AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın Başkan, Orhan Bey hoş geldiniz.
Kırk dakika, bu süreçte demokrat yargının Anayasa konusundaki projeleri, düşünceleri zapta ve hazırlık havuzuna akacak, sizleri dinleyeceğiz. Cumhuriyet Halk Partimizden Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partimizden Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partimizden Altan Tan ve ben Adalet ve Kalkınma Partisinden Ahmet İyimaya, sizleri dinleyeceğiz. Tutanaklar gizlidir, özgürce görüşlerinizi dinliyoruz. Belki beş, on dakika, geride, kalırsa arkadaşlarımız bazı konularda sorular sorabilirler, bir açılım ihtiyacı duyabilirler.
Teşekkür ediyorum.
Buyursunlar.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Tekrar saygıyla selamlıyorum hepinizi. Teveccüh gösterdiniz, davet ettiniz, çok teşekkür ederim. Umarım Anayasa Uzlaşma Komisyonu Türkiye’deki Anayasa tarihinin makûs geçmişine eklenen araçlardan bir tanesi daha olmaz. Ben verimli bir çalışma olmasını diliyorum, umut ediyorum.
Öncelikle genel olarak Anayasa üzerine, Anayasa Uzlaşma Komisyonu üzerine, Meclis üzerine ve Anayasa yapmaya çalışan Meclisin genel zihniyeti üzerine birkaç şey söylemek istiyorum, içinde bazı şüpheleri barındıran sözler bunlar, tespitler olacak bunlar.
Birincisi, ben bu Anayasa Uzlaşma Komisyonunun, Uzlaşma çalışmalarının bir Anayasa perspektifine sahip olmadığını düşünüyorum. Anayasa demek bir anayasal düzen kuran bir siyasal araç demektir. Oysa bugün kurulu anayasal düzene sanki tek bir yasal metin eklenmeye çalışılıyormuş gibi görünüyor. Bu çok ciddi bir problem. Anayasa demek içinde Siyasi Partiler Yasası’nın, içinde Seçimler Kanunu’nun -ki anayasallık bloku odur- olmadığı bir çalışma demek değil. Anayasa demek Siyasi Partiler Yasası’na mutlaka değinmek demek, Anayasa yapmak demek yeni bir anayasal düzen kurmak demek, Anayasa yapmak demek Seçim Kanunu üzerine çalışmak demek. Şimdi sanki bütün bunları bir köşeye atıyor Anayasa Uzlaşma Komisyonu, mevcut anayasal düzene bir yasa eklemeye çalışıyormuş gibi bir hâli var yani Anayasa yapmak demek yasa yapmak demek değildir ve bu Uzlaşma Komisyonu başından itibaren Anayasa’yla yasayı birbirine karıştırıyor. Umarım bu bilgiyle ilgili bir sorundan değildir çünkü o çok daha ciddi bir olaya tekabül ediyor demektir. Ben bunun politik bir strateji olarak ortaya konulduğu şeklinde yorumluyorum. Bu ciddi bir sorun, bunu bir kenara kaydediyorum.
İkinci nokta: Ben bu Meclisin bir yeni Anayasa yapma yetkisinin ve hakkının olmadığını düşünüyorum. Bunun sebebi de Anayasa’nın 1,2, 3, 4 ve 175’inci maddeleri değil. Ben böyle bir kanaatte değilim. Bu halk, bu Meclis o anlamda yeni bir Anayasa yapabilir, buna yetkilidir, hakkı vardır fakat bu Meclisin Anayasa yapamamasının temel sebebi Türkiye’de cumhuriyetin geleneksel olarak ve yapısal olarak bir politik temsil krizinin tam üzerine oturuyor olmasıdır. Türkiye’de yüz yıldır bir politik temsil krizi yaşanmaktadır. Türkiye’nin çeşitli toplumsal, siyasal farklılıkları o ülkenin meclisine, parlamentosuna yansımamaktadır. Dinsel söylemli politik hareketlerden tutun, etnik, kültürel hareketlere, politik hareketlere, oradan sosyalist sınıf hareketlerine kadar hepsi Türkiye’nin geleneksel kamusunun ve geleneksel Parlamentosunun dışında tutulmak için sayısız eylem, işlemler ve uygulamalar yapılmıştır. Türkiye’de yeni bir Anayasa inşa edecek bir Meclis altyapısı yoktur çünkü çok ciddi bir politik temsil krizi vardır. Bu hem yapısaldır hem de bugüne dair tarihsel bir meseledir. Birçok mebusumuz hâlâ içeridedir, tutuklu durumdadırlar hatta Hatip Dicle seçildiği hâlde mazbatası verilmemiştir, bu çok ciddi bir sorundur. Bu politik temsil krizi nedeniyle yani bu Meclis kendisini inşa edecek temel mevzuat altyapısıyla siyasal kültüre dayanarak yeni bir Anayasa yapamaz, yapmamalıdır çünkü toplumu temsil etmemektedir.
Üçüncü, Anayasa üzerine, sözüm: Ben bu Anayasa Uzlaşma Komisyonunun çalışmalarının çok apolitik gittiğini düşünüyorum. Dünyada bütün ülkelerde Anayasa eylemi bir politik eylemdir. Politik tarafgirleşmenin konusu olmayan, politik mücadelenin, çatışmanın konusu olmayan hiçbir Anayasa yapılamaz. Bugün bir apolitik sanki teknik uzlaşma komisyonlarıyla yürütülecek bir şey varmış gibi görünüyor yani yapılabilirmiş gibi görünüyor. Bunun bir tek anlamı var. Anayasa yapılması gerekiyorsa onu da biz yaparız diyor birileri ve şu an harekete geçmiş durumdalar. Bir Anayasa gündeminin eğer sağ ve solu, sol hareketi ve sağ hareketi, sosyalist hareketi, liberal muhafazakâr hareketi veya sosyal demokrat hareketi veya işte dindar veya laik -çok anlamlı gelmiyor bana bu ayrım ama- pozisyonları oluşmayan, bu dinamikleri ortaya çıkmayan, buna dönük politik enerjiyi açığa çıkarmayan herhangi bir Anayasa gündemi inandırıcı olamaz. Bundan artık vazgeçmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu anlamda ben bugünkü Anayasa çalışmalarının, Anayasa Uzlaşma Komisyonunun ve Meclisin Anayasa konusunda ciddi bir şüphe altında olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bunu bir kenara kaydetmek istiyorum ve galiba beni yargı üzerine dinlemek üzere çağırdınız.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok, konulu değil, genel. Sınırlama yok. Total, tüm.
ATİLLA KART (Konya) – Tüm düşüncelerinizi… İstediğiniz gibi yapabilirsiniz.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Tamam. Ben yargıdan devam edeyim.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Yani biz sizin tarif ettiğiniz çerçevede değiliz.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN - Anladım. Açık olduğunuzu görüyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Aksi takdirde şu olur: Meclisi hiçe sayarsanız şu anda burada bulunmanız da gereksizlik arz ediyor.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Ben aslında tıpkı MHP, BDP…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Geçen cümlelere bir bakar mısınız: “Temsil yetkiniz yok sizin. Bu Meclisin temsil yetkisi yok.”
ATİLLA KART (Konya) - Bir görüş belirtiyor.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Şok edici olsa bile sonunda…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Ayrı bir mesele de yani onu da biz hatırlatalım yani nasıl bir durumla karşı karşıya olduğunu.
ATİLLA KART (Konya) - Son derece yararlı bir sunuş olduğuna inanıyorum.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN - Oktay Bey, temsil yetkiniz olduğunu düşünmüyorum. Pardon yetkiniz olmadığını düşünmüyorum. Temsil yetkiniz var tabii ki. Milletvekili olarak da yetkiniz olduğunu düşünüyorum, tabii ki var.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Bu Meclisin yetkisi yoksa bizim nereden yetkimiz olur sevgili kardeşim?
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Bu Meclisin de var. Hayır, bu halkı belli ölçüde temsil ettiğini düşünüyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Ama öyle söylediniz.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Başka bir şey söyledim.
Politik temsil krizi başka bir şeydir, bugün bu heyetin mümtaz üyelerinin samimiyetleri, halkı temsilleri başka bir şeydir, bunları artık bence başka türlü tartışmak lazım yani böyle bir alınganlık göstermeden daha farklı, biraz daha derine inmekte fayda var.
Şimdi efendim, yargıya gireceğim. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Bakın Türkiye’de yargının yüz yıllık geleneği en sonunda AKP’nin üzerine çökecek bir skandala dönüşmek üzeredir. Yargı evet tam anlamıyla bir skandaldır, skandal olmuştur eğer bugün bu yeni Anayasa çalışmalarınız vesilesiyle bu meseleye çok dikkat göstermezseniz hakikaten bu skandal öncelikle AKP üzerine çökecektir, sonra zaten hepimizin üzerine bir dönem çöktü, çökmediği dönem olmadı. Ben master tezini ODTÜ’de 44 yargılamaları üzerine yaptım. Türkçü hareket üzerine yaptım ve onların nasıl yargının baskısı altında ezildiklerini çok iyi biliyorum. Alparslan Türkeş’ten Nihal Atsız’a kadar birçoğunun çocuklarıyla, kendileriyle -bazıları yaşıyordu- görüştüm. Nasıl bir baskı altında kaldıklarını böyle bir, Türkiye’de bir siyasal aktör olup da yargı konusunda kendi mağduriyet arşivi olmayan herhangi bir hareket yok. Bunu bir kenara koyalım. Bu tartışma dışı olmalı bence çünkü hakikaten hepimizin işkence anıları var, hepimizin siyasal yargılama anıları var, herkesin var, benim yok ama ben kürsüdeyim ama ben birbirinden farklı siyasal aktörleri kürsüdeyken karşımda görmekten utanç duyuyorum, siyaset nedeniyle karşımda görmekten utanç duyuyorum, üzülüyorum.
Şimdi, skandala dönüşmek üzere dedik. Bunların teker teker görüntülerini size aktarmak istiyorum. Birinci nokta: Türkiye’de bugün yargı ve yargı alanı, yargı eylemleri, yargı uygulamaları belirli bir cemaatin -Fethullah Gülen cemaatinden söz ediyorum- iç paylaşım alanına dönüşmüştür. Evet aynen böyle. Türkiye’de yargı Fethullah Gülen cemaatinin iç paylaşım alanına dönmüştür ve bunun mağduru sadece BDP, MHP, CHP değildir, aynı zamanda AKP’nin kendi içindeki çeşitli gruplardır, dindar gruplardır. En son Cübbeli Ahmet Hoca’nın ne hâle geldiğini, getirildiğini görüyoruz ve bunun hepimiz mağduruyuz. Bu konuda çok dikkat göstermek lazım. Yargı arkadaşlar ve sayın mebuslarımız, saygıdeğer milletvekillerimiz, yargı hakikaten ve çok tehlikeli bir biçimde ilerliyor fakat buna siyasallaşma demeyi reddediyorum. Yargı siyasallaşmadı. Yargı maalesef devletleştirildi. Yani sadece belirli bir cemaatin AKP içindeki diğer iktidar gruplarından da söz etmiyorum, diğer kesimlerden de söz etmiyorum, belirli bir cemaatin politik tekeline alınmış durumdadır. Aynen geçmişteki gibi yargı devletleştirilmiştir. Bugün yargı içindeki bütün konumlar, bütün pozisyonlar, bütün alanlar, bütün terfi alanları, bütün pozisyonlar hepsi cemaat tarafından belirlenmektedir ve yavaş yavaş sadece CHP’yi, BDP’yi, MHP’yi mağdur etmemektedir bu, AKP içindeki çok çeşitli grupları da mağdur sınıfına doğru taşımaya başlamıştır. Ben bazı davaları inceledim. KCK iddianamesini okudum. Ergenekon’u okudum. Balyoz’u okudum. Özellikle Balyoz ve KCK benim hakikaten kanımı dondurdu. Yani böyle bir iddianame asla yazılamaz yani 44 yargılamalarından hiçbir farkı yok o ikisinin. Ergenekon konusunda biraz şüphelerim var yani Ergenekon’un doğru bir yerden girip artık sadece cemaatin kendi işlerini gördüğü bir operasyon alanına doğru gitmekte olduğu kaygısı taşıyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – 44, bu milliyetçi yargılama mı?
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Irkçılık, Turancılık davası. 23, 24 kişinin yargılanması. Tipik hakikaten siyasal yargılama, işkenceden tutun olmayan yok. Ve ben neredeyse birçok bugün yaşadığımız, güncelde yaşadığımız olayların çoğunu 44 yargılamalarında edindiğim perspektif üzerinden baktığımda hakikaten çok benzetiyorum. Bugün 4 bin insan sadece siyaset yaptığı için içeride. Öyle şeyler, cümleler kuruluyor ki: “Terör örgütünün ideolojik alanda medyada faaliyetini yürütmek.” Ne bu? Böyle cümle kurulamaz. Böyle bir cümle kurulamaz. Hukuktan anlayan birisi böyle cümle kuramaz.
ATİLLA KART (Konya) - Tekrarlar mısınız o cümleyi?
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Şöyle: “Terör örgütünün ideolojik alanda medyada faaliyetini yürütmek.”
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Medyada…
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN - Medyada evet. Gazete, televizyonlarda faaliyetini yürütmek. Böyle bir mesele var.
Şimdi, evet, ilk tehlike bu, yargı artık devletleştirilmiş durumda ve cemaat tarafından, Fethullah Gülen cemaati tarafından devletleştirilmiş durumda ve diğer tüm kesimler Başbakan Sayın Erdoğan da dahil bunların dışındadır. Sayın Başbakan sadece Başbakan olmasının bazı paylarını istemiştir. Örneğin KCK’dan tutuklanacakların listesini biraz genişletmiş olabilir, fazlalaştırmış olabilir, yani, 10 kişiyse… 400 kişilik liste biliyorum ben, sonra o biraz uzatılmış galiba duyduğum kadarıyla ama Başbakan Erdoğan da birçok farklı dava üzerinden sıkıştırılmaktadır. Göksel Gümüşdağ meselesi bunun bir boyutudur. Deniz Feneri bir başka boyutudur. Ve çok yeni bir şeyle karşı karşıyayız. Yargı endüstrisi diyeceğim ben. Yeni bir adliye endüstrisiyle karşı karşıyayız. Asıl olarak bu Wright Mills’in İktidar Seçkinleri kitabında çok güzel anlatan bir Amerikan iktidar tanımı vardır. Askerî sınai kompleks diye bir şey. Türkiye’de de bugün yargıda yeni bir kompleksle karşı karşıyayız. Asıl olarak karargâhın cemaat tarafından götürüldüğü, onun dışında çok çeşitli çevrelerin, AKP içindeki belli grupların iş verdiği bu yargıya ve dikkatinizi çekerim son dönemlerde ilginç avukatlık şirketleri kurulmaya başlandı. Giderek büyüyen, Yargıtayın, Danıştayın dönüştürülmesiyle beraber giderek büyüyen yeni bir yargıda finansal alan oluşmaya başladı. Kendisine ait hayat alanı kurdu bu yeni iktidar ve bu alan avukatlık alanına doğru da yansımaya başladı artık, bu mali finansal alanın orasıdır yargı endüstrisinin. Yepyeni bir yargı endüstrisi çıktı ve buradan alarm veriyorum, hakikaten alarm veriyorum, hepimiz tehlikedeyiz. Sadece ben tehlikede değilim, Sayın İyimaya siz de tehlikedesiniz. Hepimiz hakikaten tehlikedeyiz ve bir, hakikaten şu doğa durumundan çıkıp, birbirimizi boğazlamaktan çıkıp, hâlâ doğa durumunda yaşıyoruz bu 17’nci, 18’inci Yüzyıl filozoflarının. Solun sağı boğazladığı, sağın solu boğazladığı, dindarın laiki, Alevi’nin Sünni’yi boğazladığı ve yargıyı da bunun aracı hâline getirdiği şimdi bir alanın tam içindeyiz, alarm veriyorum, bu birinci noktaydı. Skandalın görüntülerinden bir tanesi.
Bir başka nokta: Bakın son bir buçuk yıl içerisinde yargıda iktidar değişti. Yargının faili değişti. İktidarın faili değişti yargıdaki ama her şey aynı durmaya devam ediyor. Yargıda her şey aynı kalmaya devam ediyor. Bakın biz, ben referandum süresi içerisinde “evet” oyu için propaganda yaptım. Hiçbir pişmanlığım yok son derece de gururluyum bu konuda yani “evet” propagandası yaptığım için. Gururluyum çünkü geçmiş hakikaten despotik bir iktidardı ama yeni gelen, geçmişin o despotik iktidarlarının hepsini, o kurumların hepsini yerinde tutup bir tek şey yaptı, o da kendisine ait kıldı. Yargıtaya yönelik bizim örneğin çok ciddi eleştirilerimiz vardı. Bilmiyorum biliyor musunuz. Yargıtay Rekabet Kurumuna üye atamaktadır. Danıştay Kamu İhale Kurumuna üye atamaktadır. Bu ne? Ne yapıyorsunuz? Nedir bu? Yargıtayda şu an 400 üye var. Dünyanın hiçbir ülkesinde bir temyiz mahkemesi 400 üyeli değildir, yok böyle bir şey. Dünyanın hiçbir yerinde yargının yüzde 4’ü, 10 bin kişi, Yargıtayda değildir.
Bunun ötesinde ve üçüncü şıkka geçmek istiyorum…
Bu kurumlar ve zihniyetler ve uygulamalar aynen devam ediyor, iktidar aynen devam ediyor. İktidar etme biçimleri, uygulama biçimleri, terfi biçimleri, kararnameler bunların hepsi aynen varlığını sürdürüyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Uygulayanlar değişti.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Sahibi değişti sadece. Şu an o aygıtın yeni bir sahibi var artık. Bu arabayı bir başkasına devrettiler aynen geçmişte olduğu gibi 1949’da komünistler nasıl yargılandıysa, 1944’te Türkçüler, milliyetçiler nasıl yargılandıysa ve o süreç içerisinde yargı nasıl kullanıldıysa bugün de öyle kullanılmaya devam edilmektedir. Politik bir değişim yok. Bakın faşist bir hareketle demokrat bir hareket arasındaki fark iktidarı değiştirmekle siyaseti değiştirmek arasındaki farktır. Siyaseti değiştirdiğiniz anda demokrat olursunuz. Siyasetin araçlarını değiştirdiğiniz anda demokrat olursunuz. Yok, iktidarı ele geçirdim yeter artık derseniz faşist olursunuz. Ve son derece tehlikeli bir süreçtir. Şu an kurumlar aynen varlığını sürdürmektedir. Aynı uygulamalarla sürdürmektedir. Ve bu en ciddi problemdir. Biz yıllardır Yargıtayın, Danıştayın, ben 2002’den beri yazıyorum -Radikal 2’den tutun diğer tüm gazetelere kadar, birçoğunda yazdım- söylüyorum, Türkiye’de yargı organları yargı bir idari kurum olarak yapılanmıştır, bir bürokrasi olarak yapılanmıştır. Bir yargı organı olarak yapılanmamıştır. Başka deyişle Türkiye’de bir adliye vardır ama yargı yoktur. İkisi arasındaki farksa ölümcüldür. Hepimiz açısından ölümcüldür. Türkiye’de bir yargı yok, adliye var ve adliye makinesi istenildiği gibi kullanılıyor.
Ve gelelim üçüncü görüntüye, iflasa dönük, skandala dönük, AKP’nin doğrudan üstüne çökecek bu skandala dönük üçüncü görüntüye. O da adliyeler bir yandan adliye içi hiyerarşi baskısı altında, bir yandan da iş yükü altında şu an çatlamak üzeredir. Ve hâkim, savcılar giderek yargıdan kaçmaya başlamışlardır. Hiç, bilmiyorum bir yargı üzerine özel araştırmaları olan oldu mu? Siz zaten siyasi Türk hukuku sorunları yazdınız. Atilla Bey uzun süredir bu mesele üzerine çalışıyor. Altan Bey’in başka yazılarını okuyorum. Sizi de, kusura bakmayın takip edemedim ama mutlaka çalışmalarınız vardır bu konu üzerinde. Türkiye’de yargının yüzde 20’den fazlası kürsü dışında çalışıyor. Olabilecek bir şey mi bu? Yüzde 20’den fazlası “Ben hâkimim” diye gezerek kürsü dışında yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Şu an 1.500 kişi Yargıtayda, hâkim bunlar, hâkim kimliği taşıyorlar ama kürsüde bir yerleri yok. Kürsüden korkunç bir kaçış, duruşmadan kaçış süreci yaşanıyor. Şu an Adalet Bakanlığında 400’e yakın hâkim var. HSYK’da 200’den fazla, giderek her gün bir kararname çıkarıyorlar sabah, öğle, akşam. Şu an en son bildiğin 200 civarındaydı. 200’den fazla hâkim var. Ne yapıyorlar bunlar? Yani hâkim olmak için gelmediler mi? Ve yüzde 20’den fazlası hâkim olarak varlıklarını, kimliklerini memurin hayatlarını kurdukları hâlde, devam ettirdikleri hâlde ilginç bir biçimde kürsüden kaçmaktadırlar ve bu oran dünyada hiçbir ülkede yoktur, hiçbir ülkede yoktur. Bu üçüncü görüntüyü de bir köşeye koymak istiyorum.
Önce bir siyasal ve ideolojik tarafgirleşmeyi tespit etmek istiyorum. Ben bu ideolojik ve siyasal tarafgirleşmeyi 2010 referandumu öncesinde de yapmıştım. Türkiye’de bence devlet teşkilatı bakımından yeni Anayasayı zorundu kılan iki temel alan var. Bunlardan bir tanesi yargı alanı. Diğerini geçiştireyim. Merkezî iktidarla yerel iktidarlar arasındaki politik bağın yeniden kurulması lazım. Yani onu nasıl formüle aktaracağız onu düşünmek lazım. Hakikaten merkezî iktidarla yerel özerklikler arasındaki politik bağı nasıl kuracağız? Ve devlet teşkilatını bu boyutuyla nasıl inşa edeceğiz? Bunu bir kenarda tutalım. Asıl meselem yargı. Bugün bence yargıdaki mesele yüz yıldır değişmedi. Yargı teşkilatındaki mesele yüz yıldır hatta yüz elli yıldır değişmedi. Yüz elli yıldır memur hâkimler süreci yaşıyoruz. Ondan önce çok sağlam bir şey vardı -benim incelemelerime dayanarak söylüyorum- hani Şeyh Bedrettin’in çok güzel, usulün fusuleyn, çok önemli bir kitaptır. Biliyorsunuz kazaskerdi o.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Ara bilgi vereyim.
Osmanlı literatüründe Arapların ve Avrupalıların atıf yaptığı tek usul kitabıdır. Muhteşem bir şey.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN - Ve aynı zamanda yargı bağımsızlığı denen şeyin nasıl olacağına dair, hukukun özerkleşmesi denilen şeyin nasıl olacağına dair ilk çalışmalardan birisidir.
Şimdi, Osmanlı’da kendisine ait dayanıklı bir sınıftı, bir sosyeteydi yani. Sosyeteyi şey anlamında söylemiyorum, dayanıklı bir sosyal grup anlamında. 15, 16’ncı Yüzyıl’daki burjuva kamularının oluştuğu o sosayti denilen şey tam onların zaten. O çerçevede oluşmuştu ve çok sağlam bir sosyal dayanıklılığı diğer yandan da… Saati göremiyorum…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Dinliyoruz sizi yani olabildiğince Anayasa’ya girerseniz.
ATİLLA KART (Konya) - Devam etsin.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK İÇİN YARGIÇLAR VE SAVCILAR BİRLİĞİ BAŞKANI DR. ORHAN GAZİ ERTEKİN – Evet, daha hızlı geçmeye çalışacağım. Osmanlı’da iyi bir hukuk pratiği ve iyi bir yargı pratiği vardı. Sayısız sorunlar var tabii yani Osmanlı’yı çok şey yapmamakta fayda var. Yani böyle bir efsane değil ama bir gerçekliğini algılamamız lazım. Bence öğretici yanları çok. Birazdan önereceğim. Bir şeyin de asıl mehazı orada. Şuhudul hâl diye bir şey önereceğim, hâl şahitleri. Osmanlı hukukunda olan bir şeydir bu. Şimdi yüz elli yıldır maalesef bir memur hâkimler süreci yaşıyoruz ve bu memur hâkimler iktidarlar tarafından çok kolay kullanılabilir bir nitelik taşıyorlar. Sosyal bir dayanıklılıkları yok, hiçbir sosyal dayanıklılıkları yok. Bırak sosyal dayanıklılığı yani hâkimler herhangi bir çek, bono senedi düzenlemeksizin hâkim oluyorlar. Yani bir kat malikleri toplantısına katılmadan bir kişi hâkim oluyor sonra kat malikleri meselesini çözmeye çalışıyor. Kat malikleri arasındaki hukuki ihtilafları çözmeye çalışıyor. Bir hâkim hayatında çek yazmıyor, sonra gidiyor çek meselesini çözmeye çalışıyor. Yani bu herhangi bir sosyalleşmesi olmayan tamamen devşirme bir yargı geleneği. Böyle bir devşirme yargıya tepeden ne söylerseniz yaptırırsınız. Al şunları, alır; ver şunları, verir. Bunları düzenle, tanzim et, yapar. Ve zaten yüz elli yıldır bu meseleyi yaşıyoruz ve bence politik ve ideolojik ayrım şurada: Bir grup halkı devlet teşkilatı, devlet kurumları nezdinde geri ve ilkel düzeyler olarak işaretlerken bir diğer kesim halkın politik dinamiklerini devlete taşımaya çalışıyor ve bu sanıldığı gibi sağ sol ayrımına da tekabül etmiyor. Ben 1960’lı yıllarda çok sağlam, hem sağdan hem soldan devlet teşkilatının halka, topluma taşınmasına dönük ciddi metinler okudum. Bu metinler içerisinde Mümtaz Soysal’dan tutun Mümtaz Turhan’a kadar, Sabri Ülgener’e kadar, çok önemli metinlerdir bunlar ve bu sağ sol ayrımına da tekabül etmiyor. Bunu görmek lazım. Ve bugün bence bu ideolojik politik çatışmanın eksenini tayin edip devlet teşkilatını yeniden nasıl şekillendiririz, demokrat bir biçimde inşa ederiz ve dediğim gibi o doğa durumunu nasıl aşarız, onu bir düşünmemiz lazım.
Gelelim sizin talebinize. Gelelim Anayasa’ya ve yargı nasıl inşa edilir? Yargı anayasalarda iki yönlü olarak bakarsınız, dünyanın tüm anayasalarında yargıya böyle bakılır. Birbirine paralel, iki yönlü, birbirine paralel iki yönlü bakarsınız. Bir: Hukuk alanının özerkleştirilmesini sağlarsınız. Bu çok önemli bir meseledir. Yani hemen hemen bütün temel kuramcıların üzerinde durduğu bir meseledir. Hukuk alanının özerkleşmesi yani bir başka deyişle tarih anlatımıyla, tarih denilen şeyle, hukuk denilen şeyi birbirinden ayırma yeteneği kazanmaktır. Siyasal tarihle hukuk birbirinden farklıdır. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamamız gerekir. Örneğin, Atatürk ilkeleri, ilke ve inkılapları bir tarihtir. Mustafa Kemal bir tarihtir, hukuk değildir. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamayı öğrenmemiz lazım. Mustafa Kemal tarihsel prestiji olan, Atatürk ilke ve inkılapları tarihsel prestiji olan, tarihselleştirilmesi gereken bir alandır fakat hukuksallaştırılması tehlikelidir. Yaşadığımız süreçte bu olmuştur.
Bu anlamda, devrim… 1934’te ilginçtir -bir örnek vereyim size- galiba ilk Recep Peker veriyor bu dersi. Kamu hukuku dersiyle inkılap tarihi dersi beraber verilmeye başlanmıştır. Bu olacak bir şey değil. Kamu hukuku dersiyle inkılap tarihi dersini ayırabildiğinizde hukuk alanını, hukuk düşüncesini özerkleştirmeye başlarsınız. Aksi takdirde, hukuk yaptığınızı zannederek Atatürk ilkeleri yaparsınız, Atatürkçülük yaparsınız, Atatürkçülük yaparken hukuk yapmaya çalışırsınız, yaptığınızı zannedersiniz. Bu da olmaz. Bundan mutlaka uzaklaşmamız lazım. Atatürk bizim için tarihsel prestiji olan bir isimdir, kurucudur, kurucu önderdir. Onu tarihselleştirmek zorundayız. Politik ve ideolojik çatışmalarımızın bir unsuru olmaktan çıkartmak ve bu sayede de hukuk alanının Atatürk ve Atatürk ilkeleri üzerinden algılanmasından vazgeçmeniz gerekir. Başka türlü de hukukun özerkleşmesi mümkün değildir.