Bugün Galatasaray Üniversitesi adına görüş bildirmek üzere arkadaşlar geldiler. Biz dinliyoruz, ben AK PARTİ İstanbul Milletvekili Mustafa Şentop, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Rıza Mahmut Türmen, ikimiz buradayız, diğer arkadaşlar mazeretleri sebebiyle gelemediler.
Biz burada sadece görüş dinliyoruz. Kırk dakika kadar süremiz var, bunun otuz dakikasını dinleyerek geri kalan on dakikasını da belki geliştirmek üzere bazı sorular sorarak değerlendiriyoruz. Tartışma yapmıyoruz, müzakere yapmıyoruz, sadece görüş topluyoruz.
Buyurun Şule Hanım.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ DOÇ. DR. ŞULE ÖZSOY – Ben de burada Galatasaray Üniversitesinin görüşünü ifade etmek üzere buluyorum. Bu görüş sadece bana ait değil, biraz önce isimlerini söylediğim heyete ait. Necmi Yüzbaşıoğlu Başkanlığında toplanan bu heyette Doçent Doktor Şule Özsoy, Yardımcı Doçent Doktor Vesile Sonay Evik, Doktor Özge Aksoylu, Doktor Burak Çelik ve Doktor Mehmet Karlı rapora kendi uzmanlık alanları doğrultusunda katkıda bulundular.
Bizim raporumuzun giriş kısmında Türkiye’de demokratikleşme konusunda yapılması gereken, Anayasa dışında, diğer mevzuatta ve yasalarda yapılması gerektiğini düşündüğümüz kimi değişikliklere de raporumuzda yer veriyoruz. Raporumuzu yazılı metin hâlinde Komisyonumuza iletmiştik zaten. Bu kısımların üzerinde çok detaylı biçimde durmayacağım, doğrudan Anayasa’yla ilgili görüşlerimizi aktarmaya geçeceğim. Burada görüşlerimizi çok özet hâle getirerek power point sunum yapmayı amaçladık.
Bu bakımdan, yeni Anayasa yapımında yöntem sorunuyla başlamak istiyoruz. Yeni Anayasa yapımında artık Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkili olup olmadığı, ayrı bir kurucu meclis kurulup kurulmaması gerektiği sorunlarına değinmeyi gereksiz buluyoruz yani bu aşılmış gözüküyor, siyasi partiler bu konuda bir uzlaşmaya varmış gözüküyor ama bizim heyet olarak görüşümüz ayrı bir kurucu meclis olması yönündeydi. Tabii, ayrı bir kurucu meclisin olmasını savunmanın birtakım siyasi sebepleri de olabilir, teknik sebepleri de var. Teknik sebeplerine değinmek istiyorum çok kısa bir şekilde. Çalışma kolaylığı getirmesi bu sebeplerin en başında gelen husustu. Fakat demin dediğim gibi bu konu artık aşılmış gözüktüğü için şu an Türkiye Büyük Millet Meclisinin hangi hukuksal zeminde yeni Anayasa yaptığının netleştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bundan şunu kastediyoruz: Uzlaşma komisyonunun kendi çalışma ilkelerini belirttiği mini bir iç tüzüğü çıktı, ancak Genel Kurulda görüşmelerin hangi zeminde yürüyeceğine dair herhangi bir hukuki netlik bulunmuyor. Mevcut Anayasa’nın 175’inci maddesi Anayasa değişiklikleri konusundaki prosedürü düzenliyor, yeni baştan tümüyle bir Anayasa yapma konusunda izlenecek yöntem hususunda 175’inci maddeye bir ekleme yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde, uzlaşma komisyonunda bir tıkanma olması hâlinde ya da uzlaşma komisyonundan gelen metnin Genel Kurulda tıkanması durumunda bunun ne şekilde aşılacağının da 175’nci maddede gösterilmesi gerektiğini düşünüyoruz tıkanmaların önünü açmak bakımından.
Üniversitemizin görüşü nihai metnin üye tam sayısının dörtte 3’ü ya da üçte 2’si gibi nitelikli bir çoğunlukla kabul edilmesi ve sürecin sonunda yeniden halkoyuna sunulması gerektiği yönünde. Bu şekilde hem tam bir demokratik meşruiyet kazandırılabileceği hem de uzlaşma komisyonundaki tıkanmaların Genel Kurulun nitelikli çoğunluğuyla aşılabileceğini düşünüyoruz. Aksi takdirde, tam mutabakat oluşmayan, ancak nitelikli çoğunluk oluşmuş bulunan ve aşılması mümkün tıkanma hâlleri ile karşı karşıya kalındığında çıkış yolu bulunamayacağını düşünüyoruz.
Yeni anayasa yazımında kullanılan yöntem kırılma değil bir evrim yöntemi bizce. Kırılma yöntemlerinden kastettiğimiz yeni bir devlet düzeni oluşturmak üzere yeni Anayasa yapım süreci içinde bulunmadığını düşünüyoruz Türkiye Büyük Millet Meclisinin. Bu bakımdan da mevcut Anayasa’mızın ilerlemelerini, kazanımlarını muhafaza ederek eksik yönlerini revize etme yöntemini benimsemiş bulunuyoruz, raporumuzda bunun üzerinden gidiyor. Mevcut Anayasa’nın eksiklerini vurgulama üzerine yoğunlaşıyoruz, bu eksiklerin yeni Anayasa’da tamamlanması bakımından ve mevcut Anayasa’nın sistematiğini takip ediyor bizim raporumuz. Amacımız daha özgürlükçü, daha demokratik bir Anayasa yapmak, yeni bir devlet düzeni oluşturmak değil. Bu bakımdan da bir evrimsel yöntem benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz hem Meclis tarafından öyle olması gerektiğini düşünüyoruz, biz de öyle bir yöntem kullanmaya çalıştık.
Nasıl bir yeni Anayasa? 1982 Anayasası yapımından bu yana birçok değişiklik geçirdi. Bu 17 değişiklikten 1 tanesini Anayasa Mahkemesi iptal etti, 16 değişiklik. Bunların bir kısmı, özgürlükler rejiminde iyileştirmeler sağladı. Ancak Anayasa’nın kimi kısımlarında da bir bütünlük ihtiyacı ortaya çıktı. Örneğin, özgürlükler sistematiği, özgürlüklerin sınırlaması rejimi, bu bölümlerde kullanılan dil –daha en başından itibaren bazı tutarsızlıkları var- bu dilin yeknesak hâle getirilmesi ihtiyacı var, temeli bozulan hükûmet sistemine çeki düzen verilmesi gibi bir ihtiyaç var. Buradan şunu kastediyoruz: Parlamenter sistem tekil demokratik meşruiyet esası üzerine kurulu bir sistem. Bizim Hükûmet sistemimiz şu an çifte demokratik meşruiyeti içinde barındırıyor yani Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini kastediyoruz. Bu bakımdan, Anayasa’da kimi düzeltmelere ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum.
Benim şahsi düşüncem Anayasa’nın düzenlenmeye en çok ihtiyaç duyulan kısmının Hükûmet sistemleriyle ilgili olduğu yönünde. Özgürlükçü, demokratik bir anayasal sistemi kurmak, korumak ve yerleştirmek amacıyla yeni bir Anayasa bizim üniversitemizin prensibi. Türkiye devletinin bir cumhuriyet olduğu hakkındaki hükmüyle üniter yapıyı düzenleyen hükmünün değiştirilmeden muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Anayasa’nın evrimci bir yöntemi benimsediğini söylemiştik. Bu bakımdan da yeni bir devlet düzeni kurulmadığı için devletin temelini oluşturan üniter cumhuriyetin kurulması fikrindeyiz.
Cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen 2’nci maddede bu niteliklerden olmayan ve hukuksal nitelik taşımayan ilke ve ifadelerin değişmezlik koruması altında olmadığından hareketle madde metninden çıkartılabileceği düşünüyoruz. Mevcut 2’nci maddenin kötü yazılmış bir madde olduğunu düşündüğümüz için revize edilebileceğini de düşünüyoruz. Çünkü bu maddedeki her ifade cumhuriyetin niteliklerini oluşturmuyor. Bizim bakımımızdan, özü itibarıyla Türkiye cumhuriyeti insan haklarına dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir ve cumhuriyetin niteliklerinin de bu şekilde muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun dışındaki diğer ifadeler 2’nci madde metninden çıkartılabilir.
Öte yandan, her bakımdan sorunlu olan mevcut başlangıç hükmünün bütünüyle çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz, bunun yerine cumhuriyetin kuruluş felsefesine ve bu doğrultuda cumhuriyeti kuran tüm unsurların özgürlükçü demokratik bir sistemde bir arada yaşama arzusuna vurgu yapan kısa bir başlangıç eklenebileceğini düşünüyoruz.
Devlet biçimi bakımından -biraz evvel söylediğim gibi- üniter devlet biçiminin muhafaza edilmesi gerektiğini ifade ettik, ancak katı üniter devlet anlayışının yerinden yönetim ilkesi çerçevesinde yerel yönetimlerin yetkilerinin ve özerkliğinin genişletilmesi yoluyla esnetilmesi bir ihtiyaç hâline gelmiştir diye düşünüyoruz.
Yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması, yerel seviyede demokratik katılımın artırılması suretiyle yerel yönetimlere idari alanla sınırlı bir özerklik tanınması ve böylece yönetimin etkinleştirilebileceğini düşünüyoruz, bu da 1921 Anayasası’nda benimsenen modele yakın bir model diye düşünüyoruz. Mevcut Anayasa’nın bu bakımdan tümüyle yeniden, tabii, ele alınması gerekir ama yeni Anayasa yazılırken seçimle gelen yerel yönetim makamlarının sadece yargı kararıyla görevden alınmasının mümkün hâle getirilmesi, yürütmenin mevcut Anayasa ile sahip olduğu bu alandaki yetkilerinin tümüyle kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yönetimlere kaynak dağılımında yaşanan eşitsizlik ve kayırmalara anayasal bir set çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için kaynak tahsisinde nüfus gibi objektif faktörler dikkate alınarak eşitlik ilkesinin gözetilmesini bir anayasal prensip olarak öneriyoruz.
Vatandaşlık bakımından, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana subjektif millet anlayışını benimsemiş bulunduğu bilinmektedir. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vatandaşlar, etnik kimlik, mezhep ya da din gibi özelliklerine göre ayrılmadan bir bütün olarak milletin eşit haklara sahip bireyleri olarak kabul edilmişlerdir. Bireyin egemenlik sahası içinde yaşadığı devlete hukuki aidiyet bağını düzenleyen vatandaşlık, hukuki bir tanım olmakla beraber sosyolojik bir etkiye de sahiptir. Bu bakımdan, toplumu kucaklayıcı bir başka formül tercih edilmesi devletin kuruluş felsefesine de aykırı düşmeyecektir diye düşünüyoruz. Etnisite, din, dil gibi unsurlar temelinde ayrımcılığı dışlayan bir vatandaşlık tanımı, bu farklı özelliklerin eşitliğin korunmasının da güvencesi olacaktır diye düşünüyoruz. Bunun için bir yol Anayasa’da “Türkiye cumhuriyeti vatandaşları” ifadesini kullanmak olabilir. Bir başka yol, bu heyete ait bir görüş değil bana ait bir görüş “Ulusumuz din, dil, ırk, mezhep farkı gözetilmeksizin bu Anayasa’da ifadesini bulan çağdaş ve ortak anayasal ideallerde eşit biçimde bir araya gelmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşmaktadır.” denilebilir. Bu benim önerim, üniversitenin önerisi ise demin söylediğim gibi etnisite, din, dil gibi unsurlara referans yapmadan bir vatandaşlık anlayışı içinde bulunma, bu anlayışa uygun bir tanım bu veya hiçbir tanım da yapılmayabilir tabii.
Hak ve özgürlükler rejimi, Anayasa’nın kısmen iyileştirilen bir bölümünü oluşturuyor. Bu Anayasa’nın, tabii, en çok eleştirilen yönlerinden birisi devleti koruma amacıyla özgürlüklerin ve bireyin dar bir alan hapsedilmiş olması. Biz burada özgürlüklerin bireye ait bir özel alan olduğu, devlet ve toplum karşısında koruma altına alındığı bilinci içerisinde düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yeni anayasanın mevcut Anayasa’dan farklı olabilmesi için birey devlet ilişkisinde birey merkezli bir düzenlenme yapması gerekiyor. Bu konudaki temel ilke, özgürlüklerin kural, sınırlamanın ise hak ve özgürlüklerin barış içinde kullanılması amacını sağlamaya yönelik ve istisnaî olmalısıdır. Anayasa koyucunun da bu alanda sınırsız bir düzenleme yetkisine sahip olmadığını da belirtmek isteriz. Türkiye’nin taraf olduğu ve iç hukukuna aktardığı uluslararası insan hakları sözleşmeleri ile getirilmiş mevcut standartların altına inecek her düzenleme Türkiye devletinin uluslararası yükümlülüklerinin ihlali anlamına gelecektir. Bu bakımdan, bu ulusal üstü standartlar asli kurucu iktidar konumundaki Türkiye Büyük Millet Meclisini sınırlıyor diye düşünüyoruz. Özgürlüklerle ilgili düzenlemeler yapılırken bu ulusal üstü standartların da dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz ayrıca. Mevcut hak ve özgürlükler rejiminde aksayan yönlerin tespit edilerek düzeltilmesi yöntemini benimsedik. 2001 değişikliklerinden sonra 13’üncü maddedeki sınırlamanın sınırı olarak belirtilen kanunilik, özgürlüğün ancak doğasından kaynaklanan sınırlı sayıda belirlenmiş sebeple sınırlanabilmesi, öze dokunmama, ölçülülük, demokratik laik cumhuriyetin gereklerine aykırı sınırlama getirilememesi gibi hususlar, kanun koyucunun keyfî bir biçimde özgülük alanını daraltmasını engelleyen kurallardır. Bu bakımdan, korunması gerektiğini düşünüyoruz 13’üncü maddenin sınırlama ölçütlerinin.
Bunun dışında, Anayasa’nın 90’ıncı maddesiyle getirilen formül yani özgürlüklerle ulusal üstü temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler çatıştığı zaman, kanunlarla çatıştığı zaman bu özgürlüklerin tercih edileceği yönündeki formül biraz daha iyileştirilebilir, tüm insan hakları sözleşmelerini içine alacak şekilde yeniden revize edilebilir, ancak temel prensibi itibarıyla önemli bir kazanımdır diye düşünüyoruz 90’ıncı maddenin dördüncü fıkrasına yapılan ekleme. Bunun da muhafaza edilmesi gerektiğinden yanayız, 13’üncü maddedeki sınırlamanın sınırını oluşturan temel ölçütlerle beraber. Bu ölçütler zaten evrensel ölçütler olup hemen hemen bütün demokratik hukuk devletlerinde mevcut olan hukuk prensipleridir.
Hakkın kötüye kullanılmasıyla ilgili Anayasa’nın 14’üncü maddesinin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hakkın kötüye kullanılmasıyla ilgili maddenin ek bir sınırlama maddesi işlevi görmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu bakımdan da 1’inci maddesinin bütünüyle çıkarılması ve uluslararası sözleşmelerde öngörülen mücadeleci demokrasi anlayışını yansıtan ikinci fıkraya “özgürlükçü demokrasinin yok edilmesi yasağı”nın eklenerek yeniden maddenin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Böylece maddeye doğrudan özgürlük alanını hedef alan eylemlere karşı çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi koruyan bir işlev kazandırılmış olacaktır. Bu yasak da sadece bireylere değil, devlete de karşı da tabii ki getirilmesi gereken bir yasak. Şu anki maddeye, ikinci fıkraya devlete de böyle bir sorumluluk ekleyen bir hüküm eklendi zaten. Ama demin söylediğim gibi birinci fıkrası bu bakımdan eleştiriye açık ek bir sınırlama maddesi özelliği gösteriyor, çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz.
Mevcut Anayasa’da hak ve özgürlükler bakımından bazı yapısal sorunlar var. Bunlardan birincisi dil bakımından, bir diğeri de sınırlama sebepleri bakımından karşımıza çıkıyor. Burada bulunan değerli milletvekillerinin de bildiği gibi daha önce hem genel hem özel sınırlama sebepleri vardı. Genel sınırlama sebepleri Anayasa’dan çıktı, çıkınca sınırlandırılabilmesi mümkün olan, hatta hak çatışmaları sebebiyle bazen gerekli olabilen bazı hak ve özgürlüklerde hiç sınırlama sebebi kalmadı Anayasa’da. Çalışma özgürlüğü, hak arama özgürlüğü gibi, hiç sınırlandırılmamış gibi gözüküyor. Ama bazı hak ve özgürlükler bakımından -düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü gibi- son derece uzun ve kapsayıcı sınırlama sebepleri saymış Anayasa. Bu bakımdan, bizim önerdiğimiz yöntem özel sınırlama sebepleri yani her hak ve özgürlük için o özgürlüğe özgü ilgili maddede belirtilen sınırlı sayıda sınırlama sebebi olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunların da -demin söylediğim gibi- hiç olmayan bazı özgürlükler var, birtakım azaltmalar, bazılarına eklemeler yapılabileceğini düşünüyoruz. Burada, tabii, hemen şunu söylememiz gerekir: Bazı özgürlükler bakımından, mutlak koruma altına alınan “dokunulmaz haklar” dediğimiz bazı özgürlükler bakımından hiçbir sınırlama sebebi kabul edilmeyebilir. Nitekim dünya anayasalarında da bizim Anayasa’mızda da, 15’inci maddede dar bir alanda, böyle örneklere rastlıyoruz, bunun muhafaza edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani bazı haklar dokunulmaz alanlarda hiçbir sınırlama sebebi olmadan düzenleyecek, bazı haklar özel sınırlama sebeplerine sahip olurken o haklarla ilgili öz korumaları getirilebilir. Yani ilgili hak ve özgürlüğü düzenlerken o koruma alanının içinde dokunulamayacak bir alan da ilgili maddede yaratılması gibi. Örneğin, basın özgürlüğü, basın hürdür sansür edilemez, bu sansür yasağı bir öz güvencesi, orada dokunulamayacak bir alan, onun dışında o özgürlüğün sınırlanabilecek alanı özel sınırlama sebepleriyle belirlenen alan ve bir de bunlardan ayrı olarak hiçbir biçimde sınırlandırılamayan tümüyle dokunulmaz alanlar yani üçlü bir düzlemde düşünüyoruz. Bu bakımdan, öz koruması muhafaza edilecek 13’üncü maddede bizim önerimizde. Burada, tabii, o özün ne olduğunu da ilgili maddedeki güvencelere bakarak tayin edebilmeyi de mümkün kılan bir öneri bu. Hiç dokunulamayacak alanlar yaratarak her hak ve özgürlük için, temelinde korunacak bir alanı da muhafaza etmeyi amaçlıyor. Burada, tabii, basınla ilgili olarak şunu söyleyebiliriz: Basına sadece sansür değil, dolaylı olarak sansüre yol açıcı her türlü baskının da yasak olması gibi mesele, AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, bazen bir suçun ertelenmesine ilişkin bir yasa bile dolaylı olarak sansür etkisi yapabilmektedir gazeteciler üzerinde. Bu tip dolaylı sansüre yol açıcı düzenlemelerin de sansür yasağı kapsamı içine alınması gerektiğini düşünüyoruz, basına özgü bir dipnot olarak bunu söyledim.
Anayasa’mızda teker teker bakacak olursak özgürlüklerle ilgili kataloğun tümüyle elden geçmesi gerektiğini düşünüyoruz aslında. Bizim bakımımızdan, en sorunlu alanlar düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, basın özgürlüğü, bilim ve sanat hürriyeti. Örneğin, bilim ve sanat hürriyetinin kullanılmasının ayrılmaz bir görünümü olan yayma eyleminin sınırlandırıldığını ve bunun resmî bir ideoloji algısıyla sınırlandırıldığını görüyoruz Anayasa’da, bunların çıkarılması gerektiği… Herhangi bir resmî ideoloji algısıyla bu tip bilim ve sanat hürriyeti gibi, düşünce özgürlüğü gibi özgürlüklerin sınırlanmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Öte yandan, özel hayatın korunması hakkı bizde özel hayatın gizliliğiyle ilgili düzenlenmiş ve sınırlı bir alanda düzenlenmiş bir hak, madde çok eksik bu hâliyle. Özel hayatın korunması biçimine dönüştürülerek kişinin evini, adını, cinsel hayatını ve kimliğini, tıbbı kayıtlarını, ses ve görüntü kayıtlarını içeren pek çok yönü bulunan bu hakkın yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu yönler bakımından da güvenceleri içine alacak şekilde düzenlenmeli. Şu hâliyle sadece özel hayatın gizliliğini düzenliyor ve özel kâğıtların ve eşyaların aranması ve el koymaya ilişkin güvenceler getiriyor Anayasa. Bunu çok daha geniş bir düzlemde getirmek gerekiyor. Bu bakımdan, bazı uygulamaların da anayasal dayanağı yok şu anda. Örneğin, havaalanları, alışveriş merkezleri gibi mekânlarda uygulanan güvenlik aramalarının hâkim kararı olmadan yapılamaması gerekiyor Anayasa’ya göre, bunlar yapılıyor, bir kanuna dayanarak yapılıyor. Bu ihtiyaçlara da karşılık gelecek, daha çağdaş bir özel hayatın korunmasını, bütünüyle özel hayatı, bütün unsurlarıyla içine alan yeni bir madde olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bizce sorunlu olan bir başka alan, din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin, din kültürü ve ahlak öğrenimi dersini ilk ve ortaöğrenim kurumlarında zorunlu hale getiren bu 24’ncü maddenin ilgili fıkrasının metinden çıkarılıp, bu derslerin seçimlik hale getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu zaten AHİM kararları, Eylem Zengin kararından bu yana Türkiye devletinin uluslararası hukuktaki bir yükümlülüğünü oluşturuyor. Ya bu derslerin müfredatının din kültürü dersine çevrilip tüm dinlerin okutulduğu bir, yani indoktrinasyon yapılmayan bir derse dönüştürülmesi gerekiyor ya da din dersi olarak okutulacaksa bunun seçimlik hale getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu bakımdan, özellikle üzerinde durulması gereken bir diğer hak da kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin. Ülkemizde kişi hürriyeti ve güvenliği bakımından birtakım ihlaller yaşandığını görüyoruz. Bu ihlalleri giderici şekilde geniş manada Anayasa’da, tabii, dayanağını şu anda da bulabilir birçok uygulama ama ne yazık ki bulamadığı için daha açık birtakım hükümler, ceza hukukuna ilişkin birtakım güvenceler getirilebilir, bunu adil yargılanma hakkıyla beraber düşünüyoruz. Örneğin, “Tutuklama hukuki ve gerekli olmadığı sürece tutuksuz yargılanma bir haktır. Kişilerin haklarında yürütülen soruşturmaların makul bir sürede yargılama aşamasına geçirilmesi ya da sonlandırılması ve hukuki ve gerekli olmadığı müddetçe belirtilen sürede serbest bırakılmalarını isteme hakları vardır.” gibi birtakım hakların açıkça Anayasa’ya dâhil edilebileceğini düşünüyoruz. Özellikle “Adil yargılanma bakımından makul sürede yargılanmanın sonuçlandırılmasını isteme hakkı eklenebilir.” diyoruz. Kovuşturma, soruşturma aşamasında kişi özgürlüğünü sınırlamak için dayanılacak kanun hükümleri yeter derecede açık ve öngörülebilir olmalıdır. Bu bakımdan, “Tutuklamada yargıçların kişiyi şahsen dinlemesi, doğrudan kişiyle ilgili bulunan tutuklama lehinde ve aleyhindeki sebepleri tartması, kararlarını hukuki ölçülere dayandırarak somutlaştırması bu haklar kapsamında bir gereklilik olmalıdır.” diye düşünüyoruz. Yargıçların tutuklama ya da salıvermeye yetkili olmaları gerekmektedir. Otomatik olarak yargıçları tutuklama kararı almaya zorlayan yasal hükümler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5’inci maddesi üçüncü fıkrası hükmünü ihlal etmektedir. Bu bakımdan, Caballero, Birleşik Krallığa karşı davasında geliştirilen bir ölçü, yine İlişkov, Bulgaristan’a karşı davalarında belirtilen bir ölçü bu. Atılı suçun ciddiyeti tek başına özgürlükten yoksun kılmayı geçerli hâle getirmemektedir, başka kişi özgürlüğünü sınırlamayı gerektirecek hukuki unsurların bulunması gerekmektedir. Biliyorsunuz bizim Ceza Usul Kanunu’muzdaki katalog suçlar bu ölçütleri ihlal eder gözükmektedir. Bu bakımdan da Anayasa’ya açıkça bu güvenceleri hayata geçirecek net kurallar konulabileceğini düşünüyoruz. Kişi özgürlüğünü sınırlayan kararlara itiraz hakkı, özgürlüğü sınırlanan kişilerin etkili biçimde avukatlarıyla iletişim içinde olmaları hakkı, kişinin suça karışmış olduğunu gösteren makul şüphenin dahi tek başına tutuklama için yeterli olmaması gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında artık somutlaşmış bulunan kimi hakların, kişi özgürlüğü hakkının uzantısı olan hakkın koruma alanı içindeki kimi güvencelerin bizim anayasal sistemimize bütünüyle dâhil edilmesini savunuyoruz. Bu bakımdan, 19’uncu maddenin beşinci fıkrasında “Toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar” ibaresinin kaldırılması, 38’inci maddenin yedinci fıkrasında “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular” ibaresinin “hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulgular” biçiminde değiştirilmesi, 38’inci maddenin onuncu fıkrasının ikinci cümlesindeki “Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebilir” biçimindeki ibarenin kaldırılması, 38’inci maddeye “Kişi özgürlüğünü sınırlandıran ceza ve tedbirler insan haysiyetine uygun koşullarda yerine getirilir.” şeklinde bir fıkra eklenmesi önerilerimiz arasında.
Ayrıca, hükümlülerin oy kullanması, bugün artık dünyada hükümlülerin oy kullanması onların da bu haktan faydalandırılması yönünde yaygın bir eğilim mevcuttur. Bizde de taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç bulunan hükümlüler bakımından mevcut yasağın kaldırılıp bu kişilerin de oy kullanma hakkından faydalanabilmeleri önerilerimiz arasında.
Demin söylediğim gibi, 90’ıncı maddenin son fıkrasına eklenen düzenlemenin korunması yalnız “temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmesi” yerine “insan haklarını düzenleyen sözleşmeler” ifadesinin tercih edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Ayrıca, haklar kataloğu bütünüyle elden geçirilirken mevcut Anayasa’da sendikal haklar da dâhil sosyal hakları önemsemeyen bir bakış açısı hâkimdir. Bu bakış açısı yerine sosyal devleti hayata geçirecek şekilde sosyal hakların yeniden temellendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. İnsan haklarının ortaya çıkışı ve koruduğu değerler bakımından hak ve özgürlükleri bugün üç kuşakta kabul eden bir anlayış mevcuttur. Birinci kuşakta medeni ve siyasal haklar, ikinci kuşakta sendikal ve sosyal haklar, üçüncü kuşakta ise dayanışma hakları yer almaktadır. Birinci kuşak özgürlük, ikinci kuşak eşitlik, üçüncü kuşak da kardeşlik idealleriyle örtüşmektedir. Bizim Anayasa’mıza da hem ikinci kuşak haklar bakımından ve birinci kuşak haklar bakımından zenginleştirilme, üçüncü kuşak haklar bakımından da dâhil edilme öneriyoruz yani dayanışma haklarının da dâhil edilmesi. Nedir bu haklar? Barış, sağlıklı bir çevrede yaşama, gelişme, insanlığın ortak kültürel varlıklarının korunması. Aslında bizim Anayasa’mızda dayanışma hakları çoğunlukla dolaylı biçimde sistematik olmayan bir şekilde ve yetersiz bir koruma alanına sahip, değişik yerlerinde Anayasa’nın göndermeler yapılıyor, bunların daha sistematik hâle getirilmesini savunuyoruz. Çevre hakkı bakımından AİHM içtihadı çerçevesinde yeniden bir düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı vardır. Öner Yıldız, Taşkın ve diğerleri kararları yani Ümraniye çöplüğü faciasında yaşama hakkının ihlali ve bu, Taşkın ve diğerleri de Bergama’da siyanürlü altınla ilgili davadır. Bu davalarda aslında özel hayat alanı ve yaşama hakkıyla birlikte çevre hakkı da ihlal ediliyor. Tabii, sözleşme çevre hakkı olarak düzenlemediği için “Değişik haklar” başlığı altında gündeme geliyor. Bizim önerimiz çevre hakkının kuvvetli bir hak olarak Anayasa’ya konulması ve bu şekilde Strasbourg mahkemesi önündeki bu türden ihlallerin tekrarlanılmasının önlenmesi. Bu çerçevede, İnternet’e erişim hakkı gibi teknolojiye paralel yeni birtakım hak ve özgürlüklere de Anayasa’da yer verilebileceğini düşünüyoruz ve burada yeknesak bir dil kullanılmasını öneriyoruz. Yani mevcut Anayasa’da kimi yerde “sınırlama amacı” diyor, kimi yerde “sınırlama sebebi” diyor. Bu amaçtan kastettiği şey de aslında sınırlama sebebi olmalı diye biz yorum yapmaya çalışıyoruz ama değil tabii hukuki işlemin sebep unsuru farklı, amaç unsuru farklı bir şey aslında. Bu bakımdan, yeni anayasada dil bütünlüğü olması gerektiğini savunuyoruz, mevcut Anayasa’nın önemli eksiklerinden birisi.