Şimdi, ana dilde eğitimin düşünsel getirileri bu araştırmalar sonucunda: Birincisi, açıklık ve mantıklı düşünme yeteneği. İkincisi, çözümleme yeteneği. Üçüncüsü sentez yeteneği. Dördüncüsü, muhakeme, yürütme yeteneği. Beşincisi, eleştirme yeteneği. Altıncısı, yararlı bilgileri anımsama yeteneği. Yedincisi, imgeleme yeteneğinin gelişmesi. Sekizincisi, ezberleme yeteneği. Dokuzuncusu ise sezgisel düşüncenin gelişmesi.
Yine, dil ile zihinsel gelişim arasında sıkı bir paralellik olduğu uzmanların görüşleri çerçevesinde de ifade ediliyor. Bebek, anne karnından başlayıp doğduğu günden seslere karşı sürekli bir duyarlılık içinde, annesinin sesini diğer seslerden ayırt etmesi. Dört günlük Fransız ve iki aylık Amerikan bebeklerinin alındığı bir çalışmada bebeklerin kendi dillerine ait sözleri yabancı dilden ayırt edebildikleri gösterilmiştir. Dolayısıyla kişi ile ana dil arasındaki duygusal ilişki yaşam boyu sürecek kadar derin bağlarla örülüyor.
Yani çok sayıda bilimsel araştırma ve tez var. Ana dil eğitiminin olması hâlinde çocukların gelişimi, öğrenme yeteneği, işte ezberle yeteneği, o verilerle birlikte ayrıca tersten ana dilde eğitim görmediği zaman nasıl travmalar yaşadığı, nasıl üzüntüler yaşadığı, gelişiminin ne kadar yavaş olduğu gibi yine birçok yan etkiyi sonuçta tespit etmemiz mümkün. İlk günkü konuşmamızda ben YGS sonuçlarını getirmiştim. Ona ilişkin bütün sonuçları şüphesiz paylaşmak mümkün yani bu bir tesadüf değil, ana dilde eğitimin olmamasının sonuçları. Şimdilik kısaca bunları söyleyeyim, not almıştım.
Çok uzatmayayım, değil mi Başkan?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet.
Söz almak isteyen?
O zaman, ben bir şeyler söyleyeyim izniniz olursa, arkadaşlar düşünene kadar.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, tabii, burada dört partinin de görüşleri bir şekilde bu tartışmalar ilerledikçe şekilleniyor ve belirginleşiyor. Zaten yazılı verilen bu metinde de bunlar belli fakat tabii bu tartışmaların bir noktaya kadar tüketilmesi lazım yani sürdürülmesi lazım. Usulümüz öyle ve birçok görüşün de doğru tespit edilerek zapta geçmesi lazım. Cumhuriyet Halk Partisi de sanırım bir sonraki turda daha ayrıntılı olarak görüşünü netleştirecek. Ben de BDP’nin görüşleriyle ilgili yine açıklamalarıma devam ediyorum. Dün söylediklerimi mümkün olduğu kadar tekrar etmemeye çalışarak bazı konulara değinmek istiyorum.
Ben, dün de altını çizdim yani görüşüme göre, bu tartışmalarımızın ana ekseni bilimsel olmalı ama Türkiye’deki tartışma zemini maalesef bilimsel değil, daha çok siyasi. Bilimsel olarak bunun aksini iddia eden bir görüş yok zaten ortada yani ana dil zararlıdır, çocuğa ana dilde eğitim işte verdirmeyelim veyahut da bunun şöyle şöyle sakıncaları var bulunduğu coğrafyada, böyle bir bilimsel veri yok elimizde, Allah’a şükür ki de yok yani sevindirici bir şey.
Şimdi, dolayısıyla Türkiye’deki tartışma zemini siyasi ve dünyada da bu konuyla alakalı, mesela biraz evvel Mustafa Şentop Bey de değindi, dünyadaki 50 devletin eğitim dilini incelediklerini, bunun 24’ünde değinilmediğini bu konuya anayasalarda, 23’ünde değinildiğini yani belirtildiğini, 3’ünde ise sınırlama olduğunu söyledi yani dünyada bunu yapan, içlerinden birisi de sanırım Türkiye’dir, bu 3 devletten 1’si.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tek Türkiye, 82 Anayasası…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, 82 Anayasası.
Yani dolayısıyla mevzunun ana ekseni siyasi ama biz her ne kadar “siyasi” desek de işte siyaset, bilim, bunlar bugünkü sohbette de öyle, konuşmalar da öyle, iç içe geçiyor.
Şimdi, bu iç içe geçen mevzulardan bir iki tanesinin üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, bu azınlık meselesi yani azınlık, çoğunluk, azınlık dili, bölgesel dil, yöresel dil gibi ayrımlar.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, herkesin ortak kabulü ki Türkiye Cumhuriyeti, bugün laik ve demokratik bir hukuk devleti olduğunu söylese bile, 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmalarında kendini İslam hukukuna göre tanımladı ve İslam hukukuna göre savundu. Hangi noktalarda? Şu noktalarda: Millet kavramını, Müslim ve gayrimüslim zemini üzerine oturttu. Bu çok açık, net. Bu konuda bir itiraz varsa tabii ki dinleriz, “Öyle değildir.” diyen arsa dinleriz ve orada o zaman tabii Türkiye Cumhuriyeti de henüz yok yani Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış, 29 Ekim 1923’te kuruldu. Lozan Anlaşması 24 Temmuz 1923. O gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin Misakımillî hudutları olarak ilan ettiği coğrafyadaki insanları “Müslim” ve “gayrimüslim” olarak tarif etti, Müslimlerin tamamına “çoğunluk” dedi, Lozan’da “Biz, Türklerin ve Kürtlerin temsilcisi olarak buradayız.” ifadeleri zapta geçti. Bu hem oradaki anlaşma zabıtlarında var hem de başta İsmet İnönü olmak üzere birçok büyük siyasetçinin, o döneme şahitlik etmiş, tanıklık etmiş, bulunmuş, hatıratlarında var. Mesela İsmet Paşa’nın kendi anılarını yazdığı, Meclis Kütüphanesi’nde de bulunan kitabında açık bir şekilde bu ifade var “Biz Lozan’da bunları söyledik.” diye.
Şimdi, Müslim olmayanlarda topyekûn bir “gayrimüslim” işte sıfatıyla “azınlık” olarak kabul edildi yani Türkiye’deki Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar. Enteresan bir nokta, Türkiye’de ülkenin doğusunda, güneydoğusunda yaşayan Ezidiler yani Yezidiler ve Süryaniler, Nasturiler azınlık olarak da kabul edilmediler yani bunlar da es geçildi.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kayıt dışı…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kayıt dışı, evet, daha doğru bir tabir. Bunlar da kayıt dışı tutuldular yani burada da bir boşluk var, bir mazlumiyet söz konusu.
Şimdi, İslam hukukuna göre “azınlık” ve “çoğunluk” tanımı bu şekilde yapıldıktan sonraki bu tanım Osmanlı’nın milletler sisteminin bir devamıdır yani yeni bir şey de değildir çünkü o tarihe kadar bütün bir Osmanlı hukukunda ve coğrafyasında bu milletler hukuku bu şekilde işlemiştir, Müslim ve gayrimüslim şeklinde işlemiştir.
Şimdi, peki, bizim itirazımız niye? Bizim itirazımız şuna: Buraya kadar Kürtlere şu söyleniyor, deniliyor ki “Siz azınlık haklarını talep ediyorsunuz ama siz azınlık değilsiniz.” Kabul, biz azınlık değiliz, zaten öyle kabul etmiyoruz bunu çünkü bu ülkenin asli kurucu unsuruyuz, işte bilmem kaç bin senedir aynı topraklarda yaşamaktayız, kimsenin esiri, kölesi tarih boyunca olmadık -Türklerle ilişkilerimizi de dün uzun uzadıya anlattım, tekrarlamıyorum, sadece atıfta bulunuyorum- Malazgirt’te de, Yavuz Sultan Selim zamanında Çaldıran’da da, Kurtuluş Savaşı’nda da bir efendi-köle ilişkisi değil, eşit, kardeş, arkadaş, komşu, Müslim, millet statüsünde. Buna bir itiraz yok yani azınlık değiliz.
Peki, İslam hukukuna göre yapılan tanıma Batı da orada rıza gösteriyor ve azınlık kabul ettiğiniz gayrimüslimlere işte “Nişantaşı Ermeni Lisesi” diye kapısında yazıyor, “Zografyon Rum Lisesi” diye kapısında yazıyor, bütün bu hakları veriyorsun. O hâlde ben asli unsursam, çoğunluğun içindeysem, çoğunluksam ve kurucu unsursam Kürtler olarak, Lozan’da da beyan edildiği gibi, İslam hukukuna göre benim haklarım ne? İşte dün de söyledik, Müslüman Müslüman’ın zimmisi olmaz. İslam hukukuna göre, bir Türk’ün, Arap’ın, İngiliz’in, Fransız’ın Müslüman olmak kaydı şartıyla hakkı neyse Kürt’ün de hakkı o. Oraya gelindiği vakit diyor ki: “Hayır, sen bu haklara da sahip değilsin yani laik hukuka göre de bir hak sahibi değilsin, İslam hukukuna göre de bir hak sahibi değilsin. Çoğunluksun, azınlık olarak kendini tanımlama ama çoğunluğun sahip olduğu haklara da sahip değilsin.” Böyle bir çelişki ve bir garabet söz konusudur.
Onun için, bu azınlık ve çoğunluk meselesini konuşan arkadaşlarımızın, bunu Sayın Başbakan da çoğu zaman yapıyor, Türk siyasetçiler de, bir demagojidir yani Kürtlere: “Siz azınlık değilsiniz, işte siz bu hakları talep ederseniz azınlık olursunuz.” Hayır, ben çoğunluğum, asli unsurum, bana çoğunluğun hakkını verin. Neye göre ver? Lozan’da kabul ettiğin İslam hukukuna göre veya Batılı anlamda gel azınlığı tekrar tanımla yani nüfusu az olana azınlık diyorsan, o zaman liberal hukuk olarak, Batı hukuku olarak gel bunu yeniden tanımla; bu bir.
İkinci bir konu, bu üniter devlet, federal devlet tartışması yani bana bir örnek gösterin ki bir devlet üniter olsun ama bu üniter devletin içerisinde farklı dillerde ana dille eğitim olsun. Bir diğer iddia da kamuoyunda budur. Bu da bu masaya geldi. İşte arkadaşlarımız çıkardılar, bunun listesi var, tekrar tekrar okutmak istemiyorum ama verebiliriz. Azerbaycan, Bulgaristan, Estonya, Hırvatistan, Polonya, Romanya, Slovakya, Ukrayna dâhil bunların tamamı kendini üniter devlet olarak tanımlıyor, tek bir resmî dili var yani iki resmî dili de yok. Dünyada 11 resmî dili olan Güney Afrika’da var, 16 resmî dili olan Hindistan’da var, 21 özerk bölgesi olan Rusya’da var. Bunları çıkaralım. Bunlar tek bir resmî dile sahip ama bu ülkelerde farklı dillerde ana dille eğitim var. Bunu da koyduk masaya.
Üçüncü bir konu, bu üniter devlet meselesine de ben gelmek istiyorum. Üniter devlet hakkında konuşmak bir tabu olarak kabul ediliyor yani sanki bu Allah’ın emridir, hiçbir şekilde dokunulamaz. Siz üniter devleti konuşmaya başladığınız an bölücüsünüz, işte ayrılıkçısınız, parçalayıcısınız. Böyle bir şey de yok, bu da tam bir yanılgı çünkü dünyada, dediğim gibi, işte 200’ün üzerinde devlet var yani yanılmıyorsam, Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 devlet galiba ama işte Birleşmiş Milletlere kayıtlı olmayan ve Birleşmiş Milletlerin henüz kabul etmediklerini de eğer sayarsak 200’ün üzerinde galiba bir devlet var yani aşağı yukarı.
Şimdi, bu 200 devletin yarıdan fazlası, hatta belki büyük çoğunluğu bu sizin söylediğiniz kalıplarla yönetilmiyor. Biz, burada yeri geldiği zaman yeni anayasada Türkiye’nin yeni idari yapısını da tartışacağız, başkanlık sistemini tartışacağız, yarı başkanlık sistemini tartışacağız, Başbakanın Cumhurbaşkanlığının yetkilerini belki yeniden tanımlayacağız, belki de Türkiye’de eyalet sistemini kabul edeceğiz ki Osmanlı döneminde de oldu bunlar. Mesela mutasarrıflık vardı, eyalet vardı, kaza vardı, nahiye vardı. Bunlar birkaç sefer değişti. Federal sistemler var. Bugün Almanya bir federal devlettir. Kantonel sistemler var yani bunları tartışmak, haşa bir tabuya dokunmak veya çok büyük bir isyan içerisine girmek değildir.
Dolayısıyla iki açıdan bu üniter devlet meselesi de yanlış tartışılmaktadır. Bir, üniter olan, tek resmî dili olan devletlerde de farklı dillerde ana dilde eğitim var. İşte bunları saydık. İki, üniter devlet dediğiniz yapı da bu sınırları parçalamak, dağıtmak, bölmek değil yani bugün Almanya olsun, Fransa olsun, İtalya olsun… Mesela İtalya kendini bir bölgesel devlet olarak, bölgesel idarelerin olduğu bir devlet olarak tanımlıyor. Birçok örneği var bunun, Afrika’dan, Asya’dan, işte Amerika’dan, aklınıza neresi gelirse gelsin. Biz de bunu tartışabiliriz yani bu şurada yoktu, o zaman bunu tartışamazsınız, üniter devlette yoktu. Bu iki açıdan da doğru değil. Bunların da kayda geçirilmesini istedim ki bu konuda son olarak Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun verdiği bir röportaj da enteresan -sanırım on beş, yirmi gün falan civarında oldu, tam tarihini hatırlamıyorum- o da Türkiye açısından ve bölge açısından yeni Orta Doğu meseleleri konuşulurken işte “Bu klasik anlamdaki ulus devlet formatı artık miadını doldurmuştur. Orta Doğu’nun, bölgenin yeni bir yapılanmaya, Türkiye'nin de bunu tartışmaya ihtiyacı vardır.” diye önü açık bir röportaj vermiştir. Ben de aynen katılıyorum bu tespitine yani bunları tartışmak, konuşmak…
Mesela, bir Suriye’nin toprak bütünlüğü, Irak’ın toprak bütünlüğü demek bana hiç şey gelmiyor yani çünkü bunlar cetvelle çizildi, bunların hiç birisi Allah’ın emri değil, bu yönetimleri bizler belirlemedik. Yani bizler derken bu coğrafyada yaşayan Arap, Türk, Kürt, kim varsa herkes, Müslim ve gayrimüslim, birileri geldi. İşte, kimler geldi: Sykes, Picot geldi. Sykes, İngiliz; Picot, Fransız. 1916’da Balfour Deklarasyonu yayımlandı Filistin açısından. İşte, Lübnan diye, İsrail diye, Ürdün diye, hiç tarihte olmayan şeyler devlet olarak çıktı ortaya. Bunları tartışmak ama doğru düzgün tartışmak yani böyle bir siyasal ajitasyon veya bunların hepsini yıkıp, kırıp dökmek anlamında da demiyorum; bunların arasındaki vizeler, sınırlar, yetkiler, iletişim, gümrük; bunları doğru düzgün tartışmanın da farz olduğuna inanıyorum yani bırakınız yanlış olmasını ve tehlikeli olmasını, farz olduğuna inanıyorum. Çünkü bu şekilde bu bölge böyle giderse kıyamete kadar sadece Türk, Kürt veya Arap üzerinden değil, Sünni-Şii-Alevi; işte, Yahudi-Müslüman; zengin-fakir yani dinî, mezhebî, etnik ve sınıfsal olarak kıyamete kadar savaşacak demektir. Yani kıyamete kadar bir savaş ve kaos istemiyorsak bunların hepsini konuşacağız ve bir yol bulacağız. Türkiye açısından da durum budur.
Son bir cümleyle isterseniz bitireyim. Türkiye Cumhuriyeti bölgesel olarak da, sosyal olarak da, kültürel olarak da, ekonomik olarak da, siyasi olarak da ya büyüyecektir veya da küçülecektir. Biz büyümesinden yanayız yani bütün bir bölgede bir dev olarak ayağa kalkmasından yanayız. Bunun da siyasi, ekonomik, kültürel yeni bir yapılanmadan geçtiğine inanmaktayız. Bunu yapabilirsek bu sorunu da çözeriz. İşte, ana dilde eğitimi de Kürt meselesi bağlamında tartıştık adını koysak da, koymasak da. Bu noktada yani tıpkı din, mezhep yani topyekûn inanç özgürlüğü ne kadar önemliyse, kendini ifade etme ne kadar önemliyse, zengin-fakir arasındaki sınıfsal farklılıkların giderilmesi ne kadar önemliyse bunun da bu özgürlüklerin bir parçası olduğuna yani etnik kimliklerin kendilerini ifade etmesi ve siyaset sahnesinde, tarih sahnesinde asli yapılarıyla kendilerini göstermeleri o kadar önemlidir diye inanmaktayız. Bu açıdan biz yani parti olarak, BDP olarak herkesin nitelikli ve ana dilinde eğitim ve öğrenim görmesini sağlamak devletin başta gelen ödevlerindendir teklifimizi yinelemekteyiz. Bunun yeni anayasada yer almasının bu sorunları rahatlatacağı görüşündeyiz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – İzin verirseniz özellikle bir iki ülke örneği sayıldı. Doğrudur, Azerbaycan Anayasası’nın bu konuda çok net ve açık bir hükmü var, zannediyorum 40 küsuruncu maddeydi. Şimdi, Bulgar Anayasası’nın 36’ncı maddesi aynen şöyle diyor: “Bulgarca öğrenmek ve bu dili kullanmak her Bulgar vatandaşı için hem bir ödev hem bir haktır. Ana dili Bulgarca olmayan vatandaşlar Bulgarca kullanmanın zorunlu olmadığı alanlarda kendi ana dillerini kullanabilirler. Yalnızca resmî dilin kullanılacağı durumlar kanunla belirlenir.”
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam, bunda bir şey yok, bunda bir aykırı durum yok.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yalnızca resmî dilin kullanılacağı…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Şimdi, bakın, eğitim diliyle ilgili…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Her yerde kullanılabiliyor.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ana dil öğretiliyor.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani ana dil eğitimiyle ilgili bir madde olduğu kanaatinde değilim, onun örneğini vermek istiyorum. Gürcistan Anayasası’nda da… Hemen onu şuradan, eğitimle ilgili olan…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben Gürcistan’a yeni gittim, Meclis heyetiyle gittim, resmî heyetle.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Anayasa hükmünü söylüyorum yani anayasa hükmünde…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – 500 bin Azeri var, 500 bin Azeri’nin ilkokuldan üniversiteye kadar Azerice eğitim hakkı var. Yeni gittim yani yeni dediğim, işte bir buçuk ay, iki ay evvel gittim yani.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani Anayasası’nda öyle bir hüküm hangi hüküm, onu anlayamadım?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sizden de Reşat Doğru Bey vardı MHP adına. Meclis heyetiyle gittik.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Bakın, “Herkes eğitim alanı ve eğitim şeklini seçme hakkına sahiptir. Devlet, ulusal eğitimi sistemiyle uluslararası eğitim alanının uyumunu sağlar.” Madde 35. “Okul öncesi eğitim devlet tarafından garanti edilir. Temel eğitim zorunludur. Devlet, yasalarca önceden düzenlendiği şekilde temel eğitimi finanse eder. Vatandaşlar yasalarca önceden düzenlendiği şekilde devlet tarafından finanse edilen dinî ve yüksek eğitim alma hakkına sahiptir.” Bunun dışında bir fıkra yok. Yani bu nereden çıkıyor? Ben o sonuçların çıktığı maddeleri…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bu işte -AK PARTİ’nin, dediğiniz- kanunla uygulanır ve kanunla uygulama şu an mesela, Gürcistan’da…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Anayasalarında var.” diyorsunuz yani o iddianın doğru olmadığını söylüyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, engel yok diyoruz. Bakın, anayasaları bu.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ana dilde eğitim görülüyor diyoruz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Orada, şimdi, bakın…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Görülüyor, bunlar fiilen yapılıyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Kanunlarıyla uygulanıyor diyoruz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Kullandığınız kavramları doğru ve yerinde kullanmamız gerektiğini ifade etmeye çalışıyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Zaten sizin teklifinizde onu da öngörmediğiniz için bunu tartışmanın…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Resmî dil tek dil zaten buralarda, hepsinde resmî dil tek.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Bu anayasalar içerisinde; bakın, Azerbaycan Anayasası’nda bu konuda çok net bir hüküm var. 45’inci madde: “Ana Dilini Kullanma Hakkı. Herkesin ana dilini kullanma hakkı vardır. Herkesin istediği dilde eğitim ve öğrenim görme, yaratıcılıkla uğraşma hakkı vardır. Hiç kimse ana dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.”
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bakın, siz okudunuz: “Herkesin istediği dilde eğitim ve öğretim görme…” dediniz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Bakın, sadece Azerbaycan Anayasası’nda var, diğerlerinde öyle bir düzenleme yok; onu vurgulamak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ukrayna’da da var. Bakın, mesela, Rusça, Tatarca…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz onların şimdi orijinalini çıkarıp size getiririz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ama Rusya bir federasyon.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, hayır, Ukrayna. Slovakya’ya bakın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz getireceğiz onları.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Getirin yani ben Anayasa hükmünü okudum.
Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun Faruk Bey.
FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, zatıalinizin konuşmalarını dinledim. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunu, Lozan Anlaşması’nı öyle yorumlayabilirsiniz. O yorum size aittir, ona benim bir şey diyeceğim yok ama gerçek o değil tabii.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Nedir, onu söyleyin.
FARUK BAL (Konya) – Gerçeğin o olmadığını ben size izah edeyim ama bir yerden hareket ederek izah etmeye çalışayım.
Türkiye büyüsün, tabii, hepimiz istiyoruz Türkiye'nin büyümesini. “Cetvelle biz de haritalar çizelim.” şeklinde algılanabilecek ifadeler de kullanıldı. O cetvelle çizilmiş olan Arap Yarımadası’ndaki ülkeleri sayarken… Bu, tabii, anayasayla olmaz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bizimki de cetvelle çizildi. Demir yolu hattı hudut kabul edildi bizde de, Fransızlarla.
FARUK BAL (Konya) – Bu, anayasayla olmaz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Misakımillî de yok içinde şu an.
FARUK BAL (Konya) – Bu, anayasayla olmaz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Niye olmaz? Hak değil mi?
FARUK BAL (Konya) – Türkiye'nin büyümesi, güçlü olması, Osmanlının çöküşünden sonraki kurulan yeni hukuki statüyü etrafındaki ülkelerle tanımlarken bunu ifade ettiniz; bu, anayasayla olmaz. Bu neyle olur? Bu, güçlü bir ekonomiyle olur, güçlü bir üretimle olur, güçlü bir orduyla olur. Eğer biz bunlardan yoksun isek anayasaya hangi argümanı getirirseniz getirin, bu hedefe ulaşamazsınız. Önümüzde bizim bir örnek var. Israrla ve inatla 21’inci yüzyılda küresel güçlerin Türkiye’ye dayatabileceği pozisyonlara, yaşadığımız örnekleri ifade ederek Osmanlıyı örnek veriyoruz. Bugün Türkiye'nin 580 milyar dolar borcu vardır; iç, dış borcu. Osmanlı çökerken de milyon altın borcu vardı. Bugün bunu Hükûmeti eleştirme adına değil, durumu tespit için ifade ediyorum. Osmanlı çöküşe girdiği zaman dört bir taraftan o zamanın finans çevreleri, bankerleri Osmanlıya borç vermek için yarışa girmiş. Osmanlı borç almış, İstanbul’daki sarayları yapmış. Peşinden Düyunu Umumiye gelmiş, arkasından toprak taksimi, vesaire gelmiştir. Şimdi, bizim, eğer ona benzer bir riski değişik alanlarda gördüğümüz gibi ekonomi alanında da gördüğümüze göre sürekli borçlanma ihtiyacı olan bir ülke olarak “Türkiye büyüsün.” lafı üzerine bir anayasa inşa etmemiz gerçekçi olmaz. Birinci ifade etmek istediğim husus bu.
İkinci olarak ifade etmek istediğim husus: “Azınlık” kavramı tek taraflı bir kavram değildir. Türkiye’deki azınlıklar Lozan Anlaşması’yla belirlenmiştir. Lozan Anlaşması’nın tarafı olan ülkeler vardır dolayısıyla burada anayasa yaparak Lozan’ı değiştirecek bir hâlimiz yoktur bizim. Diğer taraftan, tabii ki o dönemde kurtuluş mücadelesine girmiş olan Kürt kardeşlerimiz de tahrik edilerek, azınlık statüsü içerisine alınmak istenmiştir ama pek çok grup gibi bunlar da azınlık olma noktasında aktif bir talepte bulunmamış veya bazı teklifleri geri çevirmişlerdir. Bunu da bir kenara bırakıyorum.
“Madem azınlık olamadık, Ermenilerin şöyle bir okulu var, böyle bir kilisesi var; bizim niye yok?” lafını anlatmaya çalışacağım. Azınlık şudur: Osmanlının çok hukuklu rejiminden, tebaa rejiminden; kul, reaya rejiminden eşit vatandaşlığa geçmiştir Türkiye. Eşit vatandaşlığa geçerken Osmanlı düzeninin yarattığı çözülmeyi ve çöküşü engellemek için herkesi eşit kabul etmiştir; aralarında dil, din, ırk ayrımı gözetilmemesini hukuk düzeninin temel ilkesi olarak kabul etmiştir. Bu temel ilke doğrultusunda Ermenilerin, azınlık olarak kabul edilen Yahudilerin ve Rumların bütün vatandaşlarımıza tanınmış olan hakları vardır ve buna ilaveten Lozan şartları içerisinde kendi etnik ve inanç temelleri doğrultusunda hayatlarını ve sosyal yaşantılarını devam ettirebilecek artı haklar konulmuştur. Nedir bu? Etnik temele, din temeline dayalı parti kuramamak, dernek kuramamak, sendika kuramamak, siyasi faaliyette bulunamamak gibi, Osmanlının çöküş sebeplerini yasaklayan unsurları getirmiştir. İşte azınlıklar bundan istisnadır.
Diğer taraftan, elbette ki Meral Hanım’ın daha önce saydığı, bugünün güneşiyle baktığımızda hepimizin eleştiri konusu ettiğimiz, sözün başında iç ve dış konjonktürel gelişmeler nedeniyle yanlış anlamaları bir yazgı olarak gördüğümüzü ifade etmiyorum; bu yanlışlıklar olmuştur ve yapılmıştır. İşte, yapılmaması için, herkesi eşit gören, hiç kimseyi dışlamayan ve insan onuruna yakışan bir anayasa yapmaya gayret gösteriyoruz.
İşte bu anayasa yapımında da, tekrar toparlayacak ve gelecek olursak, insanlığın geliştirdiği evrensel değerler çerçevesi içerisinde temel hak ve hürriyetlerden bütün vatandaşlarımız azami derecede yararlansın, evrensel standartlara göre yararlansın ama yeni bir konjonktürel gelişme olan ve çok ciddi emareleri görülen, küresel güçlerin şehir devleti yapma, yaratma şeklindeki dünya haritasını yeniden cetvelle, pergelle çizme oyununa da bu anayasada düşmeyelim. Bunun için çare nedir? Bunun için çare, birlikte yaşamayı gönüllü olarak kabul etmiş “millet bütünlüğü” kavramından taviz vermemektir. “Millet bütünlüğü” kavramını bozabilecek olan hususların başında da ana dilde eğitim gelmektedir. Dolayısıyla, biz “ana dilde eğitim” dediğimiz, devlete hükümranlık haklarını paylaştıran bir çerçeve içerisinde, ileride Türkiye’yi Yugoslavyalılaştıracak, ileride Türkiye’yi İngiliz yüzbaşısının yerine başka yüzbaşıların eline cetvel ve kalem vererek şehir devleti yaratabilecek bir sonucu doğurabilecek anayasal zemini yaratmayalım. Bunun için de “üniter devlet” ve “millet bütünlüğü” çok önemli iki kavramdır. Bu iki kavramı…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Millet bütünlüğü ve…
FARUK BAL (Konya) – Üniter devlet çok önemli iki kavramdır. Bunlar kolay kolay bulunmuş kavramlar değildir. Bunun üzerine inşa edilen devlet anlamındaki ad da -sadece 1920’li yıllarda, 30’lu yıllarda takılıp kalmayalım- hukuk devletidir, sosyal devlettir, laik devlettir, cumhuriyetin temel nitelikleridir, din ve vicdan hürriyetidir. Buraya kadar bir süreci yaşadık biz, yaşadığımız bu süreçte edindiğimiz kazanımları, elde ettiğimiz değerleri kavram kargaşası adı altında yok etmeyelim ve anayasal bir boşluk bırakmayalım.
Evet, son cümle de işte, o Kurtuluş Savaşı’yla kurulan devlet sadece 1920’lerin, 1921’lerin, 1922’lerin, 1930’ların devleti değil 21’inci yüzyıla geldiğimizde pek çok aşamayı katederek parlamenter demokraside buluşabilen, kuvvetler ayrılığı ilkesine ulaşabilen, efendim, yargı bağımsızlığına, en azından fikir olarak herkesin benimseyebileceği bir alana ulaşabilen hukuk devletini dikkate alalım.
Teşekkür ederim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şimdi, ben dünkü tartışmada yoktum, arkadaşlar aktardılar açıkçası, anayasada ana dilinde eğitim, daha ileride gelecek vatandaşlık, kültürel kimlik hakkı ve bu masa… Açıkçası biz gözümüzü kulağımızı dışarıya kapatarak bu tartışmayı yürütemeyiz. Faruk Bey gitti ama sonuçta arkadaşlar buradalar.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Biz buradayız, evet.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yani “Türkiye'nin büyümesi anayasayla olmaz.” Tam aksini söylüyorum, söylüyoruz parti olarak, Türkiye'nin toplumsal barışını sağlayacak, demokrasisini ilerletecek, çıtayı yükseltecek, hak ve özgürlükler çıtasını yükseltecek, Kürt sorununu çözecek, azınlıklar sorununu çözecek, gayrimüslimlerin sorununu çözecek hatta eşcinsellerin sorunlarını çözecek -ve ve ve devam ediyor- en önemli anahtar anayasadır. Türkiye ilk kez böyle bir masada farklı siyasal perspektifteki partilerle bir tartışma yürütüyor, bir uzlaşma arıyor, bu çok değerli ama ben özür dileyerek böyle biraz dönüyoruz gibi hissettim. Mustafa Bey biraz daha doğrudan söyledi görüşünü, henüz CHP açıklamadığı için söylemiyorum. Hani biz dedi ki…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – MHP de söyledi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Pardon, yazmışsınız, ben dün görmedim, görmediğim için savunma anlamında.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Dünkü tartışmalar veya dünkü konuşulanlar tekrar edilmesin diye… Onlar üzerinde duruldu. Faruk Bey’in -tabii ki kendi adına konuşmam ama- ifade ettiği o “Anayasayla olmaz.” lafı bu dediğimizin aynısı söylüyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Tamam Hasan Hoca, şunu söylemeye çalışıyorum: Yani ana dilinde eğitime karşı çıkma gerekçelerini -bazı gerekçeler ileri sürülüyor- onları tartışmamız gerekiyor. Bir kere şunu not edelim: Türkiye Cumhuriyeti tarihini istediğimiz noktadan değerlendirelim, bazı realiteler var, bazı gerçekler var, bunları görmemiz lazım. Yani bu ülke Dersim katliamını yaşamış bir ülkedir. Başbakanı çıkıp televizyonlarda -bu aynı zamanda doğru bir davranıştır- “Dersim katliamı tutanaklarını açığa çıkaralım.” demiştir. Bu ülkede hâlâ toprak altından kemikler çıkmaktadır. Her gün arkadaşlar gidip…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Bunların konumuzla alakası ne, ben anlamadım.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ama doğrudan Osmanlı’ya geleceğim, Hasan Hoca, lütfen yani.
Burada, Kürt halkının bugüne kadar eşit olma, eşit yurttaş olma, Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde eşit vatandaş olma, özgür ve eşit vatandaş olma yolundaki talepleri, yaptıkları, buna karşı gösterilen tepkiler, işte, Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra işte, o Sevr, sonra Lozan, orada verilen sözler, o tarihi birbirimize tabii ki hatırlatmaya gerek yok ama şöyle bir görmezden de gelemeyiz: Yani Kürtler bu hakları hiç istemediler. Kürtlerden hep şu fedakârlık isteniyor -Ben Sayın Faruk Bal’ın konuşmasından onu anladım- millî birlik ve bütünlük için…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kendinizi feda edin.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – …üniter devlet için Kürtler bir şey istemesin. Yok böyle bir şey. Kürtler eski Kürtler değil. Bu konuda toplumsal bir talep var. Şu anda Türkiye’de yaşayan farklı siyasi partileri de kastederek söylüyorum, sizi de kastediyorum, CHP’yi de kastediyorum. Birebir konuşmalarımızda Kürt olup “Ben ana dilinde eğitimi savunmuyorum.” diyeni henüz -mutlaka vardır da- görmedim. Bunun bütün Kürtler arasında çok önemli bir oranda, yüzde 100’ü vermiyorum…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Diyarbakır’daki Anayasa Platformu’nda yüzde 37 çıktı.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hasan Hoca, sözümü bitireyim isterseniz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, hayır 96. Nereden çıkarıyorsunuz? Yüzde 96 ana dilde eğitim talebi Diyarbakır’da…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, hayır yok öyle bir şey, yüzde 96 canım. Yani siz de rakamları nasıl okuyorsunuz bilmiyoruz. Biz “Yüzde 96” diyoruz, siz “Yüzde 36” diyorsunuz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Anayasa Platformu’nun yaptığı, oradaki araştırmadan…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, evet.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hangi Anayasa Platformu?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bizim, bizim yaptığımız.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz de oradaydık.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Sizin değil TEPAV’ın yaptığı, o bizim katıldığımız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yok, Meclisin yaptığı, tamam, işte, bizim yaptığımız.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Orada yüzde 37 çıktı.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, rakamları çıkaralım, baksın arkadaşlar, çıkarsınlar.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır, rakamları çıkarırız. Şu anda Diyarbakır’da ya da diğer illerde tek tek gidip bir araştırma yapalım. Ana dilde eğitime ilişkin güçlü bir toplumsal talep var, bir muhalefet var ve bunun anayasal bir hak olarak tanınması gerektiği yönünde Kürt sorununun çözümünde en büyük engellerden biri de dil politikasının, inkârın, reddin olduğunu hepimiz biliyoruz, biz bunun içinde yaşıyoruz.
Ayrıca bu masada birkaç kere daha söylendi. Dört tane ayrı parti, sivil toplum örgütü, dört talep üzerinde uzlaştı ve imza kampanyası başlatacaktı; ana dilinde eğitim, demokratik özerklik, statü, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ve bu valilikler tarafından yasaklandı. Yani Kürtlerin kendi anayasalarına ilişkin söylemek istedikleri sözler bile yasaklandı. Şu anda böyle bir anket, böyle bir imza kampanyası yürütülemedi. Bu konuda arkadaşlar ciddi girişimlerde bulundular, yazılı taleplerde bulunduk, mahkemelere dava açtık, valiliklere itiraz ettik fakat Kürtlerin “Ana dillerinde eğitim görmek istiyorum.” diye bir imza kampanyasının yürütülmesine izin verilmedi. Bir kere bu korkunç bir şey yani “Yeni anayasa yapıyorum, demokratik anayasa yapıyorum.” denilen bir ortamda bu uygulamanın hiçbir izahı yok.
Şimdi, Sayın Bal söyledi, yani “Lozan’ı değiştirmek” ya da “Üniter devlet ve millet bütünlüğünü sağlamak için buna dikkat etmek lazım, tekrar cetveller devrede, bölünmeler oluyor. O Osmanlı dönemini Osmanlı koşulları içinde değerlendirelim.” gibi hani hepsini not almıştım, “Dış etki, ulus devlet paradigması, o dönemde popülaritesi” ama bugün tam da bunu söylüyoruz. Bugün, Osmanlı Devleti’nin çöküşü, yeni bir Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmadık. Bugün Türkiye “Demokrasi çıtasını yükselttim.” diyen bir noktada, “Ben temel hak ve özgürlükleri sağlayacağım.” diyen bir noktada, “Çok kimlikliliği, çok kültürlülüğü, farklılıkları kabul edeceğim.” -yani “edeceğim” derken ben bunu kabul olarak söylüyorum, varsayım olarak söylüyorum- diyen bir noktada. Bugün bile bize -yani şöyle bir şey olamaz- hep bize şu denir: “Kardeşiz, bu yüzden kardeşliği bozmayalım.” Biz gerçekten bozmak istemiyoruz ama kardeşler eşit olurlar, eşit olmayan bir kardeşlik olamaz. Tam da bölünmeye götüren şey budur. Yani çocuklar arasında ayrım yaptığınız zaman o çocuklar kardeş olamaz artık. Biz bu tehlikeye işaret ediyoruz, diyoruz ki: Ben ve Mustafa Bey’in ne farkı var? İnsan olarak tabii ki, o ana dilinde eğitim görmek istiyor, benim görüp görmemem takdirimde, belki ben görürüm ya da görmem ama bu hakkım olmalı. Ben bu ülkenin yurttaşıysam, vatandaşıysam, resmen bu ülkenin kanunlarına göre yönetimi kabul ediyorsam bu benim hakkım olmalı. Bu tezler yani “Şu anda bölünüyoruz, parçalanıyoruz.” böyle bir şey yok ama bu şekilde devam edersek ana dilde eğitim gibi -uluslararası alanda konsensüs sağlandı- neredeyse -yani burada bizim zaman almamak için açıklamadığımız, şimdi, o Slovakya’yı da okuyacağım, hani birçok şeyi okuyabiliriz- önemli oranda aşılan bir problemi hâlâ bizim tartışıyor olmamız çok büyük bir talihsizlik. Yani bu belgeler, uluslararası sözleşmeler, tarih şüphesiz bu okumaların tümünü yapalım ama burada bir talep var, toplumsal barış açısından, çözüm açısından çok hayati öneme sahip bir maddeyi konuşuyoruz ve bu nedenle yani o gerekçeleri gerçekten kabul edilebilir bulmak mümkün değil. Diğer yandan güçlü ekonomimiz olsun, güçlü yönetimimiz, güçlü ordumuz olsun, buna bir itiraz yok ama bir ülkenin yurttaşları arasında tabii ki eşitlik olsun.
FARUK BAL (Konya) – Ekonomimiz bu hâldeyken, silahlı kuvvetlerimiz bu hâldeyken öyle bir varsayımdan hareket ederek anayasaya girmesi Türkiye'nin…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz doksan yıldır bekliyoruz Sayın Bal, doksan yıldır. Yani bize hep bu gerekçeler söylendi, “Bekleyin, bu sorun çözülecek.” Bu sorun bugün çözülmeli çünkü gerçekten çok tehlikeli bir süreçten geçiyoruz, bunun farkındayız ve bunu değiştirmek istiyoruz.
Şimdi, şeyi de son olarak söyleyeyim. Yani sizin bir notunuz vardı, sürekli partinizin ileri sürdüğü bir görüş yani “Hiç kimse, herkes, evrensel değerler, kapsayıcılık…” Şüphesiz bunları inkâr etmemiz, reddetmemiz olanaklı değil. Evrensel değerlere sahip çıkıyoruz, uluslararası standartları, ileri standartları tabii ki biz de sahipleniyoruz ama biz bu dönemin çok geride kaldığını söylüyoruz hem ulusal üstü belgelerde hem doktrinde hem akademi dünyasında hem de yeni ülke anayasalarında. Bu işin adı konuluyor artık, adı konuluyor, tek tek ayrımcılık maddeleri sayılıyor, tek tek ana dilde eğitimle ilgili şeyler sayılıyor. Yani bu “herkes” ve “hiç kimse” Türkiye’de bu kadar ağır problemler varken çözümleyici bir formül olamaz. Yani siz sonuçta…
Burada üç öneri var: CHP “öğretim”i getiriyor anladığımız kadarıyla, AKP “Biz kanuna bırakalım, her Hükûmet istediği gibi değiştirebilir.” Kendileri tarafından da şu anda durulan bir tez değil. Siz zaten diyorsunuz ki: “Türkçe.” Yani bunun dışında bir öneriniz yok. Biz de diyoruz ki: “Ne Türkçe diyelim ne Lazca ne Kürtçe diyelim ana dilinde eğitimin önünü anayasal olarak, anayasal bir hak olarak sağlayalım.” Yani bunun üzerinde tartışırken gerçekten bu meselenin arka planını, tarih okumalarını şüphesiz farklı yapabiliriz ama biz bugün böyle ciddi bir tehlike olduğunu düşünmüyoruz. Tam tersine bu tehlikeyi bertaraf etmek için bizim kendi anayasamıza bu demokratik değerleri yerleştirmemizin çok hayati önemde olduğunun altını çizmek istiyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ben son söz olarak söyleyecektim ama vazgeçtim, Üst Kurulda son sözümüzü söyleriz çünkü çok gereksiz yani burada birbirimizi ikna etme gibi bir yarış içerisindeyiz. Bu anlattıklarınızın hepsini biz diğer kitaplarda, şurada, burada falan da okuyoruz. Üstelik de bu ülkede 1983’ten beri -daha da geriye gidebiliriz- bu anlattıklarınızı, istediklerinizi gerçekleştirmek üzere kan akıyor. Dağdaki eşkıya bunların gerçekleşmesi için kan akıtıyor, onun karşısındaki asker de bunun gerçekleşmemesi için vatan müdafaasında can veriyor, siz bir tarafı destekliyorsunuz, biz bir tarafı destekliyoruz, çok net de ortaya koyuyoruz. Bu işin bizim açımızdan olmazsa olmazı budur. 1876’da, 1921’de, 1924’te, 1961’de, 1982’de bu ülke kurulurken kurucu unsurun ne olduğu teminat altına alınmıştır, bu Lozan’da da teyit edilmiştir. Bunun dışındaki hiçbir talebi bizim kabullenmemiz mümkün değil ama tartışabilirsiniz, konuşabilirsiniz, saygıyla sizi dinleriz, bunun bir neticesinin olması da mümkün değil.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, buyurun.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Şimdi, özellikle Meral Hanım, bu vatandaşlık vesair bununla dili ilişkilendirdiği için aklıma geldi. Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin herhâlde bu anlamda popülasyonunu yani nüfus dağılımını ve oradaki genel anlamda heterojen yapıyı hepimiz biliyoruz, “72,5 millet” diye adlandırılan bir sosyal yapı var ve orada özellikle son dönemlerde İspanyolcanın yüzde 30’lara varan bir ağırlık kazandığı…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yüzde 12.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yok, ben okuduğum eserler için söylüyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben yeni Amerika’daydım, geçen ay gittim, epey de... Yani Stanford Üniversitesi’ne gittim, bir sürü yere gittim.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani İspanyolca yüzde 30 bir yaygınlık kazanma...
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yüzde 12 şu an.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Neyse olabilir, öyleyse daha vahim, bakın, öyleyse söyleyeceğim daha vahim.
Yani İspanyolcanın ulaştığı bu etkinliği önleme adına 2009 yılında İngilizce Dil Birliği Kanunu Amerika Birleşik Devletleri’nde kabul ediliyor. Bakın, kanunun Senatodaki… Aslında 2007’dir, 2009’da da tekrar değişikliğe uğruyor. Senatonun o 2009’daki kanun taslağıyla ilgili sadece teklifindeki bir cümleyi okumak istiyorum: “İngilizceyi Amerika Birleşik Devletleri’nin resmî dili ilan etmek, vatandaşlığa kabul etmede tek bir İngilizce dili kuralını oluşturmak, Amerika Birleşik Devletleri kanunlarının, İngilizce metinlerinin yanlış yorumlanmasını
engellemek üzere ve Kongrenin Amerika Birleşik Devletleri’nin genel refahını sağlama yetkilerine ve Anayasa’nın 1’inci maddesi 8’inci bölümüne göre tek bir vatandaşlığa kabul edilme kuralını oluşturması hükmüne uygun olarak bu kanun teklif edilmektedir.” diyor. Yani Amerika Birleşik Devletleri bile böyle bir tespitte bulunuyor ve böyle bir şeyin, o bütüncü yaklaşımın gerekliliğini ifade ediyor. Sadece onu vurgulamak istedim.
Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Başka söz almak isteyen?
Buyurun Atilla Bey.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim şimdi, tabii, anayasa çalışmalarının Türkiye’nin sorunlarının çözümünde bir yöntem hâline geldiği gerçeğini bir kere kabul etmek gerekir diye düşünüyoruz.
Tabii, Türkiye’nin sorunlarını çözmek, bunu coğrafi anlamda büyümek, küçülmek kavramlarıyla biz orada değiliz; yani bunu bu boyutuyla değerlendirmenin…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Biz de değiliz, biz coğrafi olarak kastetmedik; yani ekonomik, kültürel, sosyal.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, şu tabii: Elbette o anayasal konuları konuşurken bölgemizdeki, coğrafyamızdaki birtakım gelişmelere de sırtımızı dönemeyiz. Bu da anayasa çalışmalarının bir taraftan da sosyal ve siyasi dinamikleriyle bağlantılı olan bir gerçektir. Bu boyutunu görmezden gelemeyiz. Bu boyutunu değerlendirebildiğimiz ölçüde, birtakım belli ölçüler içinde anayasa çalışmasından istenen amaca ulaşmak mümkün olacaktır. Özellikle anayasa çalışmalarının biz demokrasi, insan hakları, toplumsal barış anlamında en uygun ve temel araç olduğuna inanıyoruz. Bunları, anayasa çalışmalarının bu niteliği vardır, bu misyonu vardır, bu fonksiyonu vardır.
Şimdi, bu yaklaşım içinde, zaten sizin bu kavramlara verdiğiniz önem çerçevesinde anayasanın niteliği ortaya çıkacaktır, anayasanın uzun ömürlü ya da kısa ömürlü olup olmaması ortaya çıkacaktır.
Şimdi, Türkiye böyle bir süreci yaşıyor. Nasıl yaşıyor? İşte, çalışıyoruz, bir yıldır çalışıyoruz. Nedir? Gördüğüm ve tahmin ediyorum büyük ölçüde sizler de katılırsınız. Türkiye, pek çok noktada ayrışmış durumda. Bu etnik bakış açısıyla, inanç bakış açısıyla, coğrafi bakış açısıyla ayrışmış durumda. Türkiye’nin şu anda ve orada maalesef bu ayrışma üzerinden gelişen, geliştirilen, kimler geliştiriyor onu burada konuşmaya gerek yok ama nedir; o ayrışma dinamikleri üzerinden bir de nefret söyleminin tırmandığını görüyoruz. Bunları görmezden gelemeyiz. İşte, bu noktada anayasa yapımı, anayasa çalışması belki de en temel araç, en temel yöntem hâline geliyor. Nedir o? Bütün bu aykırılıkları giderecek bir ortak paydayı sağlamamız. Bu ortak paydayı hangi dinamiklerle sağlayabiliriz bunu görüşüyoruz. Bu noktada da bize göre tabii, elbette dil, ana dil eğitimi, ana dil öğretimi, ana dilde eğitim, bütün bu kavramlar bu noktada olumlu ya da olumsuz, yapılacak tercihe göre olumlu ya da olumsuz yansımaları olacak olan tercihler hâline gelmiştir, öneriler hâline gelmiştir. Olayı bu çerçevede bu boyutuyla gördüğümüzü ve bu boyut çerçevesinde de sorumluluk üstlenmemiz gerektiğini, sorumluluğumuzu öteleme, erteleme lüksümüzün olmadığını ifade ediyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hasan Hoca’nın dediklerini ben de bir okuyayım mı?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun ama biraz toparlayalım artık; çünkü yani saat 17.15’te bitireceğiz ve yirmi beş dakikamız var.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bitiriyorum.
Slovakya’yı okumuştunuz değil mi?
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Hayır, Slovakya’yı okumadım. Ben Gürcistan, Bulgaristan ve…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ya Hasan Hocam, Gürcistan’a ben gittim; bana inanmıyorsun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ukrayna’yı okudunuz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Hayır, Ukrayna yok; ben dedim ki…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Romanya’yı… Yok onları çıkarıyorum da tek tek onun için.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Onların maddelerini bir zahmet çıkarıp bize verirseniz ben bakayım onlara.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben vereyim Ukrayna’yı.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Tamam vereceğiz.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Verin bana.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ben okuyacaktım zaten; onu size vereceğim.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Bana verin onları, ben bakayım onlara.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani var onların hepsi. Neyse…
Şimdi, arkadaşlar, yirmi yirmi beş dakika zarfında bugünkü konuşmamızı, toplantımızı bitirmeyi planlıyoruz.
Ben şimdi, geldiğimiz noktada bir durum tespiti yapmak istiyorum ve ondan sonra sizin takdirlerinize bırakmak istiyorum.
Şimdi, yani sırayla partilerin bu konuyla ilgili görüşlerine dönersek ve bizden başlayalım isterseniz; yani fazla şey yapmadan. Biz diyoruz ki: “Ana dilinde eğitimin ve öğrenimin bir hak olduğunun tespiti anayasada yer alsın.” Açık ve seçik olarak bunu söylüyoruz.
Mustafa Şentop Bey partisi adına diyor ki: “Biz anayasada böyle bir hükmün olmasından yana değiliz. Lehte veya aleyhte bir hükmün olmasından yana değiliz. Bunu iktidarların, işte hükûmetlerin, neyse Parlamentonun yetkisine bırakalım.” değil mi?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değil.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani çok fazla, yani böyle uzatmadan ben özetle…
Buyurun.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bizim problemimiz, Türkiye’nin problemi Anayasa’daki yasaktan kaynaklanıyor, bu yasağı kaldırdığımızda… Bu aslında şeyden rahatsız oldum ben; iktidarların inisiyatifine bırakalım anlamında bir şey değil bu. Yani Anayasa’da bu yasak kalkınca zaten tabii bir mesele hâline geliyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ama şu an yok bu; yani şu an böyle bir kanun, bir düzenleme yok.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Şimdi, şu an yok evet; yani Anayasa’da hüküm var çünkü engel var. Bu engeli kaldıralım diyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani “kanunlara bırakılım” diyorsunuz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kanuna bırakalım evet.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet.
MHP, yine burada yazılı şekliyle, yani doğru olarak zabıtlara geçmesi açısından diyorum: “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı dillerin ve yabancı dille okutulacak derslerin tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.” diyor.
Burada ana dille ilgili bir vurgu yok; yani MHP’ninkini tekrar okumamın sebebi, ilk yazılı metinde bir değişiklik oldu. Yani kanunlara bırakma veya şeyle ilgili ana dile bir vurgu yok burada; yani bu, bu şekliyle.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani bu metni…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani isterseniz, siz son olarak tekrar kendi şeyinizi zabta geçirme açısından bunları dönüp, CHP’yi de alıp sonra bir noktaya geleceğim.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani ben tabii ki, parti adına konuşma konumunda değilim, Sayın Vekilimin müsaadesiyle…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, Oktay Bey de orada.
Buyurun.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Sayın Vekilimin müsaadesiyle kavramın ifadesini ortaya koyma adına söylüyorum: “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir.” Bakın “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir.” Çok net ve çok açık bir ifadedir.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Türkçenin dışında bir eğitim ve bu anlamda öğretim dili olması mümkün değildir.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ha, bunun dışında, yabancı dillerle alakalı olmak üzere, yani evrensel, ulusal diller ki, bununla ilgili özel bir kanun var; bu yetkiyi de Bakanlar Kuruluna bırakmış durumda hangi dillerle okutulacağını. O esasları düzenleyecek usul ve esaslara ilişkin ayrıntılar kanunla yapılsın, uluslararası sözleşme hükmü de burada korunsun ifadesi var. Yani “Eğitim ve öğretim dili Türkçedir.” ifadesi, Türkçenin dışındaki herhangi bir dilin eğitim dili olarak kabulüne kesinlikle engeldir.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, öğretim dili olarak?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – “Eğitim ve öğretim” diyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Eğitim ve öğretim, tamam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Eğitim ve öğretim” diyoruz; yani bu çok açık.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam; açık.
O zaman CHP’nin de yine Atilla Bey’in ağzından son şeyini alalım ve bu şeyi, yani bu şekliyle kimin ne dediğini noktalayalım.
Buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi efendim, biz gayet açık bir şekilde şunu söylüyoruz: Resmî dil kavramını Anayasa’nın, mevcut Anayasa’nın 3’üncü maddesiyle bağlantı kurarak, resmî dil ve ana dilde eğitimin ve öğretimin, ana dilde eğitim ve öğretimin Türkçe olduğunu ifade ediyoruz.
Bunun devamında da diyoruz ki “Ana dili öğretimi, eğitimi, bunlar ayrıca konuşulmalı.” Bunlar ayrıca konuşulmalı. Bunların içi… Çünkü bu konular öyle konular ki, bu kavramları ifade edersiniz içini bomboş bırakırsınız ama öğretim kavramını öylesine ifade edersiniz ki, orada ana dili eğitiminin içini doldurursunuz. Bunları bizim konuşmamız gerekiyor.
Burada Cumhuriyet Halk Partisi olarak, temel hassasiyetimiz şudur: Resmî dilin Türkçe olmasını, resmî dilin Türkçe olmasını…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Zabıtlara geçiyor aynen.
ATİLLA KART (Konya) – Tabii, tabii… Resmî dilin Türkçe olmasını bertaraf edecek, zafiyete uğratmayacak, uğratmamak kaydıyla biz, ana dili öğretiminin hem bir temel hak olduğu kanısındayız, bir insan hakkı olduğu kanısındayız. Onun doğuştan kazanılan bir hak olduğu kanısındayız. Bunların bu anlamda tartışmasını da demokrasi anlayışımız çerçevesinde anlamsız bulduğumuzu, yanlış bulduğumuzu ifade ediyorum. Bunları Üst Komisyonda bu genel çerçeve içinde daha da açarak, daha da içini doldurarak konuşmamız gerekir diye değerlendiriyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet.
Şimdi, geldiğimiz bu noktada arkadaşlar, ben yani Atilla Bey’e sormak istiyorum: Bu Komisyonumuzun, yani bu Yazım Komisyonumuzun bu çalışmalarını sürdürmesini mi talep ediyorsunuz; yoksa Üst Komisyonda mı bunun tartışılmasını talep ediyorsunuz?
ATİLLA KART (Konya) – Şöyle; geldiğimiz noktada bu Yazım Komisyonundaki tartışmaların ben olgunlaştığı kanısındayım. Yani burada artık bu aşamadan sonra biz tekrara gireceğiz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Üst Komisyonda mı tartışılsın?
ATİLLA KART (Konya) – Evet, yani bunları…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Anlamak için soruyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Geldiğimiz noktada bunları Üst Komisyonda görüşmenin daha pratik ve gerçekçi olacağı kanısındayım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sizin bu konuyla ilgili, yani kifayeti müzakere veriyor musunuz; yani bu Komisyon açısından? Öbür komisyonda konuşulacak bu.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Diğer kalanı var tabii, onları görüşelim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ama hepsi kıpkırmızı bunlar zaten.
FARUK BAL (Konya) – Yok şimdi, üçüncü fıkrayı, CHP ile bizimkinin birinci cümlesi benzeşiyor; onu yeşile boyayabilirsiniz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani bizim BDP olarak fikrimiz, eğer -Bunu daha önce de birkaç maddede yapmıştık hatırlarsanız- bu ana dilde eğitim konusunda bir uzlaşma sağlanamayacaksa bizim teklifimiz çerçevesinde, biz eğitim ve öğrenim hakkı hürriyeti maddesinde kendimizi anlaşmamış kabul ediyoruz, diğer fıkralarda da. Yani sadece bir fıkra olarak bakmıyoruz, topyekûn; çünkü çok önemli.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O zaman Üst Komisyonda görüşeceğiz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, yani bizim şeyimiz bu.
FARUK BAL (Konya) – Yeşile boyanabilecek kararlar var.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, şunu söylüyoruz: Söyleyeceğim onu, adım adım, birbirine karışmasın.
FARUK BAL (Konya) – Bu maddede partilerin anlaşabileceği bazı fıkralar da var; isterseniz o fıkraları…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani biz parti olarak, bu noktada bir uzlaşma olmazsa eğitim ve öğrenim hakkını görüşmeme… Yani kendi partimiz açısından bu noktadayız, yani diğer fıkralarını.
FARUK BAL (Konya) – Yani ana dille eğitim kabul edilmez ise…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani anlaşılmamış sayıyoruz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Üst Komisyonda görüşelim.
FARUK BAL (Konya) – Tamam, tümünü o zaman kırmızıya boyayalım sizinkini, diğer partilerin benzeşen tarafı var.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır biz; yani usul olarak, dörtlü ittifak olmadığı vakit, öyle bir yöntemimiz de var bizim.
FARUK BAL (Konya) – Var da işte, yani itirazı olanları kırmızıya boyuyoruz değil mi?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani o madde dörtlü olarak konuşulmamış sayılıyor; yani bizim böyle bir itiraz şerhimiz var buna.
FARUK BAL (Konya) – Ama bu tabii, olmuyor bu tabii. Niye? Şimdiye kadar …
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ayrımcılık yasağında da böyle yaptık.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yo yaptık bunu, daha önceden de yaptık.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Maddeyi erteleyelim.
FARUK BAL (Konya) – Siz “Maddenin tümüne muhalifiz.” diyebilirsiniz. “Tümüne muhalifiz” diyebilirsiniz. Geçmişte de 40 küsur madde geçti. Oraya her partinin kendine göre itirazları oldu.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – O ayrımcılık maddesinde de yaptık; yani “O maddede ittifak yok.” diye geçiyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Tamam, ittifak yok …
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Geçtik ama sonra görüştük orayı biz.
FARUK BAL (Konya) - … ama üç partinin anlaştığı alan var. Örneğin, “eğitim parasızdır” diyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ama biz maddenin, yani bu kabul edilmezse hiçbir maddeyi görüşmeye katılmıyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Bundan sonraki maddelere de?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, hayır, onlara katılıyoruz. Yani maddenin fıkralarına geçmeyelim diyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Ama olmaz ki, üç partinin iradesini siz teslim alıyorsunuz ve bu yeni bir usul.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, yeni değil. Yaptık bunu, daha önceden de yaptık; yani mesela, o maddede anlaşmadık.
Evet, Üst Komisyonda değerlendirelim tekrar.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Zaten vakit doldu. Üst Komisyonda görüşelim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İkinci bir teklifimiz var: Yani Üst Komisyonda görüşülürken, TEPAV’ın işte, Diyarbakır’daki toplantısıyla ilgili Hasan Hocam mesela rakamları verdi ki, biz o rakamların olmadığı kanaatindeyiz. Bu TEPAV’daki arkadaşların da bu mevzuyla ilgili dinlenmesini talep ediyoruz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bir de dün 5 tane hocanın adını vermiştik.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O sonuçlar var bizde, onu bulur arkadaşlar.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Sonuçlar var. Bakın, hiçbir ilde -Özür diliyorum- yani orada hiçbir ilde yüzde 10’u bulmadı. Sadece Diyarbakır’da yüzde 37’yi buldu…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İşte, biz öyle olmadığı yani iddiasındayız.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Şeyler ortada.
FARUK BAL (Konya) – Tamam canım, sizde de var belge, bizde de var. Bakar, bir daha kontrol eder…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben fiilen o toplantılarda bulunmuş hatta o konuda bilimsel anlamda kurul üyeliği yapmış bir insanım; yani bakabilirsiniz tabii ki
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bizim de sunduğumuz uzmanlar vardı 5 tane.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam, sunun, söyleyin onların dinlenmesini.
Buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Siz yoktunuz değil mi o gün?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz ilk gün 5 tane -5’ti sanırım- hocanın isimlerini verdik, ana dille ilgili çalışmaları olan. Meclis Başkanımız da söylemişti bir toplantıda yani biz uzman dinleyebiliriz, çağırabiliriz, geniş bir şekilde tartışabiliriz farklı konu başlıklarında…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani teklif ediyoruz bunların dinlenmesini.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Biz bunun dinlenmesinin çok önemli olduğunu, bu uzmanların, bu konuda çalışanların huzurda yani burada ya da üst komisyonda dinlenmesi gerektiğini söylüyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Bu uzman dinleme talebi konusunda bizim görüşümüz şudur: Yeteri kadar uzman, yeteri kadar öneri, yeteri kadar teklif, tasarı, taslak; bunların hepsi daha önce dinlendi. Şimdiye kadarki maddelerde de böyle bir usul benimsemedik, yeni bir usul ihdas edilmesine karşıyız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Dinleyebiliriz veya dinleyemeyiz, böyle bir yetkimiz var ama karar veririz veya vermeyiz, bu ayrı bir şey. Yani öyle bir yetkimiz var ama kabul ederiz, etmeyiz; ayrı bir şey.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de öyle bir şeye gerek görmüyorum doğrusu. Burada şunu görüyoruz: Partilerin bu konuyla ilgili farklı görüşlerde olması, farklı tutumlarda olması bir bilgi eksikliğinden, konuyla ilgili bilgi farklılığından kaynaklanmıyor. Aslında hepimiz aşağı yukarı bu konuyla ilgili lehte/aleyhte görüşleri ve dozajları da dikkate alarak, nüanslarıyla beraber biliyoruz. Bilmediğimiz, burada yeni bir şey çıktığında da “Aa, bak, bu öyleymiş; görüşümüzü değiştiriyoruz.” denecek bir şey değil çünkü bu şeyden kaynaklanıyor… Bu konuya dair bir ihtilaf değil bu yani konuyla ilgili daha genel bakışla ilgili bir ihtilaf.
O bakımdan bence burada uzman dinletmek vesaire gibi şeylerle bir netice ortaya çıkacağı kanaatinde değilim. Bu bakımdan bence böyle bir şeye gerek yok.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, CHP…
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi, efendim, şöyle: Tabii buradaki ihtilafın esası, özü -yani taraflar görüşlerini ifade ettiler, ediyorlar- o noktada tarafların görüşleri kendi açılarından zaten olgunlaşmış durumda. Yani bu anlamda bir teknik dinleme sürecini başlatırsak bu başka konularda da gündeme gelecektir, bunun önünü alamayız. Bu yönüyle biz gerek olmadığı düşüncesindeyiz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Üç parti gerek olmadığını düşünüyorsa zaten bir partinin ısrarından bir şey çıkmaz orada, usul olarak da usulümüz böyle. Ama biz bu maddeyi burada yani anlaşmamış kabul ederek üst Komisyonda tartışmak üzere, eğer başka bir…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Haftaya yazım komisyonunda devam da edilebilir yani belki.
YASAMA UZMANI – Başkanım, çarşamba günkü toplantıda hangi maddeyi görüşeceğiz?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – O zaman iki şey teklif edelim. Şöyle…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir madde kaldı zaten, vatandaşlık.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Vatandaşlık var.
ATİLLA KART (Konya) – Başkanım, müsaade eder misiniz?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Kart, buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Tabii, eğitim ve öğrenim bence yazım komisyonunda tartışılacağı kadar tartışıldı. Çarşamba günü bu konuyu Uzlaşma Komisyonunda tartışalım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İki şey teklif ediyoruz o zaman arkadaşlar, daha anlaşılır olması için, iki görüş çıktı ortaya.
-
Çarşamba günü üst komisyonu toplayalım ve bu maddeyi tartışalım.
-
Vatandaşlığı da tartışalım çarşamba, perşembe neyse, bitirelim, sonra üst komisyon…
Fikriniz?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben ikinci şıkkın daha doğru olacağı kanaatindeyim çünkü zaten bu eğitim ve öğretim hakkı, ana dilde eğitim meselesi vatandaşlık konusuyla da bağlantıları olan bir mesele. Dolayısıyla biz bunları, tekrar tekrar aynı şeyleri yeniden üst komisyonda görüşerek mesafe almayalım. Onun yerine, onu da konuşalım orada. Muhtemelen buna benzeyen bir tablo onunla ilgili de çıkacak. O durumda ikisini beraber üst komisyonda görüşelim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Biz de BDP olarak aynı kanaatteyiz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çünkü burada bir prensip meselesine dönüşüyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Ben de aynı kanaatte olmakla birlikte, komisyon çalışmalarını verimli hâle getirebilmek için… Ekonomik ve sosyal haklar konusunda sanıyorum bizim de önerimiz vardı, CHP’nin de önerisi vardı; onlar anayasaya girecek mi, girmeyecek mi, girecekse nasıl girecek? Bu konularda ikinci komisyon galiba görüşecekti değil mi? Onlar da bu çalışmayı devam ettirsin.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Onlar şöyle benim hatırladığım kadarıyla: “Onların hangilerinin girip girmeyeceği konusunu bunlar bittikten sonra üst komisyonda ele alalım.” demiştik.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet yani üst komisyon karar alacak, hangilerini görüşeceğiz, hangilerini görüşmeyeceğiz.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Hayır, yanlış. Yazım komisyonunda görüşülmeye başlanacaktı. Üst komisyon…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hangileri?
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Yani teklif edilen, katalog dışı olan maddeler alt komisyonda görüşülmeye başlanacaktı.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben şöyle hatırlıyorum arkadaşlar…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mutabık kaldıklarımız bittikten sonra demiştik.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Hayır, senkronik gidiyordu. İkinci komisyon toplanacaktı fakat bu maddenin önemi nedeniyle herkes birinci komisyonda, burada olmak istedi, dolayısıyla ikinci komisyon toplanamadı. Toplansaydı bu ek katalog görüşülmeye başlanacaktı.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, toplanacak mı?
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Bilmiyorum.
FARUK BAL (Konya) – Ben de Selin Hanım’ın ifade ettiği şekilde hatırlıyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İkinci bir soru…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Altan Bey…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben, izniniz olursa bir soruyu sorayım ondan sonra size söz vereyim.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hayır, bu sorduğunuz sorunun cevabına yardımcı olsun diye söylüyorum çünkü Komisyonu ben yönetiyordum. O konuda -Cumhuriyet Halk Partisinin, BDP’nin ve AK PARTİ’nin çok fazla yoktu zannediyorum- biz dedik ki: “Bu konudaki teklifleriniz ne?” “Onları alalım, bize verin, biz de onun üzerinde çalışalım ondan sonra dönelim bu konuları konuşalım.” diye öyle bir karar almıştık.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, uygulandı mı bu karar?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hayır.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Uygulanacak mı? Yani term’in ne? Mesela zamanlama veyahut da program ne?
FARUK BAL (Konya) – Uygulansın canım işte.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – O zaman uygulasın o Komisyon, biz o Komisyona karışmayalım.
FARUK BAL (Konya) – Tamam.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam.
O zaman Çarşamba günü vatandaşlığı görüşmek üzere toplantıyı kapatıyorum.
Kapanma Saati: 17.07
Dostları ilə paylaş: |