2011 YÜksek lisans tez özetleri


Development Of The Female Reproductive System In The Freshwater Crayfısh (Astacus Leptodactylus Leptodactylus, Eschscholtz, 1823)



Yüklə 1,82 Mb.
səhifə5/28
tarix29.10.2017
ölçüsü1,82 Mb.
#20882
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28

Development Of The Female Reproductive System In The Freshwater Crayfısh (Astacus Leptodactylus Leptodactylus, Eschscholtz, 1823)

The aim of this study is to investigate the development of the female reproductive system of Astacus leptodatylus leptodatylus (Eschscholtz, 1823) by defining the morphological changes in size, colour, shape of the ovary and the histological changes revealed by inspecting the different cellular types of oocytes that have various size, shape, content and portions under light microscopy from the initial differentiation, up to its final maturation of the ovary. Specimen were collected from designated areas in Terkos Lake between June 2009-April 2010. The ovaries which were obtained from dissection of the speciemen prepared for light microscopic examinations and embeded in parafin. Serial sections 5-6 µm

thick were stained with histological dyes. These sections were examined considering the ovarian stucture, size and the cell types contained and the developmental stages of the female reproductice system were identified.

The trilobed and Y-shaped ovary consisting two anterior and one posterior lobes is located in the cephalotorax and lies dorsal to the hepatopancreas and ventral side of the heart. The outermost layer of the ovary is consisted of a single layer of thin epitelium and a connective tissue beneath it. Longitudinally and annulary located kollagen fibers are present in the connective tissue and just under it lies a single layer of follicle cells that begins to surround the oocytes. The oviducts extend laterally from the middle part of the ovary and connect with the gonopores located on the bases of the third pair of walking legs and the eggs released with this way. Four main stages of development of the ovary is observed. The ovary has different size, shape and colour and also contains various types of oocytes at each stage. Different histological stains were used in order to identify the contents of oocytes and their sizes are measured. And so the developmental stages are determined.

In our study, which is an original one, the developmental stages are identified by revealing the histological stucture of the ovary at light microscopy level and so the development of the female reproductive system is established.
  

SEZEN Ayça
Danışman : Y. Doç. Dr. Meliha ŞENGEZER İNCELİ

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Zooloji

Mezuniyet Yılı : 2011

Tez Savunma Jürisi : Y. Doç. Dr. Meliha ŞENGEZER İNCELİ

Prof. Dr. Cihan DEMİRCİ TANSEL

Prof. Dr. Melike ERKAN

Prof. Dr. Tuncay ORTA

Y. Doç. Dr. Figen Esin KAYHAN
Kurbağa (Rana Ridibunda) Larvasının Metamorfozu Sırasında Pronefroz Ve Mezonefrozda Meydana Gelen Değişiklikler

Amfibi metamorfozu sırasıyla premetamorfoz, prometamorfoz ve klimaks olmak üzere üç gelişim evresi içermektedir. Amfibilerde pronefroz ve mezonefroz olmak üzere iki tip böbrek bulunmaktadır. Metamorfik süreç tamamlandığında pronefroz tamamen ortadan kalkar ve gelişen mezonefroz, böbrek fonksiyonunu tamamen üstlenir.

Bu çalışmanın amacı metamorfoz sırasında Rana ridibunda larvalarının pronefroz ve mezonefrozunun yapısını ve bu süreçte meydana gelen histolojik değişimleri, dejenere olan pronefrik böbrek ile gelişen mezonefrik böbrekte programlanmış hücre ölüm çeşidini ve bu süreçteki kadherin ekspresyon değişimlerinin saptanmasıdır.

Çalışmamızda amfibi metamorfozunun 3 temel evresi olan; premetamorfoz, prometamorfoz ve klimaks evrelerinden bireyler kullanıldı. Pronefrik ve mezonefrik böbrek dokularına ait kesitler histolojik yapı ve değişimleri incelemek amacıyla hematoksilin-eozin, Masson’un üçlü boyası ve periyodik asit Schiff boyaları ile boyandı. Programlanmış hücre ölüm çeşidi ve hücre adezyon moleküllerinden kadherin molekülünün varlığı ile ekspresyonundaki değişimler immünohistokimayasal olarak belirlendi.

Metamorfik süreçte Rana ridibunda larvalarının dejenere olan pronefrik böbreğinde histolojik olarak, bozulan tübüller ve lipofuksin pigmentinin bulunduğunu saptadık. Mezonefrik böbrekte ise boyut artışı ve yeni tübül oluşumu gözledik. Ayrıca, mezonefrik böbreğin bazı proksimal tübüllerinin vakuollü ve granüllü sitoplazmaya sahip olduğunu saptadık. Dejenere olan pronefrik böbrekte ve gelişen mezonefrik böbreğin bazı proksimal tübüllerinde meydana gelen programlanmış hücre ölümünde immünohistokimyasal olarak kaspaz bağımlı apoptozun belirteci kaspaz-3 ile otofajinin belirteci olan LC3’ün varlığını gözledik. Bunlara ek olarak, metamorfoz esnasında, dejenere olan pronefrik böbrekte ve mezonefrik böbreğin bazı proksimal tübüllerinde kadherin ekspresyonunda azalma meydana geldiğini belirledik.

Amfibi (Rana ridibunda) larvalarının böbreklerinde meydana gelen programlanmış hücre ölümü bilinen apoptoz veya otofajiden farklıdır. Muhtemelen kaspaz-3 ve otofajinin birbirini tamamladığı yeni bir programlanmış hücre ölüm çeşididir. Metamorfik süreçte bozulan pronefrik böbrekte ve mezonefrik böbreğin ölen proksimal tübüllerinde kadherin ekspresyonu azalmıştır. Amfibi larval böbrek dokuları bu programlanmış hücre ölüm mekanizmasını anlayabilmek için iki yeni dokudur.



Alteratıons In The Pronephros And Mesonephros Of Frog (Rana Ridibunda) Larva Durıng Metamorphosıs

Amphibian metamorphosis includes three developmental periods: premetamorphosis, prometamorphosis and climax, respectively. There are two types of kidney in amphibians: pronephros and mesonephros. At the end of metamorphosis, pronephros completely degenerates and developed mesonephros takes all the responsibility of kidney function alone.

The aim of this study is to determine the structure of Rana ridibunda larval kidneys and histological changes during this process and programmed cell death type in degenerating pronephric kidney and developing mesonephric kidney. Moreover, the study explores changes of cadherin expression in this process.

In our study, we used animals at the stages of three main periods of metamorphosis: premetamorphosis, prometamorphosis and climax. Sections of pronephric and mesonephric kidney tissues were stained with hematoxylin-eosin, Masson trichrome, periodic acid Schiff dyes to investigate their histologic structure and changes. Immunohistochemical methods were used to determine the programmed cell death type and presence of cadherin molecule, which is a cell adhesion molecule, with the changes in its expression.

We determined histologically degenerating tubules and lipofuscin pigments appeared in Rana ridibunda pronephric kidney during metamorphosis. We observed increase in the size of mesonephric kidney and the formation of new tubule. Furthermore, we detected that some proximal tubules of mesonephric kidney had cytoplasm with vacuoles and granules. We observed immunohistochemically caspase-3, which is a marker of caspase dependent apoptosis, and LC3, which is a marker of autophagy, existing in the programmed cell death which occurs in degenerating pronephric kidney and some proximal tubules of mesonephric kidney. Additionally, we determined that cadherin expression decreased during the metamorphosis in degenerating pronephric kidney and some proximal tubules of mesonephric kidney.

The programmed cell death, which occurs in amphibian (Rana ridibunda) larval kidney, is different from known apoptosis or autophagy. Most probably, caspase-3 and autophagy work together in the new type of programmed cell death. Cadherin expression decreased in the pronephric kidney degeneration and dying proximal tubules of mesonephric kidney during metamorphosis. Amphibian larval kidneys are two new tissues for understanding the programmed cell death mechanism.


  

KAYALAR Özgecan

Danışman : Doç.Dr.Füsun ÖZTAY

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Zooloji

Mezuniyet Yılı : 2011

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Şehnaz BOLKENT

Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel

Prof. Dr. Gül ÖNGEN

Doç. Dr. Füsun ÖZTAY

Doç. Dr. Kadriye AKGÜN DAR


HİPEROKSİK FARE AKCİĞERİNDE RETİNOİK ASİDİN ALVEOLAR EPİTEL YENİLENMESİNDEKİ ETKİSİ: MOLEKÜLER YAKLAŞIM

Alveolar epitel, akut ve kronik akciğer yaralanmalarında hasarın ilk olarak görüldüğü primer hedef dokudur. Transforme edici büyüme faktörü-beta 1 (TGF-β1), alveolar epiteli doğru ya da yanlış onarıma yönlendirebilen bir moleküldür. Bu çalışma prenetal, neonatal ve erken postnatal dönemde alveologenezde etkili olan retinoik asit (RA)’in erişkin akciğerde oluşturulan deneysel alveolar epitel hasarı sonrası alveolar epitel yenilenmesinde etkili olup olmadığını saptamak ve bu süreçte TGF-β1 sinyal yolu ve RA arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır.

Çalışmada erişkin C57BL/6J fareler 4 deney grubuna ayrıldı. (1) intraperitoneal (ip) olarak 1:1 fıstık yağı/dimetilsülfoksid (DMSO) enjeksiyonu yapılan kontrol fareler, (2) 10 gün süresince günlük tek doz RA (1:1 fıstık yağı/DMSO karışımında çözündürülen, 50 mg/kg, ip) uygulaması yapılan fareler, (3) 3 gün süresince %98-100 oksijene maruz bırakıldıktan sonra 10 gün boyunca günlük tek doz 1:1 fıstık yağı/DMSO karışımı uygulanan (ip) fareler, (4) 3 gün süresince %98-100 oksijene maruz bırakıldıktan sonra 10 gün boyunca günlük tek doz RA uygulanan (ip) fareler. Alveolar alandaki hasar, çoğalma indeksi ve tip 2 pnömosit sayısı genel histolojik ve immunohistokimyasal yöntemlerle ışık mikroskobu altında araştırıldı. Akciğer homojenatlarında ELİZA ile TGF-β1 miktarları, western analizleri ile Smad proteinlerinin ekspresyonları, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonları (QRT-PCR) ile Smad ve RAGE (tip 1 pnömosit markırı) genlerinin ekspresyonları ölçüldü.

RA, sağlıklı fare akciğerlerinde tip 2 pnömosit çoğalmasını uyardı ve tip 1/tip 2 pnömosit oranını dengeledi. Eksojen RA sağlıklı ve hiperoksik fare akciğerinde Smad 4 mRNA ekspresyonunu azaltarak Smad 3 bağımlı TGF-β1 sinyal yolunun kullanımını sınırladı. Hiperoksik fare akciğerinde aşırı uyarılmış Smad 3 bağımlı TGF-β1 sinyal yolu alveolar epitel/duvar incelmesi ve kopmasına, alveol ve septa sayısında azalmaya ve RAGE mRNA ekspresyonunda düşüşe neden oldu. Ayrıca hiperoksik fare akciğeri alveol çapında, septa kalınlığında, çoğalma indeksinde ve tip 2 pnömosit sayısında artışla karakterize edildi. Hiperoksik farelere eksojen RA uygulamaları hiperoksik akciğerde dejeneratif değişiklikleri iyileştirdi, kısmi alveolarizasyonu uyardı ve RAGE mRNA ekspresyonunu düşürdü. Hiperoksik fare akciğerinde RA’in terapötik etkisi Smad 4 mRNA ekspresyonlarının azaltılması ve Smad 7 mRNA ve protein ekspresyonlarının arttırılması yolları ile Smad 3 bağımlı TGF-β1 sinyal yolunun aktivasyonunun ve kullanımının sınırlandırılması nedeniyledir.

Sonuç olarak RA, Smad 3 bağımlı TGF-β1 sinyal yolunu Smad 4 ve Smad 7 molekülleri üzerinden translasyonel ve transkripsiyonel seviyede düzenler. Üstelik RA erişkin fare akciğerinde alveologenezle birlikte alveolar epitelin yenilenmesinde, onarımında ve bütünlüğünde etkilidir. RA, erişkin hiperoksik farelerde tip 2-tip 1 farklılaşması hariç akciğer hasarının iyileştirilmesinde terapötik ajan olarak önerilebilir.

  
THE EFFECT OF RETINOIC ACID ON ALVEOLAR EPITHELIAL REGENERATION IN HYPEROXIC MICE LUNG: A MOLECULAR APPROACH

Alveolar epithelium is the primary site of tissue damage in both acute and chronic lung injuries. Transforming growth factor- β1 (TGF-β1) is known to play a role in directing the repair of alveolar epithelium. Retinoic acid (RA) is another molecule with an important role in alveologenesis in prenatal, neonatal and early postnatal stages. This study aimed to determine whether RA has an effect on an alveolar epithelial regeneration following experimentally induced damage to the alveolar epithelium in adult mice. A possible relationship between RA and TGF-β1 signalling pathway during alveolar repair was also investigated.

In this study, adult C57BL/6J mice were divided into 4 groups and administered (intraperitoneally): 1:1 peanut oil/dimethylesulfoxide (PoDMSO, control group), RA dissolved in PoDMSO (RA-PoDMSO) daily for ten days; PoDMSO daily for ten days following a 72-hr hyperoxia (98-100% oxygen); and RA-PoDMSO following a 72-hr hyperoxia. The damage in alveolar areas, proliferative index and number of type 2 pneumocytes were investigated by general histological and immunohistochemical methods under light microscopy. Levels of TGF-β1, Smads and RAGE (type 1 pneumocyte marker) expressions, were measured in lung homogenates by ELISA, western-blotting and real-time PCR (QRT-PCR).

RA appeared to have induced the proliferation of type 2 pneumocytes and normalized type 1 – type 2 pneumocyte ratio in healthy mice. Exogenous RA also limited Smad 3-dependent TGF-β1 signaling pathway by decreasing Smad 4 mRNA expression in both healthy and hyperoxic mice. Excessive induction of Smad 3-dependent TGF-β1 signaling in hyperoxic mice resulted in the thinning and disruption of alveolar wall integrity, decrease in alveolar septation and alveoli numbers, and reduction in the RAGE mRNA expression. Additionally, thickening of alveolar septa and increases in alveolar diameter, proliferative index and the number of type 2 pneumocytes were observed in hyperoxic mice. Exogenous RA treatments in hyperoxic mice improved degenerative alterations, induced partial alveolarization and depressed RAGE mRNA expression.

RA seems to be regulating Smad 3-dependent TGF-β1 signaling pathway at transcriptional and translational levels via Smad 4 and Smad 7. The therapeutic effects of RA on the hyperoxic lung appeared to be mediated by the inhibition of Smad 3-dependent TGF-β1 signaling pathway via the reduced Smad 4 and increased Smad 7 expression. RA also seems to play a role in alveologenesis, involved in the regeneration and repair of alveolar epithelium in adult mice. These results suggest that RA could be used as a therapeutic agent to help repair lung damage in adult hyperoxic mice, except for type I pneumocytes differentiation.

  

Tüccar Tuğçe

Danışman : Yard. Doç. Dr. Esra İLHAN SUNGUR

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Temel ve Endüstriyel Mikrobiyoloji

Mezuniyet Yılı : 2011

Tez Savunma Jürisi : Yard. Doç. Dr. Esra İLHAN SUNGUR

Prof. Dr. Ayşın ÇOTUK

Prof. Dr. Gülten ÖTÜK

Prof. Dr. Meral BİRBİR

Doç Dr. Hakan HOŞGÖRMEZ


Güneydoğu Anadolu Bölgesi Petrol Sahalarından Alınan Petrol Örneklerinde Sülfat İndirgeyen Bakterilerin Araştırılması

Petrol sahalarındaki rezervuarlar da dahil olmak üzere, farklı metabolik aktivite sergileyen çeşitli mikrobiyal toplulukların büyük çoğunluğunun yeraltında yaşadığı tespit edilmiştir. Üretim suyunun redoks potansiyelinin düşük olması ve genellikle oksijenin olmamasından dolayı, rezervuarda, aerobik ortam yerine çoğunlukla anaerobik ortam oluşmaktadır. Bu bakımdan petrol sahalarından birçok aerobik mikroorganizma izole edilmesine karşın anaerop olan metanojenler, fermantatifler, nitrat, mangan ve demir indirgeyenler ile sülfat indirgeyen bakteri (SRB)’lerin varlığı daha çok dikkat çekmektedir. Özellikle SRB’ler petrol üretimi esnasında çok ciddi çeşitli problemlere yol açtıklarından dolayı, bu bakterilerin petrol rezervuarlarında araştırılması büyük önem arzetmektedir.

Sülfat indirgeyen bakteriler, anoksik koşullar altında sülfat iyonlarını son elektron alıcısı olarak kullanarak asidik ve toksik bir ürün olan hidrojen sülfür (H2S) oluşturmaktadırlar. Açığa çıkan H2S, petrol endüstrisinde kullanılan malzemelerin korozyonuna neden olmaktadır. Ayrıca, rezervuarda üretilen H2S’in toksik etkisi, çalışanların sağlığı ve güvenliği açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Ek olarak, SRB’lerin, ham petrolde bulunan hidrokarbonları substrat olarak kullandıkları ve bu yüzden petrolün kalitesini ciddi anlamda düşürdükleri tespit edilmiştir. Büyük ekonomik kayıplara yol açması ve insan sağlığını ciddi anlamda tehdit etmesinden dolayı SRB’ler petrolde istenmeyen mikroorganizmalar olarak görülmektedirler.

Bu tezdeki hedefimiz, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan 20 farklı petrol üretim kuyusunda SRB’lerin varlığını, bulunma sıklığını ve ekolojisini öğrenmek ve ayrıca bu kuyulardan alınan petrol örneklerinde tür düzeyinde bakteriyel populasyon çeşitliliğini tespit etmektir.

Bu çalışmada, petrol örneklerinin petrol ve petrol-su fazındaki SRB’lerin sayıları saptanmış, SRB içeren kültürlerdeki bakterilerin morfolojileri ve spor oluşumları ışık ve faz kontrast mikroskobunda incelenmiş ve ayrıca kültürlerdeki H2S miktarı, Gaz kromatografisi-kütle spektrometresi (GC-MS) yöntemi ile ölçülmüştür. Ek olarak, petrol-su fazı örneklerindeki bakteri tür çeşitliliği Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) ve Denatüran Gradyan Jel Elektroforezi (DGGE) yöntemleri ile belirlenmiştir.

Petrol rezervuarlarındaki SRB sayılarının genellikle düşük (<10 hücre/ml) olduğu ve SRB’lerin petrol-su fazına kıyasla petrol fazında daha çok ürediği tespit edilmiştir. SRB içeren kültürlerin, farklı morfolojik yapılara sahip hem Gram-pozitif hem de Gram-negatif bakterileri içerdiği gözlenmiştir. Düşük SRB sayısına rağmen kültürlerde saptanan H2S miktarlarının oldukça yüksek olduğu görülmüştür. Çalışmamızdaki moleküler analizler sonucunda ise, petrol-su fazı örneklerinde daha çok kültüre edilemeyen bakterilerin (%70) var olduğu tespit edilmiştir. Kültüre edilebilen bakteriler arasında ise Proteobacteria (% 18), Actinobacteria (% 6), Bacteriodetes/Chlorobi (% 3) ve Firmicutes (% 3) gruplarına ait bakterilerin bulunduğu belirlenmiştir.



Investıgatıon Of Sulfate-Reducıng Bacterıa In The Petroleum Samples Taken From The Oıl Fıelds Of Southeast Anatolıa Regıon

It is established that the most of diverse microbial populations possessing a range of different metabolic activities inhabit subterranean environments, including oilfield reservoirs. Because the redox potential of the production water is low and oxygen is generally absent, anaerobiosis is highly favored over aerobiosis in the reservoirs. In this respect, despite several aerobic microorganisms have been isolated from the oilfield environments, much attention has been paid to anaerobes such as sulfate-reducing bacteria (SRB), methanogens, fermentative microorganisms, nitrate, manganese and iron reducers. This is especially important for SRB which are known as being responsible for posing various problems during the oil production.

SRB generate hydrogen sulfide (H2S), which is an acidic and a toxic product, using sulfate ions in the environment as terminal electron acceptor under anoxic conditions. Released H2S causes corrosion of materials used in oil industry. Also, the toxic effect of H2S produced in reservoirs poses a great danger in terms of health and safety of the workers. Moreover, it was determined that SRB utilize hydrocarbons in crude oil as a substrate severely and therefore reduce the quality of oil. Since they lead to economic losses and threat to human health, SRB have been regarded as unwanted microorganisms in petroleum.

The aim of this study is to determine the presence, the abundance and the ecology of SRB in 20 different production wells located in the Southeast Anatolia Region and to establish the species-level bacterial diversity in the oil samples taken from these wells.

In this study, number of SRB was determined in the oil phase and oil-water phase of the oil samples, morphology and spor formation was observed under the light and phase-contrast microscobes. H2S concentration in the bacterial cultures was measured by Gas chromatography–mass spectrometry (GC-MS). In addition, diversity of bacterial species in the oil-water phase samples was identified by Polimerase Chain Reaction (PCR) and Denaturing Gradient Gel Electrophoresis (DGGE) methods.

It was determined that the number of SRB was generally low (<10 cells/ml) in the oil reservoirs and more growth of SRB was observed in the oil phase when compared to the oil-water phase. Both Gram-positive and Gram-negative bacteria with different morphologies were observed in the bacterial cultures including SRB. Despite being low SRB numbers, high H2S concentrations were observed in the culture bottles. As a result of molecular analyses, uncultured bacteria (70 %) in the oil-water phase were mainly determined. Among the cultured bacteria, Proteobacteria (% 18), Actinobacteria (% 6), Bacteriodetes/Chlorobi (% 3) and Firmicutes (%3) groups were present.


  

EROL Zeynep

Danışman : Prof. Dr. Seyhan ALTUN

Anabilim Dalı : Biyoloji

Programı : Genel Biyoloji

Mezuniyet Yılı : 2011

Tez Savunma Jürisi : Prof. Dr. Seyhan ALTUN

Prof. Dr. Şehnaz BOLKENT

Doç. Dr. Ömür BULAN

Doç. Dr. Gül ÖZCAN ARICAN

Doç. Dr. Ali KARAGÖZ



Antiepileptiklerin (Lamotrijin Ve Okskarbazepin) Sıçan Prostat Kanser Hücreleri (Mat-Lylu) Üzerine Etkileri: Proliferasyon Ve Migrasyon

Prostat kanseri, ilerleyen yaşla birlikte erkeklerde görülme oranı hızla artış gösteren oldukça yaygın bir kanser türüdür. Prostat kanserinin gelişimi ve ilerlemesinde voltaj kapılı sodyum kanalları (VGSC)’nın, oldukça önemli rollere sahip olduğu yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. VGSC ekspresyonunun, metastatik süreçte hızlandırıcı bir faktör olarak rol aldığını, hastalığın teşhis ve tedavisinde bir markır olma potansiyeli taşıdığını gösteren çalışmalar, VGSC’lerin prostat kanserinde yeni terapötik bir hedef olduğunu göstermektedir. Bu konuda yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular kansere yönelik yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilebilmesi, VGSC’lere spesifik ajanların saptanması ve etki profillerinin aydınlatılması açısından önem taşımaktadır.

Epilepsi, tekrarlayıcı nöbetlerle karakterize edilen ve spesifik tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Hastalığın tedavisinde kullanılan antiepileptik ilaçlar çeşitli etki mekanizmalarına sahiptir. Çalışmada kullandığımız yeni nesil antiepileptiklerden lamotrijin (LTG) ve okskarbazepin (OXC) Na+ kanallarını bloke ederek epileptik nöbetlerin baskılanmasını sağlamaktadırlar.

Çalışmada, LTG ve OXC’nin, Dunning sıçan prostat tümör modeli yüksek metastatik Mat-LyLu hücrelerinin toksisite, proliferasyon ve işaretlenme indeksi gibi kinetik parametreleri üzerindeki etkilerini ortaya koymak ve ajanların, hücrelerin lateral hareketi üzerindeki etki profillerini, spesik bir VGSC blokeri olan tetrodotoksin (TTX) ile karşılaştırmalı olarak araştırmak amaçlanmıştır.

Bu amaçla, Mat-LyLu hücrelerine 75 µM LTG, 0,1 µM OXC ve 600 nM ile 1 µM TTX 24 ve 48 saat süreyle uygulanmış, hücre kinetiklerinin yanı sıra hücrelerin lateral hareketi de incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre: LTG ve OXC’nin, Mat-LyLu hücrelerinin proliferasyonu ve migrasyonu üzerinde anlamlı bir etki oluşturmadığı (p>0,05) ancak, DNA sentezini stimüle ettiği tespit edilmiştir. LTG ve OXC’nin Mat-LyLu hücrelerinin VGSC’lerini baskılamada spesifik bir sodyum kanal blokeri olan TTX gibi belirgin bir inhibisyon sergilemedikleri saptanmıştır.


Effects Of Antıepıleptıcs (Lamotrıgıne And Oxcarbazepıne) On Mat-Lylu Rat Prostate Cancer Cell Lıne: Prolıferatıon And Mıgratıon

Prostate cancer, which has rapidly rate of increase by advancing age among men, is a very common type of cancer. A lot of studies display that, voltage gated sodium channels (VGSC) have very important roles at prostate cancer’s development and progression. Also it was showed that, VGSC expression plays a role as an accelerator factor and some of the studies point out that VGSCs may have a potential for the diagnosis and treatment of this disease as a therapeutic marker. Evidences from cancer studies are very important for enhancing new therapy methods, establishing VGSC specific agents and for explaining their efficacy profiles.

Epilepsy is a chronic disease that is characterized by repetitive seizures and needed to be cured particularly. The antiepileptic drugs used for the treatment have different efficacy mechanisms. The new antiepileptics, lamotrigine (LTG) and oxcarbazepine (OXC) we used for the study, provide the suppresion of epileptic seizures and show their effects via Na+ channel blockade.

The aim of this study is to determine the effects of LTG and OXC onto Dunning rat prostate tumour model, highly metastatic Mat-LyLu cells’ kinetic parameters like toxcicity, proliferation and labelling index. Also it was aimed to show the effects of these agents on lateral movement of cells by comparing with the other VGSC specific blocker tetrodotoxin (TTX).

For this purpose 75 µM LTG, 0,1 µM OXC, 600 nM and 1 µM TTX were applied onto Mat-LyLu cell line for 24 and 48 hours, furthermore lateral movement of the cells were studied together with cell kinetics. According to achieved results, 75 µM LTG and 0,1 µM OXC did not produce a statistical effect (p>0,05) on proliferation and migration of cells, however they stimulated DNA synthesis. Also it was determined that, LTG and OXC did not show an obvious inhibition such as high specific blocker TTX.


Yüklə 1,82 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin