47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə13/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   72

883

Şimdi şu cemaziyel-ahirde emsali görülmemiş bir tarz da, gece saat dörtte başlayıp, beş ve beşbuçuğa kadar devam eden yıldızların düşmesi ehemmiyetli bir hadise-i semaviyedir. Semavatın hadisatı zeminimize baktığı cihetle; herhalde o hadisatın dahi, küre-i arzda bir eseri olacaktır. Cenab-ı Hakkın rahmetine sığınmalıyız ki, niran-ı muhrika yapmasın.. Envar-ı müşrikaya çevirsin!..



Evet nasıl ki; Kur'an-ı Hakimin sûrelerinde, ayetler birbirine bakar, işaret ederler. Öyle de; Cenab-ı Hakk'ın bir Kur'an-ı kebiri olan şu kâinatın ulvî, süflî sûreleri dahi birbirine bakar, birbirinin nüktelerini izhar ederler. Sema sûresinde, bizim gibi lafza-i Celâli yalnız kırmızı yazmak değil, belki Nur yaldızıyla lafza-i Celâl gibi yazılan yıldızlar ve o yıldızlardan fışkıran nuranî noktalar, elbette bir işaret fişekleri hükmünde birer sırrı ilân ettiğinin o mu'ciznüma semavî sûrenin şanındandır. Kendimizce bir fâ'l-i hayr addetmeliyiz.

SANİYEN : Sizde semavatın kırmızı yıldızlarını andıran Kur'an- daki ism-i celâlın iki bin sekiz yüz altı (2806) defa tekerrürü, Kur'an aemasını o nuranî yıldızlarla zinetlendirmiş.. Ve o adetlerin sahifeler, yapraklar, sûreler itibariyle birbirine manidar münasebat-ı tevafukiyeleri daha ziyade letafetini, zinetini güzelleştirmiş.

Bu defa, size kendi nüsha-i Kur'aniyemi gönderiyorum. Bu nüshamda size gönderilen listeye göre işaretler koydum. İsm-i celâl ve ism-i Rabbe ayrı ayrı işaret vaz' edildi.

İsm-i celâlin tevafukat-ı adediyesi hem muntazamdır, hem manidardır. Fakat bir parça dikkat ister. Çünki risalelerde görülen tevafuk gibi, daıma sahife sahifeye bakmıyor. Bazen, sahife

mukabiline değil, belki bir arkasına veya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar, bazen bir sahife, iki sahifenin mecmuuna bakar. Mesela Otuzbeşinci sahfede on üç (13) adet, lafza-i Celâl gelir. Arkasında sekiz, sonra beş geliyor. Demek o on üç adet bu iki rakama birden bakar ki; o da onüç ediyor ve hakeza... Hem bazen bir sahife, iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber, aynı suretinde iki adet gelir, her biri onun bir cüz'ünü gösterir. Meselâ sûre-i tevbede 188. sahifede onaltı lafza-i Celâl geliyor: Arkasında altı geliyor, altının arkasında on geliyor. Beraber yukardan okunsa onaltı olur, tevafuk eder. Sûre-i Ahzabın yine sahife 422'de onaltı ism-i celâl geliyor... Zahiri tevafuku yok. Halbuki bir sahife daha evvel on gelir ve mukabilinde altı var, terkib edilse, on altı olur, tevafuk eder.

Hem bazen İsm-i Rabb ile beraber tevafuk eder.. Bazen sahife sahifeye değil, yaprak yaprağa bakar. Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı Çok defa sahife rakamına baktığı için, tevafuktan çıktığını

884

hissettim.(91) Her ne ise, siz de tedkik edersiniz, sonra meşveretinizle gizli tevafukatı gösterecek rakamları yazacağız. Yeni yazdığımız Kur'andan, tensib ettiğiniz takdirde kaydedeceğiz. Başta yüzelli sahifede, elli bir defa yedi ve sekiz geliyor. Yirmi sekizde sekizdir, yirmi üçte yedidir. Bu yedi, sekiz birbirine muvafık kabul edilmiş.. Yediden sekize, sekizden yediye geçmekle tevafuk bozulmuyor. Bu iki rakamın Kur’anda mühim sırları bulunduğu hissedildi.



SALİSEN : Hazret-i Zat-ı Ahmediye (Aleyhisselâm) nasıl bir şecere-i kübra olduğunu.. Ve Asfiya ve Evliya ve Sıddıkiyn, o şecere-i nuraniyenin meyveleri.. Ve mesâlik ve turuk, onun dalları olduğunu gösterir bir silsile-i azime, eskiden kalma ve eskimiş bir silsilename yanımda var. Onu güzelce tebyiz etmek için, hattı güzel, cedvelde mahareti bulunan zatları istiyorum. Şimdilik Hûsrevle Tenekeci Mehmed Efendi; Bekir Ağa'da bulunan ölçü ile onbeş tabaka kağıtla beraber, Hafız Ali’nin haber gönderdiği vakit gelsinler...(92)"

Mektubun devamı başka mevzular olduğu için buraya kaydedilmedi.

Ve daha bu nümuneler g'ibi Nur ve Nuraniyat âlemiyle ilgili birçok örnekler vermek mümkündür. Risale-i Nur'un Mektubat kısmı ve Barla Lahikası'ndaki Üstad'ın mektuplarında, Nur Alemiyle alakadar birçok hatıralar vardır. Bu bahsi onlara havale ederek ve bu makamda Tarihçe-i Hayat'ta dercedilmiş risale ve mektupları da düşünerek bunlarla iktifa etmek isteriz.

(91) Elhasıl: Bazı esrar-ı gaybiye için tevafukat şeklini degiştiriyor. Lafza-i Celâlin diğer latif ve cazibedar ve manidar bir tevafuku şudur ki; Başta fatiha sahifesiyle beraber yüz elli bir sahifede, elli bir defa yedi ile sekiz geliyor. S.NURSl.

(92) Barla Lahikası,son baskı Envar Neşriyat, S:286

BARLA HAYATI ÜÇÜNCÜ KISIM

(Nur Risalelerinin te'lif şekli, neşir keyfıyeti ve te'sir sahası hakkındadır) Üstad'ın Büyûk Tarihçe-i Hayatı,Risale-i Nurun te'lif şeklini, intişarını ve te'sir sahası keyfiyetini en güzel bir şekilde dile getirmiş ve tarifini yapmıştır. Biz, daha biraz geniş ve mufassal ve değişik olan mevzuumuza, o çok parlak ve hakikatlı ta'riften bazı bölümler alarak girmek isteriz. O tarif elhak çok yüksek ve küllîdir... Ezcümle ilk tarihçelerin başındaki şu cümle (DÜNYA İLİM VE İRFAN SAHASINA TÜRKİYE'DEN BİR GÜNEŞ DOĞUYOR(93))girişinden sonra, şöyle devam ediyor:

"RİSALE-İ NUR'UN TE'LİF VE NEŞRİ:

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri öyle müşkil, öyle ağır vaziyetler altında Risale-i Nur külliyatını te'lif ediyor ki, tarihte hiç bir ilim adamının karşılaşmadığı zorluklara ma'ruz kalıyor. Fakat sönmiyen bir azm, irade ve hizmet aşkına mâlik olduğu için; yılmadan, yıpranmadan, usanıp bıkmadan bütün kuvvetini sarfederek emsalsiz bir sabr ve tahammül ve ferağat-ı nefs ile, bu millet ve memleketi komünizm ejderinden, mason afetinden, dinsizlik istilâsından muhafaza edecek -eden ve etmekte olan- ve âlem-i İslâmı ve beşeriyeti tenvir ve irşadda büyük bir rehber olan bu harikulâde Risale-i Nur eserlerini meydana getiriyor. Yüz otuz parça olan Risale-i Nur külliyatının te'lifi yirmi üç senede hitama eriyor. Nur Risaleleri şiddetli ihtiyaç zamanında te'lif edildiğinden, her yazılan risale gayet şifalı bir tiryak ve ilâç hükmünü taşıyor.. Ve öylede te'sir edip pek çok kimselerin manevî hastalıklarını tedavi ediyor. Risale-i Nuru okuyan her bir kimse, güya o risale kendisi için yazılmış gibi bir halet-i ruhiye içinde kalarak, büyük bir iştiyak ve şiddetli bir ihtiyaç hissederek mütalâa ediyor.

Nihayet öyle eserler vücuda geliyor ki: Bu asır ve gelecek asırların bütün insanlarının imanî, İslâmî, fikrî, ruhî, kalbî, aklî ihtiyaçlarına tam cevab verecek ve kâfi gelecek Kur'anî hakikatlar ihsan ediyor...

(93) 1951-1952 de neşredilen Tarihçelerde bu cümle yer almaktaydı. A.B:

886


Risale-i Nurların te'lifı ve neşriyatı, şimdiye kadar misli görülmemiş bir tarzdadır. Bediüzzaman Said-i Nursi, kendi eliyle Risaleleri yazıp teksir edecek bir yazıya mâlik değildir. Yarım ümmidir. Bunun için kâtiplere sür'atle söyler ve sür'atle yazılır. Günde bir iki saat te'lifatla meşgul olarak; on, oniki ve bir, iki saatte yazılan harika eserler vardır.

Üstad Bediüzzaman'ın te'lif ettiği risaleleri, talebeler elden ele ulaştırmak suretiyle müteaddit nüshalar yazarlar. Yazılan nüshaları müellifine getirirler. Müellif yanlışlarını düzeltir. Bu tashihatı yaparken eserin aslı ile karşılaştırmadan kontrol eder. Hatta yirmi, yirmibeş, otuz sene evvel te 'lif ettiği bir eseri tashih ederken aslına bakmaz.

Yazılan risaleleri, etraf köylerden ve kazalardan ziyarete gelenler, büyük bir merak, bir iştiyakla alıp gidiyorlar ve el yazılarıyla çoğaltıp neşrediyorlardı.

Ûstad Bediüzzaman Kur'an'dan başka hiç bir kitaba müracaat etmeden, te'lifat zamanında yanında hiç bir kitap bulundurmadan Nur risalelerini te'lif etmiştir...

Risale-i Nur'un neşir keyfiyeti de tarihte hiç bir eserde görülmemiştir. Şöyle ki: Kur'an hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nur'un, muhakkak Kur'an yazısıyla neşredilmesi lâzımdı. Eski yazı yasak edilmiş ve matbaaları kaldırılmıştı. Bediüzzaman'ın parası, serveti de yoktu. Fakirdi, dünya meta'ıyla alâkası yoktu. Risaleleri el ile yazarak çoğaltanlar da, ancak zarurî ihtiyaçlarını te'min ediyorlardı. Risale-i Nur'u yazan ve okuyanlar karakollara götürülüyor, işkence ve eziyetler yapılıyor, hapislere atılıyordu. Bediûzzaman aleyhindeki hükûmet eliyle yaptırılan propaganda ve tazyiklerle, her tarafa dehşetler saçılıyor, ahalî Hazret-i Üstad’a yaklaşmaya, ondan din, iman dersi almaya cesareti kalmıyacak derecede evhamlandırılıyordu. Vaktiyle de din adamlarının, hakikatperestlerin sırf dindar

oldukları için darağaçlarında can vermeleri, bir korku ve yılgınlık havası meydana getirmişti. Hüküm sürmekte olan eşedd-i zulüm ve istibdad-ı mutlak içinde ehl-i diyanet sukût-u mutlak'a mahküm edilmişti. Ne dinin hakikatlarından bahseden hakiki bir risale neşrettiriliyor ve ne de o hakikatlar millete ders verdiriliyordu. Bu suretle İslâmiyet ruhsuz bir ceset haline getirilmeye çalışılıyor, din-i İslâmın mahiyeti ve esaslarını ders vermek kat'iyyen men'ediliyordu...

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, Barla'da sekiz sene kadar kalmıştı. Ekser zamanlarını kırlarda, bağ ve bahçelerde geçiriyordu. İki üç saat kadar uzaklıkta tenha dağlara veya bağlara çekilir, Nur risalelerini te'lif eder bir taraftan da te'lif ettiği risaleler Isparta ve havalisinde el yazısıyla istinsah edilip kendisine gönderildiğinde, bunları tashih ederdi. Bir gün içinde

887


hem tashihat yapar, hem gidip gelme beş saat kadar süren yerlere yaya olarak gider, hem aynı günde üç dört saatını te'lifata hasreder ve hem de çoğu zaman yemeğini kendisi hazırlardı. O zamanlarda kırk kadar yerde risaleler; Risale-i Nur'a müştak ilk talebeleri tarafından el yazılarıyla çoğaltılıyordu. Üstad yazılıp kendisine gelen bu kitapları sırtına yüklenir; dağ, bağ ve kırlara gider, orada tashihlerini yapar, akşam evine dönerdi.

Nefye mahkûm edilmiş olarak, zamanın en dehşetli zulmüne ma'ruz bırakılmış ve kimseyle görüşmesine müsaade edilmemiştir. Fakat o, yokluk içinde tükenmez bir varlığa kavuşmuştu. Çünkü o, Âlem-i İslâm ve insaniyyeti tenvir ve irşad edecek Kur'an'dan gelen iman hakikatlanı te'lif ediyor ve aynı zamanda neşir ediyordu...(94) "

İşte,büyük tarihçeden özetle ve mealen aldığımız bu ifadelere göre, Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi 1926 baharından başlıyarak 1949'da bitirdiği ve tam tamına Kur'anın nüzûlu gibi yirmiüç senede te'lif edip tamamladığı "RİSALET ÜN NUR, RESAİLİN NUR, RİSALE-İ NUR ve RİSALEİN NUR" adlarıyla müsemma Kur'anın hakikatlar hazinesinden lema'an eden Nur risalelerinden, sadece Barlada ve Isparta merkezinde dokuz sene zarfında yüzyirmi altı adedini telif eder. Bunlara bir de, 1925'de Burdur'da te'lif ettiği "Nur'un İlk Kapısı" kitabı ve 1920'den 1923 yılına kadar yazdığı ve bunlardan üç dört tanesini kısmen veya tamamen Burdur, Isparta ve Barla'da tamamladığı Arabî risalelerinin zeyilleri ile birlikte mecmuu olan on yedi adet risaleleri de mezkûr rakama ilave etsek, yüzkırk dört (144) adet olur. Eğer Eski Said'in eserlerinden olan çok kıymettar NOKTA risalesini de buna eklesek yüzkırkbeş (145) adede baliğ olur.

Amma sadece sekiz buçuk senelik Barla hayatında Risale-i Nur adiyla başlattığı Türkçe te'lifatından olan Risalelerin sayısı ise, büyük risale olarak, tam yüz dörttür (104). Bilâhare 1934-1935 yılında Isparta merkezinde te'lif etmiş olduğu üç adet risaleler de buna inzimam etse, yüzyedi olur. Eğer yirmidokuzuncu mektubun sekizinci kısmı olan "RUMUZAT-I SEMANİYE'nin sekiz adet küçük risalelerinin her birisini ayrı bir risale kabul edip buna eklesek; tam yüz onaltı (116) adet risale olur. Buna gör, Mesnevideki Arabi risalelerin mecmuu ile birlikte, Risale-i Nur'un parça parça tüm risalelerin mecmuu ise, yüzelli üç (153) adettir.

Hazret-i Üstad, te'lif ettiği Nur risalelerinin adedi için, Eskişehir hapis hadisesinde yaptığı mahkeme müdafaasında; Barla ve Isparta'da telifi yapılan yüzyedi (107) adet risalelere, Arabilerin mecmuunu ondört risale sayarak; "hep yüzyirmi (120) Risale" diye zikretmiştir. Herhalde o zamanlar

(94) Büyük Tarihçe-i Hayat S:130-134

888

gayr-i matbu'' ve gayr-ı münteşir bulunan, Mesnev-i Arabinin baş tarafındaki "Lem'alar, Reşhalar, ve Lasiyyemalar"ın üç adet risaleleri bu sayıya dahil edilmediği anlaşılmaktadır. Bunların yanında, yine Barla'da te'lif ve tertibi yapılmış "Kur'an Nurlarından bir Nur" isimli Arapça bir eseri de -ki bizim tercümemiz olan Arabi Mesnevinin sonunda neşredildi- Mezkûr rakama ilave edilmediği anlaşılıyor.



Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Eski Said ve Yeni Said dönemlerinde vücuda getirdiğ-i Risaleler beraber hesap edilse, tam yüzdoksanaltı (196) adede(95) baliğ oluyor. Hem, hepsi de öz metin olarak te'lifleri yapılanış Risaleler dır.

TE'LİF NASIL YAPILIYORDU?

(Mevzu ile alâkadar bir mukaddeme)

Te'lifin, eski zamanlardan beri alışıla gelen şekli şöyledir ki: Selâhiyetli bir âlim, herhangi dinî ve ilmî bir mevzuda, naklî veya aklî delilleri bir araya getirip; ihtiyaç hasıl olmuş olan bir mevzuun meselelerini ilim sahasında yanyana getirip perçinleştirmesi ile; bir risale, eğer daha büyük ise, bir kitap haline getirmesinden ibaret idi. Te'lifatın bir nev'i de tasnifattır. Tasnif ise, sınıflandırma demektir. Yani mesela mevcud ve fakat müteferrik olan namaz, oruç, hac vesaire gibi çok yönlü fıkhî ilmihal gibi mes'elelerin; Bab-bab, sınıf-sınıf ayırarak, her bir mevzuu makamı ve sırasına dizmekten ibarettir.

Eski İslâm Uleması arasında te'lifat mevzuu ile ilgili çok mühim bir kaide de şudur ki: ortaya atılmış herhangi dinî bir mes'ele veya dini ilgilendiren şüphe verici, zihin karıştırıcı veya akide sarsıcı bir mevzuu aydınlatmak ve şüpheleri izale etmek maksadıyla ; eskiden ona dair bir eser yazılmış ve meselehalledilmişse; ve bir boşluk kalmamışsa; aynı mevzuda ikinci bir eserin yazılmaması.. Ancak o mevcud eserin bazı tarafları daha biraz izah ve şerh icab ediyorsa, ona bir takım şerhler ve ek haşiyeler yapılabilmesi keyfiyetidir.

Ulema arasındaki bu ihlâslı kaideye göre; İslâm dini adına yapılacak bir te'lif veya tasnifın bir mesbuku, yani geçmişte onu halleden bir eserin mevcud olmaması lâzımdır. Buna göre, bir eserin vücuda getirilmesi için,

(95) Üstad'ın yegeni merhum Abdurrahman, amcası Bediüzzaman Hazretlerinin eski eserlerinin bazılarının dış kapaklarında, yekûn eserlerin isim listesini vernıektedir. Bunların içinde bir kapakta isim listesi içinde bir de "Rumuzat" diye bir eserinden bahsetmektedir. Eğer bu eser, küçük "Rumuz" adlı eserinden ayrı(*) ise, o zaman görmedigimiz bu eserle beraber, Bediüzzaman Hazretlerinin yekûn te'lifatı tam tamına yüzdoksanaltı (196) adede baliğ olmuş olur. Değilse 195'tir.

(*) Evet ayrıdır.. ve ”Rumuzat" eseri meşur ”Ta'likat"ın eklerinden ibarettir.. ve Allaha şükür bu her iki eser tab' edildiler. A.B

889

muhakkak ve mutlaka bir boşluğun olması ve Müslümanların ona mübrem ihtiyaçlarının bulunması lâzımdır.



Bu ihlâsdarâne pek mühim nokta içindir ki, eski İslâm âlimlerinin yaptıkları te'lifat, iki ana kanal içinde cereyan edip gelmiştir:

1- Metinler

2- Şerhler

Bundan dolayıdır ki: Şimdiye kadar te'lif edilmiş İslâm ulemasının eserleri böyle iki kısım olarak cereyan edip gelmiştir. Yani, metin ve şerhleri.. Buna göre te'lif ve tasnif şekilleri de iki çeşit halindedir.

Birisi: Nalkl ve rivayet yoluyla, bir çok geçmiş İslâm âlimlerinin eserlerinden nakiller yaparak ve kitaplarına atıflarda bulunarak, aynı zamanda büyük ve zengin kütüphanelerden istifade ederek, bir eser vücuda getirmektir.

İkincisi: İlham ve sünûhata dayanarak kalbine ışıklanan ilham parıltılarından kıvılcımlar alıp, başka kitaplara müracaat etmeden, ilmmî dirayeti, idrâk ve ihatası nisbetinde bir kitap meydana getirmektir.

Bu ikinci kısma misal getirmek icab ederse, başta Gavs-ı Geylanî'nin Muhyiddin-i Arabî'nin ve Mevlânâ Celâleddin-i Rumi'nin te'lif ettikleri bir kısım eserleri gibi...

İşte bu küçük ve basit girişten sonra, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin yaptığı te'lifatın şekline geliyoruz.

A - RİSALEYİ NUR'UN TEL'İF ŞEKLİ

Evet, o Hazretin hem eski(96) hem de yeni te'lifatı şu ikinci kısım te'lif şeklinin en parlağı ve en müstesnası olarak, ilham ve sünühatın parıltılarıyla, kalbine doğan, aklına ışıklanan hakikatların mücerred özü ve mahiyeti üzerine, kuvve-i hayaliyesi ona suretler giydirerek, kuvve-i ilmiyesi de ifade ve beyanlarda bulunarak, mübarek ağzına gelen kelimelerin kâğıt üzerine nakşedilmesinden ibarettir.

Bu mübalağasız gerçeğin şâhitleri yüzlercedir. En başta 1918-1923 yıllarında ona kâtiplik yapmış biraderzadesi merhum Abdurrahman'ın şahitliğinden(97)' tut, ta 1950'lere kadar yapılan yoğuın te'lifat devresinde yanınada kâtiplik etmiş, hizmetkârlık yapmış bir çok insanın şehadetlerine kadar...

(96) 1914'e kadar olan Üstad'ın eski eserlerinin ekserisi de yine sünûhat kabilinden olarak çok öz ve hülâsa oldukları ve çok meselelerin halline yönelik te'lif edildiği halde, âniden Üstad ezbere söyler, kâtipleri de yazarlardı. Onun için "Hem eski eserleri hem yeni eserleri" tabirini kullandık. A.B.

(97) Asar-ı Bediiye, S: 634

890


Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın yazdığı eserlerinin yüzde doksan beşi; yanında yazacak bir kâtip varsa, o ezbere söyler, kâtibi de yazardı. Çok nadir olarak bazen yazacak kâtib bulunmaz.. kendisi kendine mahsus yazısıyla yazmaya mecbur olurdu. Risalelerin en derin ve en mühimleri dağda, bağda, kırlarda, bazen de yağmur altında yazılmış olanlarıdır. Meselâ İktisad Risalesi gibi bir iki saat zamanda te'lif edilen risaleler olduğu gibi, te'lif esnasında kısa aralıklarla büyük risaleler de te'lif edilir, tekmil ettirilirdi. Risaleler yazıldığı an, müellif çok süratli söyler, kâtib zor ulaştırırdı. Bu risalelerden bazıları vardır ki; te'lif müddeti çok kısa olduğu halde, şimdi sür'atli şekilde okunsa da, o müddet zarfında belki de bitirilemez haldedir. Halbuki te'lif esnasında müellifın telâffuzu ve kelimeyi söylemesi vardır. Bir de kâtibin onu anlayıp kâğıda yazması vardır ki; okumaktan çok uzun sürmesi lâzımdır. Demek ki te'lifte tayy-ı zaman hakikatı mutlaka ve her zaman vakidir.

Risale-i Nurun te'lif keyfiyyeti, şu yazıldığı tarzda olduğuna delil ve şahid; en başta müellifin ifade ve beyanlarıdır. Bir kaç nümune arz ettikten sonra, te'lif anında hazır bulunmuş veya o anda yazı ile müsveddesini yazmış bazı şahid kâtiblerin şehadetlerini de yazacağız:

1- Risaleler ilham ve sünûhatın mahsûlü olduklarının keyfiyeti hakkında Üstad'ın ifadeleri:

1- "Hakaika dair mesailde, külliyatları ve bazen de tafsilâtları sünûhat-ı ilhamiye nev'inden olduğıından, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat'îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünki hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor. Fakat münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhat-ı İlhamiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazen perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar iras etmez. Zaten kalemim olmadığından ve kâtip her vakit bulunmadığından tabiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkâl eder...(98)"

2- "Cevabların aslı sünûhat olmakla beraber, tafsilatında fikrim karışarak yanlış edebilir...(99)”

"...Eskiden beri sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman, en zahir hakikatları dahi beyan edemediğimi, belki bilmediğimi yakın dostlarım biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilâve edilse, daha ziyade beni

(98) Barla Lahikası, Envar Neşriyat, S: 99

(99) Avnı eser, S: 207

891

dersten, te'liften men' etmekle beraber; en mühim sözler ve risaleler, en sıkıntılı ve hastalıklı zamanımda, en sür'atli bir tarzda yazılması doğruıdan doğruya bir İnayet-i Rabbaniye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-i Kur'aniye olmazsa nedir?..(100)"



4- "Hem yazılan eserler, risaleler ekseriyet-i mutlakası hariçten bir sebeb gelmeden, ruhumdan tevellüd eden bir hâcete binaen anî ve def'î olarak ihsan edilmiş.. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit , demişler :" Şuzamanın yaralarına devadır" intişar ettikten sonra, ekser kardeşlerimden anladım ki; tam bu zamanda ihtiyaca muvafık ve lâyık bir ilâç hükmüne geçiyor .(101)"

Daha bu dört nümûneler gibi birçok örnekler gösterebiliriz ki, Risale-i Nurların asılları ilham ve sünûhatın ışıklarıdır. "İhtar aldım. Ruhuma ihtar edildi, kalbime geldi..." gibi hep aynı hakikata işaret eden ifadelerin Nur risalelerinde yüzer defa tekrarları vardır.

KÂTİP VE HİZMETKÂRLARININ ŞEHADETLERİ

Üstadın te'lif anlarındaki vaziyetini bizzat müşahede etmiş müsvedde kâtibleri ve o anda hazır bulunmuş bazı zatların şehadetlerini yazıyoruz:

Birincisi: Merhum Albay Hacı Hulusî Yahyagil'dir. Şifahen bir kaç defa kendisinden bizzat dinlemişimdir ki, diyordu: "Ben Eğridir'de iken, Üstad'ı ziyaretlerimin birisinde te'lif anını gördûm. Te'liften önce, kendisine hâs tarz-ı şivesiyle çok mütevazi’ bir şekilde sohbet yapmakta iken, birden fırlıyarak somyasının üstüne çıktı... Ve gayet ciddileşerek: "Şimdi hocalık vazifesi başladı" dedi.. Kalem kâğıt getirtti.. Ve yazdırmaya başladı. Gayet sür’atle

söylüyordu. Dikkat ettim, göğsünden harıltılar, gıcırtılar gibi sesler geliyordu. Durmadan söylüyordu. Hatta te'lif anındaki şive tarzı dahi tamamen değişikti...”

İkincisi: Bediüızaman'ın müsvedde kâtiplerinden ve ahiret kardeşlerinden Barlalı Hafız Halid Efendi'nin yazdığıdır, şöyle diyor:

"...Zahir hale bakılırsa, ilmihali bilmiyor gibi görünüyor. Birden bakarsın bir derya kesiliyor. Me'zun olduğuz miktarı ve Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resul-iEkrem'den (A.S.M.) cihet-i istifadesi olmadığı vakitler de, yeni ay gibi mahviyet gösterir. "`Bende Nur yok, kıymet yok!" der....(102)"

Üçüncüsû: Barla'lı Abdullah Çauuş, Süleyman Sami, Hafız Halid ve

(100) Mektubat, Sözler Yayınevi S: 384

(101) Aynı eser, S: 385

(102) Barla Lahikası, Envar Neşriyat, S: 108

892

Hafız Tevfik'lerin beraberce; "On Dokuzuncu Mektup" olan Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinin sonunda kaleme aldıkları şu ifadeleridir:



"Evet biz müsveddeyi yazıyorduk, Üstad'ımız da söylüyordu. Yanında hiç kitap yoktu, hiç müracaat da etmiyordu. Birden bire gayet sür'atli söylüyordu. Biz de yazıyorduk. İki üç saatte, otuz kırk sahife yazıyorduk. Bizim de kanaatımız geldi ki: Bu muvaffakiyet, Mu'cizat-ı Nebeviyenin bir kerametidir.: (103)”

Dördüncüsü: Yine Hulusi Bey'in Üstad'dan rivayet ettiği bir ifadesidir. Şöyle diyordu:

"Bir defasında Üstad'ımızı ziyaretimde, Risale-i Nur'un te'lifindeki sühuletli muvaffakiyet meselesi mevzu olmuştu. Bu münasebetle Hazret-i Üstad buyurmuşlardı ki: "Bir risaleyi te'life başladığım an, yani bir mes'ele-i imaniye kalbe geldiği vakit, birden bakıyorum, ikiyüz ayat-ı Kur'aniye imdadıma geliyor."

Beşincisi: Hazret-i Üstad'ı ve te'lif şeklini görmemiş fakat buna muttali' olmuş olan, Hindistan'ın yetiştirdiği büyük alim, mücahit insan, müttaki ve kamil mü'min olan Mevlana Hasan en Nedevî'nin bu mevzudaki beyanı ve görüşü şöyledir:

1975 yılında, Hicaz'da Urfa Müftüsü Halil Gönenç, Salih Özcan, Muzaffer Aydın'ın içinde bulunduğu bir hey'et kendisiyle görüştüklerinde, onlara Üstad hakkında şunları demiştir:

"Bizler bir kitap te'lif ettiğimiz zaman, milyonluk zengin kütübhanelerin ortasında otururuz.. O kitabı çeker bakar, bu kitabı çeker bakarız, öylece bir kitab yazarız.Bu, bizim yaptığımıza te'lif denilmez... Halbuki Bediüzzaman Şeyh Said-i Nursi'nin kütübhanesi ise dağ ve derelerdir. İşte hakiki te'lifat onunlkine denilir. O bizim bütün İslam ulemasının şeyhidir ve üstadıdır..."

B- Risale-i Nurların Neşir Keyfiyeti:

Risale-i Nurun neşir keyfiyetinden maksadımız, onun nasıl ve ne gibi vasıtalarla Müslümanlar arasında yayıldığı hususudur. Bu babta Hazret-i Ustadın Büyük Tarihçe-i Hayatında şu malûmat(104) verilmektedir:

"Üstad Bediüzzaman'ın te'lif ettiği risaleleri, talebeler elden ele ulaştırmak suretiyle müteaddit nüshalar yazarlar, yazılan nüshaları müellifine getirirlerdi. Müellif, müstensihlerin yanlışlarını düzeltirlerdi. Üstad bu tashihatı yaparken eserin aslı ile karşılaştırmadan kontrol ederdi...

(103) Mektubat, S: 201

(104) Buradaki mâ' lumat, az üstte kısmen, te'lif keyfiyeti bölümünde geçmiş olmakla birlikte, neşir keyfiyeti bölümü ile de ilgisi fazla oldugundan, bazı kısımları tekrarlandı.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin