47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə10/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   72

845

ömr-ü bâkîye tebdil etmek; benim gibilerin en âli bir maksadı, bir gayesi olur. Amma hizmet ise, Felillâhilhamd, hizmet-i Kur'aniye ve îmâniyede Cenâb-ı Hak, rahmetiyle öyle kardeşleri bana vermiş ki; vefatım ile, o hizmet bir merkezde yapıldığına bedel, çok merkezlerde yapılacak. Benim dilim ölüm ile susturulsa; pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idâme ederler. Hattâ diyebilirim: Nasılki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sünbül hayatını netice verir; bir taneye bedel, yüz tane vazife başına geçer. Öyle de; mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum!.."



6- 29. Mektubun Altıncı Riesalesi Olan Altıncı Kısmın Zeyli:

Es'ile-i Sitte

(İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yâni: "Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!" denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa'nın insaniyet-perver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın!. Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zâlimlerin görmiyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüzbin cihette "Yaşasın Cehennem!" dedirten mimsiz medeniyet-perestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhâldir.)

- ayet girilecek

Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir sûret aldığından; çok bîçâre ehl-i îmâna ettikleri zâlimane ve dinsizcesine tecavüz nev'inden; bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tâmir ettiğim bir mâbedimde, hususî bir-iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. "Ne için Arabca kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?" denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitab olmayan öyle vicdansız alçaklara değil; belki milletin mukadderatiyle, keyfî istibdat ile oynayan fir'avun-meşreb komitenin başlarına derim ki: Ey ehl-i bid'a ve ilhad!.. Altı sualime cevab isterim.

Birincisi: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düstur ile hükmeder. Siz hangi usûlle bu acib tecavüzü yapıyor

846

sunuz? Kanununuzu ibraz ediniz!.. Yoksa bâzı alçak me'murların keyiflerini, kanun mu kabûl ediyorsunuz? Çünki: Böyle hususî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz!..



İkincisi: Nev'-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde; hemen umumiyetle hüküm-fermâ "Hürriyet-i Vicdan" düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısiyle nev'-i beşeri istihkar etmek ve îtirazını hiçe saymak kadar cür'etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz?.. Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize "lâdînî" ismi vermekle ne dîne ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde; dinsizliği mutaassıbane kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dîne ve ehl-i dîne böyle tecavüz, elbette saklı kalmıyacak!.. Sizden sorulacak!.. Ne cevap vereceksiniz?.. Yirmi hükûmetin en küçûğünün îtirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden îtirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir sûrette bozmağa çalışıyorsunuz.

Üçüncüsü: Mezheb-i Hanefînin ulviyetine ve safiyetine münâfî bir sûrette vicdanını dünyaya satan bir kısım ulemâ-is-sû'un yanlış fetvalariyle; benim gibi Şâfi-ûl-Mezhep adamlara, hangi usûl ile teklif ediyorsunuz?.. Bu meslekte milyonlar etbâı bulunan Şâfiî Mezhebini kaldırıp, bütün Şâfiîleri Hanefîleştirdikten sonra, bana zulüm sûretinde cebren teklif edilse, sizin gibi dinsizlerin bir usûlüdûr denilebilir. Yoksa, keyfî bir alçaklıktır; Öylelerin keyfine tâbî değiliz ve tanımayız!..

Dördüncüsü: İslâmiyet ile eskidenberi imtizaç ve ittihad eden, ciddî dindar ve dinine samimî hürmetkâr Türklük Milliyetine bütün bütün zıd bir sûrette, firengilik mânasında, Türkçülük nâmiyle, tahrifdârâne ve bid'akârâne bir fetvâ ile: "Türkçe kamet et!" diye, benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usûlledir? Evet, hakikî Türklere pek hakikî dostane ve uhuvvetkarâne münasebetdar olduğum halde, böyle sizin gibi frenk-meşreblerin Türkçülüğü ile hiçbir cihette münasebetim yoktur, Nasıl bana teklif ediyorsunuz? Hangi kanun ile?.. Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler senedenberi milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskidenberi cihad arkadaşı olan Kürdlerin milliyetini kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra; belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usûl-i vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!..

Beşincisi: Bir hükûmet, kendi raiyetine ve raiyet kabûl ettiği adamlara herbir kanunu tatbik etse de; raiyet kabûl etmediği adamlara, kanununu tatbik edemez. Çünki onlar diyebilirler ki: "Mâdem biz raiyetiniz değiliz, siz de bizim hükûmetimiz değilsiniz!.."

Hem hiçbir hükûmet, iki cezayı birden vermez. Bir katili, ya hapse

847


atar, veyahut îdam eder Hem hapisle ceza, hem îdamla ceza bir yerde vermek, hiçbir usûlde yoktur!

İşte, mâdem vatana ve millete hiçbir zararım dokunmadığı halde; beni sekiz senedir, en yabanî ve hariç bir milletten câni bir adama dahi yapılmayan bir esaret altına aldınız. Cânileri afvettiğiniz halde, hürriyetimi selbedip, hukuk-u medeniyeden ıskat ederek muamele ettiniz. "Bu da vatan evlâdıdır" demediğiniz halde; hangi usûl ile, hangi kanun ile bîçâre milletinize rızâları hilâfına olarak tatbik ettiğiniz bu hürriyetşiken usûlünüzü, benim gibi her cihetle size yabancı bir adama teklif ediyorsunuz? Mâdem Harb-i Umumîde ordu kumandanlarının

şehadetiyle, vasıta olduğumuz çok fedakârlıkları ve vatan uğrunda cansiperâne mücahedeleri cinayet saydınız.. Ve bîçâre milletin hüsn-û ahlâkını muhafaza ve saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerinin te'minine pek ciddî ve te'sirli çalışmayı hıyânet saydınız.. Ve mânen menfaatsiz, zararlı, hatarlı, keyfî, küfrî frenk usûlünü kendinde kabûl etmiyen bir adama sekiz sene ceza verdiniz. (Şimdi ceza yirmisekiz sene oldu.) Ceza bir olur. Tatbikını kabul etmedim; cezayı çektirdiniz. İkinci bir cezayı cebren tatbik etmek, hangi usûl iledir?Altıncısı: Mâdem sizlerle, îtikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran, küllî bir muhalefetimiz var. Siz dîninizi ve âhiretinizi, dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette, mâbeynimizde tahmininizce- bulunan muhalefet sırrıyla, biz dahi hilâfınıza olarak; dünyamızı, dînimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit fedâ etmeye hazırız. Sizin, zâlimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir-iki sene zelîlâne geçecek hayatımızı, kudsî bir şehadeti kazanmak için fedâ etmek; bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in feyzine ve işârâtına istinaden, sizi titretmek için, size kat'î haber veriyorum ki:

Beni öldürdükten sonra yaşayamıyacaksınız! Kahhar bir el ile, Cennetiniz ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız! Arkamdan pek çabuk sizin Nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek, yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlâhîde yakalarını tutacağım. Adâlet-i ilâhiye, onları esfel-i sâfilîne atmakla intikamımı alacağım!..

Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz, bana ilişmeyiniz!.. İlişseniz, intikamım muzâaf bir sûrette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz!.. Ben rahmet-i İlâhîden ûmîd ederim ki: Mevtim, hayatımdan ziyade dîne hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz!.. Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var!.. Ben bütün tehdidatınıza karşı, bütün kuvvetimle bu âyeti okuyorum:

848


7-22.Lem’a

Isparta'nın âdil vâlisine ve adliyesine ve zabıtasına, (en mahrem ve en hâs ve hâlis kardeşlerime mahsus olarak yirmi iki sene evvel Isparta'nın Barla nahiyesinde iken yazdığım gayet mahrem bu risaleciğimi Isparta milletiyle ve hükûmetiyle alâkadarlığını gösterdiği için) takdim ediyorum. Eğer münasip görülse, ya yeni veya eski harfle daktilo ile bir kaç nüsha yazılsın ki, yirmi beş otuz senedir esrarımı arıyanlar ve tarassud edenler de anlasınlar ki; gizli hiçbir sırrımız yok.. Ve en gizli bir sırrımız, işte bu risaledir; bilsinler!

Said-i Nursî

Bu mes'ele "Üç İşaret" tir

BİRİNCİ İŞARET : Şahsıma ve Risale-i Nura ait mühim bir sual.

Çoklar tarafından deniliyor ki: Sen, ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki, her fırsatta onlar senin âhiretine karışıyorlar. Halbuki hiçbir hükûmetin kanunu, târik-üddünya ve münzevîlere karışmıyor?

Elcevap: Yeni Saidin bu suâle karşı cevabı sükûttur Yeni Said:"Benim cevabımı kader-i İlâhî versin" der. Bununla beraber mecburiyetle, emaneten istiâre ettiği Eski Said'in kafası diyor ki: Bu suale cevap verecek, Isparta vilâyetinin hükûmetidir ve şu vilâyetin milletidir. Çünki bu hükûmet ve şu millet, benden çok ziyade bu sualin altındaki mânâ ile alâkadardırlar. Madem binler efradı bulunan bir hükûmet ve yüzbinler efradı bulunan bir millet benim bedelime düşünmeye ve müdafaa etmeye mecburdur.. Ben neden lüzumsuz olarak müddeîlerle konuşup müdafaa edeyim. Çünki dokuz senedir ben bu vilâyetteyim; gittikçe daha ziyade dünyalarına arkamı çeviriyorum. Hiçbir halim de mestur kalmamış. En gizli, en mahrem risalelerim dahi

hükûmetin ve bazı meb'usların ellerine geçmiş. Eğer ehl-i dünyayı telâşa ve endişeye düşürecek dünyevî bir karışmak hâlim ve karıştırmak teşebbüsüm ve fikrim olsaydı, bu vilâyet ve kazalardaki hükûmet, dokuz sene dikkat ve tecessüs ettikleri halde ve

849

ben de çekinmiyerek yanıma gelenlere esrarımı beyan ettiğim halde, hükûmet bana karşı sükût edip ilişmediler. Eğer milletin ve vatanın saadetine ve istikbaline zarar verecek bir kabahatim varsa, dokuz senedenberi valisinden tut, köy karakol kumandanına kadar kendilerini mes'ul eder. Onlar kendilerini mes'uliyetten kurtarmak için, hakkımda habbeyi kubbe yapanlara karşı, kubbeyi habbe yapıp beni müdafaa etmeye mecburdurlar Öyle ise bu sualin cevabını onlara havale ediyorum.



Amma şu vilâyetin milleti, umumiyetle benden ziyade beni müdafaa etmek mecburiyetleri şundandır ki; bu dokuz senedir hem kardeş, hem dost, hem mübârek olan bu milletin hayat-ı ebediyesine ve kuvvet-i îmaniyesine ve saadet-i hayatiyesine bilfiil ve maddeten te'sirini gösteren yüzer risalelerle çalıştığımızı ve hiçbir dağdağa ve zarar, hiç kimseye o risaleler yüzünden gelmediği ve hiçbir garazkârane tereşşühat-ı siyasiye ve dünyeviye görülmediği ve "LİLLÂHİL HAMD" şu Isparta vilâyeti, eski zamanın Şam-ı Şerîfinin mübârekiyetini ve Âlem-i İslâmın medrese-i umumîsi olan Mısır'ın Câmi-ül-Ezher'i mübârekiyeti nev'inden, kuvve-i îmaniye ve salâbet-i dîniye cihetinde bir mübârekiyet makamını Risale-i Nur vasıtasiyle kazanarak bu vilâyette, îmanın kuvveti, lâkaydlığa ve ibadetin iştiyakı, sefahete hâkim olmasını ve umum vilâyetlerin fevkınde bir meziyet-i dindarâneyi Risale-i Nur bu vilâyete kazandırdığından, elbette bu vilâyetteki umum insanlar, hattâ faraza dinsizi de olsa, beni ve Risale-i Nur'u müdafaaya mecburdur. Onların çok ehemmiyetli müdafaa hakları içinde, benim gibi vazifesini bitirmiş ve "LİLLAHİL HAMD" binlerle şâkirdler benim gibi bir âcizin yerinde çalışmış ve çalıştığı hengâmda, ehemmiyetsiz cûz'î hakkım beni müdafaaya sevketmiyor. Bu kadar binlerce dâva vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvasını kendi müdafaa etmez.

İKİNCİ İŞARET :Tenkidkârâne bir suale cevaptır...

Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekvâ edip, "bana zulmediyorsunuz!" diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var; bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zâlim olmaz. Kabul etmiyen isyan eder. Ezcümle: Bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetler devrinde, müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu, bizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâh zahidlik suretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, nazar-ı dikkati kendine celbederek, hükûmetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimâî elde etmeye çalıştığın, zâhir hâlin ve eski zamandaki macerâ-yı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, şimdiki tabir ile; burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avâmın intibahiyle ve galebesiyle tezahür eden tam

850


sosyalizm ve bolşevizm düsturları, bizim daha ziyade işimize yaradığı için, o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor. Prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur?

Elcevap: Hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip

hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım.. Ve meşreben ve fikren, "müsâvât-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim.. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskidenberi muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıddır. Çünki Fâtır-ı Hakîm, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsûlat aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.

İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki; arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

İşte nev-i insanın tenevvünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakiki îmanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken; ve halbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün:

Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imha-yı hürriyet;

Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imha-yı hakikat;

Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten.

Veyahud:


Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imha-yı fazilet;

Çalış vicdanı kaldır, muktedirsen, ademiyetten.

851

Evet, îmanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu' ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. "LİLLAHİL HAMD" bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dâva etmiyorum. Fakat nîmet-i İlâhiyyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki: Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda "LİLLAHİL HAMD" tevfik-ı İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nas ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur; onlardan kaçıyorum. Yirmi sene eski hayatımı zâyi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risale-i Nuru beğenmelerine bir emare biliyorum, onları küstürmüyorum.



İşte ey ehl-i dünya! Dûnyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekliyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıvan bir adam gibi yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükümet böyle fevk-al-kanun ve hiçbir ferdin tasvîbine mazhar olmıyan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki kâinat küsüyor!..

ÜÇÜNÇÜ İSARET Mağlatalı dîvânecesine bir sual... Bir kısım ehl-i hüküm diyorlar ki: Madem sen bu memlekette duruyorsun; şu memleketin cumhurî kanunlarına inkıyad etmek lâzım gelirken, sen neden inziva perdesi altında kendini o kanunlardan kurtarıyorsun... Ezcümle: şimdiki hükûmetin kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfûzunu icra etmek, müsavat esasına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfidir. Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun? Halk beni dinlesin diye hodfuruşane bir vaziyet takınıyorsun?

Elcevap: Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler: Siz kendinize tatbik etmediğiniz bir düsturu başkasına tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturunuzu, kanununuzu kırıyorsunuz(*) ve karşı geliyorsunuz..Çünki bu müsavat-ı mutlaka kanunu

(*) Nitekim , 26 Teşrin-i sanı (Aralık) 1934 tarih ve 2590 sayılı kanunla: Efendi, bey ,paşa ,ağa gibi lakap ve ünvanların kaldırılması müeyyide altına alınmışken, bir gün dahi meriyeti söz konusu olmamış..En başta zamanın reis-i cumhuru bu kanunu ilk günün de bozmuş, uymamıştır.A.B.

852

nun bana tatbikini istiyorsunuz. Ben de derim; ne vakit bir nefer, bir müşîrin makam-ı içtimaîsine çıkarsa ve milletin o müşîre karşı gösterdikleri hrmet ve teveccühe iştirak ederse.. ve onun gibi, o teveccüh ve hürmete mazhar olursa: ve yahut o müşîr, o nefer gibi âdîleşirse ve o neferin sönük vaziyetini alırsa.. ve o müşîrin vazife haricinde hiçbir ehemmiyeti



kalmazsa; hem eğer, en zeki ve bir ordunun muzafferiyetine sebebiyet veren bir erkân-ı harb reisi, en aptal bir neferle teveccüh-ü ammede ve hürmet-i muhabbette müsavata girerse; o vakit sizin bu müsavat kanununuz hükmünce bana şöyle diyebilirsiniz: "Kendine hoca deme! Hürmeti kabul etme! Faziletini inkâr et! Hizmetçine hizmet et! Dilencilere arkadaş ol!"

Eğer deseniz: Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife başında olduğu vakte mahsustur ve vazifedarlara hasdır. Sen vazifesiz bir adamsın; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin!.

Elcevap: Eğer insan yalnız bir cesedden ibaret olsa.. ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa.. ve kabir kapısı kapansa.. ve ölüm öldürülse.. o vakit vazife yalnız askerlik ve idare me'murlarına mahsus kalırsa; sözünüzde dahi bir mânâ olurdu. Fakat madem insan yalnız cesedden ibaret değil.. cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir. Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife oldugu gibi, ebed tarafına giden

yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkâriyle ve her gün dâvâsını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur. Madem mânevî hâcât-ı zaruriyeye istinad eden mânevî vazifeler var.. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası; ve berzah zulümatında kalbin ceb feneri; ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan îmandır ve îmanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i mârifet herhalde küfrân-ı nimet suretinde kendine edilen nîmet-i İlahiyyeyi ve fazilet-i îmaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmiyecektir. Kendini, aşağıların bid'alariyle, sefahetleriyle bulaştırmıyacaktır!.. İşte beğenmediğiniz ve müsavatsızlık zannettiğiniz inziva bunun içindir.

İşte bu hakikatla beraber, beni işkence ile tâciz eden sizin gibi enaniyette ve bu kanun-u müsavatı kırmakta fir'avunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karşı demiyorum. Çünki mütekebbirlere karşı teva

853

zu, tezellül zannedildiğinden, tevazu’ etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevâzi've âdil kısmına derim ki: Ben FELİLLÂHİL-HAMD kendi kusurumu, aczimi biliyorum. Değil müslûmanlar üstünde mütekebbirane bir makam-ı ihtiram istemek, belki her vakit nihayetsiz kusurlarımı, hiçliğimi görüp, istiğfar ile teselli bulup, halklardan ihtiram değil, dua istiyorum. Hem zannederim, benim bu mesleğimi, benim bütün arkadaşlarım biliyorlar. Yalnız bu kadar var ki: Kur'an-ı Hakîmin hizmeti esnasında ve hakaik-ı îmaniyenin dersi vaktinde o hakaik hesabına ve Kur'an şerefine o makamın iktiza ettiği izzet ve vakar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, başımı ehl-i dalâlete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takınıyorum. Zannederim, ehl-i dünyanın kanunlarının haddi yoktur ki, bu noktalara karşı çıkabilsin!



Cây-ı Hayret Bir Tarz-ı Muamele: Malûmdur ki; heryerde ehl-i maârif, mârifet ve ilim noktasında muhakeme eder. Nerede ve kimde mârifet ve ilmi görse, meslek itibariyle ona karşı bir dostluk ve bir hürmet besler Hatta düşman bir hükûmetin bir profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maârif, onun ilim ve mârifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler. Halbuki İngilizin en yüksek meclis-i ilmiyesinin, Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sualin cevabını altıyüz kelime ile Meşihat-ı İslâmiyeden istedikleri zaman, bura maârifinin hürmetsizliğine uğrayan bir ehl-i mârifet, o altı suale altı kelime ile mazhar-ı takdir olmuş bir cevab veren.. ve ecnebilerin en mühim ve hükemaların en esaslı düstûrlarına hakiki ilim ve mârifetle muaraza edip galebe çalan.. ve Kur'andan aldığı kuvvet-i mârifet ve ilme istinaden Avrupa feylesoflarına meydan okuyan.. ve Hürriyetten altı ay evvel İstanbul'da hem ulemâyı ve hem de mekteblileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak doğru cevab veren.. (Hâşiye) ve bütün hayatını bu milletin saadetine hasreden ve yüzer risale, o milletin Türkçe olan lisaniyle neşredip o milleti tenvir eden.. hem vatandaş, hem dindaş, hem dost, hem kardeş bir ehl-i marifete karşı en ziyade sıkıntı veren ve hakkında adâvet besliyen ve belki hürmetsizlik eden; bir kısım maârif dairesine mensub olanlarla az bir kısım resmî hocalardır.

İşte gel bu hale ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maârifperverlik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyetperverlik midir? Hâşâ! Hâşâ! Hiç hiçbirşey değil.. Belki bir kader-i İlâhîdir ki, o kader-i İlâhî, o ehl-i merifet adamın dostluk ümid ettiği yerden adavet gösterdi ki, hürmet yüzünden ilmi riyaya girmesin ve ihlâsı kazansın...

(Haşiye) : Yeni Said diyor ki: şu makımda Eski Said'in iftiharkârane söylediği şu sözlere ben iştirak etmiyorum. Bu risalede sözü ona verdiğim için susturamıyorum. enaniyetlilere karşı bir parça enaniyetini göstersin, diye sukût ediyorum. S:NURSİ

854


HATİME

Kendimce cây-ı hayret ve medar-ı şükran bir taarruz.

Bu fevkalâde enaniyetli ehl-i dünyanın enaniyet işinde o kadar haseasiyet var ki, eğer şuuren olsa idi, keramet derecesinde veyahud büyük bir deha derecesinde bir muamele olurdu. O muamele de şudur: Kendi nefsim ve aklım bende hissetmedikleri bir parça riyakârane enaniyet vaziyetini, onlar enaniyetlerinin hassasiyet mizaniyle hissediyorlar gibi, şiddetli bir surette ben hissetmediğim enaniyetimin karşısına çıkıyorlar. Bu sekiz dokuz senede, sekiz dokuz defa tecrübem var ki, onların zâlimâne bana karşı muamelelerinin vukuundan sonra, kader-i İlâhîyi düşünüp "ne için bunları bana musallat etti" diye nefsimin desiselerini arıyordum. Her defada, ya nefsim şuursuz olarak enaniyete fıtrî meyletmiş veyahud bilerek beni aldatmış, anlıyorum. O vakit, kader-i İlâhî, o zâlimlerin zulmü içerisinde hakkımda adalet etmiş, derdim. Ezcümle; bu yazın arkadaşlarım güzel bir ata beni bindirdiler. Bir seyrangâha gittim. Şuursuz olarak nefsimde hodfuruşâne bir keyf arzusu uyanmakla, ehl-i dünya öyle şiddetli o arzumun karşısına çıktılar ki, yalnız o gizli arzuyu değil, belki çok iştihalarımı kestiler. Hatta ezcümle, bu defa Ramazandan sonra, eski zamanda gayet büyük, kudsî bir imâmın bize karşı gaybî kerametiyle iltifatından sonra, kardeşlerimin takvâ ve ihlâsları ve ziyaretçilerin hürmet ve hüsn-ü zanları içinde -ben bilmiyerek- nefsim müftehirâne, gûya müteşekkirâne perdesi altında riyakârane bir enaniyet vaziyetini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanın hadsiz hassasiyetle ve hatta riyakârlığın zerrelerini de hissedebilir bir tarzda, birden bana iliştiler. Ben Cenab-ı Hakka şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-i ihlâs oldu..


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin