gözünde canlandırabilir misin?Allah onlara önce”Ölün!”demiş,ardından da onları hayata
səhifə 18/32 tarix 30.07.2018 ölçüsü 1,6 Mb. #63462
gözünde canlandırabilir misin?Allah onlara önce”Ölün!”demiş,ardından da onları hayata
döndürmüştü.Hiç şüphesiz Allah ,insanlara(kullarına)karşı sınırsız lütuf sahibidir,fakat
insanların çoğu şükretmezler.”
“O halde Allah yolunda savaşın!(O‘nun buyruklarını yeryüzüne yaymak/du-
yurmak için çaba harcayın.)Ama unutmayın ki,Allah,her şeyi tarifsiz işitendir,her şeyi sınır-
sız bilendir.”
“Allah’ın kat,kat fazlasıyla geri ödeyeceği bir güzel borcu O’na verecek olan
kimdir?Allah(rızkı/kalbi)hem daraltır,hem genişletir;ve hepiniz sonunda O’na döndürülecek-
siniz.”
“İşte bunlar,Allah’ın mesajlarıdır.(Ey Nebi!)Biz bunları sana gerçek bir amaca
mebni olarak iletiyoruz.Çünkü sen,kendisine mesaj gönderilen(elçi)lerdensin.”
Bakara(94);Âyet:243,244,245,252.
Âyetler,nerede olursak olalım,ölümün bizi gelip bulacağını,”korkunu ecele fay-
dası yok!”sözünü,ölüm korkusuyla bireysel ve toplumsal sorumluluktan kaçanlara hatırlatı-
yor.Ölümden kaçmak suçluluk ve sorumluktan kaçmanın alâmetidir.
Bu âyette-ve benzerlerinde- “elemtera” ile başlayan kıssaların ille de yaşanmış olması gerekmediği,sembolik bir anlam da taşıyabileceği öngörülmektedir.
Şöyle ki;Buradaki “Ölün!” ve “Hayata döndürülmüştü!”ifadeleri,bu sûrenin
“af dileyin ve içinizdeki kötülükleri öldürün!”âyeti ışığında anlaşılmalıdır.(Âyet:54)
Kur’an’da “insanların çoğu” formu,on yedi yerde sadece üç şekilde gelir:
“İnsanların çoğu bilmezler”,”insanların çoğu şükretmezler,”insanların çoğu iman etmezler”.
Bu üç durum da aslında birbirinin sebep ve sonucudurlar.Bu ifade,şuursuz kitlelerin tarihin
öznesi değil,nesnesi olduğu gerçeğini gösterir.Kur’an,onların karşısına ulu’l-elbab’ı(bilinç/
aklı selim) sahiplerini koyar,denge böyle sağlanmış olur.
Âyetin ifade ettiği hakikat şudur;Ölüm korkusu,bir toplumun hak ve adâlet tutkusuna üstün gelirse,o toplum geleceğini satmış demektir.Bir toplumda hakikat aşkı ve
adâlet tutkusu ölüm korkusuna galip(üstün)gelmeye başladı mı,o toplum ölü bir toplumken
dirilmeye ve dünya toplumları içerisinde üstün,örnek,model ve gıpta edilir bir konuma gelme-
ye başlar,gelir.(246-251.âyetlerde anlatılan Tâlut-Câlût kıssası bu gerçeğin tarihsel örneğidir.)
Sonraki âyette sözü edilen Allah’ın kat,kat fazlasıyla ödeyeceği sadece mal değil
aynı zamanda hayattır da.Çünkü Allah yolunda öldürülenlere verdiği ömrün kat,kat fazlası
olan ebedi bir hayat bahşedilecektir.
Allah’ın mesajlarına kulak veren ve ibret alan aklı selim sahipleri,hem dünya
hem âhiret hayatında kuşkusuz kârlı çıkanlar,kazananlar olacaktır.
*
“(Ey Peygamber!)İnsanların hidayeti senin elinde değildir;lâkin Allah,isteyenin
hidayetini diler.Hayır için harcadığınız herhangi bir şey kendi yararınızadır;yeter ki yalnız
Allah’ı kazanmak için harcayın ve hayır için yapacağınız bir harcama,size tastamam geri
dönecek ve siz kesinlikle haksızlığa uğra(tıl)mayacaksınız.”
Kendilerini Allah yolu(n)da vakfettikleri için(ticaret/kazanç amacıyla)yeryüzün-
de dolaşamayanlara yardım yapın!İstemekten çekindikleri için,durumlarını bilmeyenler onları
zengin zanneder.Onları kimi özelliklerinden tanırsın:(Söz gelimi)insanlardan arsızca istemez-
ler.Her ne iyilik yaparsanız yapın,doğrusu Allah onu kesinlikle bilir.”(zamanı gelince mutlaka
değerlendirir.)
Bakara(94);Âyet:272,273
117
“Gece ve gündüz gizli ve açık,servetlerini infak edenler(cömertçe paylaşan-
lar)var ya,işte onların karşılığı Rableri Katındadır.Onlar geleceğe dair kaygı,geçmişe dair
hüzün duymayacaklar.”
Bakara(94);Âyet:274
Yoksula yardım,o kadar hasbi,o denli karşılık beklentisi olmadan yapılmalıdır
ki,değil kişisel menfaat ve minnet altına alma,onun sapık bulduğunuz inanç ve düşünce
dünyasına müdahale için bir araç olarak dahi asla kullanılmamalıdır.
Çünkü hidayeti vermek sadece Allah’ın yetki ve tasarrufundadır.Bize düşen ancak ,
erdemli,örnek yaşantımızla başkalarını kendimize gıpta ettirmemiz,onları kazanmaya çalışma-
mızdır.Yoksa hidayet kişinin kendisine iyilik yapanın hatırı için onun istediği yola girmek,
yaşadığı hayatı yaşamak değil,Hakkın hatırına,kişinin özgür iradesiyle seçimini yaparak,
Allah’a teslim olmasıdır.
Hayır(Allah rızası)için yapılan herhangi bir harcamanın getirisini belirleyen şey
harcamanın kendisine yapıldığı kimseden çok harcamayı yapanın niyet,tavır ve davranışıdır.
Çünkü bu hayır ve iyilikten asıl kazançlı çıkan taraf alan değil,veren taraftır.Başkalarına
iyilik yapan biri,aslında bilerek ya da bilmeyerek en çok kendine,kendi öz benliğine iyilik
yapmış olacaktır.
“Allah’ı kazanmak”,ancak bu tür karşılıksız iyiliklerle mümkündür.
Allah’ı kazanan neyi kaybeder,Allah’ı kaybeden neyi kazanır?
Bu âyet indikten sonra Rasulullah ve mü’minler-ki bu ölçü her zamanda
mekânda yaşayan mü’minler için de geçerlidir-hangi inanca mensup olurlarsa olsunlar,
gerçek ihtiyaç sahiplerine yardım ettiler.
Bu,bir mü’minin,yanlış yolda olan insanların gönlünü İslâm’a ısındırmak
için onlara yardım etmesine engel demek değildi.Ne ki,muhtaç insanlara yapılacak iyiliğin
böyle bir şarta bağlanması,”iyilik” ve “hayır” kavramlarının yaslandığı beşeri ölçülerle de
çelişiyordu.Çünkü,başkalarına karşılıksız yardımda bulunmanın ilk ve temel şartı ”liyakat”
ve “ihtiyaç”tı.
Böylesine halisane bir niyetle yola çıkan bir hayır sahibinin tercih hakkının
olması gayet doğaldır.Çünkü yapılan hayrın hangi amaçla kullanılacağı da önemlidir.
İhtiyaç açısından eşit olan iki kişiden tercihe şayan olanı,”insanlardan arsızca istemeyen”
erdemli,inançlı Allah’a yakın olanıdır.
Velhasıl;Aslolan,yapılan bütün fiillerin iyi niyetle,en iyi sonucun alınabilmesi bilinciyle yapılması,karşılığının sadece Allah’tan beklenmesidir.Hatta sadece O’nun buyruğu
olduğu için ,bir karşılık bile beklenilmeden yapılmalıdır.
*
“Faiz yiyen kimseler,başka değil sadece şeytanın dokunarak çeldiği kimse
gibi hareket ederler.Çünkü onlar;”Alışveriş de faiz gibidir!”derler.Oysa ki Allah,alışverişi
helâl,faizi haram kılmıştır.Her kim Rabbinden kendisine nasihat gelir gelmez bu işe(faize)
son verirse,evvelki kazançları ona,onun hakkında karar vermek de Allah’a kalır.Her kim de
dönerse,içersinde kalıcı oldukları ateşe mahkûm olanlar işte bunlardır.”
“Allah,faizin bereketini alır,ve(emanete sadâkat için)yapılan hayrı(kattığı
bereketle)arttırır.Allah,günahta ısrar eden hiçbir inatçı nankörü sevmez”
“Buna mukabil,bir de iman edip(Allah’a)güvenen,ıslah edici iyi işler yapan
(değerler üreten),namazı istikametle kılan,zekâtı gönlünden gelerek(ağırlaşmadan)veren kim-
seler var ya,işte onlar ödüllerini Rablerinden alacaklar ve onlar geleceğe dair kaygı,geçmişe
dair hüzün duymayacaklar.”
Bakara(94);Âyet:275,276,277
118
“Ey iman edenler!Allah’a karşı(olan)sorumluluğunuzun bilincini kuşanın.
Ve eğer Allah’a yürekten güveniyorsanız,faizden kaynaklanan kazançların tümünden vaz-
geçin!”
“Fakat bunu halâ yapmıyorsanız,bu durumda Allah ve Rasül’üne(güvensizlik
ilân ederek)azılı bir savaş açmışsınız demektir.Eğer tevbe ederseniz,sermayeniz size aittir.
Böylece ne haksızlık yapmış,ne de haksızlığa uğramış olursunuz.”
“Şayet borçlu güç durumdaysa,rahatlayıncaya kadar ona vâde tanıyın!Eğer
bilirseniz,(borcu/alacağı)bağışlamak sizin için çok daha hayırlıdır.”
“Öyle bir Gün’ün bilincinde olun ki,o Gün’de Allah’a döndürüleceksiniz.
Ardından herkese kazandığının karşılığın tastamam ödenecek ve kesinlikle haksızlık edilme-
yecek(tir.)”
“Siz ey iman edenler!Birbirinize vadeli borçlanmaya girdiğiniz zaman,bunu
belgeleyin.Onu,aranızdan(seçeceğiniz)âdil bir yazıcı kaydetsin!Ve hiçbir yazıcı Allah’ın
öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin,yazsın!Borçlu olan taraf borcunu kaydettirsin,Rabbi olan
Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olsun ve borcundan hiçbir şey eksiltmesin!Ve eğer
borçlu aklî ya da bedeni bakımdan yetersizse ya da kendisi kaydettirecek durumda değilse,
o zaman onun velisi borcunu âdil bir şekilde kaydettirsin!Ve erkeklerinizden iki kişinin şahit-
liğine başvurun!Eğer iki erkek bulunmazsa,bu durumda doğruluğundan emin olduğunuz
kimselerden bir erkekle,iki kadını şahit tutun ki,ikisinden biri şaşırır,unutur,yanılırsa diğeri
ona hatırlatabilsin!Ve şahitler de çağırıldıklarından(bu görevlerinden)kaçınmasınlar!
Küçük,büyük olduğuna bakmaksızın,vâdesiyle birlikte yazmaya üşenmeyin.Bu,
Allah Katında daha âdil,isbatlama açısından daha güvenilir ve kuşkuya kapılmamanız açısın-
dan daha uygun olanıdır.Fakat eğer,ticari işleminiz aranızda karşılıklı peşin muameleye
dayanıyorsa,onu belgelememenizde size herhangi bir vebal yoktur.Birbirinizle alış-veriş
yapacağınız zaman,şahit bulundurun;ancak yazan da,şahit de bir zarara uğramasın!Zira
eğer zarar verirseniz(onları zorlayarak yanlış yapmaya yöneltmeye kalkarsanız),işte bu
aleyhinize bir çıkış olacaktır.Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun;Zira Allah
sizi eğitiyor.Zaten her şeyi en iyi bilen(ve yapan)da Allah’tır.”
“Eğer seyahatteyseniz ve yazan birini de bulamamışsanız,bu durumda alınan
bir rehin de yeterlidir.Birbirinize güveniyorsanız,kendisine güvenilen kimse,bu güvenin gere-
ğini yerine getirsin ve Rabbi olan Allah’tan korksun!Artık şahit olduğunuz şeyi gizlemeyin.
Her kim onu gizlerse,işte onun kalbi günahkâr olur.Zira Allah yaptıklarınız çok iyi bilir.”
Bakara(94);Âyet:278,279,280,281,282,283.
Kura’n-ı Kerim’im üslûbuna uygun olarak infaktan ve hayırdan bahseden
âyetlerden sonra,onların tam zıddı olan faiz konusuna geçilmektedir.
İnfak karşılıksız vermek,faiz,karşılıksız almaktır.İnfak Allah’ı kazanmak,faiz
Allah’a ve Rasül’üne savaş açmaktır!Bu yüzden zekât farz,faiz haramdır.Zekât veren karşılı-
ğını cennette kat,kat alır,faiz yiyen ateş yemiş olur.
Kur’an faizle borç para vereni akli dengesi bozuk bir insana benzetmektedir.
Başkalarının emeğini ve kazancını yattığı yerden(hiçbir emek sarf etmeden)sömüren faizci,
öylesine bir hırs ve isteriye tutulmuştur ki,onun gözünü hiçbir şey doyuramaz.Çünkü o aklıyla
değil güdüleriyle hareket etmektedir.Yüreğinde zerre miktarı merhamet ,şefkat kalmamıştır.
“Riba”,artma,yükselme,fazlalaşma,,”nema”yükseğe çıkma,bedeni serpilip geliş-
me,”faiz” taşan,kabaran anlamlarına gelmektedir.Aslında “riba”ya,”faiz” denmesi,belki de
19.yüzyıldaki buhran sırasında devletin riba ile olan borçlanmasına karşı oluşacak dini
tepkileri bloke etmek(durdurmak,önlemek)için düşünülmüş bir “semantik hile” idi.
Bu ribalı borçlanmanın Osmanlı için sonun başlangıcı olduğu tarihi bir haki-
kattir.
119
“Faiz yiyen kimseler…”le başlayan 275.âyetten,281.âyete kadar olan pasajların bir görüşe göre Kur’an’ın son inen âyetler grubunda nâzil olmuştur.
İbn Abbas’tan nakledilen bir görüşe göreyse inen son âyet;Maide(108)/3’tür.
Hz.Ömer(RA);”En son vahyedilen âyetler riba konusundaydı,fakat Rasulallah,
bu âyetlerin anlamını bize tam açıkla(ya)madan irtihal etti.”demiştir.
Ancak;muhteva açısından Maide:(108)/3,son inen âyet sıfatına daha lâyıktır.
(Faiz hakkında ilk inen âyet:Rûm(88)/39’dur.)
“Sadakat”(sadakalar)Allah’ın emanetine sadâkat olduğu için bu isim verilmiş-
tir.Çünkü ancak servetin bir emanet olduğunu bilenler,kabul edenler paylaşmasını da bilirler
ki,bu emanete sadâkattir.Paylaşmayanlar emanete ihanet etmişlerdir.
Kazandıklarımızı matematiksel bir hesaba vurursak aldanırız,bu Kur’ani bir
ölçü değildir.Önemli olan kazandıklarımızın mutluluğumuza katkısıdır.Bunun ölçüsü maddi
kârın çokluğu değil,bereketi,temizliği ve kalpte uyandırdığı mutluluk duygusudur.Çünkü
haram hain,rahatsız edici,helâl vefalı ve huzur vericidir.Kaybeden kişi için en kara gün Hesap
Günü’dür.Ve işte tam da burada;“Ak akçe kara gün içindir.”atasözü akla gelmektedir.
Her şeyin olduğu gibi kazançların da “Allah’a göre” bir tasnifi,değerlendirilme-
si vardır.İnsan,-çabasıyla,cehdiyle-kazanır,bereketi ise Allah verir.Paylaşıldıkla bereket artar.
Ve bu davranış faizin ve faizcinin tam karşısında yer alan bir mü’minin davranışı ve aldığı/
alacağı karşılıktır.
Bunca uyarının ve örneğin ardından,faizin halâ ticaret gibi helâl olduğu iddia-
sında(görüşünde)ısrar eden varsa,o Allah’ın yasağını çiğnemekle kalmamakta,aynı zamanda
harama helâl diyerek küfrünü ,günahta ısrar ederek inatçılığını(küfrü inadi) ve Allah’ın
verdiği serveti faize vererek emanete ihanet etmekle,nankörlüğünü sergilemektedir.
Faizcinin davranışının temelinde Allah’a olan güvensizlikten kaynaklanan, geleceğe ilişkin bir güvensizlik yatmaktadır.
Bundan sonraki âyette,çıkarını tanrı edinmiş faizci tipin karşısındaki,Allah’a
teslim olmuş,vahyin inşa ettiği yardımsever(iyiliksever)insanın portresi çizilmektedir.
Ve mü’minlerin dikkati,tüm ilâhi buyruk ve yasakları içselleştirmenin en garan-
tili yolu olan Allah bilincine ermeye çekilmekte,bu bilinçle eyleme geçmeleri,bunu yaşama tarzı haline getirmeleri önerilmektedir.
Faizcilere de yaptıkları yanlıştan dönerek tevbe etmeleri çağrısı yapılmaktadır.
Kur’an’ın günaha dair en ağır ifadelerinden biri belki de birincisi;Faizden vaz
geçip tevbe etmemenin Allah’a ve Elçisi’ne karşı azılı bir savaş açmakla eşdeğer sayılmasıdır.
İfadedeki bu sertliğin,sadece otoriteye boyun eğdirme talebiyle izah edilmesi mümkün değildir.
Bu olsa olsa,faizin felâket bir zulüm,ölümcül bir sosyo/ekonomik zehir oluşuyla alâkalıdır.
Faiz almak,haksız bir kazanç olduğundan haksızlık yapmaktır,Ancak;insanlar-
dan vâdeli mal veya borç para alıp da enflasyon ateşinde eritmek de bu işi tersinden yapmaktır.
Âyetin”haksızlığa uğratmak” dediği bu olsa gerektir.Bunun içindir ki,vadeli alışverişlerde vâde
farkına cevaz verilmiştir.(Râzi tefsirinde;faizle alışverişin farklılığına değinirken,şöyle der:”Bir
adam,bir elbiseyi peşin 10’a satarken,bir ay vâdeli 11’e satarsa caizdir.”
Ve son bir uyarı daha…Alacaklının borçluyu fazla sıkıştırmaması,hatta alacağı-
nı bağışlaması vahiyle inşa olmuş bir kişiliğin örnek bir davranışı olarak,kendisi için(öte
dünyada kârlı bir-manevi- yatırıma dönüşeceği gerçeğinden hareketle)daha hayırlı olacağı vurgulanıyor.Ne güzel!Bu bilince ulaşmanın avantajını kullanabilenlere ne mutlu!
“Öyle Bir Gün’ün bilincinde olun ki…”diye başlayan âyetin de tıpkı 275.âyet
ve Maide:(108)/3 gibi Kur’an’daki en son nâzil olan âyet olduğu iddia edilmiştir.Bu iddiaya
göre Allah Rasulü ,âyetin inişinden kısa bir süre sonra(21 veya 7 gün)vefat etmiştir.
120
Bu pasajlardan sonra gelen ve “Deyn âyeti” veya “Müdâyene âyeti”olarak
adlandırılan âyet,Kur’an’ın en uzun âyetidir ki,sanki gelecek zamanların en büyük problemi-
nin ekonomik alanda olacağına dair işaretler taşımakta,buna bağlı problemlerin çözümü için
temel prensipler(borçlanma/senet/noter işlemleri v.b.)vaz etmektedir.
Bu âyette emredilen vâdeli borçlanmaların kayda geçirilmesi,duruma bağlı
olarak,kimi zaman bir farz,kimi zaman da bir nafile hükmündedir.Emrin gerekçesi âyette:
“Bu Allah Katında daha adil,isbatlama açısından daha güvenilir ve kuşkuya kapılmamanız
açısından daha uygundur.”şeklinde dillendirilmektedir.Bu gerekçe başka bir şeyle gerçekle-
şiyorsa(gerçekleştirilebiliyorsa ki,gerçekleştirilmesi istenmektedir)yazmak kişinin kendi terci-
hine kalmıştır.Yazıya geçirilmediği takdirde,adalet sağlanamayacak,güven zedelenecek ve
karşılıklı kuşku oluşacaksa,bu durumda yazmak farz olur.Çünkü illet hükümde yer almıştır ve
hiçbir tevile yer bırakmayacak kadar açık,seçiktir.
Yine bu âyette geçen ve her zaman tartışılan,şahitlikte iki kadını bir erkeğe denk
tutma görüşü/iddiası tamamen yersizdir.İfadede,haksızlığı önleyip,adâleti sağlama konusunda-
titizlik dile getirilmektedir.
Bir kadının ticaret ve ticari anlaşmalar konusundaki bilgisizliğinden kaynakla-
nabilecek muhtemel hataları önleyici bir tedbirdir.Âyetteki “tadille” sözcüğü,”unutma,yanılma,
şaşırma,haktan sapma” gibi anlamlarının tümüne birden gelmektedir.Söz gelimi iki kadından
biri unutmuşsa,doğal olarak şahit ikiden teke düşecek ,şahitlik yapan bir kadın kalacaktır.
Zaten Kur’an,şahitlikte bire iki oranını nisap olarak-hiçbir yerinde-belirlemez.
Zira Nisâ;15 ve Nûr;4-8’de zina dâvâsında cinsiyetine bakılmaksızın 4 şahit istenir.Talak;3’de
boşanma için 2 şahit istenir.Hatta adil yargı(lanma)yı sağlamak için bazı durumlarda erkeğin
değil,sadece kadının şahitliği kabul edilir.Bunların hiç birinde cinsiyet belirtilmez ve tercih
sebebi olarak gösterilmez.Burada da maksat,şahitlik yapacak olanın cinsiyeti değil,hatta
şahitlik bile değil,vâdeli borçlanmalarda mağduriyeti önlemektir.Borç vermeyi(yardımlaşmayı/
paylaşmayı)aşırı teşvik eden vahyin,borçların tahsili konusunu ihmal etmesi,çözüm üretmeme-
si düşünülebilir mi?Yoksa mesele kadın erkek eşitsizliği meselesi değildir.Allah’ın yüce adale-
tinden ve sonsuz(külli)aklından kuşkuya düşenlerin gevelemeleridir!
Bir sonraki âyet,güven ortamının oluşması halinde,bu yükümlülüğün kalkacağı-
nı,yani bu emrin güveni tesis amacı taşıdığını ifade etmektedir.Yani bir işin daha kolay yapılma
ihtimali doğunca,zor olan terk edilir prensibi burada da geçerlidir.
*
“Rasul Rabbinden kendisine indirilene,önce kendisi iman etti,sonra da mü’min-
ler.Hepsi Allah’a,meleklerine,mesajlarına ve elçilerine inandılar.”O’nun elçileri arasında
ayrım yapmayız.İşittik ve itaat ettik;bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz,zira varış Sana’dır!”dedi-
ler.”
“Allah hiç kimseye taşıyacağından fazlasını yüklemez.Herkesin kazandığı iyilik
kendi lehine,işlediği kötülük de kendi aleyhinedir.Rabbimiz!Unutur ya da yanılırsak,bundan
dolayı bizi sorguya çekme!Rabbimiz!Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükle-
me!Rabbimiz!Güç yetiremeyeceğimiz yükü bize taşıtma!Günahlarımızı affet,bizi bağışla,bize
merhamet et!Sen bizim Mevla’mızsın,kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et!”
Bakara(94);Âyet:285,286
Çok ünlü olan bu âyetleri yatsı namazından sonra okumanın çok sevap olduğu
hâdislerde belirtildiğinden,yüzyıllardır uygulanan güzel bir gelenek haline gelmiştir.
Son âyet şu üç şeyi söyler;1)-Allah,herkese sorumluluk yüklemiştir.Sorumlu ol-
mayan insan yoktur,sorumsuz insan vardır.2)-Allah,herkese mutlaka taşıyacağı bir sorumlulu-
ğu yükler,hiç kimseyi,sınırsız ve sorumsuz bırakmaz.3)Her insanın sorumluluğu gücüne denk-
tir.Sorumsuz davranan üç kez zulmetmiştir.a)Kendisine,b)Terk ettiği yüküne,c)Onun terk ettiği
ettiği yükü taşıyana.
121
“(Ey Peygamber!)Sana cihadın bahşettiği gelirler hakkında soruyorlar.De ki:
Dostları ilə paylaş: