birinci,diğer insanları ikinci sınıf gören çarpık karakterleri muhteşem ifadelerle,ibret alın-
ması için gözler önüne sermektedir.İbret alanlara ne mutlu!
105
“(Ey Nebi!)De ki:”Kim Cibril’e düşmansa,iyi bilsin ki o,hakikatten ellerinde
kalanı doğrulayan,bir rehber ve inananlar için de bir müjde olan vahyi,senin kalbine,Allah’
tan aldığı izin(ve güç)sayesinde indirmiştir.”
“Allah’a,meleklerine,Cebrail ve Mikail dahil elçilerine düşman olan herkes,
(her kimse)unutmasın ki,elbet Allah da böylesi kâfirlerin düşmanıdır.”
“Doğrusu Biz sana,hakikatin apaçık belgelerini indirdik,Yoldan sapmış olan-
lardan başkası bunları inkâr edemez.”
“Ne yani,her söz verişlerinde onlardan bir kısmı bu söz(lerin)den dönmedi mi?
Maalesef onların çoğu güven duygusundan yoksun kalmışlardır.”
“Onlara Allah Katından ellerindeki hakikati doğrulayan bir elçi gelince,
kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı,sanki gerçeği bilmiyorlarmış gibi,Allah’ın Kitabı’
na sırt çevirdiler.”
“Ve onlar(Medine Yahudileri) tutup Süleyman’ın yönetimi sırasında(o döne-
min)şeytanlarının(sihirle uğraşan,insanı gerçek hayattan koparıp sanal bir aleme sürükle- yenlerin) uydurduğu yalan ve desiselerin peşine takıldılar.Oysa ki Süleyman,küfre sapıp
İnsanlara sihri öğrettiler.Yine(Medine Yahudileri)Babilli iki güç sahibine,Harut ve Marut’a
(iki meleğe ya da melek gibi iki adama)verileni izlediklerini(iddia ettiler.)Oysa o ikisi:”Bak-
sanıza biz(Babil esaretiyle)sınanmaktayız,sakın küfre sapma(yın!)”demedikçe hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı.Fakat(Babil’deki düzenbazlar)bu ikiliden kişi ile eşinin arasını aça-
cak şeyler(büyü v.b)öğreniyorlardı.Ne var ki o(Babilli düzenbazlar),Allah’ın izni olmadan
kimseye zarar veremezlerdi.Ama yine de,zarar verip,yarar sağlamayan şeyler öğreniyorlardı.
Doğrusu onlar,bu türden bir alışverişe giren kimsenin âhirette eli boş kalacağını çok iyi bili-
yorlardı.Kişiliklerini sattıkları şey ne fenadır!Keşke bunu olsun bilebilselerdi!”
“Ve eğer onlar,hakikate inansalar ve sorumluluklarının bilincine varsalardı,
Allah Katından kendileri için hayırlı bir ödül alırlardı.Keşke bunu olsun bilselerdi!”
Bakara(94);Âyet:97,98,99,100,101,102,103. Bu âyetler,her zamanda mekanda rastlanan,rastlanacak olan iyi niyetli,inançlı
insanlarla,inançsız,kötü niyetli insanların karşılaştırılmasını yapmaktadır.
Cebrail(AS),Hz.Peygamber(AS)’e Allah’ın izniyle(ve verdiği güçle)vahyi geti-
ren,insan idrakinin kavramaktan aciz olduğu melekler âlemine ait bir varlıktır ki,bu alan
imanın alanına girer.Kimi filozofların ve sûfilerin Cebrail(AS)’i,Hz.Peygamber(AS)’in zihni
tasavvurlarının bir sembolik bir ifadesi olarak nitelemeleri naslarla çelişen hevai bir yorum-
dur.
Hz.Peygamber(AS)’in kalbi vahyin iniş üssüdür ve vahiy kalbi tamamen kuşa-
tıcı bir özellik taşır.Vahiy güneş,kalp onun ışığını yansıtan ay konumundadır.Bu da vahyin
kaynağının Allah olduğunu gösterir.
Cebrail(AS)’e düşmanlık getirdiği mesaj yüzündendir.Ancak o sadece Allah’ın buyruğuna uyarak vahyi getirmektedir.Dolayısıyla-bilerek,bilmeyerek-Allah’a düşmanlık
edilmiş olur.
Mikail ismi de,Cebrail gibi Sami dil ailesine mensuptur.Kur’an’da olduğu
gibi,Tevrat ve İncil’de de meleklerden biri olarak geçer.Kur’an’da geçtiği tek yer bu âyettir.
Onlar(Mekke’li müşrikler)Allah’ın peygamberlerini ve kitaplarını ayrıma tabi
tuttukları gibi meleklerini de-ayrıma-tabi tuttular.Cebrail’i kara haberlerin,Mikail’i ise
ak haberlerin muhabiri kabul ve ilân ettiler.Birincisine düşman,ikincisine dost olduklarını
Allah(CC)’ın tüm elçilerine ve tüm mesajlarına eksiksiz,kayıtsız şartsız iman şarttır.
106
Yahudiler’in kendilerine indirilen ilâhi kelâma(mesaja/vahye)dahi güvenme-
dikleri ima edilmekte,onların bildikleri “gerçek”ten kastın,beklenen”o Peygamber”olduğu vurgulanmaktdır.Onlar haberini Tevrat’tan aldıkları ve kendi aralarından(içlerinden)çıkma-
sını bekledikleri Peygamber’in Araplar’dan çıktığını,üstelik onlara gönderilen Tevrat’ı,onu
getiren peygamberi(Hz.Musa’yı)ve onları kıblesi Kudüs’ü onayladığını gördükleri/duydukla-
Yahudileşmiş İsrailoğulları mantığıyla-kendilerine gelecek peygamberi haber veren Tevrat’a
da küsüp sırt çevirdiler.
İşte bu Medineli Yahudiler,sihirle uğraşan,insanları büyüleyen ve onları
gerçekten koparıp bir hayalin,bir illüzyonun ya da sanal bir hayatın ardından sürükleyen-ve Kur’an’ın şeytan diye nitelendirdiği bu kimseler-vahyin ve Hz.Peygamber(AS)’in önünü kes-
mek,müslümanların kalplerini ve kafalarını karıştırmak için bu yola baş vuruyorlardı.Hatta yine buYahudiler,Hz.Süleyman(AS)’ın Peygamber değil,büyücü olduğu iftirasını dillendiren-
lerdi.Peygamberimiz için de aynı şeyi düşünüyorlardı,söylüyorlardı bu ikiyüzlüler.
Tevrat’tan uzaklaşan Yahudiler,şeytanlaşan bazı insanların uydurdukları bu
sihirlerle-ki sonradan Kabala(Gelenek) adı verilen külliyatın çekirdeğini oluşturmuştur-haya-
tı gizem,gizemi büyü haline getiren bir anlayışa yöneldiler.Oysa Eski Ahid büyüyü şiddetle
yasaklamaktaydı.Bu yasak aynı sertlikte Talmud’da,özellikle de Mişna’da yer almakta ve
puta tapıcılıkla eşdeğer sayılmaktadır.
İşte Medine Yahudileri,bu mantık ve inanış çerçevesinde:”Şu Muhammed’in
işine(yaptığına)bakın!Doğruyu,yanlışı birbirine karıştırıyor.Süleyman’ı peygamberler ara-
sında anıyor!Oysa ki o,rüzgara binen bir büyücüydü!”demişlerdi.Burada Kur’an sihri,
açıkça “küfür/gerçeği örtme”olarak nitelendirmekte ve şiddetle reddetmektedir.
Sihrin sözlük tarifi:”Hile,desise,aldatma,görüldüğü gibi olduğu zannedilen,
fakat aslının hiç de öyle olmadığı şey”,ya da:”Bir şeyi gerçekte olduğundan farklı göster-
mek”tir.Sihrin en büyük etkisi irade ve akıl üzerindedir.İrade ve aklın ruhtan kaynaklanan
Kur’an’da sihrin insana,onu iptalin(etkisiz hale getirmenin)Allah’a nisbet
edilmesi hayli anlamlıdır.(A’râf/56,Â:118)(Yani büyü/sihir insanlar tarafından çözülemez.)
“Allah”ın izni” istisnası,Kur’an mesajının bel kemiğini oluşturan tevhide iliş-
kin bir uyarıdır,hatırlatmadır.Bir mü’min hiçbir görünür,görünmez varlıkta bizatihi bir güç
vehmedemez,etmemelidir.İnsanın Rabbi de,diğer tüm varlıkların da Rabbi Allah’tır.Hiçbir
şey O’nun sonsuz gücüyle boy ölçüşemez,O’nun izni olmadan hiçbir olay gerçekleş(e)mez.
Sihri küfürle eşdeğer kılan şey,insanların(genellikle inançsız ya da zayıf
inançlı,cahillerin)onda bizatihi bir güç vehmetmeleridir.
Ancak;görünen,görünmeyen(negatif enerji saçan)varlıkların insan psikolojisi
üzerindeki etkilerini yok saymak da mümkün değildir.Bu etkilerin en karakteristik kanıtları
psikosomatik rahatsızlıklardır.Kökü psikolojik(ruhsal)olduğu halde,fiziki olarak bedende de
tezahür ederler.
Sihrin dünya ve ahireti yıkan bir olgu olmasının/sayılmasının temelinde, insandaki gerçeklik algısını bozması,fıtratından uzaklaştırması,insanlıktan çıkarması yatar.
Velhasıl bu âyetlerden çıkan ve her zamanda/mekânda geçerli olan sonuç
şudur;Hz.Peygamber(AS)’e ihanet eden Yahudiler,Hz.Süleyman(AS)’a ihanet eden Yahudi-
lerle aynı kafa ve ruh yapısındadırlar.Ancak;Yaptıklarının yanlışlığını ihtar ederek,Hz.
Süleyman(AS)’a karşı kurdukları komploda nasıl başarılı olamamışlarsa,Hz.Muhammed(AS) a karşı da başarılı olamayacaklardır.Nitekim öyle de olmuştur.
Biz Müslümanlar olarak bu pasajı bu gerçekler ışığında değerlendirmeliyiz.
*
107 “Siz ey iman edenler!”Sen bize uy!”demeyin.”Bizi görüp,gözet!”deyin ve dinle-
yin;zira inkâr edenleri acıklı bir azap beklemektedir.”
“Ne önceki vahyin muhataplarından küfre saplananlar,ne de Allah’tan başka-
sına ilâhlık yakıştıranlar Rabbinizden size bir hayrın indirilmesini isterler.Oysa ki Allah,
onlara Allah’tan bir hayrın indirilmesini istemeyen,kıskanan,haset eden,kötü niyetli münafık-
lara ve müşriklere karşı dikkatli olmaları,onlar gibi Peygamberlerinden olmadık isteklerde
bulunmamaları,Yahudileşme temayülü göstermemeleri,olanca varlıklarıyla görür gibi inan-
dıkları Allah’a teslim olmaları ve Elçisine itaat etmeleri,ancak o zaman Rableri Katında bunun karşılığını bulacakları,gelecekleri için bir kaygı,geçmişleri için bir üzüntü duymaya-
cakları hatırlatılmaktadır.
* “Gerçekten(Ey Nebi!)Biz seni,(insanları)hakikat(vahiy)ile müjdeleyici ve
uyarıcı olarak gönderdik.Ateşe yoldaş olanlardan sen sorumlu değilsin.”
“Sen onların inanç sistemini(dinlerini)benimsemedikçe,ne Yahudiler ne de
Hıristiyanlar seni asla kabullenmeyecekler(dir.)Onlara şöyle de:”Allah’ın rehberliği var ya,
işte gerçek(ve tek doğru)rehberlik odur.Eğer sana gelen(mutlak hakikatin)bilgisinden sonra,
onların keyfi sistemine(beşeri görüş ve prensiplerine)uyarsan,Allah’ın Elinden seni kurtara-
cak ne bir yâr,ne de bir yardımcı bulabilirsin.”
Bakara(94);Âyet:119,120 Bu âyetlerle,her zamanda mekânda Müslümanların karşılaşılacakları bir durum karşısında Hz.Peygamber(AS)’in şahsında alacakları tavrın ne olacağına dair bir prensip ortaya konmaktadır.
Müslümanlar,ne Yahudilerin,ne de Hıristiyanlar’ın inanç sistemlerine asla
uymamalıdır,her ne kadar onları başka türlü kabullenmeseler bile!Allah’ın kabullenmesi mi önemlidir,onların kabullenmesi mi?
*
108
Ve işte yine onların çarpık mantıklarıyla söyledikleri;Ve aldıkları cevap;
“Onlar dediler ki:”Yahudileşin ya da Hıristiyanlaşın ki doğru yolu bulasınız.”
(bulmuş olasınız!)De ki:”Hayır!Biz dosdoğru yol üzere bulunan İbrahim’in inanç sistemine
mensubuz.Üstelik o,(sizin sandığınız gibi/ya da yaptığınız gibi)Allah’tan başkasına ilâhlık yakıştırmazdı.”
“fıtrat”,yani insanın doğasıdır,insanın doğasına Allah’ın döşediği muhteşem altyapıdır.
İnsanın tek doğal boyası budur.Diğer boyalar(özentiler,tutkular,imajlar)sonradan vurulmuş
sentetik boyalardır,kalıcı değildir.Bu yüzden İslâm’a dönüş(fıtrata,doğal,asıl rengine)öze
dönüş,kendine geliş,kendini buluştur.)
“(Kitap Ehline) de ki:”Allah hakkında bizimle tartışacak mısınız?O,bizim de
Rabbimiz,sizin de Rabbinizdir;bizim yaptıklarımızın sorumluluğu bize,sizin yaptıklarınızın
sorumluluğu size aittir.Biz varlığımızı sadece O’na adadık.”
“Yoksa siz:“İbrahim,İsmail,İshak,Yakub ve onların nesillerinden gelenler
Yahudi ya da Hıristiyan’dılar”mı demek istiyorsunuz?Söyle onlara:”Siz Allah’tan(kimin,ne olduğunu)daha iyi mi biliyorsunuz?Kendisine Allah’tan gelen bir şahitliği gizleyenden daha
zalim kim olabilir?Ama Allah,yaptıklarınızdan gafil değildir.”
“O toplumlar şimdi geçip gittiler.Onların kazandıkları kendilerine,sizin kazan-
dıklarınız da size aittir.Ve siz onların yaptıklarından kesinlikle sorumlu tutulmayacaksınız.”
Bakara(94);Âyet:135,136,137,138,139,140,141. Asıl doğru yolda olanın kim(ler)olduğunun ölçüsünü,şartlarını bu âyetler şaş-
maz tek ölçü olan vahyin ölçüsüyle vermektedir.
Her toplum,yapıp ettiklerinin karşılığını Yüce Yargılama’da eksiksiz alacaktır.
*
“İnsanlar arasından(bazı)beyinsizler çıkıp diyecekler ki:”Daha önce yöneldik-
leri kıbleden onları çeviren sebep nedir?”De ki:”Doğu da,batı da Allah’ındır.O dileyen kimse- yi doğru yola yöneltmeyi diler.”
“İşte böylece sizin dengeli(adaleti uygulayan) bir ümmet olmanızı istedik ki,
insanlığa örnek ve model olasınız ve Rasul de size örnek ve model olsun.Elçi’ye uyanların
arasından topukları üzerinde geri dönenleri seçip ayırmak için senin daha önce yöneldiğin
yönü kıble olarak tayin ettik.Hiç şüphesiz bu olay,Allah’ın yol gösterdikleri hariç,herkes için
çok zor bir sınavdı.Allah sizin imanda ısrarınızı(kararlılığınızı/samimiyetinizi)kesinlikle
zayi etmeyecektir.Elbette Allah,insanlara karşı sınırsız bir şefkat,sonsuz bir merhamet
sahibidir.”
Bakara(94);Âyet:142,143. 109
Duyguda,düşüncede,davranışta dolayısıyla ahlâkta basitleşmiş,düzeysizleşmiş
kişilerin akıllarını kullanamadıkları,kendilerine ve insanlara karşı güvensizlikleri sebebiyle,
sürekli olumsuz(negatif) bir tavır sergiledikleri,her şeyi eleştirdikleri bir gerçektir.
Hz.Peygamber(AS)’ın içinden seçildiği toplumun büyük bir çoğunluğu-ne yazık
ki-böyle bireylerden oluşuyordu.
Onlar,Hz.Peygamber(AS)ve bağlılarının daha önce yöneldikleri kıbleye
(Kâbe’ye) kusur bulmaya çalışırlarken,Allah(CC) da “doğu da batı da(yani her yer,her taraf)
Allah’ındır”diye cevap vererek,kıblenin bir sembol olduğunu,nerede olursak olalım,nereye
dönersek dönelim Allah’ın orada bulunduğunu,Kendisinin zamandan/mekândan münezzeh
olduğunu hatırlatmaktadır.
Sonraki âyette,yakında gerçekleşecek,etkileri çok yönlü ve derin olacak bir
olaya zemin hazırlanmaktadır.Kıble değişimi.(Âyetteki ”daha önce yöneldiği kıble” ifade-
sinden,ibadetlerde Mekke’de yönelinen Kâbe olduğu anlaşılmaktadır.)
İsrailoğulları’nın kıblesi kutsal sayılan bu kaya idi.Hz.Peygamber(AS),peygamberler zinciri-
nin son halkası olarak,kıble meselesinde kendisinden önceki şeriat sahibi peygamber(ler)in
bıraktığı yerden başladı,bu uygulamaya devam etti.Aynı zamanda Kudüs’e yöneliş toplumsal
bir terbiye unsuru oldu.Ancak;atası İbrahim’in hatırası( kıblesi) Kâbe dururken,bir Arab’ın
başka bir yöne yönelerek ibadet etmesi sıkıntı vericiydi,onur kırıcıydı.Aslında mü’minler bu
ağır sınavı başarıyla vererek,Allah’a atalarından daha fazla bağlı olduklarını kanıtladılar.
İşte Yahudiler’in alay ettikleri,bir imtihan değil,gururlarını okşayıcı bir fırsat olarak değerlendirdikleri bu durumun düzeltilmesi yolunda ilk adımlar mü’minler
lehine atılmış,sıra Yahudiler’in sınanmasına gelmişti.Ancak onların sınavdan nasıl çıkacak-
ları,Hz.Peygamber(AS)ve mü’minler hayal kırıklığına uğramasınlar diye, daha başından haber veriliyordu.
Âyetlerin devamında;Hz.Peygamber(AS)’in,dengeli(adaleti uygulayan) (orta/vasat)bir topluluk olması istenen(bu şekilde inşa edilen)İslâm ümmetine(belki de
bütün insanlığa)model,örnek ve şahit olmasından söz edilmektedir.”Umm” kökünden
türetilen ümmet,zımnen;”İnsanlığı ana gibi kucaklayacak bir toplum” vurgusunu taşır.
Yani bir toplumun,dengeli,adil,şefkatli,insanlığa model ve örnek olması için
Rasul’ün örnek alınması,onun tebliğ ettiği vahyin ışığında,şaşmaz önderliğinde ,yönetiminde olması gerektiği vurgulanmaktadır.
Kuşkusuz bu örneklik ve modellik hem maddi,hem manevi alanları kapsayacak-
tır,kapsamalıdır.
Bilimde,sanatta,ekonomide,siyasette,manevi ilimlerde gerek bireysel,gerek top-
lumsal baz(lar)da kendi çağlarında ve sonraki çağlarda gelen toplumlara(kuşaklara)örnek ve
ve model olabilecek düzeye(gerçek,evrensel bir medeniyete)ancak bu kıratta toplumlar ulaşa-
bilir,ulaşabilecektir.
Böyle bir toplum “şehid” yani,”hayatını imanına şahit kılan ve çağına şahit
olan”anlamına geldiği gibi,”örnek,model” anlamına da gelir ki,tercihe şayan olan da budur.
Aynı zamanda;insanlığın imanına şahit olan ve insanlığı imanına şahit kılan
ana yürekli(sevgi,şefkat,merhamet dolu,fedakâr…)bir toplum demektir.