1839’dan 1915’e yuvarlanan süreç
Baskın Oran
Resmî ideolojinin kalesi Ankara’da 24-25 Nisan’da yapılabilen ilk Ermeni konferansında verdiğim bildirinin adı buydu. Çok kısaca özetleyeyim.
Türkler Anadolu’yu fethedince Kürtler coğrafya sayesinde yarı-özerk yaşamaya devam ettiler, Ermenilerin efendisi ikileşti: Küçük ve yakın olarak Kürtler, büyük ve uzak olarak Osmanlı. Ama bu Ermeni milleti için sorun olmadı. Yeni bir düzen kuruldu ve onun içinde (Hıristiyan Bizans’ta olduğundan daha özerk bir) yer aldılar.
Yalnız, “Ermeniler” derken, aslında sınıfsal olarak iki çok farklı unsurdan bahsediyoruz: 1) İstanbul Ermenileri: Patrikhane ve aristokrat-büyük burjuva Amira. Osmanlı’ya tamamen entegre; 2) D. Anadolu Ermenileri: Esas olarak çiftçi, zanaatkar ve tüccar. Kürt beylerine her yıl “altın yumurtlamak” yani haraç karşılığında normal bir üretim faaliyeti sürdürüyorlar. Tipik mafya düzeni, yani. Biat ve rahat!
Herkes çarpılmaya ve Ermenileri çarpmaya başlıyor
Bir tarihten sonra Anadolu’da her şey çarpılmaya başlıyor. Altyapı çarpılıyor, çünkü zaten Birinci Küreselleşme (bizim ders kitaplarında “coğrafi keşifler” diye geçer) sonucu transit ticaret yolları değişince yarımada fukaralaşmıştır. Arkasından, İkinci Küreselleşme yani Sanayi Devrimi vuruyor; simgesel tarihi, 1838 Ticaret Anlaşmaları: Daha ucuz ve daha kaliteli Batı mallarının Anadolu’yu istilası, mevcut üretimin perişan olması.
Bunun hemen ardından üstyapı çarpılıyor: 1839’da Osmanlı, Tanzimat’ı ilan ederek Gayrimüslimleri Müslümanlarla artık eşit ilan etmiştir. Millet-i Hakime olan Müslümanlar bunu hiçbir zaman affetmeyecek, acısını Millet-i Mahkume’den yani Gayrimüslimlerden her daim çıkartacaktır. Bugüne varıncaya. Malatya’da 3 Protestan’ı makatlarına bıçak sokmacasına işkenceyle öldürerek mesela. Hrant’ı ve rahip Santoro’yu katlederek mesela.
Bu ortamda, o güne kadar göreli huzur içinde üretmekte olan doğu Ermenilerini mahveden (daha önce birkaç kere yazdığım) bir duble gelişme olacaktır: 1) 1806’da isyan eden feodal Kürt beylerinin sonuncusu 1847’de yenilip sürülünce, tam bir kaosa düşen Kürdistan’da başsız kalan Kürtler bundan sonra Altın Yumurtlayan Tavuk’u kıtır kıtır kesmeye girişeceklerdir; 2) 1859’da Şeyh Şamil’in Ortodoks Ruslara yenilmesi üzerine Anadolu’ya akmaya başlayan Müslüman G. Kafkasya halkları aynı “eylem”e derhal iştirak edeceklerdir. Yağma, en kolay üretim biçimidir.
Mesele büyüyor
D. Ermenileri, feci hallerini İstanbul’a arz edeceklerdir. Ama, Saray aldırmayacaktır çünkü 1839’un öfkelendirdiği Millet-i Hakime’yi durdurmaktan korkmaktadır. Patrikhane ve Amira aldırmayacaktır çünkü bunlar dağlılar ve köylülerdir.
Fakat kısa zamanda iki büyük gelişme meydana gelir: 1) İstanbul’da 1863’te “Ermeni Milleti Nizamnamesi”nin kabulüyle cemaat içinde kurulan komisyonlar şikayetleri dinlemeye başlayacaktır. Zaten 1869’da da bir Vanlı, Hırımyan patrik olacaktır; 2) Avrupa’ya ve özellikle Sen Petersburg’a okumaya giden Ermeni gençleri devrimci aydınlar olarak sahneye çıkacaktır.
Bu iç dinamiğe, çok geçmeden, dış dinamik de eklenir: Misyonerler 1789’un fikirlerini buraya taşımakta, Rusya 1774’ten beri müdahale için hazır beklemekte, B. Avrupa ise 1856’dan beri aynı şeyi yapmaktadır: “Padişah, kavmiyet ve diyanet ayırmayarak Hıristiyan halkın da haklarını teyit eden bir ferman [1856 Islahat Fermanı] yayınlamıştır”. Ama reform falan yapılmayacaktır. Çünkü İstanbul, doğudaki rezaleti durdurmaya ehil ve/veya niyetli değildir.
Bu ortamda Ruslar, 93 Harbi sonunda Osmanlı’ya 1878 Ayastefanos’u imzalatırlar. Bizim ders kitaplarının (tövbe!) bahsetmediği bir 16. Maddesi vardır bunun (çok merak ederim, gerçekleri kendimizden saklayarak ne halt edebilmeyi ummuşuzdur?): “Babıali, Ermenileri Kürtlerden ve Çerkeslerden koruyacak, derhal reformlara girişecektir”. İngiltere telaşlanır çünkü Ruslar fena öne geçmiştir. Hemen Ayastefanos iptal ettirilir, yerine Berlin imzalanır. Ama onun da 61. Maddesinde aynı şey yazmaktadır çünkü Ermenilerin doğudaki felaket durumu ayyuka çıkmıştır.
Reformların durmadan ertelendiği, yapılacağına dair umudun ise hiç gözükmediği ortamda D. Ermeni aydınları ihtilalci partiler kurarlar: 1887 Hınçak, 1890 Taşnak. Silahlanarak nefsi müdafaaya girişirler. Bir süre sonra da, “Babıali’nin bizi kurtarmaya niyeti yok, bizi ancak yabancı devletler kurtarabilir” diyerek “Bulgaristan Modeli”ni de uygulamaya başlayacaklardır: Müslüman köylerine saldırmak, böylece saldırıları ve sonuçta Avrupa’nın ilgisini çekmek. Çünkü Bulgarlar böyle yapmıştır, başarılı olmuştur. Ama Ermenilerin hesap etmediği şudur: Bulgaristan Avrupa’dadır. Tabii, Müslümanlar da bu ortamda şöyle demektedir: “Biz cephedeyken zenginleşen bu gavurlar yabancıların maşası oldular”.
Gerçi 1908 Meşrutiyeti yepyeni bir umut yaratır ve İttihatçılar ile Taşnaklar seçime birlikte girerler ama 1913’te İttihat ve Terakki diktatörlüğünü ilan eder. Amaçları Türkçülük, homogen Anadolu, “milli ekonomi”dir. Peki ama, bunlar Anadolu uygarlığının başlıca sahiplerinden olan Ermenileri mahvetmeye kadar götürür mü Osmanlı’yı? Gerçi Balkan bozgunu, Sarıkamış rezaleti, Çanakkale olayı, Van isyanı panik yaratmıştır ama…
İttihatçılar Ermenileri niye yok ettiler?
Benim anladığım kadarıyla olayı korkunç 1915 rezaletine asıl götüren, reformları durmadan oyalayarak reddeden devletin, sonunda 08.02.1914 anlaşmasını ister istemez imzalamasıdır. Buna göre, Vilayat-ı Sitte’nin (Ermenilerin doğuda en çok yaşadığı Altı Vilayet; Mondros’un İngilizce ve Fransızcasında “Altı Ermeni Vilayeti” diye geçer ama sağolsun “milli eğitim” bize bunu da okutmamıştır) başına yabancılar tarafından seçilecek ve Sultan tarafından on yıllığına atanacak iki yabancı Umumi Müfettiş getirilecektir. Bunlar, bütün memurları azletmek/atamak ve ayrıca idareyi, adliyeyi, polisi ve jandarmayı denetleme yetkisine sahip olacaklardır. Kesin sayım yapılana kadar bazı vilayet meclis-i umumileri Müslüman-Gayrimüslim yarı yarıya, bazıları nüfusa orantılı oluşacaktır.
Ama zurnanın asıl zırt dediği noktayı söylemedim: Bu “anlaşma”nın tarafları Osmanlı ve Rusya’dır. Yani, artık Berlin md. 61’den Ayastefanos md. 16’ya geri dönülmüştür; bu taahhütlerde muhatap artık Rusya’dır. Ve bu Altı Vilayet, Rusya sınırına bitişiktir. Peki, İngiltere buna nasıl razı olur? Olur, çünkü artık kendisine büyük tehdit oluşturmaya başlamış olan Almanya’yı doğuya ve güneye inmekten alıkoyabilecek tek ülke Rusya’dır.
Olay fevkalade basittir: Osmanlı, reform yapmamak yüzünden papazı bulmuştur. Kısa vadede bu yabancı umumi müfettişlerden, orta vadede Ermeni meselesinden, uzun vadede de Şark Meselesi’nden kurtulma paniğine girer. Bulabildiği tek çare, yılana sarılmaktır: Çarıksız orduyla I. Dünya Savaşına girmek. Nitekim, umumi müfettişlerin atanma tarihi 01.07.1914, savaşa giriş 01.11.1914, umumi müfettişlerin “işine son verilmesi” de 31.12.1914’tür. “Ermeni meselesinden kurtulmak” yani insanlık suçunun uvertürü ise 24 Nisan 1915’te çalınacaktır.
Ben zaten hep merak etmişimdir, İttihatçılar savaşa girme cesaretini nasıl buldular diye. İşte böyle buldukları anlaşılıyor. Savaşa girmek, reform yapmaktan kolay gelmiştir Osmanlı’daki İttihatçılara. Nasıl ki 70 yıl sonra PKK’yı yok etmeye girişmek, reform yapmaktan kolay gelecek idiyse TC’li İttihatçılara. Yine merak etmişimdir: Almanya niye bu korkunç katliamda Osmanlı’nın yanında oldu, diye. Bu da anlaşılıyor.
Konferans nasıl yapılabildi?
Yazımın en başında niye “yapılabilen” dediğimi izah ederek bitireyim. Düzenleyen arkadaşlar önce İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) salonunu tuttular ve parasını ödediler. Üç gün kala, solcu İMO tamirat dedi. Bunun üzerine Kızılay’da bir otel tutuldu. O da yağmur yağdı tavan aktı dedi. Konferans iptal edildi. Ama, yarım gün kala otel telefon etti: “Gelin, yapın”. Çünkü “bir bakanlık” Emniyet’e, Emniyet de otele telefon etmiş, “Yaptırın, biz koruyacağız” demişti. Galiba Sarkisyan’ın protokolleri dondurmasına borçluyuz Konferans’ı. O “bir bakanlık”, bu durumda Türkiye’nin imajını süslemek istedi galiba. Sağ olsun.
Dostları ilə paylaş: |