TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Ve somut olarak da “Aslında gençler anayasada keşke şöyle olsa…” diyoruz, şimdi o maddeleri somut olarak sizlerle paylaşacağız.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ BULUT ÖNCÜ – İlk olarak, az önce 3 arkadaşımın da bahsettiği gibi, gençler ülkenin geleceği olarak görülüyor ama bugünleri dikkate alınmıyor. Oysaki sadece gelecek olarak değil, gençlerin bugünlerinin de sahiplenilmesi ve bugünlere aslında yatırım yapılması gerekiyor. Az önce yine bahsedildiği gibi biz anayasada gençlerin korunan kollanan bir kesim olarak değil, tam tersine güçlendirilmesi gereken, kendi içinde özerkliği olan bir grup olarak değerlendirilmesini istiyoruz. Az önce Özlem’in bahsettiği 58’inci maddede de her ne kadar “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında düzenlense de aslında bunun pek bu başlıkla ilgisi olmadığını sanırım söylersem yanlış olmaz. Burada daha çok alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığından bahsedilmiş ama biliyoruz ki bu problemler –bunlar eğer bir problemse- sadece gençlerle alakalı değil, bu, toplumun tüm kesimleriyle alakalı, sadece gençlerle sınırlı değil. Bununla ilgili eğer illa ki bir düzenleme yapılması gerekiyorsa sağlık hakkı içerisinde de değerlendirilmesi mümkün.
Eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı: Aslında yaptığımız çalışmaların tümünde bir taraftan topluma hizmet götürmeyi ve kendimizi geliştirmeyi amaçlarken aslında bir taraftan da gençlere yönelik önyargıyı kırmaya çalışıyoruz ve bunu aslında hayatımızın her anında yapmaya çalışıyoruz. Ve aslında biz yaşla ilgili düzenlemenin Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenmesini istiyoruz ve böylece devlete bu konuda gençlere yönelik ayrımcılık konusunda açık bir yükümlülük öngörülmesini istiyoruz.
Seçme ve seçilme hakkı: On sekizinde gençler oy kullanabilirken ama on sekizinde herhangi bir şekilde milletvekili ya da belediye başkanı seçilmeleri mümkün değil ne yazık ki. Oysaki biz bunun da gençlere yönelik önyargının, yanlış tutumlardan biri olduğunu düşünüyoruz ve seçenlere de, gençlere de on sekiz yaşında seçilme hakkının verilmesini istiyoruz ve bu konuda gerekli düzenlemenin yapılmasını talep ediyoruz. Yine aynı şekilde, gençlerin siyasete erken başlamaları için, sizin de daha iyi bildiğiniz gibi, siyaset kurumuna daha iyi entegre olabilmek ve demokrasi kültürünü de aslında yeşertmek için siyasi partilere üye olma yaşının on altıya çekilmesini talep ediyoruz. Ve bildiğiniz gibi seçilmek için ne yazık ki bir de askerlik şartı var. Lisans öğrencisi de olsanız benim gibi -ben de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyim, burada da Hukuk Fakültesinden, sizleri de kendi okulumdan görmek beni ayrıca mutlu etti- yüksek lisans öğrencisi de olsanız, doktora öğrencisi de olsanız ne yazık ki seçilebilmek için önünüzde askerlik engeli var. Bunun kaldırılmasını istiyoruz, bunun bu şekilde düzenlenmesini istiyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Bir şey ekleyebilir miyim burada.
Özellikle bu, siyasi partilere üye olma yaşının on altıya çekilmesi şu açıdan önemli: Eğer on sekiz yaşında birilerine seçilme hakkı verirsek seçilebilmeleri için siyasete daha erken başlamaları gerekiyor. Aksi takdirde biz yine belirli bir yaş grubunun Parlamentoda temsil edilmemesini sağlıyor olacağız. Bu şu açıdan çok kritik: Hakikaten biz hep gençler adına karar veren, geleneksel olarak onlar adına karar veren bir DNA’dan geldiğimiz için… Oysaki gençlerin günlük hayatta başlarına o kadar farklı şeyler geliyor ki, bunları bizzat onların gidip o Meclis kürsüsünde kendilerinin söylemesi hem toplumsal barış hem demokratik kültür açısından hem de hakikaten onların bir biçimde daha ayakta cesur durmaları açısından önemli olur diye düşünüyoruz. O çerçevede bu on altı yaşı önemsiyoruz, eğer on sekiz yaşa düşerse seçilme yaşı.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ BULUT ÖNCÜ – Aynı şekilde, örgütlenme özgürlüğü hakkında da düzenlemeler yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Mevcut, gençlerin örgütlendiği yedi yüz sivil toplum kuruluşu... Değil mi?
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Doğrudur, derneklerden alınan son rakama göre yedi yüz civarında gençlik derneği var Türkiye'de seksen beş bin dernek içinde.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ BULUT ÖNCÜ – Bununla ilgili, platform olsun, kulüp, girişim, sendika ya da adına her ne dersek diyelim, bunların önündeki örgütlenme engellerinin kaldırılması ve bunun da anayasa da güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz. Aynı şekilde, kendimiz de gençlik çalışmasının içerisinde yer aldığımız için birçok bürokratik engelle, birçok sürüncemeyle karşılaşıyoruz. Bu düzenlemenin, bu yapılmasını istediğimiz düzenlemenin aslında bunun için de genç temelli, genç dostu bir bakış geliştirilmesi açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ SİMGE SÖNMEZ – Bir diğer başlık aslında gençlerin sosyal hakları. Baktığımız zaman, aslında sosyal haklara temelde genel bir yaklaşımla baktığımız zaman herkesin kendi ana dilinde kamu hizmetlerine ulaşımının sağlanmasını destekliyoruz. Bunun aslında sosyal haklardan yararlanabilmek için bir şart olduğunu düşünüyoruz. Aynı şekilde kılık kıyafetin bu hizmetlerin ulaşımının önünde bir engel olmaması gerektiğini ve devletin bu konuyla ilgili asgari yükümlülüklerinin belirlenmesi gerektiğini düşünüyoruz bu anayasada.
Tek tek baktığımızda da barınma hakkıyla ilgili devlete daha açık yükümlülük sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Gençlerin, özellikle üniversitede okuyan gençlerin barınmayla alakalı çok büyük sıkıntıları olduğunu düşünüyoruz. Bir üniversite öğrencisi olarak bunu çok rahat dile getirebilirim.
Aynı şekilde, çalışma hakkıyla ilgili Yörük’ün de anlattığı gibi aslında sunumun en başında gençlik işsizliğinin 2 katı olması işsizliğin, bu alanda bir düzenlemeye gidilmesi ve asgari çalışma yaşıyla alakalı da aslında bir sınırlama, bir değişkenlik gösterilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Burada yazanların tabii hepsi anayasada olacak diye bir şey yok fakat anayasanın altındaki yasalar da bir biçimde değiştiği ölçüde biz bu ilkelerin bütün o yasama sürecinin içine yedirilmiş biçimde olmasını önemsiyoruz çünkü bu saydığımız maddelerin bazıları hakikaten anayasada halledilebilecek şeyler olmayabilir ama bunun altında daha bağlayıcı, ayrıntıya girdiğimiz zaman birçok ayrıntı madde var, onlarla da ilgili bir perspektif sunmak adına aslında böyle maddeler söylüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Biz de zaten “Bunlar anayasada olacak.” diye bakmıyoruz. Anayasa yapılırken, topluma hâkim olan düşünceler nelerdir yani besleneceğimiz iklim olarak bakıyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Harika, tamam.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENÇLİK ARAŞTIRMALARI DEPARTMANI YÖNETİCİSİ ÖZLEM EZGİN – Bu asgari çalışma yaşıyla ilgili düzenlemede aslında anayasanın adil bir ücret hakkı, adil bir ücret düzenlemesine de bir atfımız var. On altı yaşında yani asgari ücretle ilgili bir yaş düzenlemesi var farklı yaşlar için geçerli. Örneğin on altı yaşındaki bir gencin zaten eğitim hayatının dışındaysa bir dezavantajı var ve eğer çalışıyorsa asgari ücret konusunda da, aldığı gelir konusunda da bir dezavantaja uğruyor. Bu yüzden asgari ücret düzenlenirken yaş ayrımcılığının da kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ BULUT ÖNCÜ – Bir şeyi daha belki eklemek burada iyi olabilir mesela staj ve yarı zamanlı çalışmayla ilgili. Burada da aslında uygulamada çok ciddi problemler var. Staj uygulamalarının da aslında bir çalışma biçimi olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda düzenlemeler yapılırken, özellikle sosyal haklar alanında düzenlemeler yapılırken bu staj çalışmalarının da, uygulamalarının da göz önünde bulundurulmasını istiyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ SİMGE SÖNMEZ – Eğitim hakkına baktığımız zaman, şu anda da aslında gündemde olan on iki yıl kesintisiz eğitimi destekliyoruz. Seçmeli dinler dersinin olması gerektiğini düşünüyoruz, din kültürü ve ahlak dersi yerine seçmeli dinler tarihi dersinin var olması gerektiğine inanıyoruz, aynı aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği karardaki gibi. Cinsel sağlık eğitiminin yine sürdürülebilir bir şekilde bu on iki yıl kesintisiz eğitim içinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Cezai yaptırımların eğitimi engellememesi yani aslında tutukevlerindeki ya da hapishanedeki gençlerin eğitiminin önüne geçilmemesi, bununla alakalı yasal bir düzenlemenin ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz ve aslında YÖK’ün mevcut yapısının değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz, ya kaldırılması ya da içinde akademisyenlerin ve aslında üniversite öğrencilerinin de demokratik bir şekilde katılımcı olarak kendilerini sergileyebilecekleri bir yapı olarak değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Bununla alakalı, sağlık ve sosyal güvenlik hakkının yirmi beş yaşı da kapsayacak biçimde düzenlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Özlem sen açmak ister misin bunu?
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENÇLİK ARAŞTIRMALARI DEPARTMANI YÖNETİCİSİ ÖZLEM EZGİN – Bu aslında genel sağlık sigortası, son dönemde gündemimize gelen konuyla da ilgili, yirmi beş yaşın üzerinde ve öğrenci olmayan gençlerin prim ödeme koşulları gündeme geldi, şu an gelir tespiti yaptırıyorlar, bizim Toplum Gönüllüleri arasında bulunan arkadaşlarımızın da. Biz sağlık ve sosyal güvenlik hakkının öznesinin mümkün olduğunca geniş şekilde ve çalışmayan ve öğrenci olmayan, bir geliri olmayan gençler için de sağlanacak şekilde tanımlanması gerektiğini düşünüyoruz yeni anayasada.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ SİMGE SÖNMEZ – Ulaşımın bir sosyal hak olduğunu düşünüyoruz ve aslında az önce anlattığım gibi TOG etki araştırmasında hareketlilik yani aslında gençlerin bir yerden bir yere gitmesinin gençlere çok şey kattığını gördük bu araştırma sonucunda ve aslında ulaşım hakkını bir sosyal hak olarak tanımladığımız zaman gençlerin üniversitede okuyan ya da zaten yüzde 30’u zaten çalışıyor Türkiye'deki gençlerin, bir şekilde hareketliliğinin önünün açılması lazım. Bu yüzden de aslında en geniş kapsamlı olan gençlik indirimi. Öğrenci indirimi yerine aslında gençlik indiriminin geçerli olması gerektiğine inanıyoruz. Gerçekten Türkiye'de bir yerden bir yere gitmek bir genç için çok zor.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Bununla ilgili şöyle bir şey de eklemek isterim: Birçok Avrupa ülkesinde bizim hep ezberden “öğrenci indirimi” olarak kurguladığımız şey aslında bir gençlik indirimi. Bunun da temelinde şöyle bir şey var özellikle Türkiye özelinde: Biraz önce bahsettim size 2008 Türkiye rakamlarından, neredeyse her 2 gençten 1 tanesi hem okumuyor hem de çalışmıyor. Oysaki demokratik bir kültürün gelişmesi için biz farklılıklarla beraber yaşamamız gerektiğini ve o farklılıkları deneyimlememiz gerektiğini düşünüyoruz. Bunun en temel… Yani hakikaten bir yatırım yapmak adına, demokratik kültüre yatırım yapmak adına da biz insanlara “Bakın ey Trabzonlular, Diyarbakır böyle bir yerdir.” diyebiliriz, tahtadan anlatabiliriz veya hakikaten bu arkadaşların birbirlerinin kültürünü deneyimlemesi ile ilgili onların hareketliliğini kolaylaştırıcı bazı imkânlar verebiliriz. Gençlik indirimi bu açıdan önemli bir kaldıraç olabilir sadece ülke içinde değil ülke dışında da. O zaman çünkü ülkeyi açmış oluruz, açtığımız ölçüde bilgiye bir şekilde açmış oluruz, gençler farklı yerleri deneyimlerler ederler ve o birikimle zaten çok farklı bir yere gider diye düşünüyoruz Türkiye. Bu açıdan bunun önemli olduğunu düşünüyoruz yani öğrenci indirimi değil de gençlik indirimi olmasını.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ BULUT ÖNCÜ – Çok tekrar etmeden belki burada şunu söylemek mümkün: Toplum Gönüllüleri Vakfı çatısı altında Üreme Sağlığı ve Cinsel Sağlık Projesi yürütüyoruz ve bu konuda gençlerin bilgi eksikliklerinin olduğunu düşünerek bu konuda, HIV, AIDS konusunda, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve cinsel sağlık, üreme sağlığı hakları hakkında bilgi veriyoruz ama tabii ki bunun devlet tarafından düzenlenen bir eğitim sistemi içerisinde ayrıca bir ders olmasının önemini de yadsımak mümkün değil.
Aynı şekilde, burada YÖK’ün kaldırılmasını talep etmiştik. Bunun yerine öğrencilerden, öğretim üyelerinden, araştırma görevlilerinden oluşan, demokratik katılımla oluşan ve sadece üniversiteler arasındaki koordinasyonu sağlayan bir kurumun olmasını öneriyoruz.
Çevre ve barış hakkından bahsedelim çok kısaca. Artık, çevre hakkı da ve çevre sorunları da gençlerin gündemlerinde yer alıyor ve gençler de bu çevre ve barış hakkı çerçevesinde çalışmalarını yürütüyor, taleplerini yükseltmeye devam ediyor. Biz anayasanın tamamında, düzenlenecek metnin tamamında ve sistemde devlete daha fazla sorumluluk yükleyen bir anlayış olması gerektiğini düşünüyoruz ve bunu sadece vatandaşlık temelinde değil, herkese sorumluluk yükleyen ve devletin gözetimi altında, devletin koruması altında olması gerektiğini savunuyoruz. Barış hakkı da zaten anayasanın genelinde olması gereken, hâkim olması gereken haklardan biri. Özellikle 12 Eylül döneminin etkilerini yansıtan 82 Anayasası’ndan kurtulmak için mevcut militarist, gençleri yönlendiren, etki altına alan, özgürlüklerini kısıtlayan düzenlemelerin kaldırılmasını istiyoruz.
Zorunlu askerlik hizmetini de bu barış hakkı çerçevesinde değerlendirmemiz mümkün. Bununla ilgili de çeşitli çalışmalarımız var. Bunlardan birincisi: Total ret yani isteyenin askerlik hizmetini yerine getirmesi, isteyenin askerlik hizmetini yerine getirmemesi. Bir diğeri ise: Eğer askerlik… Bunun ikisi de olabilir yani bir şekilde eğer askerlik yapmak isteyen olursa yapsın ama vicdani ret düzenlemesi de olsun. Vicdani ret düzenlemesi kapsamında da bu kamu hizmeti askerlik süresini aşmayacak şekilde düzenlensin ve bununla ilgili sosyal düzenlemeler de yapılsın. Aynı şekilde askerlik hizmeti boyunca tüm insan haklarının ve sosyal haklarının da eksiksiz bir şekilde tanınması ve uygulanmasını istiyoruz. Bunu da ekleyelim.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENÇLİK ARAŞTIRMALARI DEPARTMANI YÖNETİCİSİ ÖZLEM EZGİN – Bir tane, bitirmeden burada eğitim hakkıyla ilgili bizim açımızdan önemli bir şey: Mevcut Anayasa ilköğretim ve ortaöğretimi bir hak olarak tanımlıyor. Yükseköğrenimle ilgili de biz benzer bir yaklaşım içermesi gerektiğini düşünüyoruz çünkü yükseköğretimin de eğitim hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünüyoruz.
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Şimdi, kısaca biz aslında genel bir yaklaşım olarak “Gençler anayasada bizce nasıl olsun?”la ilgili bir çerçeve çizmeye çalıştık. Anladığımız kadarıyla sizlerin davetiyle olan bu süreç bir şekilde devam ediyor olacak, farklı kesimlerden kurumları, insanları dinliyorsunuz. Fakat, daha sonra ortaya herhâlde bir taslak çıkacak. Biz o taslak ortaya çıkıp kamuyla paylaşıldığı zaman -ki umarız paylaşılacak- benzer bir sürecin orada da devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz yani anayasa oluşturulma sürecinde kurumların dinlenmesinin çok olumlu olduğunu düşünüyoruz fakat o taslak çıktıktan sonra da toplumun bütün kesimlerinden, farklı kesimlerinden bu ortaya çıkan taslakla ilgili bir geri bildirim sürecinin hakikaten çok önemli olacağını düşünüyoruz ve burada tabii şey önemli yani “her kesim” derken, burada maalesef bazen farklı kesimlerin katılımı biraz daha fazla olabiliyor filan, biz hakikaten her kesimin eşitler üzerinden katılımıyla ilgili hep böyle kafamızın arkasında bir anlayışın olması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü ne kadar fazla insanlar kendilerini bu anayasada görürlerse bu anayasa o kadar meşru olur, insanlar ne kadar fazla kendilerini bu anayasanın oluşturulma sürecinde görürlerse bu herkesin anayasası olur. O yüzden biz bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz bundan sonraki süreçle de ilgili.
Efendim, bizim söyleyeceklerimiz bu kadar. Dinlediğiniz için çok çok teşekkürler. Eğer sorularınız varsa onları cevaplamaya çalışalım dilimiz döndüğünce.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok fazla vakit bırakmadınız bize ama gerçekten de enteresan bir sunum oldu. Aslında çok geniş bir vakitte sizinle tartışmak gerekiyor yani değil mi Sayın Vekilim, çünkü çok önemli şeyler?
ATİLLA KART (Konya) – Evet, tabii, farklı bakış açıları…
OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Ama bir şey var, biz şimdi, bugün size meyve falan da ikram edemedik, niye bilmiyorum ama “meyve” demişken aklıma… Çok sevdiğiniz bir meyveyi dalından zamanından önce kopardığınız vakit çok ekşimsi, hiç tat vermeyen bir hâl alıyor. Şimdi, bazı şeyler yapıyorlar, böyle yapay yollarla onu olgunlaştırıyorlar, o da aynı tadı vermiyor fakat kendi zamanı geldiği vakit o meyveyi dalından kopardığınız vakit lezzetine de doyum olmuyor. Katılır mısınız bu düşünceye?
TOPLUM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI GENEL MÜDÜRÜ YÖRÜK KURTARAN – Evet.
OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Evet, teşekkür ediyorum.
Atilla Bey, söyleyeceğiz…
ATİLLA KART (Konya) – Sorum yok.
OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Altan Bey…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim de yok.
Teşekkür ederim.
OKTAY ÖZTÜRK (Devamla) – Biz istifade ettik gerçekten. Burada yapılan şu: Toplumun bütün katmanlarına ulaşmaya çalışıyoruz. Hatta bir tabir kullandım, diyorum ki: Toplumun bütün katmanlarından gelen düşüncelerin oluşturduğu bir iç deniz olsun. Biz Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyeleri o denizin her noktasına kulaç atalım. Yani sonuçta bir anayasa ortaya çıktığı vakit her damlası kendisini orada hissetsin. Böyle düşünceyle yola çıkmış vaziyetteyiz, inşallah bunu başarırız. Bu ifadeleriniz kayda geçiyor, tasnifleri yapılıyor. Tabii ki anayasa yapım sürecinde oluşan iklime bakacağız. Dünyada da anayasa yapım yolları malum. Eğer ekleyebilirsek biz ona bir başka yeni yol, o da bizim başarımız olacak. İnşallah sonuçta herkesin asgari memnun olabileceği bir anayasa çıkarırız diye düşünüyoruz.
Buraya geldiniz, istifade etmemize imkân verdiniz, çok çok teşekkür ediyoruz. Çalışmalarınızda da başarılar diliyoruz.
Sağ olun.
Kapanma Saati: 12.24
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:14.11
-----0-----
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sıtkı Bey, hoş geldiniz.
ANADOLU ASLANLARI İŞADAMLARI DERNEĞİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Teşekkür ederim.
Ben Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekiliyim, Milliyetçi Hareket Partisi; Atilla Kart Bey, Cumhuriyet Halk Partisi Konya Milletvekili; Altan Tan Bey Barış ve Demokrasi Partisi Diyarbakır Milletvekili.
Sayın Ahmet İyimaya, rahatsızlığından dolayı katılamıyor.
Tüm kurumları, kuruluşları, bize müracaat eden kurum ve kuruluşları, eğer sözlü olarak kendilerini ifade etmek istiyorlarsa dinliyoruz, o çerçevede siz de buradasınız. Kırk dakikalık bir süreniz var. Düşüncelerinizi rahatlıkla ifade etme imkânına sahipsiniz. Biz sadece konuşmanın sonunda belki müphem kalan, açıklanmasında fayda gördüğümüz noktalar var ise zatıalinize soru olarak açıklanması veya ek bilgi ihtiyacı duyulmasına binaen soru yönelteceğiz. Onun dışında nötr vaziyetteyiz. Siz kendinizi ifade edeceksiniz. İfadelerinizin hepsi kayda alınıyor. Bunlar, ayrıca komiteler tarafından değerlendiriliyor, fikirlerin ayrıştırılması yapılıyor, her düşünceniz kendine ait bir bölüme. Daha sonra anayasa yapım sürecinde bunların hepsinden istifade etmeyi düşünüyoruz inşallah.
Evet, söz sizin.
Buyurun efendim.
ANADOLU ASLANLARI İŞADAMLARI DERNEĞİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Çok teşekkür ederim.
Ben Sıtkı Abdullahoğlu, Anadolu Aslanları İşadamları Derneği, kısa adıyla ASKON olan sivil toplum örgütünün ARGE’den sorumlu Genel Başkan Yardımcısıyım. Tabii, bu anayasayla alakalı konu gündeme geldiği andan itibaren bizim ilgi alanımıza girdi. Biz her ne kadar ekonomik bir yapılanma, ekonomik bir kuruluş olsak da ülkemizde cereyan eden her meseleyle de aynı zamanda sosyal olarak ilgilenme ihtiyacı hissediyoruz ve yaşadığımız bu coğrafyanın insan huzuru açısından, insan hayatı açısından en verimli, en güzel, en arzulanan yer olması için de elimizden gelen gayreti sarf ediyoruz. Bir taraftan ekonomik olarak dengelerin oturtulması anlamında çalışmalar yürütürken, diğer taraftan da siyasal anlamda, sosyal anlamda, kültürel anlamda sivil toplum faaliyetlerini yapmaya gayret sarf ediyoruz.
Bu çerçevede, tabii, anayasa konusuyla alakalı olarak da bir hazırlık yapma ihtiyacı hissettik. Bizim bu meseleden anladığımız, bir anayasa taslağı hazırlamak şeklinde olmadı. Bunun teknik bir iş olduğunun farkındaydık. Dolayısıyla, biz, kendimize göre hangi alanlarda ne söylemek istiyoruz, ne hatırlatmasında bulunmak istiyoruz, anayasada nelerin olmasını arzu ediyoruz, o perspektifle bir kısım şeyler hazırlamaya çalıştık ve onları size takdim edeceğiz. Bu bazı sivil toplum örgütleri, tamamıyla bir anayasa taslağı hazırlattılar hukukçulara filan, öyle bir yaklaşım içerisinde olmadık. Biz tamamıyla kendi yapımız, kendi sivil toplum yapımız, kuruluş mantalitemiz çerçevesinde neler arzu ediyoruz, anayasa içerisinde neler olsun, bunları size takdim etmeye çalıştık. Biz, bunu aslında İstanbul’da Sayın Meclis Başkanımıza da takdim ettik ve şimdi bir nüshasını da size takdim ediyorum, aynı zamanda bilgisayar kayıtlarında da var, şimdi buraya da almış olduk, arzu edilirse oradan da bakılır.
Ben, izninizle hazırladığımız metni sizinle paylaşmaya gayret sarf edeyim. Şöyle bir yaklaşımımız daha var: Biz, temel olarak anayasa metninin son derece kısa olmasının önemli olduğunu düşündük hep baştan bu tarafa, uzadıkça bir kısım detayların çok fazla herkesi bağlayıcı unsurların devreye girdiği, dolayısıyla içinden çıkılmaz hâle dönüştüğü gibi bir Türkiye’de anayasa tecrübesi var ve bunu biz de bir şekilde hem darbeler dolayısıyla bunları hissettik, yaşadık hem de normal zamanlarda da problemlerin çözümünün tıkandığı yerlerde karşımıza anayasa çıktı, buralardan anlamış olduk. Dolayısıyla bunlardan da böyle bir sivil atraksiyon vesilesiyle kurtulabilmenin bir yolunu bulabilirsek diye bir niyet içerisinde olabildiğince kısa olsun diye arzu ediyoruz anayasamız temel yaklaşım olarak. Sonra da, biz de madem kısa olsun diye arzu ediyoruz, ne kadar özet ifade edebiliriz düşüncelerimizi biz de ona çalıştık, ona gayret sarf ettik. Onun için burada da özet ifadeler bulacağız ve inşallah ben bir kısmını açabilirim. Bu kadar zamanın olduğu bizim açımızdan da iyi oldu.
Anayasa metni:
Anayasa, milletin hangi inançtan, hangi ırktan ya da hangi kesimden olursa olsun tüm fertleriyle huzur içinde yaşamasını temin eden ortak bir sözleşme metni olarak değerlendirilmelidir. Yani temel mantalite, temel mantık, bu atmosferde yaşayan, bu coğrafyada yaşayan insanların tamamının huzur içerisinde yaşamasını temin edecek bir ortak sözleşme, dolayısıyla herkesin katkısının da olabileceği, bir anlamda katkı verdiği için altına imza da atacağı, sonradan da sahip olacağı bir anayasa metni olsun. Efendim sihirli bir şey isteniyormuş gibi, nasıl olacak her dinden, her ırktan, her kesimden insanın bu şekilde ortak bir beklentisi karşılanabilir mi, böyle bir imkân olabilir mi? Kesinlikle olabilir kanaatindeyiz. İnsan olma paydası ve kendi ortak değerlerimizin çok büyük oranda bu zemini oluşturacağı gibi bir kanaate sahibiz. Sadece böyle bir niyet, böyle bir gayret içerisinde olunsun arzu ediyoruz.
Devlet: Devlet doğru tanımlanmalıdır, esas olan millettir. Devlet, milletin kendi kamusal işlerini deruhte etmek için milletin kurduğu organizasyondan ibarettir. Apayrı bir yapı gibi düşünmekten kurtulmak gerekir. Tabii Türkiye’deki yani siyasal mantalite çok uzun zamandan bu tarafa farklı şekilde işledi; devlet önce sanki kuruldu millet ona eklemlendi gibi bir anlayış vardı, bu anlayışın değişmesinde çok büyük fayda görüyoruz biz. Yani sadece bir örgüt, bir organizasyon, bir kamusal işleri dengeli bir şekilde adalet ve özgürlük kapsamında yürütebilmesi için kurulan bir yapı ve milletin kurduğu bir yapı. Millet istediği zaman, istediği boyutlarını değiştirme gücünde olması gereken bir yapı üstelik de. Şimdi, bizde genellikle devlet her şeye tam olarak egemen hâle dönüşmüş ve milletin iradesi de istekleri de beklentileri de baskı altına alınmış, devletin müstakil bir ideolojisi, müstakil bir yaklaşımı olmuş, o yaklaşım dolayısıyla herkes aynı kalıba sokulmak istenmiş. Bu da milletle devlet arasında son derece önemli bir gerilimin zemini olmuş. Bu yüzden de tabii, çok ciddi anlamda değişik boyutlarda, değişik kesimlerin sıkıntılarını yaşamış bulunuyoruz. Dolayısıyla, biz böyle bir yaklaşım içerisindeyiz. Esas olan millettir, millete uygun olarak organizasyon anlamında devlet örgütlenmelidir. Ona atfedilen değer de bu şekilde olmalıdır. Ayrıca kutsal bir devlet yapısı, kutsal bir organizma gibi düşününce işler karışıyor, hatta “devlet baba” gibi düşününce de işler karışmış oluyor. Bunların da değişik boyutlarda sıkıntılarını gördük, yaşadık.
Özgürlük alanlarının korunması: Anayasa, büyük toplumsal sözleşme, devlet- vatandaş arasındaki ilişkileri belirleme özelliğinde bir metin olması hasebiyle, esas olarak özgürlükleri koruma altına almak gibi bir içeriğe sahip olmak zorundadır, yoksa özgürlükleri sınırlayıcı değil. Yani bu da ilginç konulardan bir tanesidir. Maalesef, belki 19’uncu yüzyıl anlayışıyla yaklaşıldığında devlet, yine biraz önce ifade etmiş olduğumuz gibi, kendisinin vatandaşını şekillendirmek gibi bir ihtiyaç dolayısıyla arzu etmediği ideolojik yapı, etnik kimlik vesaire konularında farklı bir çizgi çizmeye çalışan kesimlere karşı acayip keskin tavırlıydı. Bu tavırlardan da artık kurtulma zamanıdır diye düşünüyoruz, arzu ediyoruz ve temel mantık özgürlükleri korumayla alakalı bir sistem oluşsun. Önemli olan insanın özgürlüğüdür, insan ancak özgür olduğu zaman, kendisini özgürce ifade edebildiği zaman insandır. Onun dışındaki zamanlarda, kesinlikle benliğinde bastırmış olduğu bir kısım değerler vardır ve o yüzden de her zaman potansiyel bir arızanın ortaya çıkması gibi bir ihtimal karşımızda durur. Bu yüzden biz özgürlükleri en önemli başlıklardan bir tanesi olarak değerlendiriyoruz.
Doğal özgürlük alanları ve hakların, devlet güçleri ya da diğer güçler tarafından ihlal edilmemesi anayasaca sağlanmalıdır. Yani devletin böyle bir fonksiyonu olmak zorundadır. Birilerinin özgürlüklerine devlet dışındaki güçler de müdahale ettiği zaman sadece onların özgürlüklerini koruma anlamında müdahaleci bir fonksiyon icra etmeli, aynı zamanda kendisi de müdahale edici bir hüviyette olmamalıdır. Dolayısıyla bu da son dererce önemlidir. Bu hakların derken, bu hakların kullanımı için hizmet alan ya da veren ayrımı yapılmamalıdır. Şu anda böyle bir tartışma da var maalesef. Yani çok basit olarak ifade edecek olursam, mesela başörtülü bir vatandaş artık kabulleniliyor da birçok yerde ama hâlâ Mecliste de kabul edilemiyor, devletin önemli mekanizmalarında hizmet alan olarak kabul ediliyor, veren olarak kabul edilmiyor. Bu tam bir paradokstur, tam bir çelişkidir. Yani sanki başörtülü olunca subjektif olmak zorundaymış gibi, başı açık olunca bu subjektiflikten kurtuluyormuş gibi bir anlayış var. Bu anlayışı da biz doğru bulmuyoruz açıkçası. Mevzuatta bellidir, anayasada en temel insan hakları çerçevesinde konu değerlendirildiğinde, düşünüldüğünde hizmet alan ve veren açısından bu anlamda bir fark olmaması gerekir. Sadece, her kurumun hiç şüphesiz ki ihtisas anlamında yeterlilik aramak gibi boyutları olabilir. Onlar bu konunun zaten kapsamı dışındadır. Dolayısıyla dil, din, inanç, ilim, teşebbüs, seyahat, ifade, eğitim, örgütlenme, vicdani ret, giyim, kuşam özgürlükleri gibi alanlar, bu alanlar içerisindedir. Bunlarla alakalı devletin yaklaşımının bu şekilde olmasını arzu ederiz.
Anılan bu özgürlük alanlarında ana-babanın çocuklar üzerinde devletten daha öncelikli haklara sahip olduğu anayasada ifade edilmelidir. Bu da kritik noktalardan bir tanesidir. Şu andaki geçerli anlayışa göre, devlet herkesten daha fazla hak sahibidir çocuklar üzerinde. Dolayısıyla onların yetişmesiyle alakalı mevzuatı, müfredatı oluştururken de diğer ideolojik konularla alakalı meselelerde de aynı şekilde anne babadan daha öncelikli bir inisiyatif almak istiyor, alıyor, alışı hoş görülüyor. Doğrusu biz, anne babanın bu anlamda devletten bir adım daha öncelikli haklara sahip olduğu kanaatindeyiz. Öncelikli hak, onlarındır, ta ki hayati derecede bir kısım sorunlar devreye girinceye kadar, ki onlar zaten işin belki yargısal tarafıdır, hukuksal tarafıdır. Önce, anayasada bu temel anlayışın devreye alınması gerekir diye düşünüyoruz.
Devlet-vatandaş ilişkisi bağlamında söyleyeceğimiz konular, eski zamanlardan biraz daha farklı olarak, homojen toplum yapısını hiçbir devlet sınırı içerisinde bulmak artık mümkün değildir. Yani eski zamanlardan daha zor bir noktaya gelmiş bulunuyoruz artık. Seyahatlerin, iletişimin, ulaşımın kolay olması bu sonucu getirmiş oldu. Bu yüzden anayasanın vatanda yaşayan her kesimi, etnik, dinî veya ideolojik ayrımı yapmaksızın ifade eden, kuşatan ve kendilerini buldukları bir metin olmasını sağlanmalıdır. Yani anayasa böyle bir özelliğe sahiptir. Buradaki kullandığımız kavramların altını çizmek istiyorum. Yani vatandaş kendisi katkı versin, kendisini bulsun, sonra da sahip çıksın ve herkesi de olabildiğince kuşatıcı bir özellikte, bir nitelikte olabilsin diye arzu ediyoruz. Böyle bir devlet-vatandaş ilişkisi olsun. Yani “devlet” dediğimiz organla alakalı ayrı bir niteleme daha yapmış olacağız ama bunların da hepsi bir anlamda onlara katkı vermiş olacak.
İdeolojik ve hegemonik devlet anlayışlarını içeren anayasaların zamanı geçti. Artık katılımcılığı sağlayan, her vatandaşın kendisini bulacağı ve gönülden sahipleneceği metinlere ihtiyaç var. Bu artık önemli, böyle bir hakikaten bireyci zamanlara geldik. Yani 19’uncu yüzyıldaki biraz faşist, biraz komünist mantaliteden, giderek bütün dünya uzaklaşıyor. Herkesin kendisini birey olarak daha rahat, daha özgür ifade ettiği zamanları yakalamış olduk. Dolayısıyla devletlerin de bu insani gelişime ayak uydurmaları, adapte olmaları önemli bir konu. Yani vatandaş üzerinde hegemonya kurmak ya da ideolojik bir tercihte bulunup onu vatandaşa dayatma zamanları artık gerilerde kaldı. İnsanların kendilerini ifade ettikleri sosyal yapılar içerisinde oluşturdukları ideolojileri kendisini daha fazla bağlıyor. Öbür türlü, sadece kanun, mevzuat, efendim ya da kolluk kuvvetleri zoruyla bir kısım işler yaptırılıyor ki bunun zamanının çoktan geçtiğini düşünüyoruz doğrusu.
Devlet anlayışında da gelinen önemli ortak everensel noktalar bulunmaktadır. Bu yüzden, devlet-vatandaş ilişkisinin de evrensel standarda göre olması kaçınılmazdır; kimlik dayatmama, eşit vatandaşlık sağlama, ideolojisiz devlet olma, devlete karşı birey haklarını koruma gibi. belki bu konuda da biraz abartılı noktaya doğru gidilecektir. Yani fazlaca gerilme meydana gelmiştir çünkü devletin aşırı derecede baskısı vardı vatandaşlar üzerinde, dediğim gibi, 19’uncu yüzyıl anlayışıdır bu. Onun sonrasında aşırı derecede bireyci bir anlayış da gelişiyor olabilir ama bu, herhâlde yavaş yavaş dengelenebilir gibi gözüküyor. Herkes yerli yerine, makamına oturursa bu konulardaki sorunlar da minimize olur diye düşünüyoruz.
Sosyal alan: Sosyal hayat içerisinde devlete düşen görevler konusunda da son derece belirgin kavramlar ortaya çıkmıştır; mesela sosyal güvenlik gibi, istihdam gibi, gıda güvenliği gibi, genel sağlık gibi. Anayasa bu kavramlara göre devleti şekillendirmeli, gerekli olmayan yüklerden de devleti uzak tutmalıdır. Yani biraz devletin insanların sosyal alanıyla alakalı olarak üstleneceği sorumluluklarla ilgili meselelerin altını çiziyoruz. Her hâlükârda istihdam sorunu devlet sorunu olmaya devam edecektir ve bunu çözmek zorundadır devlet.
Gıda güvenliği ne sivil toplum seviyesinde ne buna benzer başka unsurlar aracılığıyla sağlanamaz. Dolayısıyla devletin gıda güvenliğini sağlamak gibi bir mükellefiyeti vardır. Yani şu anda bile, bir kısım meselelerin geliştiğini düşündüğümüz atmosferde bile, bizim ülkemizde gıda güvenliğiyle alakalı çok ciddi sorunlar var. Avrupa’da, Amerika’da, şurada, burada kullanamadığımız, kullanılmayan, insanların kullanmaması gereken gıda malzemeleri, katkı maddeleri özellikle bizim burada rahatça kullanılıyor ve biz tüketici olarak hiç bunların farkına varmıyoruz. Sivil toplum örgütleri, bu işle uğraşanların bile farkına varmasının son derece zor olduğu bir konudur. Devlet buna benzer konularda illaki sorumluluk üstlenmeli, vatandaşını bu açılardan korumalıdır.
Devletin hizmet alanları: Devletin çok büyük olması da değişik konularda sorunlar ortaya çıkarıyor. Yani bireyi daha fazla baskı altına almak gibi sonuçlar ortaya çıkıyor, başka sorunlar da ortaya çıkıyor. Devletin birinci elden yürütmesi gereken hizmet ve sorumluluk alanları şu dört konuyla sınırlı kalabilir: Adalet, güvenlik, eğitim, sağlık. Bunlar dışında devletin görevi, denetleme ve yönlendirme işinin doğru ve etkin bir şekilde yapılmasıdır. Bunlar çok ciddi bir şekilde yapılabilirse bunun dışında oluşturulacak sivil yapılar ülke hizmetlerini, insanların hizmetlerini, ihtiyaçlarını karşılayabilir. Bu, fevkalade mümkün olabilecek bir şeydir ama adaletin, işte güvenliğin, eğitimin, sağlığın tamamıyla terk edilmesi, devlet tarafından terk edilmesi gerçek anlamda kaostur tabii. Bunların kamu sorumluluğu olarak devlet tarafından yürütülmesi bir mecburiyettir. Ama mesela, bunların içerisinde ekonomiyi saymadık. Ekonomik alan çok ciddi anlamda bir sivil alandır ve devlet, doğru denetleme ve doğru yönlendirme yaparsa bu konuda daha iyi sonuçlara ulaşmamız da mümkün olacaktır.
“Millet denetimi” diye başka bir başlık içerisinde söyleyeceğimiz konular.
Güçler ayrılığı ilkesi güçlü bir şekilde organize edilmelidir. Yasama, yürütme, yargının birbirleriyle olan ilişkileri yatay olmalıdır. Ancak her birinin millet denetiminde olmasını sağlayan anayasal tedbirler alınmalıdır. Hiç şüphesiz yargı birliği de sağlanmalıdır; yani alt unsur olarak Anayasa’da ifadesini buluyor. Milletin denetiminde olmasının sağlanması konusu önemli bir konu. Yasama konusu, Meclisin konusu. Yürütme ve yargıya milletin ulaşmasının da aynı şekilde sağlanması gerekir. Yani mutlaka bir şekilde milletin denetiminin olması gerekir. Biz şimdi yargı konusunda mesela böyle bir imkâna sahip olamıyoruz millet olarak. Dolayısıyla bu konunun da bir şekilde Anayasa’da kendisini bulması ve milletin denetiminde hangi formüllerle gelişmişse, gerçekten şu anda yeryüzünde bu konularla alakalı önemli gelişmeler oluyor. Hakikaten hangi ülkede olursa olsun bu ilkeler çerçevesinde alınmış bir mesafe varsa, bunları biz de yakalayabiliriz diye düşünüyoruz. Ama millet egemenliğinden bahsediyorsak, Meclisin de duvarında bu ifade varsa, Anayasa’nın da temelinde bu olacaksa, ki böyle olması gerekir, o zaman bu anlamda da sistemi de kurmak gerekir. Milleti bu temel erkler noktasında da gerçek denetleyici noktaya ulaştırmak gerekir.
Hesap verebilirlik; Parlamento, hem erklere kaynaklık etmek açısından hem de millet egemenliğinin temsil makamı olmak açısından en etkin konuma yerleştirilmelidir. Bu da devletin hesap verebilir olmasını sağlamanın doğal bir gereği olarak düşünülmelidir. Yani millet olarak en sistematik bir şekilde, en kolay bir şekilde ulaşacağımız alan Meclis alanı oluyor. Dolayısıyla onun bir rüçhaniyetinin olması gerekir. Ama aynı zamanda hukuksal anlamda bu biraz önce ifade etmiş olduğumuz güçler ayrılığı da hesaba katılarak, bu sistem oturtulmalıdır diye düşünüyoruz. Hesap verebilirlik tarafı son derece önemlidir.
Hikmeti hükûmet, devlet yaparsa bir bildiği vardır devrinin çoktan gerilerde kalması gerektiğini ifade ediyoruz. Bu hesap verilebilirliğin arka planında buna benzer detaylar var. Artık, hakikaten herkes hakkını arayabilmeli ve bunun da devlet tarafından ve başka güçler tarafından engellenmesine fırsat verilmemelidir. Anayasada böyle bir güvence oluşursa diğer alt birimler de ona göre kendisini adapte ederler diye düşünüyoruz; yani bu yapı oluşturulmalıdır. Temel mantalite oluşmalıdır.
Hiç şüphesiz hiçbir metin, hiçbir hukuk metni ya da anayasa metni, sözleşme gibi metinler ahlaki değerlerden vareste bir şekilde sadece düzen sağlayıcı fonksiyon icra edemezler. Yani ahlaksız olarak böyle bir şey yapmak mümkün değildir. Bir taraftan da, bu anlamda bu ahlakın kuşanılması herkesin işi olur diye düşünüyoruz. Bunlarla paralel bir şekilde meseleyi yürütmek, daha sağlıklı bir düzene intikal etmek söz konusu olabilir.
Ekonomik sorumluluk; ekonominin ağırlığı devletin tekelinden çıkarılmalıdır. Devlette görev yapmanın veya devlete yakın olmanın farklı rüçhaniyetlere sahip olmak anlamındaki anlayışlara son verilmelidir. Devletin ekonomide asıl yapması gereken görev, yönlendirme, denetim ve her ferdin adil pay alma hakkının korunmasıdır. Yani bu anlamda devlet, gerçekten ciddi bir şekilde böyle bir beceri gösterebilirse o zaman millet bu işin altından çıkar.
Yönlendirme deyip duruyorum, bir iki seferdir geçiyor. Ne kastettiğimi çok kısa bir şekilde ifade edeyim: Bu konularda, özellikle ekonomiyle alakalı meselelerde devletin makro bir yönlendirme becerisi olması birçok alandaki enerji israfını, birikim israfını, teşebbüs kabiliyetinin israfını…
ATİLLA KART (Konya) – Planlamayı mı kastediyorsunuz?
ASKON GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Aslında sadece böyle şu andaki devlet planlaması gibi bir planlama değil. Biz yönlendirme tavsiyesi gibi bunu öneriyoruz hatta bizim başka metinlerimizde de var, yani MAYÖP anlamında, makro yönlendirme planı, tavsiye anlamında ve Türkiye’nin envanterine uygun olarak gelecek yıllar için edinmesi gereken çizgi, takip etmesi gereken çizgi nasıl bir çizgi olmalıdır ki, hem rekabetçi üstünlüğü sağlayabilelim, yakalayabilelim hem de israfa düşmeyelim.
Şu anda, son zamanlarda Hükûmetin biraz daha buna yakın bir kısım şeyler düşündüğünü görüyoruz ama daha ileri düzeyde üniversitenin, sivil toplumun ve bizzat yürütmenin içine katıldığı böyle bir plan ortaya çıkarılabilir. Biraz Güney Kore geçmişte bunu yaptı bir tarafıyla, o tecrübe de kayda değerdir doğrusu.
Rekabet fırsatı ve girişimciliğin yaşaması için gerekli tedbirlerin alınması anayasal güvence altına alınmalıdır. Yani maalesef bizde zaman zaman bu tam aksine çalışıyor. Hakikaten hâlâ mesela, yabancı yatırımcıların en fazla çekindiği konulardan bir tanesidir; yani bu fırsatlar dengeli bir şekilde, arka planı tam olarak görülebilir bir şekilde yürütülmüyor hâlâ ülkemizde. Bunlar daha şeffaf hâle dönüştürülmesi gerekir diye düşünüyoruz ve devlet bunları sağlarsa ülkedeki teşebbüs yapısı, teşebbüs kabiliyeti çok daha iyi noktalara ulaşır diye düşünüyoruz.
Vergi güvencesi; dedik adına. Vergiyle alakalı birkaç başlığı içeriyor aslında bu konu. Anayasa, vergilerin adil olarak konulması, toplanması ve harcanmasının denetimini güvence altına almalıdır.
Şimdi, bu konu sürekli konuştuğumuz konulardan bir tanesidir aslında. Hemen hemen her dönemde konuşuruz ama anayasal anlamda vergilerin gerçek bir şekilde hakikaten güvence altına alındığını vatandaş hissederse şu andaki kayıt dışının bile belki çok önemli bir kısmı devre dışı kalacaktır. Vatandaş, ne adil olarak konulduğunu düşünüyor ne toplanma biçiminin adil olduğunu düşünüyor ne harcanmasının aynı şekilde adil olduğunu düşünüyor. Yani bu konularda gerçek bir adaletin tesisi anayasal olarak güvence altına alınırsa, bu konulardaki performansımız da son derece iyi noktalara ulaşacaktır. Yani kayıt dışı bizde muhtemelen hâlâ yüzde 40’larda devam ediyor gibi bir risk var ama iyi işleyen ülkelerde yüzde 10’un altına kadar düşüldüğünü görüyoruz, duyuyoruz. Bu, sadece ekonomik tedbirler, hukuki tedbirlerle alınmış bir şey değildir. Yani böyle bir işin içerisinde hakikaten güvence vardır. O güvence de aynı zamanda, paralelinde hiç şüphesiz ki, sistem güvencesi yanında insan güvencesini de gerektirebilir. Tabii, biraz önce söylediğim ahlakla bağlantılı konular bunlar.
Evet, millî varlıklar anayasal koruma altında olmalıdır. Ancak işletilmesi ve değerlendirilmesi gereklidir. Yani biz şu andaki devlet anlayışıyla biraz fazla koruyoruz, kimseye dokundurtmuyoruz. Böyle bir mantık da olmaz. Dolayısıyla işletilme imkânlarının açılması lazım.
Bu konuyla ilgili iş ve işlemler yürütme tarafından ve özel sektör marifetiyle yapılmalıdır. İlla devlet işletecek diye bir kural yok. Mesela, şu anda elimizde ilginç bir fırsat var. Yani rakamlar doğruysa, dünyadaki bor rezervinin yüzde 70’i bizde ve nitelikli bir bor rezervi ve ileri teknolojide kullanılan bir maddedir bu. Yani bunu sadece koruyacağız, başkasının eline geçmesin filan diye işletilmesine de mani olacak şekilde bir anlayış mantıklı bir anlayış değil. Evet bu, ülkeyi gerçekten kalkındırabilecek kadar önemli bir potansiyeldir. O zaman anayasal güvence altında olmalı, fakat işletilmesini de aynı hassasiyetle, zenginliğe dönüştürmek için performans gösterebilmeliyiz. Yani bunları da birbirinden ayıracak bir düzenek olmalı diye arzu ediyoruz.
Buna benzer başka konular da var; onları da aynı anlayışla düşünmemiz gerekir.
Temel değerler; millî bütünlük, bayrak ve vatan toprağı gibi temel değerlerin korunması görevi millete tevdi edilmelidir. Yani yukarıdan bu tarafa saymaya çalıştığımız çerçeve içerisinde hakikaten bu ülke içerisinde yaşayan insanların, kendilerinin sahiplenerek oluşturdukları bir anayasa eğer devreye girerse, o zaman bu tür kavramları da, millet devlet örgütüne çok daha iyi sahiplenir ve çok daha iyi noktalara getirir diye düşünüyoruz. Bunu da bu şekilde olsun diye arzu ediyoruz.
İnsanlığın ortak değerlerinin korunması; insanlık için ortak değerler olan beş temel güvenlik konusu var. Bunlar anayasal güvence altına alınmalıdır. Can, mal, nesil, akıl, din güvenliği. Hakikaten bunların açılımlarında çok farklı şeyler var. Yani günceli ilgilendiren çok detay konular var. Bunlarla alakalı olarak da devlet, bu beş temel evrensel değerin korunmasıyla alakalı sorumluluk üstlenmeli. Bunlar anayasal güvence altına alınmalıdır. Yani ne bileyim, Amerika’da bir kişi öldüğü zaman onun etrafında da bu kadar yürüyüşler, reaksiyonlar falan oluyor, bizdeki insanlar ya da Irak’taki insanların ölümleri son derece sıradan bir vakai adiye olarak karşılanabiliyor onların ölümleri. Bu tür meselelerin de hem hukuksal anlamda hem de hakikaten düşünsel anlamda bir analizini yapmamız gerekir, bunların içerisinden çıkmamız gerekir.
Devlet, hükûmet ayrımı; devlet hükûmet ayrımını minimize etmek gerekir diye biz arzu ediyoruz. Milletin dokunamadığı ayrı bir devletin var olması, bu, önemli bir sorun hâline geliyor. Bu konuda da ne kadar birbirine yaklaşırsa ve olabildiğince hükûmetler değiştikçe yapıların da son derece önemli bir kısmı değişebilirse, yani mesela üst bürokrasiyle alakalı olarak da bunu söyleyebiliriz. Bir kısım ülkelerde var; bir seçim gerçekleştiği zaman hükûmet değişiyorsa aşağı yukarı 2 bin 3 bin civarında yüksek bürokrat da onlarla beraber değişmiş oluyor. Dolayısıyla yani hükûmet başka tarafa, bürokrasi başka tarafa çekecek tarzda bir anlayış yok. Bir kısım bürokratların kendisini devlet görevlisi gibi görmelerinin de önüne geçilmiş olur, milletin daha etkin bir denetimi sağlanabilir diye arzu ediyoruz.
Efendim, bizim özet olarak bu metinde ifade etmeye çalıştığımız konular bunlardan ibaret.
Arz ediyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz.
Sorunuz var mı?
Atilla Bey, buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Ben de sunuşunuz için teşekkür ediyorum.
Tabii, görüşlerinize katılıp katılmamak, değerlendirmek ayrı bir konu; ancak şunu ifade etmek istiyorum: Anlaşılır ve somut bir çerçeveyi ortaya koymuşsunuz, bunu önemsiyorum. Yani şunu görüyoruz: Çok geniş sunuşlar yapılıyor. Bakıyorsunuz, o ayrıntılar içinde esas kayboluyor. Bu doğru bir yöntem değil. Siz çok net bir şekilde çerçeveyi ortaya koymuşsunuz. Onun için gerçekten kutluyorum ve teşekkür ediyorum.
Bu anlamda da bir hususu açmak istiyorum: 18’inci maddede insanlığın ortak değerlerinin korunması. Yine kendi bakış açınıza göre birtakım değerlendirmeler yapıyorsunuz. Orada acaba çevre konusunu değerlendirmek, onu nasıl görürsünüz? Çevre konusu, yani insanlığın bir ortak değeri midir?
ASKON GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Değeridir; kesinlikle çevre konusu da aynı şekilde insanlığın ortak değeridir ve bu kapsamda aynı tarzda, aynı hassasiyetle korunması gereken unsurlardandır. Başka metinlerde vardı aslında çevre konusu, anayasa çalıştığımız metinlerde. Anayasa metnine direkt girmeli mi girmemeli mi diye tereddüt ettiğimiz için burada yok. Ama kesinlikle aynı hassasiyete katılıyoruz; yani fıtratla alakalı konuların bozulmadan muhafaza edilmesi ve geleceğe de intikal ettirilmesi aynı derecede hassasiyetimizdir.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim Sıtkı Bey’e iki sorum var:
1) Diyanet İşlerinin konumuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Yani din-devlet ilişkileri, Diyanetin devlete bağlı olması, olmaması.
2) Türkçeden başka dillerle, ana dilde eğitim konusunda ne düşünüyorsunuz?
ASKON GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Türkiye’de, tabii Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş çok normal olmamış ve dolayısıyla hakikaten sivilleşme çok ciddi anlamda baskı altında kalmış gibi gözüküyor.
Biz, din alanının da kesinlikle sivil bir alan olduğu kanaatindeyiz. Bu sivil alan dolayısıyla kendisini, dinin kendi içerisindeki enerji, potansiyel kendisini örgütleyecek güçtedir aslında. Fakat sürekli olarak kontrol altında tutulması gereken bir potansiyel olarak görüldüğünden dolayı böyle bir yapı oluşmuş. Geçişler düzgün sağlanabilirse, anlamsız bağnazlıkların ortaya çıkmaması organize edilebilirse Diyanetin devlet kurumu olmasından çok sivil hayatın bir unsuru olmasını biz tercih ederiz; ama bir kısım sosyolojik süreçlere ihtiyacı olabilir. Onlar ayrıca değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ama Diyanet, bir devlet kurumu olmaktan çok bir sivil toplum kurumu hâline dönüşmelidir, sivil inisiyatif hâline dönüşmelidir.
Ana dilde eğitim meselesine gelince; biz, tabii ana dil meselesini insanlığın doğal haklarından birisi olarak düşünüyoruz. İnsanların kendilerinin tercih ettikleri bir nokta değil. Irkları da böyle bir tercih değildir. Dolayısıyla da dilleri de böyle bir tercihin sonucu değildir.
Ana dille eğitimin biz yapılabileceğini düşünüyoruz. Hiç şüphesiz ki, siyasal bir kısım atraksiyonlar, ülkenin içerisinde bulunduğu ve bu işlerin manipüle edildiği bir zeminin olma ihtimalleri her zaman düşünülebilecek şeylerdir. İlkesel olarak, herkes eşit olarak doğduğu için kendi ana dilini de canının istediği gibi kullanabilme imkânına sahip olur. Ancak şu andaki minimize, yani 2012’in başında Türkiye’deki yapı hemen pat diye şuna geçmek, buna geçmek bunu kastederek ifade etmiyorum. Bugün karşınızda bir hadise vardır. Olayın adı terördür, şudur budur, bir şekilde bir adı vardır. Bu, manipüle edilmeye müsait bir şeydir. Geçişlerinizi uygun bir şekilde yaparsınız ama sonuç itibarıyla buna ulaşırsınız. Buna nasıl bir hiyerarşik geçiş planlarsanız planlayın ama bu, insan hakkıdır ve insanların bunu almaları gerekir diye düşünüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun. İstifade ettik. İnşallah bu anayasa yapım sürecinde de bu düşüncelerden yeterince istifade edeceğiz.
Buraya kadar geldiniz, teşekkür ediyoruz. Sağ olun.
ASKON GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SITKI ABDULLAHOĞLU – Ben teşekkür ederim, sağ olun.
Kapanış Saati: 14.47
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.03
______0______
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Arkadaşlar, hoş geldiniz.
Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonumuz sizi dinleyecek bugün. Komisyonumuz Cumhuriyet Halk Partisinden Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk Bey, Barış ve Demokrasi Partisinden Diyarbakır Milletvekili ben Altan Tan ve Adalet ve Kalkınma Partisinden Sayın Ahmet İyimaya Bey’den oluşuyor. Ahmet İyimaya Bey bir rahatsızlığından dolayı, bir kalp rahatsızlığından dolayı hastanede, bir müddet rahatsız, onun için katılamadı. Biz, toplantımızı yürüteceğiz.
Buradaki toplam süre kırk dakika ama genel uygulama bunun yirmi beş-otuz dakikası bir sunum, ondan sonra da eğer açıklanması, vuzuha kavuşturulması istenen bir mevzu varsa bunların sorularla daha da netleştirilmesi. Bu Komisyon, usul olarak bir tartışma, müzakere veya şey içerisinde değil, genellikle dinliyor nötr olarak. Sorular da mevzuu daha açma ve eksik anlaşılan veya yarım bırakılan bir şey varsa onu tamamlama babından oluyor.
Buyurun.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Öncelikle, bizi buraya davet ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum hem kurumum adına hem şahsım adına.
ATİLLA KART (Konya) – Hepiniz Yıldırım Beyazıt Üniversitesinden misiniz?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Daha önce biz değişik üniversitelerdeydik, bu son yıl kurulan üniversitede buluştuk. Ama biz burada Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi adına bu önerimizi sunuyoruz, üniversitemizin görüşü değildir; özellikle belirtmek isterim. Hatta bu konuda üniversitenin görüşünün olmasını doğru da bulmadığımızı… Üniversitemizde bu konuda panel yaptık. Geçmişte, malumlarınızdır, böyle Senato kararları yayınlanırdı bazı konularda. Böyle bir konu gündeme geldi, biz onu doğru bulmadığımızı, ilim adamlarının hepsinin aynı kategoride düşünmesinin ve bunun o şekilde ifade edilmesinin doğru olmadığını söyledik. O konuyu da özellikle arz etmek isterim.
Bizim aslında daha uzun metin çalışmalarımız da var Merkez olarak Anayasa’yla ilgili, fakat istedik ki net, somut ve kısa şekilde anlaşılsın. Onun için beş altı sayfalık özet bir metin, hatta en sonunda bunu üç buçuk sayfaya indirdik. Bununla ilgili, burada anlatmadık ama beş altı toplantımız oldu hukukçularla ve diğer bilim adamı arkadaşlarımızla beraber.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – O metinden bize verme imkânınız var mı?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Tabii.
Öncelikle size ayrıca bir teşekkürümüzü daha ifade etmemde yarar var. Böyle bir Komisyonda yer aldığınız için ve bu süreci şu güne kadar iyi bir şekilde yönettiğiniz için, bu Anayasa’nın eğer değişmesi söz konusu olacaksa herhâlde en büyük rol bu Komisyon tarafından oynanacak. Dolayısıyla, özellikle bu konuda da sizlere teşekkürlerimizi arz etmek isteriz sürece verdiğiniz katkıdan dolayı. Biz de bu süreci tümüyle destekliyoruz.
Öyle ya da böyle en çok önemsediğimiz şey, bu Anayasa’nın değişmesidir. Yani, bunu değiştirebiliyorsanız, nasıl değiştiriyorsanız değiştirin, mutlaka eskisinden daha iyi olacağını düşünüyoruz.
Ama içeriğe gelince, biz, içerikte Anayasa’nın başlangıç kısmında; yeni Anayasa’nın mutlaka yapımında katılımcı ve şeffaf bir usulün benimsendiği, devleti değil insanı merkeze aldığı, Anayasa’da devletin resmî bir ideolojisinin olmadığı ve tüm ideolojilere eşit mesafede bulunduğu; Anayasa’da çok kültürlü ve çoğulcu bir toplum yapısının benimsendiği, desteklendiği ve güvence altına alındığı; Anayasa’nın hukukun evrensel ilkelerine bağlı olduğu ve toplumun değerler sistemiyle uyumlu olduğunun mutlaka başlangıç kısmında belirtilmesini, bu maddelerin bu şekilde net bir şekilde yer almasını öneriyoruz.
Bu genel yaklaşımdan sonra, bir de Anayasa’nın çok uzun değil, kısa, öz ve anlaşılır bir şekilde kaleme alınması, Anayasa yapıcının iradesinin daha iyi anlaşılması için de gerekçeli kısmının uzun tutulmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz.
Değiştirilemeyecek hükümler konusu, Türkiye’de en çok tartışılan konulardan birisi. Böyle maddeler yer almamalı, yeni Anayasa’da bunlara yer verilmemeli. Eğer bu konuda ısrarı varsa bazı partilerimizin, bazı parlamenterlerimizin o zaman, tahmin edildiği gibi Türkiye’de daha çok devletin nitelikleri konusunda değiştirilemez maddeler üzerinde daha çok, işte laiklik gibi konular üzerinde daha çok duruluyor. Tabii, cumhuriyet konusunda, diğer konularda zaten tartışma olduğunu sanmıyoruz ama bu laiklik konusunda herhâlde tartışma olacak gibi görünüyor.
Değiştirilemeyecek maddeler bölümünde devletin nitelikleri gibi insan onurunu da koruyucu ve güvence altına alıcı maddelere eşit düzeyde yer verilmelidir diye düşünüyoruz. Bu konuda özellikle Alman Anayasası bizim için bir örnek teşkil edebilir insan onurunu koruyucu maddeleriyle.
1982 Anayasası döneminde benimsenmiş olan katı laiklik anlayışı terk edilmeli; din ve vicdan özgürlüğü esasına dayanan ve devletle toplum dayanışmasını sağlayan bir laiklik anlayışı benimsenmelidir.
Devletin resmî dili Türkçe olmalı, toplum için zenginlik olan yerel diller öğrenilebilmelidir, öğrenilebilmelidir.
Olağanüstü yönetim usulleri konusunda düşüncemiz: Toplumumuzda derin yaralar açmış olan sıkıyönetim yeni Anayasa’da yer almamalı, yalnızca olağanüstü hâl düzenlenmelidir.
Vatandaşlık konusunda: Vatandaşlık, yeni Anayasa’da hiçbir ırk ve etnik kökene değinmeden "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" olarak yer almalıdır.
Hükûmet sistemi olarak parlamenter sistem yeni Anayasa’da da muhafaza edilmeli, ancak devlet başkanının yetkileri sınırlandırılmalı yeni Anayasa’da klasik parlamentarizme daha da yaklaşılmalıdır.
Yasama konusunda önerilerimiz: Yönetimde istikrar amaçlı konulmuş olan seçim barajı yeni Anayasa’da da muhafaza edilmelidir. Fakat temsilde adalet ve mecliste farklılıkların yer alabilmesi için “Türkiye milletvekilliği” sistemi yeni Anayasa’da yer almalıdır. Buna göre Meclisin -bu daha önce tartışılmıştı- 550 milletvekilinden 100 tanesinin Türkiye milletvekili olarak yer bulması, 450'nin yine seçim barajı yüzde 10 olmak üzere Mecliste temsil edilmesi, böylece bütün görüşlerin yüzde 1 de olsa böylece 100 milletvekili içinde temsil edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.
Yürütme konusunda: Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ilkesi yeni Anayasa’da da korunmalı ve fakat yukarıda da değinildiği üzere, Cumhurbaşkanının yetkileri daraltılarak parlamenter sistemle uyumlu hâle getirilmelidir.
Bakanlar Kurulunun kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi daraltılmalı, Meclisin toplanamadığı olağanüstü hâller haricinde bu yetki kullanılmamalıdır.
Yerel yönetimler güçlendirilmelidir. Yerel yönetimlerin mevcut mali ve idari özerklikleri Anayasada yer almalıdır.
Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığına bağlı olmalıdır.
Yargı konusunda: Yargı yönetimi yargının bağımsız ve tarafsız çalışmasının güvencesi sağlanmalı; HSYK'nın yapısı Meclisin de üye seçimine imkân verecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Askerî yargı kaldırılmalı, askerî yargının görev alanına giren konular iş bölümü esasına göre adliye ve idare mahkemelerinde uzmanlaşmış mahkemeler tarafından incelenmelidir. Askerî yüksek yargı ise tamamen kaldırılmalıdır.
Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini hiçbir şekilde esastan denetleyemeyeceği hüküm altına alınmalıdır. Değiştirilemez nitelikli maddeler yer alırsa yeni Anayasa’da, fiilen bu maddelerin değiştirilmesi sonucunu doğuracak değişiklikler dahi Anayasa Mahkemesince esastan denetlenmemelidir.
2010 Anayasa değişiklikleriyle sistemimize kazandırılan "Anayasa şikâyeti" müessesesi yeni Anayasa’da da muhafaza edilmelidir.
Eğitime ilişkin hükümler konusunda: Temel eğitim dili Türkçe olarak kalmalıdır. Ancak isteğe bağlı olarak eğitimin bir kısmının yerel dillerde yapılmasının önü mutlaka açılmalıdır.
Zorunlu olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri dışındaki din eğitimi ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olmalıdır.
Ekonomik hükümler alanında önerilerimiz: Devletin ekonomik görevinin düşük enflasyonda yüksek istikrarı ve ekonomik büyümeyi sağlamak olduğu yeni Anayasa’da yer almalıdır.
Yeni Anayasa’da Merkez Bankasının bağımsızlığı temin edilmeli, ancak Bankanın asli görevinin ekonomik büyüme ve fiyat istikrarını göz önünde bulundurarak para politikalarını belirlemek olduğuna da mutlaka işaret edilmelidir.
Çifte vergilendirmenin önüne geçilmelidir.
Son olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının konumuyla ilgili: Bizim görüşümüze göre Diyanet İşleri Başkanlığının 1982 Anayasası’ndaki mevcut hâli yeni Anayasa’da da korunmalıdır. Fakat Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde, İslam dininin bütün mezhep ve meşreplerinin temsiline imkân verilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ayrışmanın değil, birlik ve beraberliğin çatısı olmalıdır.
Genel olarak görüşlerimiz böyle. Yarım saatte, biraz da gecikmemizi de kullanarak… Böylece soru cevaplar için zaman kalmış oldu.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyorum.
Efendim, yürütme bölümünde, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, yetkileri daraltılmalı değerlendirmesi yapılıyor. Orada Cumhurbaşkanının yasal, anayasal denetimi konusunu ayrıca bir değerlendirdiniz mi? Onu ifade etmek istiyorum.
Bir de yine eğitime ilişkin hükümler bölümünde, ben mi öyle anladım, onu biraz açar mısınız? Sanki bir anlam düşüklüğü var gibi geliyor. “Zorunlu olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri dışında…” Yani, din derslerini zorunlu hâle mi getirmek istiyoruz, onu mu kastediyorsunuz? “Din eğitimi ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin kanuni temsilcilerinin…” Bunu tekrar değerlendirir misiniz bir yanlış anlamaya yol açmamak için?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Önce ikinci sorunuzda başlamam gerekirse, din kültürü ve ahlak dersi dışındaki din eğitimi ve öğretiminden kastımız şu: Şu anda Anayasa’ya göre din eğitimi zorunlu, din kültürü ve ahlak bilgisi. Biz bunun dışında da eğer isteyen aileler olursa bunun daha yaygın olarak müfredatlarda yer alması gerektiğini, isteğe bağlı, kendi isteğine ve küçüklerinde…
ATİLLA KART (Konya) – Yani, zorunlu din eğitiminin devam etmesi mi, kaldırılması mı?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Din eğitiminin değil, din kültürü ve ahlak bilgisi.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT –Din kültürü ve ahlak eğitimi.
ATİLLA KART (Konya ) – Tamam.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Bunun devamı, din kültürü ve ahlak dersinin ama bunun yeterli olmayabileceği bazı aileler tarafından, bazı kesimler tarafından düşünülüyor. İşte Türkiye’deki imam-hatip tartışmalarını hepimiz biliyoruz. Daha muhafazakâr, dindar aileler daha çok dinî eğitim istedikleri için imam-hatip okullarını istiyorlar. Bu da öyle bir noktaya geldi ki bir dönem sonra, Türkiye’yi krize sokacak bir şeye geldi; işte katsayı meselesi hâlâ mahkemelik. Bunun aslında temel nedeni, bir kısım ailelerin çocuklarına din eğitiminin daha ileri düzeyde, sadece bu ahlak bilgisi dersleriyle yeterli olmadığını düşündükleri için daha yaygın… Yoksa bütün liselerde din eğitimi var. Biz burada kişilere şey olarak…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Seçmeli olarak mı?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Seçme özgürlüğü, tabii öğrencilere seçme özgürlüğü vermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Diyelim şu andaki din dersi bildiğim kadarıyla haftada bir saat…
ATİLLA KART (Konya) – Şöyle ifade edebilir miyim? Efendim, din dersi ihtiyari, din kültürü zorunlu. Onu kastediyorsunuz değil mi?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Doğru, evet.
Cumhurbaşkanının yasal, anayasal denetimiyle ilgili yasaları onaylaması konusunu mu sordunuz?
ATİLLA KART (Konya) – Yani şimdi tabii 82 Anayasası’nın bu konudaki temel eleştirisi şu: Cumhurbaşkanının yetkileri var ama Cumhurbaşkanının sorumluluğu yok. Şimdi ne yapıyoruz? Halk oyuyla geliyor, yetkileri yine var ama yine sorumluluğu yok. Yani bunun bir yorum ve eleştirisini sizden almak istiyoruz.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – İşte, biz bununla ilgili “parlamenter sisteme uyumlu yetki”den kastımız budur. Yani, yetki ile sorumluluğun paralelliği, parlamenter sistem bunu gerektiriyor zaten. Onu mündemiç, o manada diye düşündük.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. BÜLENT KENT – Şimdi, ben de bir şey söylemek istiyorum. Bizim 82 Anayasa’mızda Cumhurbaşkanına çok fazla yetki verilmiş. Normalde örneğin bir Alman parlamenter sistemini incelediğimizde Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere bu kadar yer verilmemiş. Bakanın imzasıyla gider ve sorumlu da bakan olur. Bizim isteğimiz bu, yani Cumhurbaşkanı bir bakıma noter vazifesi görecek konuma…
ATİLLA KART (Konya) – Yani temsilî bir…
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. BÜLENT KENT – Temsilî, evet.
ATİLLA KART (Konya) – İşte, tabii şu düzenlemeyle onu tabii dikkatinize sunmak istiyorum. Halk oyuyla geliyor, yetkileri çok geniş ama hiçbir sorumluluğu yok; şu andaki yapı bu.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. BÜLENT KENT – Evet, şu anda öyle.
ATİLLA KART (Konya) – Yani, bunu özellikle dikkat ve takdirinize sunmak istedim.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. BÜLENT KENT – Tabii ki, biz buna katılıyoruz.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Biz bunu tartıştık.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. BÜLENT KENT – Zaten o nedenle burada Cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini… Bir bakıma tek başına yaptığı işlemler kaldırılabilinir. Hakikaten bu konuda bir sorumluluğu yok Cumhurbaşkanının.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Birinci sorum, din kültürü ve ahlak dersleri zorunlu, din dersi seçmeli, isteğe bağlı dediniz: Seçmeli din dersinde Alevi yurttaşlarımız veya Şii yurttaşlarımız veya Hıristiyan yurttaşlarımız da kendi din derslerini alabilecekler mi?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Elbette, hiç tartışmasız. Yalnız müsaade buyurursanız, bizim yorumumuz o Diyanet İşleri Başkanlığı maddesiyle ilgili, biz Aleviliği İslam içinde değerlendiriyoruz, yani ayrı bir din olarak değil, bir meşrep, mezhepten ziyade bir meşrep olarak değerlendirdiğimizi arz edeyim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ama, bunu da Alevilere bırakmak lazım. Kendilerini din içi görüyorsa din içi, görmüyorsa din dışı. Bu da onun sorunu yani, nasıl biliyorsa öyle yapsın. Veya Hıristiyanlık, şimdi nedir? Bir teoloji tartışması… Müslümanlara göre muharref bir dindir, yani bozulmuş bir dindir ama ona göre asli bir dindir; onun bileceği bir şey.
İkinci soru: Bu eğitimle ilgili kısımda: “İsteğe bağlı olarak eğitimin bir kısmının yerel dillerde yapılmasının önü açılmalıdır.” Bu “bir kısım” dan kasıt nedir?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Şimdi, şu anda Türkiye’de yabancı dilde tabir ettiğimiz eğitim müesseseleri var, tamamen bunu kastediyoruz, bunun gibi.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani fen dersleri İngilizce, mesela şu an yabancı dille…
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Yok, yok. Yani büyük kısmı İngilizce olan kurumlar var. Bu şekilde, diyelim Kürtçe -açık söylememizde yarar var- üniversite kurmak istiyor bir vakıf üniversitesi, kurabilir, alıcısı varsa kursun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Ama bizim ana şeyimiz Türkçedir, Anayasa’daki resmî dil, devlet dili. Bunu tarihçilerle tartıştık. Osmanlıda bu sistem yaygın, Arapça mesela eğitim dili olarak daha çok Arapça eğitimde, ilim dili diyelim ama devlet dili, resmî dil Türkçe.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Peki, devlet okullarındaki eğitimi nasıl düşünüyorsunuz?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Aynı, orada da aynı şey; şu anda devlet okullarında da İngilizce var biliyorsunuz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Tamam.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Burada bir muğlaklığa sebebiyet veriyor: “Ancak isteğe bağlı olarak eğitimin bir kısmı…” Şu da anlaşılabilir: Efendim, falan falan dersler Türkçe de filan, Türkçenin yerine Kürtçe konulabilir falan. Böyle bir anlayışa götürdüğü için ben de aynı şeyi soracaktım, yani “Ancak isteğe bağlı olarak eğitimin bir kısmının” dediğiniz vakit bu anlaşılır.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Cümlede bir düşüklük var.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Nasıl anlaşılır? Şeyimiz şu: Bütün öğrenciler Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Türkçeyi mutlaka öğrenmeli ama ekstra bazı dersleri, bazı alanlarda Kürtçe almak istiyorsa alabilir.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – İşte şimdi doğru oldu, oraya geldi.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Tabii, talep olması hâlinde. Bu konuda hiçbir…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Şu dersi alır, bu dersi alamaz ayrımı var mı?
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Şimdi şöyle: Bugün İngilizce okutulan bütün okullarda Türkçe dersi var, öğretiliyor. Şeyimiz budur yani, Türkçe mutlaka öğretilmeli. Yani temel eğitimde mesela Türkçe mutlaka zaten öğretiliyor.
ATİLLA KART (Konya) – Seçmeli bir ikinci eğitim dili olabilir.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Evet, yani biz Kürtçeyi en az İngilizce kadar gözetmemiz gerektiğini düşünüyoruz şey olarak, hak olarak; alıcısı var İngilizcenin, herkes öğreniyor ama alıcısı yoksa…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Burada kavram üzerinde duruyoruz. Yani, hak hukuk, o ayrı bir şey.
ANKARA DÜŞÜNCE VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETİM KURULU BAŞKANI PROF. DR. MEHMET BULUT – Onu siz formüle edeceksiniz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – İşte biz şimdi yani diyelim ki bu cümle geldi, biz bu cümlenin üzerinde duracağız. İzah ettiğiniz ayrı, yazdığınız ayrı sonuca götürüyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yazı biraz muğlak, ama işte beyefendi açtı onu.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, onun için soruyu yönelttik.
Başka sorumuz var mı?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim yok.
ATİLLA KART (Konya) – Yok.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.