13. AĞIr ceza mahkemesi ( cmk 250 maddesi İle yetkiLİ ) duruşma tutanağI



Yüklə 448,89 Kb.
səhifə2/6
tarix26.07.2018
ölçüsü448,89 Kb.
#59393
1   2   3   4   5   6

Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu sırada başka suçtan tutuklu sanık Sedat Peker’in cezaevinden getirildiği görüldü.

Bağsız olarak huzurdaki yerine alındı.

Ayrıca Baro temsilcisi Av. Tülay Odabaşı’nın geldiği görüldü.

Huzurdaki yerine alındı.

Mahkeme Başkanı: "Beyanda bulunmak isteyen? Buyurun Muzaffer Bey.”



Sanık Muzaffer Tekin söz istedi verildi: “Sayın Başkanım, Değerli üyeler, huzurda dinlenen tanıklarla ilgili söz hakkım olduğu için hazırladığım metnin dışında hızlı hızlı geçeceğim ve zamana da riayet etmeye gayret göstereceğim. O konuda bir tolerans bekliyorum. 23 Ocak 2012 tarihli 111. celsede dinlenen Gizli Tanık Poyraz, Ankara’da Sheraton otelde ve bir jandarma noktası deyip açıklamadığı müphem bir yerde beni gördüğünü ifade etti. Bahse konu otele hiç gitmedim. Konuşmasının beni monte ettiği ana kadar olan kısmını tutanaklardan izlerseniz, hiç ilgisiz bir mevzuya bir anda beni sanki bir vahiy gelmişçesine ilave ettiğini anlamanız zor olmayacaktır. 3.8.2008 tarihinde savcılık ifadesinde, hakkımda bir kelime söz etmeyen bu insanın huzurda ismimi telaffuz etmesi de kendi malum geçmişine beni özdeşleştirme gayretidir. Zira bu profilde bir insan ile hiçbir ortamda bir araya geleceğim düşünülemez. 2000’li yıllardan bugüne kadar kendisinin içinde olduğu çok önemli olayları hatırlamayan bu gizli tanığın, 93, 96 yılları arasında beni görüp, üstelik hiçbir irtibatım olmadığı göz önüne alındığında 2012 yılında benim ismimi hatırlaması doğal mıdır? Bu hayatın olağan akışına aykırıdır. Üstelik menfur Danıştay olayına kadar da Muzaffer Tekin ismi hiçbir yerde gündeme gelmemiştir. Benim JİTEM elemanı olduğumu Türkiye’nin her yerinde olduğumu ifade eden gizli tanık ısrarla sorduğum rütbemi hatırlamamış fakat görevde olduğumu kesin olarak ifade etmiştir. Ben 1985 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığından piyade subayı olarak emekli oldum. Bu dönem içinde de orduda hiçbir istihbarat biriminde görev almadım. Çünkü bu bir ihtisas işidir. Bunu da görev yaptığım ilgili kuvvetten öğrenebilirsiniz. Jandarma Genel Komutanlığı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı arasındaki fark, denizci bir subay ile karacı subay arasındaki fark kadar net ve açıktır. Sadece birtakım isimleri karalamak için ve irtibatlı oldukları kurgusunu devam ettirmek adına bu şahsa attırılan iftira yukarıdaki somut diyalog ve açıklamam ile de çökmüştür. Hiçbir dönem istihbarat kursu görmemiş piyade subayı, jandarmanın istihbarat biriminde görev yapabilir mi? İnsan bunları söylerken biraz düşünür, bir o kadarda sıkılır. Ayrıca Arif Doğan’ı basın haricinde, basında ismi yer alana kadar hiç görmedim, bir araya gelmedim. Israrla söylüyorum Sayın Veli Küçük ve Sayın Sedat Peker ile de 2000’li yıllardan sonra tanışmam ve ondan sonra görüşmem beşeri ilişkilerim olmuştur. 90’lı yıllarda kesinlikle olmamıştır onu da arz ediyorum. Huzurda dinlenen hemen hemen aleyhimize ifade veren tanıkların tamamının çok itibarlı oldukları göz önüne alındığında ve adeta her söylediklerinin kesin doğru olduğu kabul edildiği için bizlerinde sanık yaftası ile kendimizi ifade etmemiz çok zor oluyor. Emekli olduğum dönemde kardeşimin faaliyette olan petrol şirketinde yıllarca beraber çalıştık. İstanbul’da doğalgaz ile ısıtma gündeme gelene kadar en faal petrol ofis bayilerinden birisi idik. Tanığın JİTEM görevlisi olarak beni gördüğünü iddia ettiği 93, 96 yılları arası ise bizim işlerimizin en yoğun olduğu yıllardı. Kış aylarında gece yarılarına kadar dağıtımlar yapar, birçok konutta da emekli askerler ve öğrencilerim bu hususa tanıklar ederlerdi. Müstakil binalara yakıt verdikten sonra çayımı içmek, kısada olsa sohbet etmek adına müşterilerim büroma gelir bunun içinde fatura bahane olurdu. Müşterilerimle aile gibiydik. Bu yıllar arasında bir kez 1994 yılında KKTC vatandaş… vatandaşlığı şahsıma teveccüh edildiği için Kıbrıs’a gittim. 90’lı yılların sonuna kadarda bu yoğunluğum devam etti, Sayın Başkanım. Bunun için bunların doğruluğunu ispat için onlarca müşterimi burada tanık olarak arz edebilirim. Ayrıca bulunduğum hanın han sahibi, büromun aynı zamanda büro sahibi, kiracısı olduğum şahıs ayrıca hanın odacısı, çaycısı ve en önemlisi de hiç aksatmadığım fahri olarak başlattığım Kadıköy belediyesinde ilk kez sağlıklı yaşam için toplu spor aktivitesini başlatan ve iki bin düzeltiyorum, 1992’den 90’ların sonuna kadar 98, 99’a kadar yürüttüğüm bir spor aktivitesi vardı. Bununla ilgili teferruatlı bir metin ve belgeler hazırladım. Vaktinizi almamak için onun mahkemenize arz edeceğim. Yalnız, Sayın Başkanım, bu fahri olarak başlattığım ve Kadıköy belediyesinin ısrarla politize etmek istediği olaya kimseyi dahil etmedim. Sonuçta kabul ettiler ve hizmetlerimden ötürü de teveccüh buyurdular. Bir şilt takdim ettiler. Bunu şu anlamda size gösteriyorum orijinalini, fotokopilerini arz ettim. Burada da Müge ve Zafer Tekin olarak geçiyor. Yani kod adı Zafer, sıkça işlenen şeyin yakından görmek isterseniz.”

Mahkeme Başkanı: "Ne zaman verildi o plaket?”



Sanık Muzaffer Tekin: “Üstünde var efendim 23’ünde 23 Nisanda şilt yapılmış. 98’de de şahsıma takdim edildi. Dosyada da onu teferruatlı olarak bütün bilgilerle takviye ediyorum. Sayın Başkanım, Değerli Üyelerim, geçmişte hakkımda atfı cürümlerde bulunan Talip Doğan Karlıbel aynı yalan ve iftiralarına huzurunuzda da 209 ve 210. celselerde de devam etmiştir. Hakkında açtığım davalar birtakım olumsuzluklar yüzünden takip edilemedi. Tutanaklar elime geçtiğinde Karlıbel hakkında hukuki girişimlerimi yineleyeceğim. Bizlere yaşatılan maddi manevi sorunlara ilave en önemli neden, Türk hukukunun yüz akı İstanbul hukuk fakültesini birincilikle bitirmiş olan adı geçen fakültenin tarihinde başarı derecesine erişilmeyen Avukat Kemal Kerinçsiz’in sadece beni savunduğu düşüncem ile tutuklanmasıdır. İnanıyorum ki savunmanlık görevi elinden alınmasaydı bu tertibin arka planı açığa çıkacak, dolayısıyla da bizlerin dışında ülkemiz böylesine büyük sorunlar yaşamayacaktı. Tanık Karlıbel sorgusunda çok önemli ifşaatlarda bulunmuştur. Birincisi, şahsıma iftira atma gerekçesini itibarsızlaştırmak için yaptığını kendi ağzıyla huzurda ikrar etmiştir. Kendisini tanımadığım için benimle kişisel bir sorunu olmamalıdır. Problemi Atatürk milliyetçiliğine dayanan laik, demokratik, sosyal hukuk devletine Cumhuriyetimizi ve ulusal devletimizi savunmaktaki kararlılığımızdan kaynaklanmaktadır. Bunun böyle olduğu kitabında açıkça belirtildiği gibi sorgusunda da net olarak ifade etmiştir. Halbuki bunlar benim vatandaş olarak en tabi anayasal görevimdir. 2. önemli ifşaatı ise andır kavır acınt unvanlı tescilli ajan Talip Doğan Karlıbel’in Almanya ilgili istihbarat birimleri ile hareket ederek Türkiye Cumhuriyetinin Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı birimlerini dinledikleridir. Bir anlık gaflet ile söylediğini düşündüğüm bu ifadeleri beni dehşete düşürdü. Niçin mi? Türk devleti aleyhine faaliyette bulunan Türk vatandaşı, tescilli Alman ajanının bizler aleyhinde burada tanıklık yapması. Yine gözlerimi kapattım, ruhu şad olsun, milli şehit kaymakam Kemal Beyi düşündüm. Sayın Heyet, TCK 128. madde yargı mercileri ve idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru iddia ve savunmalar kapsamında kişilerle ilgili somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez, ancak bunun için isnat ve değerlendirmelerin gerçek ve somut vakalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekmektedir, demektedir. Elie Vizıl adaletsizliği engelleyecek gücümüzün olmadığı anlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğimiz bir zaman asla olmamalı, der. Devletin en üst kademesinde görev yapanlar, haklarındaki eleştiri ve ithamlara tahammülsüzlüklerini kamuoyu önünde sıkça bunları söyleyenler ispat edemezler ise alçaktırlar, namussuzdurlar demelerine rağmen ben namussuzlukları tescil edilmiş kişilere bile namussuz demekten imtina ederek onlardan çok daha namusluyum diyerek yine de bir nezaket sergilediğimi düşünüyorum. Geçmiş celselerde, Talip Doğan Karlıbel hakkında sıkça yalan üretme merkezlerine hizmet eden tescilli bir Alman ajanı ifadesini kullanmıştım. İlk kez duyduğum yalan üretme merkezi ifadesini de çok enteresandır ki, kendisi bir tv kanalında telaffuz etmiş ben de o vesile öğrenmiştim. Karlıbel’e 2006 yılında yazdırılan kitapta benden bir tek satır bahsetmediğini kendisi mahkemenize arz etti. Halbuki 2003 yılında gerçekleştiğini iddia ettiği olayları bunca yıl gündeme taşımadı da, hazır 2006’da kitap yazdırılmış iken bu atfı cürümlerini yapamaz mıydı? Hayır. Çünkü o tarihte Muzaffer Tekin’e tertip heyeti iftira atmayı planlamamıştı. Peki, 2007 Ekim ayında neredeyse okuyucusu olmayan bu kitap niçin tekrar piyasaya sürüldü? Çünkü, Muzaffer Tekin’den bir örgüt profili çıkarmak için onun önce toplum nezdinde karalanması, itibarsızlaştırılması gerekiyordu. Ümraniye soruşturması ile gözetime alınıp tutuklanmamdan 3 buçuk ay sonra bahse konu kitabın yazdırılması ulusalcı dalgayı aşacağız diyen zihniyete hizmet eden merkezin Karlıbel aracılığı ile kişiliğime yaptıkları kendisinin de ifade ettiği gibi itibar infaz girişimidir. Hani iddianamede sayfa 616’da geçen Gülen odaklı merkezlerce Muzaffer Tekin’e uyuşturucu tuzağı kurulacak uyarısı vardı ya, bu onun ahlaki, vicdani, hukuki olmayan başka bir versiyonu olarak hayata geçirilmek istenmesidir. İşte o merkez sahte deliller üreterek piyasaya sürüyor, gazeteci kılığındaki ajan provokatörlerde bunları pazarlama yarışına giriyorlardı. Tertip merkezinin kullandığı isimleri mercek altına aldığınızda gerçeği görebileceğiniz gibi ısrarla söylediğim asıl örgüte de ulaşabilirsiniz. Yalan haberler, sahte belgeler bunlar üzerinden hazırlanan fezlekeler bırakınız kamuoyunu muhtemeldir ki, iddia makamındaki savcıları bile etki altına alıyordu. Çünkü Cumhuriyetin savcıları asla bir tertibin içinde olmazlar. Bunun böyle olduğunu da Sayın Mehmet Ali Pekgüzel’in Talip Doğan Karlıbel’in tanık sorgusundaki yüz mimikleri ve vücut dilinden anlamak mümkündü. Zira laf kalabalıklığı ile resmi belgeleri bile geçersiz kılmaya çalışan Karlıbel, Sayın Savcımız ile birebir görüşmelerinde kendisini ne kadar saygın ve inandırıcı lanse etmişti kim bilir. Üstelik Cumhuriyet savcısına sahte belge sunabilecek cesarette olduğunu aklının ucundan dahi geçirmemiştir. Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söylermiş. Talip Doğan Karlıbel Üsküdar 4. Hukuk Asliye Ceza Mahkemesinden aldığı karar ile dolandırıcı olduğunu mahkemenize arz ediyor. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/118-279 sayılı kararının tetkikinde, sanık Talip Doğan Karlıbel aleyhine dolandırıcılık suçundan açılan dava olduğu, 14.12.2005 tarihinde sanığın 5237 sayılı yasanın 157/1 maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve 100 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına, TCK 43 maddesi uyarınca cezanın 1/3 oranında artırılarak 4 yıl hapis ve 133 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, kararın Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanlığının 4.4.2007 tarih 2007-1230-2402 sayılı kararı ile zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği görülmüştür denmektedir. Tescilli Alman ajanı aynı zamanda dolandırıcıdır. Bu da mahkeme kararı ile tescil edilmiş, fakat zaman aşımına uğradığı için karar uygulanmamıştır. Erdeme bakınız. Bir insanın yalan üretme merkezlerine hizmet edip gözünü kırpmadan kişi ve kurumlara iftira atmasının mutlak bir arka planının olduğunu hep düşünmüşümdür. Huzurunuzda yeminli ifade veren ve sorgulanan tanık tescilli asil asil Alman ajanının geçmişindeki henüz bilinmeyenlerin aydınlatılması da Yüce Türk Adaletinin Cumhuriyet savcılarına aittir. Hayatımın hiçbir döneminde yasadışı bir eylemin içinde olmadım. Bana muhbirlik, uyuşturucu tacirliği teklif edecek veya o yafta yaftayı bana yapıştıracak adam anasından doğmamıştır. Ben kendi onurum ve şerefimi her ahval ve şartta korumaya muktedirim. Hukuk devleti ve yargının onurunu korumakta siz Sayın yargıçların asli görevidir. Anayasamızın 138. maddesi sizlerin gücünüzün tarifidir. Adil davranmanız ise tüm mazlumların gücüdür. Ekte sunduğum belgelerden sonra müfteri olduğu konusunda en küçük bir şüphe dahi duymayacağınız Talip Doğan Karlıbel hakkında mahkemenizin gereğini yapacağına ümit ediyorum. Bunlar şey olduğu için Sayın Başkanım, zaman alacak size takdim ediyorum. Şeylerim orada mevcut.”

Mahkeme Başkanı: "Tamam. Süreniz doldu toparlayın.”

Sanık Muzaffer Tekin: “Çok az kaldı 2, 3 dakikalık. Şimdi Sayın Başkanım, tutuklandıktan sonra nasıl örgüt üyesi yapıldığımın daha önce arz etmiştim bir belgesini burada gündeme getirmek istiyorum. Biraz sonra takdim edeceğim. Sayın Başbakan diyor ki, o zaman daha ben gözetimdeyim. Örgütü diyor bulmak istiyorsanız diyor, Ümraniye’deki bombalar bakın. İşte diyor örgüt, çete. Ama soruşturma gizliliği var, hukuk devletindeyiz. Ümraniye’de ele geçirilen bombalar ile Muzaffer Tekin’in bir irtibatını bugüne kadar şey yapabildiniz mi, tespit edebilirdiniz mi Sayın Başkanım? Ama o zaman Sayın Başbakan örgüte ulaşacaksanız Ümraniye bombalarına bakınız dedi. Sonra ne oldu, Sayın Başkanım? Danıştay davasının mahkeme sonucundan sonra o zamanki Adalet Bakanının demeçlerini lütfen hatırlayınız. Evet buldum şeyi, şunu size arz edeyim. Zaman almamak için hepsini okumuyorum. O zaman çok enteresandır ki Adalet Bakanı aynen şu ifadelerde bulundu. Haklarında operasyon yapılan birtakım mensuplarının tutuklandığı Ergenekon çetesiyle öyle bir örgütlenmeyle o zaman ismi belli değildi, bağlantılı olduğuna dair izlenimler edinmiştim. Bu örgüt adına cinayet işlendiğini tahmin etmiştim. Yani Danıştay cinayetini daha tespit edilemeyen örgüt tespit edilemeyen örgüt işlemiş. Bir hukuk adamı tahminle örgüt yaratıyor. Aynı süreç şimdi Hrant Dink davası mahkeme kararlarının açıklanmasından sonrada yaşanmaya başlandı. Bugün ise çok önemli dikkatinize çeki… çekiyorum Sayın Başkanım, Ertuğrul Günay açıktan Yüce mahkemenize talimat vererek bizlerin cezalandırılmasını istiyor. Halbuki biraz önce arz ettiğim Anayasanın 138. maddesi telkin tavsiyede bulunamaz diye çok açıkça belirtmiş. Bakınız ne diyor. Artık bir mahkumiyet kararı görmek istiyorum ve devam ediyor, hedef gösteriyor. Kaç yıl oldu ben sonuç görmek istiyorum. İsim saymayayım, ama hepimizin vicdanlarında mahkum olmuş olan Danıştay saldırısı gibi eylemli olarak bu işin içinde olduğunu bildiğimiz birtakım isim ve çevreler var. Bunlarla ilgili bir mahkumiyet kararı görmek istiyorum. Bunu da Başkanımıza arz ediyorum ve bitti.”

Mahkeme Başkanı: "Muzaffer bey söylememize gerek yok ama gene söyleyim. Bu dava dışı beyanlardır. Mahkememizi hiç bağlamaz.”

Sanık Muzaffer Tekin: “Ben ona inandığım için şöyle toparlıyorum sonucu efendim.”

Mahkeme Başkanı: "Anladım. Buyurun.”

Sanık Muzaffer Tekin: “Şimdi Sayın Başbakan örgütü işaret etti ve ben örgüt yöneticisi olarak 5 yıldır huzurunda…. huzurunuzdayım. 1686. günüm bugün. O zamanki Adalet Bakanı aydınlatma fişeği attı, olmayan örgütü araç suçlar ihdas edildi. Kültür bakanı ise şimdi hedefe koyduğu insanları mahkemenizin imha etmesi için talimat gönderiyor. Tüm bunların tek bir sebebi, partilerinin masum insanlar üzerinden aklanma faaliyetidir. Bunun içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesini okuma biliyorsunuz burada okumayacağım. İnanıyorum ki, Yüce mahkemenizin adil kararları ile hukuk tanımazlara hadlerini bildireceksiniz. Saygılarımla.”

Mahkeme Başkanı: "Buyurun.”

Sanık Veli Küçük söz istedi verildi: “Sayın Başkanım, ben 2 gün önce 4. senemi bitirdim. Alnımın akıyla, onurla, gururla her şeyim ortada olarak 5. seneye girdim, tutukluluğumun. 2 sene önce savunmamı yapmıştım. 2 sene önce yaptığım savunmada her şeyi açıklamıştım. 2 sene evvel demiştim ki, bizim buraya girişimiz, Veli Küçük üzerinden gidişin tek bir nedeni var Yüce Türk ordusunun şirazesini ele geçirmeye çalışıyorlar demiştim ve kündeye getirmeye çalışıyorlar demiştim, geldi. Kündeye getirdiler, başardılar. Benimle ilgili bir sürü şeyler söylendi. Şimdi de Diyarbakır’da bin sene evvelki mezarlığı kazıyorlar. JİTEM dediler, şu dediler, bu dediler şimdi bir sene evvel gömülen kemikleri çıkarıyorlar. JİTEM orada görevliymiş diye. Ev araması yapıldı faili meçhul dediler Malatya’yı sormadılar, Adana’yı da sormadılar, ama Kocaeli’nin çevresinde bütün illeri sordular, ben oradan sorumlu olmadığım halde bulamadılar. Ben 35 sene meslek hayatımda övünebilirim. Bunu basa basa söyleyebilirim. Bölgemde faili meçhul olmaz. Faili meçhul bırakmam, etekle dolaşmam lazım benim o vakit. Etek giymem lazımdı. Benim bölgemde her suç işleyen cezasını görürdü. Ama faili meçhul diye Adana’yı da dahil edeceklerdi buna. Olmadı. Sayın Başkanım, savunma yapacak hiçbir şeyim yok. Zaten yarı gizli tanık o yeni girdi, Türk hukukuna yarı gizli tanığı da soru sorarken Sayın Savcı aynen şu deyimi kullandı. Dedi ki, elimde dedi, çok önemli ifade. Hayır dedi, mülakat var dedi. Oradan size soru soracağım dedi. Tuncay Güney’in nasıl alındığı belli olan ki, çözümde ortadadır. T nokta noktalarını sıkın diye talimatla bağırttırarak alınan o beyanı üzerinde Veli Küçük ile ilgili 1 saat yarı gizli tanığa soru sordu. Bunu eğer Tuncay Güney’in bu beyanlarına hala bu kadar itibar edilip karalamaya gidiliyorsa, benim soracak bir şeyim yok. Savunma yapamam. Yapsam da bir şeye değmez. Ha, bir sürü gizli tanık, en son yarı gizli tanık dinlendi Türk hukukuna yeni girdi. Şimdi de Kıskaç denen bir çöpten bulunmuş birini dinliyorlar. Benim savunma yapacak bir tarafım kalmadı, çünkü savunma yapsam da kendimi savunmaya kalksam da peşinen cezalandırılmış durumdayım. Bir talebim var. Bundan sonraki bütün şeyleri avukatım açıklamalarda yapacak, belgede ortaya koyacak, her şeyi söyleyecek, ama ne olacağı biliyorum ben peşinen biliyorum. Bir talebim var. Sayın Başkanım, ben polisin yazdığı iddianamede, hazırladığı iddianamenin 919. sayfasında Ergenekon terör örgütünün köprü elemanı olarak geçiyorum. Diyor ki, üstten aldığı talimatları alta gönderiyordu. Altta bu talimatların nasıl uygulandığını, uygulanıp uygulanmadığını kontrol ediyordu. Örgütün beyni diyor benim için. Ama ben de 5., 6. keredir soruyorum. Kimden talimat aldım, kime talimat verdim, hangi talimatları aldım, bu nasıldı bu talimatlarım, beni yargılayın diye yalvarıyorum mahkemenize. Yalvarıyorum beni yargılayın. İdam edin eğer bir şerefsizliğim varsa benim.”

Mahkeme Başkanı: "Estağfurullah.”

Sanık Veli Küçük: “Ama, hayır idam edin varsa. Mahkemeniz şöyle diyor. Size söylemeyiz Veli Bey diyor. Size kimden talimat aldığınızı saklı. Söylemeyiz. E kime verdim? Onu da söylemeyiz. Niye? Onlar onurlu ve itibarlı kişiler diyor. Ya ben. Ben tavuk hırsızı değilim. Ben onursuz ve itibarsız değilim. Bu şemayı açıklayacaksınız Sayın Başkanım. Ben kimden talimat aldım. Beni yargılayın. Kime verdim onu da çıkarın ortaya. Bundan sonrakileri de avukatım konuşacak teşekkür ederim.”

Mahkeme Başkanı: "Tamam. Buyurun.”



Sanık Boğaç Kaan Murathan söz istedi verildi: “Saygıdeğer Başkanım, Saygıdeğer Üyeler, Saygıdeğer Savcım, efendim benim tutukluluğum 40 aya yakın bir zaman oldu. Tutukluluğumun nedeni Bedirhan Şinal’ın atfı cürümleridir. Sonrasında atfı cürümlerini geri almıştır, ama neticede yapmış olduğu eylemin aynı koğuşta, aynı cezaevinde, aynı blokta Emre isimli Boğaç lakaplı kişi tarafından verildiğini söylemesinden sebep 2008’in 12. ayında organize şube yetkilileri tarafından Antalya’da ifadem alınmak üzere alındım ve bu o süreçten bu sürece kadar tutukluyum. Benim gelmek istediğim nokta şu efendim. Bedirhan Şinal’ın atfı cürümlerini zaten biliyorsunuz. Zaten atmış olduğu iftiralara karşı yapmış olduğumuz savunmalarımızın neticesinde istemiş olduğumuz belgeler var. Bu belgelerde Bedirhan Şinal ile zaten aynı koğuşta yatmadığımızı, söylemiş olduğu C27 koğuşunda benim hiç kalmadığım ve polis tarafından yapılan tahkikatta C7 diye bir koğuşun olduğu ve benim orada kaldığım, ama yazışmalarınız neticesinde C7 diye bir koğuşunda olmadığı söylenmektedir. Benimde Bayrampaşa’da B7 ve B14 koğuşlarında kaldığım ve bu kaldığım süreç içerisinde Bedirhan Şinal’ın vermiş olduğu ifadelerle konuşma olanağımızın olamayacağı, çünkü ben Bedirhan Şinal’ın vermiş olduğu beyanlar zamanında Kandıra 1 nolu F tipi cezaevinde olduğum da yazışmalarımız neticesinde mahkememize gelmiştir efendim. Benim bu konunun dışında söylemek istediğim Gizli Tanık Poyraz’ın vermiş olduğu beyanlar var. İftiralar var. Gizli Tanık Poyraz’ı ben hayatımın hiçbir döneminde, hiçbir yerinde karşılaşmış bir insan değilim. Zaten kendisi de benimle karşılaşmadığını, bir kereye mahsus gördüğünü o da uzaktan gördüğünü söylemiştir. Beni hayatında hiçbir döneminde görmemiş, hiçbir döneminde karşılaşmadığım, hiçbir döneminde bir sohbetimiz bile olmamış, Sedat Peker’in yanında denk gelmediğimiz veya onun tanıştırmasına maruz kalmadığım bir insan tarafından bir iftira atılıyor üstüme ve iftirada deniliyor ki, şerefim ve namusum üzerine yemin ederim ki duydum. Şimdi bir insanın şerefi ve namusu üzerine bir şeyi yemin edebilmesi için duydumdan çok daha fazla ama çok daha fazla şeylere vakıf olması gerekir. Olayı, olay yerini, nasıl planlandığını, nasıl emir alındığını, bunların da anlatılması gerekir hukuki olarak. Çünkü bir insanı duymayla itham edemezsiniz. Duyma ile itham ediliyorum ve bu yani yüzüme bakılarak Boğaç yat sen daha yat bir de kararda veriliyor. Ama şurada şöyle bir sorun var. Ben bu davadan dolayı hiçbir zaman, ne ifadem alındı, ne bana bir soru, sual soruldu. Ne de benimle alakalı bir delil bulunduğundan dolayı bu delilleri açıklamam beklendi. Ben 2004 yılında Kelebek operasyonu olduktan 1 buçuk ay sonra aranmaya başladım ve bu 1 buçuk aylık zamanda iftiracı insanlarla konuştuğunu ve benim saklanmam gerektiğini, çünkü Zeki Yalçın’ı öldürdüğüm düşündüğünden dolayı yakalanmamın Sedat Peker’e zarar vereceğinden dolayı bana Sedat Peker veya Mecnun Odyakmaz tarafından kendini gömsün denildiğini. Öncelikle Kelebek operasyonu 2004 yılında olmuş, olay 2005 yılında olmuş. İftiracı olayın 2006 yılında olduğunu ifadesinde kayıtlara geçirmiş. Burada anlamadığım nokta şu. Ben molotofkokteylinden alındığımda, ifadem alınması için alındığımda, efendim 2008’in 12. ayı bu ifadeler 2008’in 8. ayında veriliyor yani, ben 4 ay sonra alınıyorum. Yani molotofkokteylinden alınmam 12. ayın 2’si veya 3’ü. Ama bu arkadaşın vermiş olduğu ifade bundan 4 ay önce. Şimdi böyle bir olay varsa, böyle bir iddia varsa, zaten organize tarafından molotofkokteyli yaptığım hiçbir telefon dinlemesi olmadığı halde teknik takibim olmadığı halde yaptığım söylenilen organize şube tarafından bu konu araştırılıp deliller bakılıp bu delillerin benimle uyuşup uyuşmadığı ve uyuşup uyuşmamasına göre böyle bir ifade var deyip benden ifade almaları gerekmez miydi efendim? Gerekirdi. Bunu da geçiyorum, 2005 yılında olan bir cinayetten ben 2 sene sonra yakalanıyorum Göcek taraflarında Meis adasının yanındaki bir teknede yakalanıyorum. Yani Göcek’te Meis adasının Yunan adasının oradaki bir teknede yakalıyorum yani Türkiye’ye girmediğim sınırlarında gezdiğim belli zaten ama ben Kelebek operasyonundan sonradan yakalanıp tutuklandığımdan dolayı bu olay olmuş olduğu halde bana bu olayı kimse sormadı. Boğaç Kaan Murathan sen böyle bir olay yapmışsın. Senin böyle bir olayın var. Böyle deliller var da duyumlarla tabi sorulacak bir soru yok, ama deliller var. E neticede benim avukatımın yapmış olduğu araştırmada, bu dosyanın akıbetine bakıldığı zaman olayda yapanlar görgü tanıklarıyla belli. Yani olayı yapanlar görgü tanıklarıyla belli ve görgü tanıklarının beyanlarına baktığınızda, bu olayı 2 kişinin yaptığını, 1.70 boylarında olduğunu, birinin uzun kıvırcık saçlı, birinin saçlarının uzun olduğu söylenmektedir. Aynı zamanda olayın olmuş olduğu yer benim semtimdir. O semtte beni tanımaması insanların mümkün değildir, çünkü çocukluğumun geçmiş olduğu Göztepe semtinde olduğunu öğrendik. Böyle bir semtte olan bir olay var ve ben maktulün hayatını kurtarmak denilecek bir şeyden dolayı yargılanmışız ve başına bir olay geldiğinde görmediğinden dolayı silahlı saldırıyı, ben gördüğümden dolayı onu en azından oradan çekip almaya çalışırken kendim vurulmuşum. 3 tane mermi yarası var ve maktul hayatını kurtardığım her yerde Boğaç benim hayatımı kurtar… ben öz kardeşim kadar seviyorum diyen bir insandır. Aramda hiçbir şekilde ne bir hasımlık, ne bir sevgisizlik, ne bir saygısızlık yaşı benden büyük olduğundan dolayı saygı gösterdiğim, abi diye hitap ettiğim bir insandır ve benim tanıdığım herkesinde dostu olarak bildiğim bir insandır. Hayatımda ne kavga ettiğim, ne tartıştığım, ne de o şekilde bir ortam olabilecek bir insandır. Ama bir kişi 2008’de bir ifade veriyor. İfadesinde diyor ki Boğaç ben duydum. Ben neredeydim diyorum bilmiyorum. Olay nasıl oldu? Bilmiyorum. Olayı sana anlatanlar kimler? Bunlar. E bunlar gelir mi? Gelmez şahitliğe. E peki diyorum, bu olayı veren, verdiğini söylediğin yani bu olayı Sedat Peker’den dolayı yaptığım iftirasını bana atıyorsun. Bu insan nerede? Dışarıdaydı. E bu insanın cezaevinde olduğu belli. Benim cezaevi kayıtlarında gitmediğim belli. Benim zaten firari olduğumdan dolayı göz önünde olmamam gerektiği belli ve hiçbir şekilde aramda irtibat olmayan bir insanla aramızda bir irtibat varmış gibi bir ortam yaratılıyor ve ben bunu insana soruyorum diyorum ki sen benim karakterimi biliyor musun? Bilmiyorum. E sen benim karakterimi bilmiyorsan neyi yapıp, neyi yapamayacağımı nereden biliyorsun? Ama öyle bir ortam yaratılıyor ki, molotofkokteylinden dolayı yargılanmış olduğum bu davada ve molotofkokteylinden önce olmuş bir dava var ve organize şube yetkilileri bana çok iyi davranıyormuş. Bana çok böyle geniş kapılar açıyormuş gibi bir ortam olmuş gibi sanki ben bugüne kadar ifademin alınmaması bile hani bir şeymiş gibi görülüyor. Efendim benim hakkımda böyle bir şeyin olabilmesi mümkün değil. Çünkü ben bu yani rahmetli ile iyi bir dostluğu olan ve hayatı boyunca tartışmamış ve ben başkaları ile tartıştığı esnada yanında olmuş biriyim. Böyle bir insana, böyle bir şey yapabilmem mümkün değildir. Bu dosyalarda zaten mevcuttur. Aynı zamanda başımıza gelen rahmetli ile başımıza gelen konu Göztepe emniyeti tarafından kayıtlara geçirilmiştir. Ama organize şubede böyle bir ifade alındıktan sonra bile bana kimse bu soruyu, sualleri sormadı. 2005’ten beri olan olayda şu an iki bin kaç sene geçtikten sonra ifade veriyorum. Benim anlamadığım yapmadığım bir molotofkokteyli olayı var. Ben hayatımda molotofkokteyli olayı yapmadım ve o koğuşta bulunmadım. Bu insanları tanımıyorum. Bu insanların hiçbiriyle hiçbir zaman yan yana gelmedim. Telefon görüşmelerim elinizde mevcut, Kelebek operasyonunda yapılmış olan tüm tahkikat elinizde mevcut ve bu mevcut olan tahkikatın neticesinde benim zaten bu insanları tanımadığım belli ve ben Kelebek operasyonundan dolayı arandığımdan dolayı zaten yurtdışına çıkmış bir pozisyondayım. Değil İstanbul’u değil, Türkiye’yi gelebilecek bir pozisyonda değilim korkuyla yaşıyorum yakalanabilme korkusuyla yaşıyorum. Böyle bir durumda olan bir insanın gelip böyle de bir olayı yapabilmesi bunu sadece sizin gözünde bu arkadaş suç makinesi, bu her şeyi yapabilir zihniyeti oluşturmak biliyorum ki, oluşmuyor. Hayır ben onların ne yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Çünkü artık anlayamadığım bir nedenden dolayı 40 aydan beri ispatladığımı düşündüğüm delilleri, tanıkları, şahitleri, getirmiş olduğum davada zaten yatmadığım bir koğuşta bir çocuğun beyanı ile Emre diye Boğaç lakaplı kişi diye tutuluyorum. E şimdi bir de başka birisi çıkmış ben Boğaç’ın bu işleri yaptığını biliyorum. Nereden biliyorsunuz diye sorulduğunda, ya ben biliyorum diyor. Ya nereden biliyorsun gördün mü, duydun mu, bir husumet var mıydı? Bir para meselesi var, bir inşaat, kardeşinin ailesi içerisinde anlaşmazlıklar var. Sen bunu nereden biliyorsun, sana bunu kim söyledi? İsimler veriyor, ama bu isimlerin bir tanesi benim yanımda bulunmuş mu? Benimle bir dostluğu var mı? Ben bunları tanıyor muyum? Bunlara ben mi beyan etmişim? Beni olay yerinde mi görmüşler veya Sedat Peker cezaevindeyken onunla mı görüşmüşler? Onunla mı konuşmuşlar? Yani bunların hiçbiri olmadan birisi bir ifadeyle bana geliyor bir atfı cürümde bulunuyor. Bana iftira atıyor ve benim bir ailem var, ufak bir çocuğum var. Bu insanların aileleri var ve benim ailem dışarıda. Bunu insanların aklında düşündüren, insanların hakkında böyle bir şeyi düşündüren insan beni açıktan hasım sahibi yapmaktadır. Yani insanlar bu insanın bununla alakası yok derse dese bile birkaç kişinin çıkıp böyle beyanlarda bulunması acaba o mu ona söyledi? Acaba o ona çok yakında olabilir mi ve burada basın yetkilileri var ve bu basın yetkilileri bu insanların sanki bizden çok yakın olduğunu düşüncesiyle dışarıdan bakan 3. şahıslar olarak göründüğü için bizle çok yakın biz bunlarla beraberiz ve bunları anlatmış olabiliriz düşüncesi çıkıyor ve bu şekilde ben yargılanılmadan da yargılanmak yargılanmış oluyorum. Efendim o dosyayı lütfen buraya getirtin, dosyanın tüm ayrıntılarına bakın. Benimle alakalı en ufak bir, en ufak bir yani en ufak bir ne delil, ne de benim bu insanla bir husumetim vardır. Ben ne de kimsenin lafıyla birini öldürecek bir adam değilim. Ben öyle bir terbiye, öyle bir ailenin içerisinde bulunmadım. Ben kiralık katil filan değilim. İnsanların arası bozulmuş da ben, ben böyle bir ara bozukluğuna bile şahit olmuş değilim. Benim üzerimden insanlara bir yafta vurulmaya çalışılıyor ve bu yaftada ben Boğaç’ı da tanıyorum, yeni zamanda da ben Sedat Peker ile yan yanaydım demeye çalışılıyor. Ama ben bu hayatımda bu arkadaşı hiçbir şekilde görmedim. Bana kimse, bu arkadaşı tanıştırmadı. Ben bu insanın ismini söylediği gibi ben duymadım. Duysaydım da bunu gayet net söylerdim. Arkadaş diyor ki, ben diyor Boğaç Kaan Murathan’ı geçmişte daha zayıf olduğundan dolayı şu an diyor çıkartamadım. Ben geçmişte 120 kilo spor yapan bir insandım. Hayatımda en zayıf olduğum nokta şu an ki burada olduğum noktadır. Yani onun beni görebilme onun benimle tanışabilme gibi bir şeyi yoktur. Diyor ki Sedat Peker’in diyor manevi oğluyum deyip geziyordun. Bir insanın ben birinin manevi oğluyum diye gezmesi olabilir mi böyle bir şey olabilir mi? Yani insanlar demez mi sen ne demek istiyorsun, nasıl konuşuyorsun böyle bir şey olabilir mi? Yani bunu beni görmemiş, beni tanımamış, benimle muhabbet etmemiş bir kişi söylüyor. E ben onunla muhabbet etmemişsem benim buna böyle bir şey söylemeyeceğim kesindir. E bunu söyleyememişsem benim bunu söylediğimi ne hangi bilgiye, hangi görgüye ya neye göre demektedir bunu anlamamaktayım ve bu insan sizlerin huzurunuzda bana iftira atarak beni lekelemektedir. Ben maktulu sevdiğim, saydığım abi diye hitap ettiğim bir insandır. Buna bu sevgiyi bu saygıyı vermemin nedeni de Sedat Beyin onu çok sevmesinden maktulu çok sevmesinden ve değer vermesinden ve onun o değer orada tanışmış olduğumdan dolayı o değeri hak ettiğini düşündüğümden dolayı da kendisi verdiği için o şekilde verdiğim bir insan abi dediğim bir insan.”

Mahkeme Başkanı: "Toparlayın.”

Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Bunun anlatılmasını istiyorum. Yani araştırılmasını istiyorum. Efendim 40 aya yakın burada tutukluyum ve molotofkokteyli attırmadığım, olmadığım bir konudan dolayı tutukluyum. Yani birileri bir şeyler söylüyor, birileri ismimi az bulunan bir isim olduğundan aklında kalıyor ve birileriyle birilerine bağ kurulmaya çalışıyor. Ben bu olayların hiçbirinin içerisinde bulunmadım efendim. En ufak bir delil olsa yapmadığım suçu kabul edeceğim diyorum. Çünkü Bedirhan Şinal gibi enteresan bir insanın vermiş olduğu ifadeler var. Ben ne yapmaya çalıştığını, ne yaptığını, ne zaman ne yapacağını anlamış bile değilim.”

Mahkeme Başkanı: "Tamam.”

Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Çünkü her geçen gün başka bir boyuta doğru giden bir insan profili var ve efendim mağduriyetimin giderilmesini istiyorum. Artık tahliye olmak istiyorum. Çünkü yapmadığım bir suçtan dolayı buradayım. Hep iftiralardan dolayı buradayım ve bunları ispatlayabiliyorum. Hani ben olmadığım bir memlekette olmuş olan bir konu içerisinde ben yapmış gibi görünüyorum, gösteriliyorum ve ben diyor görmedim duy… duydum bunlar söyledi. E ben günde 500 tane konu duyuyorum televizyondan, gazeteden, manşetten. Herkes bunu böyle. Ben efendim bu insanların artık iftiralarıyla maruz kalmak istemediğimden dolayı da bu insana mahkemede görmediği bir olayı duydum deyip şerefi ve namusu üzerine yemin edip benim üstüme attığından dolayı da iftira davası açılmasını istiyorum. Çünkü mahkemede yapmış olduğu bir suçtur efendim bu. Tahliyemi talep ediyorum.”

Mahkeme Başkanı: "Maktul Zeki Yalçın’ın öldürülmesi hakkındaki dosyayı mı celbini istiyorsunuz?”

Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Evet efendim onun celbini istiyorum. Oradaki.”

Mahkeme Başkanı: "Hangi, hangi mahkemede olduğunu biliyor musunuz o dosyanın?”

Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Efendim mahkemede değil, bu dosya. Biz Sayın savcımdan konu hakkında bilgi alınca Avukat Beye söyledim konuya bakar mısınız diye. O da Kadıköy adliyesinde Cumhuriyet Başsavcılığına gidiyor. Cumhuriyet Başsavcılığında dosyanın olduğunu söylüyor. Kadıköy savcısı diyor ki, bu konunun sizinle bir alakası yok. Olayda görgü tanıkları var. Görgü tanıkları var. siz diyor şey bile değilsiniz, yani size diyor dosyayı veremem siz diyor şey bile değilsiniz, yani böyle bir şey olsa ben sizin zaten ifadenizi alırdım. Çünkü görgü tanıkları olan ve olay yerinde olayları yapanlarında eşkal kimlikleri var efendim. Bundan dolayı bize dosyayı da vermiyor. Diyor ki dosyayı inceleyin avukatıma söylüyor, dosyayı inceleyin bakın ama siz diyor burada diyor yani bu konuyla alakalı bir durumunuz olmadığından dolayı size dosyayı veremem diyor. Benim avukatımda diyor ki, mahkemede birisi çıktı böyle böyle konuştu diyor. 2008’den beri böyle bir beyan veriyor diyor. Sayın savcıda diyor ki burada eşkaller belli. Yani.”

Mahkeme Başkanı: "Tamam. Yani Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığında mı bu dosya?”

Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Evet efendim.”

Mahkeme Başkanı: "Tamam, anlaşıldı. Tamam. Buyurun.”



Sanık Boğaç Kaan Murathan: “Teşekkür ediyorum efendim.”

Sanık Hayrettin Ertekin söz istedi verildi: “Sayın Başkanım Yüce mahkemenizi saygıyla selamlıyorum. Sayın savcımızı da selamlıyorum. Ben rahatsızdım, duruşmalara katılamadım Sayın Başkanım midemizi üşütmüşüz, raporluydum. Burada bazı poyrazlar, rüzgarlar esmiş, ama kayadan rüzgar ne kadar eserse essin, kayadan hiçbir zaman bir parça koparamaz. Çünkü buradaki insanlar anladığım kadarıyla kaya gibi duruyorlar, hiçbir suç işlemedikleri zaten ifadelerinde her zaman belli. Keşke olsaydım da, bir iki çift lafta ben ona söylemiş olsaydım. Sayın Başkanım, tabi Yüce mahkemenizin takdirindedir, sanıkların ve tanıkların veya gizli tanıkların beyanları sizin gibi, Değerli seçkin hakimlerin bunu çok iyi anlayacağına hiç tereddüdümüz, şüphemiz yoktur. Bunu yorumlamak bize düşmez. Sadece biz okuyoruz ve ben şahsen üzülüyorum. Türkiye Cumhuriyetinin düştüğü duruma üzülüyorum. Çünkü bu Türkiye Cumhuriyetinin makus tarihi midir nedir, her yerden bir yerden bir kemik çıksa tarihimizi de lekeliyoruz, mitolojik tarihimizi lekeliyoruz, insanlığımızı lekeliyoruz, birtakım yaftalar oluşturarak yargıyı yargıyla bırakmıyoruz. Hakimleri hakim olarak bırakmıyoruz. Herkes bir kafadan ses çıkıyor. Diyarbakır’da 1926 senesinde bir Ermeni maşatlığı kazılıyor, toprakları dağıtılıyor. O şeyin doldurulmasına il idare kurulu karar veriyor. Bu Diyarbakır’ın ansiklopedik bir tarihi vardır. Onda ben okumuştum. Mahkemenize de sunacağım. Diyarbakır’ın o iç kale denen surların ve binaların olduğu yer dolduruluyor. O Fırat nehrinin taşmasıyla Diyarbakır sel altında kalıyor ve o kemikler halk tarafından toplanıyor, günahtır diye belli yerlere gömülüyor. Nereyi kazsanız Diyarbakır’da çıkar, Kayseri’de çıkar, Maraş’ta çıkar her yerde çıkar. Bunlar çünkü geçmiş tarih 4, 5 ası… asır bu medeniyetlerin yaşadığı bir yerde hemen bir bakılıyor neredeyse bu Ergenekon öldürdü diyecekler. Kemikler 130 senelik, 140 senelik, 80 senelik. Ben Kayseri Develiliyim, bizim imam hatip okulu yapılırken evimizin karşısında maşatlık vardı Ermeni Mezarlığı bir sel bastı, bütün kemikler ortaya çıktı. Bu mezarlık ortaya çıktı. Bütün mahallenin kadınları, insanları günahtır diye topladılar bunları, çuvallara konup jandarmada nezaret etti. Belli yerlere gömüldü yani günahtır diye Müslüman mezarlığına gömülmedi, ben onu hatırlıyorum. Ben 11 yaşındaydım falan o zaman 12 yaşındaydım. Annem babamda hatırlıyor. E şimdi kazsanız oralardan yine aynı kemikler çıkar. Ama bir bakıyorsunuz ki, herkes Türkiye Cumhuriyeti öldürdü kesti astı. Türkiye Cumhuriyetinin hiç bugüne kadar Dünya milletleri üzerinde bir toplu mezarı yoktur. Varım diyenin alnını karışlarım. Bu davayla ilgisi yok bunun ama insanın onuruna dokunuyor. Alnını karışlarım. Ne Türk Silahlı Kuvvetlerinin askeri yapar bunu, ne Çanakkale’de yapmıştır ne herhangi bir bugün kendisine karşı savaşan, kendisine karşı kin, nefret kusan millete bile yapmıyor. Onun için böyle şeyleri getirip böyle önümüze koyuyorlar. Neredeyse Ergenekon’a bağlayacaklar, 200 yıllık, 300 yıllık kemikleri. Üzülüyorum çok yazık. İkincisi ben bu konuyu değiştirmek istiyorum. Sayın Başkanım, internet siteleriyle ilgili ve benim mail adreslerimle ilgili geçen celsede vermiş olduğunuz kararla ilgili hemen geçen hafta bir beraat kararım geldi. Ben daha önce bu sitelerin bana ait olmadığını, kredi kartımın kullanılarak ve Beşiktaş’taki Ergold kuyumculuğun adresi kullanılarak ki kart alınmış. O karttaki 4210 numara yanlıştı. Matbaacı yanlış basmıştı. Çok bastırdığımız için 2000 tane falan dedim ki çocuklara bu kartın numarasını çizin, yazık olmasın bu karta iyi para verdik buna. Yani 1 buçuk milyara yakın o zaman para vermiştik. Bu kartları müşterilere verin diye. O kartın aynı yanlış olan adresten şey almışlar, demek ki o kartı alıyor adres burada mahkeme kararı diyor ki, Cumhuriyet savcılığına yazılan yazıdan ve araştırmalardan anlaşıldığına üzere yazıda gönderen e-maillerin internette bağlanırken kullanılan IP numarası Fevzi Bıyıklı adına kayıtlı olup Fevzi Bıyıklı’nın kullandığı IP adresinin Sanık Hayrettin Ertekin’e ait Ergold kuyumculuk isimli firmaya adres gösterdiği bildirilmiştir ve sanıkların mail adreslerine gelen mesajlar ve diğer kayıtlarda gönderildiğinden anlaşılmıştır. Sayın mahkemenin kararı. Ben bir nüshasını size verdim. Bunu niçin bu karar bana yeni geldi. 2009 yılında yani ben tutukluyken bunun araştırılması için bir dilekçe vermiştim Cumhuriyet savcılığına, bu şahıslar yakalanmışlar. Ben beraat etmişim. Çünkü benim kartımı ve adresimi kullanarak mail adresi almışlar, Hayrettin Ertekin diye. Şimdi Sayın savcımızın iddianamesinde diyor ki, Hayrettin Ertekin’in internet sitesi ve mail adresi olduğundan mailler yazdığı. Mahkeme kararı ile burada Kartal 2. Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla Sayın Başkanım tescilli bir. Hayatımda 1. yargılanmam vardı, Adil Serdar Saçan Beyefendi gelip burada anlatmış ve ben mahkeme dosyası getirilsin demiştim. Fakat ben mahkeme dosyasının kararını buldurdum. 1 Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmıştım, 97/91 karar numarası 96’ya yirmi dört bin yüz 241167 pardon savcılık numarası, iki yüz kırk bir bin. Burada Hayrettin Ertekin’den ne bir şikayetçi var. Diyor ki, Hayrettin Ertekin’in hakkındaki şikayetimizi daha önceden geri almıştık. Savcılık makamı ayrı ayrı beraatına karar verilmesini istiyor. Gereği düşünüldü, ayrıntılı açıklama üzerine sanıkların atılı suçları işlediği cezalandırmaya inandırıcı kanıt elde edilemediğinden Hayri… ayrı ayrı beraatlarına karar verildi. Yani, hayatımda 2 kere yargılandım. Bu 3. yargılanmam. Beraat ediyorum. Bunu dosyada sanki ben suç örgütünün veya böyle bir şeylerin ben bunların size birer nüshasını verdim Sayın Başkanım. Bunları da ben saklayacağım çünkü bulmak zor oluyor. Avukatlar falan araması zor oluyor. Diğer bir konu 4. senem 22 gün sonra bitiyor. Ben bir işadamıyım. Benim bir ailem var. Benim bir işim var. Ben böyle sokaklarda falan gezen bir insan değilim. Ama defalarca dile getirdim Sayın Başkanımız siz daha önce bütün beyanlarımı dinlediniz. Ama Yüce mahkemenize atanan 2 Sayın hakimimizin belki bunları bilmiyor olabilir, ama dosyalardan mutlaka okumuşlardır. Benim hiçbir sanıkla veya hiçbir davaya konu kişiyle irtibatım yok. Ne telefon irtibatım var, ne bir görüşmem var, ne bir kendisi kendileriyle bir araya gelmişim. Ne de yani örgütsel bir eylem denilecek şeyde bulunmuşum. Zaten kimsenin de bulunduğu iddia edilmiyor şey söylemiyor bulunduk diye. Ama sadece iddia ediliyor. Bu Türkiye Cumhuriyetine yapılmış bir komplonun desiselerinden biri bu dava. Bu davanın içinden nasıl çıkacaksınız, nasıl baş edeceksiniz bilmiyorum ama 20, 30 sene sürecek belki sizler bu kürsülerde olmayacaksınız. Ama belki bizlerde hayatta olmayacağız. Anlaşılan şu ki, doğrunun çok çabuk bulunması için, bu çok çabuk bulunmanın amacı da 15 dakikalık burada savunma değil. Sayın Başkanım, böyle bir karar almışsınız, ama 15 dakikada mesela ben oturdum şimdi yazdım, el yazımla yazdım. 40 sayfa yazdım. Sürekli yazıyorum. Kendimi anlatıyorum, devleti anlatıyorum, milleti anlatıyorum, benim Türkiye Cumhuriyetine bakış açımı anlatıyorum. İnsani duygularımı anlatıyorum, manevi milli duygularımı anlatıyorum. Ama burada söyleyemiyorum. Yani yüz yüzelik ilkesiyle karşı karşıya olamıyorum. Benim nasıl biri olduğumu siz anlayamıyorsunuz. Yani ben bırakın terörist o utanıyorum onu söylemeye de yani bana terörist diyenlere lanet okuyorum. Çünkü, ben onurlu, şahsiyetli bir Türk milletinin evladıyım. Bana asla böyle bir yafta yakıştırılamaz. Çünkü, bu bir sürçü lisan olarak görüyorum. İddianameye yazmışlar, işte silahlı kuvvetler ile kendisi her ne kadar işadamı olduğunu beyan etse de, silahlı kuvvetlerde Yalçın Özser ile telefon konuşmamda demişim ki, ben çünkü Tuzla piyade okulundan kura çektik Siirt’e, Siirt 70. piyade tugayına gittim. Gittiğimde de bu operasyonlar vardı, 83 yılı. Operasyonlarda da tim olarak Botan çayına gönderiyordu. Komutan nereye derse biz peşinden gidiyorduk. Sizde askerliğinizi yaptınız, böyle bir şey var mı? Biz giderken o zamanlar o bölgede Apocular vardı, kuk örgütü vardı. Vallahi biz şimdiki bir şimdiki gibi yapmıyorduk. Biz kim varsa komutan diyordu ki, Irak mırak sınır mınır yok gideceksiniz peşine. Gece gündüz. Yemin ediyorum, size bir yüzbaşımız bir grubun peşine gitti, 15 gün gelmedi. Allah rahmet eylesin, sonra vefat etti, 15 gün o yüzbaşı gelmedi. Gitti buldu onları buldu gereğini yaptı geldi. Benim o telefondaki konuştuğum kişi o dönemin o şeyin bölük komutanıydı. Sonra general oldu, vefat etti Allah rahmet eylesin. Şimdi bir telefon görüşmem var, diyorum ki orada komutanım eskisi gibi yapın yani peşinden gidin kovalayın. Kimi diyorum, PKK’yı diyorum. Bu Türkiye Cumhuriyetinin kanını emen, vatanına kasteden, bölmeye çalışan, her şeyini değiştirmeye çalışan ve bizi içimizden parçalamaya çalışan millete karşı Hayrettin Ertekin’in böyle bir şey söylemesi çok doğal. Hatta daha fazlasını söylerdim. Az söylemişim. Bunların tabi ki benim askerime, polisime, vatandaşıma, hakimime, savcıma, polisime kurşun atacak adama ben ne söylememi beklersiniz telefonda? Emekli bir general görüştüğüm Yalçın Özser. Yalçın Özser paşa, benim yemin ediyorum size 25, 30 yıllık arkadaşım. Teğmenliğinden beri tanırım. Sayın Muzaffer Tekin’in devre arkadaşıdır. Sayın Fikri Karadağ’ın devre arkadaşıdır. Kurmay kendisi tümgenerallikten emekli oldu. Benim ta teğmenliğinden beri arkadaşımdır. Benden 2 yaş, 2 yaş büyüktür, ama çok iyi arkadaşız. Çocuklarını falan kendi doğduğunda ilk ben elime almışımdır. Şimdi emekli olduktan sonrada bizimle çalıştı. Bizimle çalışıyor. Şimdi bu insanla çok samimi şakalarda yapardık. Tele… iddianame yazılmış silahlı kuvvetlerle irtibatının olduğu tespit edilmiştir. Yalçın Özser paşa ile konuşmam. Vallahi buraya da geldi, burada da konuştum. Cezaevine ziyarete de geldi, konuşuyorum hala konuşuyorum. Soruyorum komutanım ne olacak halimiz ne olacak bu ülkenin hali. Allah büyük diyor. İnşallah diyor her şey düzelir, her şey rayına gelir. Ne diyeyim şimdi ne söylesin. Yani bir ordu mensubuyla konuşmak veya onunla dertleşmek şeyini anlatmak iddianameye nasıl bir suç gibi yani silahlı kuvvetleri tanıyor gibi. Ben tanıyorum Beşiktaş’ta tam 40. senedir mağazamız var. Oranın ilk kuyumcusuyum. İlk kuyumcusuyuz, biz aile olarak Beşiktaş’ta. O zaman harp akademilerinin o Beşiktaş’ın civarında falan hiçbir yerinde kuyumcu yoktu. Bütün subay lojmanları filan yapıldığında 600, 700 tane bütün bizim müşterimiz olurlardı. Şimdiki generallerin çoğu hepsi bizim eşleri müşterilerimiz. Kendileri müşteri, tanırız şimdiki Genelkurmay Başkanı bizim müşterimiz. Eşi müşterimiz. Yani tanımak geliyor, tanışıyorsun, oturuyorsun yani Devlet Güvenlik Mahkemesi orada Beşiktaş’taydı oradaki hakimleri, savcıları da tanıyorum. Onlarda müşterilerimizdi. Onlarda geliyorlardı, çeyrek altın, altın günü yapıyorlardı. Bir mahkeme başkanı burada tanımadığını söyledi, bizde peki dedik öyle geçtik. Benim avukatım rica etti, sende öyle söyle dedi, ben de öyle söyledim, ama öyle değil. Altın günü yaparlardı, her gün gelirdi en az 2 saat, 1 buçuk saat öğlen otururduk sohbet ederdi. Saygılarımı sunar, kapıya kadar geçirirdim. Ama bana burada yalan söylettiler. Kamera kayıtları var, benim dükkanımda taa Singapur’dan aldığım 1990 yılında aldığım kamera kayıtları hala durur. 24 saat kayıt var, kuyumcu mağazası şirket üst kat bütün bina. Binanın 4 katı da benim. Şimdi bunları, bunları geçiyorum, ama bunları geçiyorum insani değil bunlar. Bana yapılanlar insani değil. Onun için sadece yeni hakimlerimizden benim neden burada olduğumu öğrenmek istediğimi eğer benim dosyama bakılırsa hiçbir suç, hiçbir eylemim, hiçbir düşüncem, hiçbir yazım gazetem kendi gazetemde Şişli gazetesinde yazı yazıyordum. Gazetenin bütün yazılarını getirttirdim, dosyaya koydum. Mahkemenize takdim ettim orijinallerini. Fotokopileri de bende duruyor. Eğer o yazılarımda bir tane satır, bir satır vatana, millete insanlara, geleceğe, geçmişe en ufak kötü niyetle bir yazım varsa her şeye razıyım. İyi niyetli bir insanım. Bedava dağıttırıyordum, o gazeteyi bedava. Kendim bastırıyordum, onu 0,25 Cent’e Sabah matbaacılığa bedava dağıttırıyordum. Niye? Çünkü doğrular çalış insanlar vardı televizyondan ayrılmış insanlar işsiz kalmışlardı. Oturun burada bir yer var burada da bunu çıkarın bende yazı yazayım dedim kendi cebimden para veriyordum. Kendi şirketlerimden kazandığım parayı fatura geliyordu, işte 0,25’ten 10000 tane basılmış 7500 Dolar, 6500 Dolar ödüyordum. Günlük değildi bu gazete, haftalık çıkıyordu. Şimdi böyle bir şeyim yok. Mail internetten kime mail atmışım, kim hakkımda şikayetçi, kimin aleyhinde bir şey yazmışım? Altına Doktor Hayrettin Ertekin diye koymuş, biraz önce mahkeme kararını verdiğim insanlar göndermiş. Ne zaman yapmışlar bunu? Ben tutuklandıktan sonra bile yapmışlar yani ben cezaevinde Kandıra’da yatarken bile yapmışlar. Şimdi Kandıra’da bırakın şeyi interneti bilgisayar hiçbir şey yoktu. Sadece bir tane semaver, bir tane plastik çatal bu kadar. Toparlayacağım Sayın Başkanım. Benim kesinlikle bu iddia edilen var yok onu bilmiyorum. Yüce mahkemenizin işine karışmak gibi bir haddimde yoktur. Ben mahkemenizin kararlarına hep saygılı oldum, hep de saygılı olacağım. Siz çünkü anayasadan aldığınız güce inandığım o Anayasaya Türk milletinin Anayasasına saygı duyduğum için hiçbir şekilde itirazda bulunmam. Bulunmadım da ve hiç suçum olmadığı halde yazıp vermediğim halde 54 sayfa için beni Silivri’ye gönderdiniz, orada o 54 sayfalık yazıyı okuyunca o yazının bir başkasına ait olduğunu içinde yazıyor zaten başkasınınmış. Benim değil. Son sayfasını burada karıştırmış Aydın Bey. Son sayfası benim gelmiş. O, o vermiş mahkeme tespit etti. Çünkü içinde yazıyor, bilmem 48 yıllık gazeteciyim ben diyor. Ben 48 değil, 50 ben 50 yaşındayım zaten nasıl 48 yıllık gazeteci olurum? Yazmış öyle şeyler yazmış, ama o kişinin kitabında da var aynı şeyler. Karıştırılmış savunmasıyla benim konmuş. Mahkeme başkan bunları sordu bana. Dedim ki, takdirinize bırakıyorum ben öyle değilim dedim. O kitabımda yok kitap da yazmadım. Beraat ettim. Yani şimdi ona üzülmüştüm onu ben söyleyeyim, çünkü hak etmemiştim ben. Ben bu kürsüde asla kafamı kesseler Yüce heyetinize bir şey söyleyemem. Aile terbiyem zaten müsaade etmez. Ailem orada oturuyor. Gelmezler bir daha. Onun için ben Yüce heyetinizden dosyamın tekrar incelenmesini, 46 aylık tutukluluk süremde ne yaptığımı, hangi eyleme, hangi kişiyle, hangi, nerede sadece telefonla bir kişiyi tanıyorum, işte komutanım demişim. Yani o da benim için tanımak Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensuplarını tanımak onlarla ahbaplık etme bir gurur meselesidir. Sizin gibi hakimleri, savcıları tanımak gurur meselesidir. Onur duyardım. Kapalı Çarşı’daki aynı dönem okuduğumuz üniversitede Kapalı Çarşı’daki mağazalarımıza üniversitelerimizden hocalarımız da gelirdi fakülteden. Yüzük yaptırırdı, tamir yaptırırdı, işte parlatma gümüşlerini getirirlerdi. Biz gurur duyardık, biz Anadolu çocuğuyuz biz devlete hizmet eden insanlardan ve o devlet üniformasını ve devlet terbiyesi almış insanlardan tanışmaktan, görüşmekten onlardan onur duyarız. Onların karşısında her zaman saygı ile eğiliriz. Çünkü, onlar ulvi ve kutsal, kutsal bir görev yaptıklarını topluma çalıştıklarını biliriz. Tıpkı din adamları gibi. Tıpkı sizler birer aynı kategoride gördüğüm için bu şekilde davranmışımdır. Ama, benim hak etmediğim bir şekilde böyle bir kalkıp da terör örgütü yaftası için, bu bana ağır geliyor. Gerçekten sağlığımı kaybediyorum. Aklıma geldikçe gelmesin diye uğraşıyorum, ama işte Cuma olacak bir şeyler yazmam lazım diye yazıyorum yazıyorum yazıyorum Sayın Başkanım yani takdiri siz burada olsanız benim aynı duygularımda olursunuz. Yazdıklarımı konuşamıyorum. Şimdi diyeceksiniz ki ya 50 sayfayla oraya geliyorsun, yazdıklarının hiçbir alakası yok. Gerçekten okuyamıyorum, konuşamıyorum. İşte bu kurtla kuzu hikayesine dönmesin. Ben tahliyemi işlerimin bozulmaya başladığını ve onları kontrol etmem gerek. Bir tek oğlum şu an askere gidecek, üniversiteyi bitirdi. Hayatı kitlendi. Üniversiteyi bitirdi. Annesi yok. Askere gidecek, beni bekliyor, gitse işlerin tamamı o kadar insanı ne yapalım kapı dışarı mı çıkartalım. Onların aileleri var. 20 yıl, 30 yıl çalışanlar var yanımızda. Onların benim olmam lazım. Mektupla olmuyor. Mektupla yönetilmiyor. Avukatla olmuyor. Benim orada fiziki olmam lazım. Ben geçen celsede de söyledim. Yüce mahkemenizin takdir edeceği işte bir adli kontrol sistemi veya bir teminat neyse ben onunla tahliye edin. Her celseye geleceğim kesinlikle bir celse eksik olursa tekrar tutuklayın beni. Bir celse diyorum bakın. Bir celse gelmezsem tutuklayın. Tahliyemi talep ediyorum, saygılar sunuyorum.”

Saatin 12:08 olduğu görüldü.



Yüklə 448,89 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin