3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə37/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   72

  • Farklılıklar bütünü tamamladığı oranda anlam kazanır. Bir ülkede hâkim kültür ve millî kimliği reddederek farklılıkların bütünü zenginleştireceğinden bahsedemeyiz. Kimlik ve etnisite üzerinde duran dünya çapında ünlü sosyologların ortak görüşleri de bu noktada toplanmaktadır. Millî kimlik bir ülkede mevcut etnisiteleri de kapsar. Etnisiteler ile milliyet çelişmez ve rakip değillerdir. Türk kimliği Türkiye'de etnisite kapsamında değil ki etnik çağrışım yapabilsin. Farklılıkları kutsallaştırarak, vatandaşlığı ve devletin varlığını reddederek, etnik ırkçılığa varan sapmaları teşvik ederek, hatta silah bırakmamış bir terör örgütü ile müzakereye girişerek, insanları birbirine ötekileştirerek ve anlaşılmayan birtakım açılımlarla yürüyen bir süreçte demokratik bir anayasa yapmanın çok zor olduğu düşüncesindeyiz. Böyle bir yol sosyal bütünleşme ile de çelişir. Hiçbir ciddi devlette çözülme ve etnik bölünme demokratikleşme ve özgürleştirme olarak kabul edilemez. Bunun hiçbir ciddi devlette yaşanmış bir örneği de yoktur.

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin "demokratikleşme ve özgürleşme" adı altında tarihinde görülmemiş örtülü bir ihanetle karşı karşıya olduğu düşüncesindeyiz. Kendisine dış güçlerin uygun bulduğu bir elbise giydirilmek istenmektedir. Buna "Yeni Türkiye" denmektedir. Türkiye'nin Türkiye olmaktan çıkarılıp makas değiştirilerek tanınmaz hâle getirilmesinde anayasa bir araç olarak kullanılmaktadır. Anayasada ve yasalarda ülkenin ihtiyaçları ve yapılması gereken gerekli değiştirmelerin değil, dıştan kumandalı bir dönüştürme planının uygulandığı endişesindeyiz. Şu hâlde konuya bütüncü ve geniş bir ufuktan bakılmalı, sorunu sadece hukuk tekniği ve madde değişiklikleri olarak görmemeliyiz.

  • Terör konusunda ülkemizin özel şartlarının diğer birçok ülkeden farklı olduğunu biliyoruz. Devletin egemenlik haklarını, toprak bütünlüğünü, millî varlığını hedef alan bölücü ve ırkçı terörün vatandaşlarımızın en önemli insan hakkı olan yaşama hakkına yönelen tehdit ve saldırılarının hızını arttırdığı bir ortamda anayasa çalışmalarının yapıldığını göz ardı edemeyiz.

  • Anayasa düzenlemelerinde fert mi devlet mi kısır tercihleri aşılmalıdır. Devletsiz ve milletsiz fert de, fertsiz devlet ve millet de birer ütopyadır.

  • Anayasa değişikliklerinde millî güvenlik ve hürriyetler arasındaki anlamlı denge korunmalıdır. Millî hukuk dışlanarak sadece evrensel hukukun ele alınması, sosyal yapımızın ve ülke gerçeklerinin hesaba katılmaması uygulamada boşluklar ve çelişkiler doğurabilir.

  • Anayasa’nın 6’ncı maddesi ile 90’ıncı maddesi arasındaki çelişik durum düzeltilmelidir. Anayasa’nın 10’uncu maddesindeki eşitlik prensibi bozulmamalıdır. Kaldı ki Avrupa hukuku kapsamı içinde düşünebileceğimiz AGİT’den Paris Şartı’na kadar, Birleşmiş Milletler belgelerinden diğer hepsine kadar eşitlik prensibi yani ferdî hak ve hürriyetler esas alınmakta, kolektif hak ve grup hakları dışlanmaktadır. Türkiye dünyaya karşı farklı bir model ortaya koymakla yükümlü değildir, dünya ne yapıyorsa Türkiye de bunları değerlendirmek zorundadır.

  • 1982 Anayasası’nın 41’inci maddesinde yer alan “Aile Türk toplumunun temelidir.” ifadesi aynen korunmalı, milletimizin kimliğiyle uğraşılmamalıdır. Manevi ve ahlâki değerleri yıpratıcı ve bozucu aşırı liberal düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Gelişmiş batı toplumlarının da artık şikâyetçi oldukları sapmalar, insanımıza “ideal” ve “özgürlük” diye takdim edilmemelidir.

  • Bir ülkenin millî birlik ve bütünlüğünün tartışmaya açılmaması insan hakları konusunda bir eksiklik değildir. Hiçbir ciddi ve demokratik ülkenin buna izin vermemesi o devletin meşruiyetini zayıflattığı şeklinde de yorumlanamaz. Nitekim milletlerarası birçok sözleşmede millî devletin toprak bütünlüğünün korunması esas alınmakta, etnik, dinî, ırki esaslara ve düşmanlık duygularına göre örgütlenmeye sınırlar konmaktadır. Bizdeki eğilimin aksine, teröre ve etnik ırkçılığa özgürlük tanınmamaktadır. Türk, tarihinde ırkçılık yapmadı, Türkiye'de de Türk'e karşı da ırkçılık yapılmamalıdır.

  • Anayasanın başlangıcında, ferdi ihmal etmeyen, toplumu da dışlamayan bir anlayış çerçevesinde insan haklarına dayanan devlet anlayışı benimsenmelidir. Temel hak ve hürriyetlerin anayasadaki düzenlemelerle sınırlı olmadığı vurgulanmalıdır.

  • Anayasada temel hak ve hürriyetler konusunda ödev boyutunun yer almaması gerekir. Çünkü 1982 Anayasası’nda ödeve bağlı bir hak anlayışı mevcuttur. Kişinin ailesine ve topluma karşı ödevleri tabii ki vardır ancak ödevler çerçevesinde gerçekleştirilecek bir hak anlayışı doğal hukuka dayanan temel hak ve hürriyetler anlayışı ile bağdaşmayabilir. Bunun yerine, herkesin hak ve özgürlüklerini kullanırken başkalarının haklarına saygı gösterme yükümlülüğü bulunduğu ifade edilmelidir. Bu anlayış ferdin sosyal nitelikleri ile de örtüşmektedir.

  • Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda anayasada genel sınırlama nedenlerine yer verilmemeli, hak ve hürriyetler sadece ilgili maddede öngörülen özel sebeplerle sınırlandırılabilmelidir. Özel sınırlama nedenleri belirlenirken evrensel düzenlemeler de dikkate alınmalıdır.

  • Anayasada ilke olarak hak ve hürriyetlerin varlığını kural sınırlandırılmasının istisna olduğu ilkesinin benimsenmesi ve insan haklarının anayasada güvenceleriyle birlikte yer alması uygun olabilir. Sınırlamanın, istisnai bir tedbir olarak, sadece zorunlu olması durumunda ve gerektiği ölçüde yapılması gerektiği belirtilebilir.

  • 1982 Anayasası’nda yer alan -ki bu da devamlı konuşulan bir konu, bizim de bu dikkatimizden kaçmadı- gençliğin korunması, sporun geliştirilmesi, sanatın ve sanatçının korunması gibi program hüküm niteliğinde olan düzenlemelerin tekrar anayasaya konması ve taşınması uygun değildir düşüncesindeyiz.

  • Temel hak ve hürriyetler alanında bizzat çok kültürlü batılı ülkelerde yürümeyen, yürütülemeyen, uzun yıllar uygulanmış olan sömürgeci politikaların bir sonucu olarak gündeme getirilmek zorunda kalınan, günümüzde bu ülkeler için millî güvenlik bakımından tehdit oluşturan çok kültürlülüğü çağrıştıran ifadelere, kolektif ve grup haklarına yeni anayasada yer verilmemelidir. Türk milleti ne çok kültürlülük tanımlarına uygun ne de tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluktur. Türkiye Cumhuriyeti bir kavimler ittifakı da değildir. Millî mücadeleyi başarıp cumhuriyeti kuranlar da tesadüfen bir araya gelmediler. Oldukça homojen yapılarda çok kültürlülük uygulamaları güç kaynağı değil, çatışma kaynağı olabilir. Özellikle Profesör Ringer’in “Ethnicity Source of Strange, Source of Conflict” isimli eseri bu konuda bize temel bir rehber olabilir düşüncesindeyiz.

  • Vatandaşlık tanımı ile ilgili 1982 Anayasası’nın 66’ncı maddesindeki ayrımcılığı ve etnik taassubu, sosyolojik tanımıyla etnosentrizmi reddeden, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bütünüyle kucaklayan mevcut düzenlemenin aynen muhafaza edilmesi gerekir çünkü bu madde herhangi bir antropolojik ve sosyolojik tanıma ihtiyaç duyulmadan hukuki bir çerçevede millî kimliği tanımlamaktadır. Bu tanımın ne etniklikle ne de ırkla bir ilgisi yoktur. Mesela sosyolojik bir tanım olmadığına örnek vereyim: Ben kendimi Anayasa’nın 66’ncı maddesinde yazdığı için, o gerekçeye sadece dayandığı için millî kimliğimi tayin etme durumunda olan bir vatandaş değilim. Özellikle bu nokta önem taşımaktadır düşüncesindeyiz.

  • "Türkiyelilik" aynı coğrafyayı, mekânı paylaşmanın ötesinde bir kültürel kimlik olamaz. Anayasal vatandaşlık da ismi konmamış bir çocuk gibidir. Vatandaşlar arasında kültürel ve ırki farklılıkların bulunduğunun anayasada yer alması hiçbir zaman bir eksikliğin giderilmesi değildir. Anayasa yoluyla insanları birbirine ötekileştirerek daha ileri bir demokrasi kurulamaz. Türk sıfatı ve kimliği ne 1923'te cumhuriyetle ne de 1982 Anayasası’yla ortaya çıkmış bir millî kimlik değildir. Genel bir ifadeyle Türk, sadece Türkçe konuşan değil, Türk kültürünü yaşayan ve paylaşandır, Türk milletine mensubiyet duygusunu hissedendir. Buna dinî azınlıklar da dâhildir. Son zamanlarda gündeme sokulan “anayasal vatandaşlık” ve “çok kültürlülük” ve “Türkiyelilik” kavramları

  • "Türkiyelilik" kavramları, millî devlet olarak örgütlenmiş Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerinin kökten değiştirilmesi çabasıdır.

  • Temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması hâlinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması düşünülebilir. Uluslararası sözleşmeler ile ilgili ön denetim sistemi getirilebilir yani bir filtreye ihtiyaç olduğu düşüncesindeyiz kuruluş olarak. Bunu kim yapabilir? Bu denetim Anayasa Mahkemesine –bir fikir olarak- verilebilir.

  • Anayasada kavram anarşisinden uzaklaşma adına, ruhani despotizmi ve İslam’da tefrikayı önleyen laiklik ilkesinden ne anlaşılması gerektiği önemlidir. Laiklik ilkesi, özgürlük boyutu ile ele alınmalı, din ve devlet işlerinin ayrılığının yanı sıra, din hürriyeti boyutu da anayasa ile korunmalıdır. Ayrıca devletin dinler ve inançlar karşısında tarafsızlığı da garanti altına alınmalıdır. Özellikle Orta Doğu’daki gelişmeler, Türkiye'nin bu gibi ülkelere rehber olması, örnek olması bakımından son derece önemlidir.

  • Din eğitimi ile öğretiminin devletin vatandaşa karşı yerine getirmesi gereken bir yükümlülük olduğu unutulmamalıdır.

  • Temel hak ve hürriyetler düzenlenirken birbiriyle çok yakından bağlantılı hak ve hürriyetlerin aynı madde içinde düzenlenmesi uygun olabilir.

  • Eğitim hakkıyla ilgili maddede kılık kıyafetinden dolayı kimsenin yükseköğretim hakkından mahrum bırakılamayacağı açıkça ifade edilmelidir.

  • Anayasaya dâhil edilmek istenen hususlardan birisi de ana dilde eğitim konusudur. Devlet, Türkçeden başka bir dilde eğitim ve öğretim yapamaz. Türkçeden başka bir dil Türk vatandaşlarına ana dil olarak öğretilemez. Türkçe eğitim ve öğretim millî egemenlik kapsamında düşünülmelidir. Herkes mahallî dilini konuşabilir, düşünebilir, öğrenebilir ama bu görev devletin değildir. Ayrıca resmi dilin millî birliği oluşturan en önemli unsur olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden, anayasada ana dilde eğitim konusuna kesinlikle yer verilmemelidir. Osmanlıda da eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Türkiye'de dünya dili olan Türkçe, birleştirici ortak bir paydadır. Aksi bir eğilim, çalışma hayatı dâhil birçok alanda fırsat eşitsizliklerine sebep olabilir. ABD ve İngiltere'de İngilizcenin farklılıkları birleştirici, farklılıklar üstü özelliği vurgulanırken, Türkiye'de Türkçeye farklı bir anlayışla yaklaşmak önemli bir çelişki olarak ortada durmaktadır.

  • Anayasada basın hürriyetinin iletişim özgürlüğü olarak benimsenmesi daha uygun olabilir. Özel hayatın gizliliği korunmalı, bu ve diğer alanlarda bazı yasalarda anayasa düzenlenmesiyle eş zamanlı değişiklikler yapılabilir.

  • Anayasada siyasi partilere üye olma hakkının kapsamı genişletilmelidir. Hâkim ve savcılar, kolluk kuvveti ile silahlı kuvvetler mensupları hariç herkes siyasi partilere üye olabilmelidir.

  • Seçme hakkına getirilen sınırlamaların kapsamı daraltılmalıdır. Er ve erbaşlar ile askerî öğrencilere de oy hakkı tanınabilir.

  • Temel hak ve özgürlüklerin anayasa yargısı yoluyla etkin bir şekilde korunmasını sağlamak amacıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru uygun bir yoldur.

  • 1982 Anayasası’nın 65’inci maddesinde devletin ekonomik ödevlerinin sınırına ilişkin düzenlemenin devlete olumlu edim yüklemeden sendika kurma hakkı ve grev hakkı gibi sosyal hakları kapsamaması gerekir. Ayrıca sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hakkı gibi hakların da bu sınırlamaya tabi olmaması gerekir.

  • Anayasada grev hakkının kamu-özel ayrımı yapmaksızın tüm çalışanlara -hâkim ve savcılar, kolluk kuvveti ile Silahlı Kuvvetler mensupları hariç- örgütlenme hakkı çerçevesinde eşit olarak tanınması uygun olabilir. Ayrıca memurlar bakımından toplu sözleşmenin kapsamı sadece mali konularla sınırlandırılmamalı, diğer özlük haklarının da toplu sözleşme kapsamında değerlendirilebilmesi sağlanmalıdır.

  • Kuvvetler ayrılığı prensibi kesinlikle korunmalı, saha ihlali yapılmamalıdır.

  • Yargıyı siyasallaştıran ve yürütmenin emrine veren, bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmesine sebep olan yasa ve böyle ilgili mevzuat düzeltilmeli, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu ikiye ayrılarak Hâkimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu haline getirilmelidir. Bakan ve müsteşar bu kurulların üyesi olmamalıdır.

  • Diyanet İşleri Başkanlığı devlet-millet kaynaşmasında önemli bir kurum olup siyasi vesayetten kurtarılmalıdır. Bütçe dışı faaliyetleri, gelirleri ve ticari faaliyetleri mutlaka bir yüksek denetim organı tarafından denetlenmelidir.

  • Cumhurbaşkanının yetkileri sınırlandırılmalı, istismar edilmeye müsait başkanlık sistemi yerine parlamenter sistem daha iyi işler hâle sokulmalıdır.

  • Seçimlerde yüzde 10 barajı indirilebilir. Türkiye milletvekilliği veya ülke çevresi milletvekilliği sistemi daha uygun ve adaletli bir temsile yol açabilir.

  • Siyasi partilerin kapatılması zorlaştırılmalı, ancak kapanma gerekçelerini doğuran yetkililerin iki, üç dönem veya sürekli seçimlere katılmamaları sağlanabilir. Partilerin denetimi siyasi baskılardan uzak bir organ tarafından ele alınabilir. Parti kapatma yerine, hazine yardımından süreli mahrumiyet veya süreli olarak seçimlere katılma yasağı düşünülebilir, getirilebilir.

  • Milletvekilliği dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılmalıdır.

  • Partiler Yasası parti içi demokrasiyi sağlayacak ve Türkiye'nin şartlarına uygun bir şekle sokulabilir. Hâkim kontrolü altında ön seçim yapılması zorunlu hâle getirilebilir.

  • Olağanüstü yönetim uygulaması kalmalı fakat olağanüstü yönetim kararlarına karşı yargı yolu da açık olmalıdır.

  • Anayasa’nın 127’nci maddesi kullanılarak bölgesel özerklik sonucunu doğurabilecek madde değişikliklerine gidilmemelidir.

  • Kanun hükmündeki kararnameler Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde olmadığı sürece 3/4 çoğunlukla çıkarılabilmeli, tatilde olması halinde ise normal salt çoğunluk esas alınmalıdır.

  • Devlet yönetiminde süreklilik ve istikrarın sağlanması, kargaşaya yol açılmaması, birlik ve beraberliğin sürdürülebilmesi için devletin kuruluş amacı ve felsefesi daima göz önünde tutulmalıdır. Devletin yönetim anlayışı geleneksel değerlerini kaybetmemeli, vatandaşa müşteri gözüyle bakılmamalı, devletin sosyal fonksiyonları eksiksiz yerine getirilmelidir.

  • Sonuç olarak, anayasa, ülkenin ihtiyaçlarına cevap verebilmeli, ısmarlama ve dış dayatmalı bir nitelik taşımamalıdır. Ülkenin sorunu, küresel etkilerle bazılarında Türk milletine mensubiyet şuurunun zayıflamasıdır. Kendi kendini ötekileştirme ve pozitif ayrımcılık sorunları çözemez. Bölücü ve ırkçı terörü hak elde etmede doğal bir yöntem olarak kabul eden, terörle beslenen, hemen hemen her yerde uzantısı olan bir terör örgütünün tehdidi altında, onun taleplerini karşılayarak ve şiddeti yatıştırmak için anayasa yapmak, herhalde çözüm olmaktan çok uzaktır. Ülkemizde asıl sorun, ne gariptir ki, siyasi iradenin ve kamuoyunun bir kısmının terör ve teröristin haklarını teslim etmek üzerinden sözde bir çözüme zorlanmasıdır. Demokrasi teröre yenik düşürülmemelidir. Millî bağımsızlığı ve egemenliği konusunda hassas olan bir devlet, uluslararası kuruluşların kapsamını belirlediği ve dayattığı ilkeleri “anayasa” diye halkına dayatamaz.

  • Uluslaşma sürecinde kimlik arayan, mensup olduğu devleti, milleti ve vatandaşlığı reddeden, etnik manada temsil kabiliyeti de olmayan bir grubu tanıma adına anayasada yer vermek ve millî kimliği bunun için etniklik seviyesine indirmek toplumsal bir intihardır.

  • Ülkemizin asıl sorunlarının sebebi olarak Anayasa da gösterilemez. Anayasa ve yasaların uygulanmaması, çiğnenmesi, zaman zaman keyfî tutumlar, partizanlık ve kısır kamplaşma örnekleri herhâlde asıl sorunlar arasındadır. Cumhuriyetin bizden sonraki nesillerine, birbirinden rövanş alma peşindeki güç mücadelelerini, ülkenin asıl sorunlarını tartışamayan kısır kamplaşmaları miras olarak bırakamayız. Bu yanlış süreç anayasa tarihimizde maalesef herkesin şikâyetçi olduğu tepki anayasacılığını ortaya çıkarmıştır.

  • Anayasalar dönemlik ve mevsimlik değil, kalıcı belgelerdir. Bu bakımdan, bugüne ve yarınlara ışık tutabilmelidir. Sadece mevcut siyasi ortamın etkisinde kalarak, aşırı liberal fikir akımlarının güdümüne girerek Anayasa yapılamayacağı düşüncesindeyiz.

  • Yeni anayasa hazırlama çalışmalarının bu gerçekler ve ilkeler ışığında yürütülerek, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, varoluş gerekçeleri ve temel nitelikleri korunarak sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde, dış güçlerin tuzağına düşerek millî varlığımıza büyük zarar vermiş oluruz. Bundan da herkes zararlı çıkar. Hiçbir ciddi devletin kabul edemeyeceği ve tartıştırmayacağı hususlar Türkiye Cumhuriyeti için de geçerli olmalıdır.

  • Saygılar sunuyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim, teşekkür ediyoruz. Görüşlerinizi çok net olarak, açık olarak ifade ettiniz.

  • Siz konuşmak istiyor musunuz Hocam?

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK – Bir kısa katkı da ben yapmak istiyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK – Hep konuşuyoruz devletin kuruluş amacı ve felsefesi. Bunu daha iyi anlayabilmek için 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra olanları çok net anlamamız lazım. 1918’de Osmanlı Devleti yıkıldı. Osmanlı Devleti’nden 17 yeni devlet kuruldu. O zaman mandaydı, tam bağımsız olmasa bile, nihai itibarıyla 17 yeni devlet kuruldu. Bu devletlerin, enteresandır, 15’i Müslüman devlet. Halifelik hâlâ Türklerde ve 17 devlet hem Türkiye’den ayrıldı -bu 15 Müslüman devlet- hem de Halifeden ayrıldı. Bu nokta çok önemli. Başka bir şey daha oldu. Daha konunun anlaşılması için, 1918 Mondros’tan sonra Osmanlının yıkılışı ile 1989’da Sovyetlerin yıkılışı arasında müthiş bir benzerlik var. 89’da da Sovyetler Birliği yıkıldı, 15 yeni devlet kuruldu. Sovyetler Birliğinin Dışişleri Bakanı Edvard Şevardnadze kendisini Gürcü hissetti ve Gürcistan’a gitti. Aliyev Politbüro üyeyisiydi ve Azerbaycan’a geldi. Diğer Kırgız yazar Kırgızistan’a gitti yani hem Sovyet bürokrasisi hem de Kızıl Ordu, herkes soyunun sesini dinleyerek yeni kurulan devletlere gitti. 1918’de de Osmanlıda bu oldu. Osmanlı yıkıldı, 17 yeni devlet kuruldu ve kendisini kim nasıl hissetti ise o devlette yer aldı. Osmanlının Yemen’deki paşası Yemen’in Başbakanı oldu. Ziya Gökalp’ın Arap asistanı Şam Üniversitesine rektör oldu.

  • Ha, burada devletin kuruluş amacı ve felsefesi deyince, 1918’de bu dağılma yaşandı, insanlar bir tercihe zorlandı. Diğer Müslüman ahali “Ben Arnavut’um.” dedi, gitti Arnavutluk’ta devleti kurdu. Öbürü Gürcistan, Müslüman Gürcüler, Acaristan, 1921’de oylama yapılıyor: “Türkiye’ye mi katılalım, Hristiyan Gürcistan’a mı katılalım?” Çıkan oylama neticesi: “Hristiyan Gürcistan’a katılalım.” Hatay’daki oylamayı biliyorsunuz, Türkiye’ye katılma kararı aldı. 1918-1919’da bu şekilde, Osmanlı paşaları dâhil, Osmanlı bürokrasisi ve askerlerinin de beşte 3’ü yeni kurulan devletlerin genelkurmaylarını ve yeni kurulan devletlerin bürokrasilerini oluşturdu.

  • Burayı şunun için anlatıyorum: Geriye Türklerle, kendisini Türk sayanlar dediler ki “Biz Kurtuluş Savaşı vereceğiz ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracağız.” Böyle bir düşüncenin neticesinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Hocam söyledi, kuran kişiler tesadüfen bir araya gelmediler, kendileri Türk olanlarla –etnisite olarak söylüyorum- etnisite olarak Türk olanlarla kendisini Türk sayanlar bu devleti kurdu.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bu sizin şahsi tanımlamanız ama burada yorumlara ve şeylere giriyorsunuz. Benim dedem asla böyle kabul etmedi. Kendini Kürt olarak kabul etti ve Millî Mücadele’ye katıldı. Reddediyorum.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK – Doğrudur. Sizin de bir kısmınız yeni kurulan Suriye’ye, Irak’a ve diğer devletlere gitti.

  • ATİLLA KART (Konya) – Kendi düşüncesini ifade ediyor zaten.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ama düşünceden öte yorumlara giriyor.

  • ATİLLA KART (Konya) – Yorumunu da yapabilir.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yoruma girilmemesi lazım, bizim usulümüz o.

  • ATİLLA KART (Konya) – Biz yoruma girmiyoruz, onlar yapabilir tabii.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK – Ben yorum yapabilirim, beni burada özgürce dinlemek durumundasınız. Çünkü sizin dedenizin diğer komşuları da “Yeni kurulan devlette yer alacağım.” dedi ve oraya gittiler.

  • ATİLLA KART (Konya) – Siz konuşmanızı yapabilirsiniz, biz dinlemek durumundayız efendim.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÇOLAK – O nedenle, bu devleti, kim ne derse dersin, Türklerle kendisini Türk sayanlar kurdu. Zaten 1924 Anayasası’nda da bunun tanımı var. “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran ahaliye Türk Milleti denir.” deniyor. Bu çok önemli bir noktadır. Bunun ifade şekli 6’ncı maddede egemenliğin paylaşımındadır yani esas mücadele egemenliği kiminle paylaşacağız? Madem biz bu devleti kurduk, Türkler ile kendisini Türk sayanlar bu devleti kurduk, bunu bir başkasıyla paylaşmak için bir neden de yoktur. Ha, bunun dünyadaki usulleri bellidir, paylaşma için zorlamalar da bellidir. Onlar konumuz dışındadır, ayrı bir şey olarak…

  • BAŞKAN – Hocam, teşekkür ediyoruz. Sizden sonra bir grup daha var.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ben bir şey hatırlatayım çünkü hem tarihçi hem sosyolog iki kıymetli bilim adamı.

  • Tabii ki siz kendi düşüncelerinizi ifade ediyorsunuz ve siz diyorsunuz ki “Biz, böyle düşünüyoruz.” Buna saygı duyuyoruz.

  • Bakın, biraz önce Patrik geldi, onlar da bir anayasa, daha doğrusu nasıl bir anayasa diye düşüncelerini ifade ettiler. Enteresan yani sahanız olduğu için dikkatinize sunuyorum. Vatandaşlığı tarif ediyor: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türk’tür. Türklük, bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.” Yani bunlar Rum vatandaşlarımız. Anayasa’ya vatandaşlık tanımının böyle girmesini istiyorlar. Sadece dikkatinize sunmak istedim.

  • ATİLLA KART (Konya) – Sizin var mı söz talebiniz?

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de söz alacağım Başkanım.

  • ATİLLA KART (Konya) – Tabii tabii.

  • Buyurun.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) - Aydınlar Ocağı gibi ülkemizin köklü sivil toplum örgütlerinden birinin başkan seviyesinde, başkan yardımcıları seviyesinde Meclisimize kadar gelerek böyle bir konuda bizi bilgilendirdiniz. Dolayısıyla sizlere teşekkür ediyorum.

  • Tabii, Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak bizler, ülkemizde var olan siyasi partiler, anayasal kuruluşlar, meslek odaları ve tüm sivil toplum örgütlerinin bu anayasa yapım sürecinde düşüncelerini almak durumundayız. Farklı düşünceler, farklı yaklaşımlar olacaktır. Bunları da sabırla, anlayışla, hoşgörüyle karşılamak durumundayız. 74 milyonluk bir ülkede farklı değerlendirmeler mutlaka olacaktır. Ancak Hocam, girişinizde komisyonumuzun bir uluslararası dayatma sonucunda böyle bir çalışma yaptığı izlenimini verecek bir iki cümle gördüm.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA E. ERKAL - Öyle bir şey söylemedim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) - Şöyle: “Arka planı bize uymayan yeni bir elbiseyi giydirmek ve Türkiye'yi küresel gücün istekleri doğrultusunda dönüştürmektir.” Yani sanki bu anayasayı da biz bu küresel istekler doğrultusunda dönüştürmek için hazırlıyormuşuz gibi bir izlenim verebilir. Belki sizin niyetiniz öyle olmayabilir. Parlamentoda grubu bulunan dört siyasi parti olarak biz, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu ve var olan sorunlarımızı yine Türkiye’nin menfaatleri doğrultusunda çözmek amacıyla bir araya gelerek bu Uzlaşma Komisyonunu kurduk.

  • Şimdi yaptığımız, demin ifade ettiğim, toplumun her kesiminden bu konuyla ilgili önerilerini almak ve mayıs ayının başından itibaren 12 kişiden oluşan ve Sayın Meclis Başkanımızın Başkanlığındaki komisyon olarak bunların ışığında yeni bir anayasayı yapmaya, yazmaya başlayacağız. Tabii ki bütün bu önerileri orada değerlendireceğiz. Şimdi, biz, burada işte siz doğru söylediniz, yanlış söylediniz, katılıyoruz, katılmıyoruz diye herhangi bir değerlendirme yapmıyoruz. Bütün bunları biz orada kendi aramızda tartışacağız ama hemen şunu belirtmek istiyorum ki bu Komisyonda görev alan tüm milletvekili arkadaşlarımız, dört siyasi partiye mensup kişiler olarak, çok iyi niyetlerle, milletimizin kabul edebileceği geniş bir mutabakat zeminini yakalayarak bir anayasayı ortaya koyabilmektir.

  • Daha önceki anayasalar, biliyorsunuz, hep olağanüstü şartların ürünüdür yani bir ihtilalden sonra hazırlanmıştır. Bir anayasa yazılmış ve denmiştir ki halka “Biz bir anayasa yaptık arkadaşlar, ne diyorsunuz?” Şimdi ne deniyor, fark ne? Şimdi “Bir anayasa yapacağız ey millet, ne diyorsunuz, düşünceniz nedir?” Fark budur. Bizim yaptığımız da bundan ibarettir.

  • Çok teşekkür ederim efendim.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA E. ERKAL – Biz teşekkür ederiz.

  • ATİLLA KART (Konya) – Buyurun Altan Bey.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de Sayın Mehmet Ali Şahin’in yaptığı hatırlatmayı yaparak başlayacaktım ama kendileri bunu yaptığı için onu tekrarlama ihtiyacını duymuyorum.

  • Benim burada sormak istediğim bir soru var, 4’üncü sayfada: “Millî hukuk dışlanarak sadece evrensel hukukun ele alınması, sosyal yapımızın ve ülke gerçeklerinin hesaba katılmaması, uygulamada boşluklar ve çelişkiler doğurabilir.” Hukuk literatüründe evrensel hukukun dışında millî hukuktan ne anlıyorsunuz, millî hukuk ne demek?

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA E. ERKAL – Şimdi, evrensel hukuk, genel bir çerçevedir. Millî hukuk, uygulandığı millî devlette evrensel hukukla millî sosyal yapı şartlarının birbiriyle telif edecek şekilde kaynaştırılarak ihtiyaçlara uygun hâle getirilmesi sürecidir. O bakımdan, millî hukuk-evrensel hukuk ayrımına biz bu çalışmada yer verdik ve bunu da böyle ifade ettik. Mesela ne gibi? Örnek vereyim: Benim Hocam Ordinaryüs Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 1934 Soyadı Yasası’nı çıkarırken İstanbul Hukuk Fakültesinde 4 bini kişi –küsuru da var ama önemli değil- üzerine bir araştırma yapıyor, sene 50 ve 52. Bu yeni Soyadı Yasası’nın çok aceleye getirildiğini ve millî yani millî hukuk olarak düşünülmek yerine… O da belki yanlış değil yani şu doğrudur, bu yanlıştır diye bir şey söylemek mümkün değil ama Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun olarak kitap 1956’da yayınlanmıştır. Orada vardığı sonuç şudur: Bu şekildeki bir acelecilik ileride Türkiye’de kimlik krizi çıkarabilir hükmüne varıyor. Sene 52’dir. Burada, millî hukukta daha çok örnekleri var. Mesela medeni hukukta da aynı şey, ceza hukukunda da aynı şey yani siz ceza hukukunu İspanya çok başarılı yaptı diye alıp, tercüme edip, Türkiye’ye getirip uyguladığınız zaman sosyal yapıyla, dokuyla uygulanış arasında bazı farklar doğduğu zaman sürekli yasa değişikliği, sürekli anayasa değişikliğiyle uğraşan bir toplum manzarasını ortaya koyarsınız.

  • Benim, Altan Bey, yani söylemek istediğim bu.

  • Bir cümleyle, Sayın Başkan, müsaade ederseniz şey yapalım. Efendim, biz burada bir endişemizi ifade ettik. Bu endişeyi burada ifade ederek ortaya koyduk. Bu endişemiz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesinin bu türlü endişelerin üstünden geleceğine ve burada bulunan, grubu olan dört partimizin de ülke çıkarlarından yana bir karar almasını beklediğimizi ve bunu ümit ettiğimizi özellikle ifade etmeyi de bir görev biliyoruz.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim, teşekkür ediyoruz.

  • Şundan tabii emin olunması gerekir: Hiçbir siyasi parti ayrımı yapmadan söylüyorum, ülke çıkarları konusunda ve toplumsal barışımız konusunda gerekli duyarlılığa, hassasiyete ve sorumluluk anlayışına sahibiz. Bundan emin olunmasını istiyorum.

  • Ben, katkılarınız ve çalışmalarınız için teşekkür ediyorum, sağ olun efendim.

  • AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA E. ERKAL – Biz teşekkür ediyoruz, sağ olun.



  • ATİLLA KART (Konya) – Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 3 No.lu Alt Komisyon üyesi mensupları olarak Adalet ve Kalkınma Partisinden Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin, Cumhuriyet Halk Partisini temsilen ben Konya Milletvekili Atilla Kart, Milliyetçi Hareket Partisini temsilen Erzurum Milletvekili Sayın Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partisini temsilen Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan olarak sizlerle bugün bir görüşme içinde olacağız.

  • Ayrıca yine Anayasa Uzlaşma Komisyonumuzun 1 No.lu Alt Komisyon üyesi Sayın Rıza Türmen de görüşmemizde bulunacak.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) - Ben de 1 no.lu komisyon üyesiyim ama Sayın İyimaya raporlu olduğu için onun yerine geldim. Yarın başlıyor görevine.

  • ATİLLA KART (Konya) - Siz Sayın İyimaya'nın rahatsızlığı sebebiyle... Hepinize tekrar hoş geldiniz diyoruz.

  • Efendim, burada tabii sizlerin çalışmalarını gerçekten önemsiyoruz. Bu konularda ciddi çalışmalar yapan bir platform olduğunuzu biliyoruz. Bu çalışmalarınızdan mutlaka yararlanacağız. Bu çerçevede de görüşme yöntemimizi kısaca size ifade etmek istiyorum.

  • Bizler dinleyici konumundayız. Bizler bir karşı tez ileri sürmek durumunda değiliz. Bu anlayış içinde olacağız. Sizler, kırk dakikalık bir görüşme süremiz var, bir kişi olarak da çullanabilirsiniz, paylaşabilirsiniz, o sizin takdirinizdir. Son beş on dakika da soru-cevap şeklinde, bir zaman boşluğumuz olursa yararlı olur.

  • Teşekkür ediyorum.

  • Buyurun.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN -3iz burada İstanbul Politikalar Merkezi ve National Democratic Institute -Dilek Hanım burada-beraberliğinde yapmış olduğumuz, Türkiye'de denge denetim sistemleriyle ilgili, daha doğrusu Türkiye'de yargı alanında, Parlamento alanında siyasi partiler ve seçim sistemi alanında kurumsal reform önerileri araştırmamızın sonuçlarını sizlerle paylaşmak istedik.

  • Ben Sabancı Üniversitesinde öğretim üyesiyim, aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi Direktörüyüm. Bu araştırmayı Dilek Hanımla birlikte yaptık. Araştırma için de yargı alanının koordinatörlüğünü, hepiniz biliyorsunuz, Ankara Üniversitesinden Sayın Profesör Mithat Sancar yaptı Parlamento alanındaki koordinatörlüğü Sabancı Üniversitesinden Profesör Doktor Ersin Kalaycıoğlu yaptı siyasi partiler ve seçim sistemiyle ilgili koordinatörlüğü de Uludağ Üniversitesinden Sayın Prof. Ali Yaşar Sarıbay yaptı.

  • Biz bu araştırmamızın ilk başında da, parti liderlerini, Sayın Çiçek'i, Adalet Bakanımızı, Anayasa, Sayıştay, Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumların da başkanlarını görmüştük. Şu amacımız vardı: Türkiye'nin hakikaten, hepimizin bildiği gibi, sizlerin de Çalıştığı gibi, yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Tabii bununla ilgili çalışmalar sürüyor ama bunun yanında da, hepimizin bildiği gibi, Türkiye'nin bir de demokrasi alanında da sorunları var. Bundan evvel yapmış olduğumuz yine İstanbul Politikalar Merkezi ve NDI'la birlikte "Türkiye'deki Demokrasi Algısı" çalışmasında, aynı zamanda "Özgürlükler Evi" denilen Freedom Hous'un yapmış olduğu demokrasi çalışmalarında, aynı zamanda Ekonomist Dergisi'nin yapmış olduğu demokrasi çalışmalarının hepsinde Türkiye'nin demokrasisi biraz hafif kusurlu, melez, örneğin sıralamalarda 7 üzerinden 3 küsur not olan yahut -burada notumu da almıştım- 2011 Ekonomistle 165 ülke arasından 88'inci çıkan, yani esasında Türkiye iki tane süreci, iki tane amacı beraberinde götürüyor. Bunlardan bir tanesi yeni, demokratik bir anayasa yapmak ki Türkiye'yi geleceğe taşıyan bir metnimiz, bir sözleşmemiz olsun ama aynı zamanda Türkiye'deki demokratik yapıyı daha ileri götürmek, demokrasiyi derinleştirmek, demokrasiyi bugün kullandığımız tabir içinde ileri demokrasi aşamasına taşımak.

  • Şimdi, bu ikisinin birlikte götürülmesinde bizim inancımız kurumsal reformun, demokratik reformun gerekli olduğu üzerineydi ve bu demokratik, kurumsal reformda da üç tane çok önemli alan yargı alanı, Parlamento alanı, siyasi partiler ve siyasal seçim sistemi alanı. O yüzden bu araştırmada bu üç alandaki kurumsal reform çalışmaları üzerinde durduk, alışmamız yönteminde Rıza Bey'le de birlikteydik. Şöyle bir yöntem izledik: Hepimiz sasında birbirimizi tanıyoruz, bu konularda çalışan insanlarız ama biz esas karar ericilerden, akil insanlardan, sivil toplum önderlerinden yahut da temsilcilerinden bu alanlarda önerilerini istedik. Bu yüzden de yaklaşık 120 kişiyle derin mülakatlar, çalıştaylar ve odak grupları temelinde görüştük. Siyasi parti liderlerimize gittik, onlardan bize bu üç alanda birer tane temsilci göndermesini istedik. Örneğin Rıza Bey CHP'nin temsilciydi yargı alanında, Süheyl Bey CHP'nin Meclis alanında temsilcisiydi; Meral Hanım, Sayın Hasip Kaplan ve Büşra Hanım BDP'den geldiler; AK PARTİ'den Mustafa Şentop geldi, Ayhan Üstün Bey geldi, Mehmet Doğan Kubat Bey geldiler; MHP'den de Faruk Bal geldi, Emin Haluk Ayhan geldi ve Mehmet Şandır Bey geldi. Bu şekilde hem Büyük Millet edişinde olan partilerden 3'er temsilci aldık ama ondan sonra bu Meclis dışındaki partilerin temsilcileriyle, sendika temsilcileriyle de mülakatlar yaptık. Aynı şekilde, kurumlardan da, Anayasa Mahkemesinden, HSYK'dan, Sayıştaydan, Parlamentodan, o kurumlardan da temsilciler geldi. Yani karar vericileri biz, siyasi parti temsilcileri, sivil toplum temsilcileri ve devlet kurumları temsilcileri olarak düşündük. Ayrı bir toplantıyı "aklıselim insanlar" dediğimiz tu konularda tecrübeli insanlarla yaptığımız çalıştaylarla sağladık ve odak grubu çalışmalarımız oldu. Sonunda biz, bu 120 kişiyle yapmış olduğumuz derin mülakatlardan Sizin elinizde bulunan kitapçığı, yüze yakın çözüm önerisini ilk önce birlikte düşünme, sonra kümeleme temelinde yaptık. Elinizde esasında bu toplantılara katılan bu 100 kişinin ortaya koymuş olduğu çözüm önerileri var ve ilginç bir şekilde tabii Millet Meclisindeki Anayasa Komisyonu çalışmalarına paralel olarak yahut da onu bir örnek teşkil edecek şekilde bizde yüzde 90'a yakın, yüzde 85'e yakın bir oydaşma çıktı. Elinizde hem oydaşılan öneriler var hem de her alanın en sonuna oydaşılmayan, uzlaşılmayan önerileri de koyduk. Bence güzel bir çalışma çıktı. Elinizdeki bunun bir özet hâli. Son sayfaya bakarsanız orada bir disk vardır. Diskte de esasında sizin ilginizi çekerse okumanız için 170 sayfalık büyük çalışmanın raporu var. Zaten yakın bir zamanda çalışmamız bir kitap olarak da çıkacaktır.

  • Bu çalışmada evet, yeni bir anayasa süreci var, demokrasinin ileriye gitmesi lazım, bir grup arkadaşımız, ben de dahil olmak üzere, bir zihniyet değişikliğine gerek olduğunu düşünüyor. Ama yine bir grup arkadaşımız, yine ben de dahil olmak üzere, bu zihniyet değişikliğinin kurumsal değişim olmadan olamayacağını da savunuyor. O yüzden, hakikaten bu alanlarda kurumsal önerileri getirmek ve bu alanlarda kurumsal reformu yapmak bence yeni anayasanın ortaya çıkmasından daha çok, yeni anayasanın hem yönetim biçimi olarak hem de birlikte yaşama normları olarak içselleştirilmesinde çok katkısı bulunacaktır.

  • Bir de Sayın Çiçek'in hep altını çizmiş olduğu bir nokta var, o da çok doğal, yeni anayasa tartışmalarında. Tabii ki doğal olarak temel referanslar, birlikte yaşama, vatandaşlık oluyor, çok fazla yönetim ve düzenleyici normlar üzerinde tartışmalar olmuyor. Bizim bu çalışmamız bu anlamda bir de öncü teşkil ediyor, çünkü tamamıyla bu birlikte yaşama yahut da toplumsal kontrat normları değil, düzenleyici yönetim normları üzerine olan, yani kurumsal reform üzerine olan bir çalışma.

  • Ben burada keserek, izin verirseniz, bu üç alanda bu süreci götüren Mithat Bey, Ersin Bey ve Ali Yaşar Bey'e kısaca, beşer dakikalık söz verip, kısa bir özet yapmalarını istiyorum. Ondan sonra sizin, Atilla Bey'in de söylediği gibi, kalan vaktinizi soru-cevap şeklinde geçiririz.

  • İnşallah bu çalışma sizlerin çalışmalarına küçük de olsa bir katkıda bulunur. Mithat, istersen seninle başlayalım.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. MİTHAT SANCAR -Teşekkürler.

  • Fuat Bey'in de söylediği gibi, bu bizim önerilerimizi doğrudan içeren bir çalışma değil. Çalışmanın diskine bakılırsa, her birimiz kendi alanına ilişkin teorik bilgileri, çerçeveyi yazdık. Daha sonra bu topladığımız gruplardan çıkan ortak noktaları, kabulleri derleyip bir sistem içine yerleştirdik. Burada yer alan öneriler doğrudan bu büyük grubun, bizim çalışma yaptığımız, Fuat Bey'in de özetlediği grubun üzerinde uzlaştığı konular. Çok büyük yenilikler yok. Göreceksiniz ki aslında kamuoyunun büyük bir kısmının yargı dediğinde aklına ilk gelen sıkıntılar burada da karşımıza çıktı, ilk gelen öneriler burada da karşımıza çıktı; diyelim HSYK'nin yapısıyla ilgili, diyelim hâkimlik teminatıyla ilgili ya da Anayasa Mahkemesine üye seçimiyle ilgili, hâkim ve savcıların mesleğe alınması, sonrasında denetlenmesiyle ilgili sorunlar hep dile getirildi. Çok büyük bir kısmında uzlaşma da sağlandı, sorunların ne olduğu noktasında bir mutabakat var. Öneriler konusunda da çok büyük ayrılıklar yok aslında. Bu şunu gösteriyor: Çok farklı çevrelerden insanlar, Rıza Bey'in katıldığı toplantı belki bugüne kadar yargı alanında, benim epeyce süredir çalışmalarım var biliyorsunuz ama, bu kadar temsili nitelikte bir toplantı hiç yapılmamıştı. İlk defa bu kadar geniş katılımlı, üst düzey temsili nitelikte ve bütün gün süren tartışmalarla yürüttüğümüz bir toplantıydı, tam gün tartıştık. Oradan çıkan sonuçları ben çok önemsedim. Dediğim gibi, sade, ilk akla gelebilecek, bazıları biraz daha ayrıntı gerektiriyor.

  • Bu önerileri sıralamayacağım, sadece şunu söyleyeceğim: 2010 12 Eylül referandumundan sonraki duruma daha fazla dikkat çekmeye çalıştık bu çalışmada, özellikle yargı bölümünde. Çünkü orada kurumsal bir değişiklik yapıldı ama bu değişikliğin bazı sorunları çözmesinin yanında, geniş bir çevre, yeni sorunlar yarattığı fikrini de dile getirdi. Çalışmanın diskinde ve kitabında üç ana kaynakla desteklendiğini göreceksiniz buradaki tartışma özetlerinin. Birincisi, Hammarberg Raporu diye bilinen Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri'nin raporunu; ikincisi, 2010 ve 2011 Avrupa Birliği ilerleme raporlarının yargıyla ilgili cismini; üçüncüsü, Venedik Komisyonunun HSYK'yla ilgili özel olarak gönderip inceleme sapması sonucu hazırlattığı raporu karşılaştırmalı olarak bu çalışmaya ekledik. Dolayısıyla hem bizim yargıyla ilgili toplantılarda ve görüşmelerde yargıyla ilgili ortaya çıkan sorun alanlarını, çözüm önerilerini bu üç ana kaynakla karşılaştırarak bir fikir vermeye çalıştık. Tabii, Komisyona ve sonra yasama Meclisindeki tartışmalara bir malzeme olması amacımızdı.

  • Şuna dikkat çekmek gerekiyor galiba: Yargıyı tartıştığımız her yerde anayasal düzey ile yasa düzeyi arasında veya uygulama düzlemi arasında bir ayrım gözetmek çok zor. Biz Anayasa reformu çerçevesinde yargıyı tartışalım desek bile, dediysek bile gelenlerin hepsi sargıyla ilgili her sorunu konuşmak istediler. Dolayısıyla bizim de hepsini birbirinden ayırmamız çok kolay olmadı, sadece "Anayasa düzeyiyle, düzlemiyle ilgili sorunlar" diye ayrı kir kategori oluşturduk. Diğeri bundan çok kopuk değil, mesela eğitim, mesela adalet akademisi veya hukuk eğitimi meselelerini de ayrıca bir grup olarak belirttik ki yargı meselesinin sadece Anayasa'daki düzenlemelerle sınırlı olarak ele alınamayacağını, bir bütün hâlinde düşünülmesi gerektiğini bir şekilde bir kez daha ortaya koymaktı amacımız.

  • Bir de tabii, yargıyla ilgili sorunun çok kritik bir noktaya doğru ilerlemekte olduğunu Türkiye gün gün yaşıyor. Bu 12 Eylül referandumundan önce de öyleydi, referandumdan sonra da gördük ki bütün o çabalar, bu tartışmalara rağmen çok dipte, derin sorunlarımızı arıyor. Yargıyla ilgili bizim "Gerçek anlamda bir devlet krizidir." diye burada böyle bir sözümüz var, bu üç dört yıldır tekrar ettiğimiz bir şeydir. Yasama krizi farklı bir krizdir, daha kolay çözülebilir. Yürütme krizi daha sade araçlarla veya kaş göz yarılsa bile çözülmesi çok olağanüstü yöntemler gerektirmez ama yargı böyle değil. Yargı alanında yaşanan kriz bütün diğer erkleri temelden etkiler, sistemin köklü krizi demektir. Şimdi bu bakış açısı eğer anayasa yapım sürecinde dikkate alınırsa tarafsız ve bağımsız bir yargının nasıl olması gerektiği ve herkes için ne kadar gerekli olduğu bilinci ile bütün bu öneriler okunursa sanırım herkesin çok canının yanması dolayısıyla daha ortak önerilerin çoğalması ihtimali artar, yani daha fazla mutabakatın olabileceği bir alan olarak karşımıza çıkar.

  • Sanırım Parlamentoda grubu bulanan dört partinin her biri de yargıyla ilgili farklı bir acı tecrübe yaşamıştır. Dolayısıyla, bütün bu acı tecrübelerin, nasıl olur da... "Hiç kimse bundan sonra acı tecrübe yaşamasın." gibi bir bilince dönüşmesi açısından bu çalışmalara ila bütün olarak bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

  • Ben burada bitireyim.

  • Teşekkür ederim.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN - Bir de şunu ekleyebiliriz: Mithat Bey'in söylediği gibi, metodolojide "beklenmeyen sonuçlar" diye bir şey vardır. Bu araştırmanın da beklenmeyen sonuçlarından bir tanesi ama esasında İteklenen bir şey, bu yargı alanı, Parlamento alanı ve siyasi partiler alanında esasında sivil toplumun en fazla olduğu, en fazla tartışmanın olduğu alan olarak bu siyasi partilerin seçim istemini, Parlamentoyu düşünürsünüz. Fakat bizim bu araştırmamızda -üç ayrı odada saptık- yargı odası tıklım tıklım doluydu, çünkü bütün siyasi partiler bununla ilgileniyor. En fazla şu anda sivil toplum yargı alanında var, demokratik yargı, çağdaş yargı diye gidiyor. Ondan sonra artık HSYK, Anayasa Mahkemesi, diğer yerler de direkt olarak temsilcilerini Yolladılar. O yüzden bu yargı alanı bir taraftan hakikaten rekabet hâlinde bir alan, öbür taraftan da...

  • ATİLLA KART (Konya) - Orada hemen bir ilave yapayım tamamlayıcısı olması bakımından. Ankara, Konya, Edirne, dün de Diyarbakır'daydık. Aşağı yukarı her yerde toplumsal olarak beklenti özgürlük, eşitlik falan. Ama onun ötesinde adalet beklentisi. Toplumun, toplum katmanlarının bu anlamda en yüksek beklentisinin odaklaştığı alanın "adalet" kavramı etrafında şekillendiğini görüyorsunuz. Yani o sizin tespitlerinizi bir anlamda doğruluyor.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN -Şimdi, ikinci alana geçelim. O alan da Parlamento alanı.

  • Ersin Bey...

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ERSİN KALAYCIOĞLU - Teşekkür ederim.

  • Ben de metot üzerinde bir daha durmayayım, aynı şeyi yaptık, yalnız biraz hafif bir arkla. Yasama konusunda dünyadaki gelişmeleri de referans alarak tartışmaya gayret ettik bizim grubumuzda. Çünkü yasama kurumu ilginç bir gelişme göstermiş bir kurumdur, sürütmeye karşı kurulmuştur. Monarşi döneminde kurulduğu zaman öncelikle kralın divanı şeklinde kurulmuştur. Sonra bu divan kralla dövüşerek bağımsızlaşmıştır ve kendisini bir denetim mekanizması olarak ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla buradaki işlev, temel itibarıyla öncelikle ortaya çıkan işlev denetim işleviymiş gibi gözüküyor. Aslında vurguda ve özellikle siyaset bilimi ve hukuk fakültesindeki okumalarda "yasama" adı da verildiği için yasa yapma işlevi öndeymiş gibi gözüküyor ama o, o kadar önemli özellik değilmiş, daha önemli özellik, denetim işleviymiş gibi bir şekilde ortaya çıktı.

  • Bir de dünyadaki gelişmelerin gösterdiği bir ağırlık var, zaman zaman bizde de tartışılıyor. Özellikle kamu bürokrasisi ile yasama Meclisinin yasa yapımı süresindeki birbirinin içine geçmiş, sınırları pek belli olmayan, hangisi, nerede duruyor tartışması bizde ele ortaya çıktı.

  • Temel itibarıyla, yine, burada tartışmış olduğumuz konular açısından atıfta bulunayım: Amerika Birleşik Devletleri'nde biraz daha fazla yasama içerisinden yasa yapılabildiğini, yüzde 20 civarında filan, yasaların yüzde 80'inin büyük ölçüde federal hükûmet tarafından getirildiğini ve yasaya dönüştürüldüğünü, dolayısıyla bürokrasinin ağırlık taşıdığı bunların yapılmasında görüldüğünü; İngiltere'de bu oranın yüzde 5'e kadar düştüğünü, büyük ölçüde bürokrasinin üst düzeyindeki, bizim müsteşar karşıtı olarak kullanabileceğimiz permament sekreterlerin bu süreci büyük ölçüde etkileyebildiklerinin görüldüğünü; bizde de aynı şekilde giderek daha teknik hâle gelen yasa içeriklerine hem milletvekillerinin tekil olarak fazla zaman ayıramaması veya ilgili alanlar konusundaki uzmanlıklarının sınırları olması dolayısıyla giderek teknik uzmanlığın kamu bürokrasisine doğru kaydığını ve dolayısıyla kamu bürokrasisinin ağırlığının burada artmakta olduğunu, dolayısıyla bu sürecin Türkiye'ye has bir özellik olmadığını, dünyada da bu şekilde olduğunu ve her bu tür sürecin ortaya çıkarabileceği gibi, yasamanın içeriği konusunda bu süreci ne ölçüde meclisler kendileri kontrol edebiliyorlar argümanının olduğunu görmekteyiz.

  • Dolayısıyla, denetleme ve dengeleme işlevi yani yürütmenin ağırlığının yasama tarafından, yasama süreci içerisinde dengelenebilmesi ve aynı zamanda denetimi, bunun giderek daha büyük ağırlık taşıyacağını, bütün dünyada taşıyacağını, Türkiye'de de taşıması gerektiğini düşünerek ikiye ayırmış olduk konuları. Bu açıdan baktığımızda kritik olarak kurumsal düzenlemelerin nerede yapılması gerektiği üzerinde durduk.

  • İlk üzerinde durabileceğimiz en kritik konulardan bir tanesi parti grupları. 3iliyorsunuz, bizde parti grupları disiplinli çalışıyor. Amerikan örneğinde disiplinli olmaması, belki oradaki içeriden gelen yasama faaliyetlerini artırıyor. Fakat bu parti grupları içerisinde dengeleme ve denetleme yapabilecek olan en kritik parti grubu iktidar parti grubu. Çünkü iktidarı paylaşıyor, bir. Bakanlar doğrudan doğruya onlara karşı, parti grubu içerisinde sorumlular. Bir de ileride bakan olabilecekler de orada oturuyor. Dolayısıyla bu bakımdan hem denge hem denetimi yapabilecek temel kurumlardan bir tanesi bu.

  • Bütün katılımcılar -isim vermeyeceğim tabii- bizim iktidar parti gruplarının gücünün zaman itibarıyla azaldığını, bunu bir şekilde artırmamız gerektiğini düşündüklerini ifade ettiler. Orada tam bir oydaşma var temel itibarıyla. Bu kritik olarak nasıl yapılabilir? Bunu Parlamento içerisinde mi becermek söz konusudur yoksa benden sonraki konuşmacı arkadaşımın ele alacağı parti kurumsallaşması, parti içi partinin gücü, partinin içerisindeki çeşitli tabanda güçlük kökü olan kişilerin temsil edilmesi vesaire gibi başka bir noktada mı düzenlenmesi gerektiği üzerinde uzlaşamadık temel itibarıyla. Ama ondan sonraki gelen parti grupları, muhalefet parti grupları zaten Genel Kurulda kısmen bu işlevi görüyorlar. Onların bir miktar elinin kuvvetlendirilmesi gerektiği, bunun için de diğer parlamentolardan da bazı örnekler getirmek suretiyle, örneğin Genel Kurulda soru önergesi verilmesi sürecinin daha çok, örneğin İngiltere'deki tür bir ortama yaklaştırılması. Dikkat ederseniz İngiltere'de, izlemişsinizdir, BBC yayınlıyor, soru sorulduğu vakit ilgili bakan veya başbakan oradaki sırasından kalkıyor, kürsüye geliyor, beş dakika cevap veriyor, oturuyor, ondan sonra tekrar soruyla devam ediliyor. Bu tip bir yapıya dönüştürülmesi ve anında yanıtlanması bu tür bir şey olursa ve bu da televizyondan verilebilirse bizim Meclisimizin denetim kapasitesinin bir hayli yükseleceği, halkın bilgilenmesinin de artacağı. Birçok şikâyet belirtildi burada, her partiden katılanlardan belirtildi. İşte "Sorular soruluyor, dört yıl bekleniyor, tam seçime gidileceği zaman toptan cevaplandırılıyor. Dolayısıyla bu işlememiş oluyor filan gibi birtakım süreçleri anlamsız hâle getiren uygulamaları yürürlükten kaldırırız." dendi. Dolayısıyla soru sorulur, anında yanıtlanır. Anında yanıtlanamıyorsa da bir süre konulur, mesela bir hafta içerisinde tetkik edilir, cevaplanır. Bir sonraki aşamada soruldu. Hem yazılı hem sözlü sorularda bu tür birtakım özelliklerin konması.

  • Tabii hükümet programlarımıza da girmiş durumda, sık sık tekrar ediliyor, iyi yönetişim. İyi yönetişim ilkelerine göre saydamlık önemli. Olabildiğince saydam olması sürecin. Dolayısıyla saydamlıktan ödün verilmemesi gerektiği vurgulandı çok toplantımızda.

  • Ondan sonraki temel denetim işlevini yapan kurum, komisyonlar. Komisyon toplantılarının bugünkü formatından biraz değiştirilmesi gerektiği, daha fazla yer ayrılması Komisyon toplantılarına sivil toplum kuruluşlarının belli bir piyangoyla çağrılması. İlgili STK'ların yine yönetişim ilkesi uygulanacaksa, yasa çıkmadan önce, yasanın etkileyeceği kişileri ve öncelikle sivil toplum kuruluşlarını sürecin içine dahil etmek Meclisten başlayabilir, komisyonlardan başlayabilir. Bunların hepsini çağırmak düşünülmeyebilir, çok olabilir sayısı, ama bunlardan, tamamen tesadüfi olarak, kura çekilmek suretiyle bir grubun gelip katılması, fikir vermesinin sağlanması, orada görüşmeye katılması ve görüşme sonrasında da milletvekilleriyle, komisyon üyeleriyle görüşmelerinin temin edilmesi ve bu yolla STK'ların başından itibaren sürecin içinde olmasının sağlanması komisyonlarla. Özellikle teknik konularda, mesela hava kirliliği konusunda bir şey yapılacaksa, kimyayla uğraşanların, biyolojiyle uğraşanların, tıpçıların vesaire bu sürecin içine başından itibaren girmesi gerektiği ifade edildi. Bu şekilde bir format.

  • Onun dışında, özellikle kamuya yapılan, kamu bürokrasisine yapılan atamalar, Anayasa Mahkemesine, yüksek mahkemelere yapılan atamalar. Bunların süreçlerinin komisyonlar tarafından soru-yanıt şeklinde bir süreçten geçmesi ve bunun da yine televizyonlar tarafından verilmesi önerildi. Büyük çoğunluk da kabul etti. Bu süreç daha piyade Amerika Birleşik Devletleri'nde uygulanıyor, ona da şahit olmuşsunuzdur. Üst mahkemelere, özellikle yüce mahkemeye, Amerika'daki Supreme Court'a yapılan atamalarda komisyon önünde bu sorgulama söz konusu ve kamuya yansıtılıyor. Dolayısıyla şeffaflık burada temel itibarıyla vurgulanan, halk görsün, bu süreçte bu tartışma yapılsın, ondan sonra komisyon oylasın, diğer komisyonlara yetişsin.

  • Yine bir azınlık görüşü olarak, bu tür komisyonların iktidar-muhalefet şeklinde bölünmemesi, her partiden eşit sayıda, 3'er, 4'er milletvekilinin temsil ettiği bir komisyon olarak bulunması. "Alt tarafı bu teknik bir iş yapacaktır, burada parti politikası veya kamu politikası esas değildir. Atanacak olan kişinin liyakati esastır. Liyakati ortaya çıkartabilecek bir süreç oluşsun, bu liyakat da kamu tarafından paylaşılsın, görülsün. Böyle bir süreçten geçen kişinin de atanmasında tartışma olmaz." dendi. Dolayısıyla, düşünebileceğiniz konulardan bir diğeri temel itibarıyla budur.

  • Bunun yanı sıra, milletvekillerinin özellikle tek başlarına yapabilecekleri faaliyetlerin -yasa teklif etmek gibi yahut denetim işlevleri gibi- yeterince, Batı'yla özellikle karşılaştırdığımız zaman, bürokratik olarak desteklenmediği bizim kurumumuzda düşünülmekte. Bu bürokrasinin geliştirilmesi lazım diye düşünüldü, önerildi. Bunun tabii bir akçeli iş olduğu da söylendi. "Yapılsın" dendi. Sonuç itibarıyla Bizim artık mali bakımdan bunları kaldırabilecek gücümüz var dolayısıyla burada daha yetkin bir bürokrasi kurulmalıdır. Tekil olarak milletvekillerine hizmet verebilmelidir. Onların özellikle denetim ve yasa teklifi konusunda parti grubuna danışmadan, bunu düzgün, doğrudan yapabilecek kaliteye gelebilmesi lazımdır. Bu süreci herhangi bir şekilde parti grubu denetimi içerisinde tutmamamız gerektiği, dolayısıyla daha etkin bir milletvekili katılımı öngörülmesi, ama bugünkü altyapıyla bunun olamayacağı temel itibarıyla vurgulandı.

  • Dolayısıyla benim üzerinde duracağım esas hususlar, denetim işlevlerinin güçlendirilmesi, kamu bürokrasisinden gelen bilgilere dayanarak yasa yapıyoruz, bunun daha iyi denetlenebilmesi için içeride iyi bir bürokrasinin kurulması, bu konuda milletvekillerinin bağımsız bilgi alabilmesi, sadece aynı kamu bürokrasisine sorarak değil, alternatifli olarak bilgi alabilecekleri kendi bürokrasilerinin olabilmesi, onlara bu araştırmaları yapabilmeleri hukuki kısmını yahut mühendislik kısmını yahut tıp kısmını bu sordukları bilgiye göre "Sizin verdiğiniz bu bilgiler yeterli değildir, aydınlatın." diye isteyebilmelerinin mümkün olması gerektiği üzerinde duruldu. Burada temel itibarıyla, bu sürecin içerisindeki eğer hesap verme, hesap sorma süreci olacaksa, böyle bir şeffaf ortamda gerçekleşmesi gerektiği üzerinde duruldu.

  • Ben burada keseyim.

  • Teşekkürler.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN -Teşekkürler.

  • Bir noktayı da aydınlatmaya gerek var. Tabii bu çalışmanın temel amacı yeni anayasa yapma süreci olduğu için, biz sizlerle ve Cemil Bey'le başladık ama parti liderlerini ve Sayın Cumhurbaşkanımızı da göreceğiz, onlara da sunacağız. Çünkü bu araştırma tabii iki türlü sonuç doğuruyor. Bunlardan bir tanesi siyasi partilerin ağırlıklı olarak devlet kurumlarının bu bağlamda kendilerine alabilecekleri ve demokrasiyi düşünmede kullanabilecekleri öneriler. Bir tanesi de yeni anayasaya içersenebilecek öneriler. Çünkü, bu yaptığımız önerilerin hepsi yeni anayasa içerisinde yer almayabilir. Tabii o yüzden de burada önemli olan, sizlerin bu önerilerden hangilerinin siyasi partiler ve Parlamento düzeyinde ve kurumlar düzeyinde önemli olduğu, hangilerinin yeni anayasa sürecine eklemlenebileceği.



  • hangilerinin yeni anayasa sürecine eklemlenebileceği. O yüzden kısaca şimdi biz üçüncü olarak Sayın Ali Yaşar Sarıbay’ı da dinleyelim. Ondan sonra sizin sorularınıza geçelim.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Teşekkür ederim.

  • Siyasi partilerle ilgili problem bir iki noktada toplanabilir. Önce genel bir çerçeve içinde, partiler ne kadar güçlüyse demokrasiyi güçlendiriyor fakat aynı zamanda partilerin varlığı ve doğru dürüst fonksiyon görebilmeleri de güçlü bir demokrasiye bağlı. Bir kere, bu çerçevede tartışıldı benim komisyonumda veya çalıştayımda olan hususlar.

  • İkincisi “parti”, malum kelime kökeni itibarıyla “parça”dan geliyor fakat problem, zihniyet değişikliği olarak belki Fuat Bey’in bahsettiği çerçeveye dâhil edilebilir bu. Problem bir parçanın kendisini bütün yerine koyması ve bu, demokrasiyi aksatan bir şey oluyor. Yani herhangi bir kesimin temsilcisi olmaktan çıkıp birinci problem sadece ya da münhasıran temsil ettiği grup, sınıf, her neyse onunla sınırlı kalmak ya da sınırlı kaldığı grubun bütününü teşmil etmek Türkiye’ye mesela.

  • Şimdi, bunların ortaya çıkardığı problemleri kategorik hâle getirdiğimizde -yani ben önerileri burada tabii aktarıyorum, çoğul kullanmam o grubu bağlayan bir şey- temsilde adalet ve üyelik sistemi diye bir husus gündeme geliyor. Birincisi, burada üyelik kayıt sisteminin son derecede şeffaf, denetlenebilir, herkese işte açık olması gerektiği; ikincisi, yerel yönetimlerle, yani yerel parti örgütleriyle merkez yönetimi arasında organik bir bağın mutlaka kurulması ve bu iletişimin, etkileşimin her hâl ve şartta devamına, hassasiyet gösterecek bir düzenlemenin yapılması. Bu çok eksik görülüyor. Bunu belki de önleyici, yani bir kurumsal hâkimiyeti önleyici bir tedbir olarak veya bir faktör olarak başkanlık süresinin üç yılla sınırlı tutulması, yani bir genel başkanın, tabii bu yerel örgütler için de düşünülebilecek, yani il başkanlığı için, ilçe başkanlığı için de ama bizim grubun hemfikir olduğu hususlardan bir tanesi üç yılla sınırlı tutulmasının, hâkimiyeti ya da tek adam yönetimini önlemeye matuf bir tedbir olabileceğiydi.

  • Tabii “eksik temsil” dediğiniz hususlar da var bu örgütlenme içinde. Özellikle kadınların temsili üzerinde duruldu fakat burada çok büyük bir konsensüs de sağlanmadı, yani kadınların temsilinin artırılmasında herkes hemfikir hemen hemen ama yolunda ayrılma oldu. Yani kota önerilmişti, “parite sistemi getirelim” diyenler oldu, bunun yanında kendiliğinden gelişmeye bakmak, olacaksa olur. Bu, biraz üzerinde durmamız gereken bir husus galiba. Çünkü bizim mesela siyaset biliminde “siyasi etkinlik duygusu” dediğimiz bir şey var. Sadece kadınlar için değil, erkekler için de siyasi katılım düzeyi düşük olabilir. Yani bir insanın katılımının kendi içinden gelmesi de lazım. Bütün hukuki tedbirler alınmış olsa bile gene katılım düzeyi düşük olabilir. Bu çok vurgulanan bir husustu. Kotanın bunu sağlamayacağı gibi bir sonuca varıldı.

  • Tabii seçim sistemi de önemli bir problem, husus olarak, mesele olarak gündeme geldi. Bizim “seçim mühendisliği” dediğimiz bir şey vardır. Yani siz, istediğiniz bir parti sistemini uygulayacağınız bir seçim sistemiyle gerçekleştirebilirsiniz ya da mevcut parti sisteminin devamı için kendine uygun bir seçim sistemi oluşturabilirsiniz. Şimdi, bu çerçevede en önemli faktörlerden bir tanesi baraj. Barajın bir kısmı kalmasından yana ama çok büyük bir kesim barajın düşürülmesi, hatta teknik olarak bunu ispatlayan kişiler de oldu. Mesela yüzde 4 civarında bir seçim barajının hem çoğul temsilde adaleti, çoğulcu bir sisteme engel olmayacağını hem yönetimde istikrarı, yani tek bir partinin iktidarı sürdürebileceğine imkân sağlayacağını göstermiş oldular. Bu, ayrıntılı metinde karşılaştırmalı olarak da var şüphesiz ama yüzde 10 barajıyla biz barajda en yüksek ülkeyiz ve diğer ülkeler sadece bizden sonra gelen Rusya’da yüzde 6. Orada bile yüzde 6 ki bizim demokrasimizle Rusya’daki demokrasiyi belli açılardan karşılaştırmaya bile gerek yok.

  • Bir başka husus efendim, partilerin finansmanı meselesi. Çünkü demokratik bir işleyişini sağlamakta partilerin gerek öz kaynaklarının denetimi ve şeffaf bir şekilde bu denetime erişimin sağlanması üzerinde hassasiyetle duruldu. Hatta bir eski bakanlardan katılımcı bu yeni ticaret yasasında olduğu gibi web sayfalarının olması, partilerin gelirlerinin ve giderlerinin, aldığı işte bağışların, vesaire orada yayınlanması ve takip edilmesi, erişime ulaşan herkesin sorabileceği bir soru veya şikâyeti varsa bunu ilgili makamlara, kurumlara iletmesi konusunda öneri geldi ve bu çok büyük bir destek gördü.

  • Münhasıran hazine yardımı üzerinde duruldu. Şimdi, çok çeşitli uygulamalar var. Bazı ülkelerde hazine yardımı sadece seçim esnasında değil, daha sonra da partilerin harcamasında destek olarak gösteriliyor, bazı ülkelerde seçimle sınırlı. Fakat bizde ele alınan problem temel iki noktaya inhisar etti. Bunlardan birincisi adaletsizlik olduğu bu hazine yardımında, yani yüzde 10 barajı geçmiş olan partilere destek olduğu gibi, destek verildiği gibi hazine tarafından, yüzde 7’lik oranı geçmiş olanlara da bir destek de bulunuluyor fakat adaletsiz bir dağılım, yani yüzde 3 bir fark destek açısından çok daha açık yaratan bir fark oluyor. Bunun üzerinde durdular.

  • Başka bir husus, hazine yardımının hiç verilmemesini de savunanlar da oldu. “Çünkü hazine yardımı vergilerden elde edilen paralardan müteşekkil ve ben, mesela desteklemediğim bir partiyi neden vergimle dolaylı olarak desteklemiş olayım. Bunun üzerinde durmamız gerekiyor.” dendi ama en çok üzerinde durulan, burada da adaletin sağlanması, şeffaflık.

  • Son bir husus, partilerin kapatılması veya hukuken siyasetten men edilmesi meselesi. Bir kere hiç kimse “kapatılsın” demedi yani kapatmadan yana çıkmadı. Herkes karşı buna. “Kapatılmasın.” diyor. Fakat nasıl olacak? Çünkü gerçekten de parti fonksiyonunu aşan birtakım durumlar hasıl olduğunda hukuk ne diyecek buna? Venedik Komisyonu ilkelerinin bunda esas alınması önerildi. Şiddete bulaşmamış olmak, şiddeti teşvik etmemek, şiddeti övmemek. Fakat bununla da kalmayıp daha genişleterek, mesela ırkçılık, işte başka akla gelebilecek, yani insanları rencide edebilen, insan haklarına aykırı her bir üslubun, davranışın da bu kapatılma davasında mütalaa olarak görülmesi gerektiğini önerdiler.

  • Ve başka bir önemli husus, kim kapatacak? Yani Anayasa Mahkemesi mi yoksa mesela Yargıtay Genel Kurulu veya oradan çıkmış herhangi bir komisyon gibi bir şey mi? Çoğunluk Anayasa Mahkemesinin yetkisinden alınmasını istedi bunun. Yani daha normalleştirici bir şekle dönmesi için ve demokrasinin genişlemesi, derinleşmesi açısından. Çünkü Anayasa Mahkemesi bu şekilde, aslında hukukun siyasete egemen olması gibi bir sonuç da doğuruyor. Yani Batı literatüründe işte jüristokrasi dediğimiz bir şeye sebep olabiliyor. Bunu önlüyor. Bir de her bir eylemin, kapatma gerekçesi olarak kabul edilmemesi gerektiği, buna bağlı olarak da lehte ve aleyhte delillerin birlikte mütalaa edilerek bir sonuca varılması istendi. Benim de şimdilik söyleyebileceklerim bunlar. Teşekkür ederim.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN – Esasında bu diske baktığınız zaman uzun metinde, bir de başında dünya pratikleri var. Dünya pratiklerini de inceledik biz bu üç alanda, ondan sonra Türkiye’ye geldik, Türkiye’deki üç alandaki bu önerileri yaptık. Yani sonuç olarak ortaya çıkan, esasında Türkiye’nin bugün geldiği noktada demokrasisinin daha iyi işlemesi ve anayasanın yapılması için muhakkak yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı anlamında güçlendirilmesi, parlamentonun güçlendirilmesi ve özellikle siyasi partilerin güçlendirilmesi gerektiği. Yani bu kurumsal reform, artık Türkiye’nin bence demokrasisi -bence derken raporumuzda- kurumsal reform Türkiye’nin iki üç daha hamle yapması için birlikte yaşama kadar çok önemli bir alan olarak ortaya çıkıyor.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten yararlandık, yararlanacağız. Bunu bilmenizi istiyoruz.

  • Sorularımız var mı arkadaşlar?

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Benim sorum yok. Tabii bu şu ana kadar almış olduğumuz sunumlardan farklı bir sunumdu. Çünkü buraya gelen siyasi partiler, anayasal kuruluşlar, sivil toplum örgütleri bir anayasada kendilerine göre hangi düzenlemelerin yapılması gerektiğiyle ilgili öneriler sundular ama siz çok farklı bir bakış açısı getirdiniz bize. Dolayısıyla buna ihtiyacımız da vardı. O bakımdan zahmetleriniz sebebiyle çok teşekkür ederiz. Özellikle bu DVD sanıyorum; bunun çözümünü arkadaşlarımız, teknik heyetlerimiz yapacaklar, biz de bunlardan yararlanacağız.

  • Çok teşekkür ederiz. Sizin dışınızda tabii İstanbul Politikalar Merkezinde de katkı veren arkadaşlar vardır mutlaka, onlara da selamlarımızı ve teşekkürlerimizi iletin lütfen.

  • ATİLLA KART (Konya) – Rıza Bey, buyurun.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ediyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Belli ki fevkalade bir zaman ayrılmış ve çok değerli bir çalışma. İnşallah yeterince istifade ederiz veya etme zamanını buluruz. Çok çok teşekkür ediyoruz efendim, sağ olun.

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben bir soru yöneltmek istiyorum. Bu seçim sistemiyle alakalı dünyada bu D’Hondt sistemine de uygun olarak değişik seçim çevreleri hesaplaması var. Tek milletvekillik dar bölgeler var, bir de daraltılmış bölgeler var, yani iki, üç veya dört milletvekillik. Bu konuda bir çalışma veya düşünceniz var mı? Yani dar bölge mi, daraltılmış bölge mi, yoksa mevcut hâl mi?

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Şimdi, bunlar tartışıldı. Mesela Türkiye milletvekilliği de tartışıldı fakat onun çok adil bir çözüm olmadığında hemfikir olundu. Mevcut sistemin, yani nispi temsil sisteminin, D’Hondt sistemi, barajlı D’Hondt sistemi ama barajın oranı önemli. Herkes onun barajlı D’Hondt sistemi olsun fakat baraj oranı…

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben seçim çevreleri olarak. Yani mevcut seçim çevreleri.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Evet, mevcudun dışında öneri getirilmedi. Barajla ilgili sadece.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ERSİN KALAYCIOĞLU – Ben de ekleyeyim. Biz de benzer bir tartışma oldu Altan Bey. Bu Türkiye milletvekilliği uzun zamandır tartışılan meselelerden biri. Bu olacaksa bütün Türkiye’yi seçim çevresi olarak kabul edip seçilmiş olan kişilerle seçim çevrelerinde sizin buyurmuş olduğunuz gibi çeşitli büyüklüklerde, dar alanlardan seçilmiş olan kimselerin aynı mecliste bulunmaması gerektiği fikri; dolayısıyla senato gibi bir şey, 150 kişilik, 200 kişilik bir Türkiye milletvekillerinden oluşan bir yer olabilir. Onlara başka nitelikler de eklenebilir dendi. Nitelikler üzerinde anlaşma söz konusu olmadı. Yani eski senatoda mesela üniversite mezunu olmak. Şimdi, mesela yüksek lisans yapmış olanlar aday olsun filan gibi birtakım önerilerde bulunuldu. Bu gerekir mi, gerekmez mi bunlarda uzlaşma yok. Ama iki ayrı statüden seçilmiş, gelmiş kişilerin aynı Mecliste bulunmasının iyi bir şey olmayacağı.

  • ATİLLA KART (Konya) – Tabii verimlilik açısından.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ERSİN KALAYCIOĞLU – Evet.

  • Eğer senato düşünülüyorsa o zaman Türkiye milletvekillerinin senatoda, bugünkü sistemle benzer bir sistemden seçilecek olanların da millet meclisinde devam etmesi gerekiyor ama tabii senato olmalı mı, olmamalı mı, yani denge denetimi dediğimiz vakit onu da tartıştık ama bu konu üzerinde de bir uzlaşmamız yok. Bir de zorluğumuz var, onu da size aktaralım gitmeden önce. Yani bütün bunların hepsi çok farklı uygulamalar şeklinde, çok farklı yerlerde ortaya çıkıyor ama ortada bizim buraya koymaya çalıştığımız -işte ben tanımlarken “yönetişim” dedim, arkadaşlarım başka kavramlar kullandılar- zorlamayla koymuş olduğumuz birtakım kriterler var. Kriterler belli değil. Bunların belirgin olması gerekiyor. Yani bizim anayasa yaparken öncelikle düşüneceğimiz şey, mesela temsilde adaleti vurgulayan çoğulculuk, katılmanın artması, azınlığın dışarıda bırakılmaması. Küçük bir azınlık dahi olsa Mecliste temsilinin sağlanmasını esas alacak, İsviçre’deki türden bir adalete dayanan bir hedefe mi doğru gideceğiz, yoksa İngiltere’deki gibi en çok oy alanın dar bölgede seçilebildiği, geri kalan oyların heba edilebileceği ama istikrarlı bir hükûmet kurulacağı varsayımı içerisinde istikrarı vurgulayan bir hedefe doğru mu gideceğimiz belli değil. Bu belirsizlikte yapıyoruz bu çalışmaları. Eğer ana hedef -ki bunu biz koyamayız, bunu Meclis koyabilir, anayasa yapımcıları koyabilir- açıklanabilirse o zaman tabii bu tür çalışmalar çok daha odaklı ve derinlemesine yapılır.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN – Üç komisyonda da esasında yani Türkiye’nin kurumsallaşma dediğimiz zaman böyle bir sorundan bahsediyoruz. Bir hedef saptanıp o hedef temelinde kurumsallaşmanın olması gerekiyor. Bugün hedeflerde de bir muğlaklık, o bağlamda kurumsallaşmada da bir muğlaklık var.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Müsaade ederseniz…

  • ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Altan Bey’e cevabım eksik kalmasın diye belirtiyorum. Bu dar bölge tartışıldığı zaman özellikle…

  • ALTAN TAN (Diyarbakır) – Daraltılmış da olabilir. Mesela İstanbul 30 milletvekili.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Tabii. Fakat daraltılmış da olsa dar bölge de desek seçmenin manipülasyonu üzerinde duruldu. Çünkü özellikle bazı yörelerde ki bunu savunanlar da o yörelerden gelmiş insanlardı, yani çok objektif olarak…

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Babadan oğla.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ TEMSİLCİSİ PROF. DR. ALİ YAŞAR SARIBAY – Yani başka güç, mevki, vesaire gibi şeylerin seçmeni manipüle edebileceği hususuyla hiç belki düşünülmemesi gerektiğinde hemfikir olundu.

  • ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyoruz, sağ olun.

  • İSTANBUL POLİTİKALAR MERKEZİ DİREKTÖRÜ PROF. DR. FUAT KEYMAN – Biz teşekkür ediyoruz.

  • Kapanma Saati: 15.47











  • Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin