12. Sinif coğrafya konu özetleri 1-DÜnyanin ekstremleri



Yüklə 0,59 Mb.
səhifə1/11
tarix14.01.2018
ölçüsü0,59 Mb.
#37693
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11



12.SINIF COĞRAFYA KONU ÖZETLERİ

1-DÜNYANIN EKSTREMLERİ
Sıra dışı Doğa Olayları (Aşırı sıcak, soğuk, fırtına, şiddetli rüzgâr, volkanizma, kuraklık, heyelan)

2007'de dünya rekor seviyede ekstrem hava olayları ile karşılaştı.BM'in hava durumu ajansı, yıl başından bu yana, dünyanın pek çok bölgesinde olağan dışı seller, ısı dalgaları, fırtınalar ve ani soğumaları içeren rekor seviyede ekstrem hava koşullarının yaşandığını açıkladı.

Dünya Meteoroloji Örgütü, ilk gözlemlerin ayrıca Ocak ve Nisan aylarındaki küresel yer yüzeyi sıcaklıklarının bu aylarda şu ana kadar kaydedilmiş en yüksek seviyelere ulaştığını gösterdiğini bildirdi.

DMÖ, küresel yer yüzeyi sıcaklıklarının Ocak ayı ortalamasından 1.89 derece ve Nisan ayı ortalamasından 1.37 derece daha sıcak olduğunu açıkladı. DMÖ'den Omar Baddour gazetecilere, yalnızca Avrupa'da Nisan sıcaklıklarının ortalamanın 4 derece üzerinde olduğun düşünüldüğünü söyledi “

Baddour ayrıca şuanki durumun, küresel ısınmanın ilerleyişini ve nedenlerini izleyen BM'nin Devletarası İklim Değişimi Paneli'nde bilim adamları tarafından sunulan daha sık yaşanacak ekstrem hava olayları tahminleriyle uyuştuğunun altına çizdi. "2007 yılının başlangıcı uç hava olayları açısından çok aktifti."

Dünya üzerindeki buzullar sürekli olarak erimekte, doğal hayati ve temiz su kaynaklarını tehdit etmektedir. Global ısınma modelinin öngördüğü üzere, sera gazlarının atmosfere saliniminin bu hızla devam etmesi durumunda, kutuplarda aşırı ısınmaya yol açması kaçınılmaz olacak. Bu arada, artan okyanus sıcaklıkları da Antarktika kıyılarına büyük miktarlarda isi taşıyacak

Antarktika’daki sıcaklık artısı denizdeki buzulların erimesine sebep olacak. Bu modern altyapıyı altüst etmenin yanisira pek çok ekosistemi, geleneksel yasama biçimlerini de yok edecek. Kutuplardaki erime, deniz seviyesinde büyük yükselmelere sebep olacak. Ekosistemler adaptasyon sistemlerine meydan okuyan zor bir testten geçerlerken, küçülen kar ve buz kütleleri yüzünden insanların ihtiyacı olan temiz su kaynakları da azalacak.

Dünyanın son 10 bin yıllık tarihinde, hava olayları genelde tutarlı bir çizgi izlemiştir. Ne kadar seller, kuraklıklar vs. de olsa uzun süren sakin dönemlerde birdenbire ortaya çıkan yıkıcı hava olayları nadir görülmüştür. Bugün, doğanın bu sakin ritmi bozulmuştur.

20. yüzyılda, hava felaketlerinin sıklığı çok artmıştır. 1990'lardaki hava olaylarının sonucunda meydana gelen felaketlerin sayisi 1950'dekinin dört katidir, ekonomik sonuclari ise 14 kati daha yikici olmustur.

Sert kis fırtınaları: 1970'lerin ortalarından beri, Kanada'daki sert kis fırtınalarının sayisi ikiye katlanmıştır. Modellerin öngördüğüne göre bu fırtınaların sayısında büyük artışlar olacaktır. Bu da seyahatte zorluklar, maddi hasarlar ve kaza ölümlerine sebep olacaktır.

Ani yağışlar: Amerika'da günlük aniden bastıran şiddetli yağışlar son 90 yılda %20 artış göstermiştir. Bu yağışlar ani sellere, kanalizasyon taşmalarına, erozyona, toprak kaymalarına, sonrasında ise kuraklıklara neden olmaktadır. Kanadali'larin modeline göre 50 yıl içinde, bu ani yağışların sıklığı günümüzün iki katina çıkacak ve %50 daha şiddetli hale gelecektir.

Kasirgalar: Sıcaklıklardaki artış yüzünden nemli alçak atmosfer koşulları büyük kasırgaların sıklaşmasına sebep olacaktır, Kanada'da Pine Gölü'nde oluşan ve ciddi hasarlara yol açan kasırga gibi.

Kontrol edilemeyen yangınlar: Son on yılda Kanada’nın Borsal ormanlarında çıkan yangınlar ve böceklenme iki katina çıkmıştır. Birçok faktör etkili olmasına rağmen, en büyük artış isinin yükseldiği bölgelerde görülmüştür. Devam edecek sıcaklık artısı mevsimler arası büyük farklılıklara yol açacaktır. Yıldırım düşmesinde %44'lik bir artış beklenmektedir ki bu da önümüzüdeki 59 yıl içinde orman yangınlarının %78 oranında artması demektir.

Sıradışı Felaketler: Kanada'da 1998'de meydana gelen büyük buz fırtınası gelecek felaketlerin bir habercisi idi. Normal koşullarda çok sert bir fırtına sayılamayacak bu fırtınanın felaket sonucu, inanılmaz derecede uzun sürmesi ve boyutları idi. Kanada tarihindeki en büyük doğal felaket olarak 3 milyar dolar hasara yol açtı.


TÜRKİYEDEKİ EXTREM OLAYLAR-DEĞERLER

En Yüksek Sıcaklık   48.8°C Mardin-Kocatepe 14 Ağustos 1993


En Düşük Sıcaklık   -46.4°C Van-Çaldıran 9 Ocak 1990
En Yüksek Yıllık Ortalama Sıcaklık   21.3°C Hatay-İskenderun 1962
En Düşük Yıllık Ortalama Sıcaklık   1.8°C Sarıkamış 1972
Yıllık En Yüksek Toplam Yağış   4045.3 mm Rize 1931
Yıllık En Düşük Toplam Yağış   114.5 mm Iğdır 1970
Günlük En Yüksek Yağış   469.9 mm Kemer 11 Aralık 1971
En Yüksek Kar Kalınlığı   525 cm Bitlis Şubat 1954
En Yüksek Basınç   1045.2 mb Zonguldak-Eregli 1 Ocak 1973
En Düşük Basınç   747.2 mb Van-Başkale 21 Şubat 2001
En Yüksek Rüzgar Hızı   48.9 ms Tokat 1 Ocak 1978

Dünya
En Yüksek Sıcaklık   58°C, El Azizia Libya, 13 Eylül 1922


En Düşük Sıcaklık   -89.2°C, Vostok-Antarktika, 21 Temmuz 1983
En Yüksek Yıllık Ortalama Sıcaklık   34.4°C, Dallo-Etyopya
En Düşük Yıllık Ortalama Sıcaklık   -56.7°C, Plateau-Antarktika
Yıllık En Yüksek Toplam Yağış   2646.7 cm, Cherrapunji-Hindistan, Ağustos 1860
En Düşük Ortalama Yağış   0.08 cm, Arica-Şili, 1970






2- YARINDAN SONRA (Filmden esinlenerek)

Küresel ısınma, Buzullar eriyecek, Atmosfer değişikliği, Bitki hayvan değişikliği


Küresel ısınma:

İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artışa verilen isimdir.

50 yıldır saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır. Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir [1].

Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğutarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.



Buzullar eriyecek
İngiliz Guardian gazetesinin haberine göre, Grönland ve Antarktika’da yapılan son araştırmaların sonuçları, buzul erimelerinin kaçınılmaz olduğu sonucunu ortaya koydu. Raporda, buzulların erimesi sonucu deniz seviyesinin dört ila altı metre yükseleceği kaydedildi. Uzmanlar, deniz seviyesinde bu denli bir yükselişin, Maldivler’i bir bataklık haline getireceği, Hollanda gibi ülkelerle Londra, New York ve Tokyo gibi okyanus kenarı şehirlerde de büyük su baskınlarına neden olacağı uyarısında bulundu.
Bitki ve hayvan değişikliği

BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda,’ Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor‘ diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.

OSLO - Dünyada her saat 3 bitki veya hayvan türünün insan faaliyetleri yüzünden ortadan kalktığı bildirildi.

Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Günü dolayısıyla bilim adamları ve çevreciler, konuyla ilgili çeşitli raporlar yayınladılar. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Başkanı Ahmed Djohlaf, “Dinozorların yokolmasından beri görülen en büyük soyların tükenmesi dalgasıyla karşı karşıyayız” dedi.

Djohlaf, türlerin çok hızlı bir biçimde soylarının tükendiğini belirterek, “Saatte bir 3 tür yok oluyor. Her gün 150 kadar tür kaybediliyor. Her yıl 18 bin ila 55 bin türün soyu tükenmiş oluyor. Nedeni insan faaliyetleri” dedi.

Dünya Koruma Birliği de, Avrupa’daki her 6 memeliden birinin soyunun tükenme tehlikesi içinde bulunduğunu bildirdi. Bir başka araştırmada da, küresel ısınmanın yabani patates, yerfıstığı gibi bitkilerin yüzyılın ortasına dek ortadan kaybolmasına yol açabileceği belirtildi.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı ile Balina ve Yunus Koruma Derneği de, balina ve yunusların iklim değişimi yüzünden artan tahditle karşı karşıya olduklarını dile getirdi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun da yayınladığı mesajda, “Biyolojik çeşitlilik daha önce görülmemiş bir hızla kaybediliyor” diyerek bu tehlikeye karşı hızla harekete geçmek gerektiğini vurguladı.
3- İNSAN VE DOĞA ETKİLEŞİMİ
Önemli Tüneller (Manş)
Manş Denizi’nin tebeşir kayalarından meydana gelen tabanında kolayca tünel açılabileceğini düşünen bir Fransız mühendis, 1802'de Dover Boğazında iki kıyıyı birleştiren bir tünelin yapılmasını teklif etti.

Napolyon tarafından beğenilen teklif savaş yüzünden askıya alındı.

Bu tür teklifler 19. yüzyılda defalarca gündeme geldi. 1880'li yılların başlarında bazı özel kuruluşlar iki kıyı arasında bir demiryolu tüneli yapmak için kazılara başladılar.



Tünel 1800 m'ye ulaştığında basının, İngiltere'nin güvenliği açısından projenin tehlikeli olduğu hakkındaki kampanyası yüzünden yapım durduruldu.

Fransa ve İngiltere hükümetleri 1960'lı yılların ortalarında tünelin yapılması için tekrar anlaştılarsa da daha sonra yüksek maliyetleri gerekçe gösteren İngiltere, 1970'li yıllarda yapımı durdurdu. Manş Tüneli 1986'da tekrar gündeme geldi.

Proje Fransız ve İngiliz firmalarından meydana gelen bir konsorsiyum tarafından çok sayıda bankadan borç alınarak ve hisse senedi çıkarılarak finanse edildi. Dover ile Calais'yi birbirine bağlayan tünel 147 km uzunlukta olup, 1991'de tünel açma işlemi tamamlandı.

14.000 işçinin görev aldığı bu projede, milyonlarca metrik tonluk taş, toprak ve çamurun atılması için son derece gelişmiş kazı makineleri kullanılmıştır.

Yapı üç tünelden oluşmaktadır. bunlardan ikisi tren yolları için yapılmıştır ve 7.6m lik bir çapa sahiptirler. Ortadaki tünel ise acil durumlar, bakim ve havalandırma olarak kullanılmaktadır. Bu tünel 4.8m lik bir çapa sahiptir. Tüneller deniz yatağının 45m altında inşaa edilmiştir.
Bugün Fransa-İngiltere arası seyahat etmekte olan trenler 160km/h gibi bir hızla tünelden 20 dakika'da geçmektedirler.

Manş Denizi'nin altından geçişi sağlayan Fransa ile İngiltere'yi birbirine bağlayan tünel. 6 Mayıs 1994 tarihinde açılmıştır. Açılışı Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterland ve İngiltere Kraliçesi, Kraliçe 2. Elizabeth yapmıştır.

Günümüzde tünel çalışmakta olup İngiltere ile Fransa arasında sağlanan ulaşımda çok önemli bir role sahiptir.


Çölde yaşam alanları
VAHALAR GENELLİKLE ÇÖLLERDE KÜÇÜK ALANLAR KAPLAYAN YERLER OLARAK BİLİNMEKTEDİR. BAZI VAHALARDA ANCAK BİRKAÇ AĞAÇ VE KÜÇÜK BİR KAYNAK BULUNUR. BUNA KARŞILIK BİNLERCE İNSANI BARINDIRABİLECEK NİTELİKTE VAHALAR DA VARDIR VAHALAR GENELLİKLE YERALTI SULARININ BULUNDUĞU KURAK ÇÖLLERDE BULUNUR. AFRİKA, ARABİSTAN, SURİYE, AMERİKA, ASYA VE AVUSTRALYA’DAKİ ÇÖLLERDE BİRÇOK VAHAYA RASTLANIR. BU VAHALAR KITALARA GÖRE DEĞİŞİK ÖZELLİKLER GÖSTERİRLER. LİBYA’DAKİ SİVA VAHASI DÜNYANIN EN VERİMLİ VAHALARINDAN BİRİDİR.

BU VAHA LİBYA’DA GERÇEK BİR YAŞAM ALANI OLUŞTURUR.

ÇÖLÜN ORTASINDA BİNLERCE İNSANIN HAYATINI SÜRDÜRDÜĞÜ BİR YER KONUMUNDADIR.

ÇÖL İKLİMİNİN ETKİLİ OLDUĞU YERLER ÇOK ZOR HAYAT ŞARTLARINA SAHİP OLSA DA İNSANOĞLU BURALARA DA YERLEŞMİŞTİR BAZI ÜLKELER ÇÖLDE MUCİZEYİ GERÇEKLEŞTİRMİŞLERDİR. BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ BUNLARDAN BİRİDİR. İSRAİL DE ÇÖLDE MUCİZEYE İMZA ATAN ÜLKELERDEN BİRİDİR.BUGÜN TÜRKİYE TANK MODERNİZASYONUNU BU ÜLKEYE YAPTIRMAKTADIR. DOMATES, SALATALIK VE BAZI MEYVELERİN TOHUMLARI İSRAİL’DEN TEMİN EDİLMEKTEDİR. ÇÖLÜN ORTASINDAKİ İSRAİL’DEN VE ALINAN BU TOHUMLARIN YENİDEN ÜRETİLME İMKANI YOKTUR. TEKRAR TOHUM EKMEK İÇİN İSRAİL’İN KAPISINI ÇALMAK GEREKMEKTEDİR.1kg DOMATES TOHUMU 22.000YTL’DİR.



Alp dağları

Okyanus ve kara rüzgârlarının sınırında bulunan Alpler'de, iklim genel olarak ılımandır. Ancak yer ve yüksekliklere göre farklı iklim şartları tarıma elverişli değildir. Yağış ortalamaları oldukça yüksektir. En çok yağış 3000 mm ile Conia'dadır. 2900 m yükseklikteki bölgelerde devamlı kar yağışları bulunur. Bu sebeple kayak ve spor müsabakalarına elverişlidir.Alplerde önemli bir endüstri yoktur. Madencilik önemli sayılmaz. Kuzeybatı Slovenya'da civa ve bazı yerlerde kurşun çıkarılır. Bazı yerlerde kaya tuzu oldukça fazladır. Demir, bakır, çinko, altın, gümüş ve kömür ise, sınırlı mikdarda bulunur. Nisbeten çok olan akarsular, hidroelektrik enerji elde etmede kullanılır. Yayla kısımlarda tahıl ve patates yetiştirilir. Hayvan ve ilgili mamüller nisbeten dağlık bölgelerden üretilip elde edilir. Özellikle İsviçre peyniri meşhurdur. Ahşap oymacılığı, saat imalatı ve mükemmel harita baskıcılığı da mühim yer tutar. Önemli başka bir endüstri kolu da turizmdir. Manzara ve sağlıklı iklim, turistleri çeken bir unsurdur. Alçak vadiler, karlı tepelerden gelen rüzgar tarafından serinletilir.İsviçre, milletlerarası bir oyun sahası olarak kış sporlarının merkezidir. Dağcılık da buralar için çekiciliği olan ayrı bir spordur.


Hollanda Kıyıları

Ekolojik tarım deyince çoğumuzun aklına en basit, en katıksız tarım şekli geliyor.

Hollanda’nın her yerinde görülebilen seralar bile, gün geçtikçe artan ekolojik sebze talebine ayak uydurmaya çabalıyor. Sera sahipleri bazı araştırma fonları sayesinde seralarını değiştiriyorlar.

Bir diğer yenilikçi uygulama ise ekolojik tarım arazilerinde Coğrafik Bilgi Sistemlerinin (GIS) kullanımı. Hollanda’nın yüzde 60’ı denizden kazanılmış topraklar üzerine kurulu (polder’ler). Çok emek verilerek getirilen veya yaratılan bu değerli toprakların sağlığı ve sürdürülebilirliğini sağlamak için, 1980’lerde Hollanda hükümeti, ekolojik yöntem uygulayan çifçilerin buraya taşınmasını desteklemiş.

Jaap Korteweg gibi bu bölgede çalışan çiftçiler, GIS traktörleri kullanarak tarlalarında her zaman aynı tekerlek izlerinden geçmeyi hedefliyorlar. Bu sayede topraklarının sıkışmasını ve sürülmesini önlüyorlar. GIS kullanımının bir diğer avatajı ise detaylı şekilde hasat miktarını ölçerek, eksik olan gübrelemeyi sağlamak. Bütün bu yöntemler belki de tarımda uzay çağı çiftçiliğinin habercisi olabilir!

Hollanda sahillerinde, zeminin gelecek 100 yıl içinde 40 santimetre dolayında çökmesi bekleniyor. Delft Teknik Üniversitesi'yle iki ayrı mühendislik bürosunun araştırmasına göre, sahillerin çökmesi yanında atmosferdeki sera etkisine bağlı olarak deniz seviyesinde yükselme görülecek ve bu gelişmeler Hollanda sahillerinin güvenliği açısından dramatik sonuçlara yol açacak.



Sel tehlikesi
Araştırmaya göre, Hollanda sahillerinde önümüzdeki 100 yılda ortaya çıkacak çökme, zaman ve derinlik açısından farklılıklar gösterebilecek. Bazı noktalarda daha hızlı çökme görülürken bazı bölgelerde bu daha geç meydana gelebilecek.

Sahillerdeki zemin çökmesi öncelikle sel tehlikesini de beraberinde getirecek. Bu nedenle kıyıların denizden gelecek su baskınına karşı korunması konusunda alınacak önlemlerin, daha geniş zaman dilimi dikkate alınarak planlanması gerekiyor.



Pentagon da aynı sonuca vardı
Pentagon tarafından gizli olarak hazırlandığı bildirilen daha sonraysa basına yansıyan bir raporda da, Hollanda sahilleri ve ülkenin büyük bir bölümünün yakın bir gelecekte deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak sular altında kalacağı görüşü dile getirilmişti.

4- İLK KÜLTÜR MERKEZLERİ
Medeniyetlerin doğulu (Mezopotamya, Mısır, Hint, Çin, Maya, Astek uygarlıkları)
Mezopotamya
Mezopotamya (Aram Nehrin), bugün Irak, doğu Suriye ve Güneydoğu Anadolu'yu (Türkiye) kapsayan coğrafi bölgeyi tarif eden bir isimdir. Mezopotamya Eski Yunanca'da "iki nehir arasındaki yer" demektir; μέσος ("arasında") ve πόταμος ("nehir"). Kastedilen iki nehir Fırat ile Dicle'dir, zira bölge bu iki nehrin arasında kalır.

Verimli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yoğun göçe sahne olmuş Mezopotamya, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur ve bu nedenle de medeni gelişime sahne olmuştur. MÖ.IV. binyılın sonunda bir yazı dili icat etmiştir. Bilinen ilk okuryazar topluluklara ev sahipliği yapmış bölgede birçok medeniyet gelişmiştir ve bu sebeplerden Medeniyet(ler) Beşiği olarak da anılmıştır.


Mısır
Uygar toplum biçimlerinin İ.Ö. 2500 dolaylarından önceki dönemde yayılması son derece özel coğrafya koşullarını gerektirdi. Uygar zanaat ve bilgi düzeylerine ulaşmak için gerekli olan uzmanlar ordusu, yalnızca sulama yapılabilen ırmak vadilerinde, o tarihlerde bilinen tekniklerle beslenebilirdi. Sümer'e oldukça yakın çevrelerde bulunan birkaç küçük ırmak, bu özel koşulları yerine getirdi.1930'lara kadar Mısır'ın yeryüzünün en eski uygarlığı olduğuna inanıldı. Fakat günümüzün Mısırbilimcileri, eskiliği ilk olarak 1920'lerde ortaya çıkarılan Sümer'in Mısır uygarlığından önce doğduğu konusunda görüş birliği içindeler. Yukarı Mısır'la Aşağı Mısır'ın Kral Menes yönetiminde birleştirilmesi, Mısır tarihinin geleneksel başlangıç noktası olarak alınır. Bu birleşmenin gerçekleştiği İ.Ö. 2850 dolaylarında, Sümer kentleri birkaç yüz yıllık gelişme dönemlerini geride bırakmıştı bile.Mısır'ın siyasal birliğinin gerçekleşmesi, Sümer araç takımının içindeki öğelerden Mısır yerel gelenekleriyle ya da coğrafya koşullarıyla uyuşmayanların bir yana bırakılarak, Mısır'a uygun görülenlerin hızla benimsenmesi sürecini daha ileri noktalara taşıdı. Bir başka deyişle, Mısır uygarlığı, kendine özgü biçem (üslup) birliğiyle ve kurumsal yapısıyla, hızla ortaya çıktı. Mısırlıların Sümer deneyiminden yararlanabilmelerinin sağladığı üstünlükle, Mezopotamya'da bin yıl ya da daha uzun bir sürede olanların Mısır'da gerçekleştirilebilmesi için bunun yarısı kadar az bir süre yetti.Kendisi ölümsüz olduğu gibi, öteki insanlara da ölümsüzlük bağışlayabilirdi. Bu inancın altında Firavun'a boyun eğilmesini sağlayacak güçlü bir güdüleme yatar. Çünkü değerbilir bir tanrı-kraldan, bu dünyada kendisine iyi hizmet etmiş olanları, kendi tanrısal ölümsüzlüğü sırasında sadık hizmetçileri olarak yanında bulunmalarına izin vererek ödüllendirmesi umulabilir. Öte yandan Firavun'a karşı çıkmanın cezası öteki dünya yaşamına ilişkin tüm umutların yitirilmesi anlamına gelecektir.
Hint
Hindistan, iklimi, besin zenginliği, yaşama kolaylığı yüzünden sık sık dış saldırılara uğrayan bir ülke olmuştur. Dış saldırıların yanı sıra Hindistan’da toplumun kaynaşmasını önleyen en önemli faktör, Kast Sistemidir.
Kast, bir meslekler topluluğudur. Bir kasttan oluş doğuştandır. Başlıca kastlar şunlardır:

1. Brahmanlar(Din Adamları)


2. Asiller(Soylular)
3. Asker-Tacir-Zanaatkarlar
4. Köylüler-İşçiler
Hiçbir Kasta giremeyenlere ise Parya adı verilirdi.

Hindistan’da İlkçağda Vedizm, Brahmanizm ve Budizm gibi dinler görülür.


Hintliler sıfır rakamını bulmuşlardır.

Hint dinsel inançları içinde barındırdığı yüzlerce tanrı-kahraman-bilge-imleciyle Batı geleneğinden ayrılır. İç içe geçen tanrılar birbirlerinden doğar, birbirlerine dönüşürler. Bazen ibadetin merkezinde, bazen arka planında yer alırlar. Hem eril hem de dişil ilkeyi yansıtırlar. Batılı anlamda iyi-kötü, bağışlayan-cezalandıran ya da güçlü-zayıf değildirler. Brahma, Vişnu ve Şiva bir yandan Yaratıcı, Koruyucu, Yokedici sıfatları aynı anda taşırken öte yandan bir ve tek Mutlak'ın farklı tezahürleridirler, yani tektirler. Ruhani bir bağlılıktan ileri bir şeye, sosyal yapının ve yaşayış biçiminin belirleyici unsuruna dönüşen Hint dinsel inançları, Batının biçimsel ve felsefi düzenlemelerinin kısa koridorlarına değil de, sonsuzun enginliğine açılan 'algı kapıları'nı inşa eder.




Maya
Maya uygarlığı Amerika kıtasındaki Kolomb öncesi uygarlıklarından biridir. Bir Orta Amerika uygarlığı olan Maya uygarlığı, binlerce yıl boyunca Meksika’nın güneydoğusundan, Honduras, El Salvador ve Guatelema’ya kadar uzanan bir bölgede hüküm sürmüştür. Meksika’nın güneydoğusunda beş devlet kurmuş Mayalar tarihleri boyunca yüzlerce lehçe yaratmışlardır ki, bu lehçeler, bazıları günümüzde halen konuşulan 21-44 Maya dilinin oluşumunu sağlamıştır. Bu uygarlık M.Ö. 600 dolaylarında yükselişe geçmiş, M.S. 3.yy.'da altın çağına (klasik dönem, M.S.250-900) adım atmış, kent-devletlerinin siyasi kargaşalar sonucunda çöktüğü M.S. 900'e dek, geniş bir alanda varlığını sürdürmüş ve İspanyol işgaliyle de sona erme sürecine girmiştir. Maya uygarlığı birçok bakımdan sona ermişse de, dünyada yaygın halk inanışının aksine, Mayalar yok olmamışlar, halen bu ülkelerde yaşamakta ve Maya dillerinden bazılarını konuşmaktadırlar. “Mayalar”ın astronomi, matematik,mimari ve sanat alanında olduğu gibi, birçok alanda ileri bir uygarlık düzeyinde oldukları görülmektedir. İspanyol işgali 1697’de Itzá Mayaları’nın başkenti Tayasal’ın ve Guatemala’daki Ko'woj Mayaları'nın başkenti Zacpetén’in alınmasıyla tamamlanmış, son Maya devleti ise 1901’de başkentinin (Chan Santa Cruz) Meksika tarafından işgaliyle ortadan kalkmıştır.

Astek
Aztekler bugünkü orta Meksika bölgesinde 14. ve 16. yüzyıllar arasında yaşamış bir Orta Amerika halkıdır. Zengin bir mitoloji ve kültürel mirasa sahip Azteklerin başkenti, günümüzde Ciudad de Mexico'nun bulunduğu Texcoco Gölü'nün ortasında yer alan Tenochtitlan kentiydi. Aztek İmparatorluğu'nun başkenti olan şehir 1300 yıllarında Texcoco Gölü'nün üzerindeki bir dizi adaya Aztek tanrılarından biri olan Huitzilopochtli'nin tapınağı etrafına kuruldu.Şehirde binalar 2,5-3 metre yüksekliğindeki duvarlarla çevriliydi. Binalara girişi sağlayan 4 kapı bulunuyordu.Şehrin ortasında Büyük Tapınak vardı. Bu tapınak içinde iki tane tapınak bulunduruyordu. Bunlardan biri savaş tanrısı Huitzilopochtli'ye diğeri de yağmur tanrısı Tlaloc'a aitti. Başkent 1500'lere gelindiğinde 300.000 kişilik nüfusa sahip oldu. Ayrıca dünyanın en büyük piramidi Meksika'da Cholula de Rivadabia'da bulunur. Azteklere ait piramit 182.107 metrekare alan üzerine kurulmuştur ve yüksekliği 54 metredir. Hernan Cortes'in Meksika'yı fethi sırasında yapılan ve Tenochtitlan kuşatması olarak bilinen savaş sonucunda Aztekler yenilmiş ve güçlerini kaybetmişlerdir. 12 milyonluk bir nüfustan oluşan çok büyük ve zengin bir imparatorluk olan Aztekler gelişmiş tarım yöntemlerine, kendilerine ait bir dine, takvime, alfabeye sahiplerdi. Aztekleri keşfedenler İspanyollar oldu. Aztekler çok tanrılı bir dine inanıyorlardı. Her tanrının farklı görevleri vardı. Aztek dininin inançlarına göre yapılması gereken birçok ayin ve tören vardı. Azteklerden kalan bazı inançlar günümüzde hala kullanılmaktadır. Aztekler tanrılarını memnun etmek için kurban keserlerdi. Kurban olacak kişileri rahipler taşırdı.Kurbanın göğsü bir bıçakla yarılır, atmaya devam eden kalp bir kaba yerleştirilirdi. Kurbanın kolları ve bacakları yenirdi.

5- EKONOMİK FAAALİYETLERİN SOSYAL VEW KÜLTÜREL ETKİLERİ
Almanya'daki Ruhr bölgesi
Ruhr Bölgesi Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfelya eyaletindeki en büyük sanayi bölgesidir.Duisburg,Mülheim en der Ruhr,Essen,Gelsenkirchen,Bochum,Oberhausen, Bottrop ve Dortmund bu bölgenin belli başlı kentleridir.Bu bölgenin esas gelir kaynağı yakın bir zamana değin kömür ve çelik üretiminden sağlanıyordu. Öyle ki I. Ve II. Dünya Savaşları sırasında Ruhr Bölgesi aynı zamanda ekonomik anlamda "Avrupa'nın kalbi" durumundaydı.

6- SANAYİLEŞME VE ŞEHİRLEŞMENİN ETKİLERİ
Şehirlerin doğuşu, sanayileşme, göç, şehirleşme, şehirlerin gelişimi, göç ve kentleşme, Gebze
Şehirlerin doğuşu
10. ve 12. yüzyıllarda Avrupa’da şehirlerin doğuşu, Batı Avrupa tarihinde bir dönüm noktası oldu.

– 11. yüzyıldan itibaren şehirler birer değişim ve imalat yeri haline geldi

– Şehirler birer değişim yeri olmaya başlayınca sınai faaliyetler de

malikanelerden şehirlere kaydı

– Şehirlerin büyümesinin temelinde yığınlar halinde göç hareketi

bulunuyordu

– İnsanlar biri itici, diğeri çekici gücün etkisiyle şehirlere göç ediyorlardı

İtici Güç: Pek çok serf malikanede sıkıntı çekiyordu. Bu durumdan kurtulması

ancak o bölgeyi terk etmesine bağlıydı.

��Çekici Güç: Şehirler bir yenilik unsuru, talihi deneme şansı idi. Şehir yeni ve

dinamik bir dünya idi.

Şehir havası insanı hür yapar” sözü bir atasözü haline gelmişti.
Sanayide Yaşanan Gelişmeler
– 10 ve 12. yy’larda imalat faaliyetleri şehirlere kaydı

– İmalat faaliyetleri artık ihtisaslaşmış kişilerce yürütülmekteydi

– Sanayinin ölçeğinde artış yaşandı. 10. ve 11. yy’lardan itibaren 14. yy’a kadar üretim genişledi.

– Üretimdeki bu artışa rağmen sınai üretim birimleri Ortaçağ dönemi boyunca hep küçük kaldı.

– Ortaçağ’da ideal üretici sınıfı kalfa ve çırakların yardımıyla üretim yapan ustalardı.

– Şehirlerde imalat faaliyetlerini yürüten esnaflar, loncalarda örgütlenmişlerdi.



  • Esnaf loncalarının şehir ticareti üzerindeki tekelci uygulamalar nedeniyle doğduğu kabul edilir.


Göç
Göç olgusu, temelinde sosyal bir hareket olmasına karşın, ekonomik yaşamdan kültüre kadar hayatın her yönünü etkileyen temel bir değişim aracıdır. Ülkemizde 1950'li yıllardan sonra belli sosyo - ekonomik şartlar neticesinde kırsal alanlardan şehirlere doğru gerçekleşen iç göç hareketi, bugün kentlerimizin içinde bulunduğu sorunlar yumağının en büyük sebebidir.

Şehirleşme
Şehirleşme, bir ülkenin nüfusunun belir­li bir ölçekte şehir merkezlerinde yaşama oranındaki artışı dile getirir. Her ne kadar şehirler sosyal, siyasal ve iktisadi olarak da­ima önemli olmuşlarsa da, XIX. yüzyılda sanayileşmiş Batılı toplumların şehirleş­mesi çok hızlı ve kısa bir zaman zarfında ol­muştur. Örneğin 1800 yılında İngiltere'de nüfusun yüzde 24'ü şehirliyken 1900 yılın­da bu oran yüzde 77'ye yükselmiştir. Halen tüm bu toplumlar için şehirleşmeyi S-bi-çirnli bir eğri takip etmiştir; önce çok usulca temelleri atılır, çok hızlı bir şekilde genişler ve ardından yavaşça çöker, hatta daha bü­yük kenar mahallelerin gelişmesiyle yavaş­ça tersine döner. XIX. yüzyılda vuku bulan nüfusun oranındaki bu hızlı artış büyük öl­çüde kırsal kesimden şehire göç yoluyla ol­muştur. Ne var ki daha hızlı bir şekilde şe­hirleşmekte olan çağdaş az gelişmiş top­lumlarda artış, daha ziyade şehir nüfusun­daki normal artıştan kaynaklanmaktadır, halk sağlığı ve tıbbi kolaylıklar sağlandıkça da tek bir şehirde toplanmaya eğilim duyul­maktadır.

Genel olarak şehirleşme dönemleri sana­yileşmeyle ilişkili olarak ortaya çıkar. An­cak, kapitalizmin bu süreçte oynadığı rol konusunda bazı ihtilaflar mevcuttur. Şehir­leşme ekonomik kalkınma için çelişkili so­nuçlara gebedir. Zira o, eğitim ve sağlık gi­bi hizmetlerin maliyetini ucuzlatırken artık küçük ölçekli zirai üretimle geçimini sağla­yamayan işgücünün, emeğin maliyetini ar­tırmaktadır.


7- GÜNÜMÜZ DÜNYASINDAN GELECEĞİN DÜNYASINA

Teknolojik gelişme ve doğa, teknolojinin yarar ve zararları, teknoloji ve değişim, (Japonya’daki köprüler), gelecekteki nüfus ve yerleşme


Teknolojinin tanımı


  • Teknoloji terimi konusunda genel kabul görmüş bir tanım olmamakla birlikte en basit ve dar tanımıyla teknoloji:Bir mal veya hizmetin üretim için gerekli ve uygulanan bilgi ve deneyimdir.

  • Daha geniş kapsamlı tanımıyla teknoloji:Malların veya hizmetlerin üretiminin planlanmasından,dağıtımın gerçekleştirilmesine kadar geçen süre içerisindeki teknik veya yönetsel yöntemlerin ve bilgilerin tümüdür.

  • Teknoloji;insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel disiplindir.

  • Teknolojik gelişme ve büyüme



  • Dünya iktisadında yaşanan büyüme ile ilgili iki gerçeğin açıklanması gerekmektedir.

  • Bunlardan ilki, çok uzun süredir bazı ülkelerde kişi başına düşen gelirin önemli oranlarda yükselmekte olmasıdır.

  • İkincisi ise, zaman dilimi sabit tutulduğunda ülkelerarası büyüme oranlarının farklı olması ve ülke sabit tutulduğunda ise çeşitli zamanlarda büyüme oranlarının farklılık göstermesidir.

  • Gelişmekte olan ülkelerde, araştırma ve geliştirme için yapılan harcamalar son yıllarda belirgin bir şekilde artış göstermiştir.

  • Teknolojik yeniliğin iktisadi büyümeye katkısını ölçmek zordur.İktisadi büyüme ile üretim fonksiyonundaki emek ve sermaye faktörlerinin verimlilik oranları mukayese edilmekte, emek ve sermaye faktörleri ile açıklanamayan büyümenin teknolojik yenilikten kaynaklandığı kabul edilmektedir.

  • Gelişmekte olan ülkelerde ise teknolojik yenilik iktisadi büyüme sürecinde belirleyici bir faktör değildir. Sözkonusu ülkelerde araştırma ve geliştirme faaliyetlerine önem verilmemektedir.

  • Gelişmekte olan ülkeler grubu, dünya iktisatı açısından orjinal yenilikler gerçekleştirememektedir. Ancak, sözkonusu ülkelerdeki sanayileşme sürecinde teknolojik değişim yaşanmaktadır.


Teknolojik gelişme nasıl sağlanır


  • Yoğun rekabet nedeniyle giderek azalan kârsızlığın ilacı, muhakkak ki farklılaşma ve yenilik. Ancak farklılaşma ve yenilik de yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve uygulanması ile mümkün olabiliyor.

  • Doğal olarak, sanayinin yabancı kaynak ihtiyacını azaltacak bu formülle büyüme hızlanacaktır. Elbette ki bu sonuca bir sihirli değnekle hemen ulaşılamaz. Öncelikle çalışmaların yapılacağı zeminin hazırlamak gerekecektir. Ürettiğimiz ürünleri emsallerine göre daha katma değerli hale getirecek olan bu teknolojiler, bilginin paylaşıldığı merkezlerde geliştirilebilir.


Teknolojik gelişmelerin ekonomiye katkıları


  • 1970'lerde dünya kapitalizminin içine girdiği krizde, ekonomik ortamın yarattığı belirsizlik, özellikle teknolojik değişim karşısında hem firmalar hem de hükümetler açısından doğru değerlendirmeler yapılıp, doğru politikalar ve stratejiler saptamayı çok önemli kılıyordu.

  • Dünya ekonomisinde kriz sonrası ortaya çıkan tüm bu gelişmeler rekabetin koşullarını da değiştirdi ve Batılı ülkelerin sanayilerini bir yeniden yapılanmaya zorladı. 1970'lerden bu yana, dünya pazarlarında dalgalanan ve sürekli değişen talebe karşı esneklik kazanma çabası içinde üretim süreçlerinde teknolojik bir dönüşüm gerçekleştiriliyor.

  • Üretim süreçlerinde ortaya çıkan bu teknolojik dönüşümün doğası, yönü, nedenleri ve sonuçları üzerine farklı alanlarda yapılan çeşitli çalışmalar, bu dönüşümün çok farklı yanlarını ön plana çıkarıyor.

  • Bu çalışmaların hemen tümünün vurguladıkları nokta, ürün geliştirmenin ve yeni teknolojilerin yaygın kullanımının ülkelerin ekonomik büyüme süreçleri üzerinde çok önemli rolleri olduğudur.

  • Genellikle gelişmiş ülkelerde yapılan bu çalışmalarda ulaşılan teknolojik yeniliklerin ekonomik büyümenin itici gücü olduğu sonucu kabul görmüştür.

  • Son dönemlerde uluslararası ticaret alanında yürütülen teorik ve ampirik çalışmalarda da, ülkelerin rekabet gücü kazanmasında teknolojinin önemi vurgulanıyor.



  • Teknolojinin ZARARLARI

    Teknoloji insanların hayatlarını yoluna koymak için tasarlanmıştır. Her yıl çok daha fazla araba yollara çıkmakta. bu yeni araçlar önceki modellerden daha çevreyle barışık olmasına rağmen, artan araç sayısı inkar edemez.. Teknolojinin çevresel etkileri sadece son zamanlarda idrak edildi.

    • Ozon incelmesi ve delinmesi – otomobiller ve aerosol kutuların fazlalığına bağlıolarak
    • Yağmur ormanlarının katledilmesi – toprakların genişletilmesi, kağıt ürünleri için kesim gibi…, hayvan endüstrisi için milyonlarca hayvanın üretilebileceği çayırlar yaratmak için.


    ÇEVRE VE TEKNOLOJİ
    İnsanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için fabrikalarında ürettiği bu ürünler gerek üretim aşamasında, gerekse üretim sonrası kullanımlarında çevreye çeşitli atık maddeler bırakmaktadırlar. Yemek atıkları, dışkı, kağıt, plastik, cam parçaları, deterjan ve petrol atıkları, asitler, karbondioksit gazları kirliliğe neden olmakta, çevrenin doğal dengesini bozmaktadırlar. Her canlı beslenme, barınma, çoğalma gibi temel ihtiyaçlarını doğayla ve başka canlılarla paylaşırlar. Doğada yer alan tüm hayvan türleri, bitkiler ve cansız varlıklar dengeli bir uyum içinde yaşarlar. Ancak dışarıdan bir müdahale sonucu bu doğal denge bozulabilmekte ve bunun sonucunda çevre sorunları ortaya çıkmaktadır.


Ülkelerin kalkınmaları, çağı yakalaması, bilgi çağına geçmesi ancak bilgi toplumu olmasıyla mümkündür. İnsanoğlunun önüne her gün yeni bir buluşun ürünü sunulmakta ve bunları kullanması istenilmektedir. Uydu teknolojisi, nükleer teknoloji dünyayı küçültmüş, iletişim teknolojisi sayesinde kıt’alar arasıdaki sınırlar adeta yok olmuştur. Hızlı gelişen bu teknoloji ise beraberinde çevre sorunlarını getirmiştir.

Sağlıksız ve doğal dengesi bozulmuş bir çevre, başta insan sağlığını ve diğer canlıları etkilemektedir. Sanayi kuruluşların bacasından çıkan duman ve motorlu taşıtların egzozundan atılan zararlı ve zehirli gazlar hava kirliliğine yol açmakta, çevrede önemli ölçüde gürültü yaratarak insanın solunum ve sinir sistemini bozmaktadırlar. Asit yağmurları; havayı, suyu ve toprağı etkilemekte, ağacı, yeşili ve ormanı yok etmektedirler. Akarsulara, deniz ve göllere bırakılan atıklar ise suyun kalitesini bozarak, suda yaşayan canlıların yaşamını olumsuz yönde etkilemekte, bu yollarla mikroplu ve zehirli maddeler insan vücuduna geçmektedir. Teknoloji ürünü cihaz ve sistemlerin yaymış olduğu radyasyon ve şu an için bilinmeyen olumsuz etkileşimler sonucu, ileride gerek insan vücudunda, gerekse doğal dengede ne gibi tahribat yapacağı merak konusudur.

Teknolojinin bu çarpıcı gelişimi insan oğlunun yaşamını kolaylaştırmakta çevreye duyarsız yaklaşımlar ise; doğal dengeden, insan sağlığından ve ömründen kayıplar vermektedir. İşletmeler insan yararına sundukları bu ürünlerini, çalışma alanları hangi boyutta olursa olsun çevre kirlenmesine yol açmayacak ve gerekli önlemleri alarak yapmalıdırlar. Geride yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için bizlerinde yapabileceği şeyler olduğu gibi en büyük sorumluluk eğitim kurumlarına ve politikacılara düşmektedir. Günlük çıkar ilişkileri içerisindeki yaklaşımlar doğal dengede tahribat yaparak gelecek nesilleri tehlike altına almaktadır. Bugün Dünya, teknolojiden ödün vermeden gelecek nesillere sağlıklı bir çevre ve yaşanabilir bir dünya bırakabilmenin paniği ile karşı karşıyadır. Bu panik, çevre sorunlarının sosyal sorumluluk açısından ele alınma sürecini hızlandırmıştır. İşletmeler ürettikleri ürün ne olursa olsun, yaptıkları faaliyetlerinde kendi çıkarları yanında, bir bütün olarak toplumun çıkarlarını da korumak ve gözetmek , bu duyarlılığı her zaman göstermek zorundadırlar. Çünkü bizler bu çevreyi atalarımızdan ödünç aldık, gelecek nesillere de güzel bir Dünya bırakmalıyız. Birlikte yaşadığımız bu Dünya hepimizin…


GELECEKTE NÜFUS ARTIŞI

Nüfus artışında da belirttiğimiz gibi, iktisatçıların yaptıkları hesaplara göre dünya nüfusu 2000 yıUannda 6 milyan aşacaktır. Bu 1960 yılındaki nüfusun iki misli demektir. 2000 yılında dünya nüfusunun % 65'inin Asya'da, % 15'inin Avrupa ve Rusya'da, % 15'inin Kuzey ve Güney Amerika'da, % 8'inin de Afrika'da yaşayacağı sanılmaktadır. Her gün 200.000 dolayında artan dünya nüfusunun gelecekteki artışını kuşkusuz dünya toplam nüfusu ve nüfusun dağılışı açısından olmak üzere iki yönden düşünmek gerekir. Önce dünya nüfusunun bütünüyle artışına bakacak olursak, hızlı bir artışın söz konusu olduğu açıkça görülmektedir. Öyle ki geçen yüzyıllarda % 1 olan yıllık artış temposu bu yüzyılın ortasında % 2'ye ulaşmış ve halen artmakta olarak 2000 yılına doğru da % 3'e varacağı hesaplanmaktadır.


Bilindiği gibi, yeryüzünde karalar 136 milyon kilometre kare kadardır. Bu kadar arazi yaklaşık olarak bir kenarı 11.000 km uzunluğundaki bir kareye sığar. Dünyanın 1970 nüfusu esas alınırsa nüfus başına 3.7 hektar arazi düşer. 1920'de bu oran iki misli idi. Nüfus arttıkça nüfus başına düşen arazi miktarının daha da azalacağı açıktır. Kuşkusuz arazi nüfus ilişkisinde önemli olan tarıma uygun arazi oranıdır. Bu tür arazi ise çok daha azdır; nüfus başına yaklaşık 1 hektar. Yeryüzü karalarının da % 17fsi çöller, % 12'si dağlar, % 29'u buzullar, daimi karlar-ve tundralardan oluşmuştur. Böylece karaların % 60'ına yakın bir kısmının yerleşmeye çok az uygun olduğu açıkdır. Öte yandan geriye kalan % 40'm da her yeri insanlara uygun koşullara sahip değildir. Bu konuda araştırma yapanlar genellikle yeryüzü karalarının ancak % 25'inin insanların yerleşme ve tarım yapmasına uygun olduğu görüşünde birleşmektedirler.

8- TÜRKİYE COĞRAFİ BÖLGELERİNİN TESPİTİ

1941 Coğrafya Kongresi, Bölgelerin oluşturulma kriterleri, 7 bölgenin sınırları neye göre belirlenmiştir (Bölge bölge açıklanacak)

Yurdumuzun farklı bölgesel özelliklere sahip olduğu eskiden beri biliniyordu. Fakat ayrılan bölgelerin sayıları, alanları, sınırları ve adları yazarlara göre değişiyor ve bu durum özellikle öğretimde kargaşaya yol açıyordu. Bu karışıklığa son vermek için konu, Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında toplanan birinci kongresinde ele alındı. O dönemin tanınmış coğrafyacıları, bölgelerin özelliğini belirleyen bütün faktörleri dikkate alarak bir rapor hazırladılar. Bu rapor uzun uzun tartışılarak sonuçta yurdumuzun yedi coğrafî bölgeye ayrılması kararlaştırıldı. Bu bölgelere de konumlarına göre Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri adı verildi. Bölge haritasına dikkat edilirse coğrafî bölgelerimizin ayırımında daha çok denize göre konum, yüzey şekilleri ve iklim gibi tabiî şartlara dayanıldığı sonucuna varılır. Bu şartların bitki topluluklarını, ulaşımı, yerleşmeleri ve ekonomik özellikleri doğrudan veya dolaylı olarak etkilediği düşünülürse bölge ayırımında uygulanan bu yöntemin uygun olduğu anlaşılır. Nitekim bu ilişkiler nedeniyle Türkiye'nin yüzey şekilleri ve iklim bakımından farklı bölgelerini gösteren haritalar ile bölge haritası arasında ana çizgileriyle büyük benzerlik vardır.

 

Alan bakımından bölgelerimizin en büyüğü Doğu Anadolu, en küçüğü Güneydoğu Anadolu'dur. En kalabalık bölgemiz ise Marmara Bölgesi'dir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, nüfusu az olan iki bölgemizdir. Demek ki nüfusumuzun dağılışı, bölgelerin yüz ölçümleriyle orantılı değildir.



 

Geniş alan kaplayan bölgelerimizin her yeri aynı özellikte değildir. Tabiî ve ekonomik bakımdan bazı farklar görülür. İşte bu farklılaşmalara dayanılarak bölgelerimiz 21 bölüme ayrılmıştır.

 

Türk Coğrafya Kurumunun 1941 yılında belirlediği bölge, bölüm sınırlarına o tarihten beri uyulmaktadır. Bununla beraber, bazı sınırların tartışmalı olduğu veya zamanla değişebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca bölge, bölüm sınırlarını birer çizgi olarak düşünmemek gerekir. Aslında bu sınırlar birer geçiş alanıdır.



 

Coğrafi bölgelerimizin belirlenmesinde dikkate alınan başlıca özellikler şunlardır:

 

1- Karadeniz Bölgesi:

Kuzey Anadolu Dağlarının kıyıya paralel uzanması,

Enlemin de etkisiyle nemli Karadeniz ikliminin oluşması,

Gür ormanların bulunması,

Kıyı boyunca nüfus ve yerleşmenin yoğun olması,

2- Marmara Bölgesi:

Yüksekliği az olan ova ve platoların geniş yer kaplaması,

Karadeniz iklimi ile Akdeniz iklimi arasında bir geçiş iklimi özelliği göstermesi,

Türkiye'nin ve bölgenin en gelişmiş kenti olan İstanbul'un bu bölgede yer alması,

Sanayi, ticaret ve ulaşımın çok gelişmiş olması,

 

3- Ege Bölgesi :

Dağların kıyıya dik olarak uzanması ve aralarında çöküntü  ovalarının  yer alması,

Deniz etkisinin iç kesimlere kadar sokulabilmesi,

Kıyıların çok girintili çıkıntılı olması,

Büyük bir liman şehrimiz olan İzmir’in burada yer alması,

Nüfusun kıyı kesiminde yoğun olması,

 

4- Akdeniz Bölgesi:

Batı ve Orta Toros dağlarının kıyıya paralel uzanması,

Dağların,  kıyının hemen gerisinde yükselmesi nedeniyle kıyı ovalarının genellikle dar olması,

Tipik Akdeniz ikliminin etkili olması,

Nüfusun, özellikle tarım,  sanayi ve  ticaretin geliştiği yörelerde toplanması,

 

5- Güneydoğu Anadolu Bölgesi:

Güneydoğu Torosların güneyinde, ova ve platoların geniş yer kaplaması,

Orta kesiminde Karacadağ volkanik dağının; doğu kesiminde ise Mardin Eşigi'nin yer alması,

Buharlaşmanın çok fazla olması. Yaz mevsiminin çok sıcak ve kurak geçmesi,

Özellikle batı kesiminde Akdeniz iklimi etkilerinin görülmesi,

Türkiye'nin petrol üretim bölgesi olması,

 

6- Doğu Anadolu Bölgesi:

Ortalama yüksekliğinin fazla olması.

Birbirine paralel sıradağlar ile volkanik dağların bulunması. Bu dağlar arasında yüksek ova ve platoların yer alması.

Yükseklik ve denizden uzaklığa bağlı olarak karasal iklimin etkili olması,

Nüfusun az ve yerleşmenin seyrek olması,

Hayvancılığın en önemli ekonomik faaliyet olması.

 

7- İç Anadolu Bölgesi:

Etrafı yüksek dağlarla çevrili ova ve platoların geniş yer kaplaması,

Bölgede genellikle karasal iklimin etkili olması,

Başkent Ankara'nın burada yer alması,

Buğday tarımının ön planda olması.


Yüklə 0,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin