Gene bu bağlamda mutlaka vurgulanması gereken bir husus Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlanmasıdır ve bütün üst rütbeli subayların atanmasında da nihai yetki Bakanlar Kuruluna ait olmalıdır. Elbette bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri’yle istişare etmek suretiyle kararlar alınabilmelidir.
Tabii, asker-sivil ilişkilerinin demokratik bir modele uygun hâle gelmesinde sadece anayasa hükümlerinin yeterli olmayacağını, uzun vadeli politikalara da ihtiyaç olacağını kabul etmek gerekir. Bu bağlamda, uzun yıllardan beri ülkemizde ilk, ortaöğretim kurumlarında uygulanmakta olan millî güvenlik derslerine son verilmelidir, militarize bir toplum yaratma yöntemi terk edilmelidir.
Tabii, söylenecek çok söz var ama ben süremi ve sizin sabrınızı zorlamak istemiyorum. Son bir söz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Bir an için yüce Meclisimizin en ideal anayasayı yaptığını düşünsek dahi bu anayasayla, kronikleşen problemlerimizin kendiliğinden çözülmeyeceğini unutmamak gerekir çünkü anayasaların sihirli bir etkileri yoktur ancak anayasa, sorunların çözümü kolaylaştıracak zeminleri sunacaktır. Bizler toplum olarak, sorunlarımızı bizzat demokratik bir kültür içinde çözme yolunda bir kültür geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Çok teşekkür ediyorum Değerli Hocam.
Buyurun Etyen Bey.
TESEV PROGRAM DANIŞMANI ETYEN MAHÇUPYAN – Ben birkaç şey söyleyeceğim.
TESEV komisyon üyesi olmanın dışında burada hasbelkader bulunmanın imkânını kullanmak istiyorum kısaca.
İki konu. Birincisi, bu anayasa çok muhtemelen bir geçiş dönemi anayasası olacak ve ömrü çok uzun olmayacak. Bu başka bir ülkede yapılıyor olsaydı bunu çok daha rahatlıkla söyleyebilirdik ama biraz nesnel bakabilirsek böyle bir durum var çünkü bir kere, kırmızı çizgiler halen var ve orada direniş var. Bu, bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeyerek, o tarafına girmemize gerek olmayan bir durum çünkü toplumsal tarafı da var kırmızı çizgilerin. Sadece siyasi aktörlerin meselesi değil bu.
İkincisi, hep anayasalar devlet tarafından yapılmış durumda ve toplumun bu konuda bir birikimi yok. Toplumun, kendi üzerine düşünme, kendi eğilimini belirleme birikimi yok ve de çok önemli bir şey ama toplumsal beklenti hızla artıyor. Şimdi, böyle bir durumda büyük bir boşluk var. Her yapılan anayasa bir iki yıl içinde kadük kalabilir ve bu da bu kadar emeğin boşa gitmesine neden olabilir.
Dolayısıyla, eğer kalıcı olması istenen, uzun süreli olması istenen bir anayasa yapılmak isteniyorsa o zaman hakların önünü kesmeyen, ucu açık, hem dil olarak hem içerik olarak hak gelişimine imkân veren bir anayasa üretilmesi lazım ki Türkiye’deki toplumun değişen talepleri ortaya çıktıkça nitelikli tercihler üzerinden, mesela referandum, işte üçte 2 Meclis kararı, vesaire gibi kararlarla en azından o kapılar açılabilsin ve aynı anayasa üzerinden Türkiye devam edebilsin.
İkinci nokta, eğer mümkünse bu anayasada hiç “millet” kelimesi kullanılmasın çünkü “millet” kelimesi bir sıfat talep eden bir kelime, etnik bir sıfat talep ediyor, “Türk milleti, “Kürt milleti” demek durumunda bırakıyor çünkü “Hangi millet?” sorusu otomatikman ortaya çıkan bir durumdur ve “millet” kelimesi kullanıldığı andan itibaren gerçekliğe tekabül etmeyen bir durumu kamufle ediyoruz hissi otomatikman ortaya çıkıyor ve ayrışmacılığı da teşvik ediyor.
Oysa eğer “Türkiye toplumu” üzerinden gidilirse, bu kavram üzerinden gidilirse çoğulculuğun içerilmesi mümkün ve belki de tarihsel olarak baktığım zaman şunu söyleyebilirim… Çünkü şöyle bir tespitte bulunayım: Bu topraklarda millet olmayı çok istediğimiz için toplum olamamış durumdayız ama eğer toplum olmayı sindirebilirsek, bu topraklardan yeniden bir tek millet çıkma ihtimali vardır. Bu bir ihtimaldir ama ucu açık bir ihtimaldir, öte yandan “millet” kelimesi üzerinde ısrarın bu ihtimalin de önünü kesmesinden doğrusu tedirgin oluyorum.
Çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkürler efendim.
Arkadaşlar, isterseniz buradan başlayalım.
Rıza Bey, buyursunlar.
RIZA MAHMUT TÜRMEN (İstanbul) – Efendim, ben de Sayın Hocamıza, bu hakların sınırlanmasıyla ilgili bir soru sormak istemiştim. Kendisi dedi ki: “Genel bir sınırlama rejimine tabi olmamalı.”
Burada iki şey vardı aklıma gelen, yani şöyle bir genel sınırlama rejimi hakların güvencesi bakımından daha mı iyi, daha mı kötü olur, mesela dense ki: “Hakkın özüne dokunamaz hiçbir sınırlama, artı, her getirilen sınırlama demokratik toplumun gereklerine uygun bir sınırlama olmalıdır.” şeklinde bir genel sınırlama, hakları güvence altına almak bakımından daha iyi olmaz mı?
Bir de şu var: Bu Anayasa’daki sınırlama sistemi korunmalı mı yani hak söylenmeli, arkasından da sınırlama söylenmeli yoksa sadece hakka yer verip sınırlamaya hiç mi yer vermemeli Anayasa’da? Sınırlamalar kanuna bırakılsa, hakları korumak bakımından daha mı doğru olur, daha zayıf bir güvence mi getirir, daha kuvvetli bir güvence mi getirir?
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Teşekkür ederim…
BAŞKAN – Hocam, soruları soracağız, ondan sonra bir bütün cevap… İsterseniz, tek tek…
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Tek tek cevap vermek daha iyi olur, ayrıntıların dikkatten kaçmaması için.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Peki Hocam.
Buyurun.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Ben Sayın Türmen’in sorusuna teşekkür ederim. Tabii, süre bakımından çok hızlı geçtik.
Benim burada kastettiğim ve raporumuzda kastettiğimiz, Anayasa’da genel sınırlama rejimi yaratan bir hükmün olmaması gerektiği. Yani 1982 Anayasası’nın orijinal 13’üncü maddesinde olduğu gibi tüm haklar bakımından kümülatif sınırlama formülü içeren bir hükmün olmaması. Yoksa, sizin ifade ettiğiniz gibi, bütün temel hak ve hürriyetler bakımından kanun koyucunun sınırlama yetkisini sınırlayan genel bir koruma hükmünün olması elbette haklara güvence sunacaktır ve tabii, biz buna karşı değiliz. Dolayısıyla, sizin de ifade ettiğiniz gibi, bu maddede “Hakkın özü” kavramı yer alabilir, üstelik Anayasa Mahkememizin bu bağlamda çok doyurucu içtihatları vardır.
“Demokratik toplum düzeni” kavramı da yer alabilir. Bildiğiniz gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bakımından bu çok önemli bir kavramdır ancak tabii, “Demokratik toplum düzeni” kavramı tercih edildiğinde mutlaka maddenin gerekçesinde kastedilen demokrasinin, evrensel demokrasi olduğu açık olarak vurgulanmalıdır çünkü Türkiye'nin Anayasa düzeninde böyle bir problem ortaya çıkmıştı.
Diğer sorunuza gelecek olursak, sınırlamayla ilgili sebepler tek tek hak maddelerinde yer almalı mıdır yoksa kanun koyucuya mı bu yetki terk edilmelidir?
Doğrusunu isterseniz, yetkinin kanun koyucuya terk edilmesi ilk bakışta cazip görünebilir ama parlamento çoğunlukları, sizin de takdir edeceğiniz gibi, değişebilen çoğunluklardır. Hâlbuki bir anayasa, toplum sözleşmesidir. Dolayısıyla, Parlamentonun değişen çoğunluklarının iradesi anayasa ile mutlaka sınırlanmalıdır. Bu bakımdan, her hakla ilgili hangi sebeplerle sınırlanabileceği konusunda tadadi sayıca sınırlanmış ifadelerin yer alması gerekir.
Öte yandan, bizim önerimizde bir husus daha vardı. Kanunların aynı zamanda Türkiye'nin taraf olduğu insan haklarının korunmasına hizmet eden anlaşmalara da uygunluğunun denetimi yetkisinin Anayasa Mahkemesine verilmesi ve kanun koyucunun da bu yönde teşvik edilmesi. Kanun koyucu sadece Anayasa’ya değil, aynı zamanda bu tür uluslararası anlaşmalara uygun bir kanun düzeni kurmak konusunda da teşvik edilmeli ve anayasa yargısına da bu yönde bir yetki tanınmalıdır.
Yeterli oldu mu, bilmiyorum.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Evet Hocam, çok teşekkür ediyorum. Çok kısa cevap veriyorsunuz, zamanı tasarruflu kullanıyorsunuz.
Buyurun Atilla Bey.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyorum.
Sunuş ve değerlendirmeleriniz için yürekten teşekkür ediyorum. Çalışmalarımıza ciddi anlamda katkı sağlayacağını bilmenizi istiyorum.
Bu çerçevede iki sorum olacak Değerli Hocam. Türkiye’deki mevcut siyaset pratiği ve tıkanmayı göz önüne alarak soruyorum. Başbakan ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yaratacağı kaçınılmaz çatışmalar, yetki çatışması. Bağlı olarak parlamenter sistem ya da başkanlık sistemi. Bu noktada kısa bir değerlendirmenizi talep ediyorum.
Bir diğer husus, parti kapatmalarında siyasi hasım durumunda olan -gene Türkiye pratiğini söylüyorum, bu Türkiye pratiğiyle sınırlı olarak söylüyorum- çoğunluk partilerine de yetki tanınması, konjonktürel ittifaklara yol açmaz mı? Bu konudaki değerlendirmenizi almak istiyorum.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Her şeyden önce, bizim raporumuzda, hükûmet sistemiyle ilgili tercihimizin klasik parlamenter sistem olduğu, dolayısıyla, sınırlanmış bir Cumhurbaşkanlığı makamının yer alması gerektiğini vurgulamam icap ediyor.
Tabii, “Klasik parlamenter sistem” dediğimiz zaman, Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçildiği bir modeli ilk olarak hatırlıyoruz ancak şunu unutmamak gerekir: Klasik parlamenter sistemi benimsedikleri hâlde yetkisiz cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçildiği modeller de vardı. Dolayısıyla, bizim önerimiz, yetkinin halka tanınması fakat yetkilerin klasik parlamenter sisteme uygun olarak sınırlanması.
Tabii, bunun bazı gerekçeleri var. Birincisi ve en önemlisi, Cumhurbaşkanının seçimi meselesi bugüne kadar Türkiye’de 1961 Anayasası’ndan bu yana hep bir kriz üretme potansiyeline sahip olmuştur. 1961 Anayasası döneminde bu makama sadece asker kişilerin seçilmesi elbette bir tesadüf değildir çünkü bu makam bir vesayet makamı olarak algılanmıştır, de facto olarak o Anayasa döneminde.
1982 Anayasası döneminde ise zaten anayasa koyucu bu makamı gerçek bir vesayet organı biçiminde düzenlemiştir. Dolayısıyla, yetkileri çok güçlü bir makam vardır ve bu makam, klasik parlamenter sistemin mantığıyla bağdaşmamaktadır. Üstelik, böylesine güçlü yetkilere haiz bir Cumhurbaşkanının seçimi parlamenter süreçte ciddi sıkıntılar yaratmıştır ve bunun en tipik örneğini 367 krizinde hep birlikte müşahede ettik.
Dolayısıyla, Türkiye'nin bir kez daha benzer sorunları yaşamaması için, halkın Cumhurbaşkanını seçmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tabii, burada bir gerekçemiz daha var. 2007 Anayasa değişikliği bu yetkiyi halka tanımıştır. Halka tanınmış olan bir yetkinin geri alınmasının da halkın iradesi üzerinde pek pozitif bir etki yaratacağı kanısında değiliz.
Siyasi partilerle ilgili sorunuza gelince: Öncelikle ifade edeyim ki çok iyi anlamadım sorunuzu. Bizim kastettiğimiz modeli belki biraz daha açıklayarak size dolaylı olarak cevap vermiş olabilirim.
Aslında bizim hukukumuzda şu an yürürlükte olan Siyasi Partiler Kanunu’nda dava açma yetkisi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına resen veya talep üzerine tanınmıştır 100’üncü maddede. Talep üzerine açabilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının davayı, ya Bakanlar Kurulu bir parti hakkında kapatma davasının açılması talebinde bulunmalıdır. Bu talep Adalet Bakanı tarafından savcıya tebliğ edilmelidir yahut bir siyasi parti bu davanın açılması talebinde bulunmalıdır.
Bugüne kadar gördüğümüz uygulama içinde sadece Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı resen bu davayı açabilmiştir ve çok sık olarak açmıştır. Bunun nedeni çok açıktır çünkü Türkiye’de parti kapatma mekanizması, Almanya’da olduğu gibi çoğulcu demokrasinin, demokrasi karşıtı akımlara karşı korunmasını sağlayacak bir mekanizma olarak tasavvur edilmemiştir. Tam aksine, meşru siyaset alanını resmî ideolojiyle sınırlayan vesayet mekanizması olarak tasavvur edilmiştir. Bu yüzden de hem kapatma davası açma nedenleri hem de usul ile ilgili kurallar Avrupa’daki standartlara uymamaktadır.
Bizim önerimizi dikkate aldığımız zaman, hem Anayasa Komisyonunun hem İnsan Hakları Komisyonunun birleşik toplantısında “Üye tam sayısının üçte 2’siyle bu davanın açılabileceği” şeklinde bir karar alındığında ve bunun savcı tarafından uygulamaya konduğunda parti kapatma mekanizması çoğulcu demokrasinin teminatı olarak işleyebilecektir.
Özellikle Venedik Komisyonunun raporlarını dikkate aldığımızda şu husus zikredilmektedir Türkiye’yle ilgili: Parti kapatma davası kapatmayla neticelenmese dahi sadece bu davanın açılması bile çok ciddi iktisadi ve siyasi sorunlara sebep olabilir. Dolayısıyla, davayı açma yetkisi, bütün bu problemleri üstlenebilecek hesap verir makamlara tanınmalıdır.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum, Hocam sağ olun.
Benim iki sorum olacak. Birincisi, tabii, hukuk devletinin önemli unsurlarından birisi de kanun yolları hukukunda, üst yargıda içtihat aykırılıklarına yol açmayacak bir yargı birliği… Nasıl düşünülür bu? Yani tek yüksek mahkeme modeli.
İkincisi, anayasa değişikliklerinde Anayasa Mahkemesine tanınan usulden denetim dolanılarak esas denetim yapıyor. Hemen hafızanızda bunu önleyecek bir anayasa norm tipi var mı?
Bir yine sorum: Parti kapatmada hem kriterler bakımından hem yöntem bakımından kademeler öngörüyorsunuz. Yine buna rağmen cumhuriyet başsavcısının yetkisi monopol yetki, Parlamento bakımından değil ama kendisine vardığı zaman irade, o aşamada söz gelimi Yargıtay Başkanlar Kurulunun da bu iradeye dâhil olması uygun düşer mi, düşüncenize göre nasıl olur yani süreçleri artırmak?
Teşekkür ediyorum.
Hocam, çok kısa kısa çünkü arkadaşlarımızın da soru hakkı var.
Buyurun.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Peki.
Yargı birliğiyle ilgili bizim de önerimiz sizinkine benzer, sizin sorunuzdakine benzer biçimde. Biz Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtayın ilgasından yanayız. Dolayısıyla, adli davalarda Yargıtay, idari davalarda Danıştayın yetkili olması gerektiğini düşünüyoruz.
Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini esastan denetlememesi meselesine gelince iki husus düşünülebilir: Bir, çok açık bir biçimde “Anayasa Mahkemesi şekil denetimi gerekçesiyle esas denetimi yapamaz.” denilebilir. Ancak mevcut Anayasa’da buna benzer bir hüküm olduğu hâlde bu problemi yaşadık.
Belki ikinci bir olasılık şu olabilir: “Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini şekil yönünden denetleyemez.” Parlamentoya da bu kadar güvensiz olmamak gerekir. Herhâlde usuli kurallara Parlamento uyacaktır diye düşünüyorum.
Siyasi partilerle ilgili sorunuzu bir kez daha tekrarlayabilir misiniz?
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Şöyle efendim: Modelinizde Parlamentonun izin vermesi lazım, karma…
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Evet.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Ondan sonra eğer şeyi izin verirse savcı dava açacak veya açmayacak.
Ben diyorum ki: Savcının bu izin dışında monopol dava açma yetkisi tekeli devam ediyor mu? Acaba, savcının yine oradaki iradesini Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu gibi bir ikinci süzgeç uygun düşer mi?
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Olabilir. Biz raporumuzda böyle bir hususa işaret etmedik. Türkiye'nin bugüne kadar yaşadığı sorunları çözmek için düşünülebilir elbette.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum.
Buyurun Oktaycığım.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Benim yok.
AHMET İYİMAYA (Ankara) - Buyurun üstadım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim sorum tevhidi tedrisatla alakalı. Kamu okullarında gerek dinî eğitim gerek Türkçeden başka dillerle ilgili olarak ana dilde eğitim konularında tevhidi tedrisat konusunda ne düşünüyorsunuz?
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Teşekkür ederim sorunuz için.
Ana dilde eğitim ve öğretim hakkının bir temel hak olduğunu unutmamak gerekir. Bu konuyu da tartışmaya açmak gerekir. Elbette Sayın Mahçupyan’ın ifade ettiği gibi belki bu anayasayla tüm sorunlarımızı çözemeyebiliriz ama bu hakkın varlığını kabul etmemiz gerekir ve mutlaka bu konuda özel eğitim kurumlarının açılmasına imkân tanımak gerekir. Tabii, diğer dillerde seçimlik derslerin de ihdas edilebilmesi gerekir. Belki Etyan Bey, bu hususu açıkta…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Her iki konuda da kamuda ne yapılabilir, yani ana dille eğitimde ve dinî eğitimde?
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Dinî eğitimle ilgili olanı söylemiştim, bir kez daha mı vurgulayayım.
Dinlerle ilgili sosyolojik ve felsefi bir dersin seçimlik olarak verilmesi gerektiğini bütün okullarda, kamu okullarında ancak ailelerin ve çocukların din eğitimi ihtiyacını karşılamak üzere özel kurumlara imkân tanınması gerektiği fakat bu kurumların da Millî Eğitim Bakanlığının etkin denetimine tabi olması gerektiğini söylemiştim.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Çok sağ olun Hocam, teşekkür ediyoruz.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Ben teşekkür ediyorum.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Arkadaşlar, tam zamanında ve içeriği dolu dolu… Çok yararlanacağız.
Ama şunu bilmenizi isterim, ne Komisyonumuz ne Parlamento bir anayasa romantizmi içinde değildir. Anayasa’nın taşıyabileceği misyon vardır. O yapı içerisinde katılımcı bir anayasa inşa noktasında samimi bir irademiz var. Temenni ederiz ki bu irade amaca ve sonuca ulaşsın.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – İnşallah.
AHMET İYİMİYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum, sağ olun.
TESEV ANASAYA KOMİSYONU ÜYESİ PROF. DR. SERAP YAZICI – Biz de teşekkür ediyoruz.
Kapanma Saati: 12.32
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Tarih : 05/12/2011
Açılma Saati: 14.03
--- 0 ---
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli arkadaşlar, oturumu açıyorum.
Çalışmamızın verimli olmasını temenni ediyorum.
Bugün öğleden sonraki seansta TESAV temsilci olarak Erol Tuncer, önceki Bakanımız, Başkan; Aydın Bensan, Yönetim Kurulu Üyesi, onları dinleyeceğiz.
Değerli Başkanım, Cumhuriyet Halk Partimizden Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partimizden Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partimizden Altan Tan, Adalet ve Kalkınma Partimizden Ahmet İyimaya’dan teşekkül eden uzlaşma alt komisyonu anayasa konusundaki taleplerinizi, düşüncelerinizi, yapımda kullanacağımız ortak havuza aktarılmak üzere dinleyeceğiz. Başarılar diliyorum.
Ayrıca şuna işaret edeyim: Çok sayıda NGO var dinlemek zorunda olduğumuz, önümüzde kısıtlı bir süre var. Kırkar dakika uygun gördük, pratik de gösterdi ki yetiyor. Bir beş on dakikayı da geriye soruya bırakırsanız, arkadaşlar belki daha fazla aydınlanıcı sorular sorabilirler.
Süreye uyma konusunda hem disiplin anlayışım var hem alışkanlığım var, biz rahat kullanırız.
Efendim, evvela sizlere başarılar diliyorum, zor bir işi üstlendiniz. Türkiye gibi kutuplaşmanın çok yol aldığı, maalesef toplum kesimleri arasında derin görüş farklılıklarının ortaya çıktığı bir toplumda uzlaşma arayışı içindesiniz. İşinizin zor olduğunu biliyorum ama imkânsız değil. Bizler de sizlere yardımcı olabilirsek mutlu oluruz.
Değerli arkadaşlarım, bu anayasa… Bir kere çok hayırlı bir iş yapıyoruz, Anayasa’yı yeniliyoruz. O konudaki düşüncelerimi birazdan söyleyeceğim. Bu Anayasa çıktığı günden itibaren toplum kesimlerinin önemli bir bölümü, siyasi partiler, akademik çevreler, politikacılar –politikacılar, sağ değildi yalnız o dönemde, yasaklılık içindeydik, ben de o dönemdenim- buna rağmen hepimiz bu Anayasa’yı görünce, böyle bir Anayasa’yla Türkiye’nin yönetilemeyeceğini söyleyegeldik. Ancak üzülerek gördük ki söylemek kolay, yapmak zor. Anayasa’nın yenilenmesi ta bu dönemlere kadar kaldı. İlk anlamlı değişiklik 1995’tir, on üç yıl sonra, herkes değişsin dediği hâlde.
Şimdi burada öncelikle irdelemek istediğimiz bir husus şu: Biz yeni bir anayasa mı yapıyoruz? Özellikle siz demiyorum biz diyorum çünkü bütün toplum olarak birlikte yapıyoruz inşallah, birlikte başaracağız bunu. Yeni bir anayasa mı yapıyoruz yoksa geniş kapsamlı bir Anayasa değişikliği sürecini mi yaşayacağız? Şimdi, toplumda böyle bir tartışma var. Bu tartışma, daha baştan Anayasa çalışmaları konusunda bir gerilim doğurmuş bulunmaktadır. Bu önemli, bunun altını çizmek istiyorum. Uzlaşma komisyonu olarak, sonunda Millet Meclisi olarak aşmak zorunda olduğunuz bir önemli moral engel olduğu kanısındayım.
Şimdi, bu güvensizlik tartışmalara da yansıdı. Toplumun bir kesiminde hâlen şöyle bir kuşku var: “Yeni anayasa” deyimiyle acaba Anayasa’nın tümünün değiştirilmesi yani bu arada ilk dört maddenin de yok edilmesi mi amaçlanıyor? Şimdi, bu kuşku var oldukça, toplumdaki tartışmaların veriminin düşeceği endişesini de biz taşıyoruz. Önce, toplumda bu kuşkunun giderilmesine yardımcı olması lazım uzlaşma komisyonumuzun, Millet Meclisi yönetiminin.
Bizim görüşümüzü ben sunayım: Hukuki açıdan baktığımızda durum şu: Yapılmakta olan bir Anayasa değişikliği çünkü Anayasa’nın 175’inci maddesinde belirlenen usullere göre yapılacak bildiğimiz kadarıyla. Yani bu Anayasa’yı değiştirmek için ayrı bir kurucu meclis toplanmış, usullerini kendisi koymuş değil. Bu Anayasa’ya göre teşekkül etmiş bir Millet Meclisimiz var. O Millet Meclisi bu Anayasa’da tanımlanmış prosedüre göre değişiklikleri yapacak. Dolayısıyla hukuki açıdan böyle bir durumla karşı karşıyayız zaten. İkincisi, Anayasa’mızın değiştirilemez olduğu üç madde var, dördüncü maddeyle bunların değiştirilemez olduğu belirlenmiş, bir emredici hüküm var. Dolayısıyla tümünü yenilemeye kalksanız, içinde değiştirilmemiş bir dört madde kalacağı için gene tümü birden yenilenmiş yepyeni bir anayasa olmayacak.
İkincisi, daha önce bu Anayasa’da yapılmış değişikliklere baktığımız zaman şunu görüyoruz: 17 kez değişiklik yapılmış. Ben, dünyada, hiçbir ülkenin anayasasında bu kadar değişiklik yapıldığını, bu kadar sayıda değişiklik yapıldığını düşünemiyorum. Sayın İyimaya, Amerikan Anayasa’sı iki yüz yıllık bir süre, iki yüz yılı da aştı, herhâlde 7-8 kere ya değişti ya değişmedi bildiğim kadarıyla.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – 22 kere değişti.
TESAV BAŞKANI EROL TUNCER – 22. Bizimkiyle kıyaslarsanız, 17 kez, iki yüz küsur yıl.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, 88 madde yenilenmiş, şöyle yenilenmiş: Yenilik çalışmasına 111 madde konulmuş ancak yenilenen 88 madde çünkü 23 maddede 2 ya da daha fazla değişiklik yapılmış. Yetmemiş, bir daha, bir daha değiştirilmiş.
Bu değişikliklerin büyük bölümü, Meclisteki partilerin uzlaşmasıyla çıkarılmış, hayata geçirilmiş değişikliklerdir. Bir kısmı zaten Uzlaşma Komisyonundan çıkmıştır, 2002’den öncekiler. Daha sonrakiler de yine partilerin ortak iradeleriyle çıkmıştır. Şimdi, ortak iradeyle çıkmış bu kadar çok sayıda maddenin tümünün birden değiştirilebileceğini de düşünmüyoruz. Dolayısıyla, neresinden baksanız ortada yepyeni bir anayasa yapmak değil, Anayasa’da geniş kapsamlı bir değişiklik yapmak söz konusudur. Bunun böyle olması, yeni anayasa deyiminin yarattığı pırıltıyı da bana göre söndürmesidir. Yani toplumda tabii bir kesim de yepyeni bir anayasa, içine ne konulacağı, içeriği bir yana, böyle bir anayasa fikrine bağlanmış görünüyor ama bu tür bir değişiklik, yepyeni bir anayasa olmayacağı anlamına da gelmez diye düşünüyoruz.
Onun için tekrar söylüyorum: Öncelikle yapılacak iş, bu değişikliklerin kapsamlı bir değişiklik olduğunu kamuoyuna anlatmak suretiyle -hangi aşamadasınız, bilmiyorum- kamuoyundaki gerilimi düşürmek ve tartışmaların verimini artırmak daha verimli, daha sağ duyulu, daha sağlıklı bir tartışma ortamı yaratmak gerektiği inancındayım. Bir şeyi unutmayalım parantez içinde, metin de yok, metin dışı söyleyeyim: Bu anayasaya hiç oy verilmemesi gerektiğini savunanlar dahi var. Nicel olarak hayli azınlıkta ama bu da bir düşünce.