Sosyal Değişim (Makaleler I), Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2000, s: 247
193 ZURCHER, E. J., Turkey (A Modern History), London,&New York- I.B. Tauris, 1994, s: 90
tehlike savuşturuluyor, hem de oralardaki yetenekli asker ihtiyacı karşılanıyordu. Ancak bu
ayrımcı tutum meyvelerini vermekte gecikmedi; ihtilal Abdülhamit’in kapısını
Makedonya’dan çaldı. 1889’da Askeri Tıbbiye’de kurulan İttihad-i Osmanlı adındaki gizli
örgütün serüveni 1908 yılında Makedonya’daki subayların eylemciliğiyle hedefine ulaştı ve
Abdülhamit’in istibdat rejimini dize getirdi.
19.yüzyılda Osmanlı Devleti geleneksel kalıplarını kırmış ve derin ve kapsamlı
reformlar zinciriyle hem kendini hem de toplumu dönüştürmüştü. Abdülhamit dönemine dek
süreklilik arz eden Batılılaşma nosyonu tek bir hedefe yönelmişti; imparatorluğu
parçalanmaktan kurtarmak. Osmanlı devlet adamları, milliyetçilik çağında, her ne kadar
çözülmeyi durduramamış olsalar da arkalarında Batı’nın sistemi ve değerleriyle paralel
kurumlar ve daha da önemlisi bunları özümsemiş bireyler bıraktılar. Abdülhamit döneminde
geleneksele daha doğrusu gericiliğe meyledilmesi, önceki dönemlerin temelini attığı yeni
ilerici jenerasyon tarafından hazmedilememiş ve Osmanlı tarihinde ilk kez ilerici unsur saray
darbeleriyle değil Batılı anlamda bir devrimle iktidara ortak olmuştur. Atılan ok geri dönmez
ilkesi çerçevesinde I. Meşrutiyet’in tanıştırdığı anayasal rejim bir kez realite olunca,
Abdülhamit rejiminin gericiliği baki kalamamıştır.
2.3. 19. Yüzyılda Osmanlı Sosyo-Ekonomik Yapısının Dönüşüm
Süreci
2.3.1. Reaya Sınıfı
Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik kurumsal yapısı, az çok birbirine yakın büyüklükte
toprakları elinde tutan ve merkezin atadığı memurlara oransal vergi ödemekle yükümlü
bağımsız bir köylü kitlesinin varlığına dayanır194. İmparatorluktaki tüm toprakların padişaha
194 Keyder, 1999, s: 22
ait olduğu ve köylülerin toprağı işlemek ve keyfince boş bırakmamakla yükümlü kiracılar
oldukları bu sistemde, topraklar çift-hane sistemi çerçevesinde 60-150 dönüm arasında
değişen arazi ölçüsüyle sınırlandırılmıştı. Batı Avrupa’dakine benzer bir feodal sistemin
Osmanlı ülkesinde ortaya çıkmamasının sebeplerinden biri, arazinin bu şekilde geçimlik
ölçekte tutularak, köylüler arasındaki toprak devri hususunun sıkı bir devlet denetimine tabi
tutulmasıydı. Devletin kırsal alandaki denetim aygıtı, tımar sistemi çerçevesinde belirli
ölçüde toprakta yerleşik olan tımarlı sipahilerdi. Güçlü bir merkezi otoritenin varlığını
gerektiren bu toprak sistemi, İmparatorluğun güçten düşmeye başlamasıyla çözülmeye
başladı. Merkezkaç kuvvetlerin illegal yollarla ya da yöneten sınıfa dahil kişilerin devletten
bağış yoluyla elde ettikleri topraklar, taşrada geniş topraklara sahip bir sınıfı vücuda getirdi.
16.yüzyılda Avrupa’da gerçekleşen fiyat devrimi çerçevesinde ekonominin parasallaşması,
Osmanlı ekonomik yapısında da etkisini çabuk gösterdi195. 17.yüzyıldan itibaren devlet, nakit
ihtiyacından dolayı, kendisine parayı peşin veren ve devletin vergilerini köylüden bizzat
toplayan kişilerin yön verdiği iltizam sistemini geleneksel tarım vergisi öşürü de kapsayacak
şekilde genişletti. Ateşli silahların Avrupa’da savaş tekniklerini değiştirmesi çerçevesinde
Osmanlı ordusunda nüfuzunu kaybeden tımarlı sipahilerin ekonomik olarak da ihmal
edilmesi tımar sisteminin çözülmesine yol açtı. Bu durumun en önemli sonucu taşradaki
devlet denetiminin zayıflamasıydı. Köylüden toplanan vergilerde denetimi ele geçiren yerel
idareciler ve köklü aristokrat aileler ayanlar olarak eyaletlerde ekonomik ve siyasal nüfuz
elde ettiler. Osmanlı tarihinin en tartışmalı olaylarından biri Anadolu’daki Celali isyanları
195 16.yüzyıl fiyat devriminin etkisi çerçevesinde Osmanlı ekonomik dönüşümünü yorumlama eğilimi özellikle
ünlü Fransız tarihçisi Fernand Braudel’in görüşlerinden etkilenen Ö.L. Barkan ve H. İnalcık’ın eserlerinde
oldukça öne çıkar. ZaferTtoprak ise fiyat devriminin etkisinin, ekonominin çok sınırlı kesiminin parasallaştığı
ortamda Osmanlı sistemini temelden sarsmasının güç olduğunu, ancak klasik yapıyı çözücü etkide bulunmuş
olabileceğini, ancak yapısal dönüşümlerin ortaya çıkışının 19.yüzyılda gündeme gelebilmiş olduğunu öne sürer.
Bkz. TOPRAK, Z., İktisat Tarihi, Türkiye Tarihi (Osmanlı Devleti, 1600-1908), IV. Cilt, Der. Sina Akşin,
Ankara, Cem Yayınevi, 1988, s: 193-194
böyle bir ortamda yeşerdi. Devletin denetim aygıtlarının zayıfladığı bir ortamda merkezkaç
güçler ve ortakçı köylülerin sürüklediği isyan dalgası zincir halinde genişleyerek, merkezi
otoritenin varlığını kritik bir noktaya getirdi. Celali isyanları, tarımda değişen ve
çeşitlenmeye başlayan sınıfsal ilişkilerin kendini ortaya döktüğü bir tarihsel sahne olarak,
Osmanlı sistemindeki feodalleşmenin vardığı boyutları gösterme açısından oldukça
anlamlıydı. Celali isyanlarının kendisi de feodalleşmeyi arttırıcı etki yaptı; kimi bölgelerde
Celali isyanlarından kaçan köylülerin toprakları nüfuzlu kişilerce sahiplenilerek kendi özel
arazileri şekline dönüştürüldü196.
Avrupa’daki klasik aristokrat sınıftan oldukça farklı bir nitelik arz eden ayan sınıfı,
ekonomik gücünün kaynağını, vergi gelirlerinin toplanmasında denetleyici konumundan
alıyordu.Ayanlar, köylünün tarımsal artığının önemli bir kısmına el koyarak büyük servetler
elde ettiler. Bulundukları bölgelerdeki ticari hayatın üzerindeki denetim güçleriyle bu
alandan da sağladıkları gelirler de oldukça önemli miktarda idi. 18.yüzyılın özellikle ikinci
yarısında Avrupa’daki ticaret devrimi çerçevesinde Doğu Akdeniz bölgesinin tarım
ürünlerine dış talebin artması eş zamanlı olarak ayanlarında gücünü arttırdı. Ayanlar bu
dönemde çift-hane sistemine bağlı miri araziyi muktaa olarak tasarruf altına alırken, terk
edilmiş toprakları ya da mevat statüsündeki arazileri de tarıma açtılar197. 16.yüzyılın
ortalarından itibaren klasik Osmanlı toprak sisteminin çözülmesiyle birlikte gelişen kendine
özgü bir tarzda feodal ilişkiler sisteminin iktidar tarafından tanınması, 1807 tarihli Sened-i
İttifak belgesiyle gerçekleşmiştir. Gücünün zirvesindeki ayan sınıfının, teoride padişahın
tekelinde olan iktidar otoritesini yerel güç sahipleriyle paylaşmaya zorladığı bu belge, hiçbir
zaman uygulamaya geçirilmedi. Sened-i İttifak’ın imzalanmasını takiben merkezi otorite,
adeta ayanların üzerine yaylım ateşi açarak sınıfın hem siyasal hem de ekonomik gücünü
196 İnalcık, 1998, s: 22
197 İnalcık, 1998, s: 25
kırdı. Bunu tek başına başaramadığı tek örnek olan Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali
Paşa’yla savaşımında ise Büyük Devletlerin yardımına başvurularak badire atlatıldı.
19.yüzyılın başındaki bu merkezi ve yerel otoriteler arasındaki denge değişimini takiben,
merkez, yerel muhalefeti besleyen kaynakları kurutmak için atağa geçti. İçi boşaltılmış ve
işlerliği kalmamış olan tımar sistemi 1831 yılında resmen kaldırıldı. Miri topraklar
üzerindeki fiili tüm mülkiyet şekilleri tasfiye edildi ve büyük malikaneler kamulaştırıldı.
Merkezi yönetime geri döndürülen bu topraklar vergilendirimeleri için mültezimlere
kiralandı. Ancak bu önlemlerle merkezi hükümetin amaçlarının ne kadarına ulaşmış olduğu
tartışmalı olsa da Doğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgelerinde dahi Kürt aşiret beylerinin
elinden topraklarının hacz edilerek bir kısmının küçük köylüye dağıtıldığı örnekler
mevcuttur198. Tüm bu gelişmeler merkezi otoritenin yerel feodal ilişkileri çözerken, tarımsal
yapıda küçük köylülüğün tabanını sağlamlaştırmıştı.
19.yüzyılın başı itibariyle Osmanlı toplumsal sistemi, önceki devirlerden süregelen
kendine yeter geçimlik yapısını genel ölçekte kırabilmiş olmaktan uzaktı Klasik toplumsal
yapıdaki tüm iktidar ilişkilerindeki denge değişimlerine rağmen hakim toplumsal yapı, en
önemli yükümlülüğü yıllık öşür ödemek olan bağımsız köylü üreticilere dayanmaya devam
etmiştir. Ayanların alternatif bir emek kullanım sistemi meydana getirememiş olmalarının ve
kırsal üretimin özüne dokunamamasının söz konusu durumda payı büyüktü. Osmanlı
ülkesinde tarımsal üretim biçiminde en öne çıkan yapısal niteliklerden biri, toprağın emeğe
oranla fazla oluşudur. Düşük nüfus yoğunluğu toprakta mülksüzleşme ve emek fazlası
oluşumunu engellerken küçük üreticiliğin yaygınlığı ve bölgesel bağımlılığı, emeğin
dolaşımını sınırlamıştır. Ancak bu güçlü küçük köylülüğe dönük yapı tarımın
198 PAMUK, Ş., Commodity Production for World-Markets and Relations of Pruduction In Ottoman Agriculture,
1840-1913, The Ottoman Empire And The World Economy, içinde, der: Nuri İslamoğlu-İnan, Cambridge
University Press, 1987, s: 183
kapitalistleşmesinin önünde büyük bir engeldi. Kapitalist tarımsal üretimin temellerini
oluşturan özel mülkiyet, işletme ölçeğinde üretimin yoğunlaşması, tarım dışına itilen bir
emek fazlalığı gibi koşullar Osmanlı toplumunun henüz ulaşılabilmiş olduğu aşamalar
değildi Osmanlı köylüsü proleterleşmeyi doğuracak bir mülksüzleşme ve kıtlık yaşamamıştır.
Büyük çiftliklerdeki ortakçılık ise toprak edinmenin güçlüğünden değil, köylünün elindeki
çift hayvanlarını yada tarım araçlarını kaybetmesinden kaynaklanmaktaydı199. Osmanlı
ülkesinde kapitalist tarım işletmeleri gelişimlerini engelleyen faktörlerden biri emeğin
pahalılığıydı. Söz konusu toprak-emek oranı ve köylülerin marjinal arazilere yayılmalarının
görece kısıtlı olmadığı bir toplumsal oluşumda, ücretlerin yüksek olması kaçınılmazdı.
Örneğin 20.yüzyılın başlarında İzmir-Aydın, Adana ve Selanik gibi hayli ticarileşmiş
tarımsal üretimin söz konusu olduğu bölgelerde, büyük toprak sahiplerinin bazıları, kıt olan
emekçilere bağımlılıklarını azaltmak için yurtdışından tarım aletleri ve emek tasarrufu
sağlayan makinaları ithal etmeye başlamışlardı200.
Osmanlı kırsalındaki pre-kapitalist öğelerin güçlü olmasının ülkenin kapitalist
ilişkileri adaptasyonuna set çekmesi beklenemezdi. Her şeyden önce 19.yüzyıl itibariyle
Osmanlı, Avrupalı kapitalist devletlerin ortak sömürgesiydi. 16.yüzyıldan beri Osmanlılar,
Batılı tüccarlarla ilişkileri çerçevesinde Avrupa’nın sosyo-ekonomik etkisine maruz
kalmışlardır. Ancak merkantalist çağın Osmanlı ülkesi üzerindeki etkisi, Sanayi Çağı’ndaki
etkisiyle karşılaştırılamayacak denli sınırlıdır. Osmanlı’nın Batı’yla yoğun bütünleşme süreci
Napolyon Savaşları’nın hemen ertesinde 1820’lerde başlamıştır; 1838 yılında İngilizler’le
imzalanan Baltalimanı Sözleşmesi ve onu izleyen diğer devletlerle yapılan ticareti
199 Keyder, 1999, s: 31
200 Pamuk, 1987, s: 184
sözleşmeler bu bütünleşmenin yasal düzenlemeleridir201. Tanzimat Fermanı’ndaki tebaaya
can ve mülk güvencesinin bahşedilmesi de merkezi otorite ve bürokrasinin ayanlarla
savaşımında kitleleri canlandırmak için bir girişimdi202. Toprağın mülkiyetinin devlette
olması liberal bir ekonominin önünde engel olduğu, yabancı danışmanlarca sürekli olarak
vurgulanıyordu. Devlet topraklarının sirkülasyonunun arttırılması ve burada ekim şartlarının
geliştirilmesinin buraların parasal değerini arttıracağı fikri devlet erkanının da ilgisini çekmiş
olsa da 1858’deki Toprak Kanunu büyük devletlerin baskısıyla çıkarıldı. Kanun, prensip
olarak miri topraklardaki devletin ünvanını korurken kiracılık haklarını büyük ölçüde
geliştirdi. Sonunda kanun, özel mülkiyetteki toprak devri ve satışı mantığı işleyecek denli
kiracılık haklarını genişletti203. Bu durum, özel girişime dayalı olarak ekonominin
dönüşmesinin temelini attı. Bu gelişmenin açtığı yol çerçevesinde toprak biçimindeki tarım
sermayesi geniş ölçüde yerel Müslüman-Türk elitlerin ellerinde birikti.
1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Anlaşması, ticaret tekellerini kaldırarak yabancıları
Osmanlı tüccarları önünde daha avantajlı duruma getirerek olası bir toplumsal çözülme ve
işsizlik koşulları hazırladı. Bu durumun köylüye yansıması ise sınırlıydı. Küçük köylü taban,
pazarlanabilir artık ürün hacminin yanı sıra, geçimlik ürünlerden ihraç ürünlerine yönelik
üretimin geçiş hızını da sınırladı. Riskten kaçınan çok sayıda üreticinin geçimlik üretimden
tek ürüne dayalı ticari üretime geçişi oldukça yavaş ve güçlükle gerçekleşebilirdi204 Sonuç
itibariyle, ticari üretim, Anadolu’nun güney ve batısındaki kıyı kesimleri ve Balkanlar
bölgesinde gelişirken, Anadolu’nun kıyılarla bağlantısı az olan kesimlerinde geleneksel
201 Toprak, 1988, s: 195
202 Karpat, 1972, s: 258
203 Karpat, 1973, s: 43
204 Keyder, 1999, s: 47
yapısını az çok korudu. Tarımda üretkenliğin arttırılmaması da bu alanın kapitalist ticari
ilişkilere açılamaması yönünde bir diğer engeldi.
2.3.2. Kayıp Burjuvazi
Yeni dünyanın keşfi ve buralarda kurulan geniş sömürge ağı sonrasında Avrupa’da
görülen üretim artışı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı ile arasında olan ticareti yoğunlaştırdı.
Ticareti teşvik etmek için ilk kez 15.yüzyılda İtalyanlar’a tanınan kapitülasyonlar daha sonra
diğer Avrupa ülkelerine de tanınmaya başlandı. Kapitülasyonlar, 18.yüzyılda Osmanlı
Devleti’nin bunları tek taraflı feshetme yetkisini yitirmesiyle birlikte gittikçe Batılıların
lehine işleyen mahiyete büründü. Avrupa’daki sanayi devrimini takip eden dönemde
kapitülasyonların sosyo-ekonomik yapıyı çözündürücü etkileri açığa çıkmaya başladı.
Kapitalist dünya ekonomisine hammadde ihraç eden ve karşılığında sınai ürün ithal eden bir
ülke konumunda eklemlenen Osmanlı İmparatorluğu’nun 19.yüzyıldaki sosyo-ekonomik
gelişimi büyük ölçüde bu olgu çerçevesinde şekillenmiştir. Kısa sürede Avrupa’dan gelen
sınai metalarla dolan ülke piyasası, yüksek maliyetle mal üreten geleneksel imalat sektörünü
çökertmeye başladı. Bunun yanı sıra Balkanlar’da imparatorluğun diğer bölgelerine göre
daha erken başlayan Batı’yla yoğun ticari ilişkilerin sonucu ortaya çıkan ticari burjuvazi
Osmanlı yönetimini kendi gelişimi için elverişsiz görmüş ve Fransız Devrimi’nin de
ideolojik etkisi çerçevesinde bağımsızlık savaşımına girmiştir. Bu durumu en iyi örnekleyen
olaylar Sırp ve Yunan uyrukların bağımsızlık mücadelesidir. Buralardaki Türk köylüleri
geçmişteki ekonomik ilişkilerini sürdürürken Hıristiyan köylülerinden zenginlik açısından
geride kaldı. Şehirlerde ise Müslüman-Türkler daha çok idari görevler ve imalat sektöründe
varlık göstermekteydiler. 18.yüzyıl sonu ve 19.yüzyılın başlarını kapsayan yoğun ticari
ilişkiler süreci içinde bunlar, Hıristiyan burjuvazi tarafından arka plana itildiler205.
205 Karpat, 1972, s: 249
Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalistleşme sürecinde handikap yaratan bir diğer
unsur, milli bir burjuvazinin oluşamamasıdır. Osmanlı ülkesinde burjuvazi,ancak dış güçlerle
işbirliği yapan komprador nitelikli bir sınıftı. Büyük oranda gayri-müslim teba mensubu
kişilerin oluşturduğu “Levanten” olarak adlandırılan bu sınıf kapitülasyon rejiminin bir
uzantısıydı. Osmanlı’nın iyiden iyiye güçten düştüğü 18.yüzyılda güçlenen bu sınıf, yabancı
diplomatların müşterilerinin kendi devletlerinin güvencesinde olduğunu belirten “berat”
adındaki belgeleri elde ederek büyük bir ayrıcalığa sahip oldular. Beratların içerdiği
ayrıcalıkların nesilden nesile miras yoluyla aktarılabilir bir niteliğe bürünmesi bu sınıfın
gerçek anlamda doğuşuna karşılık gelir206 Bu çerçevede kapitülasyonlar imparatorluktan
yabancılaşmış bir burjuva sınıfını vücuda getirmiş oldu. Yabancılara yakın duran azınlıklar
kültürel yakınlık ve onların dilini bilmek gibi iki önemli avantaja sahiptiler. Bunlar yabancı
ülkelerin vatandaşlığına girerek cizye ödemekten muaf olmanın ve sultanın mallarını
müsadere etme tehlikesini savuşturmanın yanı sıra onların sahip oldukları ticari ayrıcalıklara
kavuşuyorlardı. Bunların bir tanesi özellikle önemliydi: Yabancıların ödedikleri rüsum
miktarı Osmanlı tacirlerinin ödemek zorunda olduklarından çok daha düşüktü207. Osmanlı
ülkesinde iş gören yabancı tüccarlar karşılaştıkları ekonomik engeller karşısında gayrimüslim
tüccarları arabulucu olarak kullanıyorlardı. 18.yüzyılın sonuna dek padişah, Avrupalı
tacirlerin Karadeniz bölgesinde ticaret yapmalarını kati suretle engellediğinden dolayı bunlar,
azınlıkları kullanarak ticari taleplerini karşılıyorlardı. Oysa sultan aynı şekilde Karadeniz’de
ticaret yapan Müslümanların sayısını da sınırlamıştı ki bu durum da onların çıkış noktası
206 SUGAR, P., “Economic and Political Modernization In Turkey”, Political Modernization in
Turkey&Japan, içinde, der: R.E.Ward&A. Rustow, New Jersey, Princeton University Press, 1966, s: 154-155
207 GÖÇEK,F.M.,Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun.Çöküşü (Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal
Değişme), Ankara, Ayraç Yayınevi, 1999, s: 205
olamamıştı208. Sonuçta giderek daha fazla sayıda azınlık mensubu tüccar yabancı bandıralı
gemilerle Osmanlı’nın Batı’yla yaptığı ticaretten büyük zenginlik elde etmiş ve ortaya
Avrupa devletleriyle kader birliği yapmış olan komprador nitelikli bir burjuva sınıfı çıkmıştı.
Bu sınıfın Osmanlı Devleti’ni kendilerinin olarak algıladıklarını söylemek zordur, ancak söz
konusu durumu tüm gayri-müslim topluluklara genellemek de bir o kadar hatalı olur. Azınlık
topluluklarının Osmanlı Devleti’ne yaklaşımları, topluluğun Avrupa’nın hakim olduğu
ekonomik sektörle ne kadar bütünleşmiş olduğuyla dolaysız olarak bağlantılıydı209.
Komprador sınıfı, varolan ticari ilişkilerini sürdürmek için devlet otoritesinin zayıf olmasına
muhtaçtılar.
18.yüzyılda yoğunlaşmaya başlamış olan ticari faaliyetler çerçevesinde Osmanlı’nın
1873’te 4.4 milyon Sterlin olan Avrupa’yla ticaret hacmi, 1845 yılında 12.2 milyon, 1876’da
54 milyon olarak sürekli bir artış gösterirken, 1911 yılına gelindiğinde toprak kayıplarına
rağmen 63.5 milyon Sterlin’e ulaşacaktı210. Söz konusu ticari hacmindeki genişleme etkisini,
ilk Balkanlar bölgesinde ve sonrasında ise Akdeniz havzası boyunca gösterirken en son iç
bölgelere yayılmıştı. Rum, Ermeni, Kıpti ve Maruniler’in oluşturduğu Hıristiyan topluluklar
bu ticaretten aslan payını alırlarken Yahudiler’in karı daha sınırlı ölçülerde kalmıştı.
Ticaretin genişlemesi, makam sahibi olmayı ticari kariyerden daha çekici kılan bürokrat
sınıfa pek kar getirmedi211. Bunlar ticareti ek gelir kaynağı olarak görüp fazla uzmanlarken,
özellikle Balkanlar ve Ege bölgelerinde yaşayanlar başı çekmek üzere ayanlar, padişahın
208 Göçek, a.g.e.
209 AHMAD, Feroz, “Vanguard of a Nascend Bourgea’sie : The Social and Economic Policy of Young Turks”,
Social and Economik History of Turkey, içinde, der: O. Okyar&H. İnalcık, Ankara, Meteksan Yayınları,1980,
s: 330
210 Karpat, 1973, s: 40
211 Göçek, 1999, s: 198
kontrolü dışında oldukça canlı bir ticaret hayatı yürütebilmişlerdir. Ancak 19.yüzyılda
devletin merkezileşme çabaları çerçevesinde hedef tahtasına yerleştirilen ayanlar büyük bir
servet kaybına uğradılar.
Varlığı Sanayi Devrimi’ne dek kendini yıkıcı bir nitelik taşımayan Kapitülasyonlar,
19.yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra imparatorluğun tüm sosyo-ekonomik dengelerini
alt üst etti. Bu süreçte, 1838 tarihli İngiliz-Osmanlı ticaret anlaşmasının ve bunu takip eden
diğer devletlerle yapılan aynı mantıktaki anlaşmaların ticaret tekellerini ve iç gümrükleri
kaldırarak piyasayı ucuz mamül ürünlere boğmasının etkisi büyüktür. Geleneksel imalat
sektörünü işsizliğin ve kargaşanın kucağına atan bu gelişme, aslında Müslüman bir
burjuvazinin oluşma dinamiğini yok eden başlıca sebep değildi. Öncelikle siyasal faktör,
imparatorluktaki imalat sanayisini, sermaye birikimine izin vermeyen, önceden belirlenmiş
bir iş bölümü sınırları içine hapsediyordu. Siyasal otoriteden bağımsız sermaye birikiminin
garantisinin olmadığı ortamda, geleneksel zanaatlerin yıkıma uğramasının Batı tarzı kapitalist
gelişmenin muhtemel bir dinamiği yok ettiğini söylemek zor olacaktır212. Tüm çelişkilerine
rağmen Osmanlı Devlet’i Batı’nın ekonomik nüfuzunu kırmak için yerli bir sanayi
geliştirmeye çalıştı. Bu amaçla devlet öncülüğünde fabrika ve şirketler kurulması, 1867
yılında bir sanayi mektebinin açılması ve yerli ürünlere piyasa olanaklarının sağlanması gibi
bir dizi uygulamanın hayata geçirilmesine rağmen, kendi pazarını korumaktan aciz kalındığı
noktada bu önlemler kalıcı sonuçlar doğuramadı. 1840-1860 yılları arasında yaklaşık 160
fabrika kuruldu; ancak bu fabrikalar sermaye kıtlığı ve nitelikli işgücü azlığının yanı sıra Batı
ürünleriyle rekabet edemediklerinden dolayı işletilemedi213. Sanayii teşvik amacıyla 1873
tarihli bir kanunla fabrika kuracaklara gümrük ve vergi muafiyetleri tanınmış, 1897’de ise
yeni tesisler için 10 yıl vergi muafiyeti gibi geniş ayrıcalıklar sağlanmış olsa da istenen verim
212 Keyder, 1999., s: 49
213 Göçek, 1999., s: 247
bir türlü alınamadı214. Batı’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sermaye yatırımı ile
Osmanlı’nın hem devlet hem de özel girişimler aracılığıyla gerçekleştirdiği yatırımlar
arasında uçurum 19.yüzyıl boyunca derinleşmeye devam etti. 1883 ile 1913 yılları arasında
milli sermayeyle kurulan kuruluşların sayısı 46, bunlara yatırılan sermaye ise 110 milyon
kuruşta kalırken, aynı dönemde yabancı yatırımcıların kurdukları 39 işletmenin toplam
sermayesi 1 milyar kuruşu bulmuştur215. Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayileşme ataklarında
ilk göze çarpan unsurlardan biri büyük tesislerin devlet tarafından kurulmuş olmasıdır;
bunların çoğunluğu askeri ihtiyaçları karşılamak için işletime geçirilmiştir. İmparatorluk
ciddi bir sanayileşme projesi için 1908 devrimiyle işbaşına gelerek kadroları beklemek
zorunda kalmıştır.
Osmanlı Devleti, 19.yüzyılda liberal bir ekonomi politikası izlemiştir; bu durumda
Büyük Devletler’in yaptırımlarının önemli bir rolü olmasına karşın Tanzimat bürokratlarının
da Batılı liberal tutumları etkilidir. Ancak kapitülasyon rejiminin sonucu maruz kalınan
olumsuz koşullar, hem sınai girişimleri hem de Müslüman bir burjuvazinin oluşumunu
engelleyici sonuçlar doğurmuştur. Batı’dan alınan borçları milli bir burjuvaziyi finanse
etmek için kullanmak yerine askeri teçhizat ve sarayın lüks harcamaları gibi verimsiz
alanlara aktaran devlet, borçlarını ödeyemediği noktada mali iflasa giderek kaynaklarını
yabancı devletlerin denetimine sundu. Gelinen bu noktada kapitalizmin dinamizmiyle
geleneksel toplumsal yapıları yerle bir eden etkilerinin yanı sıra bürokrasinin de payı es
geçilemez. Bürokrasi sınıfı, özel mülkiyetle olmasa da bilgi ve becerileriyle edindikleri idari
konum ve Batı tarzında toplumsal ve ekonomik gayelerle eylemlerine yön vermeleri
214 ELDEM, V., Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 1994, s: 59
215 Eldem, a.g.e.
çerçevesinde bir çeşit burjuva niteliğine sahip toplumsal grup oluşturdular216. Padişahın
imparatorluk içindeki ekonomik ve toplumsal kaynakları denetleme erkini elinden alan bu
sınıf, kendisine dar alanda, devlet memuru olarak ayrıcalıklarını devam ettirebileceği bir
kapitalist bütünleşme modeli yönünde tavrını koydu217. Batılı liberal değerlere yakın duran
bu sınıf fiiliyatta çelişik bir karakter gösterir. Bürokrasi rakip güç odaklarının doğmasını
kendi varlığı için tehdit gören anlayışları yüzünden, milli burjuvazinin oluşabilmesi için
yeterince destek olmamışlardı; komprador burjuvazi ise kapitülasyonların koruyucu
şemsiyesi altında iş gördüğü için denetim dışı gelişmişti. Bürokrasinin bu duruşu,
imparatorlukta 1908 yılında gerçekleşen burjuva-demokratik devriminin, burjuva sınıfı
yerine, bürokrasinin burjuva ideolojisiyle hareket eden tatminsizler kesimi tarafından
sürüklenmiş olmasında etkisi büyük olacaktır. 1908 yılında iktidarı ele alacak İttihat ve
Terakki Cemiyeti mensuplarının, ülkede milli nitelikte bir burjuvazi ve milli ekonomi inşa
etme yönündeki kararlı girişimlerinin, Tanzimat bürokrasisinden farklılaştıkları başı çeken
unsurlardan biri olması da kayda değerdir.
Dostları ilə paylaş: |