2019 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə20/33
tarix27.12.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#87132
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33

DIŞ POLİTİKA


Dünya genelini derinden etkileyen kapitalist modernitenin tahakkümcü aktörleri ile onun bölgesel işbirlikçilerinin sebep olduğu yıkımın boyutları her geçen yıl daha da büyümekte ve hemen her katmanda oluşan derin siyasi, ekonomik ve ideolojik çatlaklar yeni krizler ve çatışma alanları oluşturmaktadır. Dünya siyasetine yön veren devletli iktidarlar ile devletler üstü sermaye bloklarının birbirleri arasındaki rekabetin, yerellerde insani yıkım, kutuplaşma, totaliter rejimlerin oluşması, ekonomik ve kültürel sömürü şeklinde tezahür ettiği görülmektedir.

İnsan hakları, adil ekonomi, özgürlükler ve insani gelişmişlik gibi kategorilerde Türkiye’yi dünya çapındaki sıralamalarda en geri kalmış ülkeler arasına sokan ancak bu verilere rağmen dünyanın en büyük ilk 10 ordusu arasına girmekle övünecek kadar dar bir vizyona sahip bu yönetim tarzının, dış politika konusunda da Türkiye’yi bataklıklara sürüklemesi ve çözümsüzlük üretmesi kaçınılmazdır.

Günümüzde Türkiye’nin yoğun etkileşim içinde olduğu ülkeler olan Suriye, Irak, İran, Kıbrıs, Kafkaslar, Filistin, Lübnan, Yemen, Libya, Mısır, Afganistan ve Ukrayna’da oluşan siyasi ve askeri çatışma alanlarının ve buna bağlı gelişen insani felaketler, kapitalist modernite dinamikleri açısından insanlığın yararına çözülmesi gereken değil, ahlaki değerlerden yoksunlukla bile izah edilemeyecek şekilde ve büyük zararlara rağmen faydalanılması gereken fırsatlar olarak kabul edilmektedir.

Uluslararası arenada esas mücadele zeminini oluşturan faktörler arasında ekonomik kaynakların kontrolü ve buna bağlı olarak siyasi etkinliğin gerekirse askeri zor kullanarak elde edilmesi bulunmaktadır. Askeri zor kullanırken günümüzde asıl aktörlerin doğrudan müdahalelerde bulunması yerine yerellerdeki taşeronlar ve taşeronların da taşeronları kullanılabilmektedir. Buna en yakın örnekler Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de gözlemlenmektedir. AKP iktidarı, bölgesel ve küresel etkileri olan çatışma alanlarında (özellikle Suriye’de) taşeron rolünü üstlenmiş durumdadır. Bu bağlamda ÖSO adı altında örgütlediği yabancı savaşçılardan oluşan grupları da alt taşeronu haline getirerek bölgesel krizin bir tarafı ve birinci derece sorumlusu konumuna girmiştir.

AKP iktidarı, Suriye’deki iç savaşa önce vekâleten kendisine bağlı radikal çeteler ile ve son 2 yıldır ise fiilen askeri müdahaleye dâhil olmuştur. 2016’dan itibaren Şehba’da ve Mart 2018’den bu yana devam eden Efrin’de devam eden işgalin askeri sonuçları olduğu kadar siyasi, ekonomik ve insani sonuçları da göz ününe alınmalıdır. Efrin-Cerablus hattında AKP iktidarının yürüttüğü işgal harekâtı, işlenen çok sayıda savaş suçunun kaynağını oluşturmaktadır127. Bu bağlamda yayımlanmış uluslararası ve resmi nitelikteki raporlar128 da, savaş suçlarının şüpheye yer bırakmaksızın işlendiği argümanını güçlendirmektedir.

Efrin’in yerli halklarından olan on binlerce Kürt, AKP İktidarının ve onun taşeronu ÖSO Çeteleri desteğiyle topraklarından sürgün edilmiştir129. AKP İktidarı, Rusya ile yaptığı pazarlıklar çerçevesinde ÖSO çetelerinin büyük kısmını İdlip bölgesinden Efrin’e taşımıştır.130 Bu çetelerin finanse edilmesi amacıyla Efrin halkının ekonomik kaynakları ise bu çeteler arasında “ganimet” adı altında pay edilmiştir. Kısacası, tarlalar, zeytinlikler ve bölgede ekonomik değeri olan her şey uluslararası hukuka aykırı olarak yağmalanmaktadır. Cenevre Savaş Sözleşmelerine göre savaş suçu olan yağmalama ve demografiyi değiştirme politikaları halen Efrin’de ve Şehba bölgesinde devam etmektedir.

Suriye’nin kuzeyinde AKP iktidarı kontrolünde oluşturulmak istenen kukla bir idare, Kuzey Kıbrıs’taki çözümsüzlüğü andıran bir sürecin işaretlerini vermektedir. Kuzey Kıbrıs’taki ekonomik kapasitenin daraltılması sonucu Kuzey Kıbrıs Halkının Türkiye’ye muhtaç hale getirilmesinin sebep olduğu siyasi çözümsüzlük halinin Kuzey Suriye’de de deneneceği anlaşılmaktadır. Ancak Suriye’deki çözümsüzlük hali, her geçen gün Türkiye’yi de siyasi çözümsüzlüğün ve istikrarsızlığın olumsuz etkilerine maruz bırakmaktadır. Başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere, askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik faturalar giderek kabarmaktadır. AKP iktidarı, Suriye Politikasının bir parçası olarak mültecileri bir yandan Avrupa Birliği ülkelerine karşı şantaj aracı haline getirilirken, diğer yandan Kuzey Suriye’de demografinin Suriyeli Kürtler aleyhine değiştirilmesi için kullanılmaktadır. Bu müdahaleci yaklaşım, Suriye’de yaşayan halkların bir arada barış içinde yaşama olanaklarını giderek azaltmaktadır.

Suriye’dekine benzer ilhak politikalarının sadece siyasi maliyeti yoktur, aynı zamanda ekonomik ve uluslararası hukuk bağlamında maliyetleri olacaktır. Bu öngörüyü destekleyen birçok örnek dünya siyaset sahnesinde yaşanmıştır. Saddam’ın Kuveyt’i ilhak girişimi, Sırpların Bosna’daki saldırıları, Sudan’da Ömer el Beşir’in Darfur’daki askeri operasyonları ve Soğuk Savaş döneminde dönüm noktası olarak anılacak Afganistan’daki savaşın sebep olduğu sonuçlar işgalcilere her zaman büyük bedeller ödetildiğini göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye’yi işgalci pozisyonuna sokan askeri sınır ötesi operasyonların belli bir aşamadan sonra büyük ekonomik ve siyasi bedeller olarak dönebileceği ihtimalini güçlendirmektedir.

AKP iktidarının bir hegemon bloktan başka bir hegemon bloka savuran ve giderek edilgenleşen dış politikasının sonucu olarak Türkiye’yi şimdilik Rusya’nın bir uydusu konumuna düşürmüştür. Bir yandan NATO müttefikliğini bir koz gibi elinde tutarken, bir yandan da Rusya’dan S400 füze sistemi alım anlaşması ve nükleer anlaşmalar yapılması, Türkiye’yi batılı devletler gözünde “güvenilmez ortak” statüsüne sokmuştur.

Tahakkümcü iç politikaya endeksli olarak dizayn edilen AKP dış politikasının 16 yıllık karnesine bakıldığında Türkiye’nin AB tam üyelik hedefinden uzaklaştığını ve ilişkilerin pazarlık usulü bir göçmen alışverişi politikasına dönüştürüldüğü görülmektedir. Vize Serbestisi Anlaşması için yerine getirilmesi gereken kriterlerden başta “terör tanımının AB standartlarına çıkarılması” maddesine aşırı direnç gösteriliyor olması, AKP iktidarının benimsediği kırmızıçizgilerin özgürlük karşıtı bir hatta dayandığını ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin Brunson Krizi ile; Almanya ile ilişkilerin Deniz Yücel krizi ile gerilediği görülmüştür. Bu noktada Türkiye’de hangi insanların cezaevlerine konulacağına AKP iktidarı karar verirken, kimlerin çıkacağına yabancı hükümet liderlerinin karar verdiği görülmüştür. Bir nevi rehine ve takas diplomasisine dönüşen bu üçüncü dünya politika tarzının Türkiye’deki hukuk sisteminin ne kadar çürümüş olduğunu dünyaya göstermiştir. Bu rehine pazarlıkları üzerinden bir kazanç elde etmeye çalışan AKP iktidarı, hukuk sistemini uluslararası platformlardaki saygınlığını daha da düşürmüştür. Bu yaklaşıma paralel olarak Türkiye halen AİHM’e Avrupa standartlarına uygun bir yargıç atayamamıştır. Özellikle AİHM’in hem seçilmiş bir milletvekili hem de Cumhurbaşkanlığı adayı olan Selahattin Demirtaş hakkında derhal serbest bırakılması gerektiğine hükmedilmiş olmasına rağmen, AKP iktidarının AİHM kararını tanımayacağı yönünde bir tutum ortaya koyması, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin bulunmadığına dair tespiti bir kez daha haklı kılmıştır.

AKP iktidarı, dış politikayı ilgilendiren birçok konuda son derece yanlış bir söylem hattı ve tehlikeli hamleler yapmaktadır. Bunlardan en kritik olanlarını şu şekilde sıralayabiliriz:



  • AKP iktidarı, Türkiye’yi bölge devletleriyle her an savaş içerisine sokacak bir ruh hali içerisinde ve militarizmi ön plana çıkaran söylemleri nedeniyle, iktidara angaje olan toplumsal kesimleri aşırı re-aksiyoner bir ruh hali içerisine sokmaktadır. Bu durum irrasyonel tepkilere neden olmaktadır. Dolayısıyla içeride ve dışarıda toplumsal gerilimleri yükseltmektedir.

  • AKP iktidarı, dış politikasını evrensel ilkeler ve barış odaklı istikrarın desteklenmesi temelinde değil, ucuz pazarlıklar ve halkları kutuplaştıracak ittifaklar üzerine kurmaktadır. Suriye, Irak ve İran ile ilişkiler Kürt karşıtlığını esas almaktadır. Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin referandum sürecinde de görülebildiği üzere AKP iktidarının bu komşu ülkelerle ilişkisinde temel kıstasın Kürtlerin statüsüzlüğü ve iradelerinin egemen devletlerarasında paylaştırılması üzerinedir.

  • Dünyanın birçok bölgesinde devletlerarası savaşlar ve işgaller sonucu büyük boyutlu insani krizler yaşanmaktadır. AKP iktidarı, Suriye’de olduğu gibi insani krizler arasında ayrımlar yapmaktadır. Arakan Müslümanları için tüm platformlarda duyarlılık ve destek çağrısında bulunan AKP İktidarı, neden Yemen’deki insani dram ve Suudi Arabistan liderliğindeki saldırılara karşı bir tek kelime etmemektedir? Yemen kuşatması nedeniyle Husilerin kontrolündeki bölgelerde 50 binden fazla çocuğun sadece 2017 yılı içinde açlıktan öldüğü131 rapor edilmiştir. İnsani koşulların giderek ağırlaştığına dair güvenilir raporlar132 uluslararası kamuoyu nezdinde dolaşımdadır. Ancak şimdiye kadar AKP iktidarından Yemen’deki insani krize ve buna sebep olan güçlere karşı herhangi bir tek söz söylenmemiştir.

  • Halen Kıbrıs’ta kolordu düzeyinde TSK’nın askeri varlığı sürüyor. Türkiye, Dünya’nın her yerinde Kuzey Kıbrıs’ta “işgalci” konumunda ve hiçbir devletin tanımadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ise “işgal altındaki topraklar” olarak tanımlanmaktadır. Müzakere süreçlerinde AKP iktidarının olumsuz tutumu nedeniyle, Türkiye çözümün değil, çözümsüzlüğün bir tarafı olmaya devam etmektedir. Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların bir arada yaşayabilmesi için, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki işgalci ve vesayetçi politikaları sona ermelidir. Lefkoşe’deki Türkiye büyükelçiliğinin, hemen karşısında bulunan Kuzey Kıbrıs Parlamentosundan daha ihtişamlı görünmesi vesayetçi sistemi bir nevi sembolize etmektedir. Ekonomik açıdan Türkiye’ye muhtaç bırakılan Kuzey Kıbrıs’ın siyaseten bir iradesi de kalmamıştır ve bu durum adı konulmamış bir işgal sistemidir. HDP olarak Türkiye’nin askerlerini ve elçilik personeli dışındaki sivil bürokratlarını Kıbrıs’tan çekmesini savunuyoruz. Kuzey Kıbrıs halkının iradesine saygı duyulması gerektiğini belirtiyoruz.

  • Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri artık bakanlık düzeyinde değil, bakan yardımcısının da altında bir başkanlık düzeyine indirgenerek, AKP iktidarının nasıl bir mesaj vermek istediğini az çok tahmin edebiliyoruz. Artık Türkiye’nin AB’ye tam üyelik süreci AKP iktidarı için stratejik bir hedef olmaktan çıkmış, askıya alınmış ve gerektiğinde iç politika malzemesi haline getirilecek sıradan bir gündem başlığı haline getirilmiştir. AB’ye üyelik sürecinin güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, terör tanımı ve demokratik standartlar temelinde AKP iktidarı üzerindeki bağlayıcılığı bu giderek ucubeleşen Türkiye idari sistemi ile çelişmektedir. Dolayısıyla AKP İktidarı, geleceğini ve mutlak iktidarını AB üyelik sürecinde değil, Rusya, Arap yarımadası ile İran eksenindeki demokrasisiz yönetim modelleri skalasında görebilmektedir. Kısacası, AKP iktidarı Türkiye’nin dümenini kendisini daha özgür ama muhalifleri daha baskı altında hissettirebileceği bir eksene kaydırmaktadır. Dışişleri Bakanlığı da kendisini buna göre dizayn etmektedir.

  • Türkiye’nin AKP iktidarı döneminde uluslararası arenada insani gelişmişlik, demokrasi, özgürlükler endeksi açısından karnesi berbat durumdadır. Demokrasi ve özgürlükler bağlamında dünya sıralamalarına bakıldığında her yıl daha da gerileme konusunda Hükûmetin olağanüstü çabalarının farkındayız ve tanığıyız. Basın özgürlüğü sıralamasında görünümümüz oldukça durumdadır. Ticari hacim açısından en büyük 20 ekonomi arasında olunsa da OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin gelir eşitsizliği OECD’de en kötü üç ülke arasındayız. BM’nin ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının araştırmalarına göre de insan hakları alanında diktatörlükle ve tek parti rejimleriyle yönetilen ülkelerin ligine düştüğümüz artık bir sır değildir. Böylesi bir ülkenin uluslararası platformlarda ne saygınlığı ne de ağırlığı kalır.

  • PYD’nin ve YPG’nin gayri meşruluk çeperinde uluslararası kamuoyuna tanıtılmaya çalışılması, diplomatik sığlıktan öteye gitmemektedir. PYD ve YPG’yi gayri meşru olarak kabul eden üç güç bulunmaktadır. Bunlardan biri AKP iktidarı, diğeri de DAİŞ ve El Kaide gibi terör örgütleridir. ABD Dışişleri Bakanlığı basın toplantılarında ısmarlama bir şekilde gazetecilerinize sordurttuğunuz Kürt karşıtı sorularla ABD Dış politikasına yön vermeye çalışmanız acizliğinizin en dibe vurmuş halidir.

  1. Yüklə 1,43 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin