktığını duyuyoruz.

  • PROF. DR. AHMET BATTAL – Böylece elinizde bir karşılaştırma metni var.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, çok teşekkür ederiz.

  • PROF. DR. SACİT ADALI – Onun da çok önemli bir metin olduğunu zannediyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Arkadaşlarımız da teknik olarak buna benzer bir çalışma yapıyorlar, onlar da inanıyorum ki bundan yararlanacaklardır.

  • PROF. DR. ALİ ŞAFAK – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederiz, sabırla bizleri dinlediniz.

  • Türk Ceza Kanunu’nun yapılışında, 2004 yılında, bireyi merkez aldınız, liberal bir devlet görüşüyle TCK’da insana yaklaştınız. Biz de işte burada aynı sistematiği uyguladık. Orada devlet en sonda hadim devlet, burada da keza.

  • Teşekkür ederiz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki.

  • Biz de bitirmiştik hocalarımızla beraber. Sunumlarından sonra daha iyi anlaşılması için soru-cevap şeklinde karşılıklı görüş alışverişinde de bulunduk, tamamladık, tutanaklara geçti. Siz geriye kalan yani katılamadığınız bölümle ilgili tutanaklardan onları takip etme imkânına sahipsiniz. Biz teşekkür ettik ama sizin de tabii bir beyanda bulunma hakkınız var.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) - Zaten okuyacağız ve arkadaşlarımızla da konuşacağız.

  • Ben de buraya geldiğiniz için, bize bu değerli bilgileri verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Çok özür diliyorum gerçekten. Bugün bütçe konuşmaları olduğu için böyle bir ara vermek zorunda kaldım ama dediğim gibi arkadaşlardan alacağım.

  • Hepinize çok teşekkür ediyorum değerli hocalarım.



  • Kapanma Saati: 11.39











  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin