Şimdi, eğer biz burada günlerce konuşup, aylarca konuşup sonunda “Siz boşuna konuşuyorsunuz, biz başkanlık sistemine zaten peşinen karşıyız.” Eğer böyle bir zihniyet varsa zaten bunu konuşmamıza gerek yok çünkü bizim önerdiğimiz başkanlık sisteminin sorunlu olduğunu söylediniz.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, sizinki değil “Başkanlık sistemi sorunlu.” dedim.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hayır, bir şey söylüyorum.
Siz başkanlık sistemiyle ilgili “Efendim, sizin önerdiğiniz başkanlık sistemi sorunlu ama biz daha iyisini öneriyoruz.” gibi bir yaklaşımınız olmadığına göre o zaman bizim sistemin içeriğine dahi girmeniz gerekmez Hocam. Yani zaten peşinen başkanlık sisteminin on versiyonu olsa bunun tümüne karşısınız, öyle değil mi?
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır.
Sevgili Yavuz Atar, başkanlık sistemine karşıyım ama başkanlık sisteminin neden bozulduğunu ve işlemediğini doğuran birtakım etkenler var. Bu etkenleri giderebilecek düzelticiler yok sizin önerinizde.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – O zaman siz önerin bunları.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ama biz başkanlık sistemine karşıyız.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İşte, bakın, sorun burada.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – O yüzden sizinkini eleştiriyorum.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Siz başkanlık sistemine tümüyle karşısınız. Burada, bizim önerdiğimiz sistem yahut başka…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, değil.
Güçleri birbirinden ayıracak, bana, mekanizmaları kesinlikle tek partinin ikisine egemen olamayacağına göre düzenlemeyi getir, ben bunu anlayayım.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hayır ama şunu anlayamadınız.
Hocam, sizin zihninize uygun, size göre o gün bir başkanlık getirdiğimizde buna evet mi diyeceksiniz? Bunu öğrenmek istiyorum.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Neden demeyeyim?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – O zaman tartışalım.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Eğer varsa böyle bir sistem, bir kere Yavuz Atar ve AKP’nin bütün uzmanlarına ve üyelerine derim ki: “Bravo. Dünyanın en olmamış işini yaptılar.” Hiç olmazsa takdir ederim.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – O zaman izninizle ben böyle bir sistem önerdiğimizi tekrar açıklamak istiyorum. Geçen hafta yapmış olduğumuz tartışmayı biraz daha devam ettirmek istiyorum. Ondan sonra katılırsınız, katılmazsınız, buna göre teorik olarak tartışmamızı tamamlamış oluruz.
Şimdi, bir kere, burada kuvvetler ayrılığı temel ilke ise o zaman irdeleyelim. Acaba başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi bunu daha iyi gerçekleştiriyor? Parlamenter sistemin beşiği olan, geliştiği yer olan İngiltere’de bugün kuvvetler tek elde toplanmıştır. Bunu hepiniz herhâlde kabul edersiniz. Ortada sembolik bir monark vardır. O kadar ki en yetkisiz Cumhurbaşkanlığına göre dahi hiçbir yetkisi bulunmayan bir devlet başkanıdır. Dolayısıyla, eğer kuvvetler ayrılığının gerçekleştirilmesi ilkesinden hareket edeceksek o zaman sizlerin İngiliz modelini tümüyle reddetmeniz beklenir. Dolayısıyla da, İngiliz modelinde tümüyle kuvvetlerin tek elde toplandığının -kabine, hükûmet, yürütme, bütünüyle ve Parlamento bütünüyle bir partinin âdeta fiilen tek elde toplandığının- göstergesi ise o zaman kuvvetler ayrılığını gerçekleştirme iddiasıyla, argümanıyla başkanlık sistemine karşı çıkmanız bir tutarsızlık içermektedir.
Pekâlâ, İngiliz modeli böyle, bütün yetkileri, bütün güçleri mutlak manada tek elde topluyor. Şimdi şu soruya, geçen de sormuştum ama tatminkâr bir cevap bulamıyoruz. Neden İngiltere’de monark varken diğer ülkelerde seçilmiş bir monark diyebileceğimiz bir Cumhurbaşkanlığı var. Bu, hiçbir şekilde rasyonel olarak, mantık açısından anlaşılabilir, açıklanabilir bir durum değildir. İngiliz modelini örnek alanlar sistemin işleyişindeki kurumsal yapılarda sorun çıkmasın diye yani orada bir, işte, Başbakana görev veren bir makam var. Bizde kim verecek? “Monarşiyi kaldırdığımıza göre yerine bir makam ihdas etmek durumundayız.” diyerek, aslında insanların oturup da “Ya, nasıl bir hükûmet sistemi ihdas edelim?” diye düşündüklerinde “Efendim, bir monarşi ihdas edelim.” diyemeyecekleri için Cumhurbaşkanlığını getirmişlerdir. Bana göre bu kadar teorik ve uygulamalı parlamenter sistemlere baktığımızda dahi, ben, bir hükûmet sisteminde yürütmenin iki başlı olmasını anlayamıyorum. İngiltere’de bu bir zaruret sonucu ortaya çıkmıştır.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ne zarureti?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Aynen şöyle: Monarşiyi kaldırmak istemedikleri için bir şekilde onu sembolik hâle getirmişler. Teorik olarak yürütme iki başlıdır ama fiilen…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Neden diğer devletler bunu kabul etmiş?
PROF. DR. YAVUZ ATAR – İşte, onu söylüyorum. Ben ona geliyorum.
Bakın, orada teorik olarak iki başlıdır, fiilen ve gerçekte tek başlıdır. Yürütme tamamen parti yönetimi altındadır ve yasama da ona bağlıdır. Hâl böyle iken, kuvvetler ayrılığından hareketle parlamenter sistemi savunmak tutarsızlıktır. O hâlde amacımız kuvvetler ayrılığı ise, sistemde uzlaşmayla yasama ve yürütmenin çalışmasını hedefliyorsak o zaman bunun için en ideal model başkanlık sistemidir.
Gelelim başkanlık sistemine. Evet, Amerika’da bir başkanlık sistemi var. Amerika’nın tabii ki kendine özgü bir yapısı var, siyasal kültürü, toplumsal yapısı, partilerin ılımlılığı, bunlar elbette farklı unsurlar. Amerikan sistemini bir şekilde uyarlayıp uygulayan ülkeler, sistemi aslında, güçleri başkanın elinde toplayacak bir model ortaya koymuşlardır ve bu da o ülkelerin zaten demokrasisi sorunlu olduğu için zaman içerisinde otoriterleşme eğilimlerine yardımcı olmuştur. Oysa, bizim önerdiğimiz sistem, şu anda elinizde bulunan sistem seçimlerin eş zamanlılığı ve her iki organın birbirinin seçimini aynı anda seçime gitmek kaydıyla son verebilmeleri, bu Amerikan sistemini taklit edip otoriterleşen modellerden ayrılmak için ve Amerikan sisteminin zaaflarının Türkiye’de görülmemesi için özellikle düşünülmüş ve tasarlanmıştır. Bunu yaparken de tamamen soyut olarak “Bizim aklımıza bu fikirler geldi.” diyerek bunları sistemimize dâhil etmiş değiliz. Aksine, Amerika’da uygulanan iki yüz elli yıllık bir sistem var, Amerikalılar tıpkı parlamenter sistemlerde “Bu sistemin zaafları nedir?” diye kafa yoran siyaset bilimciler, anayasa hukukçuları, politikacılar gibi Amerika’da da buna kafa yormuş siyaset bilimciler, politikacılar düşünmüşler ve “Amerikan sisteminin zaafları acaba nasıl giderilebilir, nasıl telafi edilebilir?” diye düşünülmüş ve birtakım görüşler ileri sürülmüş. Biz sistemimizi önerirken işte hep yapılan eleştiri şu: “Amerika’da bu iyi işliyor, Türkiye’de işlemez, bizim kültürümüz, parti yapımız farklı.” diye. İşte bu zaafların Türkiye’de ortaya çıkmaması adına, Amerika’da sistemi revize etmek için önerilen iki temel unsuru alarak yeni bir model ortaya koymuş bulunmaktayız.
Amerika’da temel sorun şudur, bildiğiniz gibi: Yasama ile yürütme uzlaşamadığı takdirde sistem tıkanmaktadır ama Amerika’da bir şekilde uzlaşma yoluyla ya da Amerika’da temel düşünce şu: Yani, bir konuda bir tarafın baskın çıkmasıyla alınacak karardansa karar alınmamış olması, Amerikan Anayasası’nı yapanların, kurucu babaların tercihidir. Oysa, Amerikan sistemindeki bu temel tercih bizim açımızdan çok geçerli değildir. Çünkü, Amerika kuruluşu itibarıyla, kuruluş felsefesi itibarıyla çok farklı bir ülkedir. Orada esas olan, eyaletlerin özerkliğinin korunmasıdır. Dolayısıyla da, onlara rağmen tek bir organın karar alıp bunu mutlak manada uygulamamasıdır. Bu yüzden federalizmin ve anayasal başkanlık sisteminin, parlamento ve başkan arasındaki bu dengelerin, anayasa ile bu şekilde tanzim edilmesinin temel sebebi budur.
Ama aslında Amerika’da da 250 sene sonra bu sorgulanmaktadır. Yani nereye kadar? Çünkü, kuruluştaki amaçlar zaman içerisinde değişmiştir ve Amerika artık ilk kuruluştaki çekincelerini ve sorunları bugün için farklı bir şekilde değerlendirmektedir. Aslında Amerika’da bile zaman zaman kongre, parlamento ve başkan karizmasına göre, toplumsal desteğine göre baskın olabilmektedir. Şimdi, bütün bu verileri göz önünde tuttuğumuzda biz hiçbir şekilde Latin Amerika, başka bu modeli uygulayan ülkeleri değil Amerika’yı esas alarak ancak “Amerika’da bu sistemi daha iyi nasıl işletebiliriz?” şeklindeki görüşler dikkate alınmak suretiyle bu iki farklı unsuru, sistemi entegre ederek bunu Türkiye’de önermekteyiz.
Şimdi, bizim sistemimizin temel kurgusu budur ama tekrarlıyorum. Bu masada başkanlık sisteminin tercih edilmediğini görmekteyiz. Efendim, başkanlık sistemini, daha iyi bir başkanlık getirirseniz bunu benimseriz. Biz bunu getirebildik. Eğer başkanlıkta hemfikirseniz, kuvvetler ayrılığını en iyi şekilde nasıl gerçekleştiririz? Amaç buysa o zaman buyurun bizim sistemi revize edin Yahut siz bir model getirin ki tartışalım. Model getirmiyorsunuz “Hayır, o sadece Amerika’ya özgüdür, Latin Amerika böyle olmuştur.” diyorsunuz. Biz de hayır diyoruz, -az önce yaptığım açıklamaya göre- Türkiye’ye uyacak bir model getirdiğimizi düşünüyoruz. Türkiye’de bu sistemin, bakın, bütün önyargılara ve peşin hükümlere rağmen, çok başarılı bir şekilde işleyeceği kanaatindeyim ben. Neden? Çünkü, Türkiye’de…
Bir kere Türkiye’nin temel sorunu şu, maalesef: Öncelikle parlamenter sistemi savunuyoruz, parlamenter sistem Türkiye’nin bir geleneğidir, bundan vazgeçmeyelim, riske girmeyelim gibi bir yaklaşım var. Peki, öncelikle parlamenter sisteme bir bakalım, onu bir sorgulayalım. Türkiye’de parlamenter sistem başarılı mıdır? Koalisyon dönemlerinde parlamenter sistem başarısızdır. Demokrasiye geçtikten sonraki dönemde, Türkiye bu dönemin yarısını, hatta daha fazlasını, yüzde 60’ına yakınını koalisyonlarla geçirmiştir ve Türkiye’nin en büyük ekonomik çıkmazları, siyasi başarısızlıkları, dış politikadaki güçsüzlükleri hep koalisyon dönemlerinde olmuştur. Efendim, partilerin zayıflığından değil bu, farklı programlar bir araya geldiğinde elbette uygulanamazlıktan dolayı. En yakın zamanda yani 1999… Tam tarihini şu an bilmiyorum, işte, DSP, ANAP ve MHP koalisyonunda önce liderler bir araya gelip, bir karar alıyorlardı, Parlamentodan bir kanun çıkarmaya çalışıyorlardı, bu dahi mümkün olmuyordu. Şimdi, bu dönemleri yaşayan bir ülke… Her bir parti eminim tek başına iktidarda olsaydı, kesinlikle daha başarılı olacaktı. Ama, farklı programlar var, farklı yaklaşımlar var. Yani, şu masada yaşadığımız sorunlar, koalisyon dönemlerinde ülkede her gün yaşanmaktadır, her gün yaşanmaktadır. Dolayısıyla, koalisyonlar ülkemizde başarısızdır. Bu, benim kesin olarak ortaya koymak istediğim bir gözlemdir. Başarılı olan ülkeler vardır ama bizde başarılı olamamaktadır.
Gelelim tek partili hükûmeti dönemlerine. Tek parti hükûmetleri -geçen konuşmamda da ifade ettim- bazı durumlarda, efendim, temsilde adaletten feragat edilerek ancak mümkün olabilmiştir. Bu da ciddi şekilde eleştirilmiştir. Bazı dönemlerde de gerçekten hem temsil hem yönetimde istikrar birlikte gerçekleşmiştir. Bu üç kere olmuştur Türkiye’de; 1983, 2007 ve 2011’de olmuştur. Yani 60 yıllık çok partili siyasi hayatımızda, ilk defa parlamenter sistemde temsil ve yönetimde istikrar üç seçimde ancak ortaya çıkabilmiştir. O hâlde, demek ki, bu ancak çok özel şartlarda gerçekleşebilecek bir durumdur. Hâl böyle olunca gelişmekte olan bir ülke için istikrara ihtiyaç vardır ama bunu sağlarken kuvvetler ayrılığını, uzlaşma kültürünü ve temsili de bir şekilde garanti eden bir sistem.
Türkiye’de önermiş olduğumuz başkanlık sisteminin, az önce ifade ettim, ön yargıların aksine çok başarılı olacağına ben inanıyorum. Şöyle başarılı olacaktır: Bir kere, başkan yüzde 50’den fazla çoğunlukla seçilecek. İki turlu olacağı için ister istemez arkasında belli bir çoğunluk olacaktır. Yürütmede bir istikrar sağlanacaktır. Parlamentoda da… Eş zamanlı olmasının mantığı bu. Amerika’daki sorunu ortadan kaldırmak için eş zamanlı olması, orada da önerilen bir sistem, biz onu öneriyoruz. Hiç değilse başkana oy verenlere yakın bir seçmen kitlesi de parlamentoda belli bir çoğunlukta… Tabii, orada yüzde 50’yi aşması şart değil ki bu da mümkün olmayacaktır çoğu defa, en azından başkanla uyumlu çalışabilecek, parlamentonun başkanla uyumlu çalışabileceği bir tablo. Ama, sonuçta bir yerde başkan ve bir yerde parlamento var. Kesinlikle burada, efendim, başkanın her iki organı birlikte kontrol edebileceğine ben inanmıyorum. Çünkü, tek parti hükûmetinde bile, zaman zaman çok güçlü başbakanlar bile, bazı politikalarını kendi partisine kabul ettiremiyor. Böyle bir başkanlık sisteminde, parlamentonun başkanın egemenliği altına, otoritesi altına gireceğine dair güçlü bir gözlemim benim yok. Aksine, parlamentonun inanmadığı konularda yani başkan bir şeyi talep ediyor diye onu destekleyeceğini sanmıyorum aynı partilerin çoğunluğu olsa bile.
Öbür taraftan, geçen ifade ettiğimi tekrarlıyorum bazı katılımcıları yoktu orada, başkanlık sisteminin işlemesinin en önemli unsurlarından biri, “ılımlı parti modelidir”. Türkiye’de esasen parlamenter sistem nedeniyle partiler zaman zaman disipline olabilmekte ve bu da çok kalıcı olmamaktadır. Türkiye’de seçmen kitlesi, aslında bu “yüzer-gezer oy” dediğimiz seçmen davranışlarına daha eğilimlidir. Nitekim, çok kısa aralıklarla büyük partilerin birden bire yok olduğunu, başka partilerin ortaya çıktığını ya da bir anda çok partili sistem şeklinde bir parti modelimiz varken bazı durumlarda birden bire iki parti modeli gibi parti sistemimizin değişken bir görünüm arz etmesinin temel sebebi de işte seçmen yapımızdaki bu özel durumdur. Dolayısıyla da ben, başkanlık sisteminde, artık hükûmet parlamento içinden çıkmak zorunda kalmayacağı için, bir güvenoyu mekanizması olmayacağı için, giderek ılımlaşmanın ortaya çıkacağını ve temel sorunlar konusunda daha özgür bir şekilde parlamentonun hareket edeceğini, gerçekten ülke yararına görüyorsa, doğru olduğuna inanıyorsa bir kanuna evet diyeceğini ya da reddedeceğini düşünüyorum. Dolayısıyla da başkanlık sistemi ülkemizde bu önermiş olduğumuz formüllerle daha başarılı bir şekilde işleyecektir.
Seçimlerin birlikte erken yenilenmesine gelince -Amerika’da en çok eleştirilen budur- deniyor ki: İşte, parlamenter sistemde erken seçim mekanizması var, bir tıkanma olduğunda erken seçim kararı alınabiliyor yahut da devlet başkanı belli şartlarda fesih kararını, yetkisini kullanabiliyor, parlamento da işte güvenoyuyla hükûmeti düşürebiliyor. Orada önerilen bir unsurdur bu. Bakın, bunun riski yok, şöyle yok: Aslında bu -Süheyl Hocam, buna özellikle dikkat çekiyorum- nedir biliyor musunuz, bu önerdiğimiz? Bu, iki tarafı uzlaşmaya sonuna kadar zorlamaktır. Ya uzlaşırsınız ya da birlikte seçime gidersiniz. Bunun kararını da kendileri verecek. Dolayısıyla da aslında, sonuçta çatışmayı sürdürmek değil ama bunları uzlaşmaya götürmek gibi bir etkisinin olacağını düşünmekteyim. Bu sebeple sisteme bu unsurlar eklenmiş bulunmaktadır.
Evet, tekrar ben başkanlık sistemiyle ilgili argümanlarımızı ortaya koydum. Tabii, efendim, “Biz başkanlık sistemi istiyoruz ama sizinkini beğenmedik.” denecekse buyrulsun. Denmeyecekse o zaman “Biz başkanlık sisteminin tüm versiyonlarına karşıyız.” diye net bir şekilde ifade edilirse ona göre de bu müzakere nasıl sürecek, herhâlde kararı verilir.
Teşekkür ederim.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben sadece usulle ilgili bir şey söyleyeceğim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, buyurun bakalım.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Şimdi, biz, mademki iki partili sistem öneriliyor, bu iki sistem arasında bir tercih yapılmadan maddelere geçilmesi doğru olmaz dediğimizde yani bunu, , müzakereleri tıkamak için söylemedik. Biz burada son derece, başından beri, yapıcı bir tutum aldık. Biz bu anayasayı istiyoruz, bu anayasanın yapılmasını istiyoruz. O nedenle, bu, biz efendim sistemler arasındaki fark giderilmeden maddeleri görüşmeyiz gibi bir sözümüz, bizim aslında müzakereleri tıkamak amacıyla değil, bir sistem üzerinde önce anlaşalım, ondan sonra müzakere yapalım. Yani Süheyl Hoca’nın söylediğine katılıyorum. Çünkü, bu yasamayla ilgili hangi maddeyi alsanız, sisteme bağlı olarak onu ya öyle yazarsınız ya böyle yazarsınız, yürütme tabii mutlaka öyle. Ancak, arada belki böyle birkaç tane madde bulabiliriz -ki mesela burada “sorumluluk” meselesi ya da işte “seçilme yeterliliği” meselesi gibi konular- belki bunlarla ilgili bir görüşme yapabiliriz yani aradan böyle birkaç tane şey bulabilirsek. Yemini konuşabiliriz mesela, her sistemde bir yemin etmek gerekecek işte. Ödenekler, yolluklar falan gibi maddeler var. Yasama dokunulmazlığını konuşabiliriz belki. Böyle birkaç tane madde belki görüşebiliriz, yoksa tıkamakla ilgili değildi bizim muradımız.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, peki.
Rıza Bey’in “Görüşebileceğimiz maddeler var.” demesinin altını çiziyorum.
Selin Hanım buyurun.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Teşekkür ediyorum Başkanım.
Teknik bir iki meseleye değinmek istiyorum. Biz geçen toplantıda da aslında bunları konuşmuştuk. Belki bir ölçüde özetlemek ve üzerine de bir iki şey eklemek yararlı olabilir diye düşünüyorum. Tabii, bütün hükûmet sistemleri, aslında biz güçler ayrılığı dediğimizde günümüzde daha çok yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığından söz ediyoruz. Yani, burada İngiltere örneği verildi, Birleşik Krallık örneği verildi. Birleşik Krallık’ta, evet, başbakan son derece güçlü, Şimdiki koalisyon hükûmeti dışında İngiltere’de seçim sistemi nedeniyle kolay kolay koalisyon hükûmetleri de yaşanmıyor dolayısıyla çoğunluk hükûmeti kurmak her zaman mümkün oluyor. Ancak, şunu tabii göz önünde bulundurmak lazım: İngiltere’de çok güçlü bir yargı organı var. Yani, yargı son derece güçlü, bağımsız, tarafsız, Anglosakson hukukunun -common law- vermiş olduğu birtakım tabii ki ek özellikler var ama onun yanında, İngiltere’de ne kadar bir parlamenter sistem güçlü ve işte yerleşikse tarafsız ve bağımsız yargı da o ölçüde güçlü ve yerleşik. Kimse İngiltere’de yargının almış olduğu kararları sorgulamıyor. Örneğin: “Bu iyidir, bu kötüdür, ben bunu beğendim, beğenmedim, burada yanlış yapmıştır.” demiyor hiçbir siyasi makam. Ancak, işte bizim ülkemizde benzeri durumları görüyoruz. Dolayısıyla, hani, bir kıyaslama yaparken, belki işin içine yargının ne ölçüde güçlü olduğunu da koymak gerekebilir diye düşünüyorum.
Yine, geçen konuşmamızda sözünü etmiştim. Seçimlerin eş zamanlı olması, başkanlık sisteminde koalisyon dönemlerini ortadan kaldırabilecek bir formül olarak düşünülmüş. Ancak, bunun tabii ki böyle olmadığı çok sayıda da örnek biliyoruz. Hatta anlatmıştım, tek turlu olduğu zaman başkanlık seçimi, orada bir meşruiyet sorunu çıkıyor. Çünkü, örneğin Meksika’da böyle, yüzde 30 yüzde 40’larla, hatta yüzde 40’a varmadan yüzde 30’larla başkan seçiliyor dolayısıyla orada bir meşruiyet krizi yaşanıyor. Öte yandan, iki turlu olduğu zaman da seçmenin başkana oy verme saikiyle, parlamento seçimleri için oy kullanma saiki her zaman farklı oluyor. Yani başkanlık için “Evet, ben X partisinin adayına oy verebilirim ikinci turda.” diye düşünüyor ancak parlamento seçimlerinde kendi partisini tercih ediyor. Yani siyasal partileri daha ılımlılaştırır mı? Ondan çok emin değilim. Neden emin değilim? Bir kere biz de bir parti disiplini var. İkincisi, örneğin -hani hep Amerika Birleşik Devletleri’ndeki başkanlık sistemini esas aldığınızı, özünde, söylüyorsunuz- Amerika’da başkan, bağlı bulunduğu partinin genel başkanı değil aynı zamanda. Amerika’da başkan, ne senato, ne de temsilciler meclisinde kendi partisinin üyeleri üzerinde herhangi bir siyasi ya da başka tür bir etki ya da baskı oluşturacak bir konumda değil. Oysaki…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Türkiye’de başkan, partinin başkanı olacak diye bir şey yok ki.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Partinin başkanı olacak diye bir şey yok ama çok büyük olasılıkla uygulama o yönde olacak. Böyle bir olasılık var, bu olasılığı da düşünmemiz gerekiyor.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Ama aynı şey olabilir, bunu engelleyecek, bu konulabilir ya da sorumluluk.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ama koymamışsın.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Ama koymamışsınız.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Hayır şöyle. Bu yazılmıyor ama uygulamada olmuyor.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Yavuz Hocam izin verirseniz ben bir bitireyim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, buyurun devam edin Selin Hanım.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – …ondan sonra benim söylediklerim içinde ekleyecekleriniz varsa o zaman belki daha kolay olabilir.
Ama bence özellikle parti disiplini, başkanın aynı zamanda bir siyasi partinin başkanı olması ya da olacak olması, olma olasılığı, burada Amerika’da gördüğümüz gibi başkanla parlamento arasındaki o kopukluğu ya da o gevşekliği ortaya çıkarmayacak.
Tabii bir de şu var. Bu, bütün başkanlık sistemleri için yapılan bir eleştiri ama Amerika Birleşik Devletleri için belki daha az söyleyebiliriz bunu. Çünkü, iki kanatlı parlamento, bir kanadında çok kısa sürelerle seçim yenileniyor, iki yılda bir, senato. Diğeri, kısmi seçime gidiyor. Dolayısıyla, seçmenin iradesindeki değişiklikler parlamentoya yansıyor. Oysa ki siz burada eş zamanlı seçim, karşılıklı fesih dediğiniz zaman bu seçmen iradesinin değişikliğini ne yasama… Zaten yürütme organına yansıtamıyorsunuz ama yasama organına da yansıtamıyorsunuz. Bence, bu, özelikle çatışma durumlarında çok ciddi bir meşruiyet krizine yol açacaktır ki Amerika Birleşik Devletleri’nde bile yaşanmış bir şey. İşte, George Bush’un en son döneminde, Amerikan tarihinde görülen en düşük kamuoyu desteği vardı George Bush’a ve muhtemelen bir seçim olsaydı George Bush çok daha önce giderdi ama başkanlık seçimleri yenilenemediği için bu gerçekleştirilemedi. Amerika bunu tolere etti çünkü bu Amerika’da çok az görülen bir durum. Ama, acaba, Türkiye’de benzeri bir durum olacak mı? Ben açıkçası siyasal kültürümüzü göz önünde bulundurarak, siyasal tarihimizi göz önünde bulundurarak buna bu kadar açıklıkla “Hayır, olmayacak, bizde de çok istisna olacak.” diyemiyorum.
Karşılıklı fesih meselesi de, bu, aslında, çok yakın bir zamanda İsrail’in denemiş olduğu bir şeydi. İsrail, işte seçim sistemi, çok partili yapısı, parti disiplininin çok kuvvetli olması gibi nedenlerle sürekli siyasi istikrarsızlık yaşayan bir ülke ve farklı hükûmet sistemlerini de sık aralıklarla denedi. Bunlardan biri de, başbakanın doğrudan halk tarafından seçilmesi, başbakan ve parlamentonun da karşılıklı birbirini fesih yetkisinin tanınmasıydı. Ancak, bu çok kısa bir süre geçerli oldu, sonra eski sisteme yani parlamenter sisteme geri döndüler. Nedeni de, sistem işlemedi. Dolayısıyla… Ha, bir de şunu tabii eklemek gerekiyor. Burada örneğin, Amerika Birleşik Devletleri tipi bir başkanlık sisteminde yasama yetkisi parlamentoya ait bir yetki. Burada bir başkanlık kararnamesi görüyorum. Bu başkanlık kararnamesi, her ne kadar kanunla kararname çatışırsa kanun hükmü uygulanır deniyor ama yani burada aslında kanuna eş düzeyde başkana düzenleyici işlem yapma yetkisi veriliyor. Bu, Latin Amerika ülkelerinde çokça gördüğümüz bir durum; Arjantin’de, Brezilya’da bu başkanlık ve kararnameler yoluyla hem olağan hem de olağanüstü dönemlerde başkana bu tür düzenleyici işlem, kanun gücünde hatta, işlem yapma yetkisi tanınır ve yaşanan siyasi krizlerin hem de derin krizlerin en önemli nedenlerinden biri de bu olur. Neden? Çünkü, o zaman gerçek anlamda yasama ile yürütme arasındaki denge ortadan kalkar. Yani, fren ve birbirlerini dengeleme mekanizmaları ortadan kalkar. O nedenle, böyle başkana neredeyse kanun gücünde düzenleyici işlem yapma yetkisini verilmesinin ben bu “fren-denge sistemine” çok ciddi bir ölçüde…
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Selin Hanım, araya girdim ama Amerika’da var mı başkanlık kararnamesi? Daha tehlikelisi var orada.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Hayır, şimdi, Amerika’da başkanın kararnamesi var ama başkan bir kere yasa gücünde bir kararname yapma yetkisine sahip değil.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Çok özür dilerim araya bir cümle… Şimdi, orada başkan veto yetkisini kullandığında kararname çıkarıyor ve parlamento bunu bertaraf edemiyor. Bu daha büyük risk. Bizim getirdiğimiz bunu ortadan kaldırıyor.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Ama, bir yandan da başkana üçte2 ile, daha doğrusu veto yetkisi veriyorsunuz, güçleştirici veto yetkisi veriyorsunuz.
PROF. DR. YAVUZ ATAR – Düşürüyoruz, bakın Amerika’ya göre düşürüyoruz ve de kararnamelerle bertaraf etmeyi engelliyoruz.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Ama, başkan bir kere Amerika’da kararnamelerle yasaları düzenli olarak, sürekli olarak bertaraf etmiyor. Yani, başkanlık sistemi Amerika’da böyle işlemiyor. Tam tersine, başkan, eğer mümkünse, kendine yakın üyeler aracılığıyla istediği kanunları çıkartmaya çalışıyor. Onu beceremezse eğer başka tür ittifaklar kurarak bu yasaları çıkarmaya çalışıyor ama hiçbir zaman kararnameler yoluyla yasaları dolanmayı denemiyor.
Dostları ilə paylaş: |