AYLA AKAT (Batman) – Tamam.
Şöyle ifade edebiliriz: “Ekolojik, noktalı virgül…” O şartları da yazabiliriz yani problem yok ama “ekoloji” kavramının anayasada yer alması gerektiğini düşünüyoruz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Var zaten.
MEHMET PARSAK – Yabancı bir kavram oluyor. Yani ona…
AYLA AKAT (Batman) – Yoksa içeriğinin… Biz “ekoloji” kavramı yabancı…
MEHMET PARSAK – Bizim defansımızın nedeni o yani, onu söylüyorum.
AYLA AKAT (Batman) – Biliyorum biliyorum, tam da o vesileyle söylüyorum. Yani, yabancı bir kavram olması değildir bence sizin defansınızın tek nedeni çünkü birçok yabancı kavrama da yer veriyoruz hani…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Anayasada…
MEHMET PARSAK – Doğrudan doğruya yabancı başka hiçbir kavrama yer vermedik anayasada. Başından itibaren de karşı çıkışımızın nedeni odur. Yani, geçtiğimiz maddelere de bakalım…
AYLA AKAT (Batman) – Ama, bakın, bize gelen anayasa önerilerinde mesela direk “ekolojik bir anayasa” kavramı geçti. Diğer kavramlar geçmedi ama “Ekolojik bir anayasa istiyoruz.” dedi ama biz “çevre hakkı”nı düzenlerken…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani bu, tek doğruyu onların düşüneceği anlamına gelmez.
AYLA AKAT (Batman) – Biz buna hak veriyoruz, o önerileri getirenlere hak veriyoruz açıkçası. “Çevre hakkı”nı düzenlerken de içeriğiyle beraber “ekoloji” kavramının da anayasada geçmesinde bir sakınca görmüyoruz. Aksine mutlaka yer alması gerektiğini düşünüyoruz çünkü diğer hak kategorileri varken “ekolojik bir çevrede yaşam hakkı” diye bir hak yoktu ama bugün böyle bir hak var ve bu, artık anayasalara da şekil veren bir boyutta değerlendiriliyor. Eğer derseniz ki: “Sizin ekolojik açıdan belirlemeniz…” Biz ona bir noktalı virgül koyarız, içeriğini de açmış oluruz. Bir problem değil Hocam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ekolojinin ne anlama geldiğini ifade eden tüm unsurlar var zaten burada yani “ekolojik denge” derken bilimsel anlamda murat edilenin ne olduğu açıkça buraya yazılmış.
AYLA AKAT (Batman) – İşte, belki bu kavrama karşı geliştirilen önyargıları da ortadan kaldırır hani o murat edilenlerin ne olduğu. Biz farkındayız bunun ama mutlaka bu kavramın anayasada yer almasının bizim anayasamızı zenginleştireceğine inanıyoruz biz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Hem kavram hem açılımı, anayasa yazım usulleri açısından -özür diliyorum yani- bana çok doğru gelmiyor yani yazım tekniği açısından. Yani şunu diyebilirsiniz…
AYLA AKAT (Batman) – Bunun nedeni şu: Sadece “ekolojik” diyebiliriz ama buna bir muhalefet geliştiği için biz diğerlerine de…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – İşte bizde aynı bakışla zaten yani…
AYLA AKAT (Batman) – Yoksa sadece “ekolojik” denebilir.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Ekolojik denge”nin ne olduğu anlayışı içerisinde birtakım farklı görüşler veya tartışmalar çıkabileceği için burada “ekolojik denge” kavram olarak, bilimsel anlamda neyi ifade ediyorsa yazılmış zaten. “Herkes çevre hakkına sahiptir.”den sonra “Bu hak insani gelişimi mümkün kılan, sağlıklı, dengeli bir çevrede yaşama, çevrenin etkili bir biçimde korunmasını isteme haklarını da kapsar.” Zaten “ekolojik denge”nin kendisi bu, onu demek istiyorum.
AYLA AKAT (Batman) – Hocam, sadece “ekolojik” de kalabilir bizler açısından ama bu konuda diğer partilerle uzlaşmak adına iki kavrama da yer verilmesini, değerlendirilmesini biz arzu ediyoruz.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, benim anladığım, kavrama kimse itiraz etmiyor, içeriğine maddenin kimse itiraz etmiyor da “Bu nasıl ifade edilecek?”
MEHMET PARSAK – Evet, “ekolojik” denmesin, o anlama gelebilecek ne varsa yazılsın ama,
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani “ekolojik” kelimesini kullanarak mı acaba ifade etmek en doğru hâl tarzıdır, yoksa “ekoloji” demeden “ekoloji”nin ne olduğunu yazarak mı, sözlükteki şeyleri kullanarak mı ifade? İkisi de olabilir tabii, yani “ekoloji” de deriz, ekoloji ne anlama geliyorsa onu da yazabiliriz.
AYLA AKAT (Batman) – Yanlış anlamalara yer vermemek amacıyla şimdi olduğu gibi, ikisini de yazabiliriz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani, 14 Temmuz 2011’de Demokratik Toplum Kongresi’nin demokratik özerklik çerçevesinde aldığı kararlardan birisi de ekolojik boyut. Onun için sizi anlıyoruz yani bu konuda ısrar etmekte haklısınız, evet.
AYLA AKAT (Batman) – Anladığınız için teşekkür ederiz. Biz…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Biz de bundan dolayı, böyle bir tabirin anayasaya girmesine karşıyız. Dün de karşıydık, bugün de karşıyız, yarın da karşı olacağız. Öncelikle de şöyle düşünüyoruz: Bu bir anayasa netice itibarıyla. Burada tabirlerin yerli olması elbette ki önem arz ediyor. Tamamen yabancı bir kelime kanunlarda, şurada, burada kullanılır, orada bir defansımız yok; kendi günlük hayatımızda da kullanılır, ona da hiçbir itirazımız yok ama anayasa biraz özellik arz ettiği için sadece… Yani, yerine koyabileceğimiz kelimemiz yok mu ki bir yabancı kelimeye sığınıyoruz diyoruz? Anayasa olduğu için, altını çizerek söylüyorum, anayasa olduğu için. Yoksa, ifade buyurduğunuz gibi Çevre Kanunu’nda da geçebilir, şurada da geçebilir, burada da geçebilir. Bunların hiçbir önemi yok. Kaldı ki yani bu okuduğun da bağlamıyor beni yani orada olduğu için falan değil, tamamen -çok samimi olarak söylüyorum- anayasa olduğu için daha bize has, kendi dilimizden olan bir kelimeyle ifade edelim diyoruz, başka bir şeyimiz yok.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, şöyle bir şey diyebilir miyiz acaba: “İnsani gelişimi –insancıl mı, insani mi artık bilmiyorum- mümkün kılan, sağlıklı, doğayla uyumlu ve dengeli bir çevrede yaşama” desek ekolojik olarak?
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Kabul ediliyorsa olur, aynı şey zaten.
AYLA AKAT (Batman) – Sayın Başkan…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Buyurun efendim, buyurun.
AYLA AKAT (Batman) – Biraz evvel hani dedim ya bir tartışma zemini açmak maksadı varsa biz bunu tartışmaya hazırız ama biraz evvel ifade ettiğiniz şey yani 14 Temmuz 2011 tarihi “Bundan dolayı…” diye başladınız, tutanaklara da geçti. 14 Temmuz 2011’de değil, Kasım 2007’de Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi ilk toplantısını yaptığında, genel kurulunu yaptığında de ve daha öncesinde bunun verileri, bilimsel verileri açığa çıkarıldığında da yani biz nasıl bir temelde, nasıl bir paradigmayla siyaset yapmak istiyoruz, nasıl bir paradigmayla yaşama demokratik müdahalede bulunmak, mevcut sisteme demokratik müdahalede bulunmak istiyoruz diye tartışırken demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü bir paradigma temelinde diye bunun kararını aldık. Bunu hemen hemen örgütlü bulunduğumuz tüm alanlarda tartışarak son şeklini verip Demokratik Toplum Kongresi 2007 yılında bu paradigmayı ilan etti Diyarbakır’da.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – 14 Temmuz 2011’de ilan etti demokratik özerkliği.
AYLA AKAT (Batman) – Hayır, 2007 Kasım ayında yaptığı ilk kongresinde nasıl bir paradigma temelinde siyaset yapacağını, politik yaşam içerisinde yer alacağını ve sisteme nasıl demokratik müdahalede bulunacağını belirtti. 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır’da gerçekleşen sürecin ayrıntıları çok daha farklı bir değerlendirme ve tartışma konusudur, ona hiç girmemek gerektiğine de inanıyorum ama siz cümlenizde “Bundan dolayı karşıyız.” dediğinizde, bunu belirtme gereği duydum. Türkiye, bu ülkenin vatandaşı ve bu ülkede anayasal düzen içerisinde siyaset yapan bizler ve bizleri destekleyen, tüm örgütlü bulunan kurumlarımızın tartışmaları sonucu, “Nasıl bir paradigma?” sorusuna cevap bulmuşuzdur; bu da demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, bizimki bir tespit Ayla Hanım.
AYLA AKAT (Batman) – Ekoloji kavramı da bilimsel bir kavram. Bizim icat ettiğimiz bir kavram değil, bizim ortaya koymuş olduğumuz bir kavram değil ama bizim inandığımız bir kavram. Biz ifade ediyoruz diye anayasada yer almamasına da bir anlam verebilmiş değiliz yani “Bundan dolayı…” dediniz ya…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Türkiye Cumhuriyeti devletine anayasa yapıyoruz, Türk milletine anayasa yapıyoruz -özellikle altını çiziyorum- dolayısıyla, Türk milletinin anayasasında kendi meramını kendi kelimeleriyle ifade etmesi gerekir diye inanıyoruz, bu bizim inancımız yani.
AYLA AKAT (Batman) – Biz de Türkiye Cumhuriyeti’nin ama Türkiye’deki tüm halkların anayasası, tüm etnik kimliklerin, dinlerin, inançların ve dillerin, kültürlerin anayasasını yapma arzusuyla bu masada oturuyoruz. Bu ülkenin ama Türkiye’deki tüm halkların anayasasını yapma isteğiyle ve o halklardan biri olan, ki bu masada sizinle oturan hem Türk hem Kürt arkadaşlarınız var BDP cephesinden, böyle bir ayrım gözetmeden, herhangi bir millete anayasa yapma arzusuyla değil, bu ülkenin tüm bileşeni olan, tüm etnik kimlikler, dinler, inançlar ve kültürler için anayasa yapma arzusundayız.
Ekolojiyi de bir bilimsel değer olarak görüyoruz. Kendimizi de Türk milletinin bir parçası olarak değil ama Türkiye ulusunun bir parçası olarak görüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, buyurun Mustafa Bey.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, ben çok gereksiz bir tartışma olarak gördüğüm için… Burada maksadımız parantezi kaldırmak, belli ki bunu kaldıramayacağız ama burada “ekoloji” kelimesi bir bilim dalını ifade ediyor yani bir durumu, bir tabloyu, bir tanımı değil; bilim dalının ismi, “çevre bilim” veya “çevre bilimi” dediğimiz… Birçok üniversitede de ekoloji değil de çevre bilimi veya çevre bilim diye anabilim dalları var. “Ekolojik” dediğimiz zaman “çevre bilimsel” demiş oluyoruz bugünkü Türkçeyle, yani “çevre bilimine uygun olarak” anlamına geliyor.
AYLA AKAT (Batman) – Çevre bilimi açısından, dengeli…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İşte, çevre bilimsel bunun karşılığı.
Bu ilk defa 1866’da bir bilim adamı tarafından –Alman, birçok bilim adamı gibi bu da Alman- kullanılmış bir ifade.
Şimdi, ben de görüşümü ifade edeyim: Mesela, hayat hakkıyla ilgili “biyolojik” demedik, biyoloji ilmi bakımından” uygun mesela veya madenlerle ilgili maddede maden bilimi bakımından, maden bilimine göre bir ilke koymadık. Bu bakımdan, birçok şey için kullanılabilir, o alandaki bilim dalına uygun bir hak düzenlemesi düşünülebilir ama yapmadık. Burada bunun kullanımı bir tercih olabilir. O bakımdan, diyeceğim bir şey yok benim fazla.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet…
FERHAT KABAİŞ – Ben bir şey söyleyebilir miyim Başkanım?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Buyurun.
FERHAT KABAİŞ – Bu ekoloji kavramı diğer, jeolojiden farklı olarak yaklaşık elli, altmış yıldır çevreciler tarafından “ekolojik anayasa, ekolojik yaşam biçimi” diye literatürlendirildiği için biz özellikle… Çünkü bir mahiyeti var, bir şeye karşılık geliyor yani “doğayla uyumlu” dediğinizde bu bir şeye karşılık gelmiyor ama “ekoloji” dediğinizde bu daha mahiyetli, içerikli bir kelime olduğu için özellikle söyledik. Bunda ısrarımızın sebebi de bütün o literatürü göz önüne alarak yani Green Peace’inden bütün bu çevre örgütlerinin tartışmalarını göz önüne alarak söylüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Buyurun Hocam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Sayın Başkanım, biraz önce de söylediğim gibi, zaten ilmî anlamda, bakın, ekolojik dengeyi biraz önce tanımladım, kelime kelime ne anlama geldiğini söyledim. Dolayısıyla, bizim buradaki birinci maddede yazdığımız zaten bunu ifade ediyor yani bu anlamdaki, çevre hakkıyla ilgili düzenlemenin, bu ekolojik dengeyi koruma altına aldığı zaten 1’inci fıkrada açıkça ortaya konmuş. Ben işin o cephesinden çok… Özellikle, burada notlar kısmının 1’inci maddesinde “doğayla uyumlu” ifadesinin kullanılması öneriliyor. Yani, burada mesela “sağlıklı”dan sonra virgül, “doğayla uyumlu ve dengeli bir yaşama…” veya “hayata”, ne derseniz deyin, orada “yaşama”nın yanında bir de “hayat” olması lazımdı, öyle midir Mustafa Hocam?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Yaşam”ın tek olmaması lazım orada.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – “Yaşama” gibi bir şey…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Peki, “yaşama” olsun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – “Çevrede yaşama” yani burada yaşam…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Hayata” dersiniz hani…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, burayı geçin.
3’üncü maddede “Çevre hakkının yaptırımlar dâhil bütün esasları -BDP ve CHP önerisi ile- doğayı ve çevreyi olumsuz biçimde etkileyebilecek olan tüm plan ve uygulamalarda halkın karar mekanizmalarına katılma hakkının usul ve esasları kanunla düzenlenir.” diyorsunuz. Bu konuda düşünceleriniz var ise…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, bu çok önem verdiğimiz bir şey çünkü doğa ve çevre, işte, yani doğayla uyumlu, dengeli, ekolojik, ne derseniz; orada yaşayan insanların yaşamıyla, oradaki insanlarla direkt ilgili bir şey. Bu bakımdan, yapılacak işler, alınacak önlemler, yaptırımlar, oradaki yaşayan insanların yaşamını doğrudan doğruya ilgilendiren bir şey.
Şimdi, Yatağan’da termik santral kuruyorsunuz, bir bakıyorsunuz efendim, oradan çıkan pislik bütün o Yatağan’da yaşayan insanların yaşamını etkiliyor. O zaman, bu termik santrali kurarken o bölgede yaşayan insanlara sormak gerekmez miydi, onların bir görüşünü almak gerekmez miydi? “Siz böyle bir yaşamı istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” O nedenle, tabii ki katılımcı demokraside halkın kendisiyle ilgili kararlara katılması ilke olarak her zaman önemli filan ama çevreyle ilgili kararlar, halkın katılması, orada yaşayan insanların katılması büsbütün bir önem taşıyor. Oradaki yaşamın kalitesi, kendi hayatı söz konusu orada yaşayan insanın. O nedenle, bu katılımı burada… Zaten birçok şeyde de baktığın zaman, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da bunu görüyorsunuz. Mutlaka orada yaşayan halkın katılımı esası aranıyor ilke olarak yani çevre hakkının ayrılmaz bir unsuru bu katılım, orada yaşayan halkın kararlara katılımı.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet.
Ayla Hanım, siz bu konuda bir şey diyecek misiniz?
AYLA AKAT (Batman) – CHP’yle ortak önerimiz olarak parantez altına alınmış bir değerlendirme. “Doğayı ve çevreyi olumsuz biçimde etkileyebilecek olan tüm plan ve uygulamalarda halkın karar mekanizmalarına katılma hakkının usul ve esasları…” Esasında, bu henüz bir usul ve esas olarak kanunla düzenlenmese bile Türkiye’nin altına imza atmış olduğu uluslararası sözleşmeler gereği, esasında yerellerde sanırım bir örneği var. Bu Yerel Gündem 21’ler çerçevesinde, halkın en azından o şehirde alınan kararlar gereği belediyeler bünyesinde kendi yaşam alanıyla ilgili kararlara katılımın önü belli ölçeklerde açılmış oluyor çünkü bunu yapma zorunluluğu, bir zorunluluk olarak ele aldık. Bunu belediyeler bünyesinde değerlendirir. Herhâlde, bu açıdan da en etkin çalışan, Yerel Gündem 21 çalışmalarını en etkin yapan ülkelerden biri de Türkiye. Bu esasında, o ilin bileşenleri tarafından da kabul gördü yani birçok ilde, Türkiye’deki 81 ilde bu yapılar var belediyeler bünyesinde ve bir kabul de gördü, bunun uygulanması da çok sınırlı ölçekte de olsa gerçekleşti. O yüzden, zaten var olan, kabul görmüş, çalışmasına başlanmış ve belli pratik faydaları da sağlanmış olan bir düzenleme öneriyoruz burada esasında ki zaten yaşam hakkının bir parçası olarak görüyoruz. Kendi yaşam alanı içerisinde var olabilecek, sosyal ya da ekonomik gerekçelerle yapılacak değişikliklerde kendisinin de o karara katılım hakkını bir temel hak olarak gördüğümüz için aynı şekilde bunun burada düzenlenmesi gereği ve ihtiyacını duyuyoruz.
Tabii, örnekler çok verilebilir bu konuda. Hasankeyf halkının yapılacak Ilısu Barajı için kendi onayının alınması kredi için bir gerekçe olarak sunuldu. Hasankeyf halkının onayı olmadan böyle bir kredinin desteklenemeyeceği… Uluslararası bir koalisyon vardı, hatta koalisyonun dağılma gerekçesi oldu; İsviçre, Avusturya ve Alman koalisyonunun dağılma gerekçesi oldu.
Böyle kabul görmüş, bizim ülkemizde de belli ölçeklerde hayata geçirilmiş bir haktan bahsediyoruz ama biz bu düzenlemenin bu boyutuyla anayasada yer almasını, bu önerimizin kabulünü ve var olan pratiklerin de… En önemlisi, var olan pratikler boyutuyla -Yerel Gündem 21’ler çerçevesinde- zenginlik kattığına inanarak bu çalışmanın, özellikle belediyelerin yapmış olduğu çalışmalara zenginlik kattığına inanarak ki bu çalışmanın bileşeni olan tüm kurumlar belki farklı bir ortamda bir araya gelme şansı olmayan bileşenler yani o ilde herhangi bir siyasi parti, düşünce, ideoloji farkı gözetmeksizin bu yapılar altında herkes bir araya geliyor ve herkes değişik boyutuyla atılacak adımları değerlendiriyor. Muhtemelen hepiniz kendi ilinizin belli sorunları başlığı altında bu kapsamda yürütülen çalışmalarda konu edildiğini, belli pratik sonuçlar çıkartıldığını ve bu konuda ili yönetenlerin de şehri yönetenin de uyarıldığı bilgisine sahipsinizdir. Bu çalışmanın faydalı olduğunu –sınırlı da olsa- çok faydalı olduğunu ama kanunla yapılacak düzenlemeyle bireyin, kişinin, örgütlü kurumların yaşam alanları hakkında verilecek kararlara bu kararın getirisini, götürüsünü değerlendirerek, kendi yaşam koşullarını nasıl etkileyeceği konusunda bilgi sahibi olarak ve önerilerini geliştirme sürecini önemsiyoruz. Bu düzenlemenin kalmasını, bu şekilde kabulünü öneriyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Mustafa Bey…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yok benim söyleyeceğim bir şey. Değiştirmiyoruz yani fikrimizi, aynı şekilde muhafaza ediyoruz, kararlıyız.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet…
Hayır, şimdi, yeşil AKP’yle bizim iştirak ettiğimiz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Öyle değil o, yanlış anlaşılmadı o. “Barizi hacette” diyor yani bir kişiye bir şey söylenecekse, söz söylenmesi gerekiyorsa sükût ikrardandır, her zaman değil.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yok, yeşile herkes katılmış, sadece eklenmesini istiyor.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yeşilde zaten mutabıkız. Parantezi sadece 2 parti istiyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tabii, bu iyi niyetle bakıldığı vakit çok masum görülüyor ama uygulamada birtakım sıkıntılar oluşturabileceği endişesini taşıyoruz. Onun için, evet, katılmıyoruz, şimdi ne söyleyeceksen söyle.
PROF. HASAN TUNÇ – Estağfurullah. Yok, ben, o söyleminize hukuki bir gerekçe üretecek bir… Müsaade buyurursanız Sayın Başkanım.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Lütfen, evet, buyurun efendim.
PROF. HASAN TUNÇ – Zaten, “Çevre hakkının yaptırımlar dahil bütün esasları kanunla düzenlenir.” derken, yasa koyucu, durumun gerektirdiği şartlara göre bu önlemleri alma veya buna ilişkin düzenlemeleri yapma hakkına sahip. Dolayısıyla, yani bunu mutlaka böyle bir sınır içerisinde ele almak çok da doğru değildir. Çünkü, çok böyle düşünülmeyen birtakım durumlar ortaya çıkabilir. Mesela, işte biraz önce söylendi, nükleer santral olayıyla ilgili olarak, yani Türkiye’nin diyelim ki enerji ihtiyacını giderebilmek için başka bir imkânınız yok ve o bölgede, işte özellikle, bu, malumunuz depremdir, yer altı sularıdır, bilmem nedir, birtakım çok özel şartların bir araya geldiği bir alanda ancak öyle bir tesisin kurulması söz konusu. Halk dedi ki “Ben burada nükleer santral istemiyorum.”
AYLA AKAT (Batman) – Zaten Mersin’le, Sinop’u söylüyorum.
PROF. HASAN TUNÇ – İşte onu bildiğim için zaten, o olayın birinde de ben hatta dosyaya da vâkıf oldum, o nedenle söylüyorum. Yani, bu, o zaman olmayacak mı?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – İşi karıştırmışsınız, ondan sonra başınıza…
PROF. HASAN TUNÇ – Yani, onun için, bu manada böyle bir kesin hüküm koymanın çok doğru bir yaklaşım olduğu kanaatinde değilim. “Çevre hakkının yaptırımlar dahil bütün esasları kanunla düzenlenir.” ifadesi, hem yasa koyucuya bu alanda dilerse düzenleme yapma yetkisi vermesi açısından hem de aksine durumların ortaya çıkması hâlinde devletin o anlamda refleks gösterebilmesi açısından daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani, şu ifade “Çevre hakkının yaptırımlar dahil bütün esasları kanunla düzenlenir.” ifadesi…
PROF. HASAN TUNÇ – Yeter.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – …yeri geldiği vakit, idarenin, o yörede yaşayan insanların fikirlerini alma veya bir kamuoyu belirlemesi yapmasına…
PROF. HASAN TUNÇ – Şimdi biliyorsunuz, o uluslararası sözleşmeler bunu zorunlu kılıyor zaten.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çevre Kanunu’nun 3’üncü maddesi (e) fıkrasını okuyorum: “Çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler, meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür.” Bakanlık ve yerel yönetimlere bir yükümlülük ayrıca getiriliyor.
PROF. HASAN TUNÇ – 3’ün kaçını dediniz efendim?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – 3 (e) fıkrası.
Bakanlık ve yerel yönetimler, çevre hakkının katılım ortamını yaratmakla yükümlüdürler ayrıca.
PROF. HASAN TUNÇ – Bu denmiş işte.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama, bu da işte, çevre hakkını anayasal bir hak hâline getirdiğimiz için şimdi, bununla birlikte bu hakkın ayrılmaz bir parçası olan katılım hakkını da yazmak lazım.
Altın arama kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi altın aramayla ilgili kararında, Türkiye’nin bu çevre hakkını ve özel yaşamı ihlal ettiğine karar verirken buna dayanmıştır. Oradaki yaşayan insanların görüşünün alınmaması nedeniyle o ihlal kararı çıkmıştır. Yani, bugün dünyada ve uluslararası sözleşmelerde, ulusal mevzuatımızda hatta, çevre hakkının ayrılmaz bir parçası katılım hakkıdır. Yani eğer çevre hakkına bir anlam vermek istiyorsak, tamamen anlamsız bir hâle getirmek istemiyorsak, içini boşaltmak istemiyorsak, iyi bir çevrede yaşama, ekolojik ya da işte neyse, bunun içini boşaltmak istemiyorsak, çevre hakkıyla, iyi bir çevrede yaşama hakkıyla birlikte katılım hakkını da düzenlememiz gerekiyor Anayasa’da. Yoksa başka türlü, bu, tamamen anlamsız, içi boş bir hak hâline gelir.
PROF. HASAN TUNÇ – Efendim müsaade ediyor musunuz?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Buyurun Hocam.
PROF. HASAN TUNÇ – Şimdi, Rıza Bey, Sayın Vekilim biraz önce ifade ettiler, mevcut Anayasa’mızdaki çevre hakkıyla ilgili düzenleme, şu an için geçerli olan bir zemin içerisinde… Doğru, çevre hakkıyla alakalı Çevre Kanunu’nun 3’üncü maddesinin (e) fıkrasında…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Başka yerlerinde de var Kanun’un.
PROF. HASAN TUNÇ – Var tabii ki, ben de onu diyeceğim efendim. Yani, zaten bu verdiğiniz örnek, benim söylediğimin bir gerekçesi ve benim söylediğimin daha doğru bir yaklaşım olduğunun da açık ifadesi. Yani, bu manada bunu kanun koyucuya bir yetki olarak vermek, zaten kanun koyucunun gerekli gördüğü hâllerde gerek uluslararası gerek ulusal ihtiyaçların söz konusu olduğu durumlarda bu nevi düzenlemeleri yapabiliyor. Dolayısıyla, bunu başka birtakım sınırlamalarla ifade etmenin bence çok bir anlamı olmadığı kanaatindeyim, o nedenle diyorum. Yani, burada çevre hakkının yaptırımlar dahil bütün esasları kanunla düzenlenir.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, işte kanun koyucuya bırakmayıp bu işi, anayasal bir dayanak sağlamak, aynen bir anayasal bir yükümlülük getirmek kanun koyucuya. Bütün mesele oradan çıkıyor tabii.
OĞUZ TURHAN – Yani, bir de şöyle bir durum var: Ben Zonguldak’tan örnek vermek istiyorum. Çatalağzı denilen bir bölge var, ÇATES diye bir tane termik santral vardı. Daha sonra Eren Enerji diye bir özel şirket geldi, o da mesela kurdu, halk bazında hiçbir şey olmadı. “Sizi işe alacağız, bu bölgelerden işe alınacak” dediler, ama aynı yerde 2 tane termik santral. Normalde devletin buna izin vermemesi lazım. Eğer bir düzenleme yapılması isteniyorsa, bu işi halka da bırakmayıp çevreyi daha koruyucu önlemler alacak planlamalara devletin izin vermemesi gerekir diye düşünüyorum ben. Yoksa bu da aşılır yani.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani, halk her zaman beklenilen hassasiyeti göstermeyebiliyor, birtakım şeylerle susturulabiliniyor yani, onu demek istiyorsunuz.
OĞUZ TURHAN – Evet.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Evet, ısrarımız boşuna, notlar var: CHP “Ekolojik yerine doğayla uyumlu ve dengeli” ifadesinin uygunluğunun tartışılmasını istemektedir.
Amenna, hiçbir şey demiyoruz ona, tartışmaya da gerek yok, aynen kabul ediyoruz, ama BDP’nin son iki fıkra önerisi var, “Tarihî ve doğal varlıkların korunması” üst başlığı altında ele alınacaktır. CHP’nin de aynı yönde önerisi bulunmaktadır. Herhâlde bu katalog dışı ek madde önerilerinde…
AYLA AKAT (Batman) – Gerekçe notu olarak düşmüş.
OĞUZ TURHAN – Gerekçe değil de yer belirliyor.
Dostları ilə paylaş: |