Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Bu arada tutuksuz sanıklardan Adil Serdar Saçan ve Adnan Bulut ile bir kısım sanıkların müdafileri Av. Handan Gülsevilir, Şule Gökyay Ağazade, Cavit Subaşı, Ali Rıza Dizdar ve Bülent Vural ve Orhan Gürel’in de geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.
Sanık Mustafa Levent Göktaş tekrar huzura alındı.
Sanık Mustafa Levent Göktaş:”Başkanım özür dilerim kusura bakmayın.”
Mahkeme Başkanı:" Buyurun.”
Sanık Mustafa Levent Göktaş:”Halklarını karşılaştırdığımızda ise size bunu bir örnekle anlatmak istiyorum. Benim Ercüment Türkmen adında oğlum gibi sevdiğim teğmenken alıp büyüttüğüm emeklerle yetiştirdiğim sonra kendi ellerimle toprağa verdiğim bir tim komutanım vardı. Mehmetçik ölmesin diye adına ve asil Türk milletine yakışır şekilde Cudi dağında 40-50 kişilik bir terörist grubun içine iki kişiyle girip büyük bir kısmını etkisiz hale getirdikten sonra vücuduna aldığı beş mermiyle şehit olmuştu. Bize hep komutanım şehit olursam lütfen beni Mudanya da denizi gören bir yere defnedin derdi. Mudanya’ya gittik şehitlik yokmuş. Mudanya Mezarlığı da denizliyi görmüyormuş, denizi görmüyormuş. Mezarlığın hemen üzerinde yer alan ve denizi gören arazi sahibiyle görüştük. Arazi sahibi hiç düşünmeden o zamanki değeri iki milyon üç milyon dolar olan arazi hemen Mehmetçik vakfına vermek suretiyle buraya şehitlik yapmamızı sağladılar. Yani bizim Türk halkımızın bu kadirşinas özelliğine karşın Amerikan halkında böyle bir şey görmeniz mümkün değildir. Ama gel gelelim Amerika birleşik devletleri vatandaşları bir kahramanlık madalyası almış subayına astsubayına erine polisine gazisine öyle sahip çıkmakta, öyle ihtimam göstermektedir ki, onlarla karşılaştırıldığımızda şimdilerde bize yapılanlara bakarak şaşırıyor ve üzülüyorum. Bu nasıl düşmanlıktır bu nasıl kindir Sayın Başkanım anlayamıyorum. İstanbul emniyet müdürlüğü TEM özel mektuplarımızın okuması incelemesi çöplerimizi karıştırması dostlarımıza arkadaşlarımızı bize yardım etmemeleri için uyarması dostlarımızı arkadaşlarımızı takip etmesi rahatsız etmeleri, telefonlarını dinlemeleri özellikle hakim olmasına rağmen eşimin kanunsuz dinlenmesi. Ve söylememize rağmen hala bu dinlemeye devam etmesi. Büromuza DVD koyması. Avukatlarımızı dinlemesi. 800 Türk lira maaşla yanımızda çalışan garip fakir bir çocuğun iki göz evini basmaları aramaları, çocuğa, çocuğu takip etmeleri. Sahte CD, DVD hazırlayıp balyoz planı diyerek Türk Silahlı Kuvvetlerinin onurlu şerefli subay astsubay ve generallerini cezaevlerine göndermelerini anlayamıyorum. Bunlar çaresizlik işaretleri midir bunu da bilemiyorum. Nedir bu kin, nefret duygusu anlamakta zorlanıyorum. Terörle mücadele polisleri sokağa çıkmaya korktukları günlerde bize sığındıkları sürekli bizden yardım destek istedikleri günleri ne çabuk unuttular bunu anlayamıyorum. Savcılar Sayın Pekgüzel çok iyi bilir 28 Nisan 1991 de sol han memurlar lokalini basıp gencecik Cumhuriyet savcısını, ilçe kaymakamını hunharca katleden PKK’lıları nasıl unutur bunu anlayamıyorum. Ve bu savcının intikamını almak için iki yıl boyunca bu adamların peşinde koştuğumuzu ve sonra bu savcının yattığı yerde ruhunu rahat ettirdiğimizi ailesini rahat ettirdiğimizi nasıl unuturlar onu da anlayamıyorum. Halkımız gazeteciler 14 Nisan 1994 de Elazığ ili ancak Bukardi köyünde 5 tane öğretmenimizi katlettiklerinde, katlettiklerinde PKK’yı, PKK’nın katlettiğinde yine bu çocukların intikamını almak ve bu çocukların ruhları huzur bulsun diye bu PKK’lıları etkisiz hale getirmek için vermiş olduğumuz çabaları nasıl unuturlar onu da anlayamıyorum. Türk subayını hamile eşiyle otobüsten indirip senin gözlerin ne güzelmiş deyip kazık çakan gözlerine kazıkla vuran uzuvlarını kesen PKK’lıları nasıl unuttular onu anlayamıyorum. Jandarma üsteğmen Koray Seçkin’in parmağındaki evlilik yüzüğünü çıkaramayınca parmağını kesip götürdükleri gönleri Atilla albay şahittir nasıl olduğunu nasıl unuttuklarını anlayamıyorum. Ayrıca 9 Kasım 1994 de dağdöşü köyünde 15 jandarma erini vuran teröristleri nasıl unuttuklarını yine anlayamıyorum. Sağgüze’de 36 tane askerimizin dizlerini, dizkapaklarını, kollarını, kol kapaklarını, kulaklarını kesip öldürdükleri günleri nasıl unuttuklarını yine anlayamıyorum. Binlerce Mehmetçiğin ülkemizin ebedi bekası için şehit olduğu günleri nasıl unuttular bunu da anlayamıyorum. Silivri devlet hastanesinin asker düşmanlığı yaptığı bugünleri anlayamıyorum. Epilepsi hastası yüzde yetmiş AORT damarı kapalı Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman subaylarından Atilla albaya yaptıkları ortadadır. Yani Silivri hastanesinde çektikleri ortadadır. Bunları anlamakta güçlük çekiyorum Sayın başkanım. Diğer örgüt irtibatım olduğu iddia edilen gazi Binbaşı Fikret Emek’in gazi olma hikayesini ilerleyen günlerde anlatacağım başkanım. Ancak şunu söyleyebilirim eğer savcılık yanımda gazi olan her asker ve polisi alacaksa sadece yanımda gazi olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve polis sayısı yaklaşık seksen kişi Peşmerge sayısı üç yüz ellidir. Müsaade ederseniz DVD’ye girmek istiyorum Sayın başkanım. DVD ile ilgili konuşmak istiyorum. açar mısınız? Sayın başkanım 7 Ocak 2009 tarihinde bu DVD’nin avukatlık büromuzda bir avukatın masasında avukat arkadaşımın masasında bir mahkeme dosyasının içerisinden çıkıldığı iddia edildi, bulunduğu iddia edilmiştir EK1. 8 Ocak 2009 tarihinde, 8 Ocak 2009 tarihinde hücrede bulunurken saat 23:50 civarlarında TEM polisleri gelerek beni alıp mühür açma tutanağını açacağız diye yukarıya çıkarttılar ve bakınız alta, alta geçer misiniz? En altta, yani şerh koyarak açtık ama en altında 8.1.2009 23:55 yazmaktadır. Tam 23:55 de biz bu mührü açtık ve delil torbasından DVD’nin olup olmadığını bilmiyoruz tabi çıkarttık. EK2’yi açar mısınız? Sayın başkanım EK2’de bir örneğini koyduğumuz CD, DVD çözüm tutanağına göre de DVD 8.1.2009 da çözümlenmiştir. Çözümü yani bu şartlar altında, bu şartlar altında 23:55 de ben onu açtığıma göre 24:30’a kadar da yanlarında kaldığıma göre bu DVD’nin çözümü ya 23:55’den 24:00’e kadarki zaman diliminde yani beş dakika içinde yapılmış ve çözüm tutanağı da bu beş dakika içinde hazırlanmış veya bu DVD çözüm tutanağı DVD henüz delil torbasından çıkartılmadan önce hazırlanmış olarak gözükmektedir. Birinci şüpheli durum budur. İkinci şüpheli durum, EK3’ü açar mısınız? 23 Ocak 2009 da, 23 Ocak 2009 da EK3 de görüleceği gibi bu yansıda görüleceği gibi 51 numaralı DVD terörle mücadele şube müdürlüğü tarafından incelenmesi imajının alınması ve inceleme tutanaklarıyla birlikte tekrar TEM’ e geri gönderilmesi talimatıyla bilişim suçları şube müdürlüğüne gönderilmiş. TEM tarafından gönderilmiş, bunun imajını alın diye bunu inceleyin diye. EK4’ü açar mısınız? EK4’de görüleceği üzere bilişim suçları ve sistemleri şube müdürlüğü her zamanki gibi bila tarihli yazıyla ki bütün sahte olanlar, bütün şüpheli olanlar bila tarihle geliyor. Bila tarihli yazıyla TEM’e bu DVD’lerin imajı alınmıyor demiş. Ve bunun üzerine TEM de DVD’yi 23.01.2009 tarihinde adli emanete teslim ettim açıklamasında bulunmuş. Bakınız başkanım şimdi söyleyeceğime lütfen dikkat ederseniz 23.01.2009 tarihinde adli emanete teslim ettim demiş. Ama DVD çözüm tutanağına baktığımızda DVD incelemek üzere 22 Ocak 2009 tarihinde bilişim suçları sistemleri şube müdürlüğüne gönderildiği halde DVD çözüm tutanağı çözüm tarihini 8.1 olarak göstermektedir. 22 Ocak 2009 da TEM tarafından bilişim suçları ve sistemleri şube müdürlüğünden gönderilen bir DVD nasıl olur da 8 Ocak 2009 tarihinde yani 14 gün önce çözümlenmiş olabilir. Bu durumda bize DVD’nin bilişim suçları şube müdürlüğüne gitmeden ve hatta DVD delil torbasından çıkartılmadan çözüm tutanağına hazırlanmış olduğuna delalet etmektedir. Üçüncü şüpheli durum. EK5’e örneğini koyduğumuz, EK5’i açar mısınız? Emanet eşya makbuzuna bakmazını Sayın başkanım, DVD’nin TEM tarafından adli emanete 27 Ocak 2009 tarihinde teslim edildiği yazılı. Burada yazılı başkanım emanet eşya makbuzunda. 27’sinde teslim ettim ben diyor. Buna karşım yine aynı TEM Sayın mahkemeye yazdığı yazıda 51 numaralı DVD’yi ben 23 Ocak 2009 da adli emanete teslim ettim diyor. Bir DVD hem 23 Ocak 2009 da hem 27 Ocak 2009 tarihinde aynı İstanbul TEM tarafından aynı adli emanete iki kez teslim edilmiş olamayacağına göre ortada yine bir şüpheli durum vardır. EK5 de 49. ek delil klasöründen aldığım ve bana ait olduğu iddia edilen emanet eşya makbuzu var. İlk açtığımızda ilk klasörde Sayın başkanım ilk ek klasörlerde sonra Sayın mahkemeniz tarafından istenmiş 3.11.2009 tarihinde bir başka emanet eşya makbuzu gelmiş ikinci eşya emanet makbuzu bu da EK6’da Sayın başkanım. Aynısı, aynısı fakat şimdi göstereceğim değişiklikleri, her iki emanet makbuzunda da kendisinden eşya konulan şahsın kimliği bakınız Sayın başkanım İbrahim Şahin ve arkadaşları yazıyor. Makbuzun üçüncü maddesinde yer alan eşya için diğer sanık Hüseyin Buzoğlu’na ait olduğu yazılıyken, bana ait olduğu iddia edilen makbuzun dördüncü maddesinin bana aidiyetini gösteren hiçbir işaret ve isim mevcut değildir. EK5’de, EK5’deki ilk açtığımızda bakın Sayın başkanım, 3, 4. madde de, 4. madde de mühür içerisinde bir DVD deniliyor sadece hiç isim falan yok ama EK6’yı açalım, EK6 da bakın sonradan arkasına parantezle 51 nolu DVD yazmışlar kimin yazdığı niçin yazdığı belli değil Sayın başkanım. Bunun üzerine bütün bunların üzerine bir de DVD çözüm tutanağında diğer tüm çözüm tutanaklarından farklı olduğunu açıklarsam ki açın EK7’yi lütfen. Aşağı yukarı çıkar mısınız, yukarı çıkın. Aşağı doğru aşağı, aşağı. Bakın teknik bilirkişilerin isimleri var. Terör diğer değerlendirme grubunun isimleri var bu normal, normal çözülen DVD’ler için normal çözümü yapılan DVD, CD çözüm tutanakları bütün sanıklarınkinde var. Benim diğerlerinde yapılanda da bu şekilde. Ama bu DVD çözüm tutanağında 51 nolu DVD çözüm tutanağında hiçbir imza yok, hiç kimseye ait bir imza olmadığı gibi hiç isim de yok. Artı son sayfasında ne teknik bilirkişi ismi ne bilirkişi ismi ne değerlendirme grubu hiçbir şey yok yani çözüm tutanağı kim hazırlamış ne zaman hazırlamış neden hazırlamış kim emir vermiş hiçbir şey yok üzerinde çözüm tutanağının. CMK 170/3’e göre Cumhuriyet savcısı kamu davasını açarken iddianamede suçun delillerini gösterir hükmüne amirken, CMK 170/4 de ise iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek savcı tarafından açıklanır hükmüne amirdir. Sayın savcıların bana yüklediği suçlar Türk Ceza Kanununun 326, 327, 334 ve 314/1’dir. Bu suçlarla ilişki kurduğu tek delil ise 51 nolu DVD’dir. Şimdi Sayın başkanım DVD’nin orijinalinin içi ve içindeki dokümanlar yaptığınız bu açık yargılamada mahkeme salonunda bizlere, halka orijinal haliyle açılıp Sayın savcılık yada Sayın mahkemeniz tarafından gösterilebiliyor mu? Hayır, gösterilemiyor. Yani sübuta etki edeceği kesin sayılan bir kanıt var mı şu anda yok Sayın başkanım. Bu orijinal DVD’nin bir imajı mahallinde yada sonrasında CMK 134 gereği alınmış mıdır? Hayır, alınmamıştır zaten TEM de bunu yazısında belirtmiştir. Ben bunun imajını almadım diye. Parmak izi incelemesinde bu DVD üst yüzeyinde bana ait bir parmak izi çıkmış mıdır? Hayır, çıkmamıştır bana ait çıkmadığı gibi hiçbir polise ait de çıkmamıştır. Benim kendi özel bilgisayarımda ve avukat arkadaşlarımın kullandığı dört adet bilgisayarda bu 51 nolu DVD’ye ait bir tane doküman çıkmış mıdır? Veya bir iz çıkmış mıdır, bir dijital iz çıkmış mıdır? Hayır çıkmamıştır. Peki, 51 nolu DVD de benim bilgisayarlarıma ait benim laptopuma ait veya avukatlarımın kullandığı bilgisayarlara ait bir tane dijital iz çıkmış mıdır? Hayır, çıkmamıştır böyle bir şey de yoktur. Tüm bunlara ilaveten bu DVD’nin yer aldığı arama el koyma tutanağında hiçbir polisin adı yada sicil numarasının da çünkü avukatlık büromuzda bir arama yapıldı bu arama el koyma tutanağı düzenlendi, bu arama el koyma tutanağının içerisinde bu aramaya katılan hiçbir polisin sicili yok. Adı soyadı yazılı değil yani terörle mücadele kanununun 10. maddesi der ki, sicilini koyacak der. Bunlar da yok. E bunların da olmaması, bizim bu DVD’den şüphelenmemizi kuvvetlendirmektedir. Şimdi başkanım EK4’de yer alan dokümana müsaade ederseniz bakalım. Bitiyor Sayın başkanım vakti almayacağım. Bakın burada imajı alınmayan söz konusu DVD’nin herhangi bir kopyası şahsa veya müdafiine verilmeden 23.1.2009 da adli emanete kaldırılmıştır denilmekte. Peki, 23 Ocakta adli emanete girmiş sadece bir kez Sayın mahkemenize takdim için emanetten mühürlü torbayla çıkmış torba açıldığında çatlak olduğu belli olan incelenmeyen kopyası da olmayan hangi DVD naip hakim tarafından incelenmektedir. Aslı yok, aslı açılmıyor bilirkişi rapor vermiş açamıyorum ben demiş. Kopyası da yok TEM diyor ki, ben bunun kopyasını çıkarmadım. Ama naip hakime soruyorum ben diyor ki, biz inceliyoruz diyor peki nasıl inceliyorsunuz yani korsan DVD mi bulunuyor Sayın başkanım nerden nasıl inceleniyor. Hangi DVD naip hakim bey tarafından incelenmektedir. Çıkmadıysa inceleyebileceği bir DVD var mıdır? Netice olarak, hukukun temel prensiplerine göre bu kadar şüpheden sanık olarak ben yararlanamıyorum da neden savcılar faydalanıyor. Bu konunun takdiri de Sayın başkanım yüce mahkemenizindir. Beklentim odur ki avukatlık büromuza bu DVD’yi koyan Çukurambar senaryosunu yazan ve başrol oynayan Mehmet Yayla ve Serkan Şimşek’in bu iki polis memurunun huzura gelip bu DVD’yi biz koyduk demeleridir. Bu Türk polisi arkadaşlarıma tek sözüm ben 17 aydır burada haksız olarak yatarken çocuklarımı sarılıp koklayamazken, siz her gece evinize, ailenize yanına gidip çocuklarınızı nasıl seviyorsunuz. Evinize hangi huzurla gidiyorsunuz? Merak ediyorum ve anlayamıyorum. Ben affettim ama bu kul hakkını cenabı hak nasıl affedecek ben bunu merak ediyorum. Sayın mahkemenizden üç talebim var Sayın başkanım. Birincisi naip hakime uygun görülürse sorulmasını, siz hangi DVD’yi kime ait DVD’yi inceliyorsunuz. Bu DVD hiç kimse bulamazken siz nerden buldunuz sorusunun sorulmasını. 23.1.2010 tarihinde 31. 35. celsede verdiğiniz ara kararla İstanbul Cumhuriyet başsavcılığına 51 nolu DVD ile ilgili suç duyurusunda bulunmuştunuz bunun neticesinin öğrenilmesini talep ediyorum Sayın başkanım. Ayrıca DVD bana ait olmadığı için DVD ile ilgili bu kadar şüphe varken DVD hukuka aykırı olduğu için tahliyemi talep ediyorum.”
Sanık Hasan Atilla Uğur söz istedi, verildi:” Sayın başkan değerli üyeler tabi biraz önce Albay Levent Göktaş’ı dinlerken gerçekten içim kan ağladı yani bir sistem terör örgütlerinin bu kadar korkulu rüyası haline gelmiş bir insanı ancak bu kadar rezil edebilir gözyaşlarına boğabilir. Bunu yapan herkesi tebrik ediyorum. Bende zor dayanıyorum ama dayanacağım sonuna kadar. Yaklaşık beş dakikalık süre içinde sizlere hitap etmek istiyorum. Aylardır Cuma günleri her söz alışımda heyetinize hakkımdaki delil ve iddiaların düzmece olduğunu ispatlayarak anlattım. Yani resmi belge ve resmi cevap yazılarıyla iddiaların doğru olmadığını sizlere izah ettim. Albay Mustafa Koç’u ifadesini dahi almadan serbest bırakma takdirinizin benim açımdan da ne kadar hukuki ve doğru olduğunu çünkü sözde darbe senaryolarının tamamen yalan olduğunu maksatlı olduğunu ifade ettim. Albay Mustafa Koç’un sizler tarafından kabul gören iddianamenin tam 221 sayfasında tekrar ediyorum 221 sayfasında ağır şekilde suçlandığını ancak önce Sayın başkan sizin ve bilahare de Sayın üyelerin durumu anlayarak kendisini oy birliğiyle serbest bıraktığınızı söyledim. Hal böyleyken beni neden burada tutuyorsunuz diye de sordum. Yine haftalardır hakkımda uydurulan yalanların resmi cevap yazılarıyla ortaya çıkması sizler için ne ifade etmektedir diye de sordum. Sonra bu sanık hakkında neden bu kadar yalan ve dolan üretilmiş acaba diye hiç düşündünüz mü dedim. Mutlaka düşünmüşsünüzdür. Yine her hafta sonu terör örgütleri yayın organlarında yer alan intikam yeminleri, cezaevinde bulunmamdan dolayı duydukları mutluluğu haykırmaları sizler için ne ifade ediyor elinizi vicdanınıza koyuyor musunuz diye de sordum. Dikkat ettim bu söylediklerimi hep duydunuz ve dikkatle dinlediniz. Ama geldiğimiz noktada şunu da çok net gördüm ki, bu hususlar sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. bu kovuşturma sürecinde bazı sanık ve müdafilerin eleştirilerine her seferinde bazen Sayın başkan siz bazen de Sayın üyeler kimse bize baskı yapamaz talimat veremez mealinde sert cevaplar verdiniz. 30 sene yetkili devlet görevinde bulunmuş birisi olarak bu hassasiyetinizi çok iyi anlıyorum. Ancak devletin terörist başını sorgulasın diye verdiği bir adamı da aptal kabul etmeyiniz lütfen geri zekalı değilim ben. Zekamdan da kimse şüphe etmesin. Gelinen bu aşamada görüyorum ki, benim 23 aydır burada tutulmamın gerçek müsebbibi sizler değilsiniz, olamazsınız. Çünkü sizlerin de çok iyi malumlarınız olduğu üzere hiçbir hakim biraz önce bu hususlar sizin için ne ifade ediyor diye sorduğum konulara duyarsız kalamaz. İddiaların yalan olduğu ortaya çıkması en azından şüpheli bir durum yaratır ki, gördünüz sizin gözünüzün önünde evraklar geldi, gizli tanığın söylediklerinin yalan olduğu Kütahya olayı şu bunlar sizde hiç mi şüphe uyandırmadı yani bu adama niye bu kadar iftira atıyor diye düşünmediniz mi? Düşünmüşsünüzdür diye düşünüyorum. Bu şüpheli durumun tüm hukukçular bu durumun benim lehime olduğunu bilir hakkımda uydurulan yalanların resmi belgeyle ortaya çıkması hiçbir hakimi kayıtsız bırakmaz. Onun için bunun benim lehime kullanılması gerektiğini düşünüyorum ayrıca emsal olarak da her hafta isimlerini zikretmekten artık ar duyduğum tutuksuz sanıklar yani albay Cihandar Hasan Hanoğlu, albay Mustafa Koç, kuvvet komutanları da bunun cabasıdır. Bu kadar tespite rağmen tutukluluğum devam ediyorsa işin işinde başka etkenler var demektir bunun başka türlü de izahı olamaz. Geçtiğimiz haftalarda bir vatandaşın ifadesini alan bir savcımız şahsın avukatı da oradayken benim adımı zikrederek ben ona göstereceğim onu bitireceğim demiştir. Hatta bu dünyada olmazsa öbür dünyada halledeceğim diye de eklemiştir. İlgili şahıslardan durumu tam olarak netleştirdikten sonra kendisi hakkında hakimler savcılar yüksek kuruluna mutlaka şikayette bulunacağım. Ben bu çeşit balon tehditleri asla kale almam. Yıllardır ülkesi milleti için namlu uçunda yaşayan ve bundan da şeref duyan bir insan olarak temel vatandaşlık görevini dahi yapmamış bir şahsın makamına yakışmayan bu tavırlarından asla korkmam. Ancak bu tutum neden iki senedir burada tutulduğumun da bir göstergesidir. Tutuklu bulunmam için büyük bir kinle ve aldıkları talimatla hareket edenler hukuk çerçevesinde yaptıkları her şeyin hesabını soracağımdan emin olsunlar. Sayın başkan değerli üyeler, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri askeri okullarında bana düşman eline esir düştüğümde ne yapmam gerektiği her subaya olduğu gibi öğretilmiştir. Ama uğrunda ölümlere koştuğum kendi devletimin bana esir muamelesine layık gördüğünde ne yapacağım öğretilmemiştir. Büyük sağlık sorunlarıma rağmen dimdik ayakta durmaya devam edeceğim. Nihai kararı yüce Allah ve büyük Türk milleti verecektir. Sözlerimi bitirirken geçen hafta vatan toprağına emanet ettiğimiz kahraman şehitlerimize rahmet yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum teşekkür ederim.”
Sanık Hasan Ataman Yıldırım söz istedi, verildi:”Sayın başkanım, Sayın mahkeme heyeti, Sayın Savcılar, biliyorsunuz ben savunmamı tamamladım 56. duruşmada bitirdim. Ve savunmamın en başında demiştim ki her türlü soru sorabilirsiniz hepsine cevap vereceğim. Ve nitekim mahkeme heyeti ve savcılar tarafından sorulan bütün sorulara çok fazlasıyla açık olarak cevapladım. Tahmin ediyorum mahkeme heyetinde herhangi bir şüphe hatta savcılarda da herhangi bir şüphe kalmamıştır diye düşünüyorum. Buna rağmen herhangi bir şüphe veya takıldıkları bir durum varsa sorulacak her türlü soruya sözlü veya yazılı cevap vermeye her zaman hazırım. Yine savunma sırasında benim çeşitli şapkalarımdan bahsedip şirket, dernek ve de meslek birliğiyle ilgili kartlarımı vermiştim kartvizitlerimi. Bugün de Yeni Partiyle ilgili kartvizitim halen yeni elime geçti onu da bu dilekçeyi hazırlayıp size takdim edeceğim. Biraz evvel konuşmayla ilgili Sayın Tuncay Özkan’ın konuşmasında belirttiği benim Amerika’ya hangi bursla gittiğim şeklinde bir konuşma geçmişti daha evvelden de benim Amerika’ya gittiğim zamanda o zaman Amerika’nın da bize ambargosu yavaş yavaş kalkmak üzereydi, ilk önce ambargo olduğu için gidemedik, gecikmeli gitmiştik. Bütün bizim masraflarımız ordaki eğitim masrafları geliş gidip dahil hepsi Türk hükümeti tarafından ödenmiştir yani bu fakir halkın ödediği vergilerle ödenmiştir, onu burada belirtmek istiyorum. Diğer bir husus Mustafa Levent Göktaş albayımla beraber aynı konuşta kalıyoruz kendisinin tansiyon sorunu var ve tansiyon aleti getirmişti zaman zaman ölçüyoruz tansiyonu yüksek olduğunu görüyoruz. Bende o anlattığı olaylara şahidim benim tansiyonum normaldi benimkini ölçüyoruz normal onunkini ölçüyoruz yüksek çıkıyor yani tansiyon aleti de doğru çalışıyor. Bunu söylemek istiyorum. bir de demin konuşurken baya bir zor durumda kaldı baya duygusal anlar yaşadı biz onu devamlı yaşıyoruz. Hatta geçen gün bu hazırlığı yaparken bilgisayarda beraber yan yana iki ayrı bilgisayarda çalışırken birden yani duygusal buradakinden daha da kötü durumda olmuştu. Bizi bu duruma düşürenler utansın diyorum başka bir şey demeyeceğim. Esas ben hazırladığım maddelere geçeceğim. Madde 1, TCK 314/2 maddesinde yer alan iddia edilen terör örgüt üyeliğiyle hiçbir ilişkim ve de bu konuda hiçbir bilgim yoktur. Madde 2, savunmam sırasında Sayın Sedat Sami Haşıloğlu sormuştu o belleklerin bana ait olmadığına dair bunları mahkemeye bildirdin mi diye sormuştu bende bildirdiğimi daha evvelden yazılı olarak söylemiştim. O sırada tarihlerini verememiştim ama şimdi veriyorum 27 Ağustos 2009, 7 Eylül, 14 Eylül ve 12 Ekim tarihli dilekçelerde defalarca aynı konuyu belirtmiştim hatta o belgelerin deniz kurmay yarbay Murat Ünlü’nün adını vererek ona ait olabileceğini vermiştim hatta onuncu duruşma sonunda da alınan bir kararda madde 16 Murat Ünlü’nün ileriki aşamalarda tanık olarak dinlenilmesinin düşünülmesine şeklinde bir karar verilmişti. Yani ben başından beri o sahte bellekleri kabul etmiyorum. Bunu belirtmiştim. Diğer maddeye geçiyorum madde 3, yine 12 Ekim 2009 tarihli mahkemenize verdiğim bir dilekçede polisin aramada aldığı ajandamın içinde banka şifrelerinin ve banka hesaplarının bulunduğunu bu yüzden bir soygun girişiminde internet üzerinden bulunulduğunu belirtmiştim onuncu duruşma sonunda da madde 16 da benim bu dilekçemin suç duyurusu içermesi sebebiyle Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi şeklinde bir karar verilmişti. Bu karar neticesinde altı ay sonra 19 Nisan 2010 tarihinde Silivri de savcılığa giderek müşteki yani ben şikayetçi olarak ifademi verdim. Burada şunun için söylüyorum bunu adalet sistemimiz çok yavaş çalışıyor. Bu davada da ben ve benim gibi birçok masum insan sahte belgelerle suçlanıp şüpheli durumda kalıyoruz. Yine de ben şanslı olarak 15 ay sonra savunma yapabildim ama 16 bitti daha halen burada devam ediyorum. Şimdi onu ekrana verelim o sayfayı. Sayfanın en altına gelelim şimdi madde 4, bu bana konan beş tane CD bir de altıncı bir DVD vardı 117 numaralı DVD bu DVD ile ilgili savunmamda belirtmiştim ama ilave bir iki husus daha olduğu için tekrar burada belirtmek istiyorum bunu yazımın EK1’inde de EK1 olarak size takdim edeceğim. 76. klasör PDF 82/203 bunun en altında CD 50 numaralı CD içeriği diye yazıyor. Bunu gördük en altında. Bir sonraki sayfaya geçelim 83. sayfaya evet. bunu bilmiyorum biraz acaba büyütme imkanımız var mı pek iyi okunmuyor. Evet, önce üstteki ikisi aynı sayfada bu 50 numaralı CD içindeki 76. klasör oluyor bu ve en başa bakarsak yukarıda en başa bakarsak yok yok tamam aşağı indik yine, yine bu sayfadayız. D/Özok yazıyor, yani CD’yi alıp inceliyorlar. Fakat sanki D diskini inceliyormuş gibi burada yazılı bu bir hatadır. Yani bu CD incelenmiyor bilgisayar üzerinden D diski üzerinden inceleme yapılıyor bunu bilgisayarcı olan herkes bilir bilgisayar kullananlarda biliyor. Çünkü bir CD taktığımız zaman bilgisayara onu E F G gibi hangisi boşsa o harflerle gösterir. Bir veya birden fazla USB veya bir CD takıldığı zaman USB belleklerde yine aynı şekilde devam ediyor ama D olarak olmaz. Yine bununla ilgili olarak sahtelik belgesine bakarsak bu dosyanın bu görüntünün sadece biraz altına inelim biraz altına inelim biraz daha evet dursun burada. Sağ aşağıda bakalım orda saat olarak 23:20 yazıyor. Bu demek ki saat 23:20 de bu dosyaya bakılıyor. Bu dosyanın da adı erg.xls diye bir dosya. Yani burada ekranda dosyaya önce bir sağ klik yapılıp bu özelliklerine bakıyor biraz sonra alta ineceğiz ikinci bir sağ klik yapıp ona daha gelmeyelim şimdi ikinci bir sağ klik yapıp aynı dosyanın ikinci özelliğine bakacak. İçerideki bilgi tek tek bir dosya dosyanın bütün özelliklerini bir ekranda yani Microsoft Windows işletim sistemi gösteremediği için iki ayrı ekranda gösterecek. Birinci ekranda baktığımız zaman bunun oluşturma ve değiştirme tarihleri Temmuz 7 yani 7 Temmuz 2008 saat 22:17:48 diye gözüküyor. Şimdi bu 7 Temmuz olduğunu bir kenarda tutalım unutmayalım. Aşağıya gelelim şimdi ikinci aynı sayfadaki ikinci görüntü yani yine aynı dosyanın bu sahte dosyanın ikinci görüntüsüne bakıyoruz. Aşağıdaki sağ alt köşede saate bakarsak 23:23 yani üç dakika geçmiş. Üç dakika içinde ne yapmışlar bu dosyayla ilgili olarak bu dosyayı yazan ilkinde Kazım Özok duruyordu, şimdi bunu Şafak Yürekli yazmış diye değiştirmişler Şafak Yürekli’nin gününü aynı bırakmışlar 7 Temmuz öbürü de 7 Temmuzdaydı unutmayalım. Bu sefer saatini değiştirmişler ve de Kazım Özok’un ilk yazdığı ilk oluşturma tarihinde Şubat 4 2008 diye, 7 Temmuz da yaratılmıştı dosya şimdi Şubat 4’ünde yaratılmış Şafak Yürekli değiştirmiş ama saati değişti bu sefer. Yani bir kere aynı dosyanın iki özelliği bu şekilde olması mümkün değil. Bu dosyayla görüştüğün değiştirildiğinin bunu inceleme sırasında üç dakika içinde yukarıdaki ekranla aşağıdaki ekran üç dakika sonra alınmış demek ki birisi bunun üzerinde oynamış. Sahte dosya yaratılmış. Şimdi bu 76. klasördeydi şimdi ikinci klasöre geçelim 79. klasörün sayfa 30/477’si 79. klasör 30. sayfaya geleceğiz. Yine aynı dosya 30 evet yine burada bakın baş tarafta yazıyor 50 numaralı CD diyor burada. Bu sefer bu dosyayla ilgili olarak baktığımız zaman burada Create date olarak 05.09 ve last son gün olarak da yine 7 Temmuz bu sefer saatleri değişmiş durumda. Yani bunun üzerinde hep oynanmış delil üzerinde oynayarak değişiklik yapılmış. Evet, buradan madde 5 diye başka bir konuya geçiyorum. Polisin benim ev ve iş yerimde bir hakkımda delil bulmayacağını bildikleri için telefonumda zaten tutuklanmadan on gün evvel 29 Aralık 2008 de dinlenmeye alındığı için esasında deniz kuvvetlerine bulaşmak deniz kuvvetlerine saldırmak için beni köprü olarak kullandılar ve deniz kuvvetlerine ait bir sürü sahte veya çalıntı gizli belgeleri toplayarak bunları CD’lere koyup şirketime koymuş durumdalar. Yine burada hapishanedeyken izlemiştik televizyon haberlerinde bir polis kuyumcuya gidip esrar koyuyor o kuyumcu alınıp hapse atılıyor hapisten çıktıktan sonra da kameralarda izliyor bakıyor bunu polisin koyduğunu tespit ediyor. Bu polis hakkında suç duyurusunda bulundu polis görevden alındı onun hakkında soruşturma açıldı. Bunları televizyonda izledik. E bana da uyuşturucu koysa olmayacak bana da sahte bu belgeleri koymuşlar. Fakat bu belgeler nerede şirketimde ortalık yerde kilitsiz yerde ön tarafta elemanların olduğu yerde. Ben gizli askeri bilgileri çok gizli askeri bilgileri alacağım bunları CD’lere koyacağım ve bunları elemanların oturduğu masalara ortalığa benim odamda da değil diğer odalara yayacağım. Ben o kadar aptal bir insan mıyım yani bu normal hayatın olağan akışına aykırı bir durum. Bütün benim suçlamalarım o iki tane bellek 5 CD bir tane de DVD onun dışında başka hiçbir şey yok. Bu belgelerden iki tanesi iki belleği de polis şirketten alınan diğer disk dizüstü bilgisayar var. Başka şirketten toplanan başka diskler disketler video kaset cep telefonum sim kartım bunların hepsi teslim edildi. Bunların hepsini hazırlayıp bunu bir teslim belgesiyle 29 Ocak tarihinde verdi. Burada da seri numarasız olan kingston bellek ile stormax var onun seri numarası var. Bunların bana ait olmadığını şirket yetkilisi kızım Aydeniz Yıldırım alırken de bunları söylüyor ve almak istemiyor ama polis bunların hepsini beraber hazırladık ya bunları alacaksın ya olmazsa hiç birini vermem şeklinde deyince mecburen hepsini beraber de o suç unsurları da geri verilmiş oluyor CD’ler hariç. O iki tane bellek için. Bu da normal bir durum değil. Madde 6, diğer bir konuya geçiyorum. Bu gazeteci Soner Yalçın şöyle bir kitabı var. Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor. Ben bu kitabı yeni okudum savunmamı yaptıktan sonra okudum. Bu kitabın beşinci bölümünde Amerika’daki Türk polisleri ile ilgili kısım var sayfa 204’den 234’e kadar bu kısımlarında fotokopisini çektim dilekçeme ekledim. Burada Türk polislerin ABD Utah eyaletinde çalışmalarını anlatıyor. Özellikle sayfa 212 de Türkiye de gizli olan pek çok devlet belgesi ve başta TSK’nın üst düzey komutanlarıyla ilgili olmak üzere pek çok kişisel günlük önce Utah’a gidiyor ve buradan servise konuluyor Utah merkezli bu psikolojik harbi kimler niye yürütüyor. Taraf gazetesi yazarı Utah’daki Emre Uslu’nun gerçek adı Emrullah Uslu. Önder Aytaç ile beraber onları anlatıyor. Daha sonra sayfa 219 da ben özet yazarak çok kısa anlatıyorum. Amerika da bir servis sağlayıcı üzerinden bu bilgiler ortalığa çıkarılıyor servis sağlayıcı dediğim de bilgisayar web sitelerinin sunucu olarak bilgisayarda barındırılması hizmetini veren şirketler var. Yine burada yazıda Genelkurmay Andıç’ı olarak bilinen TSK’nin bazı gazeteciler yazarlar, işadamları ilgili raporlarını içeren belgeler Genelkurmay savcılığının yaptığı açıklamaya göre 12 Ekim 2006 tarihinde ordudan çalınmıştı. Genelkurmayın yaptığı soruşturmaya göre bu belge önce Utah’a gitmiş buradan Türkiye’ye servis edilmişti. Yine eski deniz kuvvetleri komutanı oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen ve içinde darbe planlarını anlatıldığı günlükler de Utah üzerinden Türkiye’ye gelmişti. Denizciler sitesi nokta com var bu da yine Utah’dan yayın yapıyor. Sayfa 220 de nokta taraf gazeteleri bu haberleri yandaş medyanın ordan aldığı haberleri yaptıklarını yolsuzluk.com rüşvetçi soygun gibi bir takım siteler var burada detaylı adresleri var. Bunların da kaynağının Utah olduğunu yazıyor. Bu işleyiş nasıl gerçekleşiyordu, çalınan belgeler Türkiye’deki internet bağlantısı olmayan bir bilgisayarda elektronik ortamda kopyalanıp ardından herhangi bir internet kafeden mail olarak Utah’a gönderildi. Utah’dan sahte isimle site alan alıcı ise bunu siteye ekledi böylelikle bu belgeler yayınlanmış oldu. Bu yayın hemen Türkiye’deki yandaş medyanın kulağına fısıldandı ve yandaş medya Utah adını geçirmeden ilgili sitenin adını kullanarak haberi alıp yaptı. Böylece hem haberi veriyorlar hem de yasal sorgulamadan kurtarılmış oluyorlar belgeyi de yayınlamış oluyorlar. Bununla ilgili yine Emrullah Uslu’nın Amerika da James Stone vakfı diye bir vakıfta çalıştığı bunlar hep kanunsuz olaylar. Yine 8 yıldır ABD de Emrullah Uslu’nun bulunduğu üç ayda bir okyanus aşırı uçamıyor diye doktor raporu alıp Türkiye’ye gelmediği ki bu Türkiye de ilk defa böyle bir şey oluyor. 2001 Ağustosunda gitmiş sonunda 2009 da Türkiye’ye dönmek mecburiyetinde kaldı. Bunlarla ilgili benim yorumum daha evvel savunmada da belirtmiştim o sahte demin de gösterdiğim DVD 117 de belirtilen maskesi düşenler dosyası da yine ben tutuklandıktan 9 ay sonra 21 Ağustos 2009 tarihinde ABD Utah eyaletinde fas domain.inc şirketine aittir. Bunu söylemiştim. Benle üye ilgisi yok onu da benim o sahte dosyaya koymuşlar. Buradaki bilgileri de aldığım için bunlarla beraber tekrar bir toparlayıp size sunmak istedim. Madde 7, Nisan 2009 da Kıbrıs da seçimleri biliyorsunuz Derviş Eroğlu tek başına kazandı ama oradaki Kıbrıs halkı yavru Ergenekon yalanını yutmamıştı. Bu ben savunmamda söylemiştim. Ama savunmadan sonra yeni Nisan 2010 da Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Eroğlu ilk turda yüzde elliden fazla oy alarak tekrar seçildi. Darısı Türkiye’nin başına deyim. Madde 8, yine gazetelerdeki habere göre anayasa mahkemesi başkanı Haşim Kılıç 22 Nisan 2010 tarihinde yaptığı konuşmada cezaevlerinde 116 bin kişiden 60 bininin yani yüzde 52’sinin tutuklu olduğunu bunu bir tedbir niteliğinde tutukluluğun erken cezalandırma yöntemine dönüşmesi insanoğlunun da onarılması güç yaralar açmaktadır. Zira insan onuru sadece imtiyazların ve itibarların değil kayıtsız şartsız herkesin taşıdığı temel bir değerdir ceza davaları ortalama dört yılda sonuçlanıyor bize yakın yada ötekine yakın hakim ve mahkeme ayırtının söyleme dönüşmesi yargının da hukuk devletinin de çöküş habercisidir. Neyse yazı bu şekilde devam ediyor. Devamını okumadan yani bizde burada suçumuz daha belli olmadan sahte delillerle uzun süredir tutuklu bulunuyoruz. Madde 9, 20 Nisan 2010 Milliyet gazetesinde Obama Türkiye’yi Türklere sevdiremedi. İngiliz, kuruluşu BBC yaptığı bir ankete göre çeşitli 28 ülkede araştırma yapılmış Türklerin sadece yüzde 13’ü ABD’ye olumlu bakarken yüzde 70’i olumsuz bakıyor. Buna benzer ben savunmamda bir takım hususlardan bahsetmiştim bu yeni olduğu için tekrar söylüyorum. Madde 10, yine 18 Nisan 2010 tarihli Hürriyet gazetesi ekonomi sayfasından bilişimde üç bin dolar bir kişiye iş yaratıyor. Biliyorsunuz ben bilişimciyim bilişim şirketim var. Üç bin dolarla şirkete bir elemana iş yaratabiliyorum zaten şirkette boş yerde var kriz dolayısıyla eleman benim de burada bulunmam dolayısıyla eleman sayımızda azaltmak durumunda kaldık. Bilgi teknoloji ve iletişim kurumu başkanı Tayfun Acerer diyor ki, bir kişinin istihdamı için imalat sektöründe yüz bin dolar, turizmde elli beş bin dolar, tarım da kırk bin dolar yatırım gerekirken bilişim sektöründe bu değer sadece üç bin dolardır. Yine diğer farklı sektörlere baktığımız zaman katma değer açısından bakarsak bilişim sektöründe bu otuz bin dolar yani ben üç bin dolar yaratıp otuz bin dolarlık katma değer yaratırken sanayide katma değer sekiz bin tarım da dört bin dolar civarında. Yazılım sektöründe temin eden gelirin de onda dokuzu ülkede kaldığı ve katma değere dönüştüğü bilgisini veriyor. Bunları niye söylüyorum Türkiye beni burada tutmakla bu kadar rakamlardan kaybetmiş oluyor. Sade benim burada bulunmam önemli değil. Madde 11, benim değişik etnik ve siyasi gruplardan dostlarım, müşterilerim, elemanlarım, öğrencilerim, stajyer öğrencilerim vardır. Hem okulda öğrencilerim hem şirkette staj yapan öğrencilerim vardır. Benim suçlu gibi uzun süredir tutuklu kalmam şahsıma ve şirketime onarılmayacak maddi ve manevi zararlar vermektedir. Madde 12, bunları ben ek, ek olarak bu söylediğim gazete kupürlerini de ek olarak koydum. Mesela EK7’de bunu koydum yeni bir olay. AKP Ankara milletvekili Zekai Özcan partisinden istifa etti. Bu da ben savunmamı yaptıktan sonra oldu. İşsizlik artmasına rağmen hükümetin yanlış ekonomik politikaları sürüyor AK parti problemlere çare aramak bulmak kimsesizlerin kimsesi olmak yerine kolay bir yol seçerek mazlum dindar muhafazakar ve yoksul Anadolu insanının hislerini istismar edip bu derin ekonomik çöküşü örtmeye çalışmaktadır. Şimdi okuyacağım kısım önemli, toplumda var olan kutuplaşmayı giderecek yerde demokratik açılım altını çizerek okuyorum Roman açılımı, Alevi açılımı adı altında boş projelerle etnik yaralar kaşınıyor. Bunu kim söylüyor ben burada savunmada da benzer hususları belirtmiştim özellikle bunu söyleyen AKP Ankara milletvekili Zekai Özcan. Bu dediklerimi söyleyip partisinden istifa ediyor. Bende aynı şekilde savunmamın başında 8 Nisanda ilk günü aynı Roman açılımı, Alevi açılımını uzun uzun anlatmıştım. Demek ki, Alevileri kaşıma tuzağı ve Roman açılımı ekonomik kriz diye ben bu başlıklarla anlattım. Arkadan AKP milletvekili istifa etti. O benden kopya çekmediğine göre bende daha önce burada söylediğime göre bende ondan kopya çekmedim demek ki, bende aynı şeyleri düşünüyorum bilmiyorum o AKP milletvekilinin de Ergenekoncu mu diyecekler onu da bilemiyorum. Madde 13, ben savunmamda demiştim ki, eski Genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın adının geçtiği bana bir e-posta bir gruptan gelmiş. Adını da bilmediğim bir kişiden bir posta gelmiş bunu iddianameye koymuşlar. Çünkü demiştim ki, yandaş ve yanaşma medyada özellikle sözde bir numara diye İsmail Hakkı Karadayı’ya eski Genelkurmay başkanına saldırı var diye de savunmamda belirtmiştim. Sanki ben böyle söylememişim EK8’de buraya koydum vakit gazetesi 14 Nisan 2010 Çarşamba günü sayfa 20 haberinde şöyle yazıyor. Ergenekon davasının 54. duruşmasında tutuklu sanık Hasan Ataman Yıldırım eski Genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın Ergenekon terör örgütünün bir numarası olduğunu ileri sürdü. Ben öyle bir şey demedim. Yandaş basın böyle saldırıyor dedim. Ama bu sanki ben söylemişim gibi buraya yazmış. İşte bu yandaş basının TSK’ya saldırının canlı bir örneğidir. Yine bu haberin devamında vakit gazetesi diyor ki, balyoz darbe planında adı geçen kuzey deniz saha eski komutanı emekli korgeneral altını çizerek söylüyorum korgeneral Feyyaz Öğütçü ile sınıf arkadaşı olduğunu söyleyen Yıldırım. Feyyaz Öğütçü ile yemeklerde bir araya geldiklerini söyledi şeklinde yazıyor. Bir kere bu vakit gazetesi yazık ki, denizciyi korgeneral yaptı doğrusu koramiral olacaktı. Yine ben sınıf yemekleri olarak sınıf arkadaşım Feyyaz Öğütçü’yle bir araya geldiğimi söylemiştim ama anlatırken burada çok açık olarak söylemiştim bu yemekler bizim sınıf yemekleri olup eşlerimizin katılıyor çocuklarımız hatta damatlar gelinler torunlar dahil elli kişilik yüz kişilik genelde senede bir olur bütün toplantılara hepsine bende katılmadığım Feyyaz’ın da katılmadığı olmuştur. Belki dört beş toplantıda bir araya geldik ama o toplantılar bir iş toplantısı değil. Bütün ailelerce beraber yaptığımız bir toplantı ve burada aynı masada dahi oturmadık çünkü benim bilgisayarlarımda resimler var hangi masalarda oturduğumuz aynı masada dahi kendisiyle oturmadık. Sanki bunu bir örgüt yemeğiymiş gibi ben yemeklerde bir araya gelmişim şeklinde gazete sunuyor. Bu vakit gazetesinin haber çarpıtmasıdır. Madde 14, son maddeye geleceğim başkanım mahkemenizce iddianamesi kabul edilen kamuoyunda Dursun Çiçek ıslak kuru imza diye geçen bir iddianame var bilinen, bu yeni iddianamenin sayfa 100 orda şöyle yazıyor. Tutuklu sanık Hasan Ataman Yıldırım ifadesinde, Naryaz limitet şirketinin kendisine ait olduğunu beyan etmesinden Hasan Ataman Yıldırım’ın Serdar Öztürk ile irtibatlarının olduğu anlaşılmaktadır diye yazılı. Şimdi nereden çıkmış bu. Ben 27 Ağustos 2009 tarihli mahkemenize verdiğim dilekçenin sayfa 2/4 belirttiğime göre şöyle demiştim. Emekli Albay Mustafa Levent Göktaşı hapishanede tanıdığımı, onun avukatı gazi üsteğmen avukat Serdar Öztürk hem benim hem de Levent Göktaş için Ankara Cumhuriyet başsavcılığına 2009/8745 dosya no ile 16 Ocak 2009 tarihinde suç duyurusunda bulunduğunu bu hususun Star TV Uğur Dündar’ın arena programında 2 Şubat 2009 akşamı geç saatlerde yapılan oturumda açıklandığını belirtmiştim. Avukat Serdar Öztürk’ü daha önceden tanımam. Kendisi avukat olarak bana yardımcı olmak için sahte dijital bellekler için Levent Göktaş dilekçesiyle beraber savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Ayrıca Silivri hapiste ben bulunduğum zamanda şirketimi arayarak dilekçe konusunda bilgi verdiğini düşünüyorum. Avukat Serdar Öztürk ile ilk defa kendisi de tutuklandıktan sonra Silivri hapishanesinde karşılaştım. Daha önceden herhangi bir temasım telefon konuşmam yoktur kendisini tanımıyordum. Zaten Silivri hapishanesinde de başka koğuşlarda kalıyoruz kendisiyle herhangi bir çalışmam olmamıştır. Ama bir avukat benim şirketimi arıyor diye benle örgüt bağlantısı kurmaya çalışıyorlar. Böyle saçma bir şey mi olur. Şimdi taleplerime geliyorum. Talep 1, 53. duruşma neticesinde bende çıkan CD’lerin içinde emanette olup da bu temiz olanların bana verilmesini talep etmiştim. Bunun naip hakim incelemesi devam ettiğinden bu talebin reddine denmişti. Ben burada talebimi şöyle tekrar yeniliyorum. Suç unsuru bulunmayan CD’lerimin şirkete iade edilmesini talep ediyorum. Orda belli suç unsuru olmayanlar. İkinci talebim, yine suç unsuru bulunan beş CD ve DVD bu sahte DVD’ler bunların içeriğini görmek bunları almak istemiyorum. Ancak bu CD ve DVD’leri sahtekarlığı demin burada çıkardığım gibi teknik olarak ortaya çıkarmak için ben ve naip hakimin beraber tetkik inceleme yapılmasına müsaade edilmesini talep ediyorum. Yani ben o dosyaların içeriklerini değil dosya özelliklerini görüp oradaki aksaklıklardan sahtekarlığı ortaya naip hakimle beraber çıkaralım diye talepte bulunuyorum. Madde 3, talebim üç numaralı talebim, sahte belleklerin acilen incelenmesini talep ediyorum. Yine 16 Nisan 2010 57. duruşma sonunda madde 10 da sanık Hasan Ataman Yıldırım müdafiinin dosyaya dilekçe ekinde poşet içerisinde sunmuş olduğu o bize verilmiş olan sahte bellekleri mahkemeye iade etmiştik bir adet flash bellek ve hafıza kartı yine bu hususta naip hakim tayin edildi kendisine Hüsnü Çalmuk’u yetki verildi. Zaten bana ait olmayan bu belleklerin incelenmesi durumu değiştirmez bunun benle hiçbir ilgisi yok. Fakat yine de bu incelemenin biran evvel yapılmasını talep ediyorum. Çünkü inceleme geciktikçe ben aylarca yine içeride kalabilirim. Madde 4, yani 4 numaralı talebim. Gerekçeli tahliye talebim. 16 aydan fazla tutukluyum. Kaçma durumum yok, evim, yerim, yurdum belli bunları kısa geçmek istiyorum. ama benle beraber tutuklanan Hüseyin Vural Vural Albay ve İlyas Çınar kendisi burada mahkemeye hep gelip gidiyorlar kaçmıyorlar üstelik yurtdışına çıkışları da var yurtdışına da gidip geliyorlar. Ben burada hangi delili karartacağım hangi delil var deliller sahte. Her şey toplanmış durumda sahte delilleri koymuşlar istedikleri gibi oynuyorlar masum biri olarak burada duruyorum 60 yaşına geldim sağlık durumum da çürük değil ama o kadar da sağlam değilim bir genç insan kadar da değilim. Tahliyemi talep ediyorum Sayın başkanım tekrar Sayın başkanım Sayın mahkeme heyeti Sayın Savcılar ve salondaki herkese saygılarımı sunuyorum. Bunu komple ekleriyle beraber dilekçemi sunuyorum teşekkür ederim.”
Dostları ilə paylaş: |