MARMARA GRUBU VAKFI YÖNETİCİSİ MÜJGAN SUVER – Efendim, gördüğünüz gibi listemiz de eksik kalmış bir liste, 50’nin üzerindeydi. Tabii, daha sonradan TOBB anayasa çalışma grubunu oluşturunca sendikadan gelen arkadaşlarımız o gruba katıldı ve “Etik olmaz her iki grupta da ismimizin olması.” diyerek ayrıldılar onlar, onları yazmadık. Daha çok hukuk profesörlerinin içinde olduğu, sivil toplum kuruluşlarından da platformların katıldığı bir çalışma grubu olmuştu. Sonuçta, bu ilkelerin yer aldığı anayasalara desteğimiz sonsuz olacaktır, bunu söylemek isterim.
Teşekkür ederim.
Kapanma Saati: 11.32
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.42
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, tekrar hoş geldiniz.
Sizleri, Barış ve Demokrasi Partisinden Altan Tan, Milliyetçi Hareket Partisinden Oktay Öztürk ve Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart olarak saygıyla selamlıyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisinden de Sayın Ahmet İyimaya Komisyonumuzda görev yapıyor ama rahatsızlığı sebebiyle katılamadı, bir göz rahatsızlığı var, o sebeple katılamadı. Onu da gene bilginize sunuyoruz.
Bizler, burada, Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak sizleri dinleme konumundayız. Yani sizin görüşlerinize karşı bir karşı tez beyan etmeyeceğiz, bir karşı görüş beyan etmeyeceğiz. Bir tartışma ortamına girmeden böyle bir yöntem uyguluyoruz. Sizin düşüncelerinizi olabildiğince, en geniş şekliyle özgür şekilde ifade etmenizi istiyoruz. Burada dinleyici olarak ve daha çok nötr konumda gözlemlerimizi yapıyoruz. Belki ara sorularımız olacak. Böyle bir yöntem uyguluyoruz. Bunu bilgilerinize sunuyoruz.
Buyurun efendim.
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Öncelikle, Kafkas Dernekleri Federasyonunu bir anlatmak istiyorum.
Dünya tarihinin gördüğü en büyük soykırıma uğramış, Çarlık Rusyası döneminde Türkiye’ye sürgün edilmiş, Türkiye’nin değişik bölgelerinde örgütlenmiş 61 tane sivil toplum kuruluşunun kurduğu bir çatı örgütüdür Kafkas Dernekleri Federasyonu. Kafkas Dernekleri Federasyonu, 1908 yılında başlayan örgütlenme sürecinden bugüne kadar gelen tüm Türkiye’deki Çerkezlerin bir üst çatı kuruluşudur.
Yeni bir sivil anayasa hazırlanmasıyla ilgili Meclis Başkanlığından kurumumuza gönderilen davet yazısı üzerine, tüm Türkiye’deki derneklerimize, tüm Türkiye’deki Çerkez halkının sorunlarına duyarlı akademisyenlere biz bu görüşü açtık ve daha sonra derlediğimiz görüşleri, bize gelen görüşlerin tamamını derleyerek, öncelikle zatıalinizin de bilgisi üzere Meclisteki tüm grubu bulunan siyasi partilere bir ziyaret gerçekleştirerek dosyamızı sunduk.
Biz, Çerkezler olarak sivil anayasadan ciddi beklentileri olan bir kitleyiz. Kitlemizin sesini buraya taşımaya çalıştık. Türkiye’de geçmiş dönemlerde uygulanan ciddi asimilasyonist politikalar neticesinde, en basit örneğiyle, şu anda Türkiye’ye gelirken, Osmanlıya gelirken Türkçeyi bilmeyen, kendi ana dilinden başka dil bilmeyen biz Çerkezler bugün kendi ana dilimizi artık konuşamaz duruma geldik. Bu bağlamda, yeni sivil anayasada, pozitif ayrımcılık ilkesi çerçevesinde Çerkezlerin dillerini yaşatabilmeleri, kültürlerini, örflerini yaşatabilmeleri başlıca temel sorunlarımızdan bir tanesidir. Çünkü Osmanlı topraklarına 1864’te sürgün edilen Çerkezler, gelen nüfusları itibarıyla ciddi bir asimilasyona uğramışlardır ve bu sürenin neticesinde de artık Çerkezce dili yok olmaya yüz tutmuştur. Çerkezce dillerinden “Ubıhça” dili dünyanın en zengin diliydi. Bu dil maalesef kaybolmuştur. Geriye kalan diğer lehçedeki dillerimizi kaybetmek istemiyoruz. Dilimizi, örfümüzü, âdetimizi yaşatmak istiyoruz.
Bunun dışında yaptığımız çalışmalarda sizlere sunduğumuz dosyamızı okuma imkânı bulabildiğiniz mi bilmiyorum ama arzu ederseniz dosyamızı sizlere de bir okumak da isteriz, eğer ki formatınıza da uygunsa.
ATİLLA KART (Konya) – Uygun tabii. Onu takdir etmek tamamen size ait. Siz nasıl bir sunuş yapmak isterseniz… Zamanı değerlendirerek…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Özetleyerek…
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Tabii ki özetleyerek de olur.
O zaman, bununla ilgili Genel Sekreter arkadaşımız Murat Bey daha özet, temel başlıklarla…
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL SEKRETERİ MURAT CANLI – İsmim Murat Canlı, Kafkas Dernekleri Federasyonunun Genel Sekreteriyim.
Mümkün olduğunca hızlı geçmeye çalışacağım. Bu başlangıç bölümünü de müsaadenizle atlamayacağım çünkü bu bizimle ilgili de bir özet bilgi veriyor.
Yıllarca süren Rus-Kafkas savaşları sonrasında Çarlık Rusyası’nın uyguladığı, insanlık tarihinin gördüğü en kanlı ve acımasız soykırımının ardından Çerkez halkı 1864 yılında ana vatanı Kafkasya'dan sürgün edildi. Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu ve İngiltere gibi dönemin egemen güçlerinin iş birliği ile 1,5 milyonu aşkın insanımız, büyük çoğunluğu Osmanlı topraklarına olmak üzere, Avustralya'dan Amerika'ya, dünyanın dört bir yanına savruldu. Gümüşhane'den Aydın'a, Balıkesir'den Bitlis'e Anadolu'nun her bir köşesine, bugünkü Ürdün'e, Suriye'ye, Mısır'a, Lübnan'a, Filistin'e, İsrail'e, Rumeli ve Balkanlara dağıtıldı. Yüz binlerce insan sürgün yollarında açlık, sefalet ve salgın hastalıklar yüzünden can verdi.
Ayak bastığımız ilk günden itibaren, vatandaşlık ve yurttaşlık bağımızın gereği bu toprakları vatanımız bildik, yapmamız gereken her şeyi yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Sarıkamış'tan Çanakkale'ye, Gaziantep'ten ilk kurşuna, 19 Mayıstan Kore Savaşı'na her yerde biz de vardık, her yerde en öndeydik. Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti ve tüm insanlarımız için çağdaş, demokratik, sivil, insanı temel alan yeni bir anayasa için de üzerimize düşeni yerine getirmeye kararlıyız.
Anayasalar devletin omurgasını ortaya koyar. Anayasa, topluma yansıyan yanıyla, devlet ile bireyin karşılıklı sınırları belirleyen en temel metnidir. Anayasa, bu sınırları belirlerken, bireyin, insan olmasının en doğal sonucu olan hak ve özgürlüklerini toplumsal yaşam içerisinde güvenle kullanılabilmesini temin etmelidir. Her ne kadar anayasa olgusu devlet ve birey kutuplarıyla ele alınabilir görünse de böyle olmadığı açıktır. Anayasa etrafında, o ülkenin bireyleri sayısınca menfaat kutuplarının olduğu muhakkaktır. Birey de toplum da birbirine geçmiş, birbiriyle kaynaşmış çok katmanlı kimliklere sahiptir. İşte anayasa tam da bu noktada "toplumsal sözleşme" özelliğini kazanır.
Türkiye'deki mevcut anayasa, daha önceki anayasalar gibi, farklı olanı inkâr, ırkçılık, asimilasyon ve tek tipleştirme politikalarına zemin hazırlamıştır. Tek başına ırk kimliği ya da etnik kültür bir devleti ayakta tutamaz. Çeşitlilik içerisinde, farklılıklarımızı koruyarak birlik olmak zorundayız. Temelinde ahlaki, akli, toplumsal ve evrensel değerler olmayan bir yönetim tarzı, adı ne olursa olsun yozlaşmaya mahkûmdur. Kendi insanımızla bağdaştırılıp ondan sonra uygulamaya konulmamış anayasaların, sonunda bitmek tükenmek bilmeyen demagojiler üreten kaotik bir düzene dönüştüğü ve art arda askerî darbeler devrinin açılmasına âdeta doğal zemin oluşturduğu unutulmamalıdır.
Sivil ve demokratik bir anayasa için halk kendi anayasasını yapmalı, cumhuriyet demokratik sıfattan ayrı düşünülmemelidir. Seçim sistemleri ve siyasi partiler düzenlemeleri, bir seçmenin oyunun bile temsil edilmemesini veya orantısız temsili engelleyecek şekilde yapılmalıdır. Devlet anayasada hiç bir ideoloji üstlenmemeli, asıl ve yegâne ideolojisi insanı yüceltmek olmalıdır. Halkın iradesi koşulsuz olarak tüm kararların kaynağı olmalı, hiç bir dogmatik düşünceyi öncelememelidir. Devlet, tüm din ve mezheplere eşit mesafede durmalı, toplumdaki etnik ya da kültürel kimliklerle devlet tanımı birleştirilmemelidir. Gerçekçi bir anlayışla, yerinden yönetimler sadece belediyecilikte değil her anlamda sistematiğe bağlanmalı ve etkin bir noktaya taşınmalıdır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, sosyal devlet olmanın kaçınılmaz gerekleri yerine getirilmelidir. Geçmişte örneklerini sık gördüğümüz "çoğunlukçu" anlayış yerine "Demokrasi çoğunluğun tahakkümü değildir." düşüncesinden hareketle evrensel haklar temelinde çoğulcu, sivil, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, çağdaş bir anayasa oluşturulmalıdır.
Ülkemiz özelinde yeni bir anayasa, yukarıdaki nitelikleri ve değerleri taşıyan bir toplumsal sözleşme olmalıdır. Aksi hâlde, belli ideolojik, etnik ve kültürel kesimlerin uzlaştığı mevcut anayasadan ayrı bir ruh taşımayacak, sorunları çözmeyecektir. Resmi ideolojinin açmazlarını tekrar eden bir anayasadan da kimseye fayda gelmeyecektir.
Olması gereken, bireyi ve insan haklarını temel alan, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı, toplumsal ve siyasi temsil gücü yüksek bir anayasanın, herkesin ve her kesimin, ülkenin gerçek ve birinci derecede sahibi olduğu algısını yerleştiren bir anlayışla yapılmasıdır.
Anayasa yapım sürecinin azami katılım ile gerçekleştirilmesi önemlidir. Özellikle farklı kimliklerin, inançların ve farklı sebeplerle azınlıkta kalmış, bu güne kadar dışlanmış kesimlerin etkin katılımı, toplumsal meşruiyeti olan geniş bir tartışma ortamı sağlanması zorunludur. Yeni anayasanın toplumun tamamını kapsayıcı olması güvence yaratacak, aidiyet duygusunu arttıracaktır. Yeni anayasa, ancak bu ülkenin tüm insanları, resmî ve sivil tüm kurumları tarafından samimiyetle sahiplenilebildiği ölçüde başarılı olacaktır.
Bizim temel ilkelerimiz:
Anayasa bir fikir ve ideoloji üzerine inşa edilmemeli, devletin insanlar için var olduğu ilkesi üzerine kurgulanmalı, sistem üzerinde askerî veya bürokratik baskıya zemin hazırlayacak hükümler içermemelidir.
Dil, ırk, etnik köken, renk, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, din, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep, medeni hâl, yaş, engellilik ve benzeri hiç bir nedenle ayrımcılık yapılmamalıdır.
Kimliklere yönelik her türlü asimilasyon ve baskı insanlık suçu olarak kabul edilmeli, tüm kimlikler devlet güvencesi altına alınmalıdır.
Anayasa bireyi temel almalı, anayasaya ve tüm yasalara, evrensel insan hak ve özgürlükleri odaklı bir anlayış hâkim olmalıdır.
Hiçbir toplumsal grubu ya da görüşü dışlamayan, çoğulcu ve katılımcı demokrasi esas alınmalıdır.
Laiklik net ve açık tanımlanmalı, din ve vicdan özgürlüğü esas olmalı, devlet tüm inançlara ve tüm dini kurumlara eşit mesafede durmalıdır.
Anayasal vatandaşlık temel alınmalı, vatandaşlığın hukuki tanımında, hiç bir ırk ya da etnisiteye atıf yapılmadan "Türkiyelilik veya Türkiye (Cumhuriyeti) vatandaşlığı " kavramlarına vurgu yapılmalıdır.
Temel insan hak ve özgürlüklerine ilişkin "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi", "Avrupa Sosyal Şartı" ve "Avrupa Kentli Hakları Deklarasyonu" gibi Türkiye'nin taraf olduğu her türlü sözleşme, direktif ve anlaşmalar referans alınmalı, bu sözleşmeler, hiçbir çekince konulmadan anayasanın tamamlayıcı bir parçası olarak benimsenmelidir.
Anayasada muğlak, soyut ve keyfiliğe açık ifadeler yer almamalı, "kamu yararı", "kamu hizmeti", "genel ahlak", "milli güvenlik" ve "kamu düzeni" benzeri kavramlar açık ve net bir biçimde tanımlanmalıdır. Temel insan hakları bu gerekçelerle hiçbir şekilde kısıtlanmamalıdır.
Bireyin ve ailenin mahremiyeti güvence altına alınmalı, keyfî ve izinsiz takip, izleme ve dinlemelerin engellenmesi için caydırıcı ve önleyici tedbirler alınmalıdır.
Yeni anayasa, memurlar, işçiler, öğrenciler ve bu kitleleri temsil eden sivil toplum örgütleri, dernekler, sendikalar vb. başta olmak üzere toplumun her kesiminin siyaset ile ilişki kurabilmesinin önünü açmalı, ülkenin tüm vatandaşlarının kısıtlama olmaksızın siyaset yapabilmesini garanti altına almalıdır.
Herkesin ve her kesimin merkezi ve yerel yönetimlerde temsil edilebilmesi amacıyla anayasa, seçim barajı gibi temsiliyeti engelleyen düzenlemeleri önleyici hükümler içermelidir.
Sosyal devlet ilkesi; sağlık hizmetleri, çalışma koşulları, sosyal güvenlik, eğitim, dengeli gelir dağılımı ve bölgesel kalkınmada eşitlik benimsenmelidir.
Hukuk devleti olmanın koşulları teminat altına alınmalı, yargının mutlak bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile yargı birliği sağlanmalıdır. Adil yargılanma hakkı esas alınmalı, yargı denetimi dışında hiçbir alan bırakılmamalıdır.
Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında denge, karşılıklı ve sivil denetim koşulları oluşturulmalı, yasama dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmalı, tüm kamu kurumları ve görevlileri için şeffaflık ve hesap verebilirlilik ilkeleri, bilgi edinme ve düzeltme hakları teminat altına alınmalıdır.
Sadece insan ve devlet değil, çevre, doğal kaynaklar, bu ülkenin tüm canlı ve cansız varlıkları ile gelecek nesillerin bu varlıklar üzerlerindeki hakları güvence altına alınmalıdır.
Merkezî ve yerel yönetimler arasında siyasi ve idari yetki, görev ve sorumlulukların dengelendiği, yerel yönetimlerin güçlendirildiği, katılımcı, yerinden yönetim ilkesinin uygulanması sağlanmalıdır.
Her türlü etnik, kültürel ve düşünce gruplarının, toplantı ve gösteri yapma, dernek kurma ve uluslararası kuruluşlara katılma hakkı güvence altına alınmalıdır.
Sivil Toplum Örgütleri, yerel ve merkezî idarelerce desteklenmeli, kamusal karar alma mekanizmaları içinde yer alması sağlanmalıdır.
Kültürel, etnik değerlerin korunması için faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri için devletçe destekleyici olanaklar sağlanmalıdır.
İnsanlık tarihinin ortak mirası, ülkemizde konuşulan tüm diller koruma altına alınmalı, kreş ve anaokullarından başlayarak ana dil eğitimi devlet eliyle yapılmalı, üniversitelerde ana dillerin korunmasına ve eğitimine ilişkin bölümlerin açılması sağlanmalıdır.
Çifte vatandaşlık konusunda kolaylıklar sağlanmalı, yeni anayasada, yurt dışında çalışmak için başka ülkelere yerleşenlerin, akrabalık bağları nedeniyle başka ülkelerle bağı bulunan vatandaşların çifte vatandaşlık alabilmesini sağlayıcı kolaylıklar yer almalıdır.
İnsanlara atalarından miras kalan özgün aile adları, isim, lakap ve benzeri değerlerini soyadı olarak kullanmalarının önü açılmalıdır.
Yeni anayasa, tarihimizle yüzleşilmesinin önünü açmalı, ırkçı, taraflı, tarihsel ve bilimsel gerçeklere aykırı resmî tarihin tarafsız bir gözle yeniden yazılmasını sağlamalıdır. Tek bir olay ya da şahsiyetten hareketle etnik veya kültürel olarak farklı kesimleri rencide edici ifadeler ayıklanmalı, haksızlığa uğrayan tarihî şahsiyetler üzerinden farklı etnik kimliklerin itibarları iade edilmelidir.
Yerleşim yerleri adlarını Türkçe ile sınırlayan ve bu sebeple yüzlerce yerleşim yerinin orijinal adlarının değiştirilmesine yol açan yasalar kaldırılmalı ve bu isimlerin korunması teminat altına alınmalıdır.
ATİLLA KART (Konya) – Ben öncelikle şunu ifade etmek istiyorum: Tabii, ciddi bir çalışma yaptığınızı görüyorum. Gerçekten emek harcayarak bir çalışma yapmışsınız.
Bir hususu öğrenmek istiyorum: Burada “Kafkas Dernekleri Federasyonu” diyorsunuz ama etnik yapı olarak bir Çerkez etnisitesine vurgu yapıyorsunuz. Yani sadece o etnisiteyi mi kapsıyor Kafkas Dernekleri derken, başka etnisiteleri de kapsıyor mu? O konudaki temsil durumunu öğrenmek istiyorum.
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Bize diğer halkların taktığı bir isim Çerkez ismi. Aslında biz Çerkezler kendi içlerinde kendi soylarımızla anılırız. Kabartaylar, Asetinler, Çeçenler, Adigeler gibi. Çerkez ismi bize sonradan takılmış ancak tüm dünyada bizler artık Çerkez olarak tanınıyoruz. Kafkas Dernekleri dediğimiz zaman, buradaki anlaşılan şeyde bizim vurgu yaptığımız tamamen Çerkez diye adlandırdığımız gruplar içindir. Ancak bunun içerisinde diğer Kafkas soydaşlarımız yoktur, onların da kendi ayrı örgütlenmeleri vardır. Yani örneğin bir Azerbaycan bizim bu tanımlarımızın dışındadır.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Çeçenler…
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Çeçenler bu tanımın içerisindedir çünkü bizim derneklerimizde ve bizim yıllardır birlikte çalıştığımız insanlarımızın içerisinde Çeçenler, Osetler, Abhazalar, Abazinler, bunlar hepsi bu gruba dâhildir ve bizim çatı örgütlerimizin altında her zaman için yer bulmaktadırlar.
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Yok efendim. Kendi örgütlenmeleri çerçevesinde… Bizimki, bu söylediğimiz, Çerkez tanımı yaptığımız işte toplulukları kapsıyor.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun, sizin sorularınız varsa…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tarihi biliyoruz. İnsanları topraklarından koparabilmek için yani önünde 10-15 tane köy varken bir köydeki katliamın diğerlerini, her şeyini bırakıp da kaçmaya zorladıklarını biliyoruz. Bunun örnekleri, Bulgaristan’da da aynı şekilde oldu. Ama bir şeyi açıklığa
Ama bir şeyi açıklığa kavuşturmanızı isteyeceğim. Bu insanlar topraklarından sürülürken Rusya “Türk topraklarına gideceksiniz” mi dedi de buraya geldiler, yoksa hangi saikle, hangi gerekçeyle, hangi duygular onları bu topraklara, niye başka bir yere gitmediler? Bir şey daha ekleyeyim: Evet, benim de bir tarafım Kafkaslı olduğu için o tarihi rahatlıkla üzerinde konuşacak kadar hak sahibi görüyorum kendimi. Dilinizi kaybettiniz ama bir vatan kazandınız. Belki karşılayamaz, oradaki vatanın sıcaklığını veremeyebilir ama dünya üzerindeki yok olmaya yüz tutmuş milletleri dikkate aldığımız vakit, evet, dil kaybına uğradınız ama bir vatan kazandınız hayatiyetinizi devam ettirebilecek. Bu da hiçe sayılacak bir şey değildir diye düşünüyorum.
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Ben müsaade ederseniz bu ikinci açtığınız konuyla ilgili söyleyeyim. Biz bu ülkenin tüm temel şeylerinde vardık. Biraz önce vakit almasın diye geçti bu şeyler ama biz burayı evet ikinci vatanımız kabul ettik, hâlâ da öyle kabul ediyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki her aşamasında isim isim şu anda sayabileceğimiz Çerkezleri görmek mümkündür. Hiçbir zaman için bizim bu ülkenin toprağına, bizim bu ülkenin bayrağına, herhangi bir art niyet besleyen bir düşüncemiz olmamıştır, olamaz da. Bizim Çerkezler, buradaki şeyde kendisine kucak açan, Türkiye Cumhuriyeti diyorsunuz ama Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayan kendisine açılan bu kucağa, bu sıcaklığa her zaman için sadık kalmıştır, bugüne kadar geçen süre içerisinde her mecrada bir Çerkez’i görmeniz mümkündür cumhuriyetin kuruluşundan itibaren.
Diğer, Çerkezler niçin Osmanlıya geldiği sorusuyla ilgili de Hasan arkadaşımız bilgilendirme yapsın.
KAFKAS DERNEKLER FEDERASYONU GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HASAN SEYMEN – Sayın Genel Başkanımın ifade ettiğine biraz farklı boyuttan bir şeyler katmak isterim. Çerkezler 1864’e kadar Kafkasya’da üç yüz yıl süren bir savaş sonucunda, bu savaşların büyük oranda da Osmanlı-Rus devletleri arasındaki tampon bölgede olmaları vasıtasıyla Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını koruyucu da nitelikte bir savaş sonrasında ki Çerkezler ilk defa Osmanlı topraklarına 1864’te de gelmediler tabiatıyla, ondan çok önceden Osmanlı ordusunda paşa sıfatına kadar ulaşan Çerkezler var. Bunların da etkileriyle savaşmışlardır. En son Şamil yenilgisinden ve Batı Kafkasya’daki Hacı Giranduk Berzeg yenilgisinden sonra, Çerkezler Rus İmparatorluğunun “Topraklarınızı iki üç gün içerisinde terk edeceksiniz ya da bataklık olan ovalara ineceksiniz, aksi takdirde katledileceksiniz.” direktifiyle ve Balkan, Kırım Harbi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğunun esasen kendi devlet sınırları içerisinde olmamakla beraber etki alanında olan bir bölgeyi Ruslara terk etmesi sebebiyle ki bunun üzerine çok ciddi bir çaba da sarf etmiş Çerkezler o dönemde, İngiliz Parlamentosuna kadar bu konu götürülmüş yani bu toprakların esasen Osmanlı toprağı olmadığı, Osmanlının bir sınırı olduğu fakat yani bir devlet sistemi içerisinde idari olarak Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisinde olmadığı, dolayısıyla da böyle bir anlaşmayla Ruslara Osmanlılar tarafından verilebilmesinin mümkün olmadığı savunulmuş fakat o gün, maalesef bugün olduğu gibi, Çerkezler seslerini duyuramamışlar dünyaya ve Osmanlının da o gün Sünni ve savaşçı bir gruba ihtiyacı var ciddi şekilde ve yani biz hep büyüklerimiz bizi işin doğrusu Rus düşmanı olarak yetiştirdiler ancak biraz gerçek tarihi okuyup gördüğümüzde, Osmanlı İmparatorluğunun da en az Rusya kadar Çerkezlerin bu topraklara göç etmesinde etkili olduğunu görüyoruz. Ama Türk halkı, topraklarına ayak bastığımızdan itibaren bizimle ekmeğini paylaşmıştır, toprağını paylaşmıştır, tasada, sevinçte hep birlikte olmuşuzdur bugüne kadar ve bunun karşılığında da Çerkezler nüfuslarına ve güçlerine kıyaslanmayacak ölçüde ve büyüklükte fedakârlıkta bulunmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul’da Çerkez dilinde eğitim yapan bir Çerkez okulu varken Amasya Tamimi’ni imzalayan 5 kişiden 4 tanesi, Sayın Atatürk dışındaki 4 tanesi Çerkezken, Erzurum Kongresinde 70’e yakın Çerkez varken, ilk Mecliste böyle bir yoğunluk varken, cumhuriyet kurulduktan sonra, maalesef o günkü şartlar gerekçe gösterilebilir, devletin oluşturulması gerekçe gösterilebilir, gerekçeler bizi hiç ilgilendirmiyor, sonucuna bakıyoruz, Çerkezler üzerinde çok ciddi bir asimilasyon politikası uygulanmıştır. “Vatandaş Türkçe konuş” propagandası, benim köyümde, pencere altında insanların evin içerisinde Çerkezce konuşuyor mu konuşmuyor mu çocuklar diye öğretmenden bahşiş alabilmek için nöbet tutmaları ve ertesi gün evinde Çerkezce konuşan çocukların okulda öğretmenden dayak yemesiyle dil unutturulmuştur. Ayrıca, benim atalarım Ubıh’tır, biraz önce Sayın Genel Başkanım ifade etti, Ubıhça, Türkiye sınırları içerisinde cumhuriyet döneminde yok olmuştur. Biz dilin bir devletin sınırları içerisinde yok olması, Sayın Vekilimin ifade ettiği gibi, üstelik vatan olarak kabul ettiği bir yerde yok olması, o halkın değil o devletin ayıbıdır. Bugün bizim hiçbir köyümüzde çocuklarımız ana diliyle doğamamakta, bunu duyamamakta ve öğrenememektedir. Benim Uzunyayla’da olan akrabalarımla benim çocuğum –ben Manyaslıyım- kendi ana dilinde anlaşamamaktadır. Kaldı ki Kafkasya’da bizim kan bağımız olan, akrabalığımız olan akrabalarımız var, ziyarete gittiğimizde anlaşma imkânı bulamıyoruz. Yani dilini kaybetmeyen, kendi ana dili kaybetmeyen bir insanın bu duyguyu yaşaması mümkün değil. Benim yedi yaşındaki oğlum, beraber Kafkasya’ya gidip geldikten sonra “En çok Çerkezce öğrenmek istiyorum Baba.” dedi. Yani ben duygulanıyorum bunları söylerken ama özür dilerim.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, sizler devam edebilirsiniz, zamanımız var daha.
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Sonuç olarak biz bu ülkeyi yurt biliyoruz, ikinci vatanımız olarak biliyoruz ama ikinci vatanımızda da biz farklılıklarımızla var olmak istiyoruz. Bizi biz yapan değerleri yani dediğimiz gibi, dilimizi, kültürümüzü, âdetimizi unutmadan bu geçmişte uygulanan politikaların tersi bir politikayla devlet desteğiyle biz Çerkez gibi yaşamak istiyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Bu süreçte de ben şunu görüyorum, bunu tamamen paylaşmak amacıyla, bir Çerkez Ethem kavramının yarattığı travmadan üzüntü duyuyorsunuz, onu görüyorum değil mi?
KAFKAS DERNEKLERİ FEDERASYONU GENEL BAŞKANI VACİT KADIOĞLU – Müsaade ederseniz, o konuya da bir değinmek istiyorum. Biraz Sayın Başkan Yardımcısı arkadaşımızın izah ettiği Türkiye'nin temelinde bu Rauf Orbay’lardan başlayın, Kazım Karabekir’lerden başlayın, bunların hiçbir tanesi “kahraman Rauf Orbay” olarak anılmadı, “kahraman Kazım Karabekir” olarak anılmadı ancak tarihi iyi bir okuduğumuz zaman, Ethem Bey’le ilgili tarihte bir çarpıtma olduğu kesin. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında Ethem Bey’in katkılarını yadsımak mümkün değil ancak son gelinen noktada kendi insanlarına silah sıkmamak için getirildiği şartlar itibarıyla Ethem Bey’in bir Yunanlılara sığınması söz konusu olmuş ve buradan dolayı da tarih kitaplarında Ethem Bey sadece adıyla anılmadı, maalesef ve maalesef, bunun önüne “Hain” damgası kondu ve yıllarca bize, Çerkezlere, bundan dolayı hain gözüyle bakıldı. Kahramanlık yapanlara kahraman Çerkez denmedi ama o günkü şartlarda bugün her şey malumdur, Düzce isyanının bastırılması, Yozgat isyanının bastırılması, Yunanlılarla her cephede verilen savaşlarda Çerkez Ethem’in geçmişteki tarihte baktığımız zaman kahramanlıkları ortadadır yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında, Ankara Garı’nda Atatürk tarafından Çerkez Ethem’in nasıl karşılandığı, yeni Millet Meclisinin önünde Çerkez Ethem’in nasıl karşılandığı ve o zaman yaptığı yararlılıkların hepsi öndedir ancak o zamanki siyasi gelişmeler içerisinde gelinen belki bir iktidar savaşından dolayı geriye dönüp de kendi halkına yani Türk halkından bahsediyorum, Türk halkına mermi atmamak için Yunanlılara sığınması söz konusu olmuştur. Bizim Çerkezler arasında şöyle bir şey konuşulur: Evet, eğer Çerkez Ethem’le ilgili bir hain damgası vurulacaksa Çerkez Ethem Türklerin değil yani Türkiye Cumhuriyeti’nin değil Çerkezlerin hainidir çünkü Çerkez Ethem o günkü ideal uğruna yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ideali uğruna bir gecede Düzce’nin Köprübaşı köyünde yaklaşık 60 tane Çerkez’i kendi eliyle asmıştır ama bu, bu uğurda verilmiştir. Bundan dolayı bizim halkımızın daha önce iki dönem önceki Genel Başkanımız döneminde Meclise bunun iadeyi itibarıyla ilgili bir dilekçe de verilmişti ancak ne yazık ki biz Çerkezlerin talepleri, bizim hassasiyetlerimiz hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır. Bizim çocuklarımızın, biraz önce arkadaşımın duygulandığı noktalardan bir tanesi oydu, bizim çocuklarımıza yakıştırılan, yaftalanan bu hain ibaresi, hain damgası, mutlak ve mutlak bir surette tarihimizle yüzleşerek bu iadeyi itibarın yapılması, Çerkez halkının gönlünü fethedecektir, bu yanlıştan dönülmesi.