“O halde Allah yolunda savaşın!(O‘nun buyruklarını yeryüzüne yaymak/du-
yurmak için çaba harcayın.)Ama unutmayın ki,Allah,her şeyi tarifsiz işitendir,her şeyi sınır-
sız bilendir.”
“Allah’ın kat,kat fazlasıyla geri ödeyeceği bir güzel borcu O’na verecek olan
kimdir?Allah(rızkı/kalbi)hem daraltır,hem genişletir;ve hepiniz sonunda O’na döndürülecek-
siniz.”
“İşte bunlar,Allah’ın mesajlarıdır.(Ey Nebi!)Biz bunları sana gerçek bir amaca
mebni olarak iletiyoruz.Çünkü sen,kendisine mesaj gönderilen(elçi)lerdensin.”
Bakara(94);Âyet:243,244,245,252. Âyetler,nerede olursak olalım,ölümün bizi gelip bulacağını,”korkunu ecele fay-
dası yok!”sözünü,ölüm korkusuyla bireysel ve toplumsal sorumluluktan kaçanlara hatırlatı-
yor.Ölümden kaçmak suçluluk ve sorumluktan kaçmanın alâmetidir.
Bu âyette-ve benzerlerinde- “elemtera” ile başlayan kıssaların ille de yaşanmış olması gerekmediği,sembolik bir anlam da taşıyabileceği öngörülmektedir.
Şöyle ki;Buradaki “Ölün!” ve “Hayata döndürülmüştü!”ifadeleri,bu sûrenin
“af dileyin ve içinizdeki kötülükleri öldürün!”âyeti ışığında anlaşılmalıdır.(Âyet:54)
Kur’an’da “insanların çoğu” formu,on yedi yerde sadece üç şekilde gelir:
“İnsanların çoğu bilmezler”,”insanların çoğu şükretmezler,”insanların çoğu iman etmezler”.
Bu üç durum da aslında birbirinin sebep ve sonucudurlar.Bu ifade,şuursuz kitlelerin tarihin
öznesi değil,nesnesi olduğu gerçeğini gösterir.Kur’an,onların karşısına ulu’l-elbab’ı(bilinç/
aklı selim) sahiplerini koyar,denge böyle sağlanmış olur.
Âyetin ifade ettiği hakikat şudur;Ölüm korkusu,bir toplumun hak ve adâlet tutkusuna üstün gelirse,o toplum geleceğini satmış demektir.Bir toplumda hakikat aşkı ve
adâlet tutkusu ölüm korkusuna galip(üstün)gelmeye başladı mı,o toplum ölü bir toplumken
dirilmeye ve dünya toplumları içerisinde üstün,örnek,model ve gıpta edilir bir konuma gelme-
ye başlar,gelir.(246-251.âyetlerde anlatılan Tâlut-Câlût kıssası bu gerçeğin tarihsel örneğidir.)
Sonraki âyette sözü edilen Allah’ın kat,kat fazlasıyla ödeyeceği sadece mal değil
aynı zamanda hayattır da.Çünkü Allah yolunda öldürülenlere verdiği ömrün kat,kat fazlası
olan ebedi bir hayat bahşedilecektir.
Allah’ın mesajlarına kulak veren ve ibret alan aklı selim sahipleri,hem dünya
hem âhiret hayatında kuşkusuz kârlı çıkanlar,kazananlar olacaktır. * “(Ey Peygamber!)İnsanların hidayeti senin elinde değildir;lâkin Allah,isteyenin
hidayetini diler.Hayır için harcadığınız herhangi bir şey kendi yararınızadır;yeter ki yalnız
Allah’ı kazanmak için harcayın ve hayır için yapacağınız bir harcama,size tastamam geri
dönecek ve siz kesinlikle haksızlığa uğra(tıl)mayacaksınız.”
Kendilerini Allah yolu(n)da vakfettikleri için(ticaret/kazanç amacıyla)yeryüzün-
de dolaşamayanlara yardım yapın!İstemekten çekindikleri için,durumlarını bilmeyenler onları
zengin zanneder.Onları kimi özelliklerinden tanırsın:(Söz gelimi)insanlardan arsızca istemez-
ler.Her ne iyilik yaparsanız yapın,doğrusu Allah onu kesinlikle bilir.”(zamanı gelince mutlaka
değerlendirir.)
Bakara(94);Âyet:272,273
117
“Gece ve gündüz gizli ve açık,servetlerini infak edenler(cömertçe paylaşan-
lar)var ya,işte onların karşılığı Rableri Katındadır.Onlar geleceğe dair kaygı,geçmişe dair
hüzün duymayacaklar.”
Bakara(94);Âyet:274 Yoksula yardım,o kadar hasbi,o denli karşılık beklentisi olmadan yapılmalıdır
ki,değil kişisel menfaat ve minnet altına alma,onun sapık bulduğunuz inanç ve düşünce
dünyasına müdahale için bir araç olarak dahi asla kullanılmamalıdır.
Çünkü hidayeti vermek sadece Allah’ın yetki ve tasarrufundadır.Bize düşen ancak,
mızdır.Yoksa hidayet kişinin kendisine iyilik yapanın hatırı için onun istediği yola girmek,
yaşadığı hayatı yaşamak değil,Hakkın hatırına,kişinin özgür iradesiyle seçimini yaparak,
Allah’a teslim olmasıdır.
Hayır(Allah rızası)için yapılan herhangi bir harcamanın getirisini belirleyen şey
harcamanın kendisine yapıldığı kimseden çok harcamayı yapanın niyet,tavır ve davranışıdır.
Çünkü bu hayır ve iyilikten asıl kazançlı çıkan taraf alan değil,veren taraftır.Başkalarına
iyilik yapan biri,aslında bilerek ya da bilmeyerek en çok kendine,kendi öz benliğine iyilik
yapmış olacaktır.
“Allah’ı kazanmak”,ancak bu tür karşılıksız iyiliklerle mümkündür.
Allah’ı kazanan neyi kaybeder,Allah’ı kaybeden neyi kazanır?
Bu âyet indikten sonra Rasulullah ve mü’minler-ki bu ölçü her zamanda
mekânda yaşayan mü’minler için de geçerlidir-hangi inanca mensup olurlarsa olsunlar,
gerçek ihtiyaç sahiplerine yardım ettiler.
Bu,bir mü’minin,yanlış yolda olan insanların gönlünü İslâm’a ısındırmak
için onlara yardım etmesine engel demek değildi.Ne ki,muhtaç insanlara yapılacak iyiliğin
böyle bir şarta bağlanması,”iyilik” ve “hayır” kavramlarının yaslandığı beşeri ölçülerle de
çelişiyordu.Çünkü,başkalarına karşılıksız yardımda bulunmanın ilk ve temel şartı ”liyakat”
ve “ihtiyaç”tı.
Böylesine halisane bir niyetle yola çıkan bir hayır sahibinin tercih hakkının
olması gayet doğaldır.Çünkü yapılan hayrın hangi amaçla kullanılacağı da önemlidir.
İhtiyaç açısından eşit olan iki kişiden tercihe şayan olanı,”insanlardan arsızca istemeyen”
erdemli,inançlı Allah’a yakın olanıdır.
Velhasıl;Aslolan,yapılan bütün fiillerin iyi niyetle,en iyi sonucun alınabilmesi bilinciyle yapılması,karşılığının sadece Allah’tan beklenmesidir.Hatta sadece O’nun buyruğu
olduğu için,bir karşılık bile beklenilmeden yapılmalıdır. *
“Faiz yiyen kimseler,başka değil sadece şeytanın dokunarak çeldiği kimse
gibi hareket ederler.Çünkü onlar;”Alışveriş de faiz gibidir!”derler.Oysa ki Allah,alışverişi
helâl,faizi haram kılmıştır.Her kim Rabbinden kendisine nasihat gelir gelmez bu işe(faize)
son verirse,evvelki kazançları ona,onun hakkında karar vermek de Allah’a kalır.Her kim de
dönerse,içersinde kalıcı oldukları ateşe mahkûm olanlar işte bunlardır.”