47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə11/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   72

ZULMET ALEMİNDEN NUR İKLİMİNE

Burada, ehl-i dünyanın Hazret-i Bediüzzaman'a reva gördüğü zulümlü, zulümatlı, katı ve çirkin hadiselerin kesafetli dumanlarından arınıp, çıkıp; onun mübarek rahmet-feşan Barla hayatındaki Nurlu, ziyadar levhalarından bazılarına atf-ı nazar edip biz de beraber nur ve feyz alalım:

855


İbadet ve Münacâtları:

Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman her yönüyle olduğu gibi, ibadet ve münacât yönüyle de harikulâdedir denilebilir. Zira gecelerdeki münacât ve duaları, yalvarış ve yakarışları emsaline -Bu zamanda- rastlanmaz bir biçimdedir. Başta Van'daki hizmetkâr ve talebelerinin, sonra Barla'daki, Kastamonu'daki, Emirdağı'ndaki, hapishanelerde ve Isparta'daki yüzlerce şahid talebelerinin şehadetleriyle, her gece istisnasız olarak yatsı namazından sonra çok az bir uykuyu müteakib, ertesi gün kuşluğuna kadar yaptığı ibadet, okuduğu evrad ve ezkâr ve ettiği münacâtlar gariptir, emsalsizdir, harikadır.

Hatta Barla halkının umumen, hususiyle ev komşularının şehadetleriyle, "Bediüzzaman'ın ne zaman yatıp, ne zaman kalktığını görmemişiz. Gecenin her saatinde onun münacatlarının yanık sesini duyuyoruz.(78)” diye ifade etmeleridir.

Barla halkının bu şehadetini te'yid eden, az üstte geçen Hulusî Bey'in rivayetiyle muhacir Hafız Ahmed'den nakledilmiş hatıra ile, ayrıca Hulusî Bey'in bizzat kendi müşahedesine dayanarak anlattığı hatırası da şöyledir: "Ben Eğridir'de iken Hazret-i Üstad'ı ziyaretlerimden birisinde, bir gece yanında kalmıştım. Hazret-i Üstad sabahlara kadar uyumadan zikir ve tesbih ettiler. Çok az uyudu veya uyur gibi yapıyordu.79

(78) Büyük Tarihçe-i Hayat, S:135

(79) Son Şahitler-1, I.Baskı, S: 37

856

BİR GÜNDE ÜÇ YUMURTA



Hazret-i Üstad'ın yaşayışı giyimde, yemek ve içmekte çok sâfi ve sade idi. Onun kendi ikrariyla yedi sene zarfında çamaşır, papuç, elbise vesaire için sadece yedi banknot ile idare ettiğini kaydetmektedir.(80) Bu böyle olduğa gibi, yemesi içmesini de ikram ve bereket yüzünden çok az ve basit bir masraf ile idare etmiştir.

Bu bereket ve ikramın nevileri çoktur. Şahitleri ise, pek çoktur. Isparta'da, Kastamonu'da ve Emirdağı'ndaki talebe ve hizmetkârları bu ikram ve bereketlerin çeşitlerine çok kere şahid olmuşlar, bazen bire on arttığını görmüşlerdir. Lahika mektuplarında bunlar kısmen ibret nümunesi için kaydedildiğinden o yerlere havale ederek; sadece Hazret-i Üstad'ın Barla'da bulunduğu sıralarda bir tavuğunun bir günde üç yumurta getirmesi hadisesini nümûne için buraya kaydediyoruz. Her ne kadar Hazret-i Üstad bu hadiseyi On Altıncı Mektup'ta "Bir günde iki yumurta...” şeklinde kaydetmişse de, onun aslı iki değil, üç yumurta olduğu Hazret-i Üstad'ın eliyle yazılmış bir yazısında görüldüğü gibi, halen Barla'da (1987 itibariyle) hayatta olan Abbas Mehmed Kara da şahitlik yapmaktadır. Hazret-i Ustad'ın kendi el yazısındaki fikrada hadise şöyle yazılıdır:

"... Bir tavuğum var. Bu kışta yumurta makinesi gibi pek az fasıla ile her gün rahmet hazinesinden bana birer yumurta getiriyordu. Hatta harika olarak Nevruzun arefesinde hem kuluçkaya oturdu, hem dört beş saat zarfında üç(81) yumurta getirdi. İkisi kat'iyyen onun yumurtası.. yalnız birisinde pek az bir şüphem oldu. Ben hayrette kaldım, dostlarımdan sordum: "Böyle olur mu?" dedim. Dediler: "Vuku’ yok, belki bir ihsan-ı ilâhidir..."

Barla'lı Abbas Mehmet Kara ise şöyle diyor:

"Bir akşam üzeri idi, namaz için Yokuşbaşı mescidine gelmiş, ezan bekliyorduk. Hoca efendi elinde bir odunla tavuğu kovuyordu. Tavuğu niçin kovduğunu sorduk.. Tavuk oradan oraya kaçıp gidiyordu. Üstad odunu arkasından atıyor, tavuğu dışarı çıkarmak istiyordu. Biz arkadaşlarla bunun sebebini sorduk. Bize cevaben: "Bu tavuk dün iki tane, bugün ise üç tane yumurta getirdi. Benim iktisad kaidemi bozuyor. Bu sebebten kovuyorum." Dedi. (82)”

(80) Mektubat, S: 69

(81) Üstad'ın el yazısında evvela "üç yumurta" yazılmış, sonra onu çizmiş, üstünde iki yumurta şeklinde düzeltilmiştir. A.B.

(82) Son Şahiter-3, S: 29-31

857 ÇINAR AĞACI BAŞINDAKİ KÖŞK

Hazret-i Üstad Bediüzzaman, Barla'daki asıl menzilinin önündeki muhteşem çınar ağacının dalları arasında kendisine yazlık bir köşk yaptırmış, odasının balkonundan oraya çıkmak için de bir merdiven kurdurmuştu. Bahar ve yaz aylarında, bilhassa yaz ayları gecelerinde orada kalır, evrad ve ezkârı orada okurlardı. Gündüzleri de ekseriya tefekkür vazifelerini bazen de tashihat işlerini orada yaparlardı.

Bir günde bir tavuğunun üç yumurta getirdiğini gösteren üstadın mektubu

858


BEDİÜZZAMANIN TEFEKKÜR SİSTEMİ

Evet. Hazret-i Bediüzzaman'ın tefekkür sistemi değişiktir, ayrıdır. Müctehidler, kutuplar ve allâmelerin her birisinin de tefekkür sistemleri meşreblerine göre değişik ve ayrıdır. Kimisi, tefekkürü kalb ve enfüs dairesinde; kimisi rabıta-i mevt ve mürakabede görmüş ve yapmışlardır. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin tefekkürü hem çok başka, hem de çok ileri ve küllidir. Belki denilebilir ki; Asr-ı Saadet'ten bu yana yetişen allâmeler, müctehidler, kutuplar ve imamlar arasında Bediüzzaman'ın tefekkür sistemi en küllî ve en farikalı ve en ileri safhadadır. Bundandır ki, menzilinin önündeki Çınar ağacı başındaki köşkünde olduğu gibi, Çamdağı'nın zirvesindeki katran ağacının tepesinde yaptırdığı ve "Bunu İstanbul'daki Yıldız sarayına değişmem" dediği köşkünde (83) ve bunlar gibi yüksek tepeler ve ağaçların başlarında hep âlemin âfakını dikkatle seyreder, kâinat sahifelerini derince mütalâa eder, tefekkür içine dalar, hikmet ayetlerini okurlardı. Risale-i Nurların imanî ve tevhidî umum risaleleri, Hazret-i Üstad'ın bu nevi tefekkürlerinin silsilesini teşkil eder mahiyettedir. O Hazretin tefekkür mesleğ'inde nasıl bir derece ve merhalede olduğunu anlamak ve bilmek isteyenler, onun Nur risalelerine baksınlar yeter. Bu mevzu'da fazla beyan abes olur.

Sadede dönüyoruz: Hazret-i Üstad'ın menzili önündeki muhteşem ve muazzam olan çınar ağacından bir münasebetle, bir eserinde; Cenab-ı Hakk'ın ehadiyyet-i zatiyyesi sırrıyla bütün kâinata tasarrufunu o ağacın hayatiyet, şekil ve vaziyetinden misal verir ve ispat ederek şöyle bahseder:

"Kâinat bir şecere hükmünde olduğu için, her bir şecere kâinatın hakaikına misal olabilir. İşte biz de şu odamızın önündeki muhteşem ve muazzam çınar ağacını kâinata bir misal-i musağğar hükmünde tutup, Kâinatta cilve-i ehadiyyeti onun ile göstereceğiz...(84)" başlıyarak mezkûr çınar ağacı lisaniyle Cenab-ı Hakk'ın ehadiyyet cilvelerini ve tek başıyla kâinatı zerreden güneşlere kadar nasıl idare ettiğini ispat ederek tahkik eder. İstiyen o risaleye müracaat edebilir.

Hazret-i Üstad'ın, Çamdağındaki köşkünde ise; daha nuranî, daha revnakdar tefekkürlerle kâinat kitabının sahifelerini mütalâaları sonucu hakk-el yakinin en bâlâ derecelerindeki imaniyla hissettiği âlî zevklerine had ve payan yoktur. Mektubat kitabının üçüncü ve dördüncü mektublarında bu yüce tefekkürlerin ve bu pek âli hislerin bir derece tercümanlığ'ı yapılmıştır. Bir iki örnek veriyoruz:

"Hamisen: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit:

(83) Bu köşkü hem de evinin öünündeki Çınar agacı başındaki köşkünü. talebesi ve sadık bahtiyar hiznıetkârı Barlalı Merhum Abdullah Çavuş kendi ellerivle yapmıştır. A.B.

(84) Sözler, Envar Neşriyat, S: 610

859

Bir gece yüz tabakalık irtifa'da, bir katran ağacının başındaki yuvada, semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne baktım; Kur'an-ı Hakimin kaseminde ulvî bir nur-u i'caz ve parlak bir sırr-ı belağat gördüm.



Evet, .seyyar yıldızlara ve istitar ve intişarlarına işaret eden şu ayet, gayet ğalî bir nakş-ı san'at ve âlî bir levha-i ibret nazar-ı temaşaya gösteriyor.

Evet, şu seyyareler, kumandanları olan güneşin dairesinden çıkıyorlar, sabit yıldızlar dairesine girerek, semada yeni yeni nakışları ve san'atları gösteriyorlar. Bazen kendileri gibi parlak bir yıldıza omuz omuza verir, güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Ba'zen küçük yıldızlar içine girip

bir kumandan suretini gösteriyorlar. Hususiyle bu mevsimde, akşamdan sonra ufukta zühre yıldızı ve fecirden evvel diğer parlak bir arkadaşı gayet şirin ve güzel bir vaziyet gösteriyorlar. Sonra vazife-i teftişiyelerini ve nakş-ı san'atta mekiklik hizmetini ifadan sonra, yine dönüp sultanları olan güneşin şa'şaalı daireaine girip gizleniyorlar.Şimdi şu "Hünnes Künnes" tabir edilen seyyarelerle şu zeminimizi kâinat fezasında birer gemi, birer teyyare suretinde kemal-i intizamla döndüren ve seyr ü seyahat ettiren zatın haşmet-i Rububiyetini ve şa'şaa-i saltanat-ı ulûyetini güneş gibi parlaklığıyla gösteriyorlar.

Bak, bir saltanatın haşmetine ki; gemileri ve tayyareleri içinde öyleleri var ki, bin defa küre-i arz kadar bir cesamette ve bir saniyede sekiz saat mesafeyi kat' eden sür'attedir!..

İşte,. böyle bir sultana ubudiyet ve imanla intisab etmek ve şu dünyada ona misafir olmak ne kadar âlî bir saadet, ne derece büyük bir şeref olduğunu kıyas et.

Sonra Kamere baktım: ayetinin gayet parlak bir nur-u i'cazı ifade ettigini gördûm. Evet, Kamerin takdiri ve tedviri ve tedbir ve tenviri.. ve zemine ve güneşe karşı gayet dakik bir hesabla vaziyetleri o kadar hayret-feza, o derece harikadır ki; Onu öyle tanzim eden ve takdir eden bir kadîre hiç bir şey ağır gelmez. Onu öyle yapan her şeyi yapabilir fikrini temaşa eden her bir zişuura ders verir. Hem öyle bir tarzda güneşi takib ediyor ki; bir saniye kadar yolunu şaşırmıyor... Zerre kadar vazifesinden geri kalmıyor.

Dikkatle bakana dedirtiyor.Hususan Mayısın ahirinde olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde süreyya menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden; o yeşil sema perdesi arkasında hayale nuranî, büyük bir ağacın vücudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkı

860


mıyla beraber başını çıkarmış, süreyya ve hilâl olmuş.. Ve sair yıldızlar da o gaybî ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder. İşte teşbihinin letafetini, belâgatını gör!..

Sonra, ayeti hatırıma geldi ki; Zemin musahhar bir sefine bir merkub olduğunu işaret ediyor. O işaretten kendimi feza-i Kâinatta sür'atle seyahat eden pek büyük bir geminin yüksek bir mevkiinde gördüm. At ve gemi gibi bir merkube binildiği,zaman kıraatı sünnet olan ayetini okudum.

Hem gördüm ki: Küre-i Arz, şu hareketiyle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı. Bütün semavatı harekete getirdi. Bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki; ehl-i fikri mest ve hayran eder: Fesûbhanallah! dedim, ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garib ve acib, âli ve gâlî işler görülüyor ..(85)"

DÖRDÜNCÜ MEKTUPTAN:

"Aziz kardeşlerim! Ben şimdi Çam dağında yüksek bir tepede büyük bir çam ağacının tepesinde bir menzilde bulunuyorum. İnsten, tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim. İnsanlarla sohbet arzu ettiğim vakit, hayalen sizleri yanımda bulur, bir hasb-ı hal ederim. Sizinle müteaelli olurum. Bir mani' olmazsa, bir iki ay burada yalnız kalmak arzusundayım. Barla'ya dönsem, arzunuz veçhile sizden ziyade müştak olduğum şifahî bir müsahabe çaresini arıyacağız. Şimdi bu çam dağında hatıra gelen iki üç hatırayı yazıyorum:

Birincisi: Bir parça mahrem bir sırdır. Fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki:

Ehl-i hakikatın bir kısmı, nasıl ki ism-i vedûd'a mazhardırlar ve a'zamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcudatın pencereleriyle Vacib-ül Vücuda bakıyorlar.. Öyle de, şu hiç ender hiç olan kardeşiniz, yalnız hizmet-i Kur'an'a istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin

dellâlı olduğu bir vakitte, ism-i Rahim ve ism-i Hakim mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş.. Bütün sözler o mazhariyetin cilveleridir. İnşaallah o sözler sırrına mazhardırlar

İkincisi: Tarik-ı Nakşî hakkında denilen: "Der tarik-ı nakşi bendî lazım amed çar-ı terk.. Terki dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk"

861


olan fıkra-ı ra'na birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulu' etti:

"Der tarik-ı acz-i mendi lazım-amed çar-ı çiz.. Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, Şükr-û mutlak, Şevk-i mutlak ey aziz"

Sonra, senin yazdığın "Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine..” olan rengin ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım. Keşki şair olsaydım, bunu tekmil etseydim, dedim. Halbuki şiir ve nazma isti'dadım yok iken yine başladım.. Fakat nazım ve şiir yapamadım, nasıl hutur ettiyse, öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et!..”

İşte birden hatıra gelen şu:

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,

Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.

Hep beraber nutka gelmiş, hak lisaniyle derler:

"Bir Kadir-i Zûlcelâl'in Haşmet-i Sultanına,

Birer burhan-ı nur-efşanız biz, Vücud-u sania,

Hem vahdete, hem kudrete şâhitleriz biz..

Şu zeminin yüzünü yaldızlayan,

Nazenin mu'cizatı çün melek seyranına,

Şu Semanın arza bakan, cennete dikkat eden,

Binler müdakkik gözleriz biz, (Haşiye)

Tûba-ı Hilkatten Semavat şakkına,

Hap kehkeşan ağsanına

Bir Cemil-i Zülcelal'in dest-i hikmetiyle takılmış

Pek güzel meyveleriz biz.

Şu semavat ehline birir mescid-i seyyar,

Birer hâne-i devvar , birer ulvî âşiyâne..

Birer misbah-i nevvar, gemi-i cebbar,

Birer teyyereleriz biz .

Bir Kadir-i Zülkemal'in, bir Hakim-i Zülcemal'in;

Birer Mu'cize-i Kudret,birer harika-i san'at-ı Halıkane,

Birer nadire-i hikmet, irir dâ+ye-i Hilkat,

Birer nur âlemiyiz biz

Böyle yüzbin dil ile yüzbin burhan gösteririz,

İşittiririz insan olan insana,

Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,

Hem işitmez sözümüzü, Hak söyliyen ayetleriz biz.

Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize müsebbihiz, zikrederiz abîdane..

Kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz..(86)"

(Haşiye) Yani, cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu'cizat-ı kudret teşhir edildiğinden, semavat âlemindeki melaikeler, o mu'cizatı, o harikaları temaşa ettikleri gibi.. Ecram-ı semaviyenin gözleri olan yıldızlar dahi, güya melekler gibi, zemin yüzüdeki nâzenin masnuatı gördükçe, cennet alemine bakıyorlar.. Ve o muvakkat

harikaları bakî bir surette cennette dahi temaşa ediyorlar gibi bir zemine, bir cennete bakıyorlar.. Yani o iki âleme nezaretleri var demektir. S.NURSİ

(86) Mektubat S: 19

862


Ve daha bunlar gibi nümûneleri, Hz. Bediûzzaman'ın tefekküratını gösteren, yirmi altıncı lem'anın ricaları içinde ve Barla lahikasının hususî mektuplarında ve sair Nur Risalelerinde göstermek mümkindir. Fakat bu iki nümûneyle burada iktifa ediyoruz

863


HZ. ÜSTADIN TERBİYE, İRŞAD VE TEZKİYE SİSTEMİ

Ma'lumdur; İnsan mükerrem bir mahluk olmakla beraber, nefis enaniyet his ve şeytan cihetinden; Kötü ahlak ve süfli işlere mübteladır. Onun terbiye, irşad ve tezkiyesi için, büyük mürşitler, tarikat pirleri ve aktaplar çeşitli metod ve sistemler uygulamışlardır. Bunlar, İslam aleminde yetişen mürşidlerin İslam dini dairesindeki metodlarıdır.. Birde, umum beşeriyet için Peygamberlerin terbiye ve irşadları vardır ki o da ayrı bir meseledir.

İslamın büyük mürşid ve allameleri , kimileri açlıklar, riyazetler ve çilelerle nefsi öldürmek veya itaata getirmek yolunu.. Kimileride, kalp aleminde adetsiz zikr-i hafiyi çektirerek, gönül cihetinden başlayıp fethetmek suretiyle, nefsi inkiyada getirmek yolunu.. kimileride doğrudan doğruya sünnet-i seniyyeye ittibaan, âyat-ı ilahiyeyi tefekkür etmek ve ölümü ve dünyanın fâniliğini düşünüp, ahirete müteveccih olarak ubudiyet-i mahza yolunu ihtiyar etmişlerdir. Ve hülasa:" " sırrıyla, Allahın vücûb-u vücud ve vahdaniyyet delilleri mahlukatın nefesleri kadar var olduğu gibi, Ona giden yol ve tariklerinde adet, şekil ve biçimleride o kadardır. Ancak Hz. Üstadın ifade buyurdukları ki; "Bütün hak tarikler Kur'andan alınmıştır. Fakat tarikatların bazısı, bazısından daha kısa, daha umumiyetli ve daha selametli oluyor.” Bu noktanın izahını, Üstadın “Dört hatve "hakkındaki risalesine havale ederi.

Az üstte, nasılki, Hz. Üstadın "Tefekkür sistemini”'nin tarzı, şimdiye kadar gelen metodlardan ayrı, değişik, hâs ve orjinal olduğuna dair-kariha ve idrâkimiz kaderince -bazı köşelerini arzetmeye çalıştığımız gibi; Onun terbiye ve irşad sistemininde, - zaman ve zeminin durumuna göre- değişik ve başka ve müstakil ve ayrı olan metodununda bazı uçlarını göstermeye çalışacağız.

Evet, Hz.Üstadın terbiye ve irşad sistemi, - umumiyeti itibariyla - ikna’kâr dersleridir. Nefis ve şeytanı ilzam ve iskât eden Nurun mıknatıs tesirli dersleri nefis ve şeytanılzam ettikleri gibi; hissiyatıda tatmin edip, ruh ve kalbide nurlandırır.

Hem bu ders tarzındaki terbiye ve irşad sistemi değişik ve hâs olmakla beraber, küllî e umumîdir. Müstakil ve ayrı olmakla birlikte, âsan olup istiyen ve talip olan herkese ve her sınıf insanlara şamildir. Hem yeni ve orjinal olmakla beraber, doğrudan doğruya İslemın esas temellerine istinad eder. Ve nihayet; Nurun mesleği Sahabelerin meslek ve meşrebinin bu zamanda parlak bir aynasıdır diyebiliriz.

İşte, Hz. Üstad Bediüzzamanın ve Nurların bu sisteminin, yani meslek ve meşrebinin arzedildiği tarzda; değişiklik, müstakillik, orjinallik ve

864


cadde-i kübralığının çok kısa bazı izahlarını yapmaya çalışacağız.Fazla uzatılmaması için tafsilata girişmeyeceğiz.

Mevzua girmeden önce, şunu ehemmiyetle kaydetmeliyiz ki; Risale-i Nurun mesleği, yani Nurun ve müellifinin hizmet, hareket ve manevî cihadının topyekün umumî tazahuru; Kuranın, İslamın iman ve akidesinin ana temelleri ve büyük erkân ve esasları.. ve sahabe ve selef-i salihinin en çok üzerinde titredikleri ve muhafazalarına çalıştıkları olan Kur'an ve İman ve İslamın küllî prensiblerinin muhafızlığı, nöbettarlığı, kalacılığı ve hüşyar bekçiliği olarak görünmektedir. Aynı zamanda, İslamın ruhuna en çok aşina olan Sahabe ve selef-i salihinin ubudiyet, ihlas ve tefekkür mesleklerinin bu zamanda en doğru ve en berrak bir ifadesi ve bir ikamesidir. Hem, İman cihetinden akıl ve tefekkür itibariyla; İslam ve iman ve Kur'anın yüzer tılsımlarının keşşafı, hallalı ve mübeyyinidir.

Evet,nurların ve müellifinin hizmet ve hareket ve mesleğinin topyekûn olarak huviyet ve mahiyeti vegane ve hedefi böyle olduğu gibi; umumî, yarı umumi ve hâs olarak onun üç çeşit irşad ve terbiye metodlarınıda beraber muhtevidir. Biz bu üç tarz irşad ve terbiye metodlarından çok kısa ifadelerle bazı taraflarını göstermeye çelışacağız.

1- Umuma bakan irşad ve terbiye sistemi: Bunun izahı iki tarzda olabilir.

A- Alem-i İslamın çeşitli meslek ve meşrebler ehli ulema ve maşayıhıyla ve ayrıca, ehl-i iman olan müslüman cemaatleri ve ferdleriyle samimi uhuvvet içinde bulunmak, münakaşaya sebep olacak teferruata dair meseleleri deşmemek ve konuşmamak.. ve bütün hak tarikatların esas mesleklerini hak tanıyarak, hususî veya bid’at sayılabilen işlerine ilişmemek.. ve geçmişteki ve şimdiki ulema ve meşayıhına karşı edep ve hürmet içinde olmak.. ve hususî iş ve meselelerde kimseyi tenkid etmemek... ancak şuda vardır ki; İslam alemi içindeki ayrı ayrı meşreb ve meslekler erbabı olan zatların, tefrikaya, ihtilafa ve dolayısıyla parçalanarak za'fiyete düşmemelerini ve çok gayret ve himmet bekliyen islamın hizmetlerine el birliğiyle sarılmalarını ; ve kelimetullahı i'la için birlik ve uhuvvet ve samimi tesanüd ve ihlas içinde bulunmalarını -emr-i bil ma'ruf cihetinde- ihtar eden dersleri, ikaz ve irşadlarıda vardır. Mesela "Uhuvvet Risalesi, 20.Lema- İhlas Risalesi ve Hücumat-ı Sitte Risalesi” gibi dersler...

İşte Bediüzzaman Hazretleri kendi hayat ve fiiliyatında bu tarzı Risalelerinde yazdığı gibi- aynende yaşamıştır. Hatta bidatlı hallere dokunan bazı risalelerini umumi neşirden kaldırmasıda bunun delilidir.

B- Risale-i Nur dairesi ile teması ve dostluğu olan ehl-i iman müslümanlara karşı gayet şefkat ve müsamaha içinde muamelelerde bulunup;

865


zamanın dehşetli olması hesabiyle - azimet ve ağır tarafı değil, kolay ve rahmet cihetini göstererek; " Beş farz namazını kılıyorsa, yedi kebairi yapmıyorsa” onu Risale-i Nur dairesi içinde kabul etmesidir. Bu durum, hem Hz. Üstadın hayatında, hemde Risale-i Nur kitapları içerisinde zâhir ve ayandır. Delil getirmeyede lüzum yoktur.

2- Yarı umumî terbiye ve irşad metodu da yine iki şekildedir.

Birinci Şekli : Risale-i Nurun pek geniş olan dairesi içine girmiş, lâkin dünya meşgalesi, derdi maişet vesaire gibi sebeplerden dost ve muhibb olarak bulunan ve sayıları pek çok bulunan bu insanlara müteveccih ders ve irşad ve idare metodudur ki; üstadın hayatında bizzat ondan, yada Nur Risalelerinden ders almış kimseler -velev bir tek derste olsa- onları taltif edip müjdelemesidir. Elbetteki bu müjde ve âlîhimmetlilik şüphesiz çok yüksek ve Rahmet bir makamdan ve gayet umumi ve muhit bir nurdan gelmektedir. Bu mesele, Risale-i Nurun birçok yerlerinde bulunmaktadır. Uzatmamak için, havale edip kısa kesiyoruz.

İkinci Şekli: Risale-i Nurun hizmetiyle ciddî alakadar ve nurlardan her fırsatta istifade etmeye çalışan kimselere müteveccih ders ve irşatlardır. Nurun bir mektubunu veya ona müteallik bir hizmetini bir yerden diğer bir yere Allah için götürenleri büyük mükâfat müjdeleriyle taltif etmesi ve onları daha çok şevke getirip celbetme ve terbiye ve irşadıdır ki, çok muazzamdır. İslamın hikmetli siyasetinde fevkalade orjinal ve câzib bir metoddur. Bu meseleninde delil ve örnekleri Nurun Lahikalarında çokça bulunmaktadır. Havale ederek kısa kesiyoruz.

3- Hz. Üstadın zatının ve Nurların Hâs olan 3. irşad metoduda, yine iki tarzda mulahaza adilebilir.

Birinci Tarz: Risale-i Nurun neşir hizmetlerini, ders işlerini, tebliğ vazifelerini, medreseler vesaire gibi Nurun umurlarını; Nurun kanun ve kaideleri çerçevesinde ve samimî ihlas, rizay-ı hak, uhuvvet, ittihad ve muhabbet gibi düsturları içinde hizmet görenlere müteveccih irşad, ikaz ve terbiye metodudur. Bunların izahları lahika mektublarında açıktır. Mesela " Talebeler, Nâşirler, Sahipler , Erkânlar , varisler” gibi tabirlerle ifade edilmeştir. Nurun talebeleri olarak vasıflanan bu zümre, hem teşvik ve tebşir edilmekte, hemde zaman zaman şiddetli ikaz edilmektedir. “A'zamî ihlas, A'zamî sadakat, A'zamî sebat, A'zamî fedakarlık” gibi ta'birlerle bu zümrenin dersleri verilmiş ve verilmektedir. Bunların yanında ubudiyet, Takva, Azimet vesaire gibi daima zahmet, hizmet ve külfet istiyen işleri yüklenme hususunda bu zümrenin düsturları olarak irşad edilmiştir.

İkinci Tarz: Hz. Üstadın zatı ile çok yakından münasebettar bir irşad ve terbiye modelidir ki; Çok hâs ve özeldir. Bu metod bilhassa Hz. üstadın

866


hizmetinde bulunmuş zatlara hususiyle müteveccihtir. Hz. Üstad bu hususî dairedeki zatlara karşı fedakârlık, sadakat, metanet, ihlas, kahramanlık vesaire gibi, onları asker tarzında talim ve terbiye etmiş, bazen de bir muallim, bir hoca-i dâna, bir mürşid-i ekmel vaziyetiyle onları derslendirmiştir.

Hz. Üstad, hâs dairedeki bu talebelerine, özel olarak kendi hususî tarz-i hizmetini ve-ta'bir caizse-hâs meşrebini öğretmiştir. Fakat bu hususî terbiye metoduna mazhar talebelerin ayrı ayrı isti'dadlarda olması hasebiyle, herbirisi şu hususî tarzın, bir cihetinin bir parçasını alabilmişlerdir. Bu meselenin izahına girişirsek, hayli uzun olacaktır. Burada bu kadarıyla iktifa edip , Üstadın son hayat faslında, bu meselenin şumuluna giren bir bahsin izah edildiği yere havale eder, kısa keseriz.

BARLA'DAN VAN'A İLK MEKTUP

Hazret-i Üstad Barla'ya ilk geldiği günlerde yazıldığı anlaşılan alttaki mektubu, gerçi tarihini kesin olarak bilmiyoruz. Lâkin merhum Molla Abdulmecid Efendi'nin henüz Ergani'de olduğu bir zamanda yazıldığına göre, herhalde 1926-1928 yılları arasındadır. Mektup, görüleceği üzere çok rikkatli, pek hazindir. Van'daki bir kaç talebesine birden ve beraberce yazılmış, vatan hasreti -Bir insan olarak- Hazret-i Üstad'da da tesirini acıklı bir şekilde göstermiştir. İfade tarzı ve üslubu ağlıyor ve ağlattırıyor bir tarzdadır.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin