AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tamam, teşekkür ediyorum.
Evet, buyurun Farukçuğum.
FARUK BAL (Konya) – Evet, Sayın Başkan, hukuk düzeninin, hukukun üstünlüğünün ve millî iradenin temsili noktasındaki milletvekillerinin dokunulmazlığı meselesi bir demokrasi meselesidir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak olayı bu kapsam içerisinde değerlendiriyoruz. Ben de geneli üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Milletvekili dokunulmazlığı somut 2 sebepten dolayı hukukta yer alır. Bunlardan bir tanesi, iktidar gücünün muhalif partilerin milletvekilleri üzerinde onların milletvekilliği görevini yerine getirmelerine engel olacak baskıları ortadan kaldırabilmek için anayasal bir teminat. Bu, demokratik bir olgunlaşmanın ürünü olarak bütün hukuk sistemlerine girmiştir; bizim hukukumuzda da eksiğiyle, yanlışıyla vardır. Diğer taraftan ise milletvekilliği dokunulmazlığı, iktidar partisine mensup olan milletvekillerinin kamu kaynaklarını ve yetkilerini suistimal etmeleri karşısında dokunulmazlık sınırı içerisinde değerlendirildiğinde bunun kamu vicdanında bırakacağı olumsuz etkiler. Bu açıdan da değerlendirilmesi gerekmektedir. Mutlaka sözlerim şu şekilde anlaşılmamalı: İktidar partisine mensup olanlar kamu kaynaklarını ve gücünü kullanır, diğerleri kullanmaz anlamında kullanmıyorum ama kategorize edebilmek için böyle ifade ettim.
Şimdi, bu kapsam içerisinde milletvekilliği dokunulmazlığının bulunması gereklidir ancak bizim Anayasa’mız bu ilkeyi 83’üncü maddenin birinci fıkrasında doğru bir şekilde tanımlamış olmasına rağmen ondan sonra gelen fıkralarında bunu anlamsız kılan ve işlemesini engelleyen hükümler sevk etmiştir. Dolayısıyla, bir konsensüs ile bunu düzenlememiz lazım. Milletvekilliği dokunulmazlığı, milletvekilinin şahsına verilmiş bir imtiyaz değildir. Özünde milletvekilliği dokunulmazlığı, milletin temsilcisi olarak seçilen vekilin seçmenlerinin hukukunu hiçbir korkuya kapılmadan dile getirebilmesi, talep edebilmesi, takip edebilmesi açısından zorunlu bir hukuki korumadır. Bu koruma, o kişinin şahsına değil temsil ettiği kitlenin hukukunu koruyabilmesi amacına yöneliktir. Milletvekilliği dokunulmazlığı bu açıdan böyle değerlendirildiği gibi diğer bir açıdan da iktidar organlarının milletin vekilinin üzerindeki otoritesi nedeniyle onun görevlerini yapamaz hâle getirmesine engel olmak için zorunlu bir hukuki düzenlemedir. Dolayısıyla, üçüncü bir sebebe geldiğimizde, milletvekilliği dokunulmazlığı onun yargıdan kaçırılması şeklinde anlaşılmamalı, aksine, dokunulmazlık alanını 83’üncü maddenin birinci fıkrasındaki kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılmak suretiyle milletvekilinin kendisini aklamasına imkân verebilecek yargı yolunun da açılması gerekmektedir. Şimdi, öyle olaylar var ki -biraz önce Sayın Kart ifade etti- hakkında bir zabıt tutuluyor idare makamları, milletvekili o zabıt ile tasnif edilen suç isnadı altında adı dokunulmazlığa sığınmış kişi olarak geçiyor. Oysa milletvekilinin yargıya giderek bunun aksini ispatlaması ve kendisini aklaması imkânının verilebilmesi gerekmektedir. Şimdi, bu kapsam içerisinde değerlendirdiğimizde uygulamanın maalesef iç açıcı olmadığını görüyoruz ve biliyoruz ve çok kötü bir uygulama olmuştur.
2002 yılından bu yana… Ondan önce de kötü örnekleri vardır, bunları saymaya gerek yok. Telefonla komisyonların birbirlerini akladıklarını falan Türk demokrasisi yaşamıştır, bunu biliyoruz ama 2002 yılından sonra çok açık ve çok seçik bir şekilde şu konuşulmuştur: “Ben bu yargıya mı güveneceğim, ben burada mı yargılanacağım?” sözü çok yüksek mertebede kamu yetkisini kullanan kişiler tarafından ifade edilmiştir. Peki, yargı o hâldeyse, siz ona güvenmiyorsanız, siz ona, orada yargılanmaktan dokunulmazlık marifetiyle kendinizi koruyorsunuz ama temsil ettiğiniz millet her türlü hukukunu o yargıdan aramak durumunda. O zaman bu yargıda bir sorun var. Bu yargıdaki sorunu çözmek yerine, benim defalarca ifade ettiğim gibi, eksiği olan, yanlışı olan, hatası olan eski yargı tam tersi bir anlayışla yine eksik, yine yanlış, yine hatalarla dolu, tabir yerindeyse kan kanla yıkanmak suretiyle farklı bir siyasal renge büründürülmüş durumda.
Şimdi, o zaman, dokunulmazlıkları kaldırmayan iktidar “Ben yargıya güvenmiyorum.” diyordu. Şimdi de kamuoyu yoklamalarına göre yargıya güvensizlik çok ciddi bir düşüş kaydetmiştir, yargıya güven olabildiğince zayıflamış durumdadır. O zaman, sizin güvenmediğiniz yargıya muhalefet nasıl güvenecek? Şimdi, benim bütün endişem -açık konuşmak lazım, herhangi bir şekilde dokunulmazlık dosyası olan bir kişi değilim ama- bu yargıya “Hadi bakalım, madem istiyorsunuz, bütün dosyalar yargılansın. Gelin bakalım!” dediklerinde ne yapacaksınız? Çok vahim ve çok vahşi bir sonuç ile karşı karşıya kalınabileceği kaygısını ben hukuk adına, demokrasi adına taşıyorum.
Şimdi, bunun birkaç tane de örneğini vermek istiyorum bunlar kayda geçsin diye. Adana’da büyükşehir belediyesi seçimi yapıldı. Bunu polemik olsun diye söylemiyorum, hukukun durumunu ortaya koymak için söylüyorum. Başbakan, Aytaç Durak Bey’in kendi partisinden aday olmaması gibi başka partilerden de aday olmaması gerektiğini bir şekilde söyledi, bunu basın yazdı ama Aytaç Durak aday oldu, oldu başına gelmedik iş kalmadı. Benim bildiğim -sayısı sonra arttı- 70 tane müfettiş grubu tarafından teftiş edildi. Her müfettiş grubunda 3 tane müfettiş vardı, 200’e yakın soruşturma yapıldı, bir tek mahkûmiyeti yok. Şimdi, yerel seçimlere gidiyoruz. Adanalı, bir belediye başkanı seçti ama belediye başkanı uyduruk iddialarla, ithamlarla efendim görevinden alındı. Yargı bu görevden alma işlemlerini reddetti. Nasıl reddettiğini öğrenmek isterseniz Meclis zabıtlarında, kimlerin Adana’ya gidip hangi yargı mercinde bulunan insanların kimlerle görüştüğünü ben Mecliste anlattım. Adana’da bir belediye başkanlığı var, Adana’nın bir seçilmiş büyükşehir belediye başkanı var ama o koltuğuna oturamamaktadır. Şimdi, bu sanıyorum Uganda gibi bir ülkede görülse dahi dünyanın demokrasi adına ayağa kalkacağı bir negatif örnek.
Şimdi, bir başka negatif örneği anlatayım: Ereğli’nin bir seçilmiş belediye başkanı var. Türkiye o zaman genel seçimlere gidiyor. Ereğli’de, MHP’nin kazandığı Ereğli ilçesinde halkın yoğun bir desteği var ama burada bir itibarsızlaştırma operasyonu yapılması lazım. Bir gece geliyor polisler, basıyorlar belediye çalışanlarının evlerini, belediyeyi, belediye başkanının akrabalarını, evrakları alıp götürüyorlar, asılları, suretleri bile belediyeye bırakmıyorlar. Belediye ne faturalayabiliyor ne bir iş yapabiliyor, altı ay. Altı ayın sonunda bir daha bir dalga daha geliyor, bu defa 20-30 -şu anda rakamı hatırlayamıyorum- kişi alıyorlar gözaltına. Gözaltına alındıktan sonra -en son dakika- dört gün içeride bekletiyorlar, kimseyle görüştürmüyorlar. Dört günün sonunda belediye başkanının ifadesi alınıyor, mahkemeye çıkarılıyor, hâkim serbest bırakıyor ama bu süreç içerisinde bir şerefli insan “Ben, böyle bir haysiyetsiz ve şerefsiz iddia karşısında Ereğlililerin huzuruna çıkamam.” diyor ve intihar ediyor. Bu, yargının işlemleriyle ya da kolluğun işlemleriyle ölüme netice olan ama bize göre de yargının şehit ettiği bir belediye çalışanıdır.
Şimdi, bunun gibi sıralayacağım, isimlerini söyleyeyim, böyle hukuksuz işler var: Balıkesir Belediye Başkanı en son basılan, Edremit Belediye Başkanı 40 bin defa AKP’li belediye başkanlarının yaptığı işin birisini yapmış. Ne yapmış? Örneğin, 100 bin liralık işi 4 parçaya bölmüş, ayrı ayrı vermiş. Bunu, her AKP’li belediye başkanı en az 100 defa yapmıştır ama MHP’li belediye başkanı yaptığı için içeridedir. Antalya’nın Korkuteli Belediye Başkanı, Mersin’in…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Gülnar.
FARUK BAL (Konya) – Gülnar var, bir tane de Erdemli, vesaire. Şimdi, Burunsuz Belediye Başkanı var, içeride şimdi adam. Konya Hüyük’ün Burunsuz Belediye Başkanı, ne yapmış biliyor musunuz? Belediyeni bir vakfı var, bu vakfın gelirini belediye bütçesi içine sokmadan Burunsuz’da cami inşaatına harcamış, cami inşaatına harcamış. Buradan 4 tane dava çıkarmışlar, 1 tanesinde iki buçuk yıl vazifeyi suistimalden hapis vermişler, şimdi adam içeride. Şimdi, böyle bir yargıyla bunun yüzlerce örneğini verebilirim ben size. Nerede bir MHP’li var, peşinde dinleme cihazları, teknik takip ve yargı artık siyasallaşma değil, silah vurarak kullanılıyor. Buradan meslektaşlarımı tenzih ederim ama kusurları şurada: İktidarın emrindeki polisin siyaseten almış olduğu talimatların gereği olarak önüne bir iş getirildiğinde bunun neresi hukuka uyar bunu araştırması lazım, araştırmıyor.
Bir başka örnek vereyim: Bir belediye başkanımız, -bunu dikkatle dinleyin lütfen- bir devletin yüce makamından telefon geliyor kendisine. Der ki “Filanca kişiyle bir akrabalığınız var mı?” “Hayrola nereden çıktı?” diyor belediye başkanı, şaşkın. “Hayır, merak ettik soyadınız benziyor da.” diyor. “Hayır, hiçbir akrabalığım yok.” “Yok.” dedikten sonra o gün belediye başkanı gözaltına alınır, “Yok.” dedikten sonra. Bunlar, o belediye başkanının teknik takibi sırasında da kayda alınmış görüşmeler. Dört gün içeride adam. Dördüncü gün biraz da pervasız konuşur, çıkarılır. İsterseniz ben size bunun kim olduğunu söyleyeyim, şimdi değil.
Şimdi Türkiye’de bu vaziyetteyiz değerli arkadaşlar. Şimdi, böyle bir yargıya, daha doğrusu yargının içerisindeki böyle sorunlara karşı sözlerimin başında ifade etmiş olduğum milletin hukukunu milletin meclisinde savunmak durumunda olan milletvekillerinin yargılanmasını nasıl, hangi ölçülerle yapacağız? Buna karar vereceğiz. Burada aklıselimle hareket etmek gerekmektedir. Buranın iktidarı-muhalefeti olmaz, çünkü burada kul hakkı yapacağız. Bakın, insanlar canına kastediyor, insanlar intihar ediyor bugün bu kadar vahşi bir durumla karşı karşıya kalmaktan ve sonuç itibarıyla da en yüce kavram olan “adalet” kavramı toplum nezdinde itibarsızlaşıyor, toplum nezdinde değersizleşiyor. Zaten yargının, adaletin değersizleşmesi, itibarsızlaşması demek, o toplumun kültür ve medeniyet değerlerinin ortadan kalkması demektir. Dolayısıyla, o toplumda ne demokrasi ne hukuk ne hukukun üstünlüğü bu gibi kavramlardan söz edilse bile bir anlam ifade etmez. Dolayısıyla, çok hassas bir şekilde biz bu maddeye hazırlandık. Fıkralarının görüşmeleri sırasında bunları sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.
Teşekkür ediyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, teşekkür ediyorum.
Altancığım buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şimdi, efendim öncelikle şunu söyleyeyim. Başka bir yerden başlamak istiyordum konuşmalarıma ama Sayın Faruk Bal’ın feryat ve figanından sonra benim Orhan Gencebay olasım geldi. Diyor ya: “Senin derdin dert midir benim derdim yanımda, kimselerde gördün mü böyle dert hayatında.”
Şimdi, efendim bizim belediye başkanlarının başına gelenleri anlatmaya kalksak…
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Ansiklopedi yazarız, o zaman anayasa yapamayız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sadece Sayın Selim Sadak her ay gözaltına alınıyor. Bu yani periyodik olarak alınıyor, kelepçeleniyor, götürülüyor, bir müddet sonra bir daha bırakılıyor.
FARUK BAL (Konya) – Rutine bağlanıyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Rutine bağlanmış. Onun için, gerçekten şaka bir yana bunlar kara mizahtır tabii. Yani gerçekten hukukun siyasallaşmasından her dönem şikâyet edilmiştir fakat bu dönemde geçmiş dönemlerden beter bir durum ortaya çıkmıştır. Yani hukuk herkese lazımdır, ben de aynı kanaatteyim arkadaşlarla ama yani bunu nasıl bir standarda oturtacağız? İşte en büyük sorun hukuk sorunu.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Bu işte. Bak, yapacağız şu anda yapamadık işte problem bu.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir örnek verip noktalamak istiyorum, yani çok fazla böyle teferruata girmek istemiyorum. Mesela bir Genelkurmay başkanımız vardı işte bir dönem önce, iki dönem önce. E, şimdi bir yıla yakın bir zamandır -bilmiyorum belki de bir yılı da geçti, tam tarihini bilmiyorum aşağı yukarı- cezaevinde ve terör suçuyla yargılanıyor
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tam bir yıl.
ALTAN TAN (Diyarbakır) –. Şimdi bu doğrudur, yanlıştır ben onun orasında değilim fakat peki neresindeyim işin? Şurasındayım: Bu zat, görev başındayken de bu suçları zaten işlediği…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – İddia ediliyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – … iddiasıyla daha sonra gözaltına alındı. Peki, o dönemde yargı neredeydi? Yani bu doğrudur veya yanlıştır. Yani doğruysa yargının o dönemde cürmümeşhut yakalayıp işte gerekli işlemler neyse bunları yapması lazımdı. Yok eğer suçsuzsa görevi bıraktıktan iki yıl sonra veya üç yıl sonra buna dokunulması zaten izah edilebilecek bir şeydir.
Dolayısıyla, milletvekili de tabii ki insan. Yani hırsızlık yapıyorsa, ırza tasallut ediyorsa, dolandırıcılık yapıyorsa mutlaka yargılanmalı yani bu niye dönem sonuna bırakılsın? Hani halk arasında bir tabir var der ki: “Sen gökten zembille mi indin?” Yani böyle bir masuniyet, masumiyet söz konusu olamaz ama burada en büyük çekince işte bu siyasallaşmış yargıdır, her dönemde böyledir. Şimdi, AK PARTİ-CHP polemiklerinde sık sık geriye gidilir. Yani ben de bazen geriye gidiyorum. Geriye, ileriye, bugüne…
Şimdi, mesela bir diğer endişe: Şimdi, görev esnasında dokunulmazlık tamam, kürsü masuniyeti, işte Meclis içinde, dışında fikirlerini beyan etti. Peki, görev bittikten sonra geriye dönük yargılama olabiliyor mu, olmuyor mu? Bu da bir sorun.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Var öyle bir problem.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani ben bir şeyi söyledim, bugün için beni yargılamıyor, tamam masuniyetim var.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yargılamaz, yok.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, bitti görevim.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Problem yok, sürekli o. Problem yok orada.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani bu da tarihte olmuş. Mesela, İskilipli Atıf Hoca bir Şapka Risalesi yazmış, Şapka Kanunu yok ortada. Şapka Kanunu çıkmış, çıktıktan sonra o suçtan yargılanmış.
PROF. DR. ALİ AKYILDIZ - Ama o Meclis kürsüsünden değil.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, hayır. Yani ben hukukun geriye dönük yanını söylüyorum.
İkincisi, dokunulmazlık meselesi. Diyelim ki bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Tamam, yargılandı veya yargılanıyor, bir yıl, iki yıl, neyse. Tekrar seçildi, şimdi, burada tekrar onu dokunulmaz mı kabul edeceğiz, yoksa dokunulur mu kabul edeceğiz?
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Yok, dokunulmazlığı devam edecek, kaldı yani. Seçildiği sürece dokunulmaz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır. Şimdi, dokunulmazlığı kaldırıldığı vakit.
DOÇ. DR. SELİN ESEN – Ha, kaldırıldığı vakit.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Mesela bu dönem benim dokunulmazlığım kaldırıldı, ben yargılanmaya başladım. Tekrar seçildim...
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Yeniden kaldırılacak.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yeniden kaldırılması lazım ama buradaki metinler mesela “Tekrar seçilen milletvekili hakkında aynı hüküm uygulanır.” MHP’de.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Gelince bakacağız ona, fıkralara geçince.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – AK PARTİ’de ise “Dokunulmazlıkla ilgili Meclis kararları milletvekilliğine yeniden seçilme hâlinde de geçerliliğini korur.” Dokunulmazlıkla ilgili Meclis kararları yani bu kaldırdı, ben öyle anlıyorum demek ki dokunulmazlığı yok diye anlıyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Onu sırası gelince konuşacağız Altancığım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ha, geleceğiz oraya.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Tabii, tabii.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani demek istediğim, tabii ki milletvekili de yargılansın. Özellikle adi suçlar yani mesela bir siyasi suçtan yargılayabiliyorsunuz. Şimdi, bizim bütün gruptaki arkadaşlarımız ben de dâhil terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütünün yaptığı eylemlere katılmak, mesela bir yürüyüş, mesela bir PKK’lı gerillanın cenaze töreni veya -işte benim mesela yargılandığım suçlardan birisi- gidip Fatiha okumak. Şimdi, dolayısıyla, bunlardan eğer yargılanabiliyorsa o zaman adi suçlardan niye yargılanmasın yani hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, sahtekârlıktan, ihaleye fesat karıştırmaktan… Ama dediğim gibi en büyük sorun, işte bu siyasallaşmış yargı. Bugünkü şartlarda milletvekillini bu yargının önüne atarsak da yani gladyatörlerin veya aslanların önüne atılmış, yani parçalanmak üzere atılmış kişilere benzer. Onun için, bunları tartışırken madde madde tartışalım, soğukkanlılıkla tartışalım.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Tabii tabii, öyle yapacağız.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Doğru düzgün hükümlere bağlayalım, evet. Yani, şeyler geldiği vakit tekrar fikirlerimizi beyan edeceğiz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Hocam, iki-üç cümle buyurun. Ondan sonra, parti adına ben konuşayım. Evet.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ - Tamam.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Tamam Hocam, sağ olun, Altancığım.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ - Şimdi, genel olarak burada, maddede getirilmeye çalışılan iki şey var: Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı. Sorumsuzluk, mutlak bir şekilde öngörülmeli çünkü burada sorumsuzlukla birlikte aslında milletvekilinin milletin vekili olarak düşündüklerini özgürce Parlamento çatısı altında ifade etmesi amaçlanıyor. Buna yönelik hiçbir istisna getirmeyi biz uygun görmüyoruz. Tabii teferruata daha sonra girilecek ama dokunulmazlık konusunda ben burada milletvekillerinin söylediklerine katılıyorum.
Dokunulmazlık, gerçekten milletvekilini koruyan bir zırh olarak değil, yaptığı işten dolayı onu koruyan bir güvence olarak getirilmiş ve bunun mukayeseli hukukta da çok değişik ülke örnekleri çok eskilerden itibaren vardır ve Türkiye’de hâlen bu noktada özellikle muhalif milletvekillerini –sadece muhalefete mensup değil, muhalefete mensup olanlar da olabilir, çoğunluk karşısında muhalif olan milletvekilleri için de bu sorunlar söz konusu olabilir- yargının önüne getirdiğinizde çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalma durumu vardır. O nedenle dokunulmazlığın bir güvence olarak burada bulunması lazım ki milletvekili rahat bir şekilde Parlamento çatısı altında bulunabilsin. Asıl amaç bu olması lazım, yoksa teferruatlarda tabii ki çok farklı öneriler tartışılabilir, konuşulabilir. O nedenle söz gelimi biz 1982 Anayasası’ndaki “suçüstü hâli” hariç diğer istisnayı kesinlikle önermiyoruz çünkü onun ne şekilde uygulanacağı çok farklı biçimde, muğlak biçimde uygulanacağı belli zaten uygulamada da bunun somut örnekleri, karşılaşılan sorunlar vesaireler var. O nedenle siyaset kurumunun aslında daha rahat hareket edebilmesi açısından, siyaset kurumunun özerkliği açısından, işte o bahsedilen yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı noktasındaki sorunların içerisinde yargıya teslim edilmesinin doğurabileceği sıkıntılar açısından biraz daha özerk olması lazım. 82 Anayasası’nda bu olmamış. Yeni anayasada bunun daha ideal bir şekilde formülize edilmesi gerekiyor. O gözlükle yaklaşılırsa dokunulmazlıkla ilgili daha güzel bir madde önerisi ortaya çıkabilir. Sadece şimdilik bunu söyleyelim, önerileri de somutlaştırırız.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Evet, sağ olun.
Değerli arkadaşlar, gerçekten zor ve anlamlı bir metin üretme göreviyle karşı karşıyayız. Sorunun doğrudan yansımaları, dolaylı yansımaları konusunda ansiklopediler yazabilecek kadar birikime sahibiz. Sabahleyin Faruk Bey madde fıkrasına, Attilla Bey de “Fıkra dinleyelim.” demişti. Öyle şikâyetler ortaya konunca Tokat yöresindeki bir şikâyetname ister istemez hatırıma geldi. Hacı Bektaş-ı Veli de Şevki Ağabey, Ali Şevki Erek bunu şey yapmıştı dertler yükselince figan, “Değirmene vardım derdim yanmaya, değirmen başladı fır fır dönmeye.” Bu kadar netameli bir konu.
Ben, şahsen dokunmazlıklar konusunda siyasete intisap ettikten bu yana yakın ilgi içerisinde olan yazılmış bütün makaleleri, geliştirilmiş bütün doktora tezlerini yakından inceleyen bir kardeşinizim. Mesela, Parlamento’da ilk dokunulmazlık Nadir Nadi’yle ilgilidir, 1925’tir sanıyorum. Ağaoğlu Ahmet Bey’in muhteşem bir savunması vardır, etkilemiştir beni o. Şimdi, evet, Azeri kökenli kendisi, Sorbon Üniversitesi mezunu, annesi Leningrad’a göndermişti öğrenim yapmak üzere. “Bizim Türk ve değerler uygarlığımızdan bir parçayı koparırsan sana emdirdiğim sütün tamamını haram ediyorum.” anlayışı içerisinde onun çok güzel monografisi vardır, onla ilgili çok güzel bir monografi var, bir doktora tezi biçiminde.
Şimdi, itiraf edeyim ki bir doktora tezi dışında diğer doktora tezleri sorunun özü noktasında totolojiktir, tekrarcıdır ve keşfedememişlerdir, yakalayamamışlardır. Ne şu anda anayasa bilimcileri bunun Farukçuğum farkına varabilmişlerdir, söyleyeceğim noktayı ne anayasa bilimcileri farkına varabilmişlerdir ne ben Anayasa Komisyonu Başkanıydım farkına varamadık. 1994 sendromu, yani milletvekillerinin enselerinden, yelelerinden tutularak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki mahkûmiyet yaptırımına muhatap olmamız da o noktanın farkına varılamamasındandır.
Merakınızı devam ettirmemek için açıklayayım, şudur: Bugün bizim Anayasa’mız ile yani 83’üncü maddeyle İç Tüzük arasında bir defa kurgusal, yapısal ve terimsel paradokslar var, çatışmalar var. 83’üncü maddeye bakınız dokunulmazlık bir yerde geçer, ondan sonra İç Tüzük’ün 132 ve devamı maddesinde geçmez. Nedir dokunulmazlık, bir defa onu kavrayalım. “Dokunulmazlık” denen bir kavram yok aslında. Milletvekillerine dokunulamazlığı öne geçirmek için bir prestij kavramdır, bir normatif kavram değildir. Nedir o hâlde? Anayasa 129 son, otorizasyon sistemidir, kovuşturma için izin sistemidir. Memurlarda da öyledir, milletvekillerinde de öyledir. Bakın, 83’üncü maddenin ikinci fıkrasını okuyun. Bizzat 83’üncü maddenin ikinci fıkrasında ne diyor arkadaşlar? Anayasa 83: “Meclisin kararları olmadıkça tutulamaz.” yani izin kararı olmadıkça tutulamaz. Bu kümülatif bir cümledir yani “tutulamaz”ı, “sorguya çekilemez”i…
Şimdi, bir: “…Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.” Bu, müstakil cümlelerin kümülatize edilmiş, bütünleştirilmiş bir şekli. O zaman anlam bilime göre okuyalım. “…Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz.” “…Meclisin kararı olmadıkça sorguya çekilemez.” “… Meclisin kararı olmadıkça tutuklanamaz.” “… Meclisin kararı olmadıkça yargılanamaz.” O hâlde bu nedir? “Actes détachables”dır, “ayrılabilir işlem”dir. Büyük Meclis, “dokunulmazlığın kaldırılmasına” demez, şu şu konuda izin verdim der. Bunu, ilk defa Anayasa’nın kurulması sırasında Sayın Aybar dile getirmiş, Fransız doktrinine atıf yaparak dile getirmiş ve Metin Kıratlı, doktora tezinde açıkça ortaya koymuş ve Parlamentoda tek bir emsalimiz var, hiçbirimiz farkında değildik.
Şu anda, bana Komisyon Başkanı olarak bir dokunulmazlık dosyası gelmesi durumunda, Karma Komisyon Başkanı olarak alt komisyon dokunulmazlığın kaldırılmasına, dokunulmazlığın isteminin reddine diyemeyiz. Ne diyeceğiz? Somut olaya bakacak hazırlık komisyonu. Diyecek ki: Bir, bunu sorguya çekmeye izin verilmelidir. İki, yargılama izni verilmelidir. Üç, tutma, tutuklama izni vermemelidir. Parlamento ötesinde bırakabilir, şu anda bu imkânımız var bizim. Geçen gün ben partinin özel komisyonunda dile getirdim, hepsinin kafaları allak bullak oldu. Var, var bu. Basit bir yorum ilkesiyle bu var ve şu anda, Türkiye bu sendromları yaşamaz bunun anlamına erilmesi hâlinde. Yazarken bunu tabii açacağız, yani beraber tartışırız, açacağız.
Ha, benim dokunulmazlıkla ilgili sorunlarım ne? Bir, terim sorunu. Dokunulmazlık mı izin mi? Dokunulmazlık kalabilir, kavram olarak çünkü yerleşmiş yani atamayız ama onların şu şu izinleri içerdiği, bunların ayrılabilir işlem olduğunu yazmalıyız. Evet, şimdi, burada birinci sorun: Sorumsuzluk. Sorunsuz değil, yani 83’üncü maddenin 1’inci fıkrası sorunsuz değil. Bir, oradaki sorunlar var. İki, izin, otorizasyon sistemiyle ilgili sorunlar var. Hukuki sorunlar yani normatif sorunlar. Bugün çözmemiz lazım ve emsal üretmemiz lazım. Yoksa somut olaylar örneğinde çok çok şikâyetlenebiliriz. Bir, nedir burada? Olaya özgülük. Bakın, 94 yılında bizzat dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı Dışişleri Bakanlığı yaptı Doğru Yoldan.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Kırca.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Coşkun Kırca. “Bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra bütün suçlar bakımından sorgulanabilir.” diyor. Konuşmasında öyle, Genel Kurulda öyle şey etmiş ama…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Risk o.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Efendim, hayır, o riskler var. Hocam, karar verdikten sonra bütün suçlar bakımından dokunulmazlığın kaldırılması dediği zaman sen bağır, dök. Yani o karardır, yargılama bal gibi uygular. O zaman, nispilik kuralını buraya koymamız lazım.
Dostları ilə paylaş: |