Biraz önce kadastro çalışmalarıyla ilgili, ormanın devreye girerek, daha önce köylülerin kullandığı arazilerin ormana intikal ettiğini söylediniz. Aslında bu, sadece Midyat’ta veya Mardin taraflarında yaşanan bir sorun değil, Türkiye'nin her yerinde bu tür sorunlarla karşılaşıyoruz. Benim memleketimde, köyümde bundan yirmi, yirmi beş, belki otuz yıl önce ekip biçtiğimiz tarlalar kadastro çalışmalarında orman olarak yazılmış. Niye yazılmış? Çünkü ekilip biçilmediği için otuz yıl içerisinde orası orman olmuş. Gerçekten gidip, uzaktan baktığınızda bir orman görüntüsü var. Yani bu sorun sadece size özgü bir sorun değil. Bunlar, genel bir bakış açısıyla değerlendirilecek olan konulardır.
Yaşadığınız, demin ifade ettiğiniz sorunlar var. Bunların bir kısmı Anayasa dışında yapılacak yasal düzenlemelerle ve idari tasarruflarla çözülebilir ama Anayasa içerisinde çözümü icap eden beklentileriniz de var. Biz komisyon olarak onları mayıs başında, inşallah, yeni bir Anayasa yapım sürecine başladığımızda değerlendireceğiz.
Ben, buraya kadar gelerek sorunlarınızı dile getirdiniz ve komisyonumuzdan beklentilerinizi ifade ettiniz, bunun için teşekkür ederim.
Bu bilgiler bizim için son derece değerli bilgilerdir.
Çok teşekkür ederiz.
Selam götürün efendim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Derli toplu olarak taleplerinizi sunduğunuzdan dolayı teşekkür ederim.
Ben şunu öğrenmek istiyorum: Lozan Anlaşması, malum, din esası üzerinde milletleri tasnif etti, Müslim ve gayrimüslim diye. Süryani cemaati ise, Süryani halkı ise Türkiye’deki Ermeni, Yahudi ve Rum, Yunan kökenli vatandaşlarımızın sahip oldukları haklara sahip olmadı.
Şu anki metropolitlerimiz, hukuken, devletle münasebetleri açısından hangi statüde görev yapıyorlar? Malum, patriklik merkezi de Şam’da. Yani hukuken bir tanınma var mı? Mesela Ermeni Patriğini tanıyor şu an Türkiye Cumhuriyeti. Seçimlerde müdahil oluyor, belli kuralları var, kaideleri var yani devlet ile Ermeni cemaati, devlet ile Fener Rum Patrikhanesi ve devlet ile Yahudi cemaati arasında bir statü var. Süryani cemaatinin yasal statüsü ve metropolitlerin tanınmasıyla ilgili durum nedir hukuki açıdan?
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Hukuki açıdan, metropolitliğimizin şu an devlet nezdinde sahip olmuş olduğu bir kişilik söz konusu değil, bir tüzel kişilik olsun söz konusu değil yani şahsi olarak bir gerçek kişidir, sıradan bir vatandaş gibi kabul ediliyor. Sadece cemaat vakıflarımızın dört yılda bir yapmış olduğu yönetim kurulu seçimleri var. O bapta bir tüzel kişiliğimiz söz konusu ama din adamlarımıza maalesef sağlanmış olan bir kişilik söz konusu değil. Zaten raporumuzda o hususu da talep ettik. Cemaat nezdinde bir kişiliğin sağlanmasını biz talep ediyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, bu durumda mesela Şam’daki Süryani Patrikliği tarafından atanan metropolitlerin statüsü, bugün için sadece bir göz yumulma şeklinde devam ediyor yani fiilî bir durum veyahut da zapta geçen, kayda geçen bir resmî durum söz konusu değil.
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Değildir maalesef.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Teşekkür ederim.
ATİLLA KART (Konya) – Rıza Bey, buyurun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bu konu tabii çok ilgi çekici.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Belki bu konularla oralarda çok karşılaşmışsınızdır.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet.
Bu mülkiyet bakımından, Mehmet Ali Bey’in söylediği doğru, şikâyetlerinizin bir kısmı bütün Türkiye için geçerli şikâyetler. Türkiye’de maalesef tapu size yeterli mülkiyet güvencesi vermiyor, bazen kadastro tapudan daha önemli oluyor. Kadastroyla sizin mülkiyet güvenceniz ortadan kaldırılabiliyor. Maalesef, Türkiye’deki durum budur. O yüzden de Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde muazzam tazminatlar ödüyor bu konuda, özellikle orman davalarında.
Benim anlamak istediğim iki şey var: Bir, tabii terörden zarar görenlerle ilgili bir Tazminat Komisyonu kuruldu biliyorsunuz ve köyüne geri dönenlere ya mülkiyetini geri veriyor -onun kurulmasında ben de bulundum çünkü- ya da bu mümkün değilse tazminat ödüyor. Bir kere bu sizin için yani Süryaniler bakımından ne kadar işliyor? Onu anlamak isterdim.
İkincisi de cemaat vakıfları bakımında Vakıflar Kanunu’nda yapılan son değişiklik yeterli mi değil mi sizce? Yani, cemaat vakıflarının malları… Bir kere, 1936 Beyanı, biliyorsunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de söyledi, mülkiyete esas bir beyan değildir yani o tamamen bizim Yargıtayın yanlış bir yorumundan kaynaklanan bir şeydir, yoksa mülkiyete esas hiçbir zaman olmamış ama sizinki bir de beyan edilmiş.
Üçüncü kişilere devredilmiş mallar mı var ortada? Yani, bunların iadesi midir söz konusu olan yoksa bir fiilî el koyma mı var? Bunların iadesi mi talep edilmektedir? Vakıflar Kanunu’nda son yapılan değişikliği sizin için yeterli görüyor musunuz?
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Yeterli görebilmek için tabii önce bir başvuru yapıp sonucunu görmek lazım. Biz yakın zamanda zaten başvurumuzu hazırladık, çok ufak düzenlemeler kaldı. Şu an, bizim özellikle Mor Gabriel Manastırı…
ATİLLA KART (Konya) – Pardon…
Şimdiye kadar yasal süreç işlemedi mi o konuda?
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Geçici 11’inc maddeyle ilgili daha işlemedi.
Ama benim en büyük korkum şu: Yarın biz başvuracağız. Bu gayrimenkullerin tamamı, bir defa beyannamede beyan edilmiş, 1936 Beyannamesi’nde beyan edilmiş, Arazi Tahrir Kanunu hükümleri uyarınca vergileri ödenmiş, yasa mülga edilinceye kadar. Şimdi, biz başvuruda bulunacağız, bu gayrimenkullerin çok büyük bir kısmı, orman alanında kalan bazı yerler var, şimdi bu ormanla ilgili yapacağımız başvurunun Anayasa’daki ormanla ilgili hükümden ötürü reddedilmesinden biz çekiniyoruz, korkuyoruz çünkü o artık bizde neredeyse karabasan hâline geldi. Mahkemelerde davalar açıldı. Biz dedik ki: “Bunlar beyan edilmiş, vergiler ödenmiş, özel mülkiyete konu, mahkemeler de öyle değerlendirdi yani Midyat Mahkemesi dedi ki: “Doğrudur, burası özel mülkiyete konudur.” Yani gayrimenkuller ekilip işleniyor, üzerlerinde kültür bitkileri var, terk edilmiş yerler değil. Manastırı gördüyseniz, bilmiyorum, dış duvar var, o dış duvar içerisinde kalan 700-800 dönümlük bir arazi var, devamlı işlenen gayrimenkuller onlar. Beyannamede beyan edildiği kabul ediliyor, vergileri ödenmiş, şahit ve bilirkişiler ifade veriyor ama sırf Anayasa’daki o orman hükmünden ötürü ve çok katı, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin uygulamalarından ötürü davalarımız kabul görmedi ve şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görülüyor onlar. O nedenle, bir de Hazineyle ilgili yaşamış olduğumuz sorunlar var yani Mor Gabriel Manastırı Vakfı adına tescil edilmiş gayrimenkuller var, Midyat’taki mahallî idareciler gelip yüzlerce dönümlük araziye dava açtı. Mahkemede onların özel mülk olduğu kabul edildi bilirkişi raporlarıyla. Davalar lehimize sonuçlandı, Yargıtaya gitti. Yargıtay incelemesinde maalesef lehimize olan bazı evraklar görmezden gelindi, hatta dosya kapsamından çıkan evraklar oldu ve aleyhimize bozuldu. Şu an, mahkeme direndi, tekrar Yargıtaya gitti. Yani bizim geçici 11’inci maddedeki en büyük ümidimiz, Maliye Hazinesiyle ilgili yaşanan sorunların çözümü, ormanla ilgili de çözümünü istiyoruz ama inşallah uygulanır. Orman hususundan çok korkuyoruz yani o ormanla ilgili hükümden ötürü çok korkuyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Ben iki konuyu öğrenmek istiyorum.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Pardon…
Tazminat Komisyonu sizin için geçerli değil mi?
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Hangisi? 5233 komisyonu mu?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet. Yani terörden zarar görenlere, evini terk edenlere döndükleri zaman ya indiriliyor ya…
MOR GABRIEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Yok, öyle uygulama yapılmıyor efendim. Şöyle yapılıyor: Deniyor ki, mesela köyünü 94’te terk ettin, 2004’te geri döndün. On yıllık periyot boyunca sen gayrimenkullerini kullanamadın, sana on yıllık mahrum
on yıllık mahrum kaldığın gelirin tazminatı 10 bin, 20 bin, artık her neyse ödeniyor. Mülkiyeti yine baki kalıyor ama bu defa şey sorunu var, on yıl boş kaldığını kabul ediyor, on yıl boş kalan gayrimenkul de -zaten gayrimenkuller memlekette kıymetsiz, biraz taşlık vasıfta- hazine malı adına tescil ediliyor yani o olağanüstü hâlin…
ATİLLA KART (Konya) – Yani o zilyetliğin kesilmesi durumu…
MİDYAT SÜRYANİ DEYRULUMUR MOR GABRİEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Evet, gündeme geliyor, bu defa gayrimenkulleri elinden alınabiliyor ve çelişki doğuyor. Böyle bir sıkıntı var.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdi şunu öğrenmek istiyorum: Kaç köy var Süryani köyü? Ve kültür varlığı sayısı nedir?
MİDYAT SÜRYANİ DEYRULUMUR MOR GABRİEL MANASTIRI VAKFI BAŞKANI KURYAKOS ERGÜN – Şu anda bölgede, sadece Mardin bölgesinde elliye yakın köyümüz var ama şöyle bir durum var; şimdi, Avrupa’ya göç etmiş Süryaniler, her ne kadar Avrupa’da veya diyelim ki diasporada yaşıyorlarsa bunlar hâlen Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyorlar. Bölgede her ne kadar 2 bin veya 3 bin kişi kaldıysa ama bunlar yarın öbür gün durumlarının düzelmesini bekliyorlar, gelip yatırımlarını bölgede yapmak istiyorlar yani eşit bir muamele görmek için gün bekliyorlar.
Onun için bir de vakıflar için Sayın Türmen Bey bir şey sormuş. Şimdi, 1936’da bazı mallar beyan edildi ama beyan edilmeyen bir sürü mallar var, bir sürü tarihî yerler var. Şu anda bizim kontrolümüzde olan yerleri, elimizden geldiği kadarıyla bunları muhafaza etmeye çalışıyoruz ama bizim kontrolümüzün dışında olan yerler bu ülkenin tarihî yerleridir, bu ülkenin zenginliğidir; tahrip ediliyor, yok ediliyor. Ne kadar şey ediliyorsa yani kimse bu konuda bize yardımcı olamıyor. Biz, bunları artık vakfın adına tescil edip de kendi imkânlarımızla bunları korumaya çalışıyoruz. Bu yönde de biraz sıkıntımız var. Eğer bunlar da yasal güvence altına alınırsa çok iyi olur.
MİDYAT SÜRYANİ DEYRULUMUR MOR GABRİEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Mesela ben bir hususu daha arz etmek istiyorum. Mesela Mardin’e bağlı Dargeçit ilçemiz var. Oradaki vatandaşlarımız Dargeçit’i terk ettikten sonra Süryani halkı, kilise tahrip edildi, vatandaşlar ev olarak kullanmaya başladı. Mezarlığımızın yarısı belediye tarafından yol hâline dönüştürüldü, üzerine dükkânlar kuruldu, üçüncü kişilere verildi. Böylece dinî değerlerimiz tamamen ayaklar altına alındı ve şu anda Dargeçit’ten dönen Süryaniler bir şeyler yapmak istiyorlar ama kilisesinin hâlini öyle görünce, mezarlığın halini öyle görünce, yol yapıldığını görünce artık dönmek istemiyor. Ondan sonra bununla da yetinilmeyip 1975 yılında da mahkeme kararı falan da değil, idari yollardan maliye hazinesine tescil edildi. Şu an onların da davalarını yürütüyoruz. Kültür varlığı itibarıyla da hemen hemen yapılarımızın tamamı yani manastır ve kilise binası olarak sanırım kültür varlığı kabul edildi.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, açıklamalarınız için teşekkür ediyoruz.
MİDYAT SÜRYANİ DEYRULUMUR MOR GABRİEL MANASTIRI VAKFI VEKİLİ RUDİ SÜMER – Biz teşekkür ederiz.
ATİLLA KART (Konya) – Biz yapacağımız çalışmalarda bunlardan yararlanacağız. Bundan emin olmanızı istiyoruz.
Sağ olun.
MİDYAT SÜRYANİ DEYRULUMUR MOR GABRİEL MANASTIRI VAKFI BAŞKANI KURYAKOS ERGÜN – Teşekkür ederim, sağ olun. Bizi dinlediğiniz için çok teşekkür ederiz.
İSTANBUL RUM PATRİKLİĞİ
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Efendim, her şeyden önce bu nazik davetinize candan teşekkür etmek istiyorum. Cemaatimiz adına ve Patrikhanemiz adına çok mütehassıs olduk, çok önemli bir olay olarak telakki ediyoruz. Türkiye'nin demokratikleşmesi yolunda çok önemli bir adımdır ve devletimize hakikaten müteşekkiriz çünkü böyle nazik jestlere pek alışık değildik şimdiye kadar. Çok takdir ediyoruz. Cemaatimizin selamlarını ve Patrikhanemizin hayır dualarını hepinize iletmek istiyorum.
Komisyonunuz çok ağır bir yük üstlenmiş durumdadır. Başarılar diliyorum. Ülkemiz için, demokrasimiz için eminiz ki hepimiz, bu komisyon başarılı olacaktır, en kısa zamanda vazifesini yerine getirmiş olacaktır.
Bu kısa girişten sonra şunu arz etmek istiyorum: Biz azınlıklar olarak birkaç defa toplandık, hukukçularımız vasıtasıyla, yardımlarıyla bir metin hazırladık, bunun zatıalilerine takdim edeceğiz. Bu on sekiz sayfalık metin içine beklentilerimizi, isteklerimizi, ricalarımızı koymaya çalıştık, ifade etmeye çalıştık. Takdir sizindir.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, hoş geldiniz diyorum ben öncelikle Sayın Patrik, değerli konuklar; tekrar hoş geldiniz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Hoş bulduk.
ATİLLA KART (Konya) – Adalet ve Kalkınma Partisi adına Karabük Milletvekilli Sayın Mehmet Ali Şahin, Cumhuriyet Halk Partisi adına ben Konya Milletvekili Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partisi adına Sayın Oktay Öztürk Erzurum Milletvekili arkadaşımız, Barış ve Demokrasi Partisi adına Sayın Altan Tan Diyarbakır Milletvekilinden oluşan 3 No.lu Alt Komisyon olarak, Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu olarak sizlere hoş geldiniz diyoruz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Hoş bulduk.
ATİLLA KART (Konya) – Sayın Rıza Türmen İzmir Milletvekilimiz de yine Uzlaşma Komisyonunun bir anlamda gözlemci üyesi olarak o da aramızda bulunuyor.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Eski bir dost.
ATİLLA KART (Konya) – Tabii biz de sizleri burada görmekten, ağırlamaktan dolayı memnuniyetimizi öncelikle ifade ediyoruz.
Burada Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak tüm Türkiye’yi kucaklayacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm yurttaşlarını kucaklayacak bir anayasa yapımı konusunda sorumluluk üstlenmiş durumdayız. Bu noktada tarihî bir görev ve sorumluluğumuzun olduğunu elbette önemle ifade ediyoruz.
Burada, biz, Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak, daha çok bu görüşmelerde vatandaşlarımızın doğrudan görüşlerini almak istiyoruz, olabildiğince katılımcı bir anayasayı sağlamak istiyoruz. Bu şekilde yapılacak bir anayasanın da ihtiyaca cevap vereceğini biliyoruz, bundan eminiz.
Bu çerçevede biz sizlerin görüşlerinizi dinleyeceğiz kırk dakika boyunca. Burada, biz, daha çok dinleyici konumdayız, nötr konumdayız. Sizlerin görüşlerinize karşı bir karşı tez geliştirmemiz bu aşamada söz konusu değildir. Siz de düşüncelerinizi olabildiğince en geniş şekliyle ifade etmek durumundasınız. Burada kırk dakikalık bir süre söz konusu dediğimiz gibi. Bu görüşmelerimiz kayıtlara geçecek, tutanaklara bağlanacak. Siz, elbette kendi görüş ve düşüncelerinizi komisyon dışında da istediğiniz şekilde her zaman açıklayabilirsiniz; bu sizin değerlendirmenizdir, sizin takdirinizdir. Bu çerçevede bir görüşme yapacağız.
Tekrar hoş geldiniz diyoruz, teşekkür ediyoruz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Biz teşekkür ediyoruz.
ATİLLA KART (Konya) – Bize görüşmenin son beş-on dakikasında bir boşluk yaratırsanız görüşmeye açıklık getirmek, belli bazı konulara açıklık getirmek konusunda sorularımız olabilir; buna imkân tanırsanız memnun oluruz.
Buyurun efendim.
Lütfen konuşmaya başlarken de gene kendinizi tanıtın usulen. Kayıtlara, tutanaklara geçeceği için arkadaşlarımıza…
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Bendeniz İstanbul Rum Patriği Bartholomeos. Gökçeadalıyım. Ruhban okulu mezunuyum. Yirmi seneden beri patriklik vazifesini ifa ediyorum. Seçimle işbaşına geldim. İki sene boyunca yedek subaylığımı yaptım Tuzla Piyade Okulunda ve akabinde Gelibolu’da 40’ıncı Piyade Alayında. Kendimizi ve cemaatimizi genel olarak bu toplumun bir parçası hissediyoruz, kendimizi böyle görüyoruz. Ülkemize, vatanımıza her zaman bağlı olduk ve vatandaş olarak bütün vazifelerimizi yerine getirmeye çalıştık ancak ne yazık ki her zaman vatandaşlık haklarımızdan istifade edemedik, bir ayrımcılık vuku buldu bütün bu seneler boyunca. O kadar ki kendimizi ikinci sınıf vatandaş olarak görmeye başladık ve bu bizi çok üzen bir olay oldu.
Bir misal arz edeyim: Bütün azınlıkları ilgilendiren konular nedense Dışişleri Bakanlığından geçiyor. Biz vatandaşız, dediğim gibi askerliğimizi yapıyoruz, vergilerimizi ödüyoruz, oy hakkımızı kullanıyoruz fakat anlamadığımız bir şekilde bizim problemlerimiz hep Dışişlerinden soruluyor, sanki biz buranın yabancısıyız. Nitekim, vakıflarımız şimdiye kadar “Yabancı vakıflar” diye adlandırılıyor ve bu bizi çok üzen bir olaydır. Tabii ki mevcut Anayasa'mızda eşitlik prensibi, vatandaşlar arasında eşitlik prensibi mevcuttur fakat bu teoride kalmaktadır, fiilen bu eşitlik her zaman yoktur, tatbik edilmiyor.
Bizi üzen başka bir konu, Patrikhanemizin tüzel kişiliğinin olmamasıdır yani Patrikhane kurumu olarak 1.600-1.700 seneden beri bu topraklardayız fakat kanunen yokuz. Patrikhanemizden bahsedildiği zaman, tüzel kişiliği olan, “Aya Yorgi Rum Kilisesi Vakfı avlusundaki bina.” diye bahsediliyor yani bir patrikhane kilisesinin tüzel kişiliği vardır ve koskoca patrikhane kurumu, onun müştemilatı gibi gösteriliyor. Bunun yeni anayasa ile halledilmesi bizi ziyadesiyle tatmin edecektir ve aynı durum Ermeni Patrikhanesi ve… Yani fiilen mevcut fakat hukuken mevcut değiliz.
Din eğitimi konusunda, malumuâliniz Lozan Barış Anlaşması’nda deniliyor ki: “Türkiye’deki azınlıkların kendi paralarıyla din eğitimi veren müesseseler, okullar açabilir ve tabii ki Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının çerçevesi dâhilinde bu okullarda faaliyet gösterilebilir.” Fakat buna rağmen ta 1844’te kurulan ruhban okulumuz 1971’de kapatılmıştır ve o zamandan beri Patrikhanemizin kendi din adamlarını yetiştirme imkânı yoktur.
Bizce bu okulun kapatılması, tam kırk sene önce kapatılması bir haksız icraat oldu çünkü bizim okulumuz yüksekokul değildi, üniversite statüsünde değildi. 71’de bu okullar kapatıldı, yüksekokullar kapatıldı. Bizim Maarif Vekâleti, Millî Eğitim Bakanlığından aldığımız diplomada bir not vardı, şöyle ki: “Talim ve Terbiye Kurulunun 25 Eylül 51 tarih ve 151 sayılı kararıyla tasdik edilen yönetmeliğe göre teoloji bölümünü bitirenler -yani liseden sonra teoloji, ilahiyat bölümü vardı, tahsilimize orada devam ediyorduk- lise üzerine en az bir yıllık mesleki tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar.” Yani liseden sonra bir sene okumuş sayılıyorduk, okulumuz bu seviyedeydi. Buna rağmen üniversite gibi görüldü ve 71’de kapatıldı ve bütün çabalarımıza rağmen maalesef bugüne kadar okul kapalı duruyor. Hükûmetimiz arada sırada bize diyor ki: “Açmak niyetindeyiz, bir komisyonda bu konu tartışılıyor, görüşülüyor.” Biz ümit ediyorduk ki geçen sene, okulun kapatılmasından kırk sene geçtiğinde okul açılacaktı maalesef olmadı fakat umutlarımızı yitirmiyoruz. İnşallah yakında devletimizin kararı bu istikamette olur.
Diğer taraftan, bu son zamanlardaki müspet gelişmeler bizi son derece memnun ediyor. Vakıflar Kanunu’nda olan değişiklikler, malımızın mülkümüzün iadesi, Gökçeada’da, benim memleketimde kırk sekiz sene sonra bir Rum ilkokulunun açılmasına izin verilmesi, Başbakanımızın iki sene önce Mayıs 2010’da genelgesi yani bürokratlara gönderilen genelgesinin, “Azınlıklara eşit muamele yapılsın.” dediği genelgenin yayımlanması, bütün bunlar bizi ziyadesiyle memnun ediyor ve umutlandırıyor fakat bu genelgenin çıkarılması diğer taraftan demek oluyor ki bu ayrımcılıklar ve eşitsizlikler vardı bürokraside ve bunun içindir ki Başbakan bu genelgeyi çıkarmak mecburiyetini duydu, ihtiyacını duydu.
Başka bir konumuz, küçük vakıflarımızın birleştirilebilmesi ve bir federasyon gibi bir ünite teşkil etmesi. Mesela Boğaziçi’nde küçük küçük kiliselerimiz, vakıflarımız vardır, Yeniköy, Arnavutköy, İstinye gibi ve zaten cemaat çok azaldı malumualiniz ve bu küçük vakıflar zorla yönetiliyor, bazılarının hiç malı mülkü yok, diğerleri onlara yardım ediyor. İşte bir koordinasyon ihtiyacını duymaktayız ki bu koordinasyon ancak bu küçük vakıfların birleştirilmesiyle mümkün olacaktır. İstekte bulunduk fakat maalesef bu isteğimiz reddedildi. Bu ricamızı bu vesileyle yine tekrarlamak istiyoruz.
Bazı faal olmayan okul binalarımız vardır, cemaat eksikliğinden bu okullar kapalıdır, artık ne talebesi var ne hocası var. Fakat Millî Eğitim Bakanlığı tarafından açık telakki ediliyor, faal telakki ediliyor ve bunun içindir ki başka sebep için kullanamıyoruz, bu binalar yıkılıyor gün geçtikçe çürüyor. Biz, bunları resmen kapattıktan sonra yani Millî Eğitim Bakanlığımızın müsaadesiyle “faal” durumundan çıkararak başka vakıflarımızın başka maksatları istikametinde kullanmak istiyoruz. Bu konuda da büyük gelişmeler var inşallah.
Müsaade ederseniz ben burada durayım ve yine müsaadenizle mesai arkadaşlarım da görüşlerini ifade etsinler.
ATİLLA KART (Konya) – Tabii, nasıl takdir ederseniz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Teşekkür ederim.
Hocamız, hukukçumuz, buyurun.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Hürmetler efendim.
Ben Doçent Doktor Emre Öktem, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesiyim.
Şimdi, yaklaşık iki aydan beri yapılan bir dizi toplantı neticesinde “Yeni Bir Anayasa İçin Dinî Azınlık Temsilcilerinin Görüş ve Önerileri” başlıklı bir metin kaleme alındı. Bu heyetin içinde 2 de çoğunluk mensubu vardı, onlardan biri de benim. Biz, kürsü arkadaşım Mehmet Karlı’yla beraber ilgi gösterdiğimiz hukuki konularda azınlık mensubu dostlarımıza bir destek vermek üzere çalışmaya katıldık ve daha sonra da çeşitli azınlık temsilcilerinden de gelen katkılarla böyle bir metin oluşturuldu, birleştirildi. Metnin unsurlarını teker teker anlatacak kadar zamanımız ve fırsatımız olduğunu zannetmiyorum. Kısaca şunu söyleyebilirim; burada bizim anayasaya eklenmek üzere getirdiğimiz naçizane öneriler, aslında tamamen Türkiye'nin uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerinin bizim anayasa lisanımıza adapte edilmiş biçimleridir. Burada da esasen Lozan Barış Anlaşması üzerinde durduk, ısrarla durduk. Hatta takdir tabii yüce Meclisin takdirlerine kalmıştır ama anayasanın “Giriş” bölümünde Lozan’a bir atıf yapılması düşüncesini mesela dile getirdik, bunun ifadesini bulacaksınız efendim. Onun dışında da yine Türkiye'nin taraf olduğu ve bağlayıcı, daha yakın tarihli uluslararası insan hakları sözleşmeleri, özellikle “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi hükümlerinin bizim anayasal sistemimize daha kolay uygulanacak şekilde adaptasyonu2 diyebileceğimiz bazı önerilerde bulunduk. Bunlar, hem böyle çok kıymetli bir fırsat yakalanmışken azınlıkların sorunlarının çözülmesi bakımından bu fırsatı değerlendirmek…
ATİLLA KART (Konya) – Bir metin hazırladınız değil mi?
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Hazırlandı efendim.
ATİLLA KART (Konya) – Onu da arkadaşlarımıza verin, çoğaltsınlar onu.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Hem de efendim, bizim, bu metni hazırlarken -tabii kendi adıma ve kürsü arkadaşım adına konuşmuyorum çünkü bu çok kalabalık bir grubun birkaç tane toplantısı neticesinde hazırlandı- kaygılarımızdan biri de esasen şuydu: Birtakım problemler var, biz bu problemleri tabiri caizse aile içinde çözelim, uluslararası çözüm mekanizmalarına gitmeden kendi ailemiz içinde, Türk ulusunun ailesi içinde bunları hep beraber çözelim mantığıyla hareket ettik. Çeşitli düşünceler, alternatif çözümler ve kendimizce bazı hukuki önerilerde bulunduk.
ATİLLA KART (Konya) – Bunları özetleyebilirsiniz.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Şimdi, efendim, burada esasen üzerinde durulan çok temel noktalara değinmek gerekirse, işte anayasanın “Başlangıç” kısmında Lozan Anlaşması’na bir atfın yapılması, bu hem bir millî gurur vesilesi ve cumhuriyetimizin kökenlerine sahip çıkışı açısından bunun çok önemli ve hayırlı olacağını düşünüyoruz hem de tabii, Türkiye’deki dinî azınlıkların başlıca güvence belgesi Lozan Anlaşması’dır, o yüzden hem genel hem de özel bir fayda sağlaması itibarıyla böyle bir naçizane öneride bulunduk.