13.09.2012 Tarihli Toplantı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.14
-----o-----
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, oturumu açıyorum.
Bütün partilerin temsilcileri burada. Ayrıca, toplantıya katılan danışman arkadaşları, teknik heyetten arkadaşları da söyleyeceğim:
Profesör Doktor Yusuf Şevki Hakyemez, Doçent Doktor Selin Esen, Profesör Doktor Ali Akyıldız, Özgür Sevgi Göral, Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Ali Zengin, Yusuf Uygar, Neslihan Yıldırım, Ferhat Kabaiş, Mehmet Parsak.
Peki, bugün arkadaşlar, hangi maddeden başlıyorduk?
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Sığınma hakkıyla…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sığınma hakkı…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Evet, sırada “sığınma hakkı”yla ilgili bir başlığımız var, oradan başlayalım.
Buyurun, Rıza Bey’le başlayalım.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, burada şimdi bir mesele var. MHP anayasada yer almaması gerektiğini söylüyor. Yani…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - İsterseniz oradan başlayalım.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet, oradan başlayalım. Bir kere anayasada yer alsın mı, almasın mı?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - “Sığınma hakkı” diye ayrı bir madde olsun mu, olmasın mı? Tabii isterseniz öyle başlayalım.
Buyurun.
FARUK BAL (Konya) – “Sığınma hakkı” uluslararası hukukun ortaya koymuş olduğu zor durumda olan, ülkesinde hayati tehlike altında bulunan ve işkenceye maruz olan, siyasi düşünce farklılığı bulunan kişilerin korunmasına ilişkin uluslararası sorumluluğu gerektiren bir düzenlemeyi ortaya koymaktadır. Ebette ki böyle bir düzenleme Milliyetçi Hareket Partisi açısından yer almalıdır ancak bunun yeri anayasa değildir. Bu ağırlıklı olarak uluslararası sözleşmeler ile şekillenmiş olan bir durumdur. Bu uluslararası belgelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde imza altına alınarak mükellefiyeti altına girdiğimiz hükümleri zaten uygulanacaktır. Dolayısıyla, biz anayasayı kendi vatandaşlarımıza yapıyoruz. Yabancı ülkelerin vatandaşları için bir anayasal hakkı anayasa yapım tekniğine uygun bulmuyoruz. Bunu bazı ülkeler evet yazmışlardır anayasalarına, bazı ülkeler de yazmamışlardır.
Şimdi, Türkiye’nin içinde bulunduğu sıcak coğrafyada gelecekte ne şekilleneceğini ve nasıl bir yoğunlukta bu tarz bir taleple karşılaşacağımız belli değil. Dolayısıyla bunu konjonktürel gelişmeleri de dikkate almak suretiyle kendi ülkemizin çıkarlarını savunabilir bir esnekliği o günün hükûmetine tanımamız gerekmektedir. Dolayısıyla, bunu bir anayasal mükellefiyet olmaktan ziyade, uluslararası yükümlülüklerin Türkiye’de hayata geçirilmesine ilişkin yasal düzenlemelere bırakmak gerekmektedir.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Şimdi “sığınma hakkı” Faruk Bey’in de söylediği gibi kendi ülkesinde ya da vatandaşı olduğu ülkede ya da vatandaşı olmadığı bir başka ülkede siyasal nedenlerle ya da mensubu olduğu ırk, etnik köken, siyasi, felsefi düşünce nedeniyle şiddete ya da kötü muameleye maruz kalma olasılığı yüksek olan kişilere tanınan bir hak. Buradan bakınca tabii “sığınma hakkı” ya da “sığınmacılara tanınan hak” dediğimiz zaman, hani bu kişinin bedensel ve zihinsel bütünlüğüyle ilgili olan bir hak. Bu çerçevede baktığımızda bir insan hakkı. Uluslararası bu temel hak ve özgürlüklerin gelişimine de baktığımız zaman sığınma hakkının bu temel hak ve özgürlükler sistemi içerisinde yer almasına yönelik bir eğilimin uluslararası hukukta olduğunu görüyoruz.
Gerçekten de özellikle 1950’den sonra yapılan, hatta 1970’lerden sonra yapılan pek çok anayasada “sığınma hakkı”nın bir hak olarak düzenlendiği, tanındığı, güvence altına alındığı görülüyor. Bazı anayasalar uluslararası hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeleri anayasa düzeyinde tanıyorlar. Bazı anayasalar, anayasa üstü norm olarak bu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeleri tanıyorlar. Bu tür anayasalarda “sığınma hakkı”nın olmadığını görüyoruz ama bu normlar hiyerarşisi çerçevesi içinde bu anayasaların da bu “sığınma hakkı”na ilişkin güvenceyi bu vesileyle güvenceye bağladığını görüyoruz. Bu nedenle, hani, biz de bu temel hak ve özgürlüklere ilişkin genel eğilime uygun olarak yeni yaptığımız bu anayasada “sığınma hakkı”nın yer alması gerektiğini düşünüyoruz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Buyurun Altan Bey.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet. Şimdi, sevgili arkadaşlar, tabii ki biz bu anayasayı kendi vatandaşlarımıza yapıyoruz ama bu “sığınma hakkı” da kendi vatandaşlarımızı ilgilendirmeyen bir madde değil. İki yönden ilgilendiriyor bu.
Bir: Kendi vatandaşlarımız da bu geçtiğimiz yüz yıllık dönemde veya yüz elli yıllık dönemde yani Namık Kemal’den başlayın, Ziya Paşa’ya kadar siyasi sebeplerden dolayı birçok aydınımız, sonrasında vatandaşlarımız Türkiye dışında veya Osmanlı döneminde Osmanlı mülkü dışında topraklarda yaşamak mecburiyetinde kaldı. Bu, Halide Edip Adıvar için de geçerli. Yüzlerce örnek verebiliriz. Mehmet Âkif Ersoy da aynı duruma düştü on yıl boyunca.
İki: Şu anda da içinde yaşamakta olduğumuz Suriye sorunu da dâhil olmak üzere, Çeçen meselesi dâhil olmak üzere, yine 80’li yıllarda yaşadığımız Bulgaristan’daki Türk’lere uygulanan kötü muamele örneğinde, yine aynı şekilde Saddam dönemindeki Iraklı Kürt ve Türkmen vatandaşlar döneminde sürekli olarak biz tarihimiz boyunca da bu sığınma meselesiyle meşgul olmuş bir milletiz. Yani şu an bir istatistik var mıdır devletin arşivlerinde bilemiyorum ama belki nüfusumuzun çok büyük bir kısmı bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışından bu topraklara gelerek yerleşmiş vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Bunların bir kısmı etnik olarak eğer Türklük üzerinden bir tartışma yürütülecekse soydaştır, din üzerinden yürütülecekse dindaştır ama önemli bir kısmı da bu iki tanımlamanın da dışında kalabilecek vatandaşlarımızdır.
Onun için, biz, dün de, bugün de, hem içerideki sorunlarımızdan dolayı dışarıya doğru hem de dışarıdaki sorunlardan içeriye doğru bir sığınma meselesiyle muhatap bulunmaktayız. Bugün de yaşamaktayız bunu, fiilen bulunmakta. Onun için, bununla ilgili bir maddenin anayasada olması gerektiğini düşünüyoruz. Tabii ki bununla ilgili teferruatlar, ayrıntılar kanunlarla düzenlenecek, tıpkı diğer maddelerde olduğu gibi ama bunun bir hak olduğu ve en azından, en genel hatlarıyla hangi hâllerde bir hak olduğu ve hangi hâllerde bunların iade edilemeyeceğiyle ilgili bir genel hükmün bulunması gerektiğine inanıyoruz.
Tekraren söylemek gerekirse, geçmişte de, bugün de, dışarıya doğru da, içeriye doğru da bunu en fazla yaşayan milletlerden birisiyiz biz yani dünya üzerinde. Onun için, zaten, şu an teklif edilen bu konuyla ilgili önergeler de, yani BDP’nin, CHP’nin ve AKP’nin çok böyle uzun uzadıya ve teferruatlı değil, bir tanım var.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – BDP hariç.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – MHP hariç, evet. Zaten saydım ben. Yani CHP, AKP, BDP.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yok “BDP hariç.” diyorum ben.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – “Uzun.” diyor yani.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teklifin uzunluğu bakımından.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, hayır. CHP’nin birincisi daha uzun. Mesela, bizim birinci maddede…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Siz arkadan devam ediyorsunuz ama.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, daha uzun.
Dolayısıyla, bunlar toparlanır, iki madde hâline getirilir kanaatimce ve yazılır diye düşünüyoruz, evet.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, şimdi, bizim, bu anayasayı yaparken yola çıktığımız bir hareket noktası var, dedik ki: “Öyle bir anayasa yapalım ki bu anayasa insan odaklı olsun, insana öncelik versin, insanı Türk sisteminin ortasına yerleştirsin.” Böyle olunca kendi vatanında zulme uğrayan, kendi vatanında insan hakları ihlal edilen ve o vatandan, kendi vatanından kaçmak zorunda kalan kişilere kucak açmak bir devletin insan haklarına gösterdiği duyarlılıkla ilgili bir şey. Yani eğer insan haklarına duyarlı bir devlet var ise bu kendi vatandaşı olmasa bile, kendisine tamamen yabancı bir insan olsa bile, sadece insan olduğu için ve kendi vatanında zulme uğradığı için kucak açabilmeli. Bu bence çok temel bir gösterge. O devletin insan haklarına ne kadar duyarlığı olduğu… Tabii, Selin Hanım’ın da az önce belirttiği gibi bu bir insan hakkı olarak görülmesi gereken bir şey. Yani kendi vatanındaki insan haklarının ihlal edildiği bir kişiye siz kendi ülkenizde yer açmak, onu insan hakları ihlalinden korumak, onu iade etmemek aslında insan haklarından doğan bir yükümlülüktür. Bu kanunlara bırakılabilir mi? Bırakılabilir tabii. Şimdi de Türkiye’de bir kanun var. Ne kanunu? Baktığınız zaman…
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Bu yönetmelik. Dayandığı kanun 61…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet, 1961 tarihli bir kanun var burada. Burada, işte sığınmacı, ilticacı ayrımı yapılıyor filan. Fakat burada niye bu anayasa hükmü olmalı, niye kanuna bırakılmamalı? Çünkü Anayasa’da ilk defa olarak bunun bir hak olduğunu kabul ediyoruz, bir insan hakkı olarak kabul ediyoruz. Bunu, temelini o zaman, ilticacılara verilecek hakların temelini bir insan hakkına oturtuyoruz. O nedenle anayasa hükmü olmalı. Bu işte bu anayasa bakımından önemli bir yenilik, önemli bir ileri adım olacaktır. Bunu kanunlara bırakırsak, o zaman işin temeli tabii şimdi olduğu gibi başka bir şeydir, birtakım teknik şeylerdir. Ama biz burada anayasada bir insan hakkı olarak kabul edelim. Bu insan hakkı olduğu için buna uygun kanunlar, yönetmelikler çıkaralım.
Şimdi, tabii, bir diğer önemi de şurada: Biliyorsunuz biz 1950 Birleşmiş Milletler Mülteciler Sözleşmesi’ne çekince koyduk. Doğu’dan gelenleri ilticacı kabul etmiyoruz, Batı’dan gelenleri ilticacı kabul ediyoruz, Doğu’dan gelenleri sığınmacı kabul ediyoruz. Fakat gelin görün ki Batı’dan kimse gelmiyor herkes Doğu’dan geliyor. Şimdi, Türkiye’ye her gelen Doğu’dan geliyor. O zaman bu sözleşmeye taraf olmamızın hiçbir hükmü kalmadı. Yani biz ilticacı statüsünü kimseye vermiyoruz aslında bugün. Türkiye’de herkes sığınmacı. Yani hukuki statüsü belli olmayan, Türkiye’de geçici bir süre durabilecek. Ondan sonra ne oluyor? Türkiye’ye geliyor… Yani Suriyelilere bakmayın, şimdi başka siyasi şeyler var ama normalde Türkiye’ye kendi ülkesinden kaçarak geliyor.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Bir dönem İran vatandaşı…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ondan sonra onları böyle pek de insani olmayan koşullarda tutuyoruz ve o sırada mülteciler yüksek komiseri Türkiye’de bunlara ülke arıyor. İsveç mi alır, İsviçre mi alır, gidiyor, yalvarıyor “Şu adamı alsanıza.” diyor.
FARUK BAL (Konya) – Paylaşalım bunu. İnsanlıksa hepimiz…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Türkiye’ye gelmiş bu. Adam nerede yaşamak istiyor? İsterse gitsin ondan sonra. Ama bulamazsa mülteciler yüksek komiseri üçüncü bir ülke biz bunu iade ediyoruz. Adamı böyle sürükleye sürükleye… Yani böyle örnekler var. İran’a iade ettikten sonra idam edilen İranlılar var mesela.
Bu arada, tabii, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor iş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçici tedbir kararı alıyor. “İade etmeyin, bu adamı öldürecekler.” diyor. Türkiye bunu tanımıyor. “Vay efendim, o zaman Mamatkulov kararı gibi kararlar çıkıyor Türkiye aleyhine filan. İşin bir de bu tarafları var. O nedenle, Anayasa’ya koyarsak biz bu hakkı, bir insan hakkı olarak koyarsak, böyle gereksiz durumları da artık ortadan kaldırma irademizi koyacağız. Yani Doğu’dan gelenleri sığınmacı, başka taraftan gelenleri ilticacı gibi, böyle bir ayrımcı bir tavrı da belki terk etmek imkânı bulacağız diye düşünüyorum.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum.
Şimdi, bizim mevcut Anayasa’da bununla ilgili bir düzenleme yok, açık bir düzenleme yok. Türkiye’deki uygulama, Rıza Bey’in ifade ettiği, aslında uluslararası sözleşmeye dayanarak, Cenevre Sözleşmesi’ne dayanarak gerçekleştiriliyor. Şimdi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde bir hak olarak kabul ediliyor bu. 1951’deki sözleşmeyi Türkiye imzalamış, çekinceyle imzalamış, bu sığınmacı-mülteci ayrımını yaparak, 1961’de de onaylamış. Sizin o yönetmeliğin dayandığı kanun, bu sözleşmeyi onaylayan kanun, ona göre uygulama yapılıyor Türkiye’de. Bununla ilgili sorun da yok, yani Rıza Bey’in aslında bahsetmiş olduğu sorunların büyük bir kısmı biz bu maddeyi kabul etiğimiz takdirde de çözülebilecek sorunlar değil çünkü biz burada gelen herkese sığınma hakkı tanımıyoruz, belli sebeplerle tanıyoruz. Gelenlerin büyük bir kısmı da bu sebeplerle gelmiyor. Bu sebeplerle gelenler de var elbette yani zulme, baskıya uğramış, işte siyasi suç sebebiyle gelmiş olanlar var ama onun dışında kaçmış, daha iyi bir hayat için gelmiş olanlar da var. Daha çok Türkiye’nin Avrupa’yla sorun yaşadıkları bu kesimden olanlarla ilgili. Bunlarla ilgili kısmı gene çözmüş olmuyoruz bunu anayasaya koysak da.
Şimdi, Türkiye’deki tablo bu. Bizim böyle bir madde önerimiz var fakat benim bununla ilgili birtakım sıkıntılarım, rezervlerim var. Birisi şu: Bir kere -aslında Faruk Bey temas etti- bu anayasadaki biz bütün düzenlemeleri öncelikle vatandaşları ilgilendiren düzenleme olarak yapıyoruz. Yabancıların da istifade edeceği temel haklarla ilgili kısımlar var ama tersinden ifade edecek olursak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yararlanmayacağı bir temel hak düzenlemesi hiç yok, yaptığımız metinde yok. Hâlbuki böyle bir madde, sadece yabancıları ilgilendiren bir madde, yani yabancılarla ilgili bir madde koyuyoruz. Elbette, tabii ki insan hakkı anlamında bunun düşünülmesi mümkündür ama biz, tabii ki bir insan hakları sözleşmesi yazmıyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de iltica ve sığınma hakkı. Şimdi, bu bakımdan, ben bu durumun biraz, teorik olarak, sıkıntılı olduğu kanaatindeyim, müstakil bir madde olarak düşünüldüğü zaman. Birisi bu.
İkincisi, acaba bu maddeyi, bu düzenlemeyi -her ne kadar bizim o kataloğumuzda olmasa da herhâlde ona mutabık kaldık biz, yabancılarla ilgili müstakil bir madde koyacağız- o madde içerisinde -ben gelen önerilere de baktım, o tür önerilerde de var bu- öyle bir madde içerisinde, bir fıkra olarak bunu düşünebilir miyiz diye kanaatimi ifade edeyim. Bir bu.
Bir de tabii anayasalara da baktığımızda anayasalarda var mı? Soruya bağlı ama “Müstakil madde olarak var mı?” diye sorarsak Almanya’da var, başka yerde yok, müstakil madde olarak yok. Diğerlerinde daha çok, bu yabancılarla ilgili veya suçluların iadesiyle ilgili düzenlemelerde bunlara değinilmiş. Mesela Polonya’da da var ama o da bir yabancılarla ilgili genel düzenleme yapan bir hüküm içerisinde var.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Romanya’da da var.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – İsviçre Anayasası’nda var.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Latin Amerika ülkelerinde de var.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O bakımdan bunu bir müstakil madde olarak düşünmek yerine, yabancılarla ilgili genel düzenleme içerisinde değerlendirmek bence o teorik problemi de aşmamıza imkân sağlar. Yani biz, buraya sadece vatandaşları ilgilendirmeyen, yabancıları ilgilendiren bir temel hak hükmü koyuyoruz müstakil madde olarak. Hâlbuki öbür türlü olursa bir fıkra olacak bu. Belki onu orada o şekilde değerlendirsek daha mı iyi olur diye düşünüyorum.
FARUK BAL (Konya) – Müsaade ederseniz, benim şimdi, üç partinin çok nazik de olsa bizi eleştirel bakışlarına birkaç cümlede cevap vermem lazım.
Şimdi, Rıza Bey’i ve Selin Hanım’ı dinlerken, sanki biz insan hakkına karşı bir partiymişiz gibi bir algı oldu bende. Öyle bir durum yok.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Estağfurullah.
FARUK BAL (Konya) – Aksine, insan hakkını en fazla savunan bir durumdayız çünkü millî ve dinî, kültürel değerlerimizin bize nakşettiği en önemli çizgi, mazlum ile zalim arasında ayrımı yapabilmektir. Biz o kültür değerlerini savunuyoruz. İnsan Hakları Avrupa Bildirgesi, Birleşmiş Milletler filan 1948’lerde ortaya çıkmıştır. Bu, bizim tarihi birikimimizdir. Biz onları konuşturuyoruz burada. Onları konuştururken baktığımızda, insanları daha etnik, inanç, mezhep nedeniyle boğazlayan bir kültüre karşı, mazlumların ahına, mazlumların yardımına koşan bir tarihsel değerin ortaya koyduğu düşünceleri savunuyoruz.
Şimdi, ben birkaç cümleyle vereyim. 93 Harbi’nden sonra milyonlarca insan Anadolu’ya… O zaman ne İnsan Hakları Beyannamesi vardı, ne anayasa vardı, hiçbir şey yoktu, hepsini kabul ettik. Elbette de etmemiz gerekiyordu. Niye? O kültür ve tarihsel birikimimiz bunu böyle yapmamızı emrediyordu, mazlumun yanında yer almamızı, zalimin karşısına çıkmamızı gerektiriyordu. Belki Osmanlının Avrupa’ya gidişinin ilk dönemleri, oradaki mazlum insanlara yardım için gitmiştir. Bunu da böyle değerlendiren tarihçiler vardır. Balkan Savaşı’nda 5 buçuk milyon -İsmet İnönü’nün tabiri, rakamıdır bu Lozan zabıtlarında- Anadolu’ya… Bu insanlar insanlık onuruna dayalı korumayı ancak Anadolu halkında… O zaman devlet de yok ortada, işgal altında.
PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Nüfusu 13 milyon zaten.
FARUK BAL (Konya) – Nüfusu 13 milyon. Biz böyle bir değeri savunuyoruz.
Sizler ifade ettiniz, Bulgaristan’daki soykırım niteliğindeki Bulgarlaştırma hareketine karşı, bunları, Bulgaristan’da bulunan Türk soylu ya da farklı soylardan insanları kabul ettik. Diğer taraftan İran Devrimi sırasında 1 milyona yakın insan geldi, Halepçe katliamında yüz binlerce Kürt kardeşimiz geldi buraya, şimdi Suriye’den geliyor. Biz buna karşı değiliz. Biz, bunun olabildiğince mazlum ile zalim arasında bir çizgi konulup bu çizgi çerçevesi içerisinde mazlumun yanında insan olma şerefine layık muamele yapılmasını öngörüyoruz.
Şimdi, bunun içerisinde Rıza Bey “Doğu’dan geleni alıyoruz, Batı’dan geleni almıyoruz.” mu, tersine mi, öyle bir şey söyledi.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Doğu’danı almıyoruz.
FARUK BAL (Konya) – Ben, bunu tabii tek tek çıkarabilirim ama en kritik ilkesini söyleyeyim. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, Bulgaristan hariç, Türk soyluları iltica talebini kabul etmemiştir, göçlerini kabul etmemiştir. Bir örneğini vereyim, hazin örneğini, 207 tane Azeri rahmetli İnönü Başbakan iken Türkiye’ye iltica etmiştir, onlar iade edilmiştir, iade edildikleri gün sınırda da kurşuna dizilmişlerdir. Onun tarihî bir geçmişi vardır, gerekçesi vardır. Bu doğru da olabilir, bana göre kısmen de doğrudur. Kerkük’te yaşayan insanları kabul etmemişiz, niye? Kerkük boşalmasın diye. Ohri’de yaşayanları kabul etmemişiz, niye? Boşalmasın diye, mübadele dışında. Dolayısıyla bunun tarihî bir derinliği var, tarihî gerekçeleri var, önümüzde de bu olayların tekerrür edebileceğine ilişkin işaretler var.
Şimdi, sizlerin “uluslararası belgeler” dediğiniz… Buna bir itirazımız yok. Bu uluslararası belgeler ne olacaksa, o olacaktır. Bunu kanunla düzenleyelim, anayasaya yazmayalım. Şimdi ama o uluslararası belgelerde anlı şanlı ülkelerin bu mültecilere karşı yaptığı işleri beraber değerlendirelim ve en yakın, oralarda iltica talebinde bulunup da köpek muamelesi yapılan Türk vatandaşlarının ızdırabını hepiniz dinlemişsinizdir. Köpek muamelesi yapılıyor, hangi fikirden olursa olsun. Onlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidecek kadar kendisini yönlendiren, yöneten, maddi imkânlara veya hukuki yardımlara kavuşmuş bir kitle olmadığı için sesleri de duyulamıyor. Hepimiz haberdarızdır bunlardan, ben yüzlercesini biliyorum.
PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Wallraff yazdı hani “En Alttakiler”.
FARUK BAL (Konya) – Evet.
Şimdi, Halepçe katliamından kaçanların maruz kaldığı iki önemli olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi Türkiye, o tarihi derinlik, o tarihi şuur içerisinde Kürt kardeşlerinin biyolojik silahlara karşı korunması için sınırlarını açmıştır sonuna kadar. Rakamlar çelişkili, bilemiyorum ama yani…
PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – 460 bin kişi.
FARUK BAL (Konya) – Yüz binlerce insan gelmiştir. Helali hoş olsun, bağrımıza bastık ve bu bizim gururumuzdur, şerefimizdir ama Amerika Birleşik Devletleri bunların içerisinden -geldi- 5 bin tanesini seçti, götürdü. Zalimden kaçan mazlum insanların içerisinde ileride kullanabileceği kişileri seçti, götürdü, geriye kalan da Türkiye’nin sorumluluğuna terk edildi. Bunlardan bir ülke de Fransa. Bayan Mitterand geldi. Bu da 500 tanesinin sağlık kontrolünü yaparak, dişlerini kontrol ederek aldı götürdü ülkesine. Şimdi, bizim bu ülkelerin insan hakkı belgelerine ihtiyacımız var mı bu mazlum insanlara yardım etmek için? Yani Avrupa İnsan Hakları belgesine ihtiyacımız var mı bizim? Ha, bunlar da olmasın demiyorum ama orada olduğu için buraya da yazalım fikrine karşıyım. Niçin karşıyım? Şimdi oraya geldik.
Önümüzdeki süreç sıcak bir süreç. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Türkiye veya bölge her an patlak verebilir. Her an sıcak bir çatışmanın içine girilebilir. Her an soğuk politika, soğuk savaş insan hareketlerini hızlandırabilir. Burada elbette ki, gelecek olan mazlumlara yine bizim kucağımız açık olacaktır. Anayasaya yazmayalım diye bunu kapatacak hâlimiz yok. Ama Türkiye’yi konjonktürel gelişmelere göre o sıcak ortamda kendisini koruyabilecek birtakım imkânları da o hükûmetin yetkisine tanımak lazım, elini kolunu bağlamamak lazım. Buraya yazacağımız işler buraya yazılmakla kalır ama aynı anayasal yükümlülük Türkiye’nin uluslararası platformlarda daha farklı sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Evet, Almanya Anayasası’nda var. Almanya’nın sınır komşularında böyle bir sıcak gelişme yok. Fransa’da var. Ee Fransa’da da böyle bir sıcak gelişme yok ama Türkiye’de her an ne olabileceği, yani önümüzdeki süreçte ne olabileceği belli değil. Bakın, Kuzey Kafkasya’dan göç ya da mülteci almışız, Balkanlardan almışız, İran’dan almışız, Azerbaycan’dan almışız, Arap ülkelerinden, Suriye’den almışız. Bunu almaya da devam edeceğiz fakat bu coğrafya üzerinde kurulu olan ülkelerin önümüzdeki yakın tarihte nasıl bir davranış biçimi göstereceği belli olmadığından, biz bu konunun anayasaya girmesine karşıyız, karşı olmaya devam edeceğiz. Bu konu kanun meselesidir. Kanunu da önümüzdeki süreçte, eğer eksikliği varsa -Rıza Bey’in ifade ettiği gibi- o eksikliği şu anayasadaki insani bakış açısı ve uluslararası belgelerin zaten anayasa hükmü gereği iç hukuk parçası olması nedeniyle düzenlemeyi o çerçeve içerisinde yerine getirecektir.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Özgür Hanım…
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Yani, birazcık işin akademik temeli ne, hani dünya anayasalarında nasıl ele alınmış, neden sığınma hakkı diye -bizim bakış açımıza göre- müstakil bir hakkın olması gerektiğiyle ilgili birkaç bir şey söylemek istiyorum.
Aslında, dünya anayasalarında epey bir anayasada var sığınma hakkı ama şu konuda haklısınız: Her ülkede anayasal bir düzenlemeyle yapılmamış bu. Bazı ülkelerde yasal bir düzenleme, bazı ülkelerde anayasal bir düzenleme. Mustafa Hocam da şu konuda haklı, hepsinde müstakil bir sığınma hakkı tanımı altında da yapılmamış. Yabancılarla ilgili başlığın altında yapılmış. Biz ona çok yakın değiliz ama bunların hepsi bir öneridir. Uzlaşma eğer bu şekilde çıkarsa bunların hepsini değerlendiririz. Ama dünya anayasalarına baktığımızda sadece birkaç anayasa değil. Mesela ilk bizim taramada gördüklerimiz: Uruguay, Romanya, Portekiz, Polonya, Mali, İtalya, Hindistan, Fransa, Brezilya, Almanya, İspanya, Karadağ gibi ülkeler. Bunların bir bölümü gerçekten, görece daha sakin -tırnak içinde- Avrupa ülkeleri ama bir bölümü değil listede gördüğünüz gibi. Bunlarda sığınma hakkına şu ya da bu şekilde yer verilmiş. Bunların hepsinde, münhasıran devlete tanınmış sığınma hakkı verme yetkisi. Dediğim gibi, ya müstakil bir madde olarak düzenlenmiş ya da yabancılarla ilgili başlığın altında düzenlenmiş. Şimdi, neden müstakil bir madde olarak düzenlenmesi bizim bakımımızdan daha önemli? Müstakil bir madde olarak düzenlediğimiz de şüphesiz, yani güvenlikle ilgili kaygılar, konjonktürel belirli gelişmelerle ilgili kaygılar, bunların hepsi siyasi iktidarın yetkisinde olan ve belki de birçok madde için değerlendireceği, anayasadaki birçok hak maddesi için değerlendirebileceği bir şey. Bu sığınma hakkı için de söz konusu. Ama eğer bunu anayasada tanımlarsak -Altan Bey, çok iyi bir şekilde ifade etti- Türkiye o kadar çok bu sorunla karşı karşıya kalıyor ki, o kadar ciddi bir nüfus Türkiye’ye bu eksende girip çıkıyor ki onların koşullarında, yaşama koşullarında, buradaki ikamet koşullarında ve gündelik hayat koşullarında çok ciddi iyileştirmelere yol açarız diye düşünüyoruz. Doğrudur, anayasa genelde ülkenin yurttaşlarıyla ilgili hakları düzenler ama insan haklarının yeni eğilimleri aslında, anayasanın sadece o ülkenin yurttaşları değil, yani o topraklarda yaşayan herkes -birçok maddede bu var yani- yabancılar olabilir, işte iltica isteyenler, mülteciler ya da sığınma hakkı isteyenler olabilir. Giderek bu da genişleyen bir eğilim aslında. Ne bileyim, bir kulübe üye olan bir ayrıcalıklı grubun hakları gibi değil de -asla, hiç kimsenin öyle demediğini biliyorum, tarihsel olarak seyrinden söz ediyorum- anayasalar bir toprak üzerinde yer alan herkesin haklarını giderek daha da fazla genişletme eğiliminde.
Dostları ilə paylaş: |