3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə30/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   72

13.02.2012 Tarihli Toplantı




  • BİRİNCİ OTURUM

  • Açılma Saati: 10.55

  • ----0----

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Arkadaşlar hoş geldiniz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3 no.lu alt komisyonu. Ben Milliyetçi Hareket Partisi Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Atilla Kart Bey CHP Konya Milletvekili, Altan Tan Bey Diyarbakır Milletvekili Barış ve Demokrasi Partisinden. Bir diğer üyemiz Ahmet İyimaya Beyefendi rahatsızlığından dolayı bize katılamadı.

  • Bugüne kadar biliyorsunuz Anayasa Uzlaşma Komisyonu mümkün mertebe toplumun bütün katmanlarına ulaşmaya çalışıyor. Bu noktadan olmak üzere üç komisyon dernekleri, vakıfları, diğer kuruluşları dinlemeye çalışıyoruz. Bize müracaat eden arkadaşlarımız kimisi yazılı olarak müracaat ediyor kimisi de sözle ifade etmek istediklerini belirtiyorlar. Bunları sıraya almak suretiyle bugün de olduğu gibi kendilerine söz veriyoruz, onları dinliyoruz. Sizi de bu anlamda olmak üzere dinleyeceğiz. Bizim tavrımızı tamamen nötr durumdayız, bir tartışma ortamı yok, sadece sizler doğru bildiklerinizi, düşündüklerinizi ifade ediyorsunuz, belki sonunda açıklanmasında fayda gördüğümüz bizce muğlak kalan bir ifade varsa faydalı olur diye arkadaşlarımız daha geniş bir açıklama almak için soru sorabiliyorlar. Bunun ötesinde siz konuşacaksınız, biz dinleyeceğiz, kırk dakikalık bir süreniz var. Bu kırk dakikanın genellikle bugüne kadar teamül hâline gelen otuz dakikasını takdimde bulunan arkadaşlarımız kullanıyorlar, son on dakika da karşılıklı olarak soru-cevap şeklinde gidiyoruz. Sistemimiz bu.

  • Ruhi Bey, hazırsanız, buyurun efendim.

  • YÖR-TÜRK YÖRÜK TÜRKMEN VAKFI ADINA DOÇ. DR. RUHİ ERSOY- Çok teşekkür ediyorum efendim. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

  • Biz Yörük Türkmen Vakfı olarak huzurunuzda bulunuyoruz. Yazılı olarak takdim etmiş olduğumuz görüşlerimize ilgi duyup bizi de burada dinleme imkânı veren Türkiye Büyük Millet Meclisine ve değerli komisyona teşekkür ediyoruz.

  • Sağ yanımda Sayın Mustafa Tombuloğlu Vakfın Genel Başkanıdır, kurucusu, sol yanımda Bayram Özden yönetim kurulu üyesi, Altuğ Yörükoğlu Bey Vakfın Genel Sekreteridir.

  • Kısaca Yörük Türkmen Vakfı hakkında bilgi vermem gerekirse: 1996 yılında Yörük Türkmen Kültürüne Hizmet, İlim, Sağlık, Eğitim, Araştırma, Kalkınma ve Dayanışma vakfı adıyla kurulmuştur. 1996 yılından bu tarafa temeline Türk kültürüne hizmeti, Türkiye’nin birlik beraberliğine hizmeti misyon olarak kabul etmiş, başta bilimsel sempozyumlar olmak üzere ihtiyaç dâhilinde yardımlarla, dayanışmayla memleketin huzuru adına birtakım sosyal etkinliklerde, kültürel çalışmalarda bulunmuştur. Bunları tek tek saymak istemiyorum burada. Bu çalışmalarının en sürekliliğini gösteren yüzüncü sayısını çıkarmış olduğu Yör-Türk Dergisi’dir. Bu dergi çok kapsamlı, geniş yayılım alanlarına hitap eden, sadece Türkiye ile sınırlı değil Avrupa Federasyonu başta olmak üzere Türk dünyasına da yaylım ağı olan bir dergidir.

  • Yörük Türkmen kültürü ve vakfı hakkında detaya çok fazla girmeden ve vakti de etkin kullanmak adına sunumuma geçmek istiyorum.

  • Türkiye’deki temel algı Anayasa değişimiyle ilgili iklimin oluşturulmasıyla alakalı süreci bir bütün hâlinde değerlendirdiğimizde 19’uncu yüzyıl pozitivizmiyle ulus devlet iç içe girmiş vaziyette bir yapıda idi. 19’uncu yüzyıl pozitivizmi dağıldı, çöktü, ulus devletler de bitti, yok oldu. Dolayısıyla ulus devletlerin misyonunu tamamlamasından hareketle postmodern bir süreç yaşanıyor. Postmodern süreçte de ulus ötesi alt kültür ve kimlikler üzerinden ulus devletler ulus söküm sürecine girmiştir, çok kültürlü, çok dilli, farklı yapılara girmiş bir dünya konjonktürü sunulmakta ve dayatılmaktadır. Türkiye’de de bu dayatmanın oluştuğu iklim içerisinde Anayasa tartışmalarının olduğu kanaatindeyiz. Oysa bunu dayatanlara baktığınızda başta Avrupa’da Fransa ve Almanya olmak üzere Amerika olmak üzere kendi dil, edebiyat, estetik yaratmaları ve ulus kimliklerinin oluşumundaki atomize yapıyı muhafaza ederken hesapları ve operasyona dâhil etmek istedikleri bölgelerde siyasal strateji anlamında yola çıkarak silahlardan çok kültürleri işe koşarak birtakım işlerin siyaseten ortaya konulduğu bir iklimde Anayasa tartışmasını Türkiye’nin yaptığı kanaatindedir vakfımız.

  • Öncelikle ifadelerimde Yör-Türk ifadesini kısaltacağım, Yörük Türkmen Vakfının kısa ismidir Yör-Türk.

  • Yör-Türk, konjonktürün dayattığı bir zeminde bazı kesimleri tatmin edecek şekilde yeni bir toplum modeli oluşturmak üzere anayasal rejimde revizyon yapmayı değil, demokratik hukuk devletini hem iktidar devlet hem de yurttaşlar açısından mümkün ve işlevsel kılan ve böylece toplumsal bütünleşmeye katkı sunabilecek anayasal formüller üretmeyi öneriyor. Bu önerilerinin referans noktalarında da özellikle yürürlükteki anayasalar ve yasalar mahkeme içtihatlarıyla zenginleşir, gelişir, değişir, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir muhtevaya ulaşmaya çalışır. Mevzuat da böylece aynen toplum gibi canlı, gelişen dinamik bir hüviyet kazanır prensibini benimsemektedir. Yani yeni Anayasa ifadesi eskiyi sil, at, formatla, sıfırdan otur Anayasa yaz anlamında değil, Türkiye’nin Kanuni Esasi’den bu tarafa Anayasa tarihinin müktesebatını Türk kültürünün derinliklerindeki bir arada yaşama kültüründeki sözlü Anayasa’sını da işe koşarak genel anlamda bu birikimin üzerinde söz söylenmesinden taraftır. Bu bağlamda 1961’deki ihtilalcilere sıfırdan yeni anayasa yapmaya kalktıklarında rahmetli Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil mealen şu tavsiyelerde bulunmuştur. Biz de rahmetliyi hayırlı yad ederken, onun tavsiyesini huzurunuzda kayıtlara geçmek istiyoruz. “1924 Anayasası’nı çöpe atmayın. Bünyemize ve ihtiyaçlarımıza uyduğu görülen maddelerini muhafaza edip, yetersiz veya eksik olan yönlerini geliştirin, değiştirin. Yeni bir anayasa yapılırsa, ideal planda çok iyi olabilir, ama toplumun ihtiyaçlarına ve yapısına ne kadar uyacağı, nelerle karşılaşılacağı bu günden bilinemez. Endişe ederim ki, uygulamada çok büyük sıkıntılara sebep olabilir.” demektedir Başgil

  • Biz de yapılacak Anayasa’da cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ile taşınan değerlerin koruma altına alındığı ilk üç maddesi ve bu maddeleri koruma altına alan 4’üncü maddesinin asla Anayasa’da tartışma konusu dahi edilmesini istemiyoruz.

  • Temel hak ve hürriyetlerle ilgili yapılacak düzenlemede çok kültürlülüğü çağrıştıran temalara ve grup hakları gibi tanımı ve hukuki niteliği belli olmayan ve siyasi açıdan ayrımcılığa müsait ifadelere de yer verilmemesi gerektiği kanaatindeyiz.

  • Dünyayı küresel çıkarlara göre şekillendirmeye çalışan güçlerin bu süreçte önü açılmış, millî devletlere karşı çok kültürlülük ve çok hukukluluk projesini geliştirmişler. Çok Kültürlülük politikası, bireysel temel hak ve hürriyetlerle birbirine karıştırılmamalıdır. Çok kültürlülük çok fikirlilik anlamında değildir. Çok fikirli olmanın yanındayız, çok kültürlülüğü bir politik zemin olarak değerlendirmenin karşısındayız.

  • Yör-Türk olarak bireysel temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesini sonuna kadar desteklemekteyiz. Söz konusu haklar ibaresi grup hakları şeklinde ifade edilmemelidir. Bu bağlamda bizzat çok kültürcülüğü benimsemiş Batı’lı ülkelerde yürümeyen, yürütülemeyen uzun yıllar uygulanmış olan sömürgeci politikaların bir sonucu olarak gündeme getirilen çok kültürcülük küreselleşmenin ideolojisi olup millî kimlik ile çatışmaktadır.

  • Söz konusu bu yaklaşım toplumdan, millî devletten bağımsız, otonom fert ve sosyal grupları esas alır. Toplumsal düzlemde farklılıklarla birlikte yaşamayı yeterli görmez. Siyasi olarak kamusal alanda tanınmayı öngörür. Modern demokratik devletlerde ise etnik ve kültürel temelde bir anayasal tanınma söz konusu değildir. Aksi bir durum devletlerin egemenlik hakkının gaspı ve ülke bütünlüğünün bölünmesi anlamına gelmektedir.

  • Son zamanlarda ülkemizde gündeme getirilen çok kültürcülük akımı ile Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte tarifi yapılan millî kimlik terk edilerek yerine alt kültürlerin ön plana çıktığı bir siyasi yapı oluşturulmak istenmektedir.

  • Türkiye Cumhuriyetinde yaşanan asıl sorun, AB başta olmak üzere ABD gibi devletlerin ve komşu ülkelerin destekleyip teşvik ettiği ayrılıkçı yapılanmalar yolu ile cumhuriyeti kuran Türk halkını ayrıştırma, eşit statüde vatandaş olarak kabul edilmiş alt kültür gruplarını azınlık hâline getirme gayretleri yatmaktadır.

  • Vatandaşlık tanımı ile ilgili 1982 Anayasası’nın 66’ncı maddesindeki mevcut düzenlemenin aynen muhafaza edilmesi gerekir. Başka bir anlatımla vatandaşlık kişi ile belli bir devlet arasında kurulan ve hukuki ve siyasi yönleri bulunan bir bağdır.

  • Günümüzde salt belli bir ırktan gelmenin tek başına millet ya da millete mensubiyeti ifade etmeye yetmediği, aynı zamanda aralarında dil, din, tarih ve özellikle kültür birliğinin var olduğu insan topluluğunun millet olarak kabul edildiği bilinmektedir.

  • Bugün tartışılan “Anayasal Vatandaşlık” kavramından neyin kastedildiğini ele almakta fayda vardır. Bu soruya farklı cevaplar verilmesine rağmen, ortak bir noktada buluşulmakta ve vatandaşlar arasında din, dil, ırk ve kültürel farklılıkların olduğu vurgusunun Anayasa’da yer alması talep edilmektedir. Bu anlayışta olan bir kesime göre, dinî ve ırki ayrılıklarımıza vurgu yapıldıktan sonra, vatandaşlık bakımından herkese “Türkiyeli” denilmesinin daha çağdaş olabileceği iddia edilmektedir.

  • Başka bir kesim ise çok kültürlü anayasal vatandaşlık ve bu vatandaşlık anlayışını yaşama geçirmeyi tavsiye etmektedir. Yine diğer bir kesim ise birilerini memnun etmek için millî kimlik olan Türk kimliğinin Anayasa’da yer almaması Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilerek nötr bir tanım yapılmasından yanadır.

  • Anayasal vatandaşlık kavramından bahsedenlerin hemen hepsi Türkiye’de yaşayan topluluğun homojen bir yapıda olmadığı yani bir millet olmadığı farklı etnik, ırkî ya da kültürel özellikler taşıyan çok kültürlü bir yapı olduğu ortak paydasında buluşmaktadırlar. Oysa bizim tezimiz ve iddiamız şu ki: Bu İbni Haldun’un Mukaddime’sinde geçen “asabiye”den bu tarafa dünyadaki her ülkenin bir kurucu asabiyesi ve köklük tarihî içerisinden getirmiş olduğu bir milleti vardır. Bu milletin adı Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Türk milleti olmuş ve bu mayalanmıştır. Sosyolojik bir terkibin adı olan etnik ve antropolojik anlamda bir ırkın değil dün Orhun Vadi’sinde Bilge Kağan’ın Tonyukuk Kitabeleri’ni diktirdiği, Anadolu coğrafyasında Kaşgarlı’ya Divanı Lügatı Türk’ü yazdırdığı, Yunus’u, Mevlana’yı, Hacı Bektaş’ı yetiştirdiği ve bu birikimin içerisinde Konstantinapolis’i İstanbul yapan bu iradenin bütününün, toplamının adı Türk olmuştur. Çanakkale’de millî mücadelede ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda bu millet ortak bir varlıkla bu hikâyeyi birlikte yazmıştır. Bu yazılanın toplamının oluşturduğu genel kitlenin adına Türk denilmektedir. Aksi takdirde Türklüğü bir etnisite kabul etmenin akıl dışı ve bandı geri sararak ilkele dönme mantalitesi olduğu kanaatindeyiz. Postmodern süreçte modernize sürecindeki derlenmiş, toparlanmışlıkları ilkele geriye sararak etnisiteleri insanlığın ilk çağındaki hastalıklı sari hâllerine götürme projesinin adıdır kanaatindeyiz.

  • Bu anlayışta olanlara göre Türkiye 36 ya da 47 farklı etnik ya da kültürel grubun bir parçası ve bir araya gelerek oluşturdukları mozaiğin toplamı çok kültürlü bir devlettir. Oysa deminki bahsettiklerimiz ve bu manadaki çok kültürlülükten maksat bir toplumu oluşturan bireylerin ve grupların din, dil, ırk, tarih, coğrafya açısından farklı kökenlerden gelmesidir tezi yanlış, bu farklılıklar etnik yapıda olanlarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müşterek sahipleridir.

  • Bu düşüncede olanlara göre Türkiyeli üst kimliğini benimseyince asli kurucu unsur ortadan kalkıyor ve ülkede yaşayan herkes üst kimlik olarak Türkiyeli oluyor. Yani bu düşünceye göre, farklı dil, din, ırk ya da kültürel özelliklere sahip insanlar tesadüfen bir araya gelerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş oluyorlar. Oysa böyle bir yaklaşım dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bu yaklaşımın 1923’deki Cumhuriyetin kuruluşu ya da günümüzde bu ülke toprakları üzerinde yaşayan insanların tesadüfen bir araya gelmiş olan yığınlar olarak kabul etmek gerekir ve deminki saymış olduğum tarihin mücadelesinin tamamını ortadan silip atmak anlamına gelir ki böyle bir tanımlama yoktur. Devlet esasına, millet esasına, coğrafya esasına göre yapılan tanımlamalar arasındaki anakronik, kafa karıştırıcı tanımlamalarla çağdaş kavramlarla bu problemler gün yüzüne çok farklı şekilde çıkartılan stratejilerdir düşüncesindeyiz.

  • Devletin kuruluş felsefesini oluşturan kurucu irade 1924 Anayasası’nın 88’inci maddesi ile ırki özelliklerinden kısmen kesin şekilde sıyrılarak, millî devletin kuruluş felsefesini ve kurucuların bakış tarzını ifade eden bir vatandaşlık tanımını o zaman yapmış.

  • 1924 Anayasasının 88’inci maddesinde “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir.” ifadesi ile ırk, dil, din ya da kültürel farklılıkları bertaraf eden bir “Türk” tanımı yapmışlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de millî devlet şeklinde örgütlenmesini sağlamışlardır.

  • İmparatorluktan sonra kurulan genç cumhuriyette imparatorluk anlayışının kalıntılarının bulunması kadar doğal bir şey olamazdı. Başka bir anlatımla Anayasa’da ayrılıklara yapılan vurgu, imparatorluktan millî devlete geçiş sürecinde ortaya çıkabilecek olumsuzlukları bertaraf etmek amacıyla benimsenmiştir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olanların farklılıklarını bertaraf ederek Türk milletini oluşturduğu kabul edilmiş ancak imparatorluktan millî devlete geçiş süreci de nazara alınmıştır. Cumhuriyetin kuruluş felsefesindeki Türk milleti anlayışını büyük önder Mustafa Kemal Atatürk açık bir şekilde ortaya koymuştur. O’na göre, “Bir harstan yani bir kültürden olan insanlardan mürekkep cemiyete millet denir.” Başka bir tanımlamasında da “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden meydana gelen cemiyete millet namı verilir.” demektedir büyük önder.

  • Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz bir şekilde ifade ettiği gibi millet kavramının özünde “müşterek kültür” ön plana çıkmaktadır. Maalesef cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar olan süreçte "millet" kavramının içeriği boşaltılmaya özellikle yaşadığımız son on, on beş yıllık süreç içerisinde itibarsızlaştırmaya çalışılarak anayasal vatandaşlık ya da çok kültürcülük veya Türkiyelilik kavramlarıyla millet ve millî devlet olarak örgütlenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri değiştirilme teşebbüsünden başka bir anlam taşımamaktadır.

  • Günümüzde ırk, dil, din ve kültürel özellikler bakımından homojen toplum bulmak oldukça güçtür, mümkün olmayabilir. Yüzyıllardan beri birlikte yaşamış, kültürleri arasında yoğun etkileşim olmuş gruplar arasındaki farklılıkları derinleştirmek yerine, birliktelikleri ön plana çıkartmak bir yandan müşterek kültürün yani millî kültürün gelişmesini sağlayacak, diğer yandan da egemen kültürün temaslar sonucu diğer kültürlerden aldığı unsurları özümseyecek ve kendi damgasını vuracaktır.

  • Anayasa’nın 66’ncı maddesine göre “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”. Bu ifade ile antropolojik ve sosyolojik manadaki Türk tanımından ayrı olarak hukuki manada bir tanım yapılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve bu devlete ait olduğunu hisseden herkes “Türk” olarak tanımlanmıştır.

  • Antropolojik ve sosyolojik manadaki “Türk” kavramı vatandaşlık hukuku bakımından doğrudan bir anlam ifade etmemekte yani kişilerin dil, din, ırk ya da kültürel özellikleri nazara alınmadan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran milletin adı ile vatandaşlık kavramı özdeş kabul edilmektedir. Bu anlamdaki vatandaşlık anlayışı azınlık kavramını da reddetmektedir.

  • Ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan kişiler “Türk” kabul edildiğine göre dil, din, ırk ve kültürel kökene ilişkin ayrıcalıklar ortadan kalkmakta, belli bir dinden, kültürden etnik kökenden olan çoğunluğa karşı korunması gereken bir azınlıktan da bahsedilememektedir. Çünkü vatandaşlık hukuku bakımından kişilerin eşitliği esası benimsendiği gibi temel hak ve hürriyetlerden yararlanma hususunda da vatandaşlar arasında ayrım yapılmayacağı esası kabul edilmiştir. Benzer düzenlemeler birçok ülke anayasasında da bulunmaktadır. Örneğin Alman Anayasası'nın giriş metninde "Alman halkı" ve "Almanlar" ifadesi ayrıca tanımlamaya gerek dahi görülmeksizin yer almaktadır. Benzer şekilde 1’inci maddeden başlayarak Alman vatandaşlarına yönelik kişisel haklar ve ödevlere ilişkin maddelerde "Tüm Almanlar" ya da "Hiçbir Alman" ifadeleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi Alman Anayasası "Almanya vatandaşı" değil, "Alman" demektedir. Ama bizim Anayasa’mızda "Türkiye vatandaşı" değil de "Türk" dediği için ırkçılıkla suçlanmaktadır. Alman Anayasası'ndaki "Alman" ifadesi nasıl ki Alman ırkını değil Alman vatandaşlarını tanımlıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66’ncı maddesindeki "Türk" ifadesi de Türk vatandaşlığını tanımlamaktadır. Aynı şekilde Fransa Anayasası’nın girişi "Fransız halkı’nın anayasal bağlılığına vurgu yapmaktadır. Görülüyor ki, anayasal metinlerdeki tanımlamalar açısından Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Fransız Anayasası arasında da bir fark bulunmamaktadır.

  • Sonuç olarak, anayasal metinlerde vatandaşlık bağını anlatmak için kullanılan ifadelerin, ülkeden ülkeye değişmediği açıktır. Bu ifadelere yüklenen anlamlar uygulamada farklı yorumlanabilmektedir. Türkiye'de asıl eleştiri konusu olan da uygulamadır. Uygulamadaki yanlışlıkların düzeltilmesi demokratikleşme ve toplumsal barış açısından çok önemlidir. Ancak bunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66’ncı maddesinin değiştirilerek yapılabileceğini iddia etmek ve yukarıda örnekleri verilen ülke anayasalarında benzeri olmayan "Türkiyeli", "Türkiye halkı", ve benzeri ifadeleri Anayasa’ya sokmaya çalışmak yanlıştır, hatta kasıtlıdır. Zira “Türk” kavramı ülkede yaşayan halklardan biri değil hepsini kucaklayan, kuşatan siyasi ve kültürel bir kavramdır.

  • Türkiye Cumhuriyetinin millî devlet yapısının değiştirilmesi veya başka bir deyişle Türk karakterinin silinmesi için demokratikleşme adı altında güçlü bir retorik kullanılmaktadır. Bunun için birbiriyle uzlaşması kuramsal olarak imkânsız, farklı ideolojilerden kişi ve gruplarca farklı yöntem ve modeller aynı amaç için geliştirilmiştir.

  • Gelinen bu noktada “Türk” kavramından rahatsızlığın sadece ideolojilerden kaynaklı değil psikolojik nitelikli bir sorun olduğunu da tespit etmek gerekir. Türk karşıtlığı neredeyse, millî bütünlüğü hedef alan bütün ideolojilerin ortak buluşma noktası olmuştur. Kendi aralarında türdeş olmayan zihniyet yapılarının ortak bir amaç noktasında yani Türk kimliği karşıtlığında ortak bir tavır koymaları konunun vahameti açısından üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur bize göre.

  • Denilebilir ki millî kimlik yani Türk kimliği, millî devletin farklılıklara rağmen üst düzeyde geliştirdiği politik kültürün adıdır. Politik kültür farklı kimlikleri iddia edildiği gibi yok etmez. Bunların üzerinden yeni bir kültürel aidiyet yaratır. Demokratik kurum ve mekanizmaların yerleşmesi ve işlerlik kazanabilmesi için bu türdeşlik politikası zorunludur. Çünkü politik kültürün temelinde vatandaşlık kurumunun sağlamış olduğu eşitlik, özgürlük, hak ve yetkilerin tanındığı hukuki ve siyasi bir kimlik vardır.

  • Netice itibarıyla diyebiliriz ki, bu ülkede yaşayan herkesin zorunlu vatandaşlıktan çıkartılıp gönüllü vatandaş hâline getirilmesi gerekmektedir ve bu devletin asli görevlerinden birisidir. Ancak, bunun yolu çok kültürlülük gibi üniter yapıyı tehdit eden düzenlemeler değil hukuk devleti ve insan haklarına bağlı bir anayasa düzenlemesi yapmaktan geçer.

  • Vatandaşlar arasında çok kültürlülük, dil, din, ırk ya da kültürel sebeplerle farklılıkların olduğu esasını kabul eden bir anayasa düzenlemesi yapılması demek, cumhuriyetin en büyük projelerinden birisi olan millî devlet anlayışının da bertaraf edilmesi demektir ki, bu kabul edilmez bir sonuç ortaya çıkartacaktır.

  • Açıklanan sebeplerle anayasal vatandaşlık, çok kültürcülük gibi kavramsal düzenlemeler yerine yapılması planlanan Anayasa’da, hukuk devletinin bütün unsurları ile kabul edildiği, bireysel özgürlüklerin en geniş kapsamda kabul edilip güvence altına alındığı bir düzenleme, vatandaşlarda gönüllü vatandaşlık şuurunun gelişmesinde önemli bir adım olacaktır.

  • Anayasa tartışmalarının başladığı andan itibaren hiç durmadan dillendirilen anadilde eğitim ve öğretim, ülkenin üniter yapısına ve gerçeklere uygun değildir. Farklı dillerde eğitim yapan ülkelerde yaşanan sıkıntılar nazara alınmadan bu yönde taleplerin dillendirilmesi iyi niyetle bağdaşmamaktadır. Devlet Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamaz, ancak özel öğretim kurumları mahalli nitelikli lehçe ve dil öğretimi yapabilirler. Yine devlet yabancı dille eğitim anlayışından vazgeçip yabancı dil öğretimini önemle benimsemeli, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sadece resmî dili değil, aynı zamanda Türk vatandaşlarının eğitim ve öğretim dilidir. Aksi bir durumun devlet olma gereği ve idarenin bütünlüğü ilkesi ile de çeliştiği ortadadır. Bundan maksat ayrı millet olmak ayrı devlet kurmak için alt yapı hazırlanmasıdır. Türkçe dünyada en çok konuşulan dillerden biridir. Türkiye’de dünya dili olan Türkçe birleştirici ortak bir paydadır. Aksi bir eğilim, çalışma hayatı dâhil birçok alanda fırsat eşitsizliklerine sebep olabilir.

  • ABD ve İngiltere’de İngilizce’nin farklılıkları birleştirici, farklılıklar üstü özelliği vurgulanırken, Türkiye’de Türkçe’ye farklı bir anlayışla yaklaşmak önemli bir çelişkidir. Yapılacak olan yeni düzenlemeler devletin, Türkçemizin gelişmesi ve dünyada yaygınlaşması için gereken tedbirleri alacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmelidir.

  • Sonuç kısmında şunları söylemem gerekirse değerli hazırun: Türkiye Cumhuriyeti millî devletinin son 200-250 yıllık tarihimiz içerisinde yenilmişliğimize, itilip kakılmışlığımıza, geri kalmışlığımıza yok olmak üzere iken yeniden dirilişimize çare olarak, ancak 100 yılda bulabildiğimiz ilacın, dermanın adı olduğunu unutmamız gerekmektedir.

  • Şunu da unutmayalım ki: Bizim coğrafyamız zor bir coğrafyadır. Burada güçsüzler ve kararlı duruş sergileyemeyenler yaşayamazlar. Eğer kudretliyseniz varsınız. Bize göre Yörük Türkmen Kültürü Vakfına göre, kudret bilimdir, ekonomidir, devlet ve millet barışıdır ve millî devlettir. Türk milletinin tarihî müktesebatından temellenerek yapılacak olan yeni bir Anayasa Türk milletini bütün varlığıyla geleceğe taşıyacaktır. Elbette ki Türk milleti gibi bir kavram kaygısı olmayanlara bir şey ifade etmese de onların selameti açısından da Türk millî mayasının bu Anayasa metninde korunması zarurettir.

  • Değerli hazırunu saygıyla selamlıyorum. Öncelikle bu kısa sürede hassasiyetimiz olan üç konuyu çok kültürlülük, anadilde eğitim, etnisite millet meselesini örneklerle size sunmayı vakıf yönetimi uygun buldu. Bunun haricinde yapısal reformlar konusunda, diğer devletin idari yapılanmalarıyla ilgili görüşleri konusunda yazılı olarak beyan etmiş olduğumuz dosyada detaylarımız mevcuttur.

  • Bizleri dinlediğiniz için tekrar teşekkür ediyor, vakıf genel merkezi adına saygılar sunuyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ruhi Bey çok teşekkür ediyoruz.

  • Gerçekten fevkalade istifade ettik. Şahsen ben istifade ettiğimi ifade etmek istiyorum.

  • Atilla Bey sorunuz var mı efendim?

  • ATİLLA KART (Konya) – Yok.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Altan Bey?

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim de yok. Doğrusu ben de sizin gibi fevkalade istifade ettim.

  • Teşekkür ederim.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Diğer arkadaşlarımızın söyleyecekleri, katkıda bulunmaları gereken bir şey varsa vaktimiz var, dinleriz.

    Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin