“Eşitlik” maddesi var, madde 10. Buraya çok kısaca “Hiç kimse dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz. Ayrımcı uygulamalarla çalışma hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, siyasal ve sosyal hakları ve bu hakların kullanılması engellenemez.” ifadesinin yazılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de gerekçemiz, bildiğiniz gibi, baş örtüsü meselesi sadece üniversitelerde değil, esasında çalışma hayatında da ciddi bir şekilde, toplumun önemli bir kısmını oluşturan başörtülü kadınların temel haklarını kullanması önünde bir engel olarak fiilî bir durumla bulunmaktadır. Aynı zamanda siyasi hakları kullanmakta da biliyorsunuz böyle bir engel var. Hatırlarsanız Milletvekili Merve Kavakçı’nın hem yemin etmesi hem yasama görevini sürdürmesi bir fiilî durumla engellenmişti. O bakımdan, Anayasa’daki bu maddeye yani 10’uncu maddeye “Kanun önünde eşitlik” maddesine bu ifadelerin yazılmasının hayati olduğunu düşünüyoruz.
Anayasa’nın gene 11’inci maddesinde “Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” maddesiyle ilgili olarak şöyle bir eklemenin uygun olacağını düşünürüz:
“Anayasa en üst hukuki norm olarak kanunlar, kanunların uygulanmasını göstermek amacı ile çıkarılan yönetmelikler, kanunlara ve Anayasa’nın hükümlerine aykırı olamaz.
İdarenin kendi idari işleyişini sağlamak için çıkarmış olduğu düzenlemeler bu madde ile getirilen düzenleyici kurallara aykırı olamazlar. Böyle bir aykırılığın varlığı hâlinde ayrıca bir mahkeme hükmüne veya herhangi bir makam kararına gerek olmaksızın ilgili düzenleme geçersiz sayılır.”
Buradaki amaç normlar hiyerarşisi içerisinde Anayasa, yasa, yönetmelik, tüzük gibi norm hiyerarşisi içerisinde özellikle daha alt düzeydeki normatif düzenlemelerde yapılan Anayasa’ya ve yasaya aykırılıkların mutlaka bir mahkeme eliyle düzeltilmesi konusu kimi zaman hak kayıplarına ve zaman kayıplarına sebep olmaktadır. O bakımdan, bunun otomatik olarak geçersizliğini anayasal hükme bağlamanın pratik hayatı, haksızlıkları daha rahat önleme bakımından kolaylaştıracağını düşünmekteyiz.
Temel hak ve özgürlüklerle ilgili olarak, bildiğiniz gibi, Anayasa’nın 15’inci maddesinde hakların kısıtlanması konusu… Bu sevimsiz bir konu olmakla birlikte kimi zaman olağanüstü koşullarda bunlar söz konusu olabilmektedir. Biz Anayasa metninden “sıkıyönetim” ifadesinin çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Bir idare yapılanması ve kendi hukuki sistemiyle sıkıyönetimin bizatihi sorunlu ve Türkiye halklarına çok büyük acılar yaşattığı gerçeğinden yola çıkarak bunu söyledik. Sadece “olağanüstü hâl” kalabilir, savaş vesaire gibi koşullarda. Buralarda da herhangi bir temel hakkın kısıtlanması mutlaka “süresi ve mahiyeti kanunla belirlenmek koşuluyla” diye anayasa metnine eklenmelidir. Kısıtlanacak haklar arasında gene ilave olarak adil yargılanma hakkının dokunulmazlığına metinde vurgu yapılmaktadır.
Zaten işte, “Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz.” kısmı kanun metninde de var. Bizim burada eklediğimiz, adil yargılanma hakkının dokunulmazlığının bu olağanüstü hâllerde dokunulamayacaklar arasına alınması. Bir de bu işin yasayla süresi ve mahiyetinin Meclis inisiyatifiyle olmasının sağlanmasıdır.
Gene, hakların ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ilgili olarak, genel sağlık, kamu güvenliği bunun da mutlaka eklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Esasında zaten uygulamada da böyledir, bildiğiniz gibi. Kimi zaman karantina olaylarında veya büyük salgın hastalıklarda zaten fiilî olarak uygulanmaktadır. Belki anayasaya yazılmasında yarar olabilir.
Bir de “Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” gibi muğlak ifadelerin hak kayıpları kategorisinde değerlendirilmesinin bir… Bu ifadenin kaldırılması gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü herhangi bir şekilde şiddet ve şiddeti teşvik içermediği müddetçe politik olarak meşru ilgi alanı kabul edeceğimiz bu konuların Anayasa’da bir kısıtlayıcı hak olarak, bir kısıtlayıcı umde olarak konulmasının şimdiye kadar yaşanmış pratikler açısından da bakıldığı zaman Türkiye halkları açısından sıkıntılı uygulamalar getirmesi muhtemeldir diye düşünüyoruz.
Anayasada etnisite vurgusunun olmaması gerektiğini düşünüyoruz, “Türk devleti”, “Türk” gibi. Onların yerine vatandaşlığı etnik temelle tanımlamayan, “Türkiye vatandaşlığı” gibi herkesin kabul edeceği bir tanım üzerinden devlet ve vatandaş tanımlanmalıdır.
Parti kapatma zaten Avrupa Birliği hukukunda da açıkça görüldüğü gibi, şiddet ve şiddeti teşvik etmek burada bir kısıtlayıcı şey olarak gözüküyor. Bunun bu şekilde kalması gerekir.
Siyasi parti üyelikleri konusunda, silahlı kuvvetler mensupları, polis ve istihbarat birimleri çalışanlarını eklemek gerektiğini düşünüyoruz üyeliklerde.
Şiddeti politik bir yöntem olarak kullanmadıkça ve teşvik etmedikçe siyasi partiler kapatılmamalıdır. Siyasi partilerin kapatılmasına sebep olan insanlarla ilgili belki bir şey olabilir ama partinin kapatılmasına o kişilerin yapmış olduğu fiiller sebep olmamalıdır.
YÖK, RTÜK, Dil Tarih Yüksek Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların anayasada düzenlenmesi gerekmemektedir. Bunlarla ilgili gerekirse yasal düzenlemeler ilgili sosyal tarafların oturumuyla düzenlenebilir.
Bildiğiniz gibi, Siyasi Partiler Yasası’nda Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması bir şeydir, yasak ve parti kapatılmasını gerektirecek bir teklif sadedinde değerlendirilmiştir. Hâlbuki Avrupa uygulamaları ve dünya uygulamaları açısından Diyanet İşlerinin bir anayasal kurum olmaktan çıkarılıp -diğerleriyle birlikte söylüyorum- bir yasal çerçeveye kavuşturulması gerekir.
Yargıyla ilgili olarak şunu söylemek isteriz: Askerî yargının gerek askerî ceza yargısının gerek askerî idare yargısının tamamıyla kapatılması ve Yargıtayda bir uzmanlık dairesinde, eğer üst yargıysa yani temyiz yargısıysa normal sivil Yargıtayda uzmanlık daireleri şeklinde örgütlenerek yapılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Çünkü son zamanlarda yaşanan özellikle asker ölümleri ve intihar ettiği söylenen askerlerle ilgili yürütülen askerî yargı faaliyetlerinde, maalesef, askerî yargı sisteminin hem emir komuta içerisinde çalışması hem savcının soruşturmayı yapmasının komutan iznine tabi olması hem de yargı pratiğinde gördüğümüz kadarıyla mesleki dayanışma ve kurumu koruma önceliğinin adaleti gözetmeye göre daha fazla tercih edildiği bir pratik olarak ortaya çıktığı için askerî yargının tamamıyla kaldırılmasını ve ancak askerî disiplin mahkemelerinin olabileceğini, bunun makul olduğunu düşünüyoruz.
Sayıştay bir mahkeme olma vasfı yerine bir üst kurul olarak görev yapmalıdır.
Yeni madde metnimiz önünüzde, bunu okumayayım isterseniz vakit tasarrufu bakımından.
Devrim kanunlarıyla ilgili bir yaklaşımımız var. Bunun anayasaya hiçbir şekilde alınmaması gerektiğini, cumhuriyet tarihi pratiği olarak belki tarihçilerin, belki hukuk tarihçilerinin mutlaka değerlendirmesi gereken bir konu ama anayasada olmasının gerekli olmadığını düşünüyoruz.
Ademimerkeziyetçi yönetimin Türkiye’yi politik olarak rahatlatacağı, Ankara’nın yükünü azaltacağı bütün siyasi tartışmalarda esasında hep söylenegelen bir yaklaşım tarzıdır. 1921 Anayasası’ndan esinlenerek -ki gene bir Büyük Millet Meclisi tasarrufu ve pratiğidir bildiğiniz gibi, 1921 Anayasası 20 Meclisinin bir ürünüdür- orada Vilayet Kanunu ve vilayet idaresinin yetkileri dâhilinde sayılan hususların buradan ilhamla benzer bir anayasal idari düzeninin kurulabileceğini, bunun hem siyaseti rahatlatacağını hem Ankara’yı rahatlatacağını düşünmekteyiz. 21 Anayasası o bakımdan referans olarak verilmiştir.
Anayasal vatandaşlık gene vatandaşlığı bir etnik kimlik üzerinden tanımlamak yerine “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit ve saygın vatandaşıdır.” ifadesiyle yer almalıdır.
Gene, seçmeli çok hukukluluk, bu da çok tartışılan bir şey. Mecbur olmaksızın insanların kendi seçimlerine tabi olarak özel hukukta seçmeli çok hukukluluğun gündeme getirilebileceğini düşünüyoruz. Bununla ilgili Kanada’da, Amerika’da ve bildiğim kadarıyla İngiltere’de uygulamalar var. Bu uygulamalardan yararlanılabilir.
Ana dille eğitim konusu, gene, Anayasa’da bildiğiniz gibi Türkçe yapılması gerektiği söylenen eğitimin, bu maddenin değiştirilmesini ve ana dilde eğitimin mümkün olması gerektiğini düşünüyoruz. Esasında bu konuyla ilgili, Türkiye’de Lozan hükümlerine göre azınlık kabul edilen gruplara dair ve onların uygulamalarıyla ortaya çıkmış olan çok zengin bir tecrübeye sahibiz. Çift dilli eğitim ve sadece ana dille eğitim pratiği açısından Ermeni okullarını biz incelemiştik. Sadece ana dil eğitimi yapıldığı zaman öğrencilerin daha az bu okullara katıldığını ama çift dille eğitim olduğu zaman daha fazla okullara rağbet olduğunu söylemişlerdi. O bakımdan, hem ana dili okullarda eğitimini, öğretimini mümkün kılarak bir kültürün veya kültürlerin yaşamasını, gelişmesini sağlamak lazım hem de çift dille eğitimle öğrencilerin aslında Türkiye’de resmî dil olarak kullanılan ve kimsenin de itiraz etmediği, bizim de itiraz etmediğimiz Türkçeyle irtibatlarını da kopartmamak bakımından ana dil eğitiminin… Zaten İngilizce eğitim de var biliyorsunuz hem liselerde hem üniversitelerde. Benzer şekilde yapılabilir.
Başkomutanlıkla ilgili bir yaklaşımımız var. Öncelikle şunu ifade etmek isterim: Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlanması gerektiğini düşünüyoruz ve Anayasa’da madde 117’de tanımlanmış olan Genelkurmay Başkanlığı ve Başkomutanlık yetkileriyle ilgili şöyle bir ilavenin uygun olacağını düşünürüz: “Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlıdır. Genelkurmay Başkanı, Millî Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanının teklifi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından atanır.” Çünkü Meclis Başkomutanlık görevini uhdesinde bulunduran bir kurumdur. Dolayısıyla, Başkomutanlığı vekâleten yürüten bir şahıs Meclis tarafından atanmalıdır. Gerekçe olarak onu söyleyelim. “Görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Millî Savunma Bakanına karşı sorumludur. Genelkurmay Başkanının görevden alınması Millî Savunma Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karara bağlanır.” demişiz.
Sayıştayla ilgili bir şey var. Askerî harcamaları ve güvenlik harcamalarını denetlemek üzere yapılmış olan Sayıştay denetiminin Meclis Genel Kurulunda mutlaka görüşülmesinin gerektiğini düşünüyoruz. Onu da bir madde 160’a ilave olarak ekledik.
Sonuç itibarıyla Türkiye’nin bu süreci kendi sivil iradesiyle ve toplumun önemli bir kısmını, büyük bir kısmını temsil eden şu anki mevcut Meclisin siyasi aritmetiği itibarıyla bu önemli meseleyi başarıyla halledeceğini düşünüyoruz. Hem bunun için toplumsal talep vardır hem Meclisin hem siyasi temsil hem seçime katılma oranı bakımından, demokratik meşruiyeti bakımından hiçbir eksiği ve kusuru bulunmamaktadır. O yüzden bu tarihî görevde bizlere de danışma düzeyinde de olsa bir katkı verilmiş olmasından dolayı Komisyona çok teşekkür ediyoruz.
Konuyla ilgili sorularınız varsa, arkadaşların ilave edeceği bir şey varsa…
MAZLUMDER GENEL SEKRETERİ ÜSTÜN BOL – Başkan süreyi düzgün kullanmak için bir iki yerde atladı. Ben hani belki önemine binaen hatırlatarak geçeyim istiyorum. Özellikle sayfa 7’de, madde 68, mevcut Anayasa’da siyasi partilerin
kapatılmasına gerekçe olarak kullanılan hükümlerdir bunlar. “Tüzük ve programlarıyla, eylemleriyle devletin bağımsızlığına, milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk ilkesi, devlet ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik laik cumhuriyete” diye devam ediyor, “yerleştirmeyi amaçlayamaz siyasi partiler, suç işlenmesini teşvik edemez” diyor. Malumunuz siyasi partilerin kapatılmasının çok büyük nedenleri bunlardır. Bu maddeye dayanılarak kapatılıyor.
Biz burada Sayın Başkan, çıkarılmasını istediğimizi söylemiştik. Çıkarılmasıyla ilgili nedenimiz, içerisinde yer alan bazı muğlak ifadeler. İşte laik cumhuriyete karşı şeyleri nasıl tanımlayacaksınız? Tamamen keyfî ya da milletiyle bölünmez bütünlüğüyle ilgili suçu nasıl tanımlayacaksınız? Bunlar da tamamen subjektif kavramlar üzerinde kalması. Çıkarma, parti kapatılmasının tek nedeni şiddete karışmak, şiddeti teşvik etmek gibi mahkemelerce kesinleşmiş somut deliller üzerinden olmasını istediğimiz için bu madde kısmını tamamen çıkardık. Zaten elinizdeki bizim önerdiğimiz kısmında o kısım yok.
Bir ikincisi, devrim kanunlarıyla ilgili bir şey söyleyeyim. Anayasa’da “devrim kanunları” ibarelerinin hiç yer almamasını istiyoruz. Neden? Çünkü zaten fiilen ortadan kalkmış bir durum söz konusu. İşte şapka devrimi, şapka iktisası diye bir kanun var, bu kanun zaten fiilen yürürlükten kalkmış durumda. İşte harf inkılabı diye bir şey var. Harf inkılabına muhalif bir kanadı şu an görmeniz mümkün değil, var olması mümkün değil, ki olsa bile bu ifade hürriyeti kapsamında ancak değerlendirilebilecek bir şeydir. Dolayısıyla, “devrim kanunları” diye tariflediğimiz ve uygulamada daha çok subjektif şeylere delalet eden, maddelerin de kaldırılması gerekiyor. Bu yüzden devrim kanunlarının genel bir çerçeve içerisinde Anayasa metninde yer almaması gerektiğini söylüyoruz.
Teşekkür ederim.
ATİLLA KART (Konya) – Biz teşekkür ederiz.
Arkadaşlar, sorularınız varsa, buyurun.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkür ediyorum ben de geldiğiniz için, görüşleriniz için.
Ben bir şey soracağım: Bu metinde Anayasa Mahkemesi yargıyla ilgili bir yerde geçiyor da. Anayasa Mahkemesiyle ilgili mevcut düzenlemeden farklı bir şeyiniz var mı, bir görüşünüz, düşünceniz yani oluşumuyla ilgili olabilir, yetkileriyle ilgili olabilir? Sadece bunu sormak istiyorum. Neden? Çünkü bu önemli, az önce Üstün Bey söyledi, siyasi parti kapatmayla ilgili falan. İşte kesinleşmiş yargı kararları falan, zaten vardı mesela, Refah Partisinin kapatılmasından önce, mahkeme onu iptal etti, sonra partiyi kapattı. Yani, bütün bu yazdıklarımızın bir boyutunda da Anayasa Mahkemesinin konumlandırılması da önemli diye düşünüyorum. Bu da sadece bir yerde geçiyor. Onun için soruyorum.
MAZLUMDER GENEL BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Anayasal yargı konusu bizim kendi içimizde de tartışmalı olan ve dünya demokrasi pratiklerinde de kimi ülkelerin kabul ettiği, kimi ülkelerin kabul etmediği bir yargısal denetim bildiğiniz gibi. Biz mevcut hâliyle Türkiye’de uygulanmakta olan yani son anayasa değişikliğiyle, referandumla da kabul edilmiş olan anayasal yargının belki ileriki pratiklerde hele ombudsman gibi çalışacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önce bir son ulusal başvuru durağı olarak da çalışacak olan bu kurumun, ileride nasıl pratik bir sonuç doğuracağına bakılarak karar verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kendi aramızda da doğrusu tartıştığımız bir konudur, dünyanın da tartıştığı bir konu.
ATİLLA KART (Konya) – Altan Bey…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de arkadaşlara sunumlarından dolayı teşekkür ediyorum. Yani hemen hemen Anayasa’nın bugün sorunlu olan ve değiştirme irademizi ortaya koyan bütün maddeleriyle ilgili bir sunumları var. Teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Değerli arkadaşlarım, ben iki üç konuda biraz o kavramları açmanızı, yani biraz daha somutlaştırmanızı, konuyu olgunlaştırmak anlamında sormak istiyorum. İşte yasama, yürütme, yargı. Bu organlar da ne yapıyor? İşte millet adına görev yapıyor, yetkili organlar aracılığıyla. Bu kavramı değiştirelim diyorsunuz, yani bunu pratikte nasıl sağlayacağız, onu biraz daha açar mısınız? Yani o zorunlu olarak nedir? Yargı teknik bir görevdir. Bunun bir kurum eliyle yapılması gerekiyor. Yani onu, o kavramı biraz açar mısınız?
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Bildiğiniz gibi, mahkemeler de karar verdiklerinde Türk milleti adına yargı yetkisini kullandıklarını ve hükümlerini Türk milleti adına verdiklerini söylerler. Fakat mesele anayasal bir kurum olarak yargının ya da yürütmenin ya da çeşitli denetleme kurumlarının yetkilerini Anayasa’dan alarak bu işleri yapması meselesi değildir. Tabii ki, hem kamu idaresinin genel bir prensibidir, hiçbir…
ATİLLA KART (Konya) – Zaten malum olan bir konudur diyorsunuz.
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Elbette, malum olan bir konu yani yetkisini Anayasa’dan almayan hiçbir kurumun çalışması ve işlemesi söz konusu değildir. Fakat Türkiye pratiği, siyasi pratiği vesayete gerekçe yapmayı alışkanlık hâline getirdiği için bu ifadeden kurtarılmalıdır diye düşünüyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Peki efendim, çift dilli eğitim dediniz, peki, daha üçüncü, dördüncü, beşinci etnik yapıya ilişkin talepler hâlinde nasıl yapılacak o zaman? Yani o adil dengeyi nasıl kuracağız, o nasıl olabilir? Yani doğal olarak başka etnisiteler de talepte bulunacaktır.
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Mutlaka, herkesin hakkı.
Çok kabaca şöyle söyleyeyim: Bir, bunun amacı bir kültürün veya kültürlerin kaybolmasına engel olmak. İki, toplumun geri kalan kısmıyla, yani kendisini ayrıştıran kısmı arasında birbirlerini anlayacakları köprüleri kurmak lazım. Çok pratik olarak söyleyeyim: Mesela Artvin’de siz Gürcüceyi, Elazığ’da veya Bingöl’de işte Zaza lehçesini veya atıyorum diyelim Hendek’te Abaza dilini, Çerkez dilini yaşatarak şey yapabilirsiniz, çift dilli eğitimle…
ATİLLA KART (Konya) – Tabii, onu öğrenim-öğretim boyutu bir tarafa, ana dil eğitimi boyutu yani, o tamam…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ana dilde eğitim.
ATİLLA KART (Konya) – Ana dilde eğitim, yani o ayrımı yapıyor musunuz? Yani tamamen kendi görüşlerimizi olgunlaştırmak anlamında soruyorum tabii.
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Tabii. Biz ana dil eğitiminin ana dilde eğitimle mümkün olacağını düşünüyoruz. Bunun bir parçalayıcı unsur olmayacağını düşünüyor ve söylüyoruz. Bunun ayrışmayı ve parçalanmayı önleyecek tedbirinin de çift dilde eğitim imkânı ve formülasyonuyla mümkün olacağını söyleriz ve azınlık okullarındaki pratiklere bakılırsa bunun nasıl yapıldığı görülür.
ATİLLA KART (Konya) – Özel hukukta da seçmeli çok hukukluluk diyorsunuz, değil mi?
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Evet.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, bir şey sorabilir miyim: Diyanet İşleri Başkanlığının statüsü ve din-devlet ilişkileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Başka ülke pratiklerine bakıldığı zaman bir kere şunu söylemek isterim: Bir, Müslüman olmayan ya da ateist olan ya da devletin vermiş olduğu din hizmetlerinden yararlanmak istemeyenlerle ilgili, Diyanetin varlığı bir problemdir. O yüzden din vergisi alınabilir vatandaşlardan. Bu, Almanya’da bildiğim kadarıyla uygulanıyor. Dolayısıyla, din hizmetlerinin, bunu teknik hizmetler olarak söylüyorum, çünkü içerik denetlemesi yapıldığı zaman orada problemler çıkıyor. Yani camilerin yapılması, onların idame edilmesi, sürdürülmesi gibi teknik hizmetlerin, bu hizmetlerden yararlanmak isteyen insanların verdiği vergilerle olabileceğini düşünüyoruz. Yani Almanya’daki pratik, bence bu konuda çok ufuk açıcı. Bunun bir anayasal kurum olması gerekmiyor. Tamamen kaldırılması bazı yörelerde, maddi imkânları gelişkin olmayan yörelerde problem doğurabilir. O bakımdan cemaatler kendileri bunu yapsın dediğiniz zaman fakir olan yerlerde ve fakir cemaatlerin bunu karşılaması mümkün olmaz ama bunu bir bütçe ayarlamasıyla yapmak mümkün.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Diyanetin özerkliği mi söz konusu olur o zaman, yani nasıl bir statü olur, devlete bağlı mı?
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Bence eğer böyle yapılacak ise, bir içerik denetlemesi yapmayacak ise bir kamu kurumu olmalıdır. Sadece kamu kaynaklarının toplanması, dağıtılması gibi âdeta vergi dairesinin bir şeyi gibi düşünülebilir. Dediğim gibi başka ülke pratiklerine bakılırsa oralardan uyarlayabileceğimiz uygulamalar söz konusu.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, teşekkür ediyoruz. Emekleriniz için, katkılarınız için teşekkür ediyoruz.
MAZLUMDER BAŞKANI AHMET FARUK ÜNSAL – Sağ olun.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, tekrar hoş geldiniz.
Adalet ve Kalkınma Partisinden İstanbul Milletvekilimiz Sayın Mustafa Şentop; Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk; Barış ve Demokrasi Partisinden Diyarbakır Milletvekili Altan Tan; Cumhuriyet Halk Partisinden ben Atilla Kart 3 no’lu Alt Komisyon olarak sizlere hoş geldiniz diyoruz, saygılarımızı sunuyoruz.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ TEMSİLCİSİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Sağ olun.
ATİLLA KART (Konya) – Ayrıca yine Uzlaşma Komisyonumuzdan İzmir Milletvekili Sayın Rıza Türmen de gözlemci olarak o da gene Uzlaşma Komisyonu üyesi sıfatıyla katılıyor.
Değerli arkadaşlarım, bizler bu çalışmalarda esas itibarıyla sizleri dinliyoruz. Sizlerin görüş ve düşüncelerinizi alıyoruz. Bizler daha çok dinleyici konumdayız, nötr konumdayız. Bir karşı tez sunmamız söz konusu değil. Sizler görüş ve düşüncelerinizi en geniş şekliyle, en özgür şekliyle elbette anlatacaksınız. Kırk dakikalık bir süremiz var, yarım saat civarında bir sunuş olur, son beş on dakikada da bir soru-cevap imkânı tanırsanız uygun olur. Tek başınıza da sunuş yapabilirsiniz, paylaşabilirsiniz, nasıl takdir ederseniz.
Buyurun efendim.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ TEMSİLCİSİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Çok teşekkürler ederiz, bize bu fırsatı verdiğiniz için. Biz biraz kalabalık bir grup olarak geldik. Hepimiz, öncelikle tabii çocuklarımızın söz hakkı olmasını isteriz. Ben çok kısa bir giriş yapmak istiyorum. Sonra gidişine göre olayın ayarlayabiliriz diye düşünüyorum, izninizle.
Ben hepinizi şahsım ve Merkezimiz adına, çocuklarımız adına, çalışma arkadaşlarım adına saygıyla selamlıyorum. Diğer sivil kuruluşlarla birlikte Uluslararası Çocuk Merkezine de ülkemizin oluşturmakta olduğu yeni anayasa sürecinde çocuklarımızla ilgili görüş bildirme fırsatını verdiğiniz için de teşekkürlerimizi sunmak istiyorum.
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler…
ATİLLA KART (Konya) – Pardon, bir çalışma notunuz var mı efendim, bize ulaştırabileceğiniz bir yazılı notunuz?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ TEMSİLCİSİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Ben öncelikle Sözleşme hakkında ve çocuk haklarının neden Anayasa’ya girmesi gerektiği hakkında kısa bir bilgi sunmak istiyorum.
Bilindiği gibi Çocuk Hakları Sözleşmesi 20 Kasım 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edildi. Çok kısa bir zaman sonra yasa niteliğine kavuşması için gerekli olan asgari 20 ülkenin onayını aldı. Ondan sonra da daha da hızlı ve kısa, yani genel teamüle bakıldığında çok hızlı bir sürede 193 ülkenin onayıyla, yalnız bu 193 ülke içinde Amerika Birleşik Devletleri ve Somali yok, onlar onaylamadı, “ratify” etmedi, kendilerine göre gerekçeler nedeniyle. Fakat bugün Sözleşme dünyada hemen hemen bütün Birleşmiş Milletlere bağlı ülkelerde…
ATİLLA KART (Konya) – Hâlen Amerika ve Somali onaylamadı, öyle mi?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ TEMSİLCİSİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Evet.
Bütün ülkeler tarafından onaylanmış durumdadır. Bu Guinnes Rekorlar Kitabı’na girecek bir olay olarak kabul edildi. “Çocukların Magna Carta’sı “ olarak ilan edildi. Bunlar neyi gösteriyor? Ülkelerin, dünya kamuoyunun çocuğa verdiği önemi gösteriyor.
Türkiye Sözleşmeyi 27 Ocak 1995 tarihinde onaylayarak Sözleşmeye taraf devlet oldu ve iç hukuk kuralı hâline geldi, hepimizin bildiği gibi.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, on sekiz yaşına kadar her bireyi çocuk kabul eder. Çocuklara sivil, sosyal ve siyasi hakların birbirini tamamladığı bir yurttaşlık anlayışıyla yaklaşır. Çocuğun öncelikli yüksek yararının amaçlanması, çocuklara yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve çocukların kamusal alana özgür iradeleriyle katılmalarını vurgular. Böyle bir sözleşmemiz var elimizde.
Sözleşmeye göre, çocuklar arasında ayrım yapılamaz. On sekiz yaşından küçük her birey çocuktur ve kendi hak ve özgürlüklerine sahiptir. Çocuğun yaşama, gelişme,korunma ve katılım hakkı vardır. Bunlar Sözleşmenin dört ana ilkesidir. Sözleşmenin 12’nci maddesine baktığımızda çocuğun kendisiyle ilgili kararlarda serbestçe görüşünü ifade etme ve görüşünün 13’üncü maddede yaş ve olgunluk düzeyine göre çocuğun kale alınmasını, dikkate alınmasını, görüşüne önem verilmesini ve uygulanmasını isteme hakkı vardır. Bunlar kilit noktalar Sözleşmede.
Ülkemiz, ne mutlu ki çok genç nüfusa sahip bir ülke. Hepimizin bildiği gibi ülke nüfusumuzun üçte 1’i kadar, yani 25 milyon çocuk nüfusumuz var. Bu nüfus birkaç Avrupa ülkesinin toplamına eşit. Avrupa’da çok ufak ülkeler var, nüfus açısından; bizim ülkemiz Avrupa’nın birkaç ülkesinin nüfusunu kapsayacak kadar çocuk nüfusuna sahip. Bu genç nüfus potansiyeli bize hem sevinç vermekte hem de çok büyük bir sorumluluk yüklemekte doğal olarak. Müthiş bir kapasite var, müthiş bir potansiyel var. Çocuklar söz konusu olduğunda çoğunlukla ifade ettiğimiz bir söz vardır: Onlar geleceğimizdir. Nerede toplantı yapsak, kimlerle bir araya gelsek, “Çocuk kimdir?” diye sorsak, “Çocuklar çiçektir, çocuklar canımızdır, çocuklar geleceğimizdir.” derler. İyi de çocuklar geleceğimizdir ama onlar bugündür, sadece gelecek midir? Bugünümüzdür, aynı zamanda, özlerinden gelen, doğuştan gelen, Tanrı’nın verdiği özlerinden gelen potansiyelleri fırsat verildiğinde ifade ettikleri düşünceler ve farkındalıkları itibarıyla da eşsizdirler.
Bir anonim dünya atasözü var, der ki: Bir çocuğu yetiştirmek, bütün bir köyün işidir. Çocuğu yalnızca korumak, kollamak değil, onun doğuştan sahip olduğu potansiyeli geliştirmesi için ona fırsat vermek, çocuğu dinlemek, söz ve düşüncelerine önem vermek; çocuğu görmek, bakmak değil görmek; işitmek, dinlemek değil işitmek, anlamak, kavramak, söz ve düşüncelerine önem vermek. Mümkün olan en üst düzeyde ve çağdaş eğitimi vermek hepimizin görev ve sorumluluğudur. Tam da bu noktadan girersek eğer yeni anayasamız insan haklarına dayanan ve çocukların haklarını bir insan hakkı olarak ele alan bir anayasa olmalıdır düşüncesindeyiz. Bir başka deyişle, anayasada çocuk erişkinden farklı olan, bağımsız bir hak öznesi olarak görülmeli ve anayasa çocukların bu haklarını sağlayacak özel önlemler içermelidir diye düşünüyoruz. Ayrıca anayasada, birazdan çocuklarımızın da değineceği gibi çocuk görüşüne kesinkes yer verilmelidir. Çocukların görüşlerinin
-birazdan çocuklarımızın da değineceği gibi- çocuk görüşüne kesinkes yer verilmelidir. Çocukların görüşlerinin yer almadığı, çocukların özel olarak yer almadığı bir anayasa günümüzün çocuk anlayışına ters düşecektir diye düşünüyoruz. Anayasamızın giriş bölümünde, insan haklarına ve çocuk haklarına saygı ve bu hakların korunması ve uygulamasına ilişkin hükümler yer almalıdır. Ayrıca, anayasanın tüm bölümlerinde çocukları etkileyen tüm konularda çocuklar için özel maddelere yer verilmelidir.
Saygıdeğer Komisyonunuzca anayasa konusunda çocukların da görüşüne yer verilmek üzere çalışmalar yapıldığını…
ATİLLA KART (Konya) – Pardon, arkadaşımız ayrılmak durumunda, Oktay Bey.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Tabii ki…
ATİLLA KART (Konya) – Erzurum’a gitmesi gerekiyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hocam, kusura bakmayın. Yani, benim için bir şanssızlık ama daha önceki programa göre ayarlamıştık.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Yolunuz açık olsun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sizi karşılayıp öyle çıkayım dedim. Peki, hoşça kalın.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Çocuklar hep aklınızda olsun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Aslında evlendiğimiz andan itibaren, çocuk dünyaya geldiği andan itibaren onlar için yaşıyoruz. Bunu gözden ırak tutmamak lazım.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Tabii, tabii… Onları sağlam yere oturtmak çok iyi olacak. Sağ olun.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun efendim.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ GÜLGÜN MÜFTÜ – Estağfurullah.
Dedik ki: Anayasa konusunda çocukların da görüşüne yer verilmek üzere çalışmalar yapılıyor, biliyoruz. Biz de o nedenle buradayız. Bunu şükranla karşılıyoruz. Ancak, bu çocuk katılımının kısıtlı olmaması için, Türkiye'nin her yerinde ve her konumundaki çocuklara ulaşılabilmesi ve onların katkılarının da alınabilmesini özlüyoruz ve diliyoruz. Çocukların görüşünü taşıyan, onların da bilip uyguladığı bir anayasanın ülkemizi daha da ileri götüreceğine ve insan hakları alanında uluslararası ortamda ülkemizi daha görünür kılacağına inancımızı yinelemek istiyoruz efendim.
Saygılarımızla.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederiz.
Buyurun, Zeynep…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ZEYNEP CANSU ASLAN - Ben öncelikle, ayrıcalıksız eşitlik konusuna değinmek istiyorum. Çocukların arasında…
ATİLLA KART (Konya) – Pardon, neye dediniz?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ZEYNEP CANSU ASLAN – Ayrıcalıksız eşitlik. Etnik köken, dil, din, mezhep ya da bunların dışında ayrıca, çocuk, engelli çocuklar, savaş mağduru çocuklar, sokakta yaşayan, göçmen çocukları da dikkate almamız lazım. Bu konularda çocukların birbirine tamamen eşit olması gerektiğini düşünüyoruz. Anayasa sonuçta sadece bizim değil, farklılıkları olan tüm çocukların anayasası olacak, tüm halkın anayasası olacak.
Ayrıca, anayasa ve hani, devletin yaptığı konularda bilgilendirme yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Çocukların, halkın, bu konuda bilgi sahibi olması gerekiyor. Bununla ilgili, bilgilendirme sonucunda halkın yapılan çalışmalar konusunda bir fikrinin oluşacağını düşünüyorum.
Ayrıca, düşüncü özgürlüğü olması gerekiyor, anayasada belirtilmesi gerekiyor. Düşüncelerimizi özgürce ifade edebilme ve bundan dolayı yargılanmamalıyız bence.
Ayrıca, sesimizin duyulması konusu var. Yaşımızdan dolayı da olabilir ya da farklı özelliklerimizden dolayı yeterince dinlenmediğimiz, görüşlerimizin dikkate alınmadığı durumlar yaşanabiliyor. Şikâyetlerimizin ya da fikrimizi belirttiğimiz durumlarda dikkate alınarak sorunların bu şekilde ortadan kaldırılmaya çalışılması gerektiğini düşünüyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederiz.
Evet…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ TUĞBA KÜÇÜKOĞUZ – Ayrıca, bu konuyla ilgili geri bildirim alarak haberdar olmamız gerekir. Şikâyetlerimiz yaşımız dolayısıyla kale alınmıyor ama bizim yaşımızda kızlar evlenebiliyor. Bu da var. Biz ayrıca…
ATİLLA KART (Konya) – Sen kaç yaşındasın Tuğba?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ TUĞBA KÜÇÜKOĞUZ – On beş…
Biz ayrıca millî eğitimin çocuklara, okullara bütçe ayırmasını istiyoruz. Bu sayede eşit olmak istiyoruz çünkü her okul, her yerde eşit değil.
Ayrıca bilgilendirmeye değinmek istiyorum. Biz örneğin haklarla ilgili yeterince bilgilendirilmiyoruz. Biz çocuklar, sadece, buraya 3 kişi olarak geldik ama bütün çocukları temsil ediyoruz. Fakat, çoğu çocuk kendi haklarından bile haberdar değil. Bu konuda bir şey yapmanızı istiyoruz sizden ve bu anayasa çalışmaları bize okullarda da öğretilmesi gerekiyor yani haberdar olmamız lazım bence.
Gelir ve fırsat eşitliği istiyoruz. Yani, şöyle: Diyarbakır’daki bir dokuzuncu sınıf öğrencisiyle ya da Malatya’daki dokuzuncu sınıf öğrencisiyle biz eşit değiliz. Eşit olmak istiyoruz.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ MUSTAFA YASİN İKİZ – Çevre temizliği var. Huzurlu olmamız için çevremizin temiz olması lazım ve bazı yerlerde, bizim göremediğimiz yerler var. Ara sokaklar, genelde kontrolsüzlük yüzünden temiz olmuyor ve bundan veliler ve çocuklar kötü yönden etkilenebiliyorlar, hasta olabiliyorlar, okula gidemiyoruz. Bunun için daha sık olması lazım kontrollerin.
Başka olarak kavga, şiddet var. Genelde okul çıkışlarında çocuklar tarafından oluyor ve yarım saat kavga edebiliyorlar, kafasını, gözünü kırabiliyorlar. Yani, bu, kontrolsüzlükten oluyor genelde. Okul çıkışlarında polis veyahut da güvenlik koyabilirler. Okulun, tamam, güvenlikçisi oluyor ama okul içi ilgilenebiliyor, dışarıya bakmıyor.
Marketlerde de velilerin çocuklara kızması. Çocuklar genelde hep ağlar, “İşte, alınmıyor.” falan diye.
ATİLLA KART (Konya) – Onu anayasada nasıl düzenleyebiliriz?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ MUSTAFA YASİN İKİZ – Şimdi o konuya geliyorum. Güvenlikçiler daha cana yakın olabilir mesela, öyle demeyin. (Gülüşmeler) Yani, gülünecek bir tarafı yok bunun.
ATİLLA KART (Konya) – Hayır, ben ciddiye alıyorum yani lütfen, ciddiye alıyorum yani.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ MUSTAFA YASİN İKİZ – Biraz heyecanlandım…
ATİLLA KART (Konya) – Bilgilenmek istiyoruz, tabii…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Başka söylemek istediğimiz şeyler var mı?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ZEYNEP CANSU ASLAN – Belki anayasaya girmesi bilgilendirme çalışmalarıyla sağlanabilir çünkü halkın yeterince bilinçli olmadığını düşünüyorum ve bunu bir şekilde anayasaya koyarak bilgilendirme çalışmaları yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bilgilendirme çalışmaları sayesinde zaten birçok sorun aşılabilir bence.
ATİLLA KART (Konya) – Evet…
Siz konuşacak mısınız efendim?
Buyurun efendim.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Anayasa şu andaki hâliyle aslında insan hak ve hürriyetleri ve çocukların hak ve hürriyetlerini korumak için birçok hüküm içeriyor. Ancak, şu andaki hâliyle aileyle beraber anılıyor. Oysa çocukların bağımsız birer birey olmalarıyla ilgili bu maddenin de bağımsız olması gerekiyor. Çocukla ilgili, çocukların haklarıyla ilgili ayrı bir maddenin olması gerekiyor anayasada.
Bir başka konu da aslında birçok medeni anayasada -bizim de incelediğimiz konular, aslında bunlar özellikle de çocuk haklarıyla ilgili- insan hakları ve hürriyetleriyle ilgili ayrı bir bölüm var. Artık sanıyorum Türkiye’de de bu olgunluğa eriştik, ki anayasada muhakkak insan hak ve hürriyetleriyle alakalı ayrı bir bölüm olmalı ve insan hak ve hürriyetlerinin altında çocuk hakları da ayrı, kendine özgü ve çocukların kendi ihtiyaçlarını ve haklarını içerecek şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Bu konuyla ilgili, özellikle de yasal haklarla ilgili, arkadaşımız zaten daha fazla bilgi verecek size.
Bir diğer konu, özellikle üzerinde durmak istediğim, anayasanın diğer yasalara olan üstünlüğünün ve hiçbir yasanın anayasaya aykırı olamayacağının muhakkak açık bir şekilde anayasada yer alması gerekiyor. Ki, ayriyeten, doğrudan, özellikle de uluslararası -biraz önce Gülgün Hanımın da altını çizdiği- Çocuk Haklarına Dair Sözleşme de dâhil, birçok uluslararası insan hakları sözleşmesinin doğrudan mahkemelerde uygulanabilir hâle gelmesi gerekiyor. Çünkü, şu ana kadarki deneyimlerimiz ne yazık ki çocukların insan haklarının mahkemelerde yasalarca yeterince korunmadığı yönünde. Bunun giderilebilmesi için anayasa aslında çok büyük bir fırsat ve anayasanın içerisinde doğrudan insan hakları sözleşmelerinin yerel mahkemelerde doğrudan uygulanabilir olması çok önemli. Bununla ilgili bir hükmün yer alması çok önemli.
Bir diğer konu da anayasada, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyla ilgili gelişme oldu 2010 yılında. Bu bizi çok yüreklendirdi fakat bunun nasıl olacağını hâlâ bilmiyoruz. Sanıyorum bu korunacak bu anayasa çalışması içerisinde, bireysel başvuru fakat bu çalışma yapılırken muhakkak çocukların da bireysel başvuruyor olabilmesi gerekiyor. Ki, eminim yakında Türkiye, yeni bir uluslararası sözleşme daha var, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye ek bir protokol var, yakında imzaya ve onaya açılacak bir protokol, üçüncü Protokolü sözleşmenin… Bu protokol çocuklara bireysel başvuru hakkı veriyor. Anayasanın da bu hakkı artık kabul etmesi gerekiyor, Anayasa Mahkemesinin de. Böylece, bunun da anayasada muhakkak altının çiziliyor olması ve anayasanın içinde bir hüküm olarak yer alıyor olması gerekiyor diye düşünüyoruz açıkçası ve böyle olmalı modern anayasa da.
ATİLLA KART (Konya) – Yani yasal temsilciye, velayete gerek kalmadan mı?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Gerektiğinde yasal temsilciye, velayete de gerek kalmadan. Çünkü, “çocuk” dediğiniz on sekiz yaşına kadar. Sadece biz, ne bileyim, sıfırla beş yaş arası ya da sıfırla on yaş arası çocuktan bahsetmiyoruz. Kendi fikirlerini eğer oluşturabilecek düzeye geldiyse, o yeteneği de kazandıysa ve yeterince de bilgilendirme varsa, çocukların da hiçbir ayrım gözetmeden çünkü herhangi bir yetişkine ayrım gözetmeden böyle bir hak veriliyor, çocuklara da ayrım gözetmeden bu hakkın verilebiliyor olması gerekiyor, kendi düşüncelerini oluşturabildiği sürece. Bu da aslında arkadaşlarımızın, genç arkadaşlarımızın söylediği bilgi edinme hakkıyla ve bilgi edinme hakkının pozitif bir yükümlülük hâline gelip artık devletin bilgilendirme ödevine dönüşmesi gerekiyor. Bilgilenen çocuk da aslında çok rahat mahkemeye gidebilir. Genelde, örneğin bazı kararlar duyuyoruz ve gazetelerde de bunu görüyoruz. On bir yaşındaki bir çocuk, annesini, babasını mahkemeye veriyor. Bunu genelde, “A ne kadar güzel, ne şirin, çocuk nasıl da akıllıymış, veriyor.” diye konuşuyoruz ama sanıyorum artık bunun böyle şirinlikten vesaireden çıkıp çocukların bir birey olarak da yasal haklarını kullanabilmelerinin yolunun açılması gerekiyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir yaş sınırı var mı bunda?
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Bununla ilgili aslında bir yaş sınırı yok ama Türkiye’deki şu andaki yasalarda da öyle bir şey yok, yaş sınırlaması yok fakat…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Mesela beş yaşındaki bir çocuk bunu yapamaz.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Tabii ki bunu yapamayabilir. Beş yaşındaki bir çocuk bunu yapamayabilir.
ATİLLA KART (Konya) – Orada bir gruplandırma olacaktır herhâlde.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Buradaki temel şey, çocuğun kendi görüşlerini çünkü… Burada yaş sınırlaması yok aslında. Çocuğun kendi durumunu, yasal durumu anlayabilip kendini ifade edebiliyor olması yeterli bir kriter olmalı çünkü bazen çocuklar, eğer bilgilenmediklerinde, on altı yaşında bile birçok şeyi anlayamazken bilgilendiklerinde çok küçük yaşta da kendilerini ifade edebiliyorlar. Kendilerini ifade edebilmelerinin artık yasanın içerisine girmesi gerekiyor. Çocuk hakkı, çocukların katılım hakkı da bu bağlamda çok önemli aslında, birçok mekanizmaya da, içine de girmesi gerekiyor. Ki son anayasalarda, İzlanda, anayasasını şu anda düzenliyor ve İzlanda’nın yeni anayasasında çocukların katılım hakkı anayasal bir madde olarak yer almış durumda. Çocukların, kendilerini ilgilendiren tüm kararlarda kendilerini ifade etme hakları var. Bunun içerisinde şikâyet mekanizmaları da var tabii ki ama şikâyet mekanizmalarına gerek kalmadan, başka mekanizmaların da olması gerekiyor ve bunun da ancak anayasayla oluşturulabiliyor olması lazım. Ki, bir önceki anayasada kamu denetçiliğiyle alakalı bir gelişme oldu. Burada örneğin, belki de özellikle çocuklar için bir kamu denetçiliği kurumunun oluşturulması, bir çocuk ombudsmanlığının oluşturulması ve bunun anayasaya girmesi çocuklar ve haklarının ilerlemesi açısından çok önemli diye…
Devam edebilirim, başka sorunuz yoksa…
ATİLLA KART (Konya) – Rıza Bey’in olacaktır.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii ki Şahin Bey konuştuktan sonra…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Yani, bir iki şey daha var. Aslında çocuğun on sekiz yaşına kadar, bir insanın daha doğrusu on sekiz yaşına kadar çocuk olduğunun da anayasada artık yer alması gerekiyor ki, diğer tüm yasaların buna göre düzenlenmesi gerekiyor. Artık, şeyden yorulmaya başladık çünkü, kızların on sekiz yaşından önce evlendirilip bunun da çok normal karşılanıyor olmasından yorulmaya başladık. Çünkü, anayasa, bir toplumsal anlaşma. Eğer toplum olarak bunda anlaşıp bunu yasa olarak da karşımıza getirirsek sanıyorum bu alanda kadın hakları alanında da çok büyük bir gelişme yaşayacağız diye düşünüyorum.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ AV. ŞAHİN ANTAKYALIOĞLU – Aslında söyleneceklerin çoğu söylendi. Ben, sadece birkaç noktaya değinmek istiyorum. Aynı zamanda, çocuklara yönelik ticari cinsel sömürüyle mücadele koordinatörüyüm. Şu an, otuz üç sivil toplum örgütünden oluşan bir…
ATİLLA KART (Konya) – Ankara Barosu…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ AV. ŞAHİN ANTAKYALIOĞLU – Ankara Barosu, evet.
Adem Bey’in de söylediği gibi, öncelikle çocuk, mutlaka, açık ve net bir şekilde, anlaşılır bir dille anayasamızda tanımlanması gerekiyor. Hâlâ uygulamada, kanunlarda geçmesine rağmen, çocuk algısı çok farklı olabilmekte, bazen de yasa içerisinde yer alan tanım dahi kabul edilmek istenmemekte. Çok ilginç bir durum ama maalesef durum böyle. Ama, bunun anayasayla güçlendirilmesi ve aksi düzenlemelerin de anayasaya aykırılığının öne sürülmesinde yarar var. Onun dışında, tabii, her ne kadar şu an istismardan korunmaya dair anayasada bir hüküm yer almış olsa da özellikle sadece istismar değil, her türlü sömürünün mutlaka altının çizilmesinde yarar var. Özellikle ticari cinsel sömürü konusunda Türkiye’de çok ciddi mağduriyetler yaşanmakta. Her ne kadar TCK’da buna ilişkin, cinsel istismar, çocuk, insan ticareti, çocuk fuhuşu düzenlenmiş olsa da bunun anayasada özel bir başlık hâlinde en azından düzenlenerek diğer bütün kanunların bu konuda bütünleştirilmesi, dağınık olan mevzuatın toparlanması açısından da bunun anayasada, temel ilkeleriyle birlikte yer almasında yarar var.
Onun dışında, ticari cinsel sömürü, şu an dünyada en geniş, yaygın suç, kriminal anlamda en yaygın üçüncü suç türü olarak karşımıza çıkıyor ve Türkiye’de henüz çalışılmış, bilinen, çok anlaşılan ve bununla mücadele edilen bir suç türü değil. Bu anlamda da hem koruma hem de çocukların bu anlamda eğitim almaları ve çocuklarla ilgili çalışan meslek gruplarına yönelik, özellikle eğitimin, meslek hayatı boyunca eğitimin, ama sadece başlarken değil, bunun periyodik olarak eğitiminin alınması şart olarak konulması gerekiyor.
Anayasada özellikle çocuk haklarının tanıtılması, anlatılması, öğretilmesi bir hüküm olarak yer almasında yarar var. Bu konuda çok büyük eksiklikler var. Hem çocuklara eğitim, haklarını bilmeleri açısından, hem de çocuklarla ilgili, bu alanda çalışan kişilerin periyodik olarak meslek hayatı boyunca eğitim programına tabi tutulmaları, anayasal bir hüküm hâline gelmesinde yarar var.
Her ne kadar Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinde kabul ettiğimiz uluslararası sözleşmeler iç hukuk mevzuatı hâline geleceği belirtilmiş ise de bunun açıkça yazılması. Çünkü, maalesef bazı savcı, hâkimlerimiz “Bunlar gâvur mevzuatıdır, bizim mevzuatımız değildir, bizim çıkardığımız mevzuat değildir.” şeklinde yorum, görüşler sunduğundan maalesef bunlara çok itibar edilmemektedir. Bu konuda, özellikle anayasaya, başlı başına bizim ürettiğimiz yasayla bari, hani bu şekilde yazarsak belki bir nebze de olsa bu uluslararası mevzuatın, Türkiye'nin de kabul ettiği mevzuatın uygulanması için büyük önem taşıyacaktır.
Şimdilik bu kadar diyeyim. Zaten çoğu söylendi.
Teşekkür ediyorum, sağ olun.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, biz teşekkür ederiz.
Rıza Bey…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii yani benim dinlediğim herhâlde en enteresan şeylerden biriydi bu. Bir kere çocukların konuşması çok önemli, çocukların kendilerini ifade etmesi çok önemli. Bu bize şunu gösteriyor: Çocuklar, işte -Adem Bey’in söylediği gibi- kendilerini ifade edebilecek düzeye geldikleri zaman onları dinlemek lazım, onların söylediklerine önem vermek lazım, değer vermek lazım ve onları ayrı bir hak süjesi olarak görmek lazım. Çocukları bilgilendirme hakkından söz ediyoruz. Tabii, asıl problem büyüklere eğitim hakkı olması lazım. Büyükleri eğitmek lazım çocuk hakları konusunda, en büyük eksikliğimiz bu. Biz hâlâ toplum olarak çocuklara ayrı bir hak süjesi olarak, hak öznesi olarak görmeye alışık değiliz. Küçük büyükler olarak görüyoruz hâlâ çocukları. Hâlbuki, görüyorsunuz çocuklar ne kadar farklı insanlar, ne kadar birey, özne olarak konuşabiliyorlar. Bir kere bu var. Yani, anayasada bunu böyle bir anlayışa getirebilir miyiz, bence bu çok önemli.
İkincisi, tabii, Türkiye’de korkunç bir çocuk problemi var. Yani, çocukların korunması problemi var, sokak çocukları, cinsel istismar, çalışan çocuklar, küçük yaşta çocuk gelinler… Yani, muazzam bir çocuk problemi var. Yani, devlet… Bu neyi gösteriyor? Devlet pozitif yükümlülüklerini, çocukları koruma konusundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmiyor. Anayasada belki böyle bir şey acaba koymamız yani devleti daha, pozitif yükümlülüklerine zorlayacak bir şey, hükümler koymamız…
Bir de tabii, Şahin’in söylediği, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin uygulanmasını sağlayacak bir şey… Tabii, bütün bu uluslararası sözleşmeler için aynı problem var yani çocuk hakları sözleşmesi için de bize yabancı bir sözleşme olarak görülüyor ama İnsan Hakları Sözleşmesi de öyle görülüyor. İşte, bir türlü uygulayamıyorsunuz Türkiye’de İnsan Hakları Sözleşmesini, yargıçlara uygulatamıyorsunuz. Uygulatsanız bugünkü Türkiye'nin durumu çok daha farklı olacaktır mesela. Bütün bunları düzenleyen başka bir hükme ihtiyaç var.
Ben çok teşekkür etmek isterim yani, hem geldikleri için hem çocuklara özellikle teşekkür etmek isterim.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Evet, ben de teşekkür ediyorum, ayaklarınıza sağlık, ağzınıza sağlık.
Tabii, çocukların görüşlerinin alınmasıyla ilgili bir çalışmamız var, biraz resmî kanallarla yürüyen ama bu daha sivil örgüt olarak bu konuda bir açılış yaptı, başlangıç yaptı. Önemli bir konu. Tabii, Çocuk Hakları Sözleşmesi de 90’ıncı madde kapsamında, aslında kanunlarla çatıştığı zaman uygulanması gereken bir hukuk metni ama tabii, Türkiye’de 90’ıncı madde değişikliği üzerinden yedi sene geçmiş olmasına rağmen, bu konuda, özellikle pratikte, uygulamada sonuçlarla karşılaşmıyoruz. Dediğiniz gibi, bu sadece atıflarla değil, daha açık bir şekilde anayasada düzenlenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
ATİLLA KART (Konya) – Altan Bey…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de teşekkür ediyorum, sağ olun.
ATİLLA KART (Konya) – Ben, bir iki hususa dikkati çekmek istiyorum. Tabii, toplumda, bakıyorsunuz, kadına şiddetin giderek tırmandığını görüyorsunuz, aile içi şiddetin tırmandığını görüyoruz. Bunun en büyük mağduru da aslında çocuk oluyor. Yani, doğrudan mağdur oluyor, dolaylı mağdur oluyor, her hâlükârda mağdur oluyor.
Yine, şunu görüyoruz: Bunu gerçekten bir siyasi yaklaşım içine girmemek kaydıyla söylüyorum, çocuğa yönelik olarak suç ve sömürü mekanizmalarının her anlamda giderek yoğunlaştığını görüyoruz. Bu, geleceğimiz adına endişe verici, kaygı verici bir husus. Yani, bunu ekonomik boyutuyla görüyorsunuz, suç unsuru boyutuyla görüyorsunuz, taciz boyutuyla görüyorsunuz, pek çok boyutuyla görüyorsunuz. Bunun tırmandığını, bunun katlanarak arttığını görüyorsunuz. Bu ne kadar tehlikeli bir süreçtir toplumun geleceği adına. Bu işin tabii, temeli çocuktan başlıyor. Onun da temeli tabii, elbette aile eğitimi vesaire yani birbirini hep karşılıklı etkileyen süreçler tabii bunlar ama kabul etmek gerekir ki, nitelik olarak da nicelik olarak da çocuğa yönelik suç türlerinin endişe verici boyutlara vardığını görüyoruz. Bu aslında, bizim sorumluluğumuzu daha da öne çıkaran vahim bir gelişmedir.
Ben teşekkür ediyorum hepinize efendim.
Buyurun.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Tam, bu söylediğiniz konuda, şiddetle alakalı, Türkiye’de hâlâ evde, okulda ve kurumlarda, bakım kurumlarında, alternatif bakım kurumlarında çocuğa karşı şiddet yasal.
ATİLLA KART (Konya) – Bunun çok acı örneklerini tabii…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Bunun artık yasaklanması gerekiyor Türkiye'nin…
ATİLLA KART (Konya) – O zaten yasak ama tabii…
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Yasak değil ne yazık ki, yasal olarak hâlâ boşluklar var. En azından anayasada muhakkak çok açık bir şekilde “Çocuğa karşı şiddet her ortamda yasaktır.” diye bir cümlenin geçmesi çok önemli çünkü hâlâ yasak yok, evde hâlâ boşlukları var. Ceza Kanunu’nun 232’nci maddesinin ikinci fıkrasında…
ATİLLA KART (Konya) – Tedip olayını diyorsunuz.
ULUSLARARASI ÇOCUK MERKEZİ DERNEĞİ ADEM ARKADAŞ – Yani, sadece o da değil tabii, başka alanlarda da çok böyle, ne bileyim, yasal olarak yani bir yasanın içerisinde değil ama onun altındaki bir metnin içerisinde ancak var. Bunun artık ortadan kalkması ve çocuğa karşı her ortamda ve her türlü şiddetin yasaklanmasına dair, anayasada bir hükmün yer alması gerekiyor. Çocuklara artık bu haksızlığı yapamayız Türkiye’de.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyoruz efendim, sağ olun.