MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yani Meral Hanım, tamam ama onu da söylüyorum yani bitmeyecekse, diyelim ki peki ocakta bitsin, şubatta bitsin, tamam amenna. Bitebilir mi? Bitmez. Ne zaman biter bu? Bir sene sonra yani iyi bir ihtimalle düşünecek olursak. Nasıl yapacağız o zaman? Yani fiilen de bu imkânsız hâle gelecek. Sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi, sonra milletvekili seçimi falan. Yani anayasa yapılabilir süre benim kanaatime göre Meclis süreçleri de dahil bu dönemin sonuna kadardır, özür dilerim bu Meclis yasama yılının sonuna kadardır yani haziran sonuna kadardır. Artık Meclisten geçmesi de dahil olmak üzere. Yani ondan sonra artık fiilen bu imkânsız hâle gelir. Bu sürenin de tamamını bu Komisyonun kullanmasını da ben haksızlık olarak görüyorum. Yani bizim de yani biz buraya kadar getirdik bu işi ama varsa başka bir yol bu süreyi biz işgal etmeyelim, başkaları varsa denesinler. Bunu söylemek istiyorum yani onları öyle hani şey değil, kimseyi üzmek için söylediğim şeyler değil. Sürece katkı yapmak istiyorum. Ama ben de ümitsiz bir noktaya geldiğimi ifade edeyim çünkü iki hafta kaldı. İki haftada ben ancak iki, üç madde yazarız diye düşünüyorum.
AYLA AKAT (Batman) – Ben kısa bir söyleyebilir miyim?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben de bir şey söylemek istiyorum.
AYLA AKAT (Batman) – Kısa bir şey ifade edeyim.
Ben esasında bunu okuduğumda hani tabii Mustafa Bey’in çivi çaktığını düşünmüştüm. Çivi çakılan alan da masa diye değerlendirmiştim ama Mustafa Bey şimdi o çakılan her çiviye ben ifade edince bir torba astı ama işte o torba delik, akıyor. Açıklamalarının son kısmı için ben teşekkür ediyorum. Son kısmı ben de can kulağıyla dinledim. Benim için de aydınlatıcı oldu. Bu kadar samimi ve dürüst bir şekilde burada da ifade edilmesini de önemsediğimi belirtmek istiyorum. Sonuçta her siyasi parti bu yapım sürecine kendi takvimi dolayısıyla da değerlendirmek durumundadır. Tabii ki önümüzde bir yerel seçim var ve tabii ki bizim de belli bir süre vermiştik ama masaya otururken de ifade etmiştik “Türkiye ilk defa bir sivil anayasa yapacaksa bir yıl çok yetersiz bir zaman dilimidir.” diye ısrarla ifade etmiştik. O yüzden biz hani haklı çıkmanın ne yazık ki sevincini yaşamıyoruz, öyle bir durum yok. Sevindiğimizi söyleyemeyiz çünkü bunu başaramamış olmanın üzüntüsü var. Bunu da belirtmek isterim. Kısa bir not düşeyim. İfade ettim bu açıklamaların üstüne.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani şöyle bir hava sezinliyorum: Yani bir sürecin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Sonuna doğru yaklaştığımız için bir şey vardır, bir “Ne yapacağız?” telaşı var şimdi. Ben bunu böyle görmüyorum bir kere. Yani sürecin sonuna yaklaştığımıza bir kere kim karar veriyor? Yani, bu zorlama olmasın filan da ama işte yılbaşına kadar bitirilsin, yeni yıla bitirilsin, ondan sonra belki biraz daha… Ya buna kim karar veriyor? Buna iktidar partisi karar veriyor. Diyor ki: “Bizim tanıdığımız süre bu kadardır.” Niçin efendim daha devam etmesin? Eğer bir yıl daha gerekiyorsa bir yıl daha da devam edebilir. Bu yani fiiliyattan doğan, olaylardan doğan bir zorunluluk değil. Bu iktidar partisinin kendi sabrından bu işe tahammül şeyinden doğan bir varsayım. Buradaki benim gördüğüm en ciddi olan şeylerden bir tanesi, Sayın Şentop diyor ki: “Benim kendi görüşlerim.” Ama yani gazetede yansıdığı şekliyle sürenin sonuna gelinmiştir ve iktidar partisi bu süreyi bitirip bundan sonra nasıl hareket edileceği konusunda bir yöntem saptamaktadır. O yöntem de nedir? İşte üzerinde anlaşmaya varılan şeyleri Meclisten geçiririz, üzerinde anlaşmaya varılamayan maddeleri de bunlar hangisiyse hepsi birden -tabii ki Başkanlık bunun içinde olacak yani Başkanlık bunun dışında olmayacak herhâlde- referanduma götüreceğiz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Onu ifade ettim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Ama içinde olacak değil mi?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Hayır.
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Olmayacak.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Hayır olmayacak. Benim kastettiğim burada temel konuları, sorunlarıyla ilgili Anayasa’nın anlaş…
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Ama bir yöntem var ortada, iktidar partisi tarafından saptanan bir yöntem var yani iktidar partisi bize şunu söylüyor: “Biz efendim, siz işte bu masa etrafında bir yıl oturdunuz, hep beraber oturduk, bu yeterli bir şeydir bizim için, egzersiz süresi bakımından bu yeterlidir, hadi işte bir hafta, iki hafta daha oturduk, ondan sonra bu işe son vereceğiz ve bundan sonra da işte yöntem de bellidir son verdikten sonra, üzerinde anlaşmaya varılamayan maddeleri referanduma götüreceğiz.”
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Rıza Bey, Mecliste bunun bir süreci var, onu hesaba katmıyorsunuz. 175’inci madde…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tamam, tamam. Yani…
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Peki, olabilir mi böyle bir şey? Bu yöntem…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama bu yöntemi kim saptıyor?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Bu yöntemi mutabakatla saptayabiliriz burada. Başka yolu yok bunun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani bu yöntem burada konuşulup da üzerinde anlaşmaya vardığımız mı? Hayır, burada efendim iktidar partisinin bundan sonra hangi yönteme başvurulması uygun olacağı konusundaki kendi görüşü. Bu beni rahatsız etti doğrusu. Tabii yani şunu unutmamak lazım: Bütün bu süreç bir mutabakat varsayımı üzerinde kurulu. Mutabakata varılmayacağı varsayımı üzerinde değil. Biz yani bu çalışma usulleri kâğıdına baktığınız zaman, burada konuşulanlara baktığınız zaman bu sürecin temelinde yatan şey “Biz efendim mutabakata varmak zorundayız, sivil anayasayı yapmak zorundayız ve bunun için de gerektiği kadar müzakere ederiz.” Buradaki çalışmanın temelindeki varsayım budur. Şimdi, bu varsayım tersine çevriliyor. Çalışmalara bundan sonra hâkim olacak olan varsayım: Mutabakata varamayacağız, mutabakata varılmayacaktır. Mutabakata varılmayacağına göre ne yapacağız? Bu varsayımdan hareket ediyoruz. Bence bu sürecin ruhuna aykırı bir varsayımdır.
Bir de şunu belirtmek lazım: Süheyl Hoca “Ümidimizi kaybettik.” ne zaman dedi ben hiç duymadım bunu fakat biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ümidimizi kaybetmedik. Böyle bir ümit kaybı içinde yaşamıyoruz. “Sürecin sonuna geldik, eyvah ne yapacağız” paniği içinde de değiliz. Bizim varsayımımız hâlâ bir mutabakat sağlanması için gerekli her şeyin yapılması zorunlu olduğudur, çalışmanın bu varsayımdan hareketle götürülmesi gerektiğidir ve biz gene bu ruh içinde, gene bu anlayış içinde bundan sonra da devam etmek istiyoruz çalışmalarımıza. Yani bir yılda bu kadar bitirdik, geri kalanını bitirmek için bir yıl daha mı gerekir? Bunun bir kere böyle olduğunu zannetmiyorum çünkü bir yılda bitirdiğimiz miktar bizim aslında en zor miktardı ve burada en zor parçası. Eğer biz devlet organları konusunda böyle bir tıkanmayla karşılaşmayacaksak, başkanlık sistemi gibi bir tıkanmayla, bir engelle, aşılması imkânsız bir engelle karşılaşmayacaksak o zaman bu çalışmaları çok daha kısa bir zamanda, şimdiye kadar harcadığımız zamandan daha kısa bir zamanda sonuçlandırmanın da mümkün olduğuna inanıyoruz. Yeter ki bu masanın etrafında iyi niyet ve olumlu bir siyasi irade hâkim olsun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Sayın Başkanım, ben küçük bir şey söyleyebilir miyim?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Faruk Bey söz istedi, ona söz vereyim, ondan sonra size söz vereyim.
FARUK BAL (Konya) – Evet değerli arkadaşlar, ben de iyi bir çalışma günü olmasını temenni ediyorum ama bu konuşmalardan anlaşıldığına göre pek de iyimser olmamak gerekiyor. Son bir aydır Komisyonun bir adım ileri, iki adım geri şeklindeki çalışmaları işin büyüsünün bozulduğunun işaretiydi ama bugünkü konuşmalardan açık bir şekilde ortaya çıkmıştır ki karamsarlık ön planda. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu karamsarlığa katkıda bulunmamaya gayret gösterdik, olabildiğince halis bir niyetle Türkiye’nin beklediği belki Anayasa hukuku açısından makus talihini yenebilecek 21’inci yüzyıl değerleriyle barışık bir anayasaya ulaşması. Millet bizden bunu bekliyor, bunun önünde bizim görebildiğimiz kadarıyla üç tane doğal engel var. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi, sürenin bir yılla bitirilecek şekilde hedeflenmesi, sınırlandırılması tabirini kullanmıyorum. Bu dünya anayasa yapılış süresine baktığımız zaman az zamanda başarılacak çok ve büyük bir iş değil yani bu süre içerisinde bir anayasanın dört parti arasında mutabakat sağlanarak inşa edilmesi için mümkün değil çünkü Finlandiya’da altı yıl sürmüş, Portekiz’de yedi, sekiz yıl sürmüş. Dolayısıyla bu bir yılda olacak bir iş değil. Bu açıdan değerlendirdiğimizde parantezlere, kırmızılara rağmen 21 maddenin kabul edilmiş olması da önemli bir mesafedir. Dolayısıyla süre bitiyor, ne yapacağız? Sorusunun erken tartışıldığını düşünüyorum ve buradan da telaşe kapılarak Komisyonun büyüsünün bozulması noktasındaki olumsuzluğa katkıda bulunulmaması gerektiğini ifade ediyorum.
İkinci tabii engel: Biz bunu parti olarak aşabileceğimizi düşünmüştük ve aşabilecek şekilde de buradaki tutum ve davranışlarımızı, basınla ilişkilerimizi Komisyonun kamuoyuyla ilişkilerinde en az olumsuzlukları yansıtan parti olarak temayüz ettik. Ancak her parti tabiidir ki konu kamuoyuyla ilişki kuracaktır. Elbette ki anayasa konusunda görüşlerini ifade edecektir. Buradaki görüşmeleri buranın çalışmaları ile değerlendirerek parti lehine sonuç çıkarabilecek bir araç olarak kullanılması bu Komisyonun çalışma hedeflerine uygun değildir. Bu da şimdiye kadar kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ilerlememiz yönünde tabii bir engel olarak karşımıza çıkmıştır. Bu tabii engeli aşabilecek üçüncü noktaya geldiğimizde bu bir siyasi kültür meselesidir. Yani siyasi kültür dediğimiz olayı da kimseyi rencide etmek için kullanmıyorum. Belirli bir olgunluk seviyesine vardıktan sonra ülke çıkarlarını ön planda tutup o çıkarların gerektirdiği sonuçları elde edebilecek pozitif davranışları gösterebilmektir. Biz parti olarak buna da ciddi bir şekilde riayet ettiğimizi düşünüyorum.
Son olarak da: “Bize ya anayasa yapmışlar vermişler veya anayasa yapmak üzere birilerini memur etmişler veya zorla bir ihtilal yaptırmışlar, onların kulağına fısıldamışlar, bu sizin anayasanız.” demişler. Biz 21 ve 24 anayasalarının şartlarını tartışmadan ifade ediyorum, onları eleştirmek için söylemiyorum. Yüz kırk altı yıldır ilk defa milletin iradesini temsil eden kişiler olarak milletin beklentisi doğrultusunda 21’inci yüzyıl değerleriyle barışık devleti çalışan, işleyen, hizmet eden, milleti bir arada, birlikte yaşatan, insanlarının da temel hak ve hürriyetlerini olabildiğince genişletebilen bir anayasa için buradayız, milletin beklentisi de bu. Bunu başaramazsak geriye döneriz, yüz kırk altı yıllık tartışmalar sırasında tarihimizle özdeşleşmiş anayasa yapım sürecindeki virajlardan birini veya birkaçını bize aldırırlar, herkesin tarihî sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk içerisinde hareket etmesi gerekir. Bu Komisyonda bulanan birey ve partiler olarak bu sorumluluğumuzun idraki içerisinde olmamız gerekir. Biz bu sorumluluğun idraki içerisindeyiz. “Komisyon dağılsın da ondan sonra ne çıkarırız?” gibi bir soruyu kendimiz hiç sormadık. Hiç kimsenin de bunu sormaması gerektiğini düşünüyoruz. Önümüzdeki süreç içerisinde partilerin kendi siyasi hedefleri doğrultusunda gerçekleşecek seçimlerde bunun araç olarak kullanılması kadar vahim ve vahşi bir politika olamayacağını düşünüyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Sayın Başkan, yani bu masada bir iki defa şey tartışması olmuştu, danışmanlar siyasi konularda konuşmasın falan ama kimliğimi hepiniz biliyorsunuz ve ben partide anayasadan sorumluyum aynı zamanda, o dengeyi hep kurmaya çalıştım. Ama dışarıda anayasayla ilgili konuşan biriyim yani hani Mustafa Bey nasıl demeç veriyorsa bana soruluyor ben de açıklıyorum ama basın bize kapalı olduğu için çok yazılmıyor, onu da parantez içinde ifade edeyim. Bir de hani niye böyle bir…
RIZA TÜRMEN (İzmir) - “Alt komisyonlarda danışmanlar konuşmayacak.” nereden çıktı?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ - Ben sonuçta başka bir kimlikle de buradayım yani şüphesiz birlikte arkadaşlarla çalışıyoruz ama…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, tam tersini kararlaştırdık. Komisyonda danışmanlar da milletvekilleri de aynı derece, eşit şekilde söz hakkı…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Hayır yani böyle bir tartışma maalesef talihsiz bir defa olmuştu onu hani hatırlatarak geçeyim de.
Şimdi, bizim Barış ve Demokrasi Partisi olarak yani yaklaşımımızı bu masada hem arkadaşlar hem ben birçok defa ifade ettik.
Birincisi: Sayın Bal’ın söylediği bir husus çok önemli. Ben de geçen yıl on beş gün İsveç’te, birçok ülkeyi ziyaretimde anayasa yapım sürecini falan araştırdık, hepimizin bildiği olgular ama hiç kimse anayasayı böyle “Bir yılda bitireceğiz.” diye, Anayasa Komisyonu başkanlarıyla yaptığımız görüşmede de, okumalarımızda da “Şu kadar sürede bitireceğiz.” diye bir hedef konamıyor. Çünkü konamaz yani hani ülkenin sözleşmesini, temel sözleşmesini yapıyorsunuz ve işte bizim şu andaki takvimimize göre aralık sonuna kadar bitecek, bitmezse ne olacağı tartışıyoruz yani bu süre tahdidinin çok bu süreçle süreci karşıladığını ya da uyumlu olduğunu düşünmüyoruz yani bu birincisi.
İkincisi: Şüphesiz bir an önce yapılması yani keşke hani aralık değil de şimdi üzerinde asgari müştereklerde uzlaşabilseydik de topluma yeni bir anayasa bütün partiler verebilseydi, hani bu bu sürecin önünü açmak anlamında fakat realitemiz de bu.
Üçüncüsü: Yeni anayasa ihtiyacı ve beklentileri konusunda hem Türkiye’de hem uluslararası alanda inanılmaz bir beklenti var yani buna gerek okumalarımızda gerek ziyaretlerimizde gerek konuşmalarda büyük tanıklıklar ediyoruz. Ben geçen hafta Brüksel’deydim, 20 kişi dinledim konferansta, 19’u yeni anayasayı söyledi. Avrupa Birliği üyeleri de, parlamenterleri de, diğerleri de herkesin Türkiye’yi konuşurken, demokratikleşmeyi konuşurken, Kürt problemini konuşurken, birçok sorunu konuşurken yeni anayasa sürecinin devam ettiğini ve bu sürece nasıl büyük bir anlam yüklediklerini, bizim dışımızda da bunu görmek mümkün.
Şimdi, bu nedenle hani Sayın Şentop’un söylediği şüphesiz yani hani takvimler Cumhurbaşkanı seçimi, yerel seçimler, milletvekili seçimi şüphesiz bunlar bir ülke için önemli takvimler ve merhaleler ve partiler buna göre hazırlık yaparlar ama bir yandan da anayasa hele hele Türkiye’de geçmiş anayasa deneyimlerimizi düşünecek olursak böyle bu araya sıkıştırılacak hani bir an önce çıkaralım gibi bir yaklaşımı kaldıramayacak kadar ağır bir de problem var. Takvim olarak gerçekçi ifade ediyor yani ya hani bu dönem çıkacaksa hazirana kadar çıkması lazım yani takvim olarak söylüyorum, hani matematiksel olarak ama yok bunu takvim dışında yani illa yerel seçime yetişsin, yetişmesin bunu ileriki toplantılarda şüphesiz değerlendirilir, her parti kendi içinde değerlendirir, bir yaklaşım belirler, bu Komisyonda tartışılabilir yani onu bugün tartışmanın anlamı yok ama bence bu Komisyonda yani şu ana kadar yaşanan pratik böyle çok aman aman hani çok olumlu diyemeyeceğim kendi adıma söylediğim maddeler doğru. En çok üzerinde tartışılması gereken çözüm açısından katkı sunması gereken maddelerde maalesef bir uzlaşma sağlanamadı ama sonuçta hepimiz de şunu çok iyi biliyoruz ki dört parti de, başta iktidar partisi, hepimiz burada aynı zamanda kendi tabanımıza, seçmenimize karşı da sorumluluğumuz var ve bu anayasada kimse bozmak istemediği için de böyle bir yaklaşım olabilir, bunu tırnak içinde söylüyorum, hiç kimseye atfen söylemiyorum. Ama bizim sorumluluğumuz yani bizim Barış ve Demokrasi Partisi olarak -daha önce de birkaç kere burada ifade ettim- bu anayasa ihtiyacı, talebi geçmiş anayasa deneyimleri ve şu anda yaşanan toplumsal barış konusunda en büyük çözüm mercilerden birinin anayasa olduğu bilinciyle burada oturuyoruz ve gerçekten anayasa yapımının toplumsal barışa, çözüme, Kürt sorununun yine çözümüne yani farklılıkların, farklı inançların, dinlerin, dillerin, kimliklerin bu anayasada kendini bulmasına büyük bir önem atfediyoruz ve bundan önce de Türkiye’de anayasal ortamın olup olmadığına dair ciddi tartışmalar yürüttük burada. Anayasal ortam var mı yok mu? Aslında Türkiye’de bizim açımızdan şu anda anayasa tartışılmasını olgunlaştıran bir ortam yok. Yani şunu söyleyeyim: Ben dün geldim. Ayla Hanım’la iki gün önce birlikteydik. Bizim Batman’da 2 tane yöneticimiz dışarıda kaldı, il yönetimi, biri avukat arkadaş, biri de herhâlde şehirde değildi.
AYLA AKAT (Batman) - Asil, yedek hepsi.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Asil, yedek hepsi.
Diğer gün, hayır 1 kişi kaldı dışarıda yani bir il teşkilatının tümünü tutukluyorsunuz. Mardin’de yine öyle, Nusaybin’de öyle. Bu sadece üç gün önceki olay yani geçmişe gidersem buna ilişkin yüzlerce örnek verebilirim. İktidar partisi şunu yapıyor: Bir yandan diyor ki: “Kanuni değişikliklerle yol temizliğine yanıt vermeye çalışıyoruz.” Ya Üçüncü Yargı Paketinin uygulamasını izleyen biriyim. Üçüncü Yargı Paketinde 314 ve 220’deki değişikliklerin emredici olması yönünde grubumuz inanılmaz bir çalışma yürüttü yani “Lütfen burada takdir vermeyin yargıya.” diye. Hani bir şekilde katkı sunmak istiyorsak, bu sürecin önünü açmak istiyorsak takdir aleyhe kullanılır. Ya mahkemeler matematik hesap salonlarına dönüştü. Kırk sekizde 1 indiriliyor, yetmiş dörtte 1 indiriliyor, hani “Yarı oranında üçte 1’e kadar” deniyor ya, çok çok çok istisnai, efendim üçte 1 indiriliyor gibi. Bu, sadece Üçüncü Yargı Paketi. Çünkü yargıya o konulardaki uygulamaları takdire bırakmakla -iktidar partisi çoğunluk olduğu için ve kanun onların kanunu olduğu için ve onlar sunduğu için onlara söylüyorum- böyle bir manzara yaratılıyor. Şimdi, düşünce ve ifade özgürlüğü 8’inci madde, 2000’li yıllarda kıyamet koptu Avrupa Birliğine uyum sürecinde, düşünce ve ifade özgürlüğü sağlanıyor diye 8’inci madde kaldırıldı. Şimdi bir 7’ye 2 maddemiz var TMK. Yani “Düşman başına” derler ya, hiçbir kıstas yok, her şeyden ceza alınıyor. Yani şu anda partimizin… Niye bunu ısrarla söylüyoruz? Çünkü taban açısından, bizim kamuoyu açısından ve Türkiye demokratik kamuoyu açısından inanılmaz bir basınçla karşı karşıyayız. “Yani sizin 7-8 bin üyeniz içeride, yöneticiniz içeride, her gün dokunulmazlık tartışması yapılıyor. Efendim, 35 belediye başkanınız tutuklu. Her gösterinize gaz sıkılıyor, her gün yaralama var hani biliyorsunuz hepiniz izliyorsunuz. Siz o anayasayı nasıl yapacaksınız?” deyip bir de karşı basınç var. Biz de bütün bunları göğüsleyerek hani bu anayasa çözüm mercilerinden biridir, biz burada demokratik siyasetin önemli olduğunu, hani Parlamentoda olduğumuz için bu konuda rol alma ve sürece katkı sunma isteğimizi neredeyse her gün bir de böyle bir çalışma yürütüyoruz yani bu da çok önemli. Yani biz diğer partilerle kıyaslamak açısından değil gerçekten bu süreci en sıkıntılı yaşayan, en sıkıntılı götüren ve büyük bir fedakârlık, özveriyle buradaki çalışmalara katkı sunmaya çalışıyoruz ve bizim bakışımıza göre burada biz de dahil yani bütün partilerden olması gereken Türkiye halkları için, farklılıkları için ve demokrasi için yani Avrupa Birliğine uyum sürecini de dikkate alacak olursak asgari müşterekler için bir zorlamaya ihtiyaç var yani hani nedir hani o asgari olarak neyde uzlaşabiliriz, bir adım nasıl atılabilir yani bunun için azami bir çabaya ihtiyaç var ve biz bunu yaptığımıza, yapmaya çalıştığımıza inanıyoruz yani ana dilde eğitim burada kırmızıya boyandı. Yani biz kalkmadık, oturmaya devam ettik ya da dil konusunda bir kere süre aldık, tartıştık yine geldik. Yani yoksa bizim hani bu koşullarda… Çünkü tekrar dönüp onları tartışabileceğimize, genel başkanların devreye girmesiyle, grupların devreye girmesiyle toplumsal dinamiklerle bu işin çözülebileceğine olan inancımızı koruyoruz, korumak istiyoruz yani en azından o noktadayız ya da vatandaşlık gibi yani neredeyse üzerinde hani önemli oranda bütün anketlerde, bütün araştırmalarda vatandaşın Türkiye vatandaşı olması hani nötr bir vatandaşlık dediği hâlde hâlâ burada üç gün vatandaşlığı tartışmak bize öyle büyük bir mutluluk vermiyor. Emin olun eziyet çekiyoruz. Yani burada hâlâ kimlik üzerinden tartışmak bizi de çok rahatsız ve rencide ediyor aynı zamanda. Hatta bir iki defa şey demiştim: Ben çok kişisel olarak da rencide oluyorum yani kendimi Kürt olarak tanımlıyorum. Türk’sün” dediğinde, ne oluyor hani bu “Kadına erkeksin” demek gibi bir şey ya da çocuğa… Böyle bir şey hissediyorum. Gerçekten rahatsızlığımı da ifade etmiştim.
Yani özetle, biz gerektiği kadar müzakerenin yapılması gerektiğine inanıyoruz. Kesinlikle partiler kendi içlerinde şüphesiz değerlendirecektir, biz de değerlendiriyoruz ama o takvime sadece bağlamak doğru olmadığı gibi large, böyle hani “İstediğimiz gibi tartışalım.” demek de doğru değil çünkü beklenti var. Bu beklentiye denk düşen ama süre sınırının bunu yapılamaz hâle getirmesine izin vermeden yani bu sağlıklı tartışmayı ortadan kaldıracak bir zemine izin vermeden en azından bir bakalım. Dediği gibi hani hangi formülleri üreteceğiz? Belki konuştukça yeni olanaklar çıkacak.
Teşekkür ediyorum.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – O zaman bu karamsarlığı bırakın. Yani eğer karamsarlık bir siyasi karar sonucunda doğmamışsa bu karamsarlığı bırakıp böyle iyimser bir mood içinde işimize bakabiliriz. Yani bana öyle geliyor ki zaten yani halkın bizden, toplumun bizden beklentileri karşısında umutsuz olmaya, karamsar olmaya hakkımız da yok, böyle bir hakka da sahip değiliz. Yani yeter ki müzakerelerde siyasi partiler bir gerçeği anlasınlar. Anayasa yapmamakla uğranılan kayıp uzlaşıya varmakla elde edilecek kazançtan daha büyüktür. Yeter ki bu müzakereleri, bunun bilincine sahip olalım.
FARUK BAL (Konya) - Evet maddelere geçelim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Geçelim maddelere, evet.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER - Saat 12.00 oldu ama.
RIZA TÜRMEN (İzmir) - Yarım saat daha müzakere edelim. Bu kamulaştırmayı belki bitirebiliriz.
Şimdi, bu kamulaştırma, devletleştirme ve özelleştirme CHP ve MHP önerilerinden kaynaklanıyor.
KOMİSYON UZMANI - BDP’ninki de var efendim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) - BDP’nin de var.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER - Tablo var mı?
KOMİSYON UZMANI - Tablo yok.
FARUK BAL (Konya) - Beş dakika arada yaparlar, beş dakika ara verelim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Beş dakika ara verip o tabloları bekleyelim mi? Şunu hiç olmazsa kararlaştırabiliriz. Bu kamulaştırma, devletleştirme ve özelleştirme nerede yer alacak? Mülkiyet hakkının altında mı yer alacak yoksa…
FARUK BAL (Konya) – Onun sistematikliği değerlendirilirken olsun. Kamulaştırma olması lazım çünkü mülkiyet hakkına bir tecavüzdür tabir yerindeyse. Dolayısıyla bunun anayasal sınırlar içerisinde olması gerekir.
KOMİSYON UZMANI - Tabloyu sadece kamulaştırma için mi hazırlayalım yoksa….
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Devletleştirme ve özelleştirme.
Tamam, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 12.05
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.30
BAŞKAN : Rıza Türmen (İzmir)
-----o----
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet, toplantıyı açıyorum. Zaten sabahtan yarım kalan toplantı, şimdi devam ediyoruz.
Sabah konuştuğumuz gibi… Kamulaştırma, devletleştirme ve özelleştirmeyi birlikte ele alarak devam etmeyi kararlaştırmıştık.
Önünüzde var değil mi kâğıtlar?
FARUK BAL (Konya) – Kanunlardan Özcan Bey…
KOMİSYON UZMANI – Getiriyoruz efendim.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Başkanım, 2 no.lu Komisyon yasamaya devam etmeyecek miydi?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, sabah şöyle dedik: “Şu kamulaştırmayı bitirelim, ondan sonra…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ha, “oraya geçelim.” diyorsunuz.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yavuz Hocamızı eli boş göndermeyeceğiz elbette bu kadar geldikten sonra. Ondan sonra da 2 numaralı Komisyona geçiyoruz.
Herkeste var değil mi mukayeseli tablo?
FARUK BAL (Konya) – Yok.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bana mukayeseli tablo verin ya.
Taylan, bizim metni vermediniz mi buraya? Mukayeseler burada yok, nasıl oluyor bu?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Bizim önerimiz yok anlaşılan Başkanım, boş.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yahu arkadaşlar bu…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Olmadığı için mi boş yoksa olduğu hâlde mi boş?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Biz, yasama olduğunu düşünerek hazırlanmıştık ama…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ama siz…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Diğer komisyon bu Komisyonun gündemini nasıl belirliyor? O konu biraz…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Neyse, şey etmeyelim, şeye girelim de…
Dostları ilə paylaş: |