F I K I H
FIKIH:Sözlükte iyi anlamak,bilmek,derin ve ince anlayış demektir.
İslami terim olarak ise; uygulamaya ilişkin konularda kişinin lehinde veya aleyhinde olan dini hükümleri iyice bilmesidir.
Peygamber Efendimiz(SAV) döneminde müslümanlar herhangi bir mesele ile karşılaştıklarında gelip Efendimiz(SAV)’e soruyorlar ve mesele çözüme kavuşmuş oluyordu. Hicretin 3. Ve 4. asırlarında çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bunlardan 4’ü en meşhurlarıdır:
1-Hanefi Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Azam Ebu Hanife)
2-Şafii Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Şafii)
3-Maliki Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Maliki)
4-Hanbeli Mezhebi: (Kurucusu:Ahmed bin Hanbel)
ATATÜRK VE CUMHURİYET
DÖNEMİ DİN HİZMETLERİ
1. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1.1. KURULUŞU
Dinin insan ve toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Din, insanlık tarihinin bütün dönemlerinde var olan ve bireyleri kutsal duygu ve ortak bilinç etrafında birleştiren bir kurumdur. Toplumları yücelten ve onların gelişmelerini sağlayan etkenlerden biridir.
Dinin doğru anlatılması ve anlaşılması için din hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi gerekir. Bu nedenle din hizmetlerini organize eden çeşitli kuruluşlar tarih boyunca var olmuştur.
Devletimiz, eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime kadar pek çok alanda vatandaşa hizmet vermekte, onun ihtiyaçlarını karşılamak için çaba harcamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, isteyen vatandaşlara dinî konularda da hizmet götürmektedir. Bu hizmet, ülkemizde Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.
Osmanlı Devleti'nde din işleri Meşihat Makamı tarafından Şeyhül-İslam eliyle yürütülürdü.
1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde Meşihat, Şer'iye ve Evkaf Vekâleti adıyla bakanlık olarak yer almış, 1924'e kadar da bu durum aynen devam etmiştir.
Atatürk'ün girişimiyle 3 Mart 1924'te Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI kurulmuştur.
Atatürk, dinin birey ve toplum açısından önemini iyi bilen bir devlet adamıydı. O, din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerektiğine inanıyordu. Halkın, dinini hurafelerden uzak bir şekilde öğrenmesinin lüzumunu sık sık dile getiriyordu. Tüm bu nedenlerle kurduğu yeni devletin bünyesinde Diyanet İşleri Başkanlığına yer vermiştir.
Atatürk, ilk diyanet isleri başkanı olarak Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi'yi atamıştır.
Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak günümüzde de varlığını devam ettiren Diyanet İşleri Başkanlığı; yurt içinde il ve ilçe müftülükleri, yurt dışında ise vatandaş ve soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı ülkelerde din hizmetleri müşavirlik ve ataşelikleri şeklinde teşkilatlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan günümüze kadar her türlü siyasî görüş ve düşüncenin dışında kalarak mezhepler üstü bir anlayışla Müslüman toplumun her kesimine eşit olarak din hizmeti vermeye çalışmaktadır.
1.2. DİN GÖREVLİLERİ
Din görevlisi toplumda, bilgisi, güzel ahlakı, dürüstlüğü, güvenilirliği ile halkın saygınlığını kazanmış biri olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, din hizmetlerini,bu özelliklere sahip değişik unvanlardaki görevlileri aracılığıyla yürütmektedir.
Başkanlığın en üst düzey görevlisi Diyanet İşleri Başkanıdır.
Başkan, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanmaktadır. Teşkilatın tüm çalışmalarını kanunlar çerçevesinde düzenler, yürütür ve denetler.
MÜFTÜler, görevli oldukları il ve ilçelerde dinî hizmetlerin sağlıklı yürütülmesinden ve diğer din görevlilerinin verimli çalışmasından sorumludurlar.
VAİZler, belirli yer ve zamanlarda dinî konular üzerinde konuşur, nasihat ederler. Genellikle cuma namazı, bayram namazları öncesi ve kandil gecelerinde halka vaaz ederek onları dinî ve ahlakî konularda bilgilendirirler. Ayrıca cezaevlerinde ve tutukevlerinde mahkûm ve tutukluları da din konusunda bilgilendirirler.
İMAM: Cami hizmetlerini yürüten, cemaate namaz kıldıran görevlidir.
İmamın yerine getirmekle yükümlü olduğu başlıca görevler şunlardır:
-
Cami ve mescitlerde vakit namazları ile cuma, bayram ve teravih namazlarını, gerektiğinde cenaze namazını kıldırmak.
-
Başkanlık veya Müftülükçe hazırlanan yahut Müftülükçe incelendikten sonra okunması uygun görülen cuma ve bayram hutbelerini zamanında usulüne uygun olarak okumak.
-
Cami ve mescit içinde, müftünün izni ile cemaati dinî konularda aydınlatmak.
-
İsteyen vatandaşlara, Müftülüğün izni ile uygun görülecek yerlerde ve müftülükçe belirlenecek esaslar çerçevesinde Kur'an-ı Kerim okumayı öğretmek.
-
Müftülükçe yapılacak bir program gereğince mukabele okumak, gerektiğinde dinî gün ve gecelerde düzenlenecek programlarda görev almak.
-
Müezzin-kayyumun bulunmadığı hâllerde müezzin-kayyumluk görevlerini de yapmak.
-
Görevli bulunduğu cami veya mescidin zamanında ibadete açılması ve huzur içinde ibadet edilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.
-
Belediye cenaze teşkilatı bulunmayan yerlerde, gerektiğinde cenaze teçhiz ve tekfin işlerini yapmak.
MÜEZZİN-KAYYUM : Namaz vakitleri geldiğinde ezan okuyan, caminin temizlik ve bakımını yapmakla sorumlu olan görevlidir. Eskiden camilerde hem müezzin hem de kayyum bulunurdu. Bazı büyük camilerde ise camilerin bakım, temizlik ve korunmasından sorumlu olan birden fazla görevli vardı. Günümüzde kayyum kadrosu bulunmadığından Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun ilgili maddesinde camilerin bakımı, temizliği, korunması ve ibadet sırasında her türlü müezzinlik hizmetinin yerine getirilmesinde müezzin kayyumların görevli olduğu belirtilmektedir.
Müezzin-kayyumların başlıca görevleri şunlardır:
-
Camiyi Müftülükçe tespit edilecek zamanlarda ibadete açmak ve kapalı tutulması gereken zamanlarda kapatmak.
-Namaz vakitlerinde ezan okumak.
-Farz namazlardan önce kamet etmek.
-Vakit namazları ile cuma, bayram, teravih ve gerektiğinde cenaze namazlarında ibadetin gerektirdiği her türlü müezzinlik hizmetini yapmak.
-Camide huzur içinde ibadet yapılabilmesi için müftü ve cami imam-hatibi tarafından yapılan düzenlemelerden, müezzin-kayyumlarca yerine getirilmesi gerekli görülen işleri yapmak.
-Caminin ve çevresinin günlük, haftalık ve genel temizliğini yapmak.
-İmamın olmadığı durumlarda onun yerine belirli görevleri yerine getirmek.
-Kur'an-ı Kerim öğretiminde imama yardımcı olmak.
-İzinsiz olarak vaaz etmek, para toplamak veya kitap satmak isteyenlere engel olmak.
2. DİNÎ YAYINLAR
Dinî yayınların toplumu din konusunda aydınlatmada önemli bir yeri vardır. Halkı din konusunda aydınlatmak, İslam dininin esaslarını kaynaklarından doğru olarak öğretmek, vatandaşlarımızı hurafe ve yanlış inançlardan koruyarak bunların yerine gerçek bilgileri vermek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşunun ilk yıllarından itibaren dinî yayın faaliyetlerinde bulunmaktadır.
2.1. TÜRKÇE TEFSİR VE MEAL ÇALIŞMALARI
Atatürk, Türk halkının dinini ana kaynaklarından ve doğru bir şekilde öğrenmesini istiyordu. Bundan dolayı İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi ve tefsirinin yapılmasını gerekli görüyordu. Bu düşüncesini "Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var, bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." şeklinde dile getirmekteydi.
Atatürk, Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi düşüncesini ilk kez 14 Ağustos 1923'te devletin eğitim politikasını belirleyecek bilimsel bir heyet onuruna verdiği çay toplantısında dile getirmiştir. Onun bu isteği, 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM gündemine gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi görüşülürken eksik ve hatalı Kur'an çevirilerinin yayınlandığı, mevcut Türkçe tefsirlerinin de yetersiz olduğu ifade edilmiştir. Verilen bir önerge ile;
-
Kur'an-ı Kerim'in çeviri ve tefsirinin uzmanlardan oluşan bir heyet tarafından yapılması,
-
Gerekli görülen İslamî eserlerin telif ve tercüme edilmesi,
-
İslamiyet aleyhine yapılan yabancı yayınlara karşılık verilmek üzere dinî yayınların yapılması istenmiştir.
Bu istekler, Meclis üyeleri tarafından uygun görüldü. Kur'an-ı Kerim'in dilimize tercüme edilmesi ve Türkçe tefsirinin yapılmasına karar verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı da tercüme görevini İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'a, tefsirin yapılması görevini de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a verdi. Bir müddet tercüme işiyle ilgilenen Mehmet Akif, daha sonra bu işten vazgeçtiğini ilgililere bildirdi. Bunun üzerine Diyanet İşleri yetkilileri, bu görevi de Hamdi Yazır'a teklif ettiler. di. Hamdi Yazır, 1926 yılından 1938'e kadar hem dinî ilimlerden hem de fen ve matematik bilimlerinden faydalanarak "HAK DİNİ KUR'AN DİLİ" adındaki tefsiri hazırladı. Muhammed Hamdi Yazır'ın mealiyle birlikte 1935-1939 yılları arasında 9 cilt olarak yayınlanan eseri, Türkçe yapılmış tefsirlerin en önemlilerinden biri kabul edilmektedir.
Cumhuriyet Döneminde birçok Kur'an çevrisi yapılmış ve tefsir yazılmıştır. Bunlardan birkaçını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Hulâsatü'l-Beyân fi Tefsiriİ-Kur'an, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi tarafından yazılmış, 1923-1927 yılları arasında 15 cilt hâlinde yayınlanmıştır. 1968-1969 yıllarında da Latin harflerine çevrilerek yeni baskısı yapılmıştır.
Türkçe Kur'an-ı Kerim Tercümesi, 1927 yılında İsmail Hakkı İzmirli tarafından 2 cilt olarak yazılmış olup 1932 yılında Latin harfleriyle yeniden yayınlanmıştır.
2. 2. TÜRKÇE HADİS KİTABI ÇALIŞMASI
Kur'an-ı Kerim'den sonra İslam dininin en önemli kaynağı hadislerdir. Atatürk, Türk toplumunun İslam'ı daha iyi anlayabilmesi için sağlam bir hadis kaynağına ihtiyacı olduğunu görmüştü. Bu nedenle hadislerin Türkçeye tercüme edilmesi görevi Babanzade Ahmet Naim Efendi'ye verilmişti.
Ahmet Naim Efendi, Buhari'nin "el-Camiu's-Sahih" ( SAHİH-İ BUHARİ ) adlı kitabının ilk üç cildini Türkçeye tercüme etti.
Ahmet Naim Efendi'nin vefatı üzerine eserin geri kalan tercümesi ise Kâmil Miras tarafından tamamlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığınca on iki cilt hâlinde "Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adıyla 1932 yılında yayınlanan bu eser; iman, ibadet, ahlak, siyer vb. konularda eşsiz bir ilim hazinesidir.
Eser, Cumhuriyet toplumunun İslam'ı öğrenmesinde önemli bir paya sahiptir. Günümüzde de birçok cami ve müftülüklerin kitaplıklarında bulunmakta olup imam, vaiz ve müftü gibi din görevlilerinin temel başvuru kaynaklarından biri durumundadır.
3. HUTBELERİN TÜRKÇE OKUNMASI
İslam'da hutbenin büyük bir yeri vardır. Hutbe, halka hitap etmek, söz söylemek demektir. Terim olarak hutbe, cuma namazı ve bayram namazlarında minbere veya yüksekçe bir yere çıkıp Allah'ı anıp Peygamber'e salavat getirerek toplumun çeşitli konularda bilgilendirilmesidir.
Hutbe, dua ve öğüt olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Osmanlı'da olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da hutbenin hem dua kısmı hem de öğüt kısmı Arapça olarak okunmaktaydı.
Dinin insanlar tarafından anlaşılması ve uygulanması amacıyla gönderildiği gerçeğinden hareketle halkın büyük çoğunluğunun anlamadığı bir dilde hutbe sunulması eleştiri konusu yapılmakta ve hutbelerin Türkçe okunması isteği dile getirilmekteydi. Atatürk de yaptığı konuşmalarda hutbelerin Türkçe okunmasının gerekliliği üzerinde durmaktaydı.
Bu konudaki düşüncelerini 1 Mart 1922'de Meclis'te yaptığı konuşmada: "Camilerin mukaddes minberleri, halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberden halkın anlayacağı dilde ruh ve beyne hitap olunmakla Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur” diyerek dile getirmiştir.
Atatürk'ün kendisi de 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'in Zağanos Paşa Camii'nde Türkçe bir hutbe okuyarak bu konuda da önderlik etmiştir.
21 Şubat 1925'te TBMM'de Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin görüşülmesi esnasında hutbelerin Türkçe okunması gündeme gelir. Meclis'te yapılan görüşmelerin sonucunda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkçe hutbe kitabı hazırlatılması kararı alınır. 1926 yılı sonunda uzmanlarca hazırlanan Türkçe hutbe örnekleri, Diyanet İşleri Başkanlığına sunulur. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı M. Rıfat Börekçi bu hutbe örneklerini uygun bularak bir emirle imamlara gönderir. Emirde hutbelerin dua kısmımın Arapça, öğüt kısmının ise sadece Türkçe olarak okunması istenmiştir.
Dostları ilə paylaş: |