2- Kabirde Suâl Keyfiyeti:
Kabir suâlinin keyfiyetinden kastımız, suâl es nasındaki ruh beden ilişkindir. Suâl yalnız ruha mı olacaktır? Ruh ve beden tekrar birleşerek ikisine birden mi olacaktır? Yoksa ruhsuz bedene mi suâl sorulacaktır?
Suâlden sonra hemen nimet ya da azap başlayacağı için, suâlde ruh beden ilişkisini açıklamakla, azap ve nimet esnasındaki ruh beden ilişkisine, yani azap ve nimetin de ruhî mi, yoksa bedenî mi olduğuna ışık tutmuş olacağız.
Burada birkaç görüş karşımıza çıkmaktadır:
a) Bedenlerden ayrılan ruhların artık bir daha ne kabirde, ne de kıyamette bedenlerine dönmeyeceği ve ölümder sonraki ahvâlin sadece ruhî olacağı fikri. Haşr-ı cismâniyi (âhiretteki ikinci hayat için olan dirilmenin cisimle olacağını) kabul etmeyen İslâm Filozofları bu görüştedirler. 107
b) Ölümle bedenlerinden ayrılan ruhların kabirde değil de, ancak ikinci sûra üfürüldükten sonra mahşerde toplanmak için tekrar cesetlerine gireceğini savunanlara göre de kabir hayatı sadece ruhî olacaktır; ceset diriltilmeyecektir. İbn Hazm el-Endulusî ile İbn Hübeyre ve bir kısım âlimler bu fikri savunurlar.
c) Bazılarına göre ise yine ruh cesede girmemekle beraber, suâl ruhsuz cesede olacaktır ve ruhsuz olan cesette Allah suâllere cevap verme kudretini yaratacaktır.
d) Ehl-i Sünnet âlemlerinin çoğunun (cumhurunun) görüşüne göre ölü, suâli anlayacak ve cevap vermeye güç yetirecek ve yine kabirdeki azabın acısını, nimetin de zevkini duyacak kadar bir hayat ile diriltilir. Kur'an-ı Kerimde:
"Muhakkak Allah kabirlerde olan (kimse)leri diriltecektir.” 108 buyurulmuştur ki, kabirdekileri kıyamet günü diriltmeye kadir olan Allah Tealâ, pekala onları suâl, ceza ve nimet için de, bunları hissedecek derecede bir hayat ile, kabilerinde diriltmeye de kadirdir.
Kabirde ölünün diriltileceğini söyleyenler de, ruhun tekrar bedene iadesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları, ruh tamamen cesede reddolunur ve öyle diriltilir derlerken, bazı âlimler de bunun tam hayat olmadığı için, ruhun, yemeyi, içmeyi ve ihtiyarî fiilen gerektirecek şekilde tamamen değil de, kabir ahvâlini idrak edecek ve yaşayacak derecede iade edileceğini söylemişlerdir. Alimlerden bir kısmı da kabirde suâl, nimet ve azabın olacağına iman etmeyi gerekli ve yeterli görerek, keyfiyetini, her şeyi en iyi şekilde bilen, Allah Tealâ'ya havale etmenin ve bu hususta görüş beyan etmemenin daha isabetli olacağı fikrini savunmuşlardır.
Ölüye ruhun tamamen iade edileceğini söyleyenler, bu husustaki hadislerde anlatılanlar ve haberlerde gelenler ile delil getirmektedirler. İbn Mes'ud (r) dan (v. 32/652) tahric edilmiş olan bir haberde İbn Mes'ud, ruhun cesetten çıkışını ve kabre girişini anlattıktan sonra:
"Kabre konulunca oturtulur ve ruh getirilip içine konur..." 109 demiştir. Cevhere şerhinde, Allah Tealâ'nın ölüye kabirde ruhunu tamamen iade etliğine inanmanın gerekli olduğu belirtilerek bunun hadislerin zahirinden anlaşılan manâ ve cumhurun görüşü olduğu ifade edilmektedir. 110 İmam Suyûtî de bir beytinde aynı şeyi söylemiştir.111
İki maddî hayat, dünya hayatı ile mahşerden sonraki âhiret hayatı, arasındaki berzah hayatının sadece ruhlar tarafından yaşanacağını söyleyenler, bu hususta bazı aklî ve naklî delillerle görüşlerini delillendirmektedirler:
İbn Hazin, kabirdeki hayatın, suâl, azap ve nimetin cesetle birlikte ruha olacağını kubal etmenin, cesedi yakılan, yırtıcı hayvanlar tarafından yenen veya türlü sebeplerle kabre konmayanların kabir hayatını idrak etmeyecekleri anlamına geleceğini belirterek, cesedi yakılıp kül olanın ruhunun cesedine girmesinin imkânsız olduğunu söylemektedir.112
Aslında burada dünya ölçüleriyle ve dünyadakilere kıyaslanarak, dünya ötesi, âhiretin ilk konağı olan kabir âlemi için hüküm verilmektedir. Burada aklın ortaya koyacağı imkânsızlık, dünya hayatına kıyasla olduğu için yanlış ve hatalı olabilir. Kaldı ki Allah Tealâ, cesedi ortada olmayan, parçalanıp dağılmış, yahut yanıp kül olmuş olanların cesetlerine de ruhlarını iade ederek kabir hayatını yaşatmağa kadirdir. "Rabbin dilediğini yaratır.113 ve "...Allah dilediğini yapar."114 âyetlerinde de ifade edildiği gibi.
Bunların naklî delillerine gelince:
Onlar, ruhun kabirde bedene iade edileceğini ve bunun akabinde ölünün oturtularak sorguya çekileceğini bildiren hadislerin zayıf olduklarını iddia ederek, Rasulullah (sav) den ruhların suâl esnasında cesetlerine iadesine dair hiç bir sahih haberin gelmediğini söylerler. Ve Mü'min Suresi'nin:
"Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin." 115 âyeündeki iki ölümden birincisi, dünyaya gelmeden önceki durum, ikincisi de dünya hayatının sonundaki ölümdür. İki diriltmenin de biri dünya hayatı, biri de mahşerdeki diriltmedir, diyorlar. Gerçi âyet-i kerimeyi bu şekilde tefsir eden müfessirler varsa da,116 birinci ölümün dünya hayatının sonundaki, ikincisinin ise kabirdeki dirilmeden sonra, birinci sûra üfürüldüğü zaman olacağını belirtip, âyet-i kerimeyi kabir hayatını ve kabirdeki dirilmeyi isbât edecek şekilde tefsir edenler daha çoktur. 117
Bu âyet-i kerime her iki şekilde de tefsir edilmiştir. Ancak dünya hayatından önceki duruma "öldürme", dünyaya gelişe de "diriltme" tabirinin kullanılışı pek yaygın olmadığı için, ikinci tefsir daha makul olsa gerekir. Bu izaha göre, birinci öldürme, dünya hayatının sonunda, ikincisi de kabir hayatının sonundadır. Çünkü daha önce bir hayat yaşanmalıdır ki "öldürme" tabiri kullanılsın. İki diriltmenin de birincisi kabirde, ikincisi de kıyametin kopuşundan sonra mahşerdedir.
Cumhur-u ulemâya muhalefet eden bu görüş sahipleri ruhun cesetten ayrı muştaki! bir varlığa sahip oluşu ile ve Rasulullah (sav) in Miraçta peygamberlerin cesetleriyle değil de ruhlarıyla karşılaştığı ve yine Hz. Adem'in sağında ve solunda bir takım ruhlar gördüğünü bildiren haberlerle de delil getiriyorlar.118
İmamul-Harameyn el-Cüveynî (v. 478-1085): "Ümmetin selefi, kabir azabını isbâtta, kabirlerinde ölülerin diriltilmesinde ve ruhlarının cesetlerine reddolunmasında ittifak etmişlerdir." demiştir.119 Selefin, Allah ve Rasülünden gelen her şeyi, te'vilsiz olarak ve üzerinde akıl yürütmeksizin tam bir teslimiyetle, olduğu gibi kabul etmeleri İmâmu'l-Haremeyn'i doğrulamaktadır.
Çünkü bu husustaki hadis-i şerlilerden bazılarında ruhun cesede iade edileceği açıkça zikredildiği gibi,120 bu hadislerin çoğunda ölünün, kendisini kabre koyanların geri dönüşlerinde ayak seslerini işiteceği,121 oturtulacağı 122 da zikredilmektedir. Rasulullah (sav) ile Hz. Ömer arasında geçen konuşmada Peygamber Efendimiz, kabir suâli esnasında kişinin aklının kendisiyle beraber olacağım belirtmiştir. 123 Ebû Süfyan'dan (v. 31/651) hasen bir isnâdla tahric edilen bir diğer hadiste ise mezarında oturtulan ölünün uykudan uyanmış gibi gözlerini sileceği ve: "Bırakın beni namaz kılayım." diyeceği haber veriliyor.124
Bütün bunlar ve ölünün bağırdığına, konuştuğuna ve işittiğine delâlet eden haberlerin hepsi, ölünün kabrinde aklı, şuuru ve duyulan salim olarak diriltileceğine delâlet etmektedir. Rasulullah (sav in Bedir'de öldürülen müşriklere hitabettiğini bildiren sahih hadisler de buna delildir ki, Rasulullah (sav) orada ölülerin işitmeyeceğini sanan ve:
"Hiç ölüler işitir mi?" diye soranlara:
"Söylediklerimi onlar sizden daha iyi işitiyorlar, ancak cevap vermeye güç yetiremezler." buyurmuştur.125
Ölünün verilen selâmı işitmesi, ki işitmeyecek olsa, kabristana varınca selâm vermek meşru olmazdı. Çünkü idrâki olmayana selâm vermek abestir ve iade etmesi (alması) da, idrak sahibi olduğuna delildir. Rasulullah (sav), kendilerine selâm veren kimsenin selâmını almak için, Allah Tealâ'nın ölünün ruhunu iade edeceğini söylemişlerdir.126
Hadis-i Şeriflerde bildirilen bütün bu hususların yalnız ruh ile olmayacağını, zira bedenin sıfatlarından olan pek çok şeyin zikredildiğini belirten İmam Sübkî, peygamberlerin diri olduklarına dâir açtığı fasılda, bütün bu fiil ve idrâklerin cesetle birlikte olması gerektiğini belirtmektedir. Ama bunun dünyadaki cesetli hayata teşbihi ve onunla mukayesesinin doğru olmadığını da ilave etmektedir. 127 öyle anlaşilıyorki, mes'elenin en güzel izah şekli, Allah'ın kudreti açısından ele almışıdır.
Bilâl'den rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (sav):
"Muhakkak ruhlarınızı Allah kabzeder ve dilediği zaman onu size geri verir." buyurmuştur.” 128 Câbir b. Abdillah'dan gelen hadiste ise Câbir, Rasulullah'ın şöyle dediğini işittiğini söylemiştir:
"Her kul kabrinde, ne üzere ölmüşse öyle diriltilir; mü'min imanı üzere, münafık da nifakı üzere."129 Bu son hadiste, kişinin kabrinde diriltileceği açıkça zikredilmiştir.
Kabirde suâl esnasında ruhun reddolunacağını söyleyen âlimlerden bazıları, suâlden sonra ruhun tekrar, azap ya da nimet olunacağı Cennet veya Cehennem'e (Siccin'e) döneceğini belirtmişlerdir. 130
Bu esnada kabirde kalan, yahut çürüyüp toprak olan bedenleriyle de irtibatları, bedene girme şekliyle değil de, bir ilgi ve irtibat olarak devam edecektir. Nitekim Suyûtî'nin nakline göre, Beyhakî'nin hasen bir senetle İbn Abbas'dan rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Rasulullah (sav), kabrinde sorguya çekildikten sonra iyi cevap veren mü'minin kabrinin gözünün gördüğü kadar genişletileceğini ve ruhunun da mü'minlerin ruhlarıyla birlikte olacağını (mü'min ruhlarına kavuşturulacağını) haber vermiştir. 131
Beyhakî; "Rasulullah (sav) in sünnetinde ruhun bedene iade olunduğuna nass vardır." diyerek Berâ b. Azib'den gelen uzun hadisi zikreder ki,” 132 selef-i kiram bu hususta icma etmişlerdir. Haleften (sonraki âlimlerden) kabir hayatına kail olanlar ise, keyfiyeti hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ama yine onların da ekserisi ruhun cesede iade olunduğu görüşündedirler. Bir kısmı ise ruhun cesede en düşük seviyede, ölüde nimetin lezzetini ve azabın elemini hissettirecek bir hayat meydana getirecek kadar, bir ilgisi olduğunu söylemiştir. 133 İbnü'l-Hümâm (v. 861/ 1457) da ölünün kabrinde nimetin lezzetini, azabın elemini idrak etmesi ve kabir suâline cevap vermesinin, bedenine ruhunun tamamen iade ve idhal olunmasını gerektirmeyeceğini, belki ruhun bedenine en az taalluku ve bedende bir nevi hayatın meydana gelmesinin suâllere cevap vermede ve lezzetle elemi idrak etmede yeterli olacağını söylemiştir. Ve berzah ahvâli ile dünya ahvâlinin aynen mukayese edilmesinin mümkün olmayacağına dikkat çekmiştir.134
Gerek sırf ruha, gerekse sırf cesede ya da ruh ve cesede birlikte suâl sormak, nimet ve azap vermenin hepsi, Allah'ın kudreti önünde mümkün olmakla ve kabir suâli, nimeti ve azabının hak ve gerçek olduğuna inanıp keyfiyeti Allah'a bırakmak en iyi yol olmakla beraber; yapılan izahların en makulü, hadislerdeki ifadeleri de kapsaması ve akla da yatkın olması sebebiyle, ruhun cesede, oradaki ahvâli idrak edecek kadar bir canlılık kazandırması (taalluku) şeklindeki olsa gerek. Nitekim âlimlerden bazıları bu hakikati:
"Sorgu, suâli anlayacak ve cevap verebilecek kadar ruhu cesedine iade olunur, " 135 diye dile getirmişlerdir. İsterse bu hayat, onların dağılmış, yakılmış parçalarına, isterse bunlardan sadece bir parçaya iade edilmiş olsun.136
Böylece âlimler: "...İsterse parçalarından birine..." kaydını koymakla, kabre konmayan ve çeşitli yollarla cesedi ortadan kalkmış olanların da bu hayatı yaşamasını aklen imkân dahiline sokmuşlardır.
İmam Gazzâlî, ruhun kabirde bedenle aralarındaki bu yarım birleşmeyi -çünkü tam birleşme olsa bedene dünyadaki gibi hareket ve canlılık kazandırması gerekirmiş uykusuna yatan sineğe benzeterek, tıpkı sineğin yazın canlılık kazandığı gibi, mahşerde insan ruhunun da bedene tam olarak bitişip bedenî haşrin gerçekleşeceğini söyler. 137 Teşbih, pek isabetli olmamakla birlikte, ruhun bedenle olan ilgisinin dünyadakine benzemediğini ifade etmektedir. Dünyada ruh bedene daha sıkı bağlı olduğu için hep maddî kanunlar dairesinde yaşar. Kabirde ruhun bedenle olan ilişkisi, dünyadakine nisbetle çok azdır. Bu sebeple ruh cennet nimetleri içinde sefa sürerken beden de, ruhun kendisiyle olan ilgisi sebebiyle bundan lezzet duymakta; ruh siccinde azap görürken de yine bu ilgi sebebiyle beden de acı duymaktadır.
Bu konuda fikir yürüten âlimlerin hemen hemen hepsi kabir hayatını uykuya teşbih etmişler, insanın rüyadaki ahvâlini de kabir ahvâline benzetmişlerdir. Uyuyan bir kimsenin uykusunda gördükleriyle sevinç ve elem duyması ve yanındakilerin bundan hiç haberdar olamaması, hepimizin yakinen bildiği bir realitedir. Aynı şekilde biz müşahede edemesek bile, kabirdekilerin de tıpkı uykudakiler gibi, sorguya çekilmesi, nimet ve azap-duyması bir vakıadır ki, bunlardan hiç birisini, duyularıınızla idrak edemiyoruz diye inkâr etmek akıllılık değildir. Çünkü insana verilmiş olan görme duyusu sınırlıdır. Ancak görme sınırları içine giren şeyleri ve görme şartları uygun olduğu zaman görebilir. Meselâ, herkesin varlığını tereddütsüz kabul etliği havayı görme duyumuzla göremiyoruz. Yine aklımızı, ruhumuzu, zihnimizi göremiyoruz; ama bunların varlığını, var olduklarını biliyoruz. Göremeyişimizin sebebi ise, bunların bizim görme duyumuzun sınırları dışında oluşudur. Yine içerisinde görebildiğimiz bir sürü eşya bulunan bir odada karanlıkta hiçbir şey göremeyiz. Bu, odada hiçbir şey olmadığı manasına gelmez. Yahut göremiyoruz diye odadaki eşyaların varlığını inkâr etmemizi gerektirmez. Çünkü görme şartlarından olan ışık olmadığı için göremiyoruz.
İşle kabir ahvâli de böyledir. Allah Teâlâ bu ahvâli müşahede etmekten -kendi dilediği kimseler müstesnâ-bir hikmet için insanların duyularını alakoydu ve bu halleri onlara gizli tuttu. Bütün bu ahvâl âlem-i melekûttandır ki, dünya için verilmiş olan duyulara melekût âlemine ait işleri idrak etme gücü verilmemiştir.
O halde duyularla idrak edilen âlem dışındaki bu ahvâle dair Peygamber (sav) den gelenleri olduğu gibi kabul etmek gerekir. Hadislerde cesetle birlikte yapılabilecek şeyler geldiğine göre, kabir âleminde cesetle ruhun birbirleriyle ilişkileri olduğunu kabul etmekten başka çare kalınıyor. Nitekim cumhur-u ulemâ, ya tamamen, yahut da kısmen ruhun bedene iade edilip, bedenle ruha birlikte suâl sorulacağını açıkça söylemişlerdir.138
Yine dünyadaki olaylardan kalp sektesi geçirenin durumunu da kabirdekine teşbih edebiliriz. Zira kalp sektesi geçiren kişiyi, aslında o ölü olmadığı halde, biz onda hayat eseri göremiyor ve ölü zannediyoruz. Dünyada madde âleminde cereyan eden ve dünya hayatı yaşayan bir kimsenin hayatını hissetmekten âciz olan insanoğlu, nasıl olur da bu âciz haliyle dünya sonrası hakikatleri müşahede edemiyorum diye inkâr eder. 139
Ashab-ı kiram, Rasulullah (sav) in yanında iken ona Cebrail (a.s) gelip vahiy getiriyor, onlar ise, Cebrail'i görmeden, geldiğini Peygamber (sav) söyleyince inanıyorlardı. Yine Rasulullah (sav) Cibril'in sözünü işittiği halde, yanındakiler işitmiyorlardı.140 Eğer bir kimse, biz ölüyü gördüğümüz halde, Münker ve Nekir'i göremiyoruz. Suâl sorarlarken seslerini duyamıyoruz. Ölünün de onlara cevap verirken sesini duyamıyoruz, diyecek olursa ve bu sebeple inkâr ederse, şüphesiz bu söz, Hz. Peygamber (sav) in Cibril'i görüp sesini duyduğunu da inkârı gerektirir ki, bu apaçık inkâr ve küfürdür. Yüce Allah, kimde görme ve işitme kudreti yaratırsa o görür, yaratmadığı da göremez, duyamaz. 141
Ölünün azap sesini ve suâlleri Allah Tealâ'nın bize işittirmemesi, imtihan icabıdır. Rasulullah (sav), kabirde azap çekenin sesini, insan ve cinlerden başka her şeyin duyduğunu ve ölülerimizi defnetmememizden korkmasa, insanlara da işittirmesi için Allah'a dua edeceğini söylemiştir.
Bütün bu ahvâli bizden gizli tutan, Cenab-ı Hak'ktır. İşittiklerimizi işittirmeye kadir olan Allah, işitmediklerimizi işittrmemeye kadir olamaz mı hiç?142
Aslında dünyadan sonraki hayat hakkında bize bildirilen şeyler, dünyada bildiğimiz olaylarla ve eşyalarla anlatılmıştır ki, biz anlayalım diye. Aksi halde görmediği miz ve müşahede etmediğimiz o âlem hakkında bilgi sahibi olamazdık. Çünkü insanoğlu bilmediği şeyleri duyunca bildiklerine benzeterek zihninde canlandırır ve öyle kavrar. Ahiret ahvâli ve ölümden sonraki haller, künhü haki katı üzere olduğu gibi bilinemezse de, dünyada herşeyin bir misâli vardır.143 Dünyadakilere benzeterek Allah ve Rasulü anlatmışlardır ki, bu hususlarla ilgili nasslarda geleni, olduğu gibi kabul ederiz. Dünyadakine her yönden benzetmeye ve aynısı olduğunu iddia etmeye de da kalkışmayız.
Kabirde ruhun bedene dönüp bedene hayat vermesini, hayat için bedenin tam ve sağlam olmasını (bünyeyi) şart koşan filzoflar, aklen imkânsız görmüşlerdir.144 Bu hataya düşmelerine sebep, ölüm ötesini dünya ile mukayese etmeleridir. Dünyada hayat için bünye şart olduğundan böyle bir neticeye varmışlardır ki, bunun yanlış bir kıyaslama olacağına yukarıda değinilmişti.
Kısacası, ister ruhun dönüşüyle, isterse ruhun taallukuyla olsun, kabirde ölüye o ahvâli idrak edecek derecede duyulan ve bir nevi hayat verilir. Bununla suâl, azap ve nimeti idrak eder.145 Ehl-i Sünnet, böyle bir hayatın ölüde meydana getirileceğinde ittifak etmişlerdir.146 Bu hayatın ruhî veya hem ruhî hem de bedenî olması aklen caiz ve mümkündür. Aklen caiz ve mümkün olan şeyler ise, şeriatte reddedilmemiştir. Ve bu iki görüş de alimler tarafından savunulmuştur.147 Ancak hadislerde bildirilen durumlar, bedeni de hatırlattığı için, hem ruhi, hem de bedenî olduğu görüşü, nassların zahirine de uygun düştüğü için daha isabetli olsa gerekir.
Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları ise ahvâl-i berzahı tasdik ve imanın vâcib olduğunu belirterek, keyfîyetiyle meşgul olmayı hoş görmemiş, keyfiyetinin bilgisini Cenâb-ı Hakk'a havale etmişlerdir. Dinde anlaşılması kolay olmayan şeylerin gizli tarafının ilmini Allah'a havale etmek selefin âdetlerindendir.148
Şüphesiz her şeyi en iyi bilen Allah'tır. Kabir hayatının keyfiyyetini de... 149
Dostları ilə paylaş: |