47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə20/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   72

(188) Osmanlıca Lem'alar, S: 151

959

zaraya çok ziyade müteessir olmuş ve Isparta ahalisine çok acımıştı. Bütün kalb ve ruhuyla, umum rahmetlerin, şefkatlerin hakiki sâhibi olan Cenab-ı Erham-ür Rahimine yönelmiş, yağmur ve rahmet için dua etmiş ve kalben Allah'a niyazda bulunmuştu. Kesin bilinmemekle beraber, ya aynı günü, yahut ertesi günü Isparta'ya emsali vuku' bulmayan öyle bir yağmur gelmiş ki: Isparta'nın derelerini taşırmış, toz ve toprağını yatıştırmış, ona taze bir nesim-i nevbahar getirmişti.



Hadiseyi- Yağmur hadisesini-bizzat Isparta'lı Nur Talebelerinin kaleminden dinliyelimi

”...Isparta vilâyeti sekiz seneden beri Risale-i Nur'un müellifini sinesinde saklamıştı... Ve Barla gibi şirin bir nahiyesinde Cenab-ı Hakk'ın lutuf ve keremiyle muhafaza etmişti. Bu müddet zarfında yavaş-yavaş, intişar eden Risale-i Nurdan binler adam Isparta'da imanlarını takviye etmişlerdi. Bilhassa gençler pek çok istifade ve istifaza etti.

Vakta ki, Üstadımızın Barla gibi lâtif ve şirin bir mahaldaki sıkıntılı ve pek acıklı ve en katı kalbleri ağlatan işkenceli esareti bitti. Risale-i Nur'un müellifi olan Üstad'ımızın nazarları Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle Isparta'ya müteveccih oldu. Evhama düşen bazı zalim ehl-i dünyanın teşebbüskârane harekât-ı zahiriyyesi bir sebeb-i âdi olarak, Üstad'ımız Ispartaya getirildi. Fakat Üstad'ı mızın teşrif ettiği zaman, yaz mevsiminin en hararetli zamanıydı. Yağmurlar kesilmiş, Isparta'yı iska eden sular azalmış, bir kısm-ı mühimminin menba'ı kesilmiş.. Ağaçlar sararmaya, otlar kurumaya, çiçekler buruşmaya başlamıştı. Risale-i Nur'un en ziyade intişar ettiği mahal, Isparta olduğu için, Risale-i Nur hakkındaki inayet-i Rabbaniyeyi pek yakından temaşa eden Risale-i Nur'un şâkirtleri olan bizler bir vakıaya daha şâhid olduk. Bu hadise ise, müellifin Isparta'ya' teşrifini müteakib, bir asır içinde bir veya iki defa vukua gelen, bu yaz mevsimindeki yağmurun kesretle yağması olmuştur. Pek harika bir surette yağan bu yağmur, Isparta'nın hertarafını tamamen iska etmiş, nebatata yeniden hayat bahşedilmiş, bağlar ve bahçeler başka bir letafet kesbetmiştir. Ekserisi hemen hemen ziraatla iştigal eden halkın yüzleri, Risale-i Nur'un nâil olduğu inayetten ve bereketinden olan bu yağmurdan istifade ederek gülmüş, ruhları inbisat etmiştir. Cenab-ı Hak rahmetiyle bu yaz mevsiminin bu şiddetli ve hararetli vaziyetini, baharın en letafetli, en şirin ve en hoş vaziyetine tebdil etti. Güya Risale-i Nur yüz ondokuz parçasıyla müellifi olan Üstad'ımıza, bir taraftan hoş-âmedi etmek ve mahzun kalbine teselli vermek ve gamnâk olan ruhunu tatyib etmek.. Ve diğer taraftan da, sekiz seneden beri yaşadığı Barla'yı unutturmak ve o muhteşem Çınar ağacını ve dostlarını ve alâkadar olduğu şeylerden gelen firak hüznünü hatırlatmamak için; Cenab-ı Hakk'tan yüzon

960


dokuz risalenin eliyle, yüz ondokuz bin kelimeleri diliyle dua etti.. Ve yağmur istedi... Cenabı Hak öyle bereketli bir yağmur ihsan etti ki; bir misli Doksanüç tarihinde yağdığını ihtiyarlarımızdan işitiyoruz, Ki bu tarih Üstad'ımızın velâdetine tesadüf etmekle beraber; bu umumî hadisey-i rahmet olan kesretli yağmur, hususî bir surette Risale-i Nura baktığına bir delili de şudur ki:

Risale-i Nur'un neşrine vasıta olan Üstad'ımız geldiği gün, Isparta'yı gayet hararetli ve yağmursuzluktan toz-toprak içinde görmüş.. Barla gibi bir yayladan gelip, böyle bir yerde dayanamıyacağım diye telâş ediyordu. Üçüncü ve dördüncü günü bahçeleri kısmen gezdiği vakit, sebze, ot ve çiçeklerin susuzluktan buruştuklarını görerek, gayet müteessirane su istiyor ve yağmur taleb ediyordu. Arkadaşımız olan Bekir Bey'den değirmenleri çeviren suyu göstererek: "Isparta'nın suyu bu kadar mıdır?” diye sormuştu. Bekir Bey cevab verdi: "Gölcüğün suyu kesilmiş gelmiyor. Isparta'nın dörtte birini sulayan bu sudan başka yoktur.” dedi.

Üstad'ımız Isparta'da çok talebeleri bulunduğundan ruhen yağmurun gelmesini istiyordu. Aynı günde öyle bir yağmur geldi ki; elli seneden beri Isparta böyle bir hadiseyi görmemiş..O yağmur yüzde doksan dokuz menfaat vermiştir.

Bundan anlaşılıyor ki; o tevafuk, tesadüfi değil. Bu rahmet, Isparta'ya rahmet olan Risale-i Nur'a bakıyor. Lillahilhamd bu kerem-i ilâhî neticesi olarak Üstad'ımız: "Isparta, Barla'yı bana unutturdu. Unutamıyacağım bir şey varsa, o da her yerde olduğu gibi, Barla'da bulunan ciddî dost ve talebelerimdir" diyor.

Mustafa, Lütfi Rüştû, Hüsrev Bekir Bey, Re'fet(189)"

Ve bu hadiseye paralel olarak, Isparta'ya gelen yağmur vak'asından dört beş ay önce; Hazret-i Üstad'ın Barla'daki mescidinin kapatılması ve ziyaretçilerinin men'i üzerine, Barla'da başlıyan kuraklık ve Hazret-i Üstad'ın yaptığı dualar neticesinde gelen yağmur hadisesini kaleme alan Barlalı Nur talebelerinin de bir fıkraları vardır. Bu fıkra uzun olduğu için, buraya alamadık. İstiyenler Osmanlıca Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasına (sahife 10) bakabilirler.

BİR HATIRA

Üstadın Barla'dan Isparta'ya nakli ile ilgili, Isparta'daki eski büyük talebeleinden Tenekeci Mehmed Efendi (Mehmet Süzer) şöyle bir hatıra anlattı:

Osmanlıca Sikke-i Tasdik S: 9

961


“Üstad'ın Barla'dan Isparta'ya gelmesine yakın günlerde bir mektubu geldi. Mektupda "Kardeşim ben burada muallim ve nahiye müdürünün ezalarına tahammnl edemez hale geldim. Beni çok rahatsız ediyorlar. Kırlara dahi çıkamaz oldum. Rutubetli odada, kabirde yaşar gibi yaşıyorum:”

Mektubu alır almaz, kendi kendime "bu Vali dinsiz değildir" diyerek doğruca valiye gittim. Sabah erken, sekizde gitmiştim. Kâtip hayrola telâşlısın, bir şeyin mi var? diye sordu. Ben, valiye bir mektub vereceğim dedim. Kâtip, Vali dokuz da gelecek... mektubu bana ver, ben vereyim, diye elimden mektubu aldı.

Kâtip, mektubu vali beyin masasına bıraktı. Vali gelince mektubu açıp okumuş, cebine koymuş.. Kimin getirdiğini bile sormamış.

Ertesi günü, Hazret-i Üstad'ı Barla'dan Isparta'ya getirmişlerdi.(190) yine Üstad, eskiden Burdur'dan Isparta'ya geldiği zaman, kaldığı medreseye inmişti. Geldiği saatte de ben ziyaretine gitmiştim. Mübarek Üstad'ım bana:

“Koku mu aldın da hemen geldin!.." diye lâtife etti. Eski medresede beş on gün kaldıktan sonra, Kelle Mehmed'in evine gitti. Orada bir kaç gün kaldıktan sonra da, Şükrü Efendi'nin köşküne geçti.. ve burada yedi ay kadar kaldı.”

Tenekeci Mehmed Efendi'nin bir de Eskişehir hapis hadisesiyle ilgili hatırası da vardır. Onu da hemen burada kaydediyoruz:

“Sonra Eskişehir hadisesi oldu. Üstad'ın yanına gelip giden ne kadar talebesi varsa, onları da taharri ettiler. Bir arkadaş geldi, bizi de haberdar etti. Evde ne kadar Nur risaleleri, İslami ve dinî kitaplar varsa hepsini bahçeye gömdüm. On sekiz tane polis geldi. Soba borularının deliklerine kadar aradılar. Neticede "Aramada bir şey bulunmadı' diye zabıt tutup gittiler. Fakat ben yine hazırlanıyordum. Bizi de Üstad'la beraber Eskişehire götürecekler diye... Guslettim, toparlanıyordum. Amma beni götürmediler.

Hadiseden sonra, fırka kumandanı Şükrü Paşa'ya gittik. Dahiliye Vekiline kafa tutuyordu. "Nedir bu hal?" diye bağırıyordu. Ben burada bostan korkuluğu muyum? Dışardan asker getiriyorlar. Ben bu işi yapamaz mıydım" diyordu.

Üstad'ı götürüyorlardı, dayanamadım, ben de gitmek istedim. Üstad'a koştum, elini öptüm. Üstad bana sırtını döndü. "Sen durma git buradan,

(190) Valinin ismi M.Feyzi Daldal mı bilemiyoruz.Vali Beyi Üstad'ın Ispartalı talebelerine halini şikayet eden bir tek mektubu üzerine Üstad'ı hemen Barla'dan getirecek durum ve yetki de değildir gibi geliyor bana... Olsa olsa, bir tevafuk eseri olarak Üstad'ın Barla'dan Isparta'ya nakledilmesine emirler ve kararlar verildiği günlerde, mektup hadisesi de buna denk gelmiş olabilir.A.B.

962

sen bizimle gelme" diye beni ikaz etti..(191)”



İşte Isparta'ya iman abidesi, Kur'an dellâlı ve İslam dininin belki de son büyük müceddidi ve nur-u Kur'an nâşiri aziz misafir Hazret-i Bediüzzamanın böylece üstte hadisesi yazılı, gelen yağmur rahmetiyle; gamnâk olan kalbini, mahzun olan ruhunu ve müteessir ve mükedder olan hatırını tatyib etmek ve Barla yaylasını ona unutturmak ve aynı zamanda Risale-i Nurların Isparta'ya medar-ı rahmet ve bereket olduğunu göstermek için, Cenab-i Erhamürrahiminin rahmet deryası böylece coşmuş ve galeyana gelmişti. Havası i'tidal bulan Ispartayla, Hazret-i Üstad artık imtizac etmeye ve ünsiyet etmeye başlamış olarak, Isparta' da sevgili talebelerinin arasındaydı. Ispartalı ehl-i hamiyet zengin Nurcu bir zat da, kendi hususî ve güzel manzaralı köşkünü(192) Isparta'nın aziz misafiri ve gözünün nuru ve medar-ı fahri olan Üstad Bediüzzaman'a ve onun Nur hizmetine tahsis etmişti. Üstad Hazretleri de Şükrü Efendi'nin bu samimi hareketini kabul etti ve köşke yerleşti. Burada Risale-i Nurun devam eden te'lifine de başladı. O ana kadar te'lif etmiş olduğu bütün Nur risalelerini tanzim, tertib ve tashihlerini de güzelce yaptı ve yaptırdı. Hem yine o sıralarda Nur risalelerinin geniş tarifli umumî bir fıhristesini de tanzim etmeyi ve ettirmeyi başlattı. Ayrıca da te'lif edilmemiş olan Lem'aların te'liflerini de yürütmeye başladı.

ISPARTA'DA TE'LİF EDİLEN RİSALELER

Isparta vilâyet merkezinde, 1934 Ağustosundan, 1935 Nisanına kadar yedi-sekiz ay zarfında te'lif edilen risalelerin -yukarıda bahsi geçtiği üzere- başlıcaları şunlardan ibarettir:

1- Yirmibirinci Lem'a İhlas Risalesi

2- Yirmidördüncü Lem'anın mühim bir kısmı

3- Yirmibeşinci Lem'anın tamamı...

4- Yirmialtıncı Lem'anın büyük bir kısmı

5- Ondokuzuncu Lem'a...

Bu risaleler -bilenlerin ve görenlerin şehadetiyle- filhakika çok mühim, şifalı ve devalı risalelerdir. Isparta'da en son te'lif edilen Risale, Ondokuzuncu Lem'adır. Bu Lem'a iktisad meselesini muazzam şekilde izah ediyor ki, memleketin ferden ve cemiyeten terakkisi için pek muazzam, çok hakikatlı ve son derece te'sirli bir risaledir.

(191) Son Şahitler-2 S: 213

(192) Bu köşk Isparta'nın o zamanki durumuna göre iki katlı, bağlar içinde güzel manzaralı ahşap bir evdir.

963


REFET BEYİN HATIRASI

Isparta'da 1934 yılında te'lif edilen 26. Lem'a olan ihtiyarlar risalesinin te'lifi ile ilgili, merhum emekli yüzbaşı Re'fet Bey şöyle bir hatırasını anlatmıştır:

"Birgün Hazret-i Üstad bizi çağırdı, kalem: kâğıt hazırlamamızı söyledi ve "Yirmi Altıncı Lem'a, ihtiyarlar hakkındadır... yirmialtı rica'yı ihtiva eder.. "Birinci Rica" dedi ve yazdırmaya başladı.

Beş altı rica yazdırdı, öylece kaldı. Aradan bir müddet geçti. Bu arada diğer risalelerden bazı parçalar da yazdırırdı. Yine bir gün bizi çağırarak, kaldığı yerden hiç sormadan, “Nerede kalmıştık, biraz okuyun” gibi bir şey demeden, kaldığı yerden yirmi altıncı lem'aya devam etti.

Her zaman sabah erken yanına, hizmetine gidiyordum. Bir gün biraz geç kalmıştım. Yanına girdiğimde; “Kardeşim biraz evvel gelseydin, yanındaki kadı Zeynel Efendi'yi göstererek, bu zata verdiğim ders, kader risalesine güzel bir zeyl olurdu” dedi.

Gelen misafirin kadere dair suallerini cevablandırmış ve kader mevzuunda ona ders vermişti.

Biz bütün bu gibi hallerinden anlıyorduk ki; Onun eserleri ilham-ı İlâhî ve sünûhattırlar. Ancak kalbine doğduğu zaman yazdırabiliyordu (193)"

Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın lsparta'daki hayatı, tam Nur hizmeti bakımından, hem de maddî istirahatı noktasından, ilk başlarda çok huzurlu, neşeli ve saadet içindeydi. Çünkü Risale-i Nur'un birden bire daha çok intişar etmesiyle, iman ve Kur'an hizmeti ve fütûhâtı da o nisbette geniş çapta yapıldığı, imanlar kurtulduğu, dinî hissiyat kuvvetlendiği, şüphe ve vesveseler def edildiği için; Hazret-i Üstad son derece huzur, neş'e ve ferah içindeydi. Lâkin dalâlet ehli durmadı ve bu vaziyet zındıklık hislerine hoş gelmedi. Adeta inkişaf eden bu iman ve Kur'an hizmeti ve neticesinde hasıl olan o nuraniyyet, onları çıldırtmıştı. Çünki plânları boşa gitmiş, tutmamıştı. Halbuki onlar; Onu da Menemen gibi sahte bir hadise ile imha etmek.. Yahut da hükûmetin eliyle sıkı takip ve kontrollarla ellerini kollarını bağlamak, hizmet ettirmemek veya susturmak idi plânları... Amma hayır, bu ikisi de, plânlarının iki tarafı da tutmamıştı. Yeniden faaliyete geçti zendeka komitesi...

Geniş çaplı bir plân hazırladılar. Sâf müslüman halktan Risale-i Nur ile ve Üstad Bediüzzaman'la yakından ve uzaktan alâkadar olanların isimlerini tesbite başladılar. Eskişehir hadisesinden çok önce isim tesbit işini bitirmiş ve hazırlamışlardı. Sıra bahane bulmaya ve hadise çıkarmaya gelmişti...

(193) Nurs yolu S:96

964

Çalıştılar.. Her alçaklığa, her münafıklığa baş vurdular.. Ve nihayet bir bahane uydurdular:



Eğridir'de Risale-i Nurla uzaktan alâkadar yarı meczub bir adamın,oradaki bir jandarma çavuşu ile yaptığı ufak bir ağız münakaşasını(194) büyüttüler, büyüttüler... Güya memleket çapında siyasî bir hareket, bir ayaklanma varmışçasına yaygaralar, feryatlar kopardılar. Ankara'yı ve hükûmeti de ayaklandırdılar.

ZİYADAR LEVHALAR

Az ilerde, Eskişehir hadisesi öncesi tezgâhlanan planların tafsilatına dönmek üzere; burada Hazret-i Üstad'ın Isparta'da geçen sekiz-dokuz aylık hayatının nurani safhalarına ve ziyadar taraflarına dönüp temaşa edelim:

Evet, o Hazret'in, Isparta'da en kıymettar talebe ve dostları içerisinde geçirmiş olduğu kısacık hayatı, hakikaten çok tatlıdır, nurlu ve saadetlidir. Burada yapılan iman hizmeti ve te'sir sahası genişleyen Kur'an dersleriyle, onun hayatı son derece huzur ve mutluluk içindedir. Çünki gayesi, yegâne gayesi; imanların kurtulması ve hissiyat-ı diniyenin inkişaf etmesiydi.

Hazret-i Üstad'ın Barla'dan Isparta'ya nakil edilmesiyle, içtimaî hayatla bir derece temasları olduğu için, burada yapılan te'lifat -dikkat edilirse-, âdeta içtimaî hayatın bir nevi iman dersleri olduğu görülecektir. Hastalar Risalesi, İhtiyarlar Risalesi, İktisad Risalesi ve hanımlarla ilgili ailevî bağlar hakkında olan yirmi dördüncü lem'a gibi mühim Risaleler, içtimai hayatı daha çok ilgilendiren derslerdir.

Hem Üstad'ın sekiz-dokuz aylık Isparta'daki hayatında nurların umumî bir tashih ve tanzimi yapılmış ve toptan bir gözden geçirme işi de gerçekleşmişti. Böylece Hazret-i Üstad, adeta yakında gelecek ağır ve zulümlü hadise ve musibetlere hazırlanmak üzere, Nur risalelerini Isparta ve civarındaki sadık, sıddık ve sadûk, kahraman ve gayyur talebelerine tevdi' ve teslim etmiş oluyordu.

Isparta'da, Hazret-i Üstad'ın da başında bulunduğu Risale-i Nurun mezkûr inkişafı, fütûhâtı ve te'siratıyla rayihalanan iman ve Kur'an derslerinin manevî güzel kokuları,Isparta ve civarına ervah-ı tayyibeyi celbe medar bir durum almış olduğundan; o sıralarda, bilhassa Peygamberimizle (A.S.M.) alâkadar olarak görülen sadık rü'yalar, hissedilen ma'nevî işaretlerle; Nur talebelerinin kalblerini feyiz ve nurlarla okşamış ve coşturmuştu. Hamiyet ve gayretlerini pür-heyecan ve hareket içinde ihtizaza getirmişti.

(194) Osmanlıca Siracun NurS:288

965

İşte, o sıra Isparta'da Nur Talebelerinin hissettikleri manevî işaretlerden ve gördükleri sadık rü'yalardan bir iki nümûneyi arz etmek istiyoruz. Bu rü'yaları o zaman ilk olarak tesbit edip kaleme alan, Isparta sıddıkı merhum Süleyman Rüşdü ağabeydir. Bu hususda bir lahika mektubu şeklinde bir fıkra yazmış, onun bu fıkrası ziyade ehemmiyetine binaen, yirmiyedinci mektup lahikalar kitabına dercedilmiş, daha sonraları sekizinci lem'anın parlak fıkraları içinde Hazret-i Üstad tarafından kaydedilmiştir.



İşte Merhum Rüşdü Çakın Ağabeyin fıkrasından birinci rü'ya:

“Risale-i Nur şâkirdlerinden RIZA görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm camide Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddık'a (R.A) emrediyor:

“Çık, hutbe oku!” Ebu Bekr-i Sıddık (R.A) koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: "Bu söylediğim hakikatların izahatı yirmidokuzuncu sözdedir.”

İKİNCİ RÜ'YA: “Risale-i Nur şakirtlerinden Osman Nuri diyor ki; Rü'yada şemail-i şerife muvafık gâyet nuranî bir sûrette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ı oturduğu yerde dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sada geldi ki: “Hazret-i Peygamber'in yaveri geliyor! Kapılar birdenbire kendi kendine açıldı. Risale-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zat içeriye girdi.Hazret-i Peygamber (A.S.M.) Üstad'ımıza şefkatkârane iltifat göstererek dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım:”

ÜÇÜNCÜ RÜ'YA: “Risa.le-i Nur şâkirtlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendi, rü'yada ona diyorlar ki: "Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiş. O da koşarak gidip Hazret-i Peygamberi çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.”

DÖRDÜNCU RÜ'YA: "Risale-i Nur şakirtlerinden Nazmi'dir. Rü'yasında ona diyorlar ki: Risale-i Nur şâkirdleri imansız ölmezler. Kabre iman ile girerler...(195)

Bu sadık rü'yalar gibi o sıra müşahede edilen harika tevafuklar, kerametkârane haller ile, Risale-i Nur talebeleri aziz Üstad'ları ile birlikte Isparta'da geçirdikleri nuranî, feyizdar hayatları böylece iman dersleri ve Kur'an hizmeti içinde sürüp gitmekte iken; münafıklar ve zındık din düşmanları bu vaziyeti çekemediler. Hamiyetkâr, dindar, himmetperver, yüksek hasletli, imanlı ve faziletli olan Nur talebelerini sinesinde saklayan Isparta vilayeti, her yerde olması imkân dahilinde olan, bir de maalesef münafık, kalbsiz, milliyetsiz, tinetsiz insanlık tortusu bazı adamları da barındırıyordu. Sadece Isparta'ya mahsus değil, her yerde de bu böyledir. İşte o münafıklar, başta Hazret-i Üstad olmak üzere tüm Nur talebelerinin o samimane,

(195) Osmanlıca Sikke-i Tasdik S:13

966

dindarane, kardeşane pek sıcak, çok hararetli hizmet ve hareketlerini; körlüklerinden, kalbsizliklerinden, nâmertliklerinden ve tinetsizliklerinden bir siyasî hareket ve faaliyet şeklinde iftiralı yorumlarla hükûmete ve hükûmet içine sızmış gizli farmason komite mensublarına durmadan raporladılar. Hükûmeti evhama boğdurup fuzulî ve boş, adeta delice hareket etmesine sebebiyet verdiler.



Üstad Hazretleri, gerçi Eskişehir hadisesinde yaptığı mahkeme müdafaalarında, "Isparta muhbirleri veya münafık muhbirler" tabirlerini bilahare Isparta'daki çok kıymettar, hamiyetkâr talebelerinin hatırı için ta'dil etmiş, umumi bir tabirle değiştirmiştir. Lâkin hadisenin başlangıcında Ispartanın beceriksiz belki kasıtlı MİT muhbirleri, ya münafıklıklarından veya aczlerinden habbeyi kubbe yaparak meseleyi yalandan, iftiradan mürekkeb sözlerle şişirmişler ve yanlış değerlendirmelere sebebiyet vermişlerdi.

ESKİŞEHİR HADİSESİNİN BAŞLANGICI

Hadise, az yukarda da kaydedildiği veçhile, bir plân dahilinde farmason zındıklar tarafından hazırlığı yapılmış, bahane faslına gelince de; Isparta'nın Eğridir kazasında, Risale-i Nurla biraz alâkadar yarı meczub bir zatın bir jandarnıa çavvşuyla yaptığı cüz'î ve hususî bir ağız münakaşası vesile edilerek, memleket çapında bir siyasî hareket varmış gibi renk verilmiş ve taharrilere girişilmiştir. Gerek MİT, gerekse yerli münafık muhbirleri iş birliği ile; ilk önceleri genişçe bir tarama hareketiyle, bir çok masum insanın isim ve adresleri tesbit edilmişti. Yani tuzak ve plân serilmiş ve kurulmuştu. Hazret-i Üstad bunu hissediyordu. Lâzım gelen ihtiyat tedbirlerini almıştı ve almaktaydı. Lâkin çare yoktu, zendaka komitesi hadiseyi plânladıkları gibi mutlaka ihdas edeceklerdi.. Ve nitekim de ettiler.

ÜSTAD BEDİÜZZZAMAN'IN MENZİLİNE BASKIN

Üstad'ın menziline bilfiil henüz baskın işi yapılmamışken, 1935 senesi Kurban bayramı olan 16 Nisan gününde, Hazret-i Üstad, zahirde görülmiyen fakat dalâlet ehlinin perde altında hazırlamakta oldukları ve tüm hareketlerinin gizliden gizliye nezaret altında tutulduğunu ve saire.. geniş plânlarını sezmiş ve hissetmişti. Bunun için zaman zaman hiç bir şey yokken hiddetlenir, talebelerini tedbirli olmaları için ikaz ederdi. Hatta kurban bayramında kimseyle görüşemiyeceğine dair bir iki satırlık yazı yazdırarak kapısına astırmıştı. Yazı aynen şöyledir:

“Kalben rahatsız olduğum dolayısıyla, Kurban Bayramında Süleyman Efendi, Şamlı Hafız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş'tan

967

başka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz, gücenmeyiniz. Said-i Nursi(196)”



Üstad'ın bu ihtiyatının hikmeti bilâhare anlaşıldı. Onun bu dikkat ve ihtiyatına rağmen kurban bayramı günlerinde bir polisi onun kapısı önüne diktirdiler. "Kimler geliyor, kimlerle görüşüyor?" gibi mantıksız, kanunsuz ve sebebsiz olarak Üstad'ın harekâtını nezaret altına almışlardı.

Bayram bitti... Kapısında bekliyen polis de gitmişti, amma bu defa gizli münafık muhbirleri vasıtasıyla her şeyini, her hareketini daha çok gizlice roparlamaya devam ediyorlardı. Hazret-i Üstad hazırlanmakta olan plânı ve tasarlanan zalimane niyetlerini anlıyordu. Ona göre lâzım gelen ve evham verecek işlerden elinden geldiğince kaçınıyor ve tedbirlerini alıyordu. Lâkin raporlar çok hâince münafıkane tanzim edilip peş-peşe Ankara'ya yollanmakta devam ediyordu. Bunların bu sebebsiz ve zalimane gizli plân ve niyetleri yüzünden Hazret-i Üstad'ın çok sevdiği kır gezintilerini adeta

(196) Barla Lahikası, ilk baskı Envar Neşriyat S: 233

967


iptal etmiş gibi evinden hiç çıkmamaktaydı.

Nihayet tarih 17 Nisan 1935... Hazret-i Üstad bir iki talebesiyle birlikte Isparta şehrinin haricine teneffüs kasdiyle gezmeye çıkıyor.(197) Biraz temiz havada gezindikten sonra; birden bire görünürde hiç bir sebeb yokken,Hazret-i Üstad hiddetleniyor ve ehl-i dünyaya şiddetli bir surette gıyablarında bağırıyordu.

Hadiseyi, o günü üstad'la beraber bulunmuş talebelerinin, bilâhare kaleme aldıkları şekliyle alalım:

“Hem musibetin aynı gününde Üstad'ımız gezmekten dönerken. Hüsrev ve Mehmed'in ihbariyle birden bire sebebsiz ehl-i dünyaya karşı hiddete başladı. Yirmibeş sene evvel Divanı Harbi Örfî'de kendi idam kararını beklerken; sebebsiz, kalbsiz rütbeli iki adam mahpus olduğu koğuşa tahkir için geldikleri zaman, gayet acib bir surette söylediği o hale mahsus meşhur bir şetmi üç defa zalim ve garazkâr ehl-i dünyaya karşı sarfediyor ve "Benden ne istiyorsunuz?.." diye bağırarak tekrar ediyor, sonra susuyordu. Aynı dakikada zabıta, köşkü basmak için yedi sekiz polis köşkün etrafına girdikleri zamana tevafuk ediyordu.(198)”

Böylece taarruz hadisesini, vukuundan evvel Hazret-i Üstad te'vilsiz ve açık surette hissettiği gibi; Risale-i Nur talebelerinin bir çoğu da kalben ve ruhen hissetmiş, fakat tafsilâtına şuurları taalluk etmemiştir. Bu mübarek hassas kalbli Nur talebelerinin hissettikleri hadise hakkında

çok şeyler yazılmıştır. Burada onları kaydetmek epey uzun olur. Onun için meraklıları Sikke-i Tâsdik-i Gaybî kitabının baş taraflarına ve Barla lahikasına havale deriz.

İşte Eskişehir hapis hadisesi ilk hazırlıkları ve ilk baskınları 20 Nisan 1935 gününde kendisini göstermişti. Hazret-i Üstad'ın oturduğu menzilinde polis arama yapmış, mevcud bütün kitaplarına el konulmuş ve aynı günde Hazret-i Üstad hükûmet ve emniyete götürülmüştü. İfadeleri alınmış ve o günü Üstad serbest bırakılmıştı. Ancak bu arada ilk tevkifler günü olan 25 Nisan ile şu ilk baskın ve taharriler arasındaki birkaç günlük müddetin, hangi gününde yeniden Hazret-i Üstad ve Nur talebeleri toplattırılmış olduğuna dair bir bilgi mevcud değildir.

20 Nisan 1935 gününde Hazret-i Üstad'ın menzilinden polis tarafından alınan kitaplarının bir kaç günlüğüne tahkik edilmek için alınacağı ve sonra iade edileceği belirtilerek, o günü Hazret-i Üstad'ı zahiren ve siyaseten serbest bırakmışlardı. Üstad kaç gün serbest kaldığını bilmemekle beraber, bu arada Hazret-i Üstad Isparta C.Savcılığına hakikat-ı hali beyan eden bir istid'a verdi. Amma aynı hakikat olan bu dilekçesinin kanunlar muvacehesinde nazara alınarak

(197) Aynı eser Neşriyat S: 213

(198) Osmanlıca Sikke-i Tasdik S:17

969

adaletli düşünmeleri şöyle dursun, hadiseyi âcizlik ve beceriksizlik veya gayr-ı kanunî, keyfî emirlere bendeliklerinden, çok büyük şa'şaalarla büyüttüler. Ankara zahirde telâş ve heyecan içinde büyük çapta bir hareket içine girmişti. Devrin Başbakanı İsmet İnönü, başka bahaneler uydurarak, hadise münasebetiyle Şark vilâyetlerine seyahate gitti.(199) İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da Ankara'dan yüz jandarma, yirmi polis ile, yanına da emniyet genel müdürünü ve jandarma genel komutanını alarak, trenle Isparta'ya hareket etti.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin