13. AĞIr ceza mahkemesi



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə1/10
tarix30.12.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#88438
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10



T.C.

İSTANBUL

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ

( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) DURUŞMA TUTANAĞI
ESAS NO :2008/209

CELSE NO :107

CELSE TARİHİ :27.08.2009
BAŞKAN :KÖKSAL ŞENGÜN 20909

ÜYE :HASAN HÜSEYİN ÖZESE 28298

ÜYE :SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU 37266

C. SAVCISI :MEHMET ALİ PEKGÜZEL 33954

C. SAVCISI :NİHAT TAŞKIN 36924

KATİP :BATTAL İNAL 120250

27.08.2009 tarihli oturum açıldı.

Tutuklu sanıklardan Ümit Sayın Ergün Poyraz, Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay, Doğu Perinçek, Hüseyin Görüm ve Erkut Ersoy dışındaki tutuklu sanıklar ile birleşen dosyanın tutuklu sanıkları cezaevinden getirildi bağsız olarak huzurdaki yerine alındı. Tutuksuz sanıklardan Ferit İlsever, Güler Kömürcü Öztürk ile bir kısım sanık müdafileri, Sanık İlhan Selçuk müdafi Av. Özgür Erbaş, Sanık İlhan Selçuk müdafi Av. Fikret İlkiz, Sanık Doğu Perinçek ve diğer işçi partililer müdafi Av. Mehmet Cengiz, Sanık Doğu Perinçek ve diğer işçi partililer müdafi Av. Hasan Basri Özbey, Sanık Ferit İlsever müdafi Av. Ayşegül Şahin, Sanık Hayati Özcan müdafi Av. İbrahim Erdoğan, Sanık Doğu Perinçek müdafii Av. Nurperi Sancak’ın geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.

Açık yargılamaya devam olundu.

Sanık Ferit İlsever huzura alındı,

Bu sırada sanık Alpaslan Arslan söz istemeden konuştu :” ağabeycim hepiniz insansınız hastayım oturamıyorum. Anladınız mı oturamıyorum, hastayım, yukarıda da yatıyorum, mesela diğer tarafta huylanıyorum, oturamıyorum, bir şeyim olmaz mı defalarca da dilekçe yazdım. “

Mahkeme Başkanı :” nedir hastalığın nedir?”

Sanık Alpaslan Arslan :” ya hastayım ya, “

Mahkeme Başkanı :” hastalığın nedir hastalığın “

Sanık Alpaslan Arslan :” beyinsel problemlerim var. “

Mahkeme Başkanı :” konuş, konuş, konuş “

Sanık Alpaslan Arslan :” gitmem lazım “

Mahkeme Başkanı :” konuş, konuş “

Sanık Alpaslan Arslan :” ya, hastayım diyorum “

Mahkeme Başkanı :” nedir hastalığın “

Sanık Alpaslan Arslan :” hastayım hasta olmak nedir? “

Mahkeme Başkanı :” nedir 40 tane çeşit hastalık var”

Sanık Alpaslan Arslan :” beyinsel problemim var “

Mahkeme Başkanı :” elin nerde “

Sanık Alpaslan Arslan :” sana ne sana ne “

Mahkeme Başkanı :” otur orda, orda otur “

Sanık Alpaslan Arslan :” sen kimsin ya “

Mahkeme Başkanı :” otur “

Sanık Alpaslan Arslan :” abi hastayım “

Mahkeme Başkanı :” otur “

Sanık Alpaslan Arslan :” size mi kaldı lan bu memleket “

Mahkeme Başkanı :” otur “

Sanık Alpaslan Arslan :” oturmuyorum ya, “

Mahkeme Başkanı :” otur “

Sanık Alpaslan Arslan :” oturmuyorum “

Mahkeme Başkanı :” oturtun onu “

Sanık Alpaslan Arslan :” oturmuyorum “

Mahkeme Başkanı :” oturtun onu “

Sanık Alpaslan Arslan :” çoluk çocuk sahibi adamsın, yüzlerce insanı topluyorsun, herkes hasta burda bırak gitsin hepsi “

Mahkeme Başkanı :” buyurun Ferit bey “

Sanık Alpaslan Arslan :” vallahi oturamıyorum ya, kes kafamı at gitsin. “



Mahkeme Başkanı :” komutanı çağırır mısın? “

SANIK FERİT İLSEVER SORGU VE SAVUNMASINA KALDIĞI YERDEN DEVAMINDA:

9 bölümde kalmıştım savunmamın. Operasyonun arkasında Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği var. Gladyo, ya da Türkiye’de kullanılan adıyla Kontrgerilla, ABD Derin Devleti’nin iktidar aracıdır. Derin Devlet diye bilinen oluşum, milli devletlerin merkezinde kurulmuş ABD iktidarlarıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan başarıyla çıkan ABD, Avrupa ve Üçüncü Dünya’da hegomanya kurmak için harekete geçti. Ama ilk örneği Hindistan’da Çin’de, Kore’de görülen Milli Kurtuluş Savaşları gerçeği ile karşılaştı. Milli Kurtuluş Savaşlarıyla, klasik ordularla ve klasik savaş yöntemleriyle başa çıkılamıyordu. Amerikalı uzmanlar ilk kez 1950’li yıllarda ve Güneydoğu Asya’daki bir dizi başarısızlıktan sonra, milli kurtuluş savaşlarına karşı “Özel savaş”tan, “Özel askeri birliklerden söz ediyorlardı. Uzmanlar Kore’deki başarısızlığın nedenini tartışırken, Amerika’nın büyük tekellerinden Rockefeller Gurubu 1956 yılında şu öneriyi öne sürdü: ABD’nin çıkarlarına uygun düşmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için, dünyanın neresinde olursa olsun, derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel birlikler kurmak Rockefeller Vakfı’nın Raporu, Amerikan Harp Doktrinleri Prospects of America sayfa 271 Aynı raporun ileriki bölümlerinde Kurtuluş Savaşlarına ve devrimcilere karşı alınması gereken önlemler sıralanıyordu: Gerek bizim, gerekse komünist olmayan diğer devletlerin güvenliğini sağlamak için mahalli kuvvetler tarafından sıkışık durumda bırakılmış olan dost hükümet ve rejimlere silahlı yardımlar yapmak zorunluluğunu duymalıyız.Bu zorunlulukla yapılacak müdahale, ne klasik askeri stratejiye uymakta, ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemektedir. Bu müdahalelerin kendine özgü bir niteliği ve biçimi vardır.[Rockefeller Vakfı’nın Raporu, Amerikan Harp Doktrinleri Prospects of America sayfa 298 bütün bu dönemdeki strateji arayışlarının hedefini ise Amerika’nın gözde askeri uzmanlarından Peter Paret ve John W. Shy şöyle özetliyordu: Birleşik Amerika, hoşuna gitmeyen solcu veya solcu olmayan hükümetleri devirmek için gerilla taktiğini kullanabilir. Bizim amacımız, hoşa gitmeyen ve bizimle dost olmayan hükümetlerin yerine dost hükümetleri geçirmek olmalıdır Peter Paret ve John W. Shy. Guerillas in the 1960, s.66, Amerikan Harp Doktrinleri, sayfa 302 Böylece gerilla ve Kontrgerilla savaşları Amerikan Askeri Tarihinde ilk kez 50’li yıllarda sistemli biçimde ele alındı ve ilk Stratejik Müdahale Birlikleri kuruldu. Bu birliklere dünyanın çeşitli bölgelerinde ABD’ye karşı gelişecek mücadeleleri bastırma görevi verildi. Yine bu yıllarda ABD’nin kara, hava ve deniz kuvvetlerinin bir kısmı bu amaçla yeniden eğitilip, teşkilatlandırıldı. NATO’nun kurulmasından sonra ise başta NATO ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin silahlı kuvvetlerinin merkezinde, Brüksel’deki merkez karargâhına doğrudan bağlı özel savaş birimleri kuruldu. Özetle; özel savaşı yürütecek Kontrgerilla Örgütü, diğer adıyla Gladyo, ABD’nin çıkarlarına uygun düşmeyen bir durumu düzeltmek, ABD’nin ve komünist olmayan diğer devletlerin güvenliğini sağlamak, mahalli kuvvetler tarafından sıkıştırılmış dost hükümetlere silahlı yardım yapmak ve Birleşik Amerika’nın hoşuna gitmeyen hükümetleri devirerek, yerine dost hükümetleri geçirmek için bizzat ABD tarafından kurulmuştur. Türkiye’de de Özel Savaş birimi ülkemizin 1952’de NATO’ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla ve tam da burada sıraladığımız amaçlarla kuruldu. Daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan bu birim, yıllarca Ankara’da Amerikan Yardım Heyetinin bulunduğu binada ABD’li Kontrgerilla uzmanlarının ve CIA görevlilerinin denetiminde faaliyet gösterdi. Gladyo Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 90’lı yıllarda cephesini ABD’ye dönmesinden sonra merkezini Emniyet’e taşıdı ve burada örgütlü bulunan Fethullah tayfasını denetimi altına aldı. İşte bu operasyondan doğan F Tipi örgüt, kurucusu ve yöneticisi olan Amerikancı Derin Devletin emrinde, ABD’nin gösterdiği hedeflere vuruyor. Nitekim "Ergenekon" Operasyonu 5 Kasım 2007’de ABD’de Bush Tayyip görüşmesinde Tayyip’e dayatıldı. ABD ve AB, her kritik aşamada Operasyonun sonuna kadar götürülmesini istedi. İşte siyasi karar böyle alınıyor. Okyanus ötesinden gelen, ABD’nin çıkarlarına uygun düşmeyen durumun düzeltilmesi talimatını ise, Amerika’nın sopası Fethullahçı Gladyo uyguluyor. Gladyo işte budur: ABD siyasi karar mekanizmasının emrinde, ABD çıkarlarının bekçisi. Türkiye’de ABD’nin hizmetindeki merkezler, özellikle yandaş medya, "Ergenekon" Operasyonu’na uluslararası destek sağlamak ve bir meşruiyet zemini oluşturmak amacıyla sık sık İtalya’da 90’lı yılların başında Gladyo’yu ortaya çıkaran Savcı Felice Casson’un tanıklığına başvurdular. Bu amaçla Casson’u Türkiye’ye getirip konferanslar verdirdiler, söyleşiler yaptılar. Savcı Casson’un vurguladığı bir temel gerçek vardı: İtalya’da ve Avrupa’da Gladyo’yu CIA kurdu. Casson Sabah gazetesine şöyle diyordu: Gladyo doğrudan CIA’ya bağlıydı. Kuruluş amacı, ülkeyi Sovyetler birliği işgaline karşı korumak Ama daha 60’lı yıllara gelmeden bu amacından sapıp, ülke içindeki muhaliflere karşı da görev yapmaya başladı. Aslında CIA’nın hoşuna gitmeyen grupları baskı altına alıyor, sindiriyordu. Sadece solculara karşı değil, o dönemde hangi kesim muhalefetse, mesela Hıristiyan Demokratlara karşı bile görev yaptı. Yani kim CIA’ya, Amerika’ya muhalifse, hedefte onlar vardır.(Sabah, 28 Nisan 2008 Yine Casson Cumhuriyet gazetesine ise Gladyoyu şöyle açıklıyordu: İtalya ve Avrupa Gladyosu doğrudan CIA’nın isteği ve bilgisi doğrultusunda kuruldu. Yürüttüğümüz araştırmalarda bu gerçek belgelerle ortaya çıktı… Bu örgütün kuruluş amacı olası bir Sovyet işgaline karşı Batı Avrupa’da gerekli savunma önlemlerini almaktı. Ancak birkaç yıl sonra Gladyo bu devletin kendi içyapısında hükümete muhalefet eden güçleri kontrol altında tutmak gibi farklı hedefler gözeten bir örgüte dönüştü. Cumhuriyet, 17 Ocak 2009 Felice Casson muhabirin, “Ergenekon” Örgütü’nün Gladyoyla ortak bir yönünün olup olmadığı sorusunu ise şöyle yanıtlıyordu: İtalya’da Gladyo örgütünde rol alanlar sağ ya da aşırı sağ görüşlü kişilerdi. Bu kişiler en çok İtalyan ve Amerikan gizli servisleri ile bir iletişim içindeydi. Onlardan beklenen mevcut hükümetin nasılsa öyle kalmasını garanti etmesiydi. Ergenekon soruşturmasında farklı siyasi görüş ve ideoloji ile değişik kültürden kişiler sorgulanıyor. Böylesi bir durum başka hiçbir Gladyo örgütlenmesinde göze çarpmadı. İtalya’daki Gladyo ile karşılaştırıldığında farklı bir görünüm söz konusu. Bu çok önemli aynı yerde İtalyan Savcı, bütün söyleşilerinde “Ergenekon” adıyla yürütülen soruşturmanın, Gladyoya karşı bir operasyon olamayacağını anlatmaya çalıştı. Özellikle Ergenekon’dan farklı olarak, Gladyonun arkasında CIA’nın bulunduğuna vurgu yaptı. Bizdeki psikolojik savaş görevlileri bu açıklamaları göstermemek ve saptırmak için ellerinden geleni yaptı. İddianame bile, Ergenekon soruşturmasının tutarsızlıklarını ve açmazlarını örtmek için, İtalya örneğine göndermede bulunuyor: İtalya, Gladyoya karşı mücadelede başarı kazanmış ve hukuk devleti olmuş. Fakat ülkemiz, Ergenekon Terör Örgütünün uzun yıllar sürdürdüğü faaliyet sonucunda, bir mafya ve terör cennetine dönüşmüş İddianame; sayfa 46 Türkiye’yi tanımlamak için, bizim Mafya gladyo Tarikat sistemi nitelememizden kopya çekiyorlar. Ancak sistemin tarikat unsurunu yazmayı unutmuşlar. F Tipi hafıza buna izin vermiyor, demek. Gladyonun amacı milli kurtuluş hareketini bastırmaktır. ABD’nin çıkarları, ABD’nin güvenliği ve hoşa gitmeyen hükümetlerin devrilmesi işte bu üç cümlecik Kontrgerilla’nın niçin kurulduğunu özetliyor. Bu niçin i biraz daha açalım: Amerika’nın desteklediği hükümetin otoritesini sağlayarak, düzeni kuvvetlendirmek. Peter Paret Amerikan Harp Doktrinleri, sayfa 305 yine bir alıntı, Bizim güvenliğimizi sadece açık saldırılar tehdit etmiyor. Bu açık saldırıların yanında ondan daha tehlikeli, fakat saldırı görünüşünde olmayan başka cins tehditler de vardır. Bu tehditler, içerden yapılmak istenen değiştirme ve dönüştürmelerdir. Bu maskeli saldırılar, bazen iç harp şeklinde, bazen ihtilalci hareket şeklinde, bazen demokratik akımlar ve reform hareketi biçimlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bizim amacımız, bu ve buna benzer akımları önlemek olmalıdır. Amerikan Harp Doktrinleri sayfa 297 Bizimle dost olmayan, hoşa gitmeyen iktidarlar. ABD kendi çıkarlarını az ya da çok tehdit eden, hatta kendisiyle tam olarak işbirliği yapmayan tüm yerel oluşumlardan rahatsızdır. Kontrgerilla harbinin hedefi bu akımları önlemektir. ABD’nin Kontrgerilla programı, milli devlet gerçeği ile taban tabana zıttır. Kontrgerilla, Üçüncü Dünya Ülkelerinde milli sınırlar, milli değerler, Anayasa, iç hukuk vb. tanımaz. Kontrgerilla programı, ezilen dünyada Amerikancı diktatörlüklerle uygulanır ve öylede olmuştur. 1967’de Yunanistan’da gerçekleştirilen darbeyle, Amerikancı diktatörlük pekiştirildi. Bunun benzerleri de 12 Mart 1971’de ve 12 Eylül 1980’de Türkiye’de sahneye kondu. ABD bu darbeleri halkın mücadelesiyle sarsılan otoritesini yeniden güçlendirmek için gerçekleştirdi. Bu darbelerde o gün Türkiye’nin bağımsızlığını savunan devrimciler hedef alındı. Bugünkü Ergenekon saldırısıyla da yine ABD karşısında bağımsızlığımızı ve milli devleti savunan yurtseverler baskı altına alınıyor. Gladyonun düşman olarak gördüğü güçleri daha iyi anlayabilmek için, onun temel belgelerinden olan, Jandarma Genel Komutanlığı’nın 9 Mayıs 1973 tarihli, Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele Aşırı sol başlıklı broşürüne göz atalım. Belgenin Tehdidin değerlendirilmesi ara başlıklı bölümünde, karşıt gücün imkân ve kabiliyetleri” olarak sorular sorulmaktadır Karşıt güç belgede Aşırı sol, ABD kaynaklarında ise, ABD çıkarlarına karşı çıkan sol, ya da Sol olmayan akımlar olarak tanımlanmaktadır. En genelde Milli Kurtuluş Savaşları kastedilmektedir. Evet şimdi karşı gücün imkan ve kabiliyetleri sayılan unsurlar şunlar oluyor. Türkiye’yi parçalamak, Emniyet ve asayişin hassas olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da vatandaşlarımızı aldatarak ortak eylemlere girişmek, güvenlik kuvvetlerine saldırılar düzenlemek Vietnam tipi mücadele geliştirmek İşçi, köylü, öğrenci ve aydınları ortak mücadeleye yönetmek, İşçi, köylü içinde grev, işgal, boykot, gösteri vb faaliyetleri düzenlemek, Silahlı Kuvvetlere sızmak ve örgütlenmek, Yurtdışındaki Türkler arasında çalışmalar yapmak, Bütün bunlar için dış destek sağlamak. Ferit İlsever, Kontrgerilla kitabi I.cilt Aralık 2008, Görüldüğü gibi Gladyonun hedeflerinde 36 yılda hiçbir değişiklik yok. Jandarma Genel Komutanlığının 1973 tarihli belgesiyle, "Ergenekon" İddianamesi aynı mantıkla hazırlanmış. Hemen hemen ifade biçimine kadar neredeyse aynı “düşman” tanımı yapılıyor, aynı eylemler sıralanıyor. Gerçekte burada anlatılan soygun, suikast gibi halk düşmanı eylemlerin hepsi bugüne kadar Gladyonun gerçekleştirdiği eylemlerdir. Gladyo kendi pisliklerini yurtseverlerin üzerine yıkmaya çalışmaktadır. Jandarma Genel Komutanlığı’nın belgesinin İddianame’den bir farklı cümlesi var, o da Gladyonun hedefini açığa vuruyor: Vietnam tipi mücadele geliştirmek Yani Milli Kurtuluş Mücadelesi 34 yıl sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2007 Eylül’ünde İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a sunduğu brifingde de ulusalcılık, Terörle Mücadele Harekat dairesi Başkanlığı’nın faaliyetleri arasında değerlendiriliyordu. Milliyet gazetesi 29 Mart 2008 Raporda, ulusalcı kesimlerin, devlet egemenliğinin özellikle AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği varsayımını temel aldıkları belirtiliyordu. Nitekim bir süre sonra Ulusalcılık, “Ergenekon” operasyonuyla, terörle mücadele kapsamında hedef alındı. Gerçekten de raporda belirtildiği gibi, bu operasyon ulusalcıların varsayımlarının hayata geçmesi şeklinde yürütüldü. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporunun açıklandığı günlerde, Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı’nın Gladyonun deneyimli isimlerinden eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’la yaptığı söyleşi yaşadığımız süreci aydınlatıyordu Vatan gazetesi, 1 Nisan 2008 Mine Şenocaklı: Ulusalcılık da Terörle Mücadele Dairesi’nin faaliyetleri arasında değerlendiriliyor. Tıpkı Hizbullah ve İBDA-C gibi, hangisi daha büyük tehdit? Ulusalcılık mı dini hareketler mi? Sönmez Köksal: Son dönemde ulusalcılık böyle bir tanımlama ile özdeşleşti ve adeta Türk iç ve dış politikası açısından bir tehdide dönüştü. Dini faaliyetlerle aşağı yukarı aynı sonuca ulaşıyor. Yani her ikisi de Türkiye’yi Cumhuriyet ve demokrasi anlayışından uzaklaştıran eğilimler, faaliyetler. Dönem dönem birisi diğerinin üstüne çıkıyor. Bir dönemde belki ikisi de eşit şekilde tehdit oluşturuyor Türkiye açısından. Olmadık senaryoları anlatıyorlar. Türkiye’nin Batı ile bağlarını koparıcı, onları yıpratıcı çok güçlü hareketler var. PKK da, ulusalcılık da, dini faaliyetler de eşit derecede tehlikeli. Görüldüğü gibi 1980’lerin, 90’ların Gladyo merkezinin deneyimli isimlerinden Sönmez Köksal ulusalcılıkla ilgili 8–10 cümle içinde baklayı ağzından kaçırmıştır: Türkiye’nin Batı ile bağlarını yıpratıcı, koparıcı akımlar. Huylu huyundan vazgeçmiyor: Batı’ya bağlanmanın adamı Aynı zamanda herkesin bildiği gibi, Mossad’ın adeta ülkemizdeki sözcüsü Yukarıdaki sözleriyle bugünkü Kontrgerilla’ya akıl veriyor Aynı zamanda Kontrgerilla’nın Ulusalcılığı hedef almasını alkışlıyor. 34 yıl arayla yayınlanan iki belgenin de yani 1973’teki Jandarma Genel Komutanlığı’nın belgesiyle 2007 deki Emniyet Genel Müdürlüğü Raporu; Yazarları aynıdır: 1-ABD’nin sopası Kontrgerilla, 2- Amaçları aynıdır: ABD diktasını sürdürmek Jandarma Genel Komutanlığı belgesi Milli Kurtuluşçuların ABD hâkimiyetine karşı mücadele etmesinden, Emniyet Genel Müdürlüğü Raporu ise ulusalcıların ABD ve AB’yi hedef almasından rahatsızdırlar, 3- Hedef alınan kuvvetler aynıdır. Dün Aşırı Sol deniyordu. Bugün ise ulusalcılar Aynıydı, çünkü dünkü Aşırı sol la da bugünkü ulusalcılık la da hedef alınan, İşçi Partisi’nin başında bulunduğu ABD emperyalizmine ve iş- birlikçilerine karşı mücadele eden kuvvetlerdi. 4- Sadece imzaları farklıdır. Jandarma Genel Komutanlığı imzası 34 yıl sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’ne dönüşmüştür. Çünkü 1990’lardan sonra Kontrgerilla’nın merkezi Emniyet’e taşınmıştır. “1970’li yıllarda Kontrgerilla’nın hedefi Kemalist Devrim’i tasfiye etmekti. 34 yıl sonra 'ulusalcılığı' yani Kurtuluş Savaşımızı ve Cumhuriyet Devrimi’ni 'terör' olarak ilan ediyorlar. Yani 'tasfiye' süreci tamamlanmış oluyor. Artık Kemalist Devrim, bir 'terör suçudur. Bu durumda milletimize de Kemalist Devrim rotasında ayağa kalkmak ve Cumhuriyet’i yeniden kurmak görevi düşüyor.” Operasyonun Merkezinde ABD var. Kontrgerilla’yı ABD’nin kurdurduğunu ve Kontrgerilla operasyonunun arkasında bu ülkenin bulunduğunu belirttik. Buradan ABD’nin, Kontrgerilla operasyonlarını sadece destekleyeceği” sonucu çıkartılmamalıdır. “Dolaylı saldırıları önlemek için politik, ekonomik ve askeri bir dizi yardımlar yapılmalıdır. Mahalli kuvvetlerin eğitimi, partizan savaş ve taktikleri ile karşıt savaş taktiklerinin öğretilmesi esasına oturtulmalı. Bununla beraber pratikte görüldüğü gibi sadece mahalli kuvvetlere bel bağlanamaz. Mahalli kuvvetlerin bütün komuta ve idari organları Amerikan uzmanları tarafından kontrol edilmeli. Fakat bu kontrol işlevi ülke kamuoyundan gizli tutulmalı.” Amerikan Harp Doktrinleri sayfa 311 Evet, ABD Kontrgerilla operasyonlarında destekleyici, yani seyirci değildir. Operasyonda mahalli kuvvetlere bel bağlanamaz. Amerika’nın uzmanları operasyonu yönetecek, komuta ve idari organları denetleyecektir. Yani kontrgerilla operasyonlarının komuta merkezinde ABD vardır. Bu kural yarım yüzyıl önce olduğu gibi, bugün de geçerlidir. Elli yıl içinde bir küçük değişiklik olmuş. ABD, 1950’li, 60’lı yıllarda Kontrgerilla’ya önderliğini o ülke kamuoyundan gizli tutarken, bugün açık açık uyguluyor. ABD Devlet Başkanı Bush, sözüm ona Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a, bütün dünyanın önünde Ergenekon operasyonu talimatı verebiliyor. ABD ve AB operasyon boyunca defalarca, sonuna kadar gidin, devlet içindeki uzantılarını temizleyin diye, hükümeti cesaretlendiriyor. Çünkü Ankara’da artık bunların proje görevlileri, memurları oturmaktadır. Sayın Başkan, Değerli Yargıçlar, Burada duruşmaların başından beri bu operasyonda Bush talimatlarının geçerli olduğunu bu gerçeklere dayanarak anlatmaya çalışıyoruz. Öyle, idari organları denetlemek vs. değil, Amerikalı uzmanlar ve CIA elemanları başından beri bu "Ergenekon" tertibini yönetmektedirler. Bu yüzden İddia Makamı, Türk hukuk tarihine ve birikimine hiç yakışmayan, düzeysiz, çelişmelerle ve gerçek olmayan beyan ve olgularla dolu bir kağıt yığınını İddianame diye huzurunuza getirebilmiştir. Esasında hepimizin aylardır hüzünle tanık olduğumuz bu emperyalist müdahaleye, bağımsız Türk Adaleti adına verilecek en iyi yanıt, bu tutarsız dosyayı kapatıp, tarihin çöp sepetine atmak ve burada aylardır onurlarına, kişiliklerine saldırılan sanıkları salıvermektir. gladyo halk düşmanı bir örgüt. Yukarıdaki Jandarma Komutanlığı belgesinden yaptığımız alıntıyla gösterdiğimiz gibi, Kontrgerilla edebiyatında, bütün halk potansiyel suçlu gösterilmektedir. İşçi, köylü, kamu çalışanı, öğrenciler, aydınlar, Kürtler, silahlı kuvvetler personeli, yurtdışında yaşayan Türkler, hepsi aşırı sol'un imkanları başlığı altında sayılmakta ve tehdit olarak değerlendirilmektedir. Yine bu belgede, emekçilerin yürüttüğü grevler, boykotlar ve işgaller de tehdit kapsamındadır. En önemli tehdit ise, Vietnam tipi mücadeledir. Yani Milli Kurtuluş Savaşı Yine 35 yıl önceki ST 31-15 numaralı kara kuvvetleri komutanlığı sahra talimnamesi başlığı, Kontrgerilla’nın başka bir itirafnamesi niteliğindeydi kitap ST 31-15 amacını açıkça işgal kuvvetine veya bunlarla işbirliği yapan mahalli hükümete karşı mücadele eden direnişçiyi ortadan kaldırmak olarak ilan etmişti” “ST 31-15, Birinci Bölüm, Maksat ve Şümul” ST 31-15’in “ortadan kaldırılmasını emrettiği direniş harekâtı”, haklı nedenlere de dayansa yok edilmeliydi: “Büyük çaptaki direniş hareketlerinin temel sebebi, halkın bir kısmının, yürürlükteki politik, sosyal veya ekonomik şartlardan memnuniyetsizliğinden doğar” Birinci Bölüm, Mukavemet İçin İdeolojik Esaslar. Daha vahimi, halk bu memnuniyetsizliği, milli egemenlik, baskıdan kurtulmak, düşman işgalini veya sömürgeciliği ortadan kaldırmak hedefleriyle eyleme dönüştürebilir. Hep bu kitaptan alıyorum. ST 31-15’ten aldığım bu ifadeleri Kontrgerilla - 1 kitabımda şöyle yorumlamışım: Yazıklar olsun Türk Ordusu’nun 35 yıl önce yayımladığı Kontrgerilla belgesi düşman işgali ve sömürgeciliğe karşı mücadele gibi en haklı eylemi bile mahkûm ediyordu. ‘Milli egemenlik de Kontrgerilla’nın başucu kitabında ağır bir suçtu. ST 31–15 ilginçtir. Amerikalı uzman, Kontrgerilla’nın bastıracağı değerleri sanki Atatürk’ün Nutuk’unu satır satır inceleyerek saptamıştır. İşte milli egemenlik de bu değerlerden biridir. Türkiye’nin Kontrgerillası birebir çeviri yapınca Kurtuluş Savaşımızın en temel değeriyle savaşıyor. İşte Kontrgerilla, Kemalist Devrimi tasfiye görevinde böyle eğitilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, Eylül 2007 tarihli ulusalcılığı ‘terör’ kapsamında mahkûm eden raporu da ilginçtir Ulusalcıların AB sürecinde ‘egemenliğin zedelendiğini ‘bağımsızlığın yitirildiğini söylemesi terör suçu sayılmıştır. Görüyor musunuz, egemenlik, bağımsızlık, Atatürk ve Cumhuriyet gibi değerlerimiz günümüz Kontrgerilla’sı Fethullahçı Gladyoda nasıl travma yaratmaktadır. Kontrgerilla’nın millet düşmanlığı ST 31-15’te emperyalist işgalciyi alkışlama noktasına vardırılmıştır: İşgal kuvveti, örgütlü direnişi önlemek ve gayrinizamî faaliyetleri süratle ortadan kaldırmak suretiyle, işgal durumunu gerçekleştirmek ve saydırmaktan sorumludur. Kara harbi hukuku işgal kuvvetine karşı tedbirlere başvurmak ve halkı bu tedbirlere uygun şekilde harekete zorlamak yetkisi vermektedir.( ST 31-15, Birinci Bölüm, Kuvvetlerin Bağıntısı. Türkiye’de yayımlanan ve Ordu’da yıllarca eğitim amacıyla kullanılmış belgedeki ifadelere bakın: İstilacı güçlerin işgalini ülkeye saydırması, işgal kuvvetlerinin halkı, alacağı önlemleri kabul etmeye zorlaması vb. Türk Ordusu 35 yıl sonra cephesini ABD emperyalizmine dönmüş vatan savunması görevlerini örgütlüyor. Bu koşullarda bu belgelerin olumsuz bir anı ve bir ibret belgesi olarak kalmasını çok isterdik. Ama Kontrgerilla hâlâ faaliyette bu kez Emniyet’teki F Tipi örgütlenme, devlet egemenliğimizi zedeleyen' ve 'bağımsızlığımızı yok ede' AB ve ABD sürecinin ülkeye nasıl saydırılacağının eğitimini görmektedir.”'Ergenekon”' operasyonu da ABD egemenliğinin saydırılması için yapılıyor. Buna karşı çıkan yurtseverler ise tutuklanmaktadır. Ferit İlsever, Kontrgerilla 1 sayfa 74. Gladyonun mantığına göre, halkın mücadelesi ne kadar haklı taleplere dayanırsa dayansın, Milli Kurtuluş Hareketi ne kadar güçlü olursa olsun, bunları zorbalıkla bastırmak mümkündür. İşte bir Kontrgerilla uzmanının sözleri: Muhtemelen bir memlekette tek bir dava veya sebep vardır. Eğer o tek sebep asi tarafından benimsenmişse, bu taktirde ideolojik kuvvet asi lehine olacaktır. Bu hal ihtilafın başlangıcı için doğrudur. Sonradan, harp geliştikçe, harbin kendisi önem kazanır ve esas sebep önemini kaybetmeye başlar. Kuvvet kullanılmaya başlandıktan sonra, bu kuvvet, ayaklanmayı bastıracak olan tarafın dava ile ilgili güçlüklerini ortadan kaldıracak kabiliyettedir. Bu David Galula, Aydınlanmaları Bastırma Hareketleri, sayfa 16 alıntıya devam ediyorum. Harbin önem kazanması ve Kuvvetin, ayaklanmayı bastıracak olan tarafın güçlüklerini ortadan kaldırması bu sözlerin anlamı şudur: Milletin mücadelesi istediği kadar haklı ve güçlü olsun kuvvet kullanılarak onun talepleri söndürülebilir ve mücadelesi bastırılabilir. Kontrgerilla’ya göre haklı veya haksız olmak boş şeylerdir, sorunu şiddet çözmektedir. Daha çok saldırgan olan ve daha çok şiddet hareketleri yapan taraf, halka hâkim olacaktır. Franklin A. Lindsay, dedikleri isimli Gayrinizamî Harp adlı kitabın 5. sayfası. İsyan hareketinin sebebi, başlangıçta gayet önemlidir. Fakat daha sonra bu önem azalmaya başlar. Harbin kendisi esas dava halini alır ve halkı, kazanan tarafı tutmaya zorlar. Ayaklanmaları bastırmakla görevli olan tarafın enerjisi, kendisinin halk tarafından sevilmediğini örtebilecek kadarsa, bu taktirde sulh ve sükunun birer ana dava haline gelmesine kadar bekleyebilir, kendi kuvvetine ve azınlıktaki taraftarlarına daha fazla güvenir. Aynı kitap sayfa 107. İşte Kontrgerilla teorisinin esası budur: Sulh ve sükûnun toplumda ana dava haline gelmesi. Kontrgerilla’nın enerjisi, yani terörü karşısında kitleler haklı davalarından vazgeçecekler, sadece sulh ve sükûnun” sağlanmasını isteyecekler. İnsanlar ölmekte, bombalar patlamakta, terör olayları hızla artmaktadır. Kimsenin can güvenliği kalmamıştır. Artık harbin kendisi önem kazanmıştır. Ne olursa olsun, yeter ki, sulh ve sükûn sağlansın. Azimli ve kudretli Kontrgerilla işte böyle üstünlük kurmaktadır. Kontrgerilla’nın “enerjisi”, kendisinin halk tarafından sevilmediği gerçeğini örtebilmiştir. İşte 12 Eylül darbesinin programı buydu. 12 Eylül Amerikancı darbesi solu ve halkın mücadelesini bastırabilmek ve darbeyi haklı gösterebilmek için, sağ–sol çatışmasını körüklemiş ve anarşiyi tırmandırmıştır. Kontrgerilla merkezi bu amaçla ülkücülerle, denetim altında tuttukları bazı “sol” akımların çatışmasını körüklemiş ve gerçekten 12 Eylül öncesinde sulh ve sükûnu ana dava haline getirmiştir. Günümüze gelince 2007 baharında Cumhuriyet mitingleriyle doruğa çıkan Cumhuriyet güçlerinin atağı, ABD’nin Ergenekon “Ergenekon terörüyle” önce göğüslenmiş, sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri’ni dize getirmeyi ve milleti öncüsüz bırakmayı hedefleyen bir karşı devrim saldırısına dönüşmüştür. Keyfi tutuklamalardan, yargısız infazlara, dinleme teröründen patlayan bombalara, bulunan cephaneliklere kadar yükseltilen terör dalgasıyla Türkiye teslim alınmaya çalışılmaktadır. Bakalım Gladyonun enerjisi, sulh ve sükûnu ana dava haline getirmeye ve Türkiye’yi teslim almaya yetecek mi? Şunu unutmayalım; papaz her zaman pilav yemiyor ve Gladyonun papazı bugün kriz içinde, yenilgiden yenilgiye koşuyor. “tertip ve kışkırtmalar yapılır”. Kontrgerilla’nın Milli Kurtuluş hareketini kitlelerden koparmak ve bölmek için sarıldığı en önemli silahı Özel Harp Dairesi Başkanı’ndan öğreniyoruz: Tümgeneral Cihat Akyol’dan bir alıntı. Bazı durumlarda propaganda için istismar edilmek üzere tertip edilmiş olaylar meydana getirilir. İsyancıların yaptığı izlenimini vererek, yağma ve katliam, ırza tecavüz olayları ele alınabilir. Ancak hemen bilinmelidir ki, konu çok hassastır; yer, zaman, şekil ve mahiyet itibariyle ustalık gösterilmezse, karşı koymaya zarar getirebilir. Tabi 60’lı yılların edebiyatı bu tümgeneral cihat Akyol’un Özel harp dairesi başkanı kitabından alıntı. Devam ediyorum, Halkı direnişçilerden ayırmak için, sanki ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan halka haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir.(Tümgeneral Cihat Akyol, Gayrinizamî Kuvvetlere Karşı Harekât yazısı sayfa.15 Bu alıntıları Ferit İlsever kitabında şöyle değerlendiriyordu: Bu sözler ÖHD Başkanlarından Cihat Akyol’a aittir. Halka, zulme kadar varan haksız muamele örnekleri, yağma, katliam ve ırza tecavüz. Bütün bunları yapacaksınız, ama sanki milli kurtuluşçular yapıyormuş gibi’ göstereceksiniz. İsyancıların yaptığı izlenimini vereceksiniz, yani bu alçaklığı milli kurtuluşçuların üzerine atacaksınız. TSK birliklerine açıkça yağma, katliam ve ırza tecavüz talimatı veren bu generalin sözleri Kontrgerilla’nın görevlerini gözler önüne seriyor. İşte 40 yıldır tanık olduğumuz sinsi tuzakların ve tertiplerin teorisi bu satırlarda yapılmaktadır. 6 – 7 Eylül 1955’te ilk örnekleri görülen, 12 Mart ve 12 Eylül’de sayısız kez tanık olduğumuz, bazıları devrimcileri karalamak için kullanılan yağma, katliam ve zulme kadar varan haksız muamele örneklerinin sahibi bu tertipçilerdir. 1 Mayıs 1977 katliamının sorumlusu da bu satırları yazanlardı. 12 Mart’ta Kültür Sarayı’nı yakan, Eminönü araba vapurunu batıranlar bunlardı. 2006’da Danıştay Yargıcı Mustafa Yücel Özbilgin’i katleden ve sonra bu alçakça cinayeti milli kuvvetlerin üzerine yıkmaya çalışanlar da; Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i, Malatya’da Zirve Yayınevi’ndeki misyonerleri katledip bu saldırıları da milli güçlere mal etmeye çalışanlar da Fethullahçı Gladyoydu. Ancak gerçekten bu alçakça tertiplere girişmek, ‘çok hassas bir konudur Kontrgerilla hangi ustalığı sergilerse sergilesin kendisini gizleyememiş ve 40 yıldır uyguladığı bu rezilliğin sorumlusu ve suçlusu olarak damgalanmıştır. İşte bu yüzden bugünkü alçaklıklarını ancak sığındığı Emniyet içindeki hücresinden tertipleyebilmektedir. TSK’ye gelince, Türk Ordusu yukarda Cihat Akyol örneğini verdiğim Amerikancı generallerin ordusu olamazdı. Hayır, Türk Ordusu yukarıda sergilediğim rezilliği taşıyamazdı. Yağma, katliam, ırza tecavüz, bırakalım Türk Ordusu’nu, halk düşmanları dışında kimsenin eylemi olamaz. İşte bugün de sadece Mafya Gladyo çetelerinin rezilliği olarak sürdürülmektedir. Son söz, Kontrgerilla huyundan vazgeçmez. Son nefesini verinceye kadar tertiplerini sürdürecektir. İşte bugün de Trabzon’da, Şemdinli’de örneklerini gördüğümüz alçakça tertiplerini “Ergenekon” adı altında yurtseverlerin sırtına yıkmaya çalışmaktadır. "psikolojik savaşın hedefi milli kurtuluşçuları tecrit etmektir. Şimdi de Kontrgerilla’nın halka karşı sürdürdüğü psikolojik savaş üzerinde duralım. Cihat Akyol psikolojik savaşın hedeflerini şöyle açıklıyordu: Özel harp dairesi başkanı 60’lı yıllarda. Ayaklanmanın sebebini ortadan kaldırmak, Asiler arasında anlaşmazlık yaratarak bölünmeler meydana getirmek, bunu istismar etmek, liderleri bertaraf etmek, Ayaklananların moralini bozmak, direniş azimlerini yıkmak, Asileri tecrit etmek, halkın desteğinden mahrum etmek, aksine halkın desteğini karşı koyma kuvvetleri tarafına koymak, Asileri en zayıf zamanlarında ciddi ve kesin sonuçlu bir harekata teşvik ve tahrik etmek, Ayaklanmaları bastırma kuvvetlerinin moralini yükseltmek, harekatını başarılı kılacak şekilde desteklemek, Hükümet otoritesinin yıkımını önlemek, yürütmeyi kolaylaştıracak surette hükümeti desteklemek. Cihat Akyol, Ayaklanmaya Karşı Koyma Harekâtında Psikolojik Harp, sayfa 4. Psikolojik savaş, bu hedeflere ulaşmak için planlanan, sevk ve idare edilen her türlü politik, askeri, ekonomik ve ideolojik faaliyetleri kapsar Komando ve Özel Harp Muhtırası, Özel Harple İlgili Yeni Terimler bölümü. “Ergenekon” operasyonu bu hedeflerin hepsini gerçekleştirmeye yönelmişti. Ancak, AKP Kapatma Davası’nı örtme ya da bu davaya misilleme oluşturma hedefi, Hükümet otoritesinin yıkımını önlemek maddesiyle bire bir örtüşüyordu. Psikolojik savaşın hedefi dimağları tesir altına almak, yani beyin yıkamaktır. Alıntı yapıyorum, Askeri yönden psikolojik harp; vurucu hava gücü, topçu ve havan gibi önemli neticeler doğuracak bir silahtır. Her alanda asıl hedefin insanların beyni olduğu kabul edilmekte ve beyinler etki altına alındıktan sonra, mücadelenin kazanılmasının son derece kolay olacağına inanılmaktadır Sabri Yirmibeşoğlu, bu da özel harp daire başkanı, Modern Mücadele Yöntemi Özel Harp Uygulaması, sayfa 46 bu da 60’lı yıllara ait bir alıntı. Psikolojik savaş gayrinizamî hareket üzerinde yürütülen diğer baskı tedbirleriyle birlikte uygulanır ve hedefi, öncüleri bir suçlama kampanyası ile karalamaktır: “Asileri toplum içinde suçlu göstermek ve bunda kamuoyunun onayını sağlamak, umdukları dağlara kar yağdırmış olacağı için morallerini süratle bozmaya hizmet eder Cihat Akyol, Ayaklanmaya Karşı Koyma harekatında psikolojik harp bölümü, sayfa 5 Bir yalan ve iftira savurursun, yapışır kalır. Dinleyenin aklına bir şüphe bile taksan kârdır. Kontrgerillanın mantığı budur. Bunlar, psikolojik savaşta yalan ve rivayetlerden medet umduklarını kitaplarına bile yazmışlardır. “Siyah propaganda: İddia ettiğinden başka bir kaynaktan gelen kapalı bir propaganda türüdür. Yalan ve rivayetlerden istifade eder. Gerçek kaynak bilinmediği müddetçe, pis ve temiz bir şekilde savaşmakta serbesttir. “Gri propaganda: Hiçbir kaynak bildirmeyen bir propaganda çeşididir. Rivayetlerden yararlanır. Hiç yokken ortaya çıkar, çabuk yayılır, doğruluğu tahkik edilemez. Şayialar en iyi misaldir” yine 1960’lı yıllara ait bir alıntı kurmay albay Münir Güneri, Psikolojik Harbin Önemi ve Yönetimi, sayfa 9. Kontrgerilla’nın halka karşı psikolojik savaşın örneklerini 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrası “ Ergenekon tertibi” temelinde heyetinize sunuyorum. Buraları atlıyorum sayın başkanım. Bu bölümleri yani, yalnız bu bölümler Temmuz 2007 seçimlerinden sonraki bugüne kadar izlenen şeyin Ergenekon operasyonunun teker teker her adımının tamamen gladyo merkezinin bir psikolojik savaş eylemi olduğunu adım adım örnekleriyle her şeyiyle göstermektedir. Psikolojik savaşa günümüzden verilecek en iyi örneklerdir ve bu davanın da nasıl bir gladyo tertibi olduğunu kanıtlaması bakımından savunmama eliyorum. Devam ediyorum efendim, Operasyonu yürüten gladyodur İddianame Ergenekon Örgütü’nü önce, ülkemizde uzun yıllar faaliyet gösterdi şeklinde tanımlıyor sayfa 46. 1990’dan sonra reorganizasyona Yeniden yapılanma şu yabancı dil özentisi bile belgenin bize ait olmadığını kanıtlıyor ihtiyaç duymuş ve sivil açılımlar göstermiş. "Ergenekon" en başta, derin devlet adıyla, ciddi krizlere, kargaşaya, anarşi, terör ve güvensizliğe yol açan birçok kanlı eyleme girişmiş. İddianameden alıyorum bunları İddianame gerçekte, buraya kadar Gladyoyu anlatıyor. “NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla kurulan bu örgütler, zamanla amaçları dışına çıkmış” İddianame sayfa.46. Birincisi; NATO’nun komünizmle mücadele gerekçesiyle kurduğu örgütlerin adı Gladyodur. Veya Kontrgerilla. Savcılar, Ergenekon Örgütü’ne bizim gibi bilimsel sosyalistleri ve birçok anti-emperyalist yurtseveri katabilmek için, bu örgütün, Gladyonun NATO dışına çıkmış, bir türü, İkincisi; Gladyonun gerçek amacı NATO ülkelerindeki devlet örgütünün merkezine ABD’nin Derin Devletini yerleştirerek, bu ülkeleri denetim altında tutmaktır. "Ergenekon Örgütü" savcıların saptamasıyla NATO’nun amaçları dışına çıktığına göre, Gladyo değildir. Bu sözler, bu davanın sanıklarının Gladyo mensubu olmadığının ve burada bir Gladyo yargılaması yapılmadığının itirafıdır. Dolayısıyla, kamuoyunda şişirilen, Ergenekon davasıyla Kontrgerilla yargılanıyormuş balonunu bizzat savcılar patlatmaktadır. Öte yandan, Savcılar İddianame’de NATO amaçları dışına çıkılmasından rahatsızdırlar. Üçüncüsü; ABD’nin iktidar amacı olmadığına göre, "Ergenekon"un arkasında ABD bulunmamaktadır. Tersine ABD ve AB, "Ergenekon" Operasyonu’nun sonuna kadar götürülmesini istemektedir. ABD, Ergenekoncu değil, Ergenekon Operasyonunun arkasındadır. Dördüncüsü; nitekim "Ergenekon" Operasyonu ile ABD karşısında milli devletimizi savunan, yaşamları boyunca Gladyoyla mücadele etmiş yurtseverler baskı altına alınmıştır. Ergenekon Operasyonunun hedefi Türk Silahlı Kuvvetleri ve İşçi Partisi’dir. Yani ABD’nin milli devletimizi çökertmedeki başlıca hedefleri İddianamede de açıkça belirtilmektedir Ergenekon Türk Silahlı Kuvvetleridir ve Savcı Öz açıklamıştır: Ergenekon Operasyonunun merkezinde İşçi Partisi vardır. Beşincisi; Ergenekon Gladyo değildir ama Operasyon’u yürüten kuvvet Fethullahçı Gladyodur. Bu bölümde anlattıklarımla bu gerçeği kanıtlamış bulunuyorum. Altıncısı; Gladyo “Ergenekon” diye hayali bir örgüt yaratarak, kendi suçlarını, pisliklerini bu örgüte mal etmeye ve ABD adına yurtseverleri karalamaya, sindirmeye çalışmaktadır. İddianame’de Ergenekon Örgütünün nitelikleri ve eylemleri olarak sayılan; Her türlü kanun dışı yolu prensip edinmiş İddianame; sayfa 2454, Amacına ulaşmak için silah, mühimmat ve diğer malzemeleri temin etmiş” Aynı yerde, Devletin çok gizli belgelerini amaçları doğrultusunda kullanmış Aynı yerde, Danıştay suikastını gerçekleştirmiş Aynı yerde, Birçok suikastı planlamış Aynı yerde, Örgütteki insanlara rütbeler ve askeri görevler verilmiş” Aynı yerde, Mafyayı ve terör örgütlerini kontrol altına almış (Aynı yerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde gizlice yapılanmış, Aynı yerde, Devletin birçok birimine sızmaya çalışmış Aynı yerde, Halkı hükümete karşı silahlı isyana tahrik etmiş, Hükümeti cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etmiş, Kaos ve iç çatışma ortamı yaratmaya çalışmış, Ordu içinde kendilerine destek veren askeri şahıslarla hükümeti yıkmaya teşebbüs etmiş, Örgüte gelir getirmek amacıyla, mafyanın kontrol altına alınması, uyuşturucu ticareti, hazine arazilerinin satışı, bankalardan para çalma, insan kaçakçılığı, kimyasal silah üretimi gerçekleştirmiş Yargıtay üyelerine suikast hazırlamış NATO tesislerine saldırı planlamış Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’a suikast planlamış Fehmi Koru, Orhan Pamuk vb. karşı silahlı saldırı hazırlığındaymış aynı yerde, şeklindeki bütün suçlamalar ABD ve işbirlikçilerinin, Gladyonun marifetleridir. Bunların tümü F Tipi örgütün nitelikleri ve suçlarıdır. F Tipi savcıların bulaştırma çabasıyla bize bulaşmaz, gölgemizi bile kirletmez. 10. bölüm Tuncay Güney bildiğimiz tanıdığımız ajan, MİT'in mahkemenize gönderdiği ve mahkemenizin açıklanmamasına karar verdiği örgüt şemasında Tuncay Güney'le birlikte yer alıyoruz. Tek başına bu olgu bu soruşturmanın ciddiyetsizliğini kanıtlamaya yeter. Nitekim MİT belgesinin sahibi Şenkal Atasagun bile şemayı saçma bulduğunu itiraf etti. Tuncay Güney'in mülakatında benimle ilgili en temel, belki de tek doğru saptama şudur; İşçi Partililer, Veli Küçük'ün istihbarat subayı olduğunu biliyorlardı. Ferit İlsever, Veli Küçük'ü ilk keşfedendi ve bizi çözmüşlerdi. İddianame, Sayfa 256 Tuncay Güney mülakatında Veli Küçük'e bağlı olduğunu ve onun talimatıyla Aydınlık'a geldiğini söyleyecek ve biz de çözdüğümüz bu ekiple ortak örgütsel faaliyet yürüteceğiz. Hem de gizli İstihbarat örgütlerinin gözetiminde Biraz akıl, biraz da vicdan arıyorum. Hukuk böyle mi olacaktı? Gladyo eskiden bir şeyleri kurgularken, atarken bile az çok gerçeğe yakın olmasına dikkat ederdi. Fethullahçı Gladyoda bu özen de kalmadı. At atabildiğin kadar. Tek kuralları var: Çamur at izi kalsın. Böyle örgüt mü olur? Ben, aynı örgütte bulunduğum üst düzey yöneticiyi "çözmüşüm" Bir örgütün iki üyesi arasında, hem de birinin üst düzey yönetici olduğu iddia ediliyor, asla olmayacak ilişki. Sadece farklı, değişik kesim ve örgütlerde bulunan insanlar arasında olabilecek ilişki. Tuncay Güney, Ferit İlsever'in kendilerini "çözdüğünü" söyledikten sonra art arda yalanlarını, tutarsızlıklarını sıralıyor; Veli Küçük'ün isteği üzerine Doğu Perinçek ile irtibat kurdum. Ferit İlsever ve Adnan Akfırat'la görüştüm. Aydınlık gazetesinden aldığım haberleri yayınlanmadan önce Veli Küçük'e onaylattım. Başka bir alıntı, Veli Paşa bu şekilde basında örgütlendi. Devam ediyorum, Hasan Yalçın İstihbarat Genel Başkan Yardımcısı, Ferit İlsever Aydınlık ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni, Adnan Akfırat araştırma adı altında Parti'nin en iyi Disiplin Kurulu üyesidir. Devam ediyorum, Adnan Akfırat, Ferit İlsever ve Hasan Yalçın Akşam gazetesinin mutemet elemanları gibiydiler. Devam ediyorum alıntılara Veli Küçük ve ekibi Doğu Perinçek'i rahatlıkla kullandı. Devam ediyorum. Hücre yapılanması olduğu için, Aydınlıkçıların haber kaynaklarını bilmediği. Cumhuriyet gazetesinin alınması bu grup için önemliydi. Tuncay Güneyden alıntılara devam ediyorum. Enka Tesislerinde Cumhuriyet'in alınması kararlaştırıldı. Doğu Perinçek Ulusal Kanal için Almanya'dan 500 milyar getirdi. Her ne kadar iki satır ötede Avrupa'da PKK ve İslamcı kesimin para toplayabileceğini, ancak Doğu Perinçek'in toplayamayacağını söylüyor. Oda başka bir alıntı iddianame, sayfa 1584 Biz bunları "çözdüysek", yani istihbarat örgütleriyle bağlantılarını biliyorsak, şimdi ben soruyorum. Niye Doğu Perinçek böyle bir şahısla irtibat kursun? Niye Ferit İlsever haberlerini Tuncay Güney ile Veli Küçük'e yollayıp onaylattırsın? Niye Tuncay Güney aracılığıyla Akşam gazetesinin mutemet elemanı gibi olayım? Niye kendimizi, Veli Küçük ve ekibine rahatlıkla kullandıralım? Ondan alıntılar bunlar. Niye, Veli Küçük'le birlikte ulusal medya grubu kurmaya kalkışalım? Bu kocaman saçmalıkların ve çelişmelerin yanıtı olamaz. Çünkü hepsi uydurmadır. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın'ı, İstihbarat Genel Başkan Yardımcısı yapıyor. Ferit İlsever'i hem Ulusal Kanal'ın, hem de Aydınlık dergisinin Genel Yayın Yönetmeni yapıyor. Kaynaklarımıza ulaşamamasını hücre yapılanması gibi bir saçmalığa bağlıyor. Koskoca 90 yıllık Cumhuriyet gazetesini bize satın aldırıyor. İki satır sonra reddetmesine rağmen Doğu Perinçek'in Ulusal Kanal için Almanya'dan 500 milyar TL getirdiği yalanını savuruyor. Güney'in anlatımlarında bir tek doğru var: Bu şahsın kime hizmet ettiğini ilk günden biliyorduk. Haber Merkezimiz güvenilmez kişiliğine hep ihtiyatlı yaklaştı. İşçi Partisi ve Ulusal Kanalla, Aydınlık'ı kimse kullanamaz. Hele böyle bir zavallı hiç kullanamaz. Bilgilerimizi kontrol etmek ve doğru bilgiye ulaşmak amacıyla, arkadaşlarımız bütün gazetelerin ve gazetecilerin yaptığı gibi, haber kontrolünü sürdürdüler. Bu şahıs Aydınlık ve Ulusal Kanalda bir gün bile çalışmamış ve kendisine kimlik verilmemiştir. Benim bu şahısla hiçbir zaman ortak çalışmam olmamıştır. Elbette haber kaynaklarımıza ulaşması olanaksızdı. Gazeteciliğin en temel ilkesi olarak elbette haber kaynaklarımızı öğrenemezdi. Hele böyle bir ajan bozuntusuna kaynağımızı mı açıklayacaktık? Aslında Tuncay Güney'in bu ifadesi bile bilgilerimizi bu gruba tamamen kapattığımızı, kendimizi kullandırmak bir yana, oradan gelecek bilgileri ihtiyatlı ve denetimli bir şekilde kullandığımızı kanıtlamaya yetmektedir. Yalan, Tuncay Güney’in gıdasıdır. Kameraları görünce dizginsiz bir şekilde sıralıyor. Tıpkı, 18 Temmuz 2008 günü Kanal D televizyonunda yayınlanan Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında yaptığı gibi, “Excuse me Ferit İlsever Senin Pera Palas Oteli’nde Türk mafyasıyla Fransız mafyasını buluşturduğunu unutmadık.” Bu adam ne demek istiyor diye düşünürken, açıyoruz İddianame’yi, burada da, Mülakat’ta, Doğan Duyar’ın Fransız Mafyası’nı Türk Mafyası’yla buluşturduğu yalanını belirttiğini okuyoruz İddianame, sayfa 242. O sırada aklına geleni atıyor. Mülakat’ta aklına öyle esiyor, 32. Gün’de böyle. Vahim olan, İddia Makamı’nın bu şahsı ciddiye alarak, bunun açıklamalarıyla bir İddianame düzenlemesidir. Mesele, bu soruşturmanın gerçeği bulmak amacıyla yapılmış ciddi, bir soruşturma olmamasıdır. Alın size Tuncay Güney Mülakatı’ndan bir başka örnek. “ tanıtma fonu var biliyorsunuz, Türkiye’yi tanıtma fonu var 75. yılında bu tanıtma fonundan Doğu Perinçek diyor ki, ben 1 milyon dolar kadar para isteyeceğim diyor. Bunu bir kere bunlar istediler, ama kaç para istediler, 300 milyar mı 400 milyar mı Devlet Bahçeli okeylememiş. Veli Paşa, Devlet Bahçeli’den randevu aldı Ferit İlsever’e. Ferit İlsever gitti. Türkiye’nin 75. yılı kuruluşunda 200 milyar–300 milyar mı iyi bir para aldılar, yani böyle bir para aldılar. Televizyon kurdu ya, Ulusal TV. Avrupa’dan 500 milyarını getirdi. Ama diyor ki, 1 milyon dolar daha lazım. Bunu Türkiye’yi Tanıtma Fonu’ndan alayım.” Ben gitmişim Veli Küçük beyin randevu aldığı devlet bahçeliden 200-300 milyar almışım bu Tuncay Güney Mülakatında, sayfa. 127 – 128 Tuncay Güney Mülakatı’nın Doğu Perinçek 300– 400 milyar istedi. Devlet Bahçeli okeylemedi bölümü İddianame’ye alınmış. Oysa Veli Paşa Devlet Bahçeli’den Ferit İlsever’e randevu aldı. Ferit İlsever gitti, Bahçeli’den 200 – 300 milyar gibi iyi bir para aldı bölümü İddianame’ye alınmamış. Neden alınmamış acaba? Ortada bir Doğu Perinçek’in bir talebi var deniyor söyleniyor yapılmamış yerine getirilmemiş bu iddianameye alınıyor ama Ferit İlsever gitmiş koskoca tanıtma fonundan 200 - 300 milyar lira Devlet Bahçeliden bizzat almış bu iddianamede yok. Mülakatta her ikisi de var oysa. Şimdi Önce şunu söyleyeyim Mülakat’ın iki cümlesi de yalan Zaten Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Sekreterliği’nin Mahkemenize gönderdiği 20 Şubat 2009 tarihli yazıda, Doğu Perinçek, İşçi Partisi, Aydınlık dergisi ve Ulusal Kanal’a Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan herhangi bir ödeme yapılmadığı belirtiliyordu. Üzerinde durmak istediğim konuşudur, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, o zaman Tanıtma Fonu’nun yetkilisi olarak, Mülakata göre Doğu Perinçek’e ödeme yapmadığı belirtilerek, İddianame’ye alınmasına rağmen, Ferit İlsever’e 200-300 milyar gibi “iyi bir para” verdiği halde niçin İddianame’ye alınmamıştır? Devlet Bahçeli korunmakta mıdır? Devlet Bahçeli, Tuncay Güney’in yukarıdaki sözlerine göre “Ergenekon Terör Örgütü’nün Finansörü” olmaktadır. Şurada, Kuddusi Okkır’ı Finansör” ilan edip ölümüne yol açarken ve ailesi maddi güçlükler nedeniyle cenazesini bile kaldırmakta zorlanırken, Devlet Bahçeli’nin üzerinden atlıyorsunuz. Neden, neden? “Araştırdık, inceledik Devlet Bahçeli’nin Ferit İlsever’e para vermediğini saptadık, bu yüzden İddianame’ye almadık” da diyemezsiniz. Çünkü Doğu Perinçek’e para vermeyi okeylemediği bilgisini kolaylıkla İddianame’ye alıyorsunuz. Bu davanın sanıkları lehinde hiçbir kanıtı ve beyanı İddianame’ye almazken, Devlet Bahçeli’nin okeylememesi burada da Türkçeye bakın lütfen Devlet Bahçelinin okeylememesi üzerine nasıl da atlıyorsunuz? Mahkemenizden, Devlet Bahçeli’nin tanık olarak dinlenmesini ve kendisine sorulmasını talep ediyorum. Sayın başkanım iddianamede olmamasına rağmen bu mülakatta Tuncay Güneyin mülakatında olduğu için bu talebimi arz ediyorum heyetinize bunun çok ciddi olduğu kanısındayım bu şeyimin talebimin buradan söylenecek Sayın Bahçelinin söyleyeceği açıklamaların önemli olduğu kanısındayım. Talep ediyorum. Veli Küçük, Ferit İlsever için sizden randevu aldı mı? Veli Küçük’le bir tanışıklığınız var mı? Ferit İlsever’e Tanıtma Fonu’ndan veya başka bir kurumdan herhangi bir ödeme yaptınız mı? Burada Veli Küçük ve bizlere selam vermiş insanlar bile içeri alınırken, böyle büyük bir paraya kaynaklık ettiği söylenen Devlet Bahçeli niçin soruşturulmamış ve İddianame’ye alınmamıştır? Devlet Bahçeli’nin bu tanıklığını, Tuncay Güney’in yalancılığının ve İddia Makamı’nın bazı isimleri koruma içgüdüsünün bir kez daha açığa çıkması açısından önemsiyorum. Fethullah Gülen, Ethem Sancak ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimlerin Tuncay Güney Mülakatı’nda yer aldığı halde İddianame’de bulunmamasına daha önce burada vurgu yapılmıştı. Bu kervana bundan böyle, Devlet Bahçeli’yi de katmak gerekiyor. Değerli Yargıçlar, Şimdi lütfen Tuncay Güney ile ilgili anlatacağım şu olayı da dikkatle dinleyin. Çünkü az sonra anlatacağım ve benim bizzat tanık olduğum olay, tek başına bugün karşı karşıya bulunduğumuz tertibi aydınlatmaya yetmektedir. Mahkemenizin açılmamasına karar verdiği MİT şemasında İtirafçılar bölümünde, Tuncay Güney'e bağlı olarak Sami Demirkıran adı da geçiyor. Yani 1997'de Doğu Perinçek'e patates mühürlü sahte belgeyle düzenlenen tertibin uygulayıcılarından Sami Demirkıran. Aslında bu şema her şeyi anlatıyor. Daha doğrusu az sonra dile getireceğim 1997 yılına ait bir anımı özetliyor ve anlamlandırıyor. Ama lütfen şu garabete dikkat edin: Doğu Perinçek kendisine tertip düzenleyen Gladyonun oyuncakları Tuncay Güney ve Sami Demirkıran'la aynı örgütte, Tuncay Güney kendisinin karanlık kimliğini bildiğim için benimle bir kez bile ortak bir çalışmada bulunmadı. Yalnız bir kez Doğu Perinçek ile ilgili tertibin uygulayıcısı Sami Demirkıran ile Aydınlık dergisine geldiler ve Genel Yayın Yönetmeni olarak benimle görüştüler. Sami Demirkıran Nisan 1999'da o sırada Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni olan Ferit İlsever'i telefonla arayarak konuşmak istediğini söyledi. Demirkıran görüşme talebini kabul etmem üzerine arkadaşım dediği Tuncay Güney'le birlikte dergiye geldi. Aydınlık haberi kapağından, "İtirafçı Demirkıran: Bizi kullandılar" ifadesiyle verdi. Demirkıran'ın anlattıkları ve benim söylediklerim özetle şöyleydi, Sami Demirkıran: Hiç kimsenin aleti olmak istemediğim bir gerçek. Bazen insan ister istemez bir takım kişilerin güdümüne girebiliyor. Bir sel vardır, bir anda o sele kapılırsın. Gidersin, uçurumdan aşağı sürüklenirsin. Burayı ziyaret edişimizin nedeni şu; Görüşmelerde bulundum. Senin kötü yola sevk edilmeni istemiyoruz. Bu işi bir istişare et denildi. Ona göre bir adım at ve sonuçlarını bize bildir denildi. Ben de bu adımı atmak istedim. Görüştüğüm beyefendi, sağ olsun, bu adımın atılmasının uygun olacağını söyledi.. Ben yıllardır devletle birlikte çalıştım ve şu gerçeği öğrendim, kavga ederek bir yere varamazsın. İstiyorum ki, bu ortam biraz durulsun. Ne yazık ki, bizi bu ortama sürüklüyorlar. Burada bir adım atalım. Ve gerçekten beyinlerine ihtiyacımız olan bazı rütbeli kişilerin tasvibiyle ben buradayım. Unutulsun istiyorum. Yani baktım ki, birileri bu ortamdan çıkar sağlıyor, bizler kavga ettikçe. Bu çıkar durdurulsun istiyorum. İlsever: Bir sürü isimle yirmi sene önce kavga ediyorduk, şimdi dostuz. Çünkü onlar, o zamanki Türkiye'ye karşı faaliyetlerini bırakmış. İntikam duygusuyla hareket etmiyoruz. Sami'nin bu konuşmasının doğal sonucu olarak tertibi açığa çıkartalım. Demirkıran: Bundan sonra alet edilmeyelim diyorum. İlsever: Şimdi kapatalım bunu diyorsun. Biz bunu kapatırız. Çıkarsın açıklarsın. Olayın nasıl tertiplendiğini, neden ve nasıl yaptığını birlikte bu tertibi açığa çıkartacaksak, başımızın üstünde yerin var. Ama senin bir açıklama yapman lazım. Sen çok kötü bir şeye alet oldun. İşçi Partisi'nin Genel Başkanı senin yüzünden hapiste. Kalkacaksın, Doğu Perinçek şu şu olaylar yüzünden içeri atılmıştır, mektup diye bir şey yok. Yalandır, sahtedir, neyse Şu hazırlamıştır, bu hazırlamıştır, her neyse açıklayacaksın. Tuncay Güney: İleriki günlerde bu yapılacaktır İlsever: Bu işe girdiğin andan itibaren başın belada senin. Sen onu çok iyi biliyorsun. O çıkarcı çevreler tarafından başın belada. Tuncay Güney: Zaten O da oradan sıyrılma noktasında. İlsever: Sıyrılmanın yolu nedir biliyor musun? Gelirsin İşçi Partisi'ne kardeşim. Pisliklere, düşmanlıklara karşı yardımı, desteği her şeyi gösteririz. Bir karar ver. Ya ben bu çıkarcılar cephesinde kalmaya devam ediyorum, de. Ya da, yok hayır, bu yol yol değil diyorsan, İşte yol burasıdır. Tuncay Güney: Belki ileriki günlerde. Ortak tanıdığımız birçok ağabeyimiz var. O insanlar da Sami'ye barış yapmasını söylüyorlar. Kendisi de zaten söylüyor. Demirkıran: Beni bir tavır insanı değil, herkese gönlünü açmış bir insan olarak görmenizi istiyorum. Eğer bir hatamız varsa, süreç içersinde bunları halledelim. İlsever: Seni gönderenlerle git konuş. Açıklama ile kastım, sansasyon yaratmak değil. Bu pisliği düzeltmeniz lazım. Onlar nasıl düzelteceklerini bilirler. Derhal bu tertibe son verecek adımı atın. Aydınlık; 11 Nisan 1999. Dergide arkadaş diye isimlendirilen konuşmaları burada açık adıyla, Tuncay Güney diye yazdım. Çünkü Demirkıran'la Güney gerçekten arkadaştılar. Daha da önemlisi yukarıdaki konuşmalardan da anlaşılacağı üzere aynı merkeze bağlıydılar ve dergiye birlikte gelmişlerdi. Ortak liderlerini komutanlarımız diye açığa vuruyor, Demirkıran'ın yerine yer yer Tuncay Güney söz alıp konuşuyordu. Besbelli ki, Doğu Perinçek'e tertibin içinde ikisi de yer alıyordu. Ancak tertibi uygulayan Sami Demirkıran'dı. Tuncay Güney, Sami Demirkıran'la tanışıklığını ve zaman zaman aynı merkeze bağlı olarak birlikte çalıştıklarını 7 Nisan 2009 günü açığa çıkan ve medyada büyük gürültü kopartan, MİT'in 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği ve işkence gördüğünün saptandığı son CD'lerde de anlatıyordu: S1 Sorgucu: Veli Küçük'ün silahlı kanadı kim? Tuncay Güney Bilmiyorum, onu ben.S3 (Sorgucu): Doğru konuş lan oğlum benim ağzımı açtırma. Tuncay Güney İbrahim Babat'ları söyledi. Ben Sami Demirkıran diye bir çocukla tanıştım. O çocukla ilgili Doğu'da İsmail Yediyıldız diye Veli Paşa'nın tanıdığı birisiyle çalışmış. İbrahim Babat, Sami Demirkıran. Sorgucu: Kim bunlar? Tuncay Güney: İtirafçı efendim. Sorgucu: Veli Küçük’ün itirafçıları kullanma adeti var. Değil de Veli Küçük’ün yanında yer alan itirafçılar var. Veli Küçük’ün çevresinde onun haricinde itirafçılardan kimler var? S2: İbrahim Babat, falan filan, Tuncay Güney: Benim bire bir konuşmuş olduğum, samimi olduğum, üç gün, beş gün beraber olduğum, Ankara’ya gittiğimde görüştüğüm, İstanbul’a geldiğinde görüştüğüm sadece Sami Demirkıran oldu. Sami Demirkıran’la Tuncay Güney’in söylediklerinden, “komutanların” tertibi sonlandırmak için bu ikiliyi Aydınlık’a gönderdiği anlaşılıyor. Ancak gelişmeye MİT müdahale etti ve Sami Demirkıran’ı 9 Mart akşamı Flash TV'ye çıkartarak, Doğu Perinçek hakkındaki iftiralarını tekrar ettirdi. Aydınlık bu olaydan sonraki gelişmeyi şöyle anlatıyordu: Demirkıran dört gün sonra arkadaşı yani Tuncay Güney aracılığıyla Ferit İlsever'e ulaştı. İlsever'le konuşup özür dilemek istiyordu. İlsever görüşme talebini geri çevirdi ve Demirkıran'ın yapması gerekeni bir kez daha yineledi: Adam olsun, çıksın gerçekleri açıklasın. Aydınlık; 11 Nisan 1999. Aynı dergide, MİT'in, Perinçek'in seçimlerden önce cezaevinden çıkmasını önlemek için yoğun çaba harcadığı" bilgisi de yer alıyordu. 11 Nisan 1999 tarihli Aydınlık'ta Ferit İlsever, gelişmeleri, Perinçek içerde serbest seçim başlıklı yazısıyla şöyle yorumluyordu, ABD ve işbirlikçi güçler, TSK'nın burnunu sürterek 28 Şubat'ın önünü kesmek, Sol Güçbirliğini engellemek ve 2. Cumhuriyet iktidarını kurmak amacıyla başlattıkları saldırının ilk adımı olarak, İşçi Partisi Genel Başkanı'nı tutuklattılar. Türkiye yine bu planın parçası olarak erken seçime sürüklenirken de şer cephesinin Doğu Perinçek'e tahammülü yoktu. İşçi Partisi Genel Başkanı'nı hapse atarak ve orada tutarak seçim yaptırıyorlar. Parti'nin seçim kampanyası boyunca karşılaştığı medya terörü de seçimin nasıl bir tuzak olduğunu kanıtlıyor. Özgür, serbest seçim lafları İşçi Partisi'ne kadar gelip, orada bitiveriyor. Halkçı ve Dürüst Başbakanımız Bülent Ecevit kastediliyor da, İşçi Partisi Genel Başkanı'nın haksız ve hukuksuz bir biçimde, adeta rehin tutularak yapılan bir seçimi içine sindirebiliyor. Aydınlık; 11 Nisan 1999 1998 tertibi aynı bugünkü Ergenekon tertibi gibi daha doğrusu, Ergenekon, ilk uygulamasını 1998'deki bu tertiple sahneye koymuştu. Aynı bugünkü gibi; Tertibe karar veren yine ABD-CIA ve Gladyo, Tertibi sahneye koyan yine Mehmet Eymür başrollerde yine Tuncay Güney, Yine patates mühürlü sahte belgeler, Bu belgeleri yine iddianamelerine alan savcılar, Hedefte yine TSK'yı yıpratmak, İşçi Partisini baskı altına almak var. Yine seçimden önce İP Genel Başkanı tutuklanıyor ve Parti'nin seçimlere özgürce katılması engelleniyor. Görüldüğü gibi Tuncay Güney'in yine başrollerde olduğu bugünkü tertibin bir kopyasını on iki yıl önce yaşamışız. Yani Tuncay Güney, daha o günlerden bildiğimiz, tanıdığımız bir ajan. Böyle biriyle ne işimiz olur? Daha o günlerde "çözdüğümüz" Tuncay Güney'i MİT 26 Kasım 2008 günlü açıklamasında şöyle anlatıyordu: O dönem itibariyle şüpheli faaliyetlerinden dolayı dikkatimizi çekti. Üzerinde çalışma yapılan bir şahıstır. Açıklamada Güney'in MİT'in Kontur terör Merkeziyle bağlantılı olduğu dolaylı olarak itiraf ediliyordu. Eymür'ün başında bulunduğu Kontur terör Merkezi 1997 yılında MİT'in kuruluş şemasından çıkartılmıştı. Böylece Mehmet Eymür'ün Tuncay Güney gibi elemanları kullanarak yıllardır sürdürdüğü tertipler mahkûm ediliyordu. 11, bölüm, Delillerin İncelenmesi Ve Hukuki Durum, A – Telefon Dinlemeleri, İddianamede Ferit İlsever ile ilgili olarak delil diye getirilen malzemenin önemli bölümünü telefon dinlemeleri oluşturuyor. Bunları yakından incelediğimizde, İlsever’in “Ergenekon Terör Örgütü” diye bir örgütle uzaktan yakından hiçbir ilişkisinin olmadığı görülmektedir. Delil diye getirilen telefon konuşmaları tersine benim suçsuzluğumun kanıtıdır. Abdullah Gül’ün “delillendirin” talimatıyla açılan bir davanın iddianamesi de böyle olur. İşte Gül’ün siparişiyle oluşturulan telefon dinleme delilleri, Dinlenen 87 Aylık Telefon Konuşmalarımın Yüzde 1’i Soruşturma Konusu Olmuş. İddianame’nin eklerindeki bilgilere göre İlsever’in telefonları 1 Ocak 2001’den itibaren dinlenmiş. Günde ortalama 2 konuşma yapılmış olsa; 2008 Mart’ına kadar yani, 7 yıl 3 ay boyunca, 87 ay dinlenmişim. 87 x 30 gün yani yaklaşık beş bin konuşma 2610 gün eder günde iki konuşmadan yaklaşık beş bin konuşma toplam beş bin konuşma civarında yaklaşık dinlenmiş. İddianame de telefon konuşmalarım ile ilgili elli soru var, yaklaşık Yaklaşık 50 telefon konuşması iddianameye alınmış. Beş bin tane den elli si yani telefon konuşmalarımın yüzde birinden soru üretilmiş. Sonuç: 7 yıl 3 aylık telefon konuşmalarımın % 1’den soru üretilmiş. Yani % 1’i soruşturma konusu olmuş. bunların nasıl soruşturulduğunu az sonra anlatacağım. Bu kadar uğraşıya, masrafa yazık değil mi? Soruşturulan Telefon Konuşmalarımın % 90’ı Ulusal Kanal ve İşçi Partisi Faaliyetlerimle ilgilimdir. Soru oluşturulan telefon konuşmalarımın içeriği incelendiğinde; Ulusal Kanal’la ilgili 18 soru, Talât Paşa Komitesi faaliyetlerimle ilgili 17 soru, İşçi Partisi faaliyetleriyle ilgili 9 soru sorulduğu görülür. Yani Toplam 44 Soru. Tekrar ediyorum ulusal kanal ile ilgili 18, Talat paşa komitesi ile ilgili 17, işçi partisi faaliyetleri ile ilgili de 9 soru toplam 44 soru, 44 soru; soruşturma konusu olan 44 soru, konuşmalarımın % 90’ı Ulusal Kanal, Talat Paşa Komitesi ve İşçi Partisi faaliyetleriyle ilgilidir. Talat Paşa Komitesi çalışmalarını da İşçi Partisi kapsamında değerlendirirsek, % 90’ı Ulusal Kanal ve İşçi Partisi çalışmaları oluyor. Geri kalan 5 sorunun ise, 2’si Ergenekon örgütü konusunda (Bunlar da telefon konuşmalarında üretilmiş vesaire değil, genel sorular); 2’si Türban konusunda, 1’i ise Milli Egemenlik Hareketi’yle ilgilidir. Ulusal Kanal görüşmelerimin konuları: 30 Ağustos tayin ve terfileri, Ulusal Kanal’a yönelik RTÜK baskıları, Fethullah Gülen ile ilgili haberimiz, Haber Müdürü, Yurt haberleri şefi ve Ankara temsilcimiz ile haberleri değerlendirmem, Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni ile haber değerlendirmem, Deniz Feneri konusu. Talat Paşa Komitesi ile ilgili görüşmelerimin konuları: yani soruşturma konusu olan. 15 Şubat’ta yapılan Talât Paşa Komitesi toplantısının hazırlık çalışmaları,22 – 23 Mart’ta Almanya’da yapılacak toplantının hazırlık çalışmaları, Doğu Perinçek’in İsviçre yargılaması ile ilgili görüşmem, Doğu Perinçek’in AİHM yargılaması ile ilgili görüşmem. İşçi Partisi çalışmalarıyla ilgili görüşmelerim hakkında sorulan sorularda, 1-Ankara’da 9 Şubat’ta yapılan miting hazırlıkları,2 “Ergenekon” ile RTÜK dosyalarının TBMM’ye götürülmesi konusu,3-Milli Anayasa çalışmalarıyla ilgili görüşmem,4-Bismil köylüleri için, Birlik ve Kardeşlik Sergisi ile ilgili görüşmem, Görüldüğü gibi hepsi yasal faaliyettir. Ağırlıklı bölümünü basın faaliyetim oluşturuyor. Bir kısmını da siyasi parti olmamızın ve benim de bu partinin Genel Başkan Yardımcısı olmamın getirdiği faaliyettir. Konuşmalarımın içeriği ile ilgili açıklamalarımı önceki bölümlerde yaptım. Soruşturulan Konuşmalarımın Yarısı Yasal Toplantı Hazırlıklarıyla İlgilidir. Bu 50 telefon konuşmamın;12 Adeti 12 tanesi, 15 Şubat 2008’de Pera Müzesi’ndeki Talât Paşa Komitesi toplantısının hazırlıklarıyla ilgilidir. 6 Adeti Ankara’da 9Şubat 2008’de yapılan mitingin hazırlıklarıyla ilgilidir. 5 Adeti 22- 23 Mart’ta Almanya’da yapılan Talât Paşa Komitesi toplantısıyla ilgilidir,3 Adeti Cumhuriyet gazetesiyle ilgilidir.3 Adeti Deniz Feneri davasıyla ilgilidir,2 Adeti Milli Anayasa çalışmalarıyla ilgili, 2 Adeti RTÜK’ün Ulusal Kanal üzerindeki baskılarıyla ilgilidir. Yani Toplam: 33 Adet Bunun 23’ü, üzerinde yoğunlaştığımız en baştaki üç konuyla ilgilidir Yani toplam konuşmalarımın yaklaşık yarısı. Yani 15 şubat ta pera müzesinde yapacağımız Talat paşa toplantısı Ankara 9 şubat 2008 de yapılacak mitingin hazırlıkları ve 22-23 mart ta Almanya da yapılacak Talat paşa komitesi toplantısının hazırlıkları, bu üç toplantının şeyi ile ilgili yarısı, 50 Sorunun Sekizinde Suç İşliyorsunuz Diye Uyardım. Bu 50 soruyu yanıtlarken 8 kez, İşçi Partisi’nin, Ulusal Kanal’ın yasal faaliyetlerini soruşturuyorsunuz, suç işliyorsunuz diye uyardım.İşte uyarılarım:30 Ağustos tayin ve terfileriyle ilgili Haber konusunda Genel Yayın Yönetmeni olarak bu tür belgelerin haber amaçlı olarak bana gelmesi normaldir. İddianame s. 1550. 4.2.2008 tarihinde Genel sekreterimiz Nusret Senem’le, 9 Şubat mitingiyle ilgili telefon görüşmem konusunda Burada İşçi Partisi soruşturması yapılmaktadır. İşçi Partisi ile ilgili telefonların dinlenmesi ve soru üretilmesi suçtur. İddianame s. 1552. 5.2.2008 tarihinde Haber Koordinatörümüz Halil Nebiler’le görüşmem konusunda Ulusal Kanal’ın iletişimimin dinlenerek bundan soru üretilmesi suçtur. Polis Sorgusu sayfa 13. Emekli Albay Naci Erçal’la 15 Şubat Talât Paşa Komitesi toplantısıyla ilgili görüşmem konusunda Bu sorunun Ergenekon soruşturmasıyla ilgisi yoktur. Toplantıya kimlerin katılacağı konusunda bilgi vermiyorum. İddianame sayfa1554.16.4.2008 tarihinde Ulusal Kanal Haber Müdürü ile görüştüğüm haberler konusunda Ulusal Kanal’ın haberlerini planlamamız da soruşturma konusu oldu.polis sorgusu s. 19. 23.2.2008 tarihinde Şule ve Doğu Perinçek ile Zahit Akman konusunda Burada Ulusal Kanal’ın yayınının soruşturulduğunun bir kez daha altını çiziyorum.polis sorgusu s. 21. 11.3.2008’de Radikal muhabiri İsmail Saymaz’la, Cumhuriyet gazetesinin satın alınması konusunda Cumhuriyet gazetesi bizimdir. Başında İlhan Selçuk ağabey vardır. Gazetenin alınması iddiası rezilce bir iddiadır. İddianame s. 1557. 11.3.2008 tarihinde Niyazi Işık’la görüşmem konusunda İP faaliyetlerinin bu şekilde soruşturulması suçtur. İddianame s. 1557. 11.3.2008 tarihinde Ufuk Söylemez ile Almanya’daki Talât Paşa Komitesi toplantısıyla ilgili görüşmem konusunda Bizim 21 Mart 2008’de gözaltına alınmamızın bir nedeni de bu toplantılara katılmamızı engellemek ve toplantıları başarısızlığa uğratmaktır. İddianame s. 1557. Soruları hazırlayan Terörle Mücadele görevlileri benim bu konuşmalarımın tamamının Talât Paşa Komitesi, İşçi Partisi ve Ulusal Kanal çalışmalarıyla ilgili olduğunu görmüyorlar mı, anlamıyorlar mı? Aslında konuşmalar bağırıyor ama haydi anlamadılar diyelim. Fakat konuşmaları bana sordukça cevaplarım açıklayıcı, tatmin edici ve ikna edici oluyor Yer, zaman, isim vb. hepsi tutuyor, birbirini tamamlıyor. Şayet başlangıçta kafalarında bir kuşku varsa bile, benim yanıtlarımla dağılıyor, kayboluyor. Bıkkınlık ve yoğunluk içinde, bir an önce bitsin diye sormaya devam ediyorlar. Onlar hızla bitirmek taraftarıyken, ben yasal faaliyetleri ayrıntılarıyla anlatıyorum. Daha vahimi savcılar bu durumu gördükleri halde, bunları suç kanıtı olarak İddianame’ye koyuyorlar. Hem de yukarıda gösterdiğim gibi, polis sorgusunda bir kaç kez bunların soruşturulmasının suç olduğunu söylememe, uyarmama rağmen. Soruşturmaya Kötü Niyet Damgasını Vurdu. Bazı sorulara ise kötü niyet, önyargı ve psikolojik savaş mantığı damgasını vuruyordu. İşte Ergenekon örgütü ile ilgim olmadığını, böyle bir örgütü bilmediğimi ve üye olmadığımı söylememe rağmen sorulan iki soru: Elde edilen bu malzemeler Ümraniye’de ele geçtiği söylenen el bombaları hakkında detaylı bilgi veriniz. Polis Sorgusu s.3, Ergenekon örgütü bünyesinde faaliyet yürüten Lobi’nin, yapılanması, üyeleri, faaliyetleri, amaçları hakkında bildiğinizi anlatınız. Polis Sorgusu s. 10. Öte yandan 9 Şubat 2008 tarihinde Ulusal Kanal Ankara Temsilci Fikret Akfırat ve İşçi Partisi Genel Sekreteri Nusret Senem’le görüşmemde, mitingin Ankara’daki sunucusuna karşı tepkili sözlerime ve o şahsı kürsüden indirin şeklindeki beyanlarıma yer verilmekte ve ifadem alınırken bu konuyu açıklamam istenmektedir. Polis ifademde de belirttiğim gibi; bu konuşmamın, mitingin yayınlanmasıyla ilgili karşılaştığımız bir haksızlığa tepkinin ifadesi olduğu açıktı. Bu haksız uygulamasına rağmen, sunucu şahsa karşı tabi ki hiçbir kötü davranışımız olmamıştır, olmaz da! Ama İddianame bize karşı kötü niyetlidir. Benim 4 Şubat 2008 günü Nusret Senem’le görüşmemde, Ankara mitinginin tamamen yasal bir çerçevede kalmasına, bu amaçla, TBMM’ye gitmek şeklindeki görüşlerin yanlışlığına vurgu yapmama yer vermez, ama bir miting yöneticisinin haksızlığına gösterdiğim tepkiyi döne döne yayınlar, sorular üretir. İddianamenin kötü niyetli olduğunu gösteren çok sayıda örnek var. Son bir taneyle bitirmek istiyorum. İddianamenin 1568 sayfasında yer alan, 26 Şubat 2008 tarihinde Doğu Perinçek ile telefon görüşmemde, YÖK Eski Başkanı Erdoğan Teziç’in basında yer alan sözlerini anımsatmama değinilmiş. Teziç’e ait olduğu söylenen Abdullah Gül seçilsin de Çankaya’ya giderken arabasına bir şey olacak, şeklindeki sözler, iddianamenin Ferit İlsever bölümünde sanki bana aitmiş gibi yayımlanmış, daha doğrusu kime ait olduğuna dikkat edilmeden yayımlanmış. Bu da savcılığın hakkımızdaki kötü niyetli psikolojik savaş yaklaşımının bir örneğidir. Ergenekon Belgeleri, Bana Aykırı. Terörle Mücadele Şubesi’nde 14 saat süren sorgumda bana Ergenekon Örgütü"yle ilgili sadece iki soru sorulmuştur. Bu sorular da delil diye gösterilen telefon konuşmalarımdan üretilmiş veya diğer delillerle ilgili sorular değildi. Genel sorulardı. Önce, Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi 29 Ekim 1999 İstanbul başlıklı belge özetle okundu ve soruldu. Siz Ergenekon Örgütü’ne üye misiniz, üyesi iseniz bu örgüt içerisindeki faaliyetlerinizi, konumunuzu, diğer örgütlerle ilişkinizi detaylı bir şekilde anlatınız. Cevap, Bu Örgütü gazetelerin yazdığı kadar duydum. Örgütün çalışma ve yapılanma şeklini ilk defa burada, şimdi duydum. Bu bana göre bir deli saçmasıdır. Benim dünya görüşüme, siyasal duruşuma, üslubuma kadar her şeyime aykırıdır. Bana okuduğunuz belgeyi elime geçse dahi okumam. Bu yapılanma benim mensup olduğum siyasi partinin her şeyine aykırıdır. Kabul etmiyorum. Polis sorgusu s.7.Daha sonra Lobi Çok Gizli Aralık 1999/İstanbul başlıklı belge özetle okundu ve soruldu. Ergenekon Örgütü bünyesinde faaliyet yürüten Lobi’nin, yapılanması, üyeleri, faaliyetleri, amaçları hakkında bildiğinizi anlatınız. Siz Ergenekon Örgütü bünyesinde faaliyet yürüten LOBİ yapılanması üyesi misiniz? Üyesi iseniz detaylı bir şekilde anlatınız? Cevap: Ben bu belgeyi ilk defa burada duydum ve içeriği de baştan sona zırva olarak tabir ediyorum. Ben zaten her gün görüşlerimle kamu önüne çıkıyorum. Yukarıdaki belgeler benim görüş ve fikirlerime tamamen zıttır. Polis Sorgusu s.11. Ergenekon Belgeleri diye adlandırılan bu belgeler hakkında bundan başka ne söyleyebilirim? Son sözüm, Ergenekon Belgelerinin provokasyon amaçlı bir Gladyo imalatı olduğudur. İddianame’deki Çelişmeler Telefon Görüşmelerimde, İddianame’nin ısrarla var olduğunu iddia ettiği Ergenekon Terör Örgütü”nü, salt yukarıdaki telefon görüşmeleri bile mahkûm etmektedir. Örneğin Ferit İlsever’in, İddianame’nin aynı örgütte bulunduğunu iddia ettiği bazı şahıslarla ilgili görüşleri, yine iddianameye göre şöyledir: Tuncay Güney’le aynı örgütte bulunmamın mümkün olmadığını daha önce açıkladım. Tuncay Özkan’la ilgili tavrım ise yine İddianameye göre şöyledir: CEVAP: Mehmet isimli şahıs İşçi Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Cengiz’dir. Mitingin konuşmacılarının kim olacağı aramızda konuşuluyor. Tuncay Özkan’ın konuşmacı yapılması dolayısı ile CHP’nin mitinge katılmaması konusu değerlendiriliyor. Bundan dolayı Tuncay Özkan’ın konuşmacı olmamasının doğru olacağı aramızda konuşuluyor. Kamuoyunun bildiği gibi Özkan’ın CHP’den aday olması söz konusu olmuştu. Bu durum CHP içerisinde sıkıntı yaratmıştı. Bundan dolayı Özkan’ın konuşmacı olmamasını düşündüğümü söylüyorum. Polis Sorgusu, s.15. Doğu Perinçek’in, Ferit İlsever’e Şener Eruygur ve Hurşit Tolon ile ilgili anlatımlar

Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin