ALLAH ÂLEMLERİN RABBİDİR
RAB:Terbiye eden,besleyip büyüten,yetiştiren,koruyan,sahip ve malik gibi manalara gelir.
RUBUBİYET:Cenab-ı Hakk’ın,her zaman,her yerde,her mahluka muhtaç olduğu şeyleri vermesi,terbiye edip beslemesi demektir.
ULUHİYET:Cenab-ı Hakk’ın ibadet ve itaat edilmeye sadece kendisinin müstehak ve layık oluşu demektir.
İslam’a göre Allah;bir milletin,bir sınıfın veya herhangi bir grubun değil,bütün alemlerin Rabbidir.
Eğer bir din,Allah’ın bir toplumu öteki toplumlardan ayırarak özel şekliyle koruyup gözettiğini öne sürüyorsa,böyle bir dinin evrensel olduğu söylenemez. (Mesela :Yahudilik)
SORU: Yüce Allah niçin her topluma birer peygamber göndermiştir?
CEVAP: Kendisine giden yolu kolayca bulmaları ve olgunlaşmaları için. (Rab isminin gereği olarak)
RUHBAN:Hristiyanlıkta manevi ve ruhani işlerle uğraşan sınıfa verilen addır.
İLAHİ (SEMAVİ) DİNLERDEKİ ORTAK YÖNLER
1-Her şeye gücü yeten tek bir ALLAH inancı.
2-Allah ile Peygamberler arasında iletişim kuran bir MELEK inancı.
3-İlahi mesajların insanlara bir Peygamber vasıtasıyla ulaştırılma inancı.
4-İlahi vahiylerin kaydedildiği bir KİTAP inancı.
5-İnsanların yaptıklarının karşılıklarını görecekleri bir AHİRET inancı.
6-İyi veya kötü bütün işlerin Allah’tan olduğu ve Allah’ın hükmüne kimsenin karşı gelemeyeceği bir KADER inancı.
KISSA: Kuran-ı Kerim'de geçmişte yaşamış milletlerden ve Peygamberlerin hayatlarından bahseden haberlere kıssa denir.
Kıssaların gayesi , hikâye veya tarih değildir. Peygamberlerin görevlerini yaparken karşılaştıkları güçlükler, başlarına gelen olaylar , çektikleri çile ve ıstıraplar , sıkıntıları aşmada gösterdikleri sabır ve kararlılık anlatılmakta ; Peygamberlerini dinlemeyen toplulukların nasıl helak edildiği haber verilmekte ; sonuç olarak da geçmişte yaşanan olaylardan ibret almamız istenmektedir.
TENASÜH (RUH GÖÇÜ)=REENKARNASYON : Hinduizm inancına göre , ölen varlıkların ruhları kendi bedenlerinden çıkıp ,
başka bir bedene girerek tekrar dünyaya dönebilirler. Buna tenasüh denir.
Budizm’de esas gaye ; Nirvana’ya ulaşmaktır.
NİRVANA:Ruhun kurtuluşa ererek hoşnut olması ve ıstırabın sona ermesi demektir.
Nirvana’ya ulaşmak için ; hayatın bir dert , bir ıstırap ve hastalık olduğu bilinmeli ve nefsin isteklerinden uzak durmalıdır.
T E F S İ R
TEFSİR:Uzmanlık derecesindeki İslam alimlerinin,Kuran ayetlerini bütün ayrıntılarıyla açıklama ve yorumlama işine tefsir denir.
Bu işi yapan kişilere müfessir adı verilir.
Tefsir 2’ye ayrılır:
1-Rivayet Tefsiri: Daha çok ayet ve hadislere dayandırılarak yapılan tefsirlerdir.
2-Dirayet Tefsiri: Ayet ve hadislerin yanında akli ve felsefi açıklamalar getirilerek yapılan tefsirlerdir.
İslam dünyasındaki ilk müfessir Peygamberimiz (SAV)'dir. Çünkü o dönemdeki Müslümanlar anlaşılmayan bazı ayetleri O’na soruyorlar,Peygamberimiz de onlara gerekli açıklamayı yapıyordu.
(Önce Arapça tefsirler yazıldı, daha sonra değişik dillerde tefsirler yazıldı ,Avrupa’ya da tercüme yoluyla tefsirler gitmiştir).
En çok tanınan tefsirlerTaberi, Beyzavi, Zemahşeri ve İbni Kesir tefsirleridir. Bunlardan Zemahşeri Türk’tür.
Tefsirin Gayesi : İnsanların dini ihtiyaçlarını tatmin etmek; böylece dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır. Çünkü insanlığın kurtuluşunda Kuran-ı Kerim'in anlaşılmasının ve uygulanmasının büyük önemi vardır.
H A D İ S
HADİS:Peygamber Efendimiz(SAV)’in sözlerine hadis denir.
İlk zamanlarda,Peygamber Efendimiz(SAV)’in hadisleri yazılmayıp sözlü olarak muhafaza ediliyordu. (Niçin ? ).Daha sonra İslam toprakları genişleyince hadis bilen insanlar da buna paralel olarak,bir çok yere dağılmış oldu. Bu arada bazı insanların menfaat gereği Peygamber Efendimiz(SAV)’e ait olmayan sözleri, insanlara hadis diye anlattıkları görüldü. Bunun üzerine Peygamberimiz’in sözlerinin toplanarak bir araya getirilmesi kaçınılmaz hale geldi.
O günkü İslam halifesi Ömer bin Abdülaziz’in emriyle Zühri adındaki İslam bilgini hadisleri resmen toplamaya başladı. Daha sonra Mekke,Medine,Şam,Basra,Kûfe gibi merkezlerde hadis toplama işi hız kazandı. Şu an yeryüzünde Kütüb-ü Sitte denen 6 hadis kitabı meşhur oldu. Bunlardan en meşhuru Buhari ve Müslim’dir. Diğerleri de Ebu Davud,Tirmizi,Nesai ve İbn-i Mace’dir.
Hadis ilmiyle uğraşan kişiye Muhaddis denir.
Kuran-ı Kerim'i en iyi yorumlayan Peygamberimiz (SAV) olduğu için, hadis de İslam’ın 2. temel bilgi kaynağı olmuştur.
F I K I H
FIKIH:Sözlükte iyi anlamak,bilmek,derin ve ince anlayış demektir.
İslami terim olarak ise; uygulamaya ilişkin konularda kişinin lehinde veya aleyhinde olan dini hükümleri iyice bilmesidir.
Peygamber Efendimiz(SAV) döneminde müslümanlar herhangi bir mesele ile karşılaştıklarında gelip Efendimiz(SAV)’e soruyorlar ve mesele çözüme kavuşmuş oluyordu. Hicretin 3. Ve 4. asırlarında çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bunlardan 4’ü en meşhurlarıdır:
1-Hanefi Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Azam Ebu Hanife)
2-Şafii Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Şafii)
3-Maliki Mezhebi: (Kurucusu:İmam-ı Maliki)
4-Hanbeli Mezhebi: (Kurucusu:Ahmed bin Hanbel)
ATATÜRK VE CUMHURİYET
DÖNEMİ DİN HİZMETLERİ
1. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1.1. KURULUŞU
Dinin insan ve toplum hayatında önemli bir yeri vardır. Din, insanlık tarihinin bütün dönemlerinde var olan ve bireyleri kutsal duygu ve ortak bilinç etrafında birleştiren bir kurumdur. Toplumları yücelten ve onların gelişmelerini sağlayan etkenlerden biridir.
Dinin doğru anlatılması ve anlaşılması için din hizmetlerinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi gerekir. Bu nedenle din hizmetlerini organize eden çeşitli kuruluşlar tarih boyunca var olmuştur.
Devletimiz, eğitimden sağlığa, ulaşımdan iletişime kadar pek çok alanda vatandaşa hizmet vermekte, onun ihtiyaçlarını karşılamak için çaba harcamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, isteyen vatandaşlara dinî konularda da hizmet götürmektedir. Bu hizmet, ülkemizde Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.
Osmanlı Devleti'nde din işleri Meşihat Makamı tarafından Şeyhül-İslam eliyle yürütülürdü.
1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükümetinde Meşihat, Şer'iye ve Evkaf Vekâleti adıyla bakanlık olarak yer almış, 1924'e kadar da bu durum aynen devam etmiştir.
Atatürk'ün girişimiyle 3 Mart 1924'te Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI kurulmuştur.
Atatürk, dinin birey ve toplum açısından önemini iyi bilen bir devlet adamıydı. O, din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerektiğine inanıyordu. Halkın, dinini hurafelerden uzak bir şekilde öğrenmesinin lüzumunu sık sık dile getiriyordu. Tüm bu nedenlerle kurduğu yeni devletin bünyesinde Diyanet İşleri Başkanlığına yer vermiştir.
Atatürk, ilk diyanet isleri başkanı olarak Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi'yi atamıştır.
Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak günümüzde de varlığını devam ettiren Diyanet İşleri Başkanlığı; yurt içinde il ve ilçe müftülükleri, yurt dışında ise vatandaş ve soydaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı ülkelerde din hizmetleri müşavirlik ve ataşelikleri şeklinde teşkilatlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşundan günümüze kadar her türlü siyasî görüş ve düşüncenin dışında kalarak mezhepler üstü bir anlayışla Müslüman toplumun her kesimine eşit olarak din hizmeti vermeye çalışmaktadır.
1.2. DİN GÖREVLİLERİ
Din görevlisi toplumda, bilgisi, güzel ahlakı, dürüstlüğü, güvenilirliği ile halkın saygınlığını kazanmış biri olmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı, din hizmetlerini,bu özelliklere sahip değişik unvanlardaki görevlileri aracılığıyla yürütmektedir.
Başkanlığın en üst düzey görevlisi Diyanet İşleri Başkanıdır.
Başkan, Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile atanmaktadır. Teşkilatın tüm çalışmalarını kanunlar çerçevesinde düzenler, yürütür ve denetler.
MÜFTÜler, görevli oldukları il ve ilçelerde dinî hizmetlerin sağlıklı yürütülmesinden ve diğer din görevlilerinin verimli çalışmasından sorumludurlar.
VAİZler, belirli yer ve zamanlarda dinî konular üzerinde konuşur, nasihat ederler. Genellikle cuma namazı, bayram namazları öncesi ve kandil gecelerinde halka vaaz ederek onları dinî ve ahlakî konularda bilgilendirirler. Ayrıca cezaevlerinde ve tutukevlerinde mahkûm ve tutukluları da din konusunda bilgilendirirler.
İMAM: Cami hizmetlerini yürüten, cemaate namaz kıldıran görevlidir.
İmamın yerine getirmekle yükümlü olduğu başlıca görevler şunlardır:
-
Cami ve mescitlerde vakit namazları ile cuma, bayram ve teravih namazlarını, gerektiğinde cenaze namazını kıldırmak.
-
Başkanlık veya Müftülükçe hazırlanan yahut Müftülükçe incelendikten sonra okunması uygun görülen cuma ve bayram hutbelerini zamanında usulüne uygun olarak okumak.
-
Cami ve mescit içinde, müftünün izni ile cemaati dinî konularda aydınlatmak.
-
İsteyen vatandaşlara, Müftülüğün izni ile uygun görülecek yerlerde ve müftülükçe belirlenecek esaslar çerçevesinde Kur'an-ı Kerim okumayı öğretmek.
-
Müftülükçe yapılacak bir program gereğince mukabele okumak, gerektiğinde dinî gün ve gecelerde düzenlenecek programlarda görev almak.
-
Müezzin-kayyumun bulunmadığı hâllerde müezzin-kayyumluk görevlerini de yapmak.
-
Görevli bulunduğu cami veya mescidin zamanında ibadete açılması ve huzur içinde ibadet edilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.
-
Belediye cenaze teşkilatı bulunmayan yerlerde, gerektiğinde cenaze teçhiz ve tekfin işlerini yapmak.
MÜEZZİN-KAYYUM : Namaz vakitleri geldiğinde ezan okuyan, caminin temizlik ve bakımını yapmakla sorumlu olan görevlidir. Eskiden camilerde hem müezzin hem de kayyum bulunurdu. Bazı büyük camilerde ise camilerin bakım, temizlik ve korunmasından sorumlu olan birden fazla görevli vardı. Günümüzde kayyum kadrosu bulunmadığından Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun ilgili maddesinde camilerin bakımı, temizliği, korunması ve ibadet sırasında her türlü müezzinlik hizmetinin yerine getirilmesinde müezzin kayyumların görevli olduğu belirtilmektedir.
Müezzin-kayyumların başlıca görevleri şunlardır:
-
Camiyi Müftülükçe tespit edilecek zamanlarda ibadete açmak ve kapalı tutulması gereken zamanlarda kapatmak.
-Namaz vakitlerinde ezan okumak.
-Farz namazlardan önce kamet etmek.
-Vakit namazları ile cuma, bayram, teravih ve gerektiğinde cenaze namazlarında ibadetin gerektirdiği her türlü müezzinlik hizmetini yapmak.
-Camide huzur içinde ibadet yapılabilmesi için müftü ve cami imam-hatibi tarafından yapılan düzenlemelerden, müezzin-kayyumlarca yerine getirilmesi gerekli görülen işleri yapmak.
-Caminin ve çevresinin günlük, haftalık ve genel temizliğini yapmak.
-İmamın olmadığı durumlarda onun yerine belirli görevleri yerine getirmek.
-Kur'an-ı Kerim öğretiminde imama yardımcı olmak.
-İzinsiz olarak vaaz etmek, para toplamak veya kitap satmak isteyenlere engel olmak.
2. DİNÎ YAYINLAR
Dinî yayınların toplumu din konusunda aydınlatmada önemli bir yeri vardır. Halkı din konusunda aydınlatmak, İslam dininin esaslarını kaynaklarından doğru olarak öğretmek, vatandaşlarımızı hurafe ve yanlış inançlardan koruyarak bunların yerine gerçek bilgileri vermek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluşunun ilk yıllarından itibaren dinî yayın faaliyetlerinde bulunmaktadır.
2.1. TÜRKÇE TEFSİR VE MEAL ÇALIŞMALARI
Atatürk, Türk halkının dinini ana kaynaklarından ve doğru bir şekilde öğrenmesini istiyordu. Bundan dolayı İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi ve tefsirinin yapılmasını gerekli görüyordu. Bu düşüncesini "Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var, bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın." şeklinde dile getirmekteydi.
Atatürk, Kur'an-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi düşüncesini ilk kez 14 Ağustos 1923'te devletin eğitim politikasını belirleyecek bilimsel bir heyet onuruna verdiği çay toplantısında dile getirmiştir. Onun bu isteği, 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM gündemine gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi görüşülürken eksik ve hatalı Kur'an çevirilerinin yayınlandığı, mevcut Türkçe tefsirlerinin de yetersiz olduğu ifade edilmiştir. Verilen bir önerge ile;
-
Kur'an-ı Kerim'in çeviri ve tefsirinin uzmanlardan oluşan bir heyet tarafından yapılması,
-
Gerekli görülen İslamî eserlerin telif ve tercüme edilmesi,
-
İslamiyet aleyhine yapılan yabancı yayınlara karşılık verilmek üzere dinî yayınların yapılması istenmiştir.
Bu istekler, Meclis üyeleri tarafından uygun görüldü. Kur'an-ı Kerim'in dilimize tercüme edilmesi ve Türkçe tefsirinin yapılmasına karar verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı da tercüme görevini İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'a, tefsirin yapılması görevini de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a verdi. Bir müddet tercüme işiyle ilgilenen Mehmet Akif, daha sonra bu işten vazgeçtiğini ilgililere bildirdi. Bunun üzerine Diyanet İşleri yetkilileri, bu görevi de Hamdi Yazır'a teklif ettiler. di. Hamdi Yazır, 1926 yılından 1938'e kadar hem dinî ilimlerden hem de fen ve matematik bilimlerinden faydalanarak "HAK DİNİ KUR'AN DİLİ" adındaki tefsiri hazırladı. Muhammed Hamdi Yazır'ın mealiyle birlikte 1935-1939 yılları arasında 9 cilt olarak yayınlanan eseri, Türkçe yapılmış tefsirlerin en önemlilerinden biri kabul edilmektedir.
Cumhuriyet Döneminde birçok Kur'an çevrisi yapılmış ve tefsir yazılmıştır. Bunlardan birkaçını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Hulâsatü'l-Beyân fi Tefsiriİ-Kur'an, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi tarafından yazılmış, 1923-1927 yılları arasında 15 cilt hâlinde yayınlanmıştır. 1968-1969 yıllarında da Latin harflerine çevrilerek yeni baskısı yapılmıştır.
Türkçe Kur'an-ı Kerim Tercümesi, 1927 yılında İsmail Hakkı İzmirli tarafından 2 cilt olarak yazılmış olup 1932 yılında Latin harfleriyle yeniden yayınlanmıştır.
2. 2. TÜRKÇE HADİS KİTABI ÇALIŞMASI
Kur'an-ı Kerim'den sonra İslam dininin en önemli kaynağı hadislerdir. Atatürk, Türk toplumunun İslam'ı daha iyi anlayabilmesi için sağlam bir hadis kaynağına ihtiyacı olduğunu görmüştü. Bu nedenle hadislerin Türkçeye tercüme edilmesi görevi Babanzade Ahmet Naim Efendi'ye verilmişti.
Ahmet Naim Efendi, Buhari'nin "el-Camiu's-Sahih" ( SAHİH-İ BUHARİ ) adlı kitabının ilk üç cildini Türkçeye tercüme etti.
Ahmet Naim Efendi'nin vefatı üzerine eserin geri kalan tercümesi ise Kâmil Miras tarafından tamamlanmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığınca on iki cilt hâlinde "Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adıyla 1932 yılında yayınlanan bu eser; iman, ibadet, ahlak, siyer vb. konularda eşsiz bir ilim hazinesidir.
Eser, Cumhuriyet toplumunun İslam'ı öğrenmesinde önemli bir paya sahiptir. Günümüzde de birçok cami ve müftülüklerin kitaplıklarında bulunmakta olup imam, vaiz ve müftü gibi din görevlilerinin temel başvuru kaynaklarından biri durumundadır.
3. HUTBELERİN TÜRKÇE OKUNMASI
İslam'da hutbenin büyük bir yeri vardır. Hutbe, halka hitap etmek, söz söylemek demektir. Terim olarak hutbe, cuma namazı ve bayram namazlarında minbere veya yüksekçe bir yere çıkıp Allah'ı anıp Peygamber'e salavat getirerek toplumun çeşitli konularda bilgilendirilmesidir.
Hutbe, dua ve öğüt olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Osmanlı'da olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da hutbenin hem dua kısmı hem de öğüt kısmı Arapça olarak okunmaktaydı.
Dinin insanlar tarafından anlaşılması ve uygulanması amacıyla gönderildiği gerçeğinden hareketle halkın büyük çoğunluğunun anlamadığı bir dilde hutbe sunulması eleştiri konusu yapılmakta ve hutbelerin Türkçe okunması isteği dile getirilmekteydi. Atatürk de yaptığı konuşmalarda hutbelerin Türkçe okunmasının gerekliliği üzerinde durmaktaydı.
Bu konudaki düşüncelerini 1 Mart 1922'de Meclis'te yaptığı konuşmada: "Camilerin mukaddes minberleri, halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberden halkın anlayacağı dilde ruh ve beyne hitap olunmakla Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur” diyerek dile getirmiştir.
Atatürk'ün kendisi de 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir'in Zağanos Paşa Camii'nde Türkçe bir hutbe okuyarak bu konuda da önderlik etmiştir.
21 Şubat 1925'te TBMM'de Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin görüşülmesi esnasında hutbelerin Türkçe okunması gündeme gelir. Meclis'te yapılan görüşmelerin sonucunda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkçe hutbe kitabı hazırlatılması kararı alınır. 1926 yılı sonunda uzmanlarca hazırlanan Türkçe hutbe örnekleri, Diyanet İşleri Başkanlığına sunulur. Zamanın Diyanet İşleri Başkanı M. Rıfat Börekçi bu hutbe örneklerini uygun bularak bir emirle imamlara gönderir. Emirde hutbelerin dua kısmımın Arapça, öğüt kısmının ise sadece Türkçe olarak okunması istenmiştir.
H z . M U H A M M E D ’ İ N H A Y A T I
İslam ’ dan Önce Arabistan’ın Durumu:
İslam’dan önce Arabistan’da putçuluk inancı hakimdi.İnsanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı. Toplum ahlakı sıfıra inmişti. İçki,ku mar,fuhuş,zina,faiz,rüşvet gibi kötü olaylar gün lük hayatın bir parçası haline gelmişti. Müşrikler yeni doğan kız çocuklarini diri diri toprağa göme cek kadar vahşileşmişlerdi.İnsanlar kurtarıcı bir el bekliyorlardı. İşte bu döneme’ ’ C a h i l i y e D ö n e m i ’’denir . Peygamberimiz’in doğumundan 52 gün önce cereyan eden Fil Vakası da insanları şaşkına çevirmisti.
Hz.Peygamber (s.a.v) ’ in Ailesi:
Babası;Kureyş kabilesi’nin Haşim Oğulları soyundan Abdülmuttalib’in oğluAbdullah,
Annesi;Kureyş kabilesinin Zühre Oğulları so yundan Vehb’ib kızı Amine’dir.
Doğumu:12 Rabiülevvel(20 Nisan) 571 Pazartesi günü sabaha karşı Mekke’de doğdu.
Doğduğu Gece Ortaya Çıkan Harikulade Olaylar:
1-İran Kisrasının sarayının burçlarının devril mesi,
2-Mecusilerin 1000 yıldır yanan kutsal ateşleri nin sönmesi,
3-Semave deresinin taşması,
4-Save gölünün yere batması,
5-Ünlü Mecusi bilgin Mudiban’ın gördüğü kor kunç rüya. (Rüyasında Kabe’deki putların yüzüs tü devrildiğini görmüş,dehşetle uyanarak o gece doğan bir çocugun peygamber olacağını ve Kabe yi putlardan temizleyeceğini söylemişti.)
Çocuklugu: ( 8 yaşına kadar olan süre )
Hz.Peygamber(s.a.v)’in doğumundan 2 ay önce babası vefat etti.Doğumundan kısa bir süre sonra süt anneye verildi. Süt annesi Halime ve kardeşi Şeyma,onu çok sevdiler. Daha ilk günden evlerine bereket getirmişti. 4 yaşına gelince Hz.Peygambe r’i annesi Amine’ye teslim ettiler.(Şakkı sadr) 6 yaşina kadar annesinin yanında kaldı.
6 yaşında annesi ile birlikte babasının Medine’deki mezarını ziyarete gittiler. Dönerken annesi de vefat etti. 6 yaşından 8 yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı.
Gençliği: ( 8 yaşından 25 yaşına kadar )
Hz.Peygamber 8 yaşındayken,dedesi Abdül muttalib vefat etmiş,vefatından önce de Efendimiz(s.a.v)’i amcası Ebu Talib’e emanet etmişti. Ebu Talib ticaretle uğraşıyordu. Peygamberimiz, Ebu Talib’in evinde yakın bir ilgi ve alaka ile büyüyordu. Amcası onu çok seviyor,o da amcasının bir dediğini iki etmiyordu. Ev işlerinde yardımcı oluyor,hatta onun koyun ve keçilerini otlatıyordu.
13 yaşına gelince,amcasıyla birlikte ticaret kervanlarına katılmaya başladı. İlk olarak,Suriye istikametine giden kervana katıldı. Şam’ın güneyinde Busra denilen bir yerde Bahira adında bir rahiple karşılaştı. Bu rahip,Allah’ın bir olduğuna,Hz.İsa nın ilah olmadığına inandığı için diğer Hıristiyanlar tarafından kovulmuştu. Bahira, kervanın üzerinde ilerleyen bulutu görmüş,son peygamberin bu kervanın içinde olduğunu anlamıştı.Bunları yemeğe davet etti. Efendimiz(s.a.v)’le tanıştı.Amcasına onu derhal Mekke’ye geri götürmesini,çünkü onda beklenen son peygamberin alametlerinin bu lunduğunu,Yahudiler bunu fark ederlerse onu öldürebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Ebu Talib, Şam’a gitmekten vazgeçti. Mallarını burada satıp geri döndü.
Hz.Peygamber Efendimiz(s.a.v), kervanlara katıla katıla iyi bir tüccar olmuş,artık tek başına kervan yönetecek hale gelmişti. Aynı zamanda ahlakı,dürüstlüğü,hile ve aldatmadan uzak oluşu ile de etrafındakilerin o kadar ilgisini çekmisti ki,onu ’’el-emin’’(güvenilir insan) diye çagırmaya başladılar.
Evliliği : ( 25 yaşından 40 yaşına kadar olan süre)
Hz.Peygamber Efendimiz(s.a.v),25 yaşında iken zengin ve dul bir kadın olan Hz.Hatice’nin ticaret kervanını yönetmeye başladı.Kervan Pey gamberimizin dürüstlüğü sayesinde büyük bir kârla geri döndü. Hz.Hatice bu dürüstlüğünden dolayı Peygamberimiz’e hayran kaldı. Ona evlenme teklifi etti. Sonra büyüklerin araya girmesiyle nikahları kıyıldı ve mutlu bir yuva kuruldu. Bu sırada Hz.Peygamberimiz 25, Hz.Hatice ise 40 yaşındaydı.
Çocukları: Hz.Peygamber’in, Hz.Hatice’den 2’si erkek,4’ü kız olmak üzere toplam 6 çocuğu oldu. Sırasıyla:
Dostları ilə paylaş: |